• Sonuç bulunamadı

ISBN (Tk. No.) ISBN ( 1. Kitap) y

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ISBN (Tk. No.) ISBN ( 1. Kitap) y"

Copied!
286
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

HİLGİ YAYINLARI I ÖZEL DİZİ : 29 / 1

ISBN 975 - 494 -283 - 8 (Tk. No.) ISBN 975 - 494 - 284 -6 ( 1. Kitap) 92 06 y 0105 0401

Birinci Hasım 1976 İkinci lfasım 1986

Genişletilmiş Üçüncü Basım Ocak 1992

BiLGi YAYINEVI

Meşrutiyet Cad. 46 ı A

Telf 431 81 22 - 434 12 71

434 49 98 - 434 49 99

Telefaks 431 77 58

Yenişehir - Ankara

BiLGi DAGITIM

Babıali Cad. 19 ı 2

T elf 522 52 01 - 526 70 97

(4)

ŞUKRAN KURDAKUL

\J ••

ÇAGDAŞTURK EDEBİYATI

1

MEŞRUTİYET DÖNEMİ /1. Kitap

(5)

kııpak düzeni : fahri karagözoğlu

dizgi faruk kaya tel: 230 85 76

baskı cantekin matbaacılık yayıncılık

(6)

Çahşmamın görünmez emdçisi Selma KURDAKUL'a

(7)
(8)

SUNUŞ

Edebiyatımızın son yüzyılda kazandığı gelişmeleri yansıtma amacı ile haz1rlanan bu kitap, 1900-1923 yıllarını kapsamına almıştır. Yeni çağın başlangıç y//larında, ülke­

mizde de toplumsal ve siyasal değişmelerin birbirini izlediğini biliyoruz. Abdülhamid ll'nin saltçı iktidarından il. Meşrutiyete; /. Dünya Savaşından "mütareke"ye; Kurtuluş Sa..,aşın­

dan Cumhuriyet ilanına ... Hiç kuşkusuz her biri ayrı ayrı özellikler taşıyan bu evreleri top­

lumbilimciler, genel özellikleri yönünden değerlendirerek burjuvalaşma sürecinin ilk aşa­

maları olarak kabul ediyorlar.

Edebiyatımız da -görece özerkliği içinde- toplumsal koşullardan etkilenerek ve on­

ları etkileyerek değişimlere uğruyor bu evrelerde. XIX. yüzyılın ikinci yarısında şiir, ro­

man, öykü, oyun türlerindeki gelişmeler, asker-sivil aratabaka kendini ortaya koydukça, belli işlevler kazanıyor. Bu etkileşimin il. Meşrutiyet y//larında daha da ağırlık kazanarak, yeni-eski, ileri-geri, Osmanlıcı-Türkçü, Batıcı-Osmanlıcı biçiminde ayrımlarla geliştiğini görüyoruz. Günümüze değin de sürüyor ayrımlar ... Bir evrenin özellikleri içinde yeni sayı­

lanın, çeyrek yüzyıl geçmeden eskidiği, bir evrede ileri olanın, kendini aşamama süreci­

ne gelip dayandığı zaman, gelişmekte olan karşısında tarihsel yerine oturduğu kolay saptanıyor. Örneğin, burjuvalaşma sürecinin ilk aşamalarına damgasını basan "milli ede­

biyat" akımı, Cumhuriyetin ilk on yf/ına varmadan işlevini yitirerek yerini ulusal isteme ko­

şut olarak gelişen yeni edebiyat güçlerine, akımlarına terk ediyor.

Kısaca değindiğimiz bu gerçekler, kitabı hazırlarken, bizi iki temel ilkeye uymak zo­

runda bırakmıştır.

1) Edebiyat hareketlerini, toplumsal koşullardan soyutlamadan vermek,

2) Eskiyen ''yeni''yi, geride kalan "ileri"yi dönemlerinin özellikleri gelişim aşamaları içinde değerlendirmeye çalışmak.

Bu gereklerin de çağdaş edebiyatımızı oluşturan kişilerin yaşamlarını, sanatçı kişi­

liklerinin geçirdiği evreleri, yapıtlarının ortaya konduğu ortamı göz önünde tutmak zorun­

luğu doğurması doğaldır.

Örneklemeye çalışalım:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (doğ. 1887) adını ilkin "Fecr-i Ati" (1909) hareketinde duyurmuş, 1909-1923 yıllarında ilk yapıtlarını vererek, Cumhuriyet öncesinin ünlü dergi ve gazetelerinde yüzü aşkın öykü, makale yayımlamıştır. ilk kitabı 1909 tarihini taşıyan 1-ıalide Edip Adıvar'ın (doğ. 1884) Meşrutiyet ve "mütareke" evrelerinde çıkan romanları­

nın ve öykü kitaplarının sayısı 1 O'u bulur. Mehmet Emin Yurdakul'un Türkçe Şiirler, 1898; Faruk Nafiz'in_ Şarkm Sultanları 1918, Gönülden Gönüle, -1Jinle Neyden 1919, Ahmet Haşim'in Göl Saatleri 1921, Reşat Nuri'nin Çalıkuşu 1922 yıllarının ürünleridir.

Görüldüğü gibi, sanatçı kişilikleri 1923'ten çok önce kabul edilen bu yazarların. şair­

lerin Cumhuriyet döneminde sanat ve dünya görüşlerinin değişmesi, yeni yaşam koşulla­

(9)

"Yakup Kadri (ya da benzer durumdakiler) çağdaş edebiyatımızın hangi döneminde verilmelidir?"

Biz, bu tür soruların tek bir karşılık bulma olanağını vermediği kanısındayız. Yakup Kadriyi Yaban, Ankara gibi yapıtlarına bakıp Cumhuriyet dönemi yazan sayarsak, aynı yargının 1923-45 yıllarında 25'i aşkın yapıtta imzası olan Hüseyin Rahmi ile 1933'/erde Varlık dergisinde sık sık öyküleri çıkan "Edebiyat-ı Cedide"nin ünlü adı Halit Ziya Uşak/ı­

gil için de geçerliliği söz konusu olacaktır.

Açıklamaya çalıştığımız bu nedenlerden ötürü, toplumsal tarihin özel ayrımlarını da göz önünde tutarak, gerçekte tümü burjuvalaşma sürecinin değişik evrelerinde yaşama­

larına karşın, kişilikleri Cumhuriyetten önceki yıllarda oluşan sanatçıların, yazarların, dü­

şün adamlarının Çağdaş Türk Edebiyatı Meşrutiyet Dönemi olarak adlandırdığımız bu /.

Kitapta verilmesini uygun gördük.

öte yandan roman, öykü, oyun türlerindeki ilk örneklerin xıx. yüzyılın ikinci yansın­

da ortaya konduğu gerçeğinden hareket ederek, zaman yönünden kitabımızın kapsamı dışında kalan yıllardaki edebiyat, dil ve düşün hareketlerinin geniş bir özetini sergiledik.

Kimi edebiyat tarihçilerinin; Servet-i Fünun dergisinin çıkış tarihini göz önünde tutarak -bu açıdan bakınca haklı olarak- XIX. yüzyıl kapsamında tuttukları Servet-i Fünuncuları da geniş biçimde vermeyi gerekli saydık.

Sanmz, ancak böylece, "Osmanlı lmparatorluğu'nun Geldiği Yer" yazısı ile XIX.

yüzyıl ve sonrası toplumsa/ olaylar saptanır ve yorumlanırken, bu olaylardan soyutlaya­

mayacağımız edebiyat hareketleri ve onları yaratan kişiler de elden geldiğince tarihsel rayın doğrultusuna yaklaştmlmış oldu.

Çağdaş Türk Edebiyatı ı Meşrutiyet Döneminde, özellikle akımların ve kişilerin su­

nuluşunda siyasal iktidarların güdümlü tarih politikalarına bakarak hizaya gelmemeye özen gösterdik. Örneğin Ziya Gökalp'la birlikte 1921 'lerde Gökalp sosyolojisini eleştiren düşün adamlarının, Mehmet Emin (Erişirgil)lerin, Marksçı Sadrettin Celal ve Dr. Şefik Hüsnü'lerin; Genç Kalemler'i, Yeni Mecmuayı, Dergah'ı tanıttığımız ölçüde Kurtu­

luş'un, Aydmlık'ın özelliklerini yansıtmaya çalıştık. Dönemlerine damgalarını basan sa­

natçıları ayn kesimlerde değerlendirirken, sanatlarının yapısal özelliklerine yaklaşma kaygısından uzaklaşmadan, y_apıtlannın dayandığı felsefeyi çözümlemeyi amaçladık.

Gücümüz, araştırma alanında sabrımız, yeteneğimiz oranında elde ettiğimiz sonuç, yetişen kuşakların çalışmalarına ufak bir katkıda bulunabilirse, ne mutlu.

Şükran KURDAKUL

(10)
(11)

iÇiNDEKiLER

S UN UŞ

X I X. Y ü z yı lın Ö ze l l ik l e ri.

Ekonomik Boyunduruk

Dışa Bağlı Ekonominin Siyasal Sonuçları

"Yarım Zafer"in Açtığı Kapılar

X I X. Yüzyılın Y eniçağa Bıraktığı Değe rl e r Dil ve Tarih Alanında

Öykü ve Roman Alanında.

Tiyatro Edebiyatına Giriş .. . . Yeni Bir Şiire Doğru . ... .

13 16 17 1 8 19 22 23 .24 ... 2 9

.30 Edeb i yat - ı C e di de

Akıma Bağlı Sanatçılar

. ... 33 Edebiyat-ı Cedide Ü zerine Görü şle ri

Tevfik Fikret . .... . Halit Ziya Uşaklıgil Hüseyin Cahit (Yalçın) Ömer Seyfettin.

