• Sonuç bulunamadı

YEN İÇAGA BIRAKTIGI DEGERLER

XI X. yüzyıl, edebiyatımızın girişimler dönemidir. Roman, öykü, tiyat­

ro alanlarında ilk örnekler verilmiş, şiirdeki başkaldırmalar divan şiirinin sahneden çekilmesine yol açmıştı. Çıkmaya başlayan özel gazeteler roman, öykü yayımlıyor, edebiyat adamlarının tartışmalarına yer veriyordu. Bir önceki dönemde Namık Kemal'in deyimiyle "havassa ait olan edebiyat", gözünü kalabalığa açık alanlara, hayatın içine dikti.

Asker-sivil okumuş aratabaka özellikle Namık Kemal'in şiire getirdiği özgürlük, vatan, hak, insanlık, esaret gibi kavramlarda kendi sorunlarını, kendi isteklerini, kendi kişiliğini bularak yeni edebiyat girişimlerine yan­

daş oldu.

En önemli gelişme XI X. yüzyılın ikinci yarısında , birlikte hareket etme bilincine varan yeni bir aydın kuşağının Türkçe üzerine düşünmesi, konuş­

ma dili, yazı dili, halkın dili gibi kavramlara belli dilbilgisi kuralları açısın­

dan bakarak olumlu öneriler getirmesiydi.

Kutadgu Bilig'i ve Orhun Kitabeleri'ni batı Türkçesine çeviren Şemsettin Sami (1 850-1 904) " Hayat" ve "Sabah" gazetelerinde yayımladığı makalele­

rinde ( 188 0-1 884) " Osmanlı lisanı" deyimini kesinlikle reddederek sormak­

tadır.

"Bu sun'i lisanı tahsil etmemiş bir Türke edebi lisanımızın hatta en sa­

desi bile okunsa bir şey anlaması mümkün müdür? Ya bir Türkün anlama­

dığı lisana ne hak ile Türkçe namını verebiliriz?"

XIX. YOZYILIN Y f.NIÇACA l\ıR A K TICI f>ECERl.EK

Şemsettin Sami gibi başlangıçta roman ve oyunları, değişik konulardaki kitapları ile yazın hayatına giren, daha sonra kendisini Arapça, Türkçe, Fransızca sözlüklerin hazırlanmasına adayan bir dilcinin yanı sıra, edebiyat adamlarının da Türkçe'yi var olma sorunu olarak benimsedikleri görülür.

Pro f. Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanzimat dönemi aydınlarının bu sorun üzerindeki çabalarını saptarken şöyle yazar.

Tanzimattan sonra evvela yeni mekteplerin açılmasıyle öğreti­

min Türkçeye dönmesi, sonra da gazeteciliğin haşlamasıyle, dil mese­

lesi günün meselesi olmuş; hir taraftan garp dillerindeki edebi örnek­

lerin te siriyle düşünce ve hayat görüşü genişler ve değişirken öhür yandan da memlekette yine garp tesiriyle başlayan tarih hareketleri­

nin etrafında ... milli şuurun yavaş yavaş uyanışıyle Türkçe değişme­

ye başlamıştır. Üyle ki, hürriyet ve rejim meseleleri , halkçılık gibi b il­

yük davalar istisna edili rse, hatta bu d ;waların yardımcısı olarak Tanzimat münevverlerinin ilk karşılaştıkları büyük mesele, dil mese­

lesi olmuştur denebilir. Yeni Türk edebiyatını kurmak için gayret eden iki neslin ( 1825 ve 1840 sıralarında doğanlar : Şinasi, Ziya Pa­

şa, Namık Kemal) zevk ve gayretleri hemen hemen aynıdır.

Girişimler dönemi olarak nitelediğimiz Tanzimat dönemi düşiin ve ed ebi-yat adamlarının çözüm aradığı sorunları şöyle sıralamak miimkiindür:

1 ) Yeni bir dil ve tarih bilincine bağlı çabalar, 2) Roman, öykü, oyun türlerindeki ilk örnekler,

3 ) Şiirde yeni kavramlara açılan l ıir öz hareketi yaratmak ...