Mehmet Fuat Köprülü.

Cevdet Kudret Mehmet Kaplan .

XX. Yüzyı l Ş ai ri: Tevf ik Fikr e t Sanatı

Şiirinin Biçim Özellikleri.

Dünya Görüşü

Tevfik Fik ret'ten Örne kler

Peri-i Şi'rime (51); Ömr-i Muhayyel (5 1 );

Halük'un Bayramı (52); Halük'un amentüsü (52);

Balıkçılar (53); Ferda (55); Han-ı Yağma (56);

Millet Şarkısı (57); Hazan Teyze (58); Papatya (5 9) Bi r Os manlı Y eni l ik ç i si: C enab Şebabet tin

Sanatı

34 ... 37 ... 37 . ... 3 8 . . 3 9 4 0 41 41 42 43 44 47 4 8 51

.. 6 0 62

Düz Yazıları ... 64

(� enab Şehabettin'd en Örnek ler. . ... 65 Elhan-ı Şita (65); Yekazat-i Leyliye (66); Senin için (68)

(12)

Sanatı Romanları

Öyküleri . . . .. . . ... .

70 71 74

Halit Ziya Uşaklıgil'den Ör nekler 76

Mai ve Siyah'tan (76); Aşk-ı Memnu'dan (78); Mayıs Pazarı (80)

M e h m e t R a u f . . 86

Sanatı 86

Meh met Rauf tan Ör nekler. . 91

Eylül'den (91); Hep Onlar İçin (93)

Edeb i ya t -ı C e d i de ' nin B aş l ıc a Ş a i rl e ri 96 Nigar Hanım (96); Süleyman Nesip (96);

Hüseyin Suat Yalçın (97); Ali Ekrem Bolayır (97);

İsmail Safa (98); Süleyman Nazif (98);

Rey, Ahmet Reşit (99); Hüseyin Siret Özsever (100);

Faik Ali Ozansoy O 00); Celal Sahir Erozan O O 1)

Edebiyat-ı Cedideciler den Ör nekler 102

Nigar Hanım, Bir Daha Söyle ( 102); Süleyman Nesip, Hakikate Dogru (103). Dilenci Kız (98), Kadınlığa Dair (l04); Hüseyin Suat (Yalçın), Eldivenlerin (104), Bülbülüm (104); Ali Ekrem

(Bolayır), Gül On Para (105); İsmail Safa, Şarkı (106), Bir Şiirinden Üç Kıta ( 107); Süleyman Nazif. Daussıla (107), Türk ilahisi (108); Ahmet Reşit (Rey) "H. Nazım", Her Zaman Görülür (108), Su Perisi (109); Hüseyin Siret (Özsever), Boğaziçi Notlan (109),Ada 'dan Dönerken ( 110); Faik Ali (Ozansoy), Fırtına ve Dalgalar ( l 10). Ne Güzel Şey (11 l); Celal Sahir (Erozan).

Buhran ( 112). Gönülle Başbaşa (] 12)

M EŞ R UTİ Y ET D ÖN EMi

Fecr-i A t i Ed eb iya t Topl ul uğu . . . ..... ll5 Fazıl Ahmet ( 116); Hamdullah Suphi ( 117); Emin Bülent ( 117);

Cemil Süleyman (1 17); Tahsin Nahit ( 117); Müfit R.atip (118);

İzzet Melih 018); Mehmet Behçet 018);

Şebabettin Süleyman (11 9)

F e c r -i A t i Ş a i r 1 e r i n d e n Ö r n e k 1 e r . .... . 120 Faik Ali. Dicle Vadisi (120); Celal Sahir, Tuhfe-i Takdis (120);

Emin Bülent. Sana 021); Mehmet Fuat Köpıi.ilü, Mesai Melal 021); Ali Canip. Gazel (122); M. Behçet, Kamer 022); Tahsin Nahit, Kamerle (123)

(13)

İslamcılık.

Ulusçuluk.

Meslek-i İçtimai . ....

Batıcılık . Sosyalizm ..

124 126 128 129 130 Öteki Edeb i y a t Ha reke t l e ri ve Meş ru t i ye t D ö n em in d e "M i il i Edeb i ya t " A kımı 134

Gündeme Zorla Giren Kavga: Türkçemiz... .... 134

Savaş Yıllarında. 13 7

De rgiler.. 139

Servet-i Fünun 039); İçtihat 040); Çocuk Bahçesi 040);

Bahçe (141); Sebilürreşad 041); Musavver Muhit 041);

Türk Yurdu 042); Rübap 043); Bilgi Mecmuası 044);

Yeni Mecmua 044); Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası (145);

Nedim 045); Büyük Mecmua 046); Yarın (146); Dergah 047);

Küçük Mecmua 048); Aydınlık 049); 1917-1923 Evresi O 50)

Şii R

Me h m e t E m in Yu r dak u l Yaşamı ve Çevre Koşulları il. Meşrutiyetten Sonra Sanatı .. .. . . . Şiirlerin Biçim Özellikleri . . Dünya Görüşü ...

Mehmet Emin Yu rdakul'dan Örnekler.

Balıkçı 063); Biz Nasıl Şiir İsteriz 064); Vur (164);

Bırak Beni Haykırayım 0 65): Yolcu 065);

Aydın Kızları (166); Anadolu 0 67) Rıza T ev fi k B ö l ükb aıp

za Te\n k Bölükbaşı ·dan Örnekle r

Fikret'in Necib Ruhuna 0 73); Uçun Kuşlar 0 74) Me h m e t A ki f Erso y

Yaşamı ve Çevre Koşulları . Edebiyat Yaşamı

Sanatı ... .

... 155 155 156 157 159 161 163

.... 170 173

175 175 177 180 Meh met AkifE ıııoy 'dan Örnekler . . . . . . . . . . . .. 186

İstibdat'tan 086); Hasır 087); Mahalle Kahvesi'nden 088);

Çanakkale Şehitlerine 0 89); Bülbül ( 19 l ); Sanatkar'dan 0 92);

(14)

Mehmed Ali'ye (194); İstiklal Marşı (194) Ahme t Ha ş im

Edebiyat Yaşamı Kişiliği

Sanatı .. ... . Biçim Özellikleri ..

196 197 197 198 . 202

Ah met Haşim• den Örne kler . 20 4

Mukaddime (204); Sonbahar (204); Yarı Yol (204):

Orman (204); O Belde (205); Bülbül (203);

Bir Yaz Gecesi Hatırası (206); Süvari (206); Şafakta (206);

Karanfil (206); Bir Günün Sonunda Arzu (207); Havuz (207);

Siyah Kuşlar (207); Mehtapta Leylekler (207); Kuğular (207) Y ahya K e m al Be yatl ı

Yaşamı ve Çevre Koşulları Edebiyat Yaşamı

Sanatı ... . . Öz ve Biçim

Eski Şiirin Rüzgarıyla .. . . . . Dil ve Şiir Anlayışı

Eleştirmeler. Değerlendirmeler Yahya Ke mal' den Örnekler ...

Deniz Türküsü (224); Rindler'in Hayatı (225);

Rindler'in Akşamı (225); Rindler'in Ölümü (225):

208 ... . 208 . . .. . 211 .. . 213 216 . .. . . . 218 . . ... 2 19 . . . 222 . . . 224

Ses (225); 1918 (226); Vuslat (227); Hayal Şehir (228);

Gece (228); Kar Müsikileri (228); Eylül Sonu (229); Itri (229);

Eııdülüs'te Raks (230); Mahurdan Gazel (231); Şerefabad (231);

Ömür (232); Tercih (232); Dönüş (232) M it hat C e ın a 1 K un tay

Mithat Ce maJ Kunt ay" dan Ö rnrkler

Ben Değilim' den (234); Yuı1 Duyguları (234);

On Beş Yılı Karşılarken (235)

. 233 234

Or h an S e yfi O rh o n ....... .. .... . ... 236 Orhan Seyfi Orhon'dan Örnekler . . . .. . . . ... . . .. . . .. 238

Kış Gecelerinde (238); O, Beya1. B'·· TCuştu (238)

H alit F ahri Oz a n s o y . 239

Halit. Fahri Oz a�soy'dan Örne kler . . . . . . . . . . . 24 l Aruza Veda (241); Bugünkü Sadabad (242); Dedikodu (242)

(15)

En is Behiç K oryürek' te n Örnekler

Miras'tan (245); Hatıra (246); Ömür (246) Y u s u f Z i y a O r t a ç

Yusuf Ziya Ortaç'tan Örnekle r.

Evim (249); Rüya (249) S a l i h Z eki Akt a y

Salih Zeki Aktay' dan Örnek.

Serenat (251) Şükuf e N i ha l

Şü kUfe Nihal'den Örnekler.

Duymayan Kadına (253); Çoban Nine (253)

. .. 245

. . .. . 247 . 249

.250 . 251

252 . . 253

Al i Mü m t a z Ar o l a t..

A li Mü mtazA r olat'tan Örnekler Leylekler (255); Havuz (255)

... 254 . . . .. .. . . 255

Fa ru k N af i z Ç a m l ıbe l . . . .. . 256

Biçim Yönünden. . .. . 259

Fanık Nafiz Ça mlıbel'den Örnekler ..... . . ... . 261 Hayat (261); At (262); Memleket Türküleri (262);

Çoban Çeşmesi (262); Han Duvarları (263);

Zehir ve Şarap (266); Sefillerin Ölümü (267 D ön e m i n Ö teki Ş ai r l e ri

Samih Rıfat İhsan Raif Neyzen Tevfik .

İbrahim Alaeddin Gövsa Ali Canip Yöntem Aka Gündüz.

Halide Nusret Zorlutuna Örnekler

Samih Rıfat, Onun Sazı (271),Asker Koşması (272);

İhsan Raif, Vaveyla (272); Neyzen Tevfik. Oldukça (273);

İbrahim Alaeddin Gövsa. Kervan Sesi Uzakta (274);

268 . 268 268 268 . 269 . . 269 . 270 270 . . .. . . 271

Ali Canip Yöntem, Sokak Feneri (276), Şarkın Ufııklan (276);

Aka Gündüz, Vatan (277),Aşk Yasası (277);

Halide Nusret Zorlutuna. Bu Ses (278). DağLann Efesi (278)

(16)

XIX. YÜZYILIN

ÖZELLİKLERİ ı�

"Sömürge kurmak, pazar açmak demektir; üstün ırkların aşağı ırklar kar­

şısında kazanılmış hakları vardır. Sömürgecilik politikası, endüstri politika­

sının yavrusudur. "

XIX. yüzyıl sonlarında Avrupa devletlerinin silahlı ya d a silahsız yayıl­

ma politikalarının gerisinde yatan gerçekleri, dünya tarihinde, Fransız baş­

bakanlarından Jules Ferry'nin ( 1 832- 1893) bu sözleri kadar açıkça ortaya koyan bir başkası daha zor bulunur. XIX. yüzyıl, Avrupa'nın, öteki ülke­

leriyle birlikte, Osmanlı lmparatorluğu'nu da ekonomik ve siyasal bir çem­

ber altına al ar ak kıskıvrak bağladıkları yüzyıldır. Endüstri devriminden sonra hammadde bekleyen makineler ve günden güne yeni ücret artışı is­

teklerinde bulunan işçi sınıfının siyasal bir güç olarak ortaya çıkması, dev­

let yönetimine el koyan burjuvaziyi, gelişmemiş ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına doğru itmiştir.

Batıdaki bu gelişmelerin sonuçları, XI X. yüzyıl Avrupa haritasında önemli değişiklikler meydana getirdi. Osmanlı imparatorluğu için bağım­

sızlık savaşlarını başlatan "azınlıklar" karşısında eski direnme araçlarıyla tutunmanın olanağı kalmadı. Başarısız savaşlar sonucunda, Bükreş Antlaş­

ması ile Sırplar ( 1 8 12), Edirne Antlaşması ile Yunanlılar ( 1 829), Bulgarlar ( 1 878), Rumenler ( 1 8 8 1 ) birbirlerinin peşi sıra bağımsızlıklarını kazanıyor, batılı diplomatlar, Osmanlı lmparatorluğu'nun çözülüşünü çok ünlü bir sı­

fatla karşılıyorlardı: Hasta Adam.

Hastalık, imparatorluğun makine çağının gerisinde kalması ve içinden

(17)

XIX. YOZYILIN ÔZELLIKl.EMI

çürüyen eski kurumlarla, bildiği hayatını sürdürme olanaklarını araması sonucuydu. Batı kapitalizmiyle yaratılan ilişkilerle, kendi kendine yeten ka­

palı bölge ekonomisi kırıldı ve Batı endüstrisi ile ülke ziraati arasında de­

ğiş tokuş (mübadele) esasına geçilerek, kapalı bölge ekonomisi sisteminde yabancılar yararına dengesizlikler başladı.

ilk ticaret eylemleriyle birlikte sermayesini de sokan batı, gene bu yüz­

yılda deniz ve demiryolları, posta, telgraf, bankalar ve yeraltı kaynaklarını işletme ayrıcalıklarına sahip oldu. Ülke halkının sırtından elde ettiği sömü­

rü karlarını zimmetine geçirerek tekrar Osmanlı hükümetlerine borç olarak verdi. Bu koşullar altında "ıslahat-reform" adı verilen girişimler Osmanlı devletini biraz daha batının sömürü yöntemlerinin içine sürüklüyor, ekono­

mik boğuntu, ülkeyi biraz daha genişleyen bir bataklık haline getiriyordu.

E K O N OM i K B O Y U N DU R U K

1 838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması, üretimde gelişmeyi durdurma açısından bardağı taşıran son damla olmuş, "Yedd-i Vahit" sisteminin dev­

lete tanıdığı denetim hakkı kaldırılarak açılan gümrük kapıları, el sanatla­

rına dayanan yerli endüstrinin çökmesine yol açmıştı. Antlaşmadan bir yıl sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı ( 1 839) ile "Müslüman olmayan azın­

lıklar, hukuki durımııı güçlendirilen patrikhane ve örızütleriyle ayrı ve adeta özerk ve imtiyazlı varlıklar haline getirildiler." (Ord. Prof. A. Hamit

Ongunsu, Tanzimat, sf. 3)

Ekonomik alanda uygulanan bu li beral sistem ve kapitülasyonların güç­

lendirilmesi, liman şehirlerinde çıkarları ile batıya bağlı ticaret burjuvazisi­

ni yarattı. Öte yandan bu antlaşmadan önce, sözgelişi, Bursa'nın 25 bin ok ­ ka ipek kullanan 1 000 tezgahından 925 tanesi susmuş, l 847'de sadece 4 bin okka ipek harcayan 75 tezgah kalmıştı. Namık Kemal, ibret gaz etesin­

de durumdan şöyle yakınıyordu:

Biz ziraane olduğu gibi, sanayide de kendi yağımızla kavrulurduk.

Hemen her ihtiyaı:ımızı karşılayacak tezgahlarımız vardı. 20-30 sene­

de onların hemen cümlesi mahvoldu. Bunun sebebi de hiç şüphe yok ki, mahut antlaşma ile Avrupalılara verilen ticaret hürriyetidir.

Yerli üretimdeki gelişmeyi durdurarak ülkeyi açık pazar haline sokmayı başaran batı kapitalizminin kendi yararına çeşitli ayrıcalıklar sağladığı bu dö­

nemde, 1 854'ten 1 877'ye kadar, 25 1 milyon altın lira borç Osmanlı devleti­

nin bo �azına demir bir halka gibi geçivermişti. Bu ayrıcalıkların sağladığı yet­

kilerle yabancı banka müdürleri, elçilikler, devletin yönetimine kesin müda­

halelerde bulunuyor, batılı sermayedarlar sarayda ve ziraat adamlarıyla or­

taklıklar kurarak kendisiyle çıkar birliği olan yeni bir zümre yaratıyordu.

1 863 ve 1 875 imtiyaznamelerinin hükümleri arasında Osmanlı Banka-

(18)

M E Ş R U T i Y ET D O NEMi

sı'na çok geniş yetki ler tanıyan maddeler yer almış, devletin bütçesini bile denetleme hakkı bankanın yönetim kuruluna verilmişti.

DI Ş A B A GL I E K O N OM lN l N S i Y A S A L SO N UÇL A R I

XIX. yüzyılın ikinci ya rıs ında erginlik çağını yaşayan asker-sivil oku­

muşlar, 1 789 Fransız Devrimi'nden özgürlükçü düşünceler öğrendiler.

İnsanların temel hakları, hükümdarın egemenliğini kısıtlayan kurumlar, ki­

şisel özgürlükleri güvence altına al acak Anayasa ... Bürokrasinin devlet yö­

netiminde ağırlığı olan liberal kanadı, imparatorluğun içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulma yolunu tek çözüme, Meşrutiyet'in ilanına bağlıyordu.

Gazetelerdeki eleştirilerden gizli örgütlenmelere kadar her şey bu amacın gerçekleşmesi içindi. Dönemin aydınları, meşruti bir yönetime kavuşulursa her şeyin düzeleceğine inanarak yeni bir düzen düşüncesinin ilk savaşlarını verdiler. Giderek medreseden ayrı olarak kurulan öğretim kurumları ve si­

lahlı güçler sarayın baskı rejimine karşı birleşen genç insanların karargahı haline geldi. Mücadele soyut da olsa bir kavrama bağlanmıştı: Özgürlük ...

Özgürlük her şeyi düzeltecek, her kötülüğün hayat damarlarını kurutacak sihirli bir silah olarak kabul edildi.

"Yeni Osmanlılar Cemiyeti '', Paris toplantısında, "mutlakiyetçi yöne­

tim biçiminin meşrutiyet yönetimi olarak değiştirileceğini" programının bi­

rinci maddesine koydu (1 867) . Mücadele içte ve dışta olgunlaştıkça devlet yönetiminde ağırlığı olan kişilerden yandaşlar bulmaya başladı. Vezirler, paşalar, İngiliz yanlısı elçi ler ve nazırlar ... 1. Meşrutiyet hareketinin önder­

leri arasında görünüyordu. Padişah A bdülaziz'e karşı sürdürülen 8-1 O yıl­

lık mücadele 1 876 yıllarında İngilizlerin güvencesini kazanmıştı.

Ne var ki Meşrutiyet'in gerçekle jtirilmesi çabaları sürecinde bu güven­

ce kuşku verecek kadar içli dışlılığa dönüştü. 27 Mayıs 1876 günü Meşru­

tiyet ilanı için son toplantılarını yapan bürokratlar, İngiliz elçisi Elyot'la görüşerek gerekirse İngiliz donanmasının yardıma koşmasını sağladılar.

Sonradan amiral olarak Osmanlı donanmasında görev alan İngiliz Har­

bord Paşa da darbeci komutanlar arasına katıldı.

Bu ilişkiler, kimi tarihçileri, hareketin "f stanbul'da bir gizli lngiltere vardı " biçiminde haklı yargılara götürecek kadar dışa bağlı olara k gelişti­

ğini gösterecek niteliktedir (M. Cemal Kuntay).