DiL VE TA R i H ALAN I N DA

Dilimiz üzerinde ilk önemli çalışmaları yapan Ahmet Ve fik Paşa ( 1 823 -1 89 -1 ), Lehçe-i Osmôni adlı sözlüğün ( 1445 s f; 1 876 -2. lıas . 1 888) ön yazı ­ sında Türkçe'nin bağımsız lıir dil olduğunu savundu. Türkçe sözlükleri ayrı ayrı yazdı. Ebülg azi Bahadır Han 'ın ( 1 603- 1 6 64) tarihini Şecere-i E11şad-ı Tiirkiye adı ile Çağatayca'dan Batı Türkçe 'sine çevirdi. fezleke-i Tarihi Os­

mani adlı okul kitabında ise lıatı ülkelerinde okutulan kitapların hazırlan­

ma yöntemlerini uygulayarak, Osmanlı tarihini kuruluş, gelişme ve çöküş evrelerine ayırarak inceledi.

Montesquieu ( 1 689-1 755), Michelet ( 1 79 8 - 1 874) gi lıi Fransız tarih ıyile­

rinin yöntemlerini öğrenen Ahmet Cevd et Paşa ( 1 822- 1 895) Tarih-i Cef!deı adlı yapıt ında ( 1 2 cilt, 1 854 - 1 885) gözlemle yetinmedi, olayları doğrusunu araştırarak nedenleri ve sonuçları üzerinde değerlendirmeler, karşılaştırma­

lar yaptı; bizde sentez ci tarih anlayışı nın ilk örne�ini ve rdi.

Agah Efendi ile birlikte ilk Türkçe gazeteyi (Tercüman-ı Ahval, 1 860) çıkaran Şinasi ( 1 826- 1 871 ), dilin sadeleşmesi sorununu ortaya attı; gerek­

siz süs ve abartmaları özellikle gazete dilinden temizleyerek, uzun tümce alışkanlığını kırmaya çalıştı.

M E Ş R U T i Y ET Ü Ö N E M I

Ali Suavi ( 1 837- 1 877) "Ulum" gazetesindeki (1 869) Türk dili ve tarihi konularındaki yazılarının yanı sıra Ali Şir Nevai'nin (1441-150 1 ) Farsça ve Türkçe üzerine karşılaştırmalı bir inceleme olan Muhakemetü'l-Litga­

teyn'ini Batı Türkçe'sine çevirdi.

Süleyman Paşa (1 838-1 892) askeri okullarda okutulan Tarih-i Alem (I.

cildi bası ldı, 1 8 74) adlı k itabında Türk tarih inin kökenini araştırdı. ilk Türk dilbilgisi kitabı sayılan llm-i Sarf-ı Türki'de (2. bas., 1 876) ise yaban­

cı dil kurallarına karşı çıktı.

Dil üzerine düşünürken, " ... Milli varlığa hiçbir yardımı dokunmayan edebiyatımızın yöntem ve kuralları neden saptanmamış, yanlış bir sanat an­

layışı adına çeşitli süslerle anlam feda edilerek, konuşma ve yazı dilleri 1'e­

den iki ayrı dil haline getirilmiştir?" diye soran Namık Kemal (1 840-1888) çağdaş düşün ve edebiyatın kurulmasını şu kuralların gerçekleşmesine bağ­

ladı: 1 ) Dil kurallarının saptanması, 2) Anlatım güzelliğini saptıran yapay sanatların bırakılması, 3) Bir Türkçe sözlük ve Türkçe'nin yapısına uygun bir dilbilgisi (sarf ve nahiv) düzenlemesi, 4) Edebiyat kavramlarını tanımla­

yan bir " belagat kitabı" hazırlanması.