1 876- 1 908 döneminde Anayasa'yı kağıt üzerinde bırakmayı başararak sürgün, hap is ve benzeri susturma yöntemler iyle bürokrasinin libt:!ral t:!ği­

limli kanadından -bir süre için- kurtul an il. Abdülhamid'in baskı döne­

minde Osmanlı İmparatorluğu tam anlamıyla, emperyalist devletlerin yarı sömürgesi durumuna geldi. Emperyalizm bu kez de sarayın temsil ettiği aşı-

(19)

xıx. Yozvıı.ıN OznıınERı

rı feodal mutlakıyetçi despotizme yandaş olarak " mali ve diplomatik ba­

ğımlılık ağlarıyla sarılmış olan ve politik yünden çeşitli şekillerde bağımlı"

devlet örneğini yaratma yolunda büyük mesa feler katetti.

Yabancı sermaye, yeraltı ve yerüstü kaynaklarına görülmemiş bir hızla egemen oluyor, ülke ekonomisinde bütün kilit noktalarını ele geçiriyordu.

1 887- 1 896 yıllarında Ereğli kömür, balya kurşun, linyit, manganez, bakır, boraks madenleri birbirinin peşi sıra yabancı şirketlerin tekeline girerken, yabancı bankalar (Selanik Bankası, Alman Doğu Bankası, Viyana Bankası) büyük hızla gelişmeye başladı. 1 88 3 yılında 14 şubesi olan Osmanlı Ban­

kası 1 909 'da şube sayısını 55'e yükseltti.

En önemlisi alacaklı devletler, Padişah Abdülhamid Il'ye yayımlattıkla­

rı bir fermanla, "imparatorluğun yabancı devletlere olan borçlarını tahsil için devlet ve gümrük vergilerini kendi memurları eliyle tahsil edecek bir denetim organı" kurulduğunu ilan et tirdiler (2 1 Aralık 1 88 1 ). "Düyun-u Umumiye" adı verilen bu kurum o tarihte 2 milyar frank olarak saptanan yabancı borçların ödenmesi için devl ctten tuz, tütün, pul, ispirto vb. vergi gelirlerinin tekelini aldı.

" Y A R I M ZA F E R " l N AÇT I G I K A P I LAR

Abdülhaı nid'in kimliğinde temsil edilen aşırı feodal mutlakıyetçi desp o­

tizm, varlığını korumak amacıyla ülkeyi bütün çağdaş gelişmelerin uzağın­

da tutmaya özellikle dikkat ediyordu. Basının ola�an gelişmesin i etkisiz bı­

rakma silahı olarak sansür, en masum eleştirilerin, uyarmaların hile üstün­

den geçiyor, düşün ve edebiyat adamları kellelerini koltukta hissediyorlar­

dı. Yargı mekanizması, polis örgütleri "ha fiye" kuruluşları 1 865- 1 876 yıl­

larında asker-sivil aratabakanın umutla sarıldığı özgürlük süzcü�ünü ka fa­

lardan, özlemlerden silebilmek için baskının her çaresine başvurdu. insan haklarına aykırı eylemlerin en utanmazca silahların ı kullandı. Kişiyi kişilik sahibi olmasından uzaklaştırma yöntemlerini (satın almayı, ju rnalcili�i) uy­

gulamaya çalıştı.

Ne ki, okumuş aratabaka özgürlük ve vatan sözcüklerinin simgelediği düşünsel bir yapı içindeydi. 1. Meşrutiyet üncesi oluşmaya başlayan ulusal­

lık kavramına bağlı çalışmalar, kendini arama, kendini tanıma biçiminden çıkarak, yeni yönelişlere dönüştü. Düşün hayata geçti. Aratabaka ulus ol­

ma aşamasının o evresinde yerini belirleyerek, " ... Biz Türkler, tüm Osman­

lılar gibi, despotik bir yönetimden kurtulmak istiyoruz ... " diyerek kişiliği­

nin bili ncine vardı. Eylem, birbirinin peşi sıra yeni mücadele adamları ya­

rattı. Giderek bu mücadeleler merkezleşmeye başladı. Özellikle, ülke dışın­

da çıkarılıp gönderilen yüzü aşkın gazete ve dergi genç kuşakları, süreci ol­

gunlaşmaya başlayan savaşa hazırlama işlevi gürdü. Fak ültelere yılda an-

(20)

M E Ş R U T i Y ET OöNEMI

cak 25-30 öğrenci alındığı bi r dönemde sadece 1 897'de Ferik Reşit Paşa, Divan-ı Harbi, Tıbbiye, Mühendis ve Harp Okulu öğrencilerinden 78 kişi­

yi yargılayıp Trahlusgarp'a sürmüştü; ama tutuklama ve sürgün cezalarına karşın gizli örgütlenmelerin arkası kesilmiyordu.

1 896- 1 907 yıllarında kurulan de mekler (ihtilalci Askerler Cemiyeti, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Fırka-i Hamiyet, Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti, Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti vb.) içte ve dış­

ta eylemlere giriştiler. Uzun süre yıkım amaçlarında birleşen bu kuruluşlar ( Pro f. Tarık Za fer Tunaya) Paris'te toplanan il. Genç Türk Kongresi'nde (Aralık 1 907) ortak bir program etra fında çalışma kararı almayı başardı.

Kongrenin kapanış bildirgesinde: Ahdülhamid'in düşürülmesi ve rejimin değiştirilerek parlamentonun kurulması için imparatorluk halklarını genel ayaklanmaya, silahlı-silahsız direnmeye, vergi ödememeye çağırıyordu. Ne ki, bütün bu görünüş içinde hareketi oluşturan kadroların halkla yakın iliş­

kileri bulunmadığı gibi, onun asıl isteklerinden de haberi yoktu. Karşı olduk­

ları mutlakıyetçi despotizmin ardındaki feodal kalıntıları, yabancı sermayeye göbeğinden bağlı duruma gelen liman kentlerindeki komprador burjuvaziyi, bir yatırıp beş kazanmaya alışan bürokrasinin tutucu kanadını bilmemeleri, özetle, "toplumsal olayları sosyoekonomik iç yüzleriyle anlamamaları" sos­

yoekonomik gelişmenin köklü sorunlarının uzağında kalmalarına yol açtı.

Eski dışa bağımlı uyduluk politikasını değiştirebilecek yolların a ranma­

sı şöyle dursun, 1 908 Meşrutiyet hareketinin siyasal öncü gücü ittihat ve Terakki, iktidarı teslim alışının ertesi günü sadrazamlığa getirdiği Mahmut Şevket Paşa'nın dünyaya verdiği mesajla hem yapısını, hem geleceğini orta­

ya koydu:

"Memleketin iyi yönetilmesi için yabancı uzmanlar getireceğiz. Memleke­

ti büyük yönetim bölgelerine ayırıp, her biri için ayrı denetmen getireceğim.

Biz Avrupalılara meydan okumak ya da onların öğütlerine kafa tutmak için iktidara gelmedik. Emin olmalısınız ki, durumun gerektirdiği basiret ve cid­

diyetle Avrupa'ya cevap vermek vicdanına başvurmak için iktidara geldik. "

Bu anlayışa bağlı olan bir iktidar, dokuz yeni antlaşmayla altı yıl içinde ( 1 908- 1 9 1 4) 46 milyon altın lira daha borçlanarak uluslararası kapital önünde dize geldi. Batı cephesi değişen bir şey olmadığını görerek eski oyu­

nuna devam ediyordu. Bir düşün ve eylem adamının yazdığı gibi Genç Türkler, "Yaptıkları devrim cılız olduğu için, yani halkın aşağı tabakaları­

nı uyandıramadığı, yığınlara gerçek bağımsızlık çağrısında bulunmadığı için, yani Osmanlı lmparatorluğu'nda başlayan ilk p rol eter ha rek etin e düş­

man olduğu için ... " batı ülkelerinde övgüyle hile karşılandılar.

Ne ki, 50-60 yıllık bir mücadele döneminin siyasal temsilcisi durumuna gelen ittihat ve Terakki Fırkası'nın yöneticileri, partilerinin doğuşuna yol açan özgürlük ve ulusallık kavramına bağlı her girişim karşısında, Abdülha-

(21)

xıx. YOZYILIN ÖZELLiKLERi

mid yönetimine rahmet okutacak zorbalık yöntemleriyle yer aldı.

Yabancı sermaye uzmanlarıyla işbirliği halinde olan parti yöneticileri belli kentlerde dağınık durumda bulunan işçi sını fının birleşme bilincini ön­

lemek için de her çareye başvurmaktan çekinmedi. Selanik, Ya ma, Istan­

bul'da başgösteren grevler ve işçi mitingleri, Anadolu Demiryolları Müdürü Huknen ile Adliye Nezareti'nde görevli yabancı uzman Kont Ostrorog'un birlikte hazırladıkları yasayla yasaklandı. Sendikaların ve işçi kulüplerinin kapatılması sağlandı.

Çok geçmeden ittihat ve Terakki yöneticileri, ordunun yönetimini de yabancı komutanlara bırakmakta sakınca görmediler. "Milli kalkınma"

yalanı ile yabancıdan kurtuluş bekleme ilişkilerinin nereye kadar uzandığı­

nı Mustafa Kemal Paşa daha sonra anılarında şöyle belirtir:

"Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütiin sırları ile Alman askeri heyetine terk edilmesine müteessirdim. Daha karar verilmeden önce, bir tesadüfle bu olayı öğrendiğim vakit sesimin erişebileceği makamlara kadar itirazda bulunmayı vazife saydım. itirazlarıma kimse cevap vermedi. "

Bu görünüşüyle, kimi toplumbilimcilerin, il. Meşrutiyet hareketini "Ya­

rım zafer ... hatta zaferin küçük bir parçası ... " olarak nitelemeleri kuşkuyla karşılanmamalıdır.

Çünkü eylemci kadroları küçük burjuvalardan oluşan hareket geliştik­

çe, öncülüğü burjuvazi ve burjuvaziyle çıkar birliği halindeki bürokrasiye kaptırmış, -1. Meşrutiyet'te olduğu gibi - yabancı sermayenin etki alanına girmekten kurtulamamıştır.

Sonuç, büyük bir hızla, lngiliz ve Fransız kapitalizmiyle çelişen Alman kapitalizminin dümen suyunda, 1 . Dünya Savaşı'na girilmesi, yenilgiyle bi­

ten savaşlarla Sevr Antlaşması'na boyun eğmek durumunda kalınmasıdır.

Ne ki, Osmanlı lmparatorluğu'nun XX. yüzyıl başlarında geldiği yer, bu antlaşma sonucu yengin devletlerin orduları tara fından işgal edilmek bile ol­

sa, 1 850'lerde başlayan mücadele döneminin asker-sivil okumuş aratabaka­

ya kendi yerini belirleme bilincini kazandırdığı da gerçektir. ikinci olarak da bu mücadele döneminin getirdiği olanaklarla halk daha geniş oranda istek­

te bulunma, birleşme, savaşa katılma aşamasına gelmiştir ki, asıl önemli olan da budur.

Bu yönden bakılınca, toplum bilimcilerin 1 908'de tamamlandığını belirt­

tikleri burjuva devrimi sonrasında bağımsız Türkiye yolunda yeni mücadele biçimlerini, yeni savaşları bağrında geliştiren düşün hareketlerinin ve öğre­

tilere bağ lı akımların oluşumunu, bu sürecin ola �an sonucu olarak kabul et­

mek gerekir.

Amacı, çağdaş edebiyatımızdaki gelişmeleri saptamak ve örneklerle ser­

gilemek olan bu kitapta -elbette ki edebiyatı da etkileyen- akımları kısaca değerlendirmeye çalışacağız.

(22)

xıx.

YÜZYILIN

YEN İÇAGA BIRAKTIGI DEGERLER

XI X. yüzyıl, edebiyatımızın girişimler dönemidir. Roman, öykü, tiyat­

ro alanlarında ilk örnekler verilmiş, şiirdeki başkaldırmalar divan şiirinin sahneden çekilmesine yol açmıştı. Çıkmaya başlayan özel gazeteler roman, öykü yayımlıyor, edebiyat adamlarının tartışmalarına yer veriyordu. Bir önceki dönemde Namık Kemal'in deyimiyle "havassa ait olan edebiyat", gözünü kalabalığa açık alanlara, hayatın içine dikti.

Asker-sivil okumuş aratabaka özellikle Namık Kemal'in şiire getirdiği özgürlük, vatan, hak, insanlık, esaret gibi kavramlarda kendi sorunlarını, kendi isteklerini, kendi kişiliğini bularak yeni edebiyat girişimlerine yan­

daş oldu.

En önemli gelişme XI X. yüzyılın ikinci yarısında , birlikte hareket etme bilincine varan yeni bir aydın kuşağının Türkçe üzerine düşünmesi, konuş­

ma dili, yazı dili, halkın dili gibi kavramlara belli dilbilgisi kuralları açısın­

dan bakarak olumlu öneriler getirmesiydi.

Kutadgu Bilig'i ve Orhun Kitabeleri'ni batı Türkçesine çeviren Şemsettin Sami (1 850-1 904) " Hayat" ve "Sabah" gazetelerinde yayımladığı makalele­

rinde ( 188 0-1 884) " Osmanlı lisanı" deyimini kesinlikle reddederek sormak­

tadır.

"Bu sun'i lisanı tahsil etmemiş bir Türke edebi lisanımızın hatta en sa­

desi bile okunsa bir şey anlaması mümkün müdür? Ya bir Türkün anlama­

dığı lisana ne hak ile Türkçe namını verebiliriz?"

(23)

XIX. YOZYILIN Y f.NIÇACA l\ıR A K TICI f>ECERl.EK

Şemsettin Sami gibi başlangıçta roman ve oyunları, değişik konulardaki kitapları ile yazın hayatına giren, daha sonra kendisini Arapça, Türkçe, Fransızca sözlüklerin hazırlanmasına adayan bir dilcinin yanı sıra, edebiyat adamlarının da Türkçe'yi var olma sorunu olarak benimsedikleri görülür.

Pro f. Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanzimat dönemi aydınlarının bu sorun üzerindeki çabalarını saptarken şöyle yazar.

Tanzimattan sonra evvela yeni mekteplerin açılmasıyle öğreti­

min Türkçeye dönmesi, sonra da gazeteciliğin haşlamasıyle, dil mese­

lesi günün meselesi olmuş; hir taraftan garp dillerindeki edebi örnek­

lerin te siriyle düşünce ve hayat görüşü genişler ve değişirken öhür yandan da memlekette yine garp tesiriyle başlayan tarih hareketleri­

nin etrafında ... milli şuurun yavaş yavaş uyanışıyle Türkçe değişme­

ye başlamıştır. Üyle ki, hürriyet ve rejim meseleleri , halkçılık gibi b il­

yük davalar istisna edili rse, hatta bu d ;waların yardımcısı olarak Tanzimat münevverlerinin ilk karşılaştıkları büyük mesele, dil mese­

lesi olmuştur denebilir. Yeni Türk edebiyatını kurmak için gayret eden iki neslin ( 1825 ve 1840 sıralarında doğanlar : Şinasi, Ziya Pa­

şa, Namık Kemal) zevk ve gayretleri hemen hemen aynıdır.

Girişimler dönemi olarak nitelediğimiz Tanzimat dönemi düşiin ve ed ebi- yat adamlarının çözüm aradığı sorunları şöyle sıralamak miimkiindür:

1 ) Yeni bir dil ve tarih bilincine bağlı çabalar, 2) Roman, öykü, oyun türlerindeki ilk örnekler,

3 ) Şiirde yeni kavramlara açılan l ıir öz hareketi yaratmak ...

DiL VE TA R i H ALAN I N DA

Dilimiz üzerinde ilk önemli çalışmaları yapan Ahmet Ve fik Paşa ( 1 823 - 1 89 1 ), Lehçe-i Osmôni adlı sözlüğün ( 1445 s f; 1 876 -2. lıas . 1 888) ön yazı ­ sında Türkçe'nin bağımsız lıir dil olduğunu savundu. Türkçe sözlükleri ayrı ayrı yazdı. Ebülg azi Bahadır Han 'ın ( 1 603- 1 6 64) tarihini Şecere-i E11şad-ı Tiirkiye adı ile Çağatayca'dan Batı Türkçe 'sine çevirdi. fezleke-i Tarihi Os­

mani adlı okul kitabında ise lıatı ülkelerinde okutulan kitapların hazırlan­

ma yöntemlerini uygulayarak, Osmanlı tarihini kuruluş, gelişme ve çöküş evrelerine ayırarak inceledi.

Montesquieu ( 1 689-1 755), Michelet ( 1 79 8 - 1 874) gi lıi Fransız tarih ıyile­

rinin yöntemlerini öğrenen Ahmet Cevd et Paşa ( 1 822- 1 895) Tarih-i Cef!deı adlı yapıt ında ( 1 2 cilt, 1 854 - 1 885) gözlemle yetinmedi, olayları doğrusunu araştırarak nedenleri ve sonuçları üzerinde değerlendirmeler, karşılaştırma­

lar yaptı; bizde sentez ci tarih anlayışı nın ilk örne�ini ve rdi.

Agah Efendi ile birlikte ilk Türkçe gazeteyi (Tercüman-ı Ahval, 1 860) çıkaran Şinasi ( 1 826- 1 871 ), dilin sadeleşmesi sorununu ortaya attı; gerek­

siz süs ve abartmaları özellikle gazete dilinden temizleyerek, uzun tümce alışkanlığını kırmaya çalıştı.

(24)

M E Ş R U T i Y ET Ü Ö N E M I

Ali Suavi ( 1 837- 1 877) "Ulum" gazetesindeki (1 869) Türk dili ve tarihi konularındaki yazılarının yanı sıra Ali Şir Nevai'nin (1441-150 1 ) Farsça ve Türkçe üzerine karşılaştırmalı bir inceleme olan Muhakemetü'l-Litga­

teyn'ini Batı Türkçe'sine çevirdi.

Süleyman Paşa (1 838-1 892) askeri okullarda okutulan Tarih-i Alem (I.

cildi bası ldı, 1 8 74) adlı k itabında Türk tarih inin kökenini araştırdı. ilk Türk dilbilgisi kitabı sayılan llm-i Sarf-ı Türki'de (2. bas., 1 876) ise yaban­

cı dil kurallarına karşı çıktı.

Dil üzerine düşünürken, " ... Milli varlığa hiçbir yardımı dokunmayan edebiyatımızın yöntem ve kuralları neden saptanmamış, yanlış bir sanat an­

layışı adına çeşitli süslerle anlam feda edilerek, konuşma ve yazı dilleri 1'e­

den iki ayrı dil haline getirilmiştir?" diye soran Namık Kemal (1 840-1888) çağdaş düşün ve edebiyatın kurulmasını şu kuralların gerçekleşmesine bağ­

ladı: 1 ) Dil kurallarının saptanması, 2) Anlatım güzelliğini saptıran yapay sanatların bırakılması, 3) Bir Türkçe sözlük ve Türkçe'nin yapısına uygun bir dilbilgisi (sarf ve nahiv) düzenlemesi, 4) Edebiyat kavramlarını tanımla­

yan bir " belagat kitabı" hazırlanması.