Şemsettin Sami ( 1 850-1 904 ), "Doğu Türkçesiyle Batı Türkçesi bir tek dildir, arada yalnız lehçe farkı vardır. " görüşünden hareket ederek yazı ve konuşma dilinin ayrı ayrı olmasını şiddetle eleştirdi. Osmanlı dili savunu ­ cularının kar şısına inandırıcı gerekçelerle çıktı. iki cilt olarak yayımlanan sözlüğünün (Kamus-i Türki, 1574 sf. 1 899- 1 901 ) önyazısında dilimizin adı­

nın Türk Dili olduğunu yazdı.

Kısa yaşamında 200'ü aşkın makale ve 15 kitap yayımlayarak dil, edebi­

yat, felsefe alanlarındaki çalışmaları ile etkili olan Beşir Fuad ( 1 852-1 887), felsefede Alman düşünürü Ludwig Büchner'den (1 827-1 898) esinlenerek materyalist görüşlere yaklaştı. Victor Hugo üzerine hazırladı�ı kitapta ( 1 885) çağdışı edebiyatçıların romantizmini yıkmaya çalıştı. Voltaire ( 1 887) adlı yapıtında da pozitif bilimlerin üstünlüğünü göstermeyi amaçladı.

Ö Y K Ü V E R O M A N A L A N I N D A

ÖYKÜ: Türk edebiyatının ilk öykü kitapları Ahmet Mithat Efendi'nin (1 844-1 912) imzasını taşır: Kıssadan Hisse (1 870), Letaif-i Rivayat (1 871 ).

Kıssadan Hisse'yi oluşturan öyküler, yazarın, Mithat Paşa ile birlikte Bağ­

dat'ta bulunduğu evrede ( 1 869-1 871 ) yazıldı. Yazar bu öyküleri genellikle, Aisopos ile Fenelon'un fıkralarını geliştirerek kurmuş, konusuna en uygun gördüğü " hisse" lerle sonuçlandırmıştı.

Letaif-i Rivayat ise bu başlığı taşıyan bir dizide ayrı ayrı yayım lanan 28 öyküden oluştu. Aralarında çeviri olanları da vardı. Çoğu uzun öykü biçi­

minde olan bu ilk ürünleri (Esaret, Gençlik, Gönül, Firkat, Ö liim Allahın Emri, Bir Gerçek Hikaye, Bir Tövbek ar vb.) gelecek kuşaklara hu tiirde de­

ney olanağı kazandırmak tan başka belirgin değer getiremediler.

XIX. YOZYILIN YENIÇACA ilıKAKrıCı l>ECEKLEll.

Emin Nihat'ın Müsameretname adlı kitabı ise 1 871 i le 1 875 yılları ara­

sında basılan 7 ayrı uzun öyküden oluşuyordu. "Binbaşı Rı fat Beyin Sergü­

zeşti" ( 1 87 1 ) ile başlayan dizide 1 00 say fayı aşkın öyküler bulunmasına kar­

şın "eski edebiyatın kalıplaşmış mazmunlarını kalıplaşmış anlatım yolu için­

de tekrarlamaktan" ileri geçen örnekler getirmedi (Cevdet Kudret).

Öyküde asıl önemli gelişmeyi sağlayan Nabizade Nazım'ın ( 1 862- 1 893) Y adigarlarım ( 1 886), Zavallı Kız ( 1 889), Karabibik ( 1 89 0), Sevda ( 1 891 ), Hala Güzel ( 1891 ), Haspa ( 1 891 ), Seyyie-i Tesamiih (Servet-i Fünun dergisi­

nin birinci sayısından itibaren te frika edilmeye başlandı , 2 7 Mart 1 89 1 , bas. 1 892) adlarındaki uzun öykülerden oluşan kitaplarını yayımladı.