Şemsettin Sami ( 1 850-1 904 ), "Doğu Türkçesiyle Batı Türkçesi bir tek dildir, arada yalnız lehçe farkı vardır. " görüşünden hareket ederek yazı ve konuşma dilinin ayrı ayrı olmasını şiddetle eleştirdi. Osmanlı dili savunu ­ cularının kar şısına inandırıcı gerekçelerle çıktı. iki cilt olarak yayımlanan sözlüğünün (Kamus-i Türki, 1574 sf. 1 899- 1 901 ) önyazısında dilimizin adı­

nın Türk Dili olduğunu yazdı.

Kısa yaşamında 200'ü aşkın makale ve 15 kitap yayımlayarak dil, edebi­

yat, felsefe alanlarındaki çalışmaları ile etkili olan Beşir Fuad ( 1 852-1 887), felsefede Alman düşünürü Ludwig Büchner'den (1 827-1 898) esinlenerek materyalist görüşlere yaklaştı. Victor Hugo üzerine hazırladı�ı kitapta ( 1 885) çağdışı edebiyatçıların romantizmini yıkmaya çalıştı. Voltaire ( 1 887) adlı yapıtında da pozitif bilimlerin üstünlüğünü göstermeyi amaçladı.

Ö Y K Ü V E R O M A N A L A N I N D A

ÖYKÜ: Türk edebiyatının ilk öykü kitapları Ahmet Mithat Efendi'nin (1 844-1 912) imzasını taşır: Kıssadan Hisse (1 870), Letaif-i Rivayat (1 871 ).

Kıssadan Hisse'yi oluşturan öyküler, yazarın, Mithat Paşa ile birlikte Bağ­

dat'ta bulunduğu evrede ( 1 869-1 871 ) yazıldı. Yazar bu öyküleri genellikle, Aisopos ile Fenelon'un fıkralarını geliştirerek kurmuş, konusuna en uygun gördüğü " hisse" lerle sonuçlandırmıştı.

Letaif-i Rivayat ise bu başlığı taşıyan bir dizide ayrı ayrı yayım lanan 28 öyküden oluştu. Aralarında çeviri olanları da vardı. Çoğu uzun öykü biçi­

minde olan bu ilk ürünleri (Esaret, Gençlik, Gönül, Firkat, Ö liim Allahın Emri, Bir Gerçek Hikaye, Bir Tövbek ar vb.) gelecek kuşaklara hu tiirde de­

ney olanağı kazandırmak tan başka belirgin değer getiremediler.

(25)

XIX. YOZYILIN YENIÇACA ilıKAKrıCı l>ECEKLEll.

Emin Nihat'ın Müsameretname adlı kitabı ise 1 871 i le 1 875 yılları ara­

sında basılan 7 ayrı uzun öyküden oluşuyordu. "Binbaşı Rı fat Beyin Sergü­

zeşti" ( 1 87 1 ) ile başlayan dizide 1 00 say fayı aşkın öyküler bulunmasına kar­

şın "eski edebiyatın kalıplaşmış mazmunlarını kalıplaşmış anlatım yolu için­

de tekrarlamaktan" ileri geçen örnekler getirmedi (Cevdet Kudret).

Öyküde asıl önemli gelişmeyi sağlayan Nabizade Nazım'ın ( 1 862- 1 893) Y adigarlarım ( 1 886), Zavallı Kız ( 1 889), Karabibik ( 1 89 0), Sevda ( 1 891 ), Hala Güzel ( 1891 ), Haspa ( 1 891 ), Seyyie-i Tesamiih (Servet-i Fünun dergisi­

nin birinci sayısından itibaren te frika edilmeye başlandı , 2 7 Mart 1 89 1 , bas. 1 892) adlarındaki uzun öykülerden oluşan kitaplarını yayımladı.

Edebiyat dilindeki kargaşanın önlenebilmesi için konuşma dilinden ya ­ rarlanılmasını isteyen Nabizade , döneminde yaygınlık kazanan masalsı öy­

kü anlayışına uymayarak kişilerin konuşmalarını kendi dillerinin özellikleri­

ni koruyarak vermeyi amaçladı. Kurgu ve anlatım yönlerinden öykü tekni­

ğine oldukça uyan bir yapı kurmayı başardığı yapıtları arasında gerçekçi öy­

kü anlayışının ilk örneği sayılan Karahibik'te, Antalya'nın Kaş ilçesine bağ­

lı Beymelik köyünün insanlarını yansıttı , toprak sorunlarını işledi. Bu kita­

bın önyazısında gerçekçi öyküsünün ilkelerini açıkladı.

Küçük Şeyler ( 1 8 92) adlı kitabını oluşturan öykülerle edebiyatımızda batı öykü anlayışımn ilk örneklerini verdiğ i kabul edilen S;imipaşazade Se­

zai ( 1 86 0- 1 936) ise Londra elçiliğinde görevli b ul unduğu evrede ( 1 89 1 - 1 895) fngiliz ve Fransız edebiyatlarını öğrenme olanağı kazanmış, özde ve biçimde Namık Kemal etkisinden kurtulm uştu. Olayların gerçeğe bağlı gözlemlere dayanarak kurulduğu görülen öykülerinde diyaloglardaki ve gerçekçi yöntemi uygulamadaki haşarı sı ile sonraki k uşaklara gelişme yol­

larını gösteren hir kimlik kazandı.

ilk öykü kitapları (Bir Yazın Tarihi, 1 9 00, Türkçeleştirilmiş hasım 1 94 1 , 1 974; Solgun Demet, 1 9 01 ) yeniçağın tarihlerini taşıyan Halit Ziya, hu tür­

deki çalışmaların ın, " ikdam" ga 1.etesinde çıkarken ( 1 8 97) i.in l i.i romanı Mai 11e Siyah'tan daha çok ilgi uyandırd ığını söyler. Gerçekten de yaşamına bağ­

lı gö zle mlere dayan ;m d eğişik konularda sergilenen bu öykülerle Hali r Z iya, hem f zmir evresindeki ilk kalem deneylerini, hem kendisinden önceki deney­

leri aşarak çağdaş öyk ü tekniğinin k uruluşuna katkıda bulundu.

ROMAN: Kişilik leri XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelişen edebiyatçılar, bireysel g üç ve yetenekleri ne ol ursa olsun, kendilerini büyük soruml uluk­

ların karşı karşıya bıraktığı görevlerle yükümlü saydılar. Genellikle bürok­

rasiden gelmişlerdi. 111. Selim döneminde haşlayan batı dillerini öğrenme dalgasına kapılan " re formcu aileler" kuşağının çocuklarıydılar. Çoğu kü­

çük yaşlarında Fransız, lngiliz öğretmenlerden öğrenme olanağı buldukları hatı dillerinin karşılarına çıkardığı görünüm önünde hayranlık, coşku, öy­

künme, kopya gibi yaratıcılığa ters düşen heveslerle işe haşladı.

(26)

M E Ş R U T i Y ET D O N E M i

Bilimde yeni öğrenim olanaklarının açtığı yeni kapılar, yaşamda belli düzeylerin altına düşmeyen yenilikler getirirken, uzun deneylerle ve gele­

neksel kültür kalıtlarıyla dolaylı olarak bağıntısı bulunan sanatta, çok ilkel düzeylerde yansıdı. Sabahattin Eyuboğlu'nun deyişiyle " ... Deha saydıkla­

rımızın eserleri inanılmaz acem ilikler, falsolarla ... " birlikte geldi. Beşir Fu­

ad, batıdaki bilim ve sanat gelişmelerini iyi izleyen bir kişiliğin kazandığı güvenle Manzara dergisinde yayımladığı makalelerde (1887), "Bilime olan ihtiyacın şiir ihtiyacından kat kat üstün olduğunu" yazarken , gerekçesin i şair ve yazarların d uygu ilkelliğine bağlıyordu.

Roman da, XIX. yüzyıl aydınlarının henüz kişi olmadıkları bir aşama­

da karşılarına çıktı. Yüzyılın ikinci yarısında Fenelon, Victor Hugo, Dani­

el De foe'nun romanlarının bile divan düzyazısı anlayışının özellikleriyle ağ­

dalanmış bir dille çevrilmesi bu yapıtların da duygu ilkelliği olarak nitele ­ diğimiz düzeye inmesine, alaturkalaşmasına yol açtı.

Bu nedenle ilk roman çabalarının zayıflığı, romanı roman yapan biçim ve öz değerlerinden yoksun olmalarına bağlıdır. Nedir bu değerler? Dildir, anlatımdır, olaydır, kişilerdir, kurgudur. Nihayet romancının dünyaya ve insanlara çok geniş açılardan bakabilmesini sağlayacak kültür düzeyi ve ya­

şam deneyidir.

tık romanların bu koşulların hiçbirine tam olarak uymamalarına karşın, 2 1 , 22 yaş baharında, ilk Türk romanı sayılan Taaşşuk-i Ta/'at ve Fmat'ı (bas. 1 872) yazan Şemsettin Sami Bey'den sonra hiç değilse geleneğin ku­

rulmasına yol açan deneylere u laştığı söylenebilir.

Bir deney evresine örnek olma yönünden ortalama değerleri taşıyan ro ­ manları ile Ahmet Mithat Efendi'den, Halit Ziya ve Hüseyin Rahmi'nin çı­

kışına değin geçen zaman içinde bu türdeki gelişme hızlanmış , değişik ürün­

lerle yatağını kazmaya başlamıştır. Bunları saptayalım.

Serüven, gezi, tarihsel, duyg usal, gerçekçi ve natüralist biçimlere örnek gösterilebilecek 32 romanın yazarı olan Ahmet Mithat Efendi ( 1 844- 1 91 2) , halkın beğenisine açık bir anlayışla "meddah ağzı "nın yarattığı alışkanlık ­ lardan yararlandı. Ne var ki düzyazının çağdaşlaşması sorunlarını ya hiç dert etmemiş; ya da yazılarında Şinasi'nin dilin arınması konus undaki ça­

baları doğrultusunda düşünceler ileri sürdüğü h .1IJe dilini, kınadığı sözcük­

lerden k urtaramamıştı. Oysa geniş bi r yaratıcı gücü vardı Ahmet Mithat'ın.

Sevdiği batılı yazarların romanlarından esinlendikçe, içinde bulundu ğu toplumun yaşamından benzerlikler bularak yerlileştirebiliyor, genellikle

"tefrika" olarak yazdı ğı i çin , kendine özgü usullerle kolay okunma yolları­

nı araştırıyordu.

Romancılığının , yaşadığı dönemde ön safta tutulduğunu belirten Agah Sırrı Levend, daha sonra eski edebiyat anlayışında "üsl ubu müzeyyen , ali ve adi" biçiminde sını flandırılan anlatım ilkeleri yününden, "üçüncü sını ftan "

(27)

xı x. YUZYILIN YENIÇACA BıMAKTICI [)EC:EMUM

sayıldığını ifade ederek şöyle yazmıştı: "Türkçe, Ahmef Mithat tarafından istenen şekli aldığı zaman da gene mıım eserleri ilk devirlerdeki ehemmiyet ve rağbeti bulamadı. Bunun sebebi ise, o eserlerin vücude getirildiği zamana nazaran roman tekniğinde hayli ileri gidilmiş olmasıydı. "

Şiir, oyun, eleştirme, tarih, siyasal makale dallarında öncü lük eden Na­

mık Kemal (1 84 0-1 888) iki de roman yazdı: intibah ( 1 876), Cezmi ( 1 88 0).

Kemal de , çağdaşı yazarlar gibi roman konusundaki düşüncelerini açıkla­

dığı makale lerinde, dil, konu, k işiler, yapı, gerçeklik, fayda sorunları üze­

rinde duruyor, hu yeni edebiyat türünün de toplumsal işlevi olduğunu sa­

vunuyordu. ikinci cildini yayımlayamadığı Cezmi, tarihsel bir konuya bağ­

lıyken, intibah, lstanhullu bir mirasyedinin içki ve kadın düşkünlüğü nede­

niyle başına gelen olaylar örgüsü ile kurulmuştu. Ne var ki roman sanatı­

nın ana k uralları göz önünde tutularak yazıldığı kabul edilen lnti/Jah'ta, kahramanların duygusal davranışlarının ağır basması, hareketlerinde inan­

dırıcı olamamaları, özellikle k işi lerin ruhs al çözümleme leri yapı lırken , dilin yabancı sözcüklerden ve tamlamalardan temizlenmemesi Kemal'in hu tür­

de XIX. yüzyı l beğenisinin dışına çıkamadığını gösteren etmenlerdir.

Namı k Kemal gibi doğmakta olan yeni edebiyatın sorunları üzerinde kafa yoran, şiir, öykü, oyun türlerinde sonraki kuşakların beğeni çizgisine yeni ufuklar açarak, eleştirilerinde eskiye karşı sabırlı bir mücadele veren Re diizade Ekrem'in ( 1 84 7- 1 9 1 4) Araba Sevdası'nı ( 1 8 96) Cumhuriyet dö­

neminde yetişen edebiyat tarihçileri aynı kesinlikle değerlendirdiler. Cevdet Kudret: "Eser, gözlemlere dayanılarak realist hir yöntemle yazılmıştır";

Prof. Kenan Akyüz: "Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme son de­

rece sadık kalınmış ve Tiirk romanmdcı IRRO'deıı sonra yer almağa başla­

mış olan, realist eğilime başarılı bir örnek kazandırılmıştır"; M. Nihat Özön: "Tam bir miişahade mahsu/;; l'e realist bir roman "; Güzin Dino:

"Kuruluşu, mevzuu, tipleri, psikoloiik tahlilleri bakımından realist Türk romanına önemli bir ijrnek. "

Esirlik konusunu i şl cdi �i için, ya zarı S;iıni paşazade Sczai'nin ( 1 8 60-1 93 6) yı llar ca göz hapsin e ;,ılınmasına yol aç ;m Sergiizeşt ( 1 8 8 9), gerçekçi roman an layışının ilk tutarlı iirnek lerindcn sayıldı. Konusu gi>zl cm ilrün ii, ki şilerin davranışları, doğal ruh sal çüzümlemeleri is abetli , g iinlük ya şamla ilgili olay­

larıı ı sergilenmesin Je dil in yalın oluşu gibi öğeler, Sergüz cşt'in dönemin ro­

man çizgisinin bir adım önünde anılması m sa ğladı. "Son asır Türk edebiyat tarihinde mühim bir merhale teşkil ettiği", "zamanı a şan ve bugüne de hitap eden beşeri ve sosyal bir mahiyeti" olduğu ( Mehmet Kaplan) kabul edildi.

Karabibik adlı u zun öyküsüyle edebiyatımızda ilk kez köy insanın m ya­

şamını yansıtan Nahizade Nazım ( 1 862- 1 89 3), ölümünden sonra yayımla­

nan Zehra ( 1 896) ad lı romanında, soylu bir ailenin kızın ın serüvenini işler­

ken, dönemin bir kesitinin yaşamını da olduğu gibi sergilemeyi başardı.

(28)

MEŞHUTIYET l>öNEMI

Gücünü gözlem yeteneğinden alan Nabizade'nin, betimlemelerdeki doğal ­ lık, ruhsal çözümlemelerdeki yerindelik gibi özenlerle, anlatım yönünden Namık Kemal'in izinde görülmesine karşın çağdaş bir roman anlayışına ulaştığı kabul edildi (Prof. Kenan Akyüz).

Türk romanının ilk örnekler düzeyinden cüretli sıçramalar yaparak 2 0- 25 yıl içinde değişik doğrultularda gelişmeler göstermesi, hiç kuşkusuz da­

ha sonra gelen romancıların önceki deneyler üzerinde araştırmalar yaparak özellikle dil ve kurgu sorunlarında somut sonuçlara varabilmeleriyle müm­

kün olmuştu. Bir bakıma, şiirde görüldüğü gibi bu türde de bir kuşağın or­

tak bir sorunu çözebilmek için ortak özeleştirisiydi bu. Yazarlar, düz yazı­

nın ne divan düzyazı anlayışının yapay süslemeleriyle, ne de resmi yazışma dilinin kuralları ile ilgisi bulunmadığını öğrenmişlerdi.

Roman anlatımını oluşturan dil olanaklarını gerçekleştiren öğeler neler ­ dir? Konuşma dilinin yalınlığı, roman dilinin yalınlığını sağlamaya tek ba­

şına yeterli mi? Gereksiz olan, abartık olan, gerçeğe aykırı olan nasıl sınırla ­ nacak, romancı tip çizimi yaparken yaşamda gördüğü kişilerle ilgisini hangi noktaya değin götürecek, hangi noktada kesecektir?

Halit Ziya (1 866-1 945) ve Hüseyin Rahmi (1 864- 1 944) geçen yüzyılın günbatımına yetiştirdikleri romanlarla bu sorulara oldukça açık ve doyuru­

cu karşılıklar getirdiler. Birincisi, Nemide (1 889), Bir Ölünün Defteri ( 1 8 89), Ferdi ve Şürek!ısı (1 894) ile kişiliğini ararken, Mai ve Siyah'la ( 1 897), hem katıldığı Edebiyat-• Cedide akımına, hem dönemine damgası­

nı basıvermişti. Mai ve Siyah'la artık romanın, kaleminden kan damlayan her edebiyatçının sonuç alacağı bir iş olmadığı, ayrı deneyim sürecine bağ­

lı bir uzmanlık sonucu elde edileceği öğrenildi. ikincisi, Prof. Mehmet Kap­

lan'ın belirttiği gibi, Beşir Fuad'tan kendisine kadar .. çok dağınık olarak görünen realizm ve natüralizm eğilimlerini derleyip toplayarak, eserlerinde insicamlı (düzgün) bir hüviyetle" ortaya koyması, çağdaşlarına ve sonra ge­

len kuşaklara neyin, nasıl yapılacağı konusunda somutluk olanağı sağladı.

XIX. yüzyıl tarihlerini taşıyan altı romanda (Şık, 1 899 ; iffet, 1 896 ; Mu­

tallaka, 1 898 ; Mürebbiye, 1 899 ; Bir Muadele-i Sevda, 1 899 ; Metres, 1 899) imzası bulunan Hüseyin Rahmi ise akımların ve edebiyat gruplaşmalarının dışında güvenle ağırlığını koyarken, sonsuz bir olanağm tükenmez kayna­

ğına ulaştı. O, günlük yaşamına -aynı sınıftan biri gibi- k a rıştığı halkı, ger­

çeğin nesnel görünüşlerinden sapmadan yansıtmakla, gelecek kuşaklara ve­

rimli ve cömert olanaklarını da açmış oluyordu.

Kuşkusu z, XX. yüzyılın ilk yarısında, etkileri daha da somutlanan bu iki sanatçının k işiliklerini ayrı bölümlerde değerlendirmeye çalışacağız.