Edebiyat dilindeki kargaşanın önlenebilmesi için konuşma dilinden ya ­ rarlanılmasını isteyen Nabizade , döneminde yaygınlık kazanan masalsı öy­

kü anlayışına uymayarak kişilerin konuşmalarını kendi dillerinin özellikleri­

ni koruyarak vermeyi amaçladı. Kurgu ve anlatım yönlerinden öykü tekni­

ğine oldukça uyan bir yapı kurmayı başardığı yapıtları arasında gerçekçi öy­

kü anlayışının ilk örneği sayılan Karahibik'te, Antalya'nın Kaş ilçesine bağ­

lı Beymelik köyünün insanlarını yansıttı , toprak sorunlarını işledi. Bu kita­

bın önyazısında gerçekçi öyküsünün ilkelerini açıkladı.

Küçük Şeyler ( 1 8 92) adlı kitabını oluşturan öykülerle edebiyatımızda batı öykü anlayışımn ilk örneklerini verdiğ i kabul edilen S;imipaşazade Se­

zai ( 1 86 0 1 936) ise Londra elçiliğinde görevli b ul unduğu evrede ( 1 89 1 -1 895) fngiliz ve Fransız edebiyatlarını öğrenme olanağı kazanmış, özde ve biçimde Namık Kemal etkisinden kurtulm uştu. Olayların gerçeğe bağlı gözlemlere dayanarak kurulduğu görülen öykülerinde diyaloglardaki ve gerçekçi yöntemi uygulamadaki haşarı sı ile sonraki k uşaklara gelişme yol­

larını gösteren hir kimlik kazandı.

ilk öykü kitapları (Bir Yazın Tarihi, 1 9 00, Türkçeleştirilmiş hasım 1 94 1 , 1 974; Solgun Demet, 1 9 01 ) yeniçağın tarihlerini taşıyan Halit Ziya, hu tür­

deki çalışmaların ın, " ikdam" ga 1.etesinde çıkarken ( 1 8 97) i.in l i.i romanı Mai 11e Siyah'tan daha çok ilgi uyandırd ığını söyler. Gerçekten de yaşamına bağ­

lı gö zle mlere dayan ;m d eğişik konularda sergilenen bu öykülerle Hali r Z iya, hem f zmir evresindeki ilk kalem deneylerini, hem kendisinden önceki deney­

leri aşarak çağdaş öyk ü tekniğinin k uruluşuna katkıda bulundu.

ROMAN: Kişilik leri XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelişen edebiyatçılar, bireysel g üç ve yetenekleri ne ol ursa olsun, kendilerini büyük soruml uluk­

ların karşı karşıya bıraktığı görevlerle yükümlü saydılar. Genellikle bürok­

rasiden gelmişlerdi. 111. Selim döneminde haşlayan batı dillerini öğrenme dalgasına kapılan " re formcu aileler" kuşağının çocuklarıydılar. Çoğu kü­

çük yaşlarında Fransız, lngiliz öğretmenlerden öğrenme olanağı buldukları hatı dillerinin karşılarına çıkardığı görünüm önünde hayranlık, coşku, öy­

künme, kopya gibi yaratıcılığa ters düşen heveslerle işe haşladı.

M E Ş R U T i Y ET D O N E M i

Bilimde yeni öğrenim olanaklarının açtığı yeni kapılar, yaşamda belli düzeylerin altına düşmeyen yenilikler getirirken, uzun deneylerle ve gele­

neksel kültür kalıtlarıyla dolaylı olarak bağıntısı bulunan sanatta, çok ilkel düzeylerde yansıdı. Sabahattin Eyuboğlu'nun deyişiyle " ... Deha saydıkla­

rımızın eserleri inanılmaz acem ilikler, falsolarla ... " birlikte geldi. Beşir Fu­

ad, batıdaki bilim ve sanat gelişmelerini iyi izleyen bir kişiliğin kazandığı güvenle Manzara dergisinde yayımladığı makalelerde (1887), "Bilime olan ihtiyacın şiir ihtiyacından kat kat üstün olduğunu" yazarken , gerekçesin i şair ve yazarların d uygu ilkelliğine bağlıyordu.

Roman da, XIX. yüzyıl aydınlarının henüz kişi olmadıkları bir aşama­

da karşılarına çıktı. Yüzyılın ikinci yarısında Fenelon, Victor Hugo, Dani­

el De foe'nun romanlarının bile divan düzyazısı anlayışının özellikleriyle ağ­

dalanmış bir dille çevrilmesi bu yapıtların da duygu ilkelliği olarak nitele ­ diğimiz düzeye inmesine, alaturkalaşmasına yol açtı.

Bu nedenle ilk roman çabalarının zayıflığı, romanı roman yapan biçim ve öz değerlerinden yoksun olmalarına bağlıdır. Nedir bu değerler? Dildir, anlatımdır, olaydır, kişilerdir, kurgudur. Nihayet romancının dünyaya ve insanlara çok geniş açılardan bakabilmesini sağlayacak kültür düzeyi ve ya­

şam deneyidir.

tık romanların bu koşulların hiçbirine tam olarak uymamalarına karşın, 2 1 , 22 yaş baharında, ilk Türk romanı sayılan Taaşşuk-i Ta/'at ve Fmat'ı (bas. 1 872) yazan Şemsettin Sami Bey'den sonra hiç değilse geleneğin ku­

rulmasına yol açan deneylere u laştığı söylenebilir.

Bir deney evresine örnek olma yönünden ortalama değerleri taşıyan ro ­ manları ile Ahmet Mithat Efendi'den, Halit Ziya ve Hüseyin Rahmi'nin çı­

kışına değin geçen zaman içinde bu türdeki gelişme hızlanmış , değişik ürün­

lerle yatağını kazmaya başlamıştır. Bunları saptayalım.

Serüven, gezi, tarihsel, duyg usal, gerçekçi ve natüralist biçimlere örnek gösterilebilecek 32 romanın yazarı olan Ahmet Mithat Efendi ( 1 844- 1 91 2) , halkın beğenisine açık bir anlayışla "meddah ağzı "nın yarattığı alışkanlık ­ lardan yararlandı. Ne var ki düzyazının çağdaşlaşması sorunlarını ya hiç dert etmemiş; ya da yazılarında Şinasi'nin dilin arınması konus undaki ça­

baları doğrultusunda düşünceler ileri sürdüğü h .1IJe dilini, kınadığı sözcük­

lerden k urtaramamıştı. Oysa geniş bi r yaratıcı gücü vardı Ahmet Mithat'ın.

Sevdiği batılı yazarların romanlarından esinlendikçe, içinde bulundu ğu toplumun yaşamından benzerlikler bularak yerlileştirebiliyor, genellikle

"tefrika" olarak yazdı ğı i çin , kendine özgü usullerle kolay okunma yolları­

nı araştırıyordu.

Romancılığının , yaşadığı dönemde ön safta tutulduğunu belirten Agah Sırrı Levend, daha sonra eski edebiyat anlayışında "üsl ubu müzeyyen , ali ve adi" biçiminde sını flandırılan anlatım ilkeleri yününden, "üçüncü sını ftan "

xı x. YUZYILIN YENIÇACA BıMAKTICI [)EC:EMUM

sayıldığını ifade ederek şöyle yazmıştı: "Türkçe, Ahmef Mithat tarafından istenen şekli aldığı zaman da gene mıım eserleri ilk devirlerdeki ehemmiyet ve rağbeti bulamadı. Bunun sebebi ise, o eserlerin vücude getirildiği zamana nazaran roman tekniğinde hayli ileri gidilmiş olmasıydı. "

Şiir, oyun, eleştirme, tarih, siyasal makale dallarında öncü lük eden Na­

mık Kemal (1 84 0-1 888) iki de roman yazdı: intibah ( 1 876), Cezmi ( 1 88 0).

Kemal de , çağdaşı yazarlar gibi roman konusundaki düşüncelerini açıkla­

dığı