(29)

xıx. YUZYILIN YF.NI ÇACA JIJMAKTICJ DECEMLER

T i Y A T R O E D E B i Y A T I N A G I R J Ş

Türkçede ilk tiyatro yapıtları, hatıdan gelen çeşitli tiyatro kumpanyala­

rının yarattı�ı etki sonucu, sahne hareketlerinin başlamasından sonra geliş­

ti. Yöneticileri Ermeni olan tiyatro toplulukları (Serap Hekimyan, Vaspu­

ragan, Şark Tiyatrosu, Asya Tiyatrosu vh.) Hugo'nun (Kral Eğleniyor, Hernani), Shakespeare'in (Macbeth) eserlerini sahneye koyarak hatı tiyat­

ro anlayışı do�rultusunda iddialı girişimlerde hulundular. On heş-yirmi yıl­

lık hir süre içinde ( 1 850- 1 868) sahne ile halk arasında ilk ilişkiler kurul­

muş, toplulukların lstanhul 'un dış semtlerinde ve lzmir'de verdikleri tem­

siller karşılıksız kalmamıştı.

Asya Tiyatrosunun yönetmeni Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu'nu kurmasına de�in ( 1 868) de�işik do�rultularda süreli gelişmeler hu kurulu­

şa Sadrazam Ali Paşa'nın yardımı ile 1 O yıllık a yrıcalık verilince hir mer­

kezde toplanarak yetkinlik kazandı ( 1 870) .

Sahne hareketlerinin hu evresinden sonra tiyatro, edehiyatçıların heves­

lerini uyaran yeni hir alan olarak görünmeye haşladı.

ilk Türk oyunu sayılan, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nden sonra Ali Hay­

dar'ın ( 1 836 -1 91 4) manzum oyunları (Sergüzeşt-i Perviz ve ikinci t:rsas) hasılıp sahneye kondu. Çeviri, uyarlama ve yerli oyunlar hiçiminde aralık­

sız süren çalışmalar içinde, dönemin gelişmelerinde yeri olan yazarlar da gün yüzüne çıktılar.

Tiyatroyu hilinçli hir çalışmayla lstanhul dışında da halkıı ı he�enisine açan Ahmet Ve fik Paşa ( 1 823- 1 89 1 ), Moliere'den yaptı ğı çeviri ve uyarla­

malarda g i.in i.inün dil anlayışını aşan Türkçe 'siyle sahne dilinin kurulması­

na hüyük ölçüde katkıda hulundu.

Güldürü dergisi Diyojen'deki yazılarıyla tanınan Ali 8ey ( 1 844- 1 898) de Misafiri istiskal ( 1 87 0), Kokona Yatıyor ( 1 870) ve Moliere'den uyarla ­ dı�ı Ayyar Hamza ( 1 87 1 ) gi hi konuşma dilinin ifade özelliklerinden taşma­

yan oyunlarıyla xıx. yüzyıl tiyatrosunu geliştiren yeteneklerden hiri olarak kahul edildi.

Şemsettin Sami (Hesa, Seydi Yahya, Gave), Manastırlı Rıfat ( ?- 1 907 ; J>fıkdamen, Görenek), Hasan B cdrettin Paşa ( ?- 1 9 1 6; 1 skat-ı Cenin, ikbal), Ehüzziya T evfik ( 1 848- 1 9 1 3 ; l:ce/-i Kaza), Re c:iizad c Ek rem ( 1 84 7- 1 9 1 4 ; Afife Anielik, Çok Hilen Çok Yamlır), S fünipaşazade Sezai (Şir), Ahmet Mithat E fendi (Çengi Çerkes Ôzdenleri) oyunları ile dönemin tiyatro hare­

ketlerine katkıda hulundular.

"Tiyatro eğlencedir; fakat eğlencelerin en faydalısıdır ... " görüşünden hareket eden Namık Kemal , Vatan Yahut Silistre ( 1 873) , Zavallı Çocuk (1873 ) , Akif Bey ( 1 874) , Gülnihal (1 875), Cefa/ettin Harzemşah ( 1 875), Kara Bela (ölümünden sonra hasıldı, 1908) oyunları ile hu türün de verim-

(30)

M E Ş R U T i Y ET D C'> N l M I

li kalemleri arasında yer aldı. Vatan Yahut Silistre, ulusal tiyatromuzun ilk kuruluş evresinde, halka açık niteliklerinin ağır basması; getirdiği kavram­

lar, yarattı�ı coşku yönüyle döneminin başta gelen eserleri arasında ilk ye­

ri aldı. il. Meşrutiyet'ten sonra da değişik kuruluşlar tara fından sahneye konarak, yeni basımları yapılarak etkisini sürdürdü. Arap, Alman, Rus, Sırp dillerine de çevrildi.

Tanzimat dönemi edebiyatçılarının en genci olarak bilinen Abdülhak Hamit ( 1 852-1 937), dokuzu XIX. yüzyıl tarihini taşıyan yirmi bir oyun yazmıştı. Genellikle batılı ustaların yapıtlarından -aktarmaya değin varan bir özgürlükle- fazlaca etkilendi Hamit. Yaratıcı gücü, başka yapıtların varlığına bağlıymış gibiydi. Bu nedenle Racine, Corneille, Shakespeare'in açık etkilerini taşıyan çoğu eseri, hem özgün olamadı, hem de manzum ya da düzyazı oyunlarında tiyatroyla bağdaşamayan dilinin çapaklı yapısı, bu türdeki çabalarının genişliği oranında başarı kazanamamasına yol açtı.

tik kez Pro f. Niyazi Akı tara fından de�inilen Feraizcizade Mehmet Şakir ( 1 853- 1 91 1 ) ise doğup yetiştiği Bursa' da öğretmenlik, basımevi müdürlüğü görevlerinde bulunmuş, "Nilüfer" dergisini ( 1 885- 1 89 1 ) çıkarmıştı. Dili, kul­

landığı deyimlerin çeşitli halk ağızlarının zenginli�i yönünden önemli görü­

nen eserleri Teehhül Yahut llk Göz Ağrısı ( 1 882), inatçı Yahut Çöpçatan (1 882), Evham ( 1 88 1 ), İcab-ı Gurur ( 1 88 1 ), Kırk Yalan Köse ( 1 882), Yalan Tükendi ( 1 882) adlarını taşıyor.

Y E N i B i R Ş i i R E D O G R U

Öykü, roman, oyun gibi, edebiyatımızda daha önce örnekleri bulunma­

yan türler, Tanzimat dönemi aydınının ka fasında yeni bir düzyazı kurma ge­

reksinmesine yol açtı. Yazarlar bu türlerin batı dillerindeki örnekleriyle ken­

di ürünlerini karşılaştırma olanaklarına kavuştukça asıl sorunun iç yapıya bağlı olduğunu kavramakta gecikmediler. Yetenekleri ölçüsünde yeni bir düzyazının yollarını araştırdılar. Gitgide eskiye bağlı kişi ve çevrelerin sert tepkilerine karşın, divan düzyazı anlayışının seciler, ikili, üçlü tamlamalar, abartık ifadelerle ağdalandırmayı öngören ilke ve kurnlları geçerliğini koru­

yamamaya başladı. Bir yanıyla toplumdaki değişmelerin yarattığı zorunlu bir değişimdi bu. Kalabalığın ortak malı olan gazete yayımlanmış; azınlığın dili, işlevini ve egemenliğini yitirmişti.

Oysa, ça�lar boyunca kendine özgü estetiği içinde, kendine özgü yapılar ortaya koyan divan şiirinin yarattığı etkiler, yenilikçi şairlerin bilinçaltında sürüyordu. Yenişehirli Avni (1 827- 1 88.l) gibi XIX. yiizyılın ilk y:msınd;ı di­

vana bağlı usta şairlerin şiirleri, Namık Kemallerin, Ziya Paşaların yetişme evrelerinde beğenilerini koşullamıştı. Özü sınırlayan, değişik temaları sergi­

lemeyi önleyen eski şiire başkaldırmak yetmiyor, onun karşısına yeni bir es­

tetikle ve yanıtları bulunmuş iç yapı sorunları ile çıkmak gerekiyordu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Şeyh Nûreddîn-i Cerrâhî (k.s.) ve Cerrâhiye Tarîkatı isimli yüksek lisans tezinin müellifi Sayın Mehmet Cemâl Öztürk, bu tezi sonra müstakil bir kitap

Geoff Mulgan, University College London’da kolektif akıl, kamu politi- kası ve sosyal inovasyon profesörü ve Harvard Üniversitesi Ash Cen- ter’da konuk araştırmacı olarak

Dahası her gün yeni romanların yazıldığı, basıldığı, okuyucu ile buluştuğu, yani düzyazı romanların yazma ve okuma kül- türünü büyük oranda belirlediği bir dönemde

Diğer yandan yazar zaman zaman yüzeysel psikolojik tahlillere girerek karakterleri iyi bir şekilde çizse de biz on- ları özellikle diyaloglarla ve olaylarla tanırız ve burada Banu

Temel ilgi alan- ları; milliyetçilik, Türk siyasal hayatı, Türk dış politikası ve Türk düşüncesidir.. Türkiye Notları dergisinin

Merâgalı Evhadüddin, tam adıyla Evhadüddin Rüknüddin ibni Hü- seyn-i Merâgaî-i İsfahânî yahut kısaca Evhadî Hicri 673’te (Miladi 1274) Azerbaycan’ın Merâga

Hakkî, Kur’an’ı tefsir edecek kadar Arapça ve bir sözlük ha- zırlayacak kadar da Farsça’ya vâkıf olmasına rağmen, Arap- ça ve Farsça birkaç şiiri dışında 10.000

Egemenin iktidar hakkı için bir tür meşruiyet zemini şeklinde tezahür eden modern eğitim, halefi olan gele- neksel yapıları bertaraf ederek yeni bir insan ve toplum tasav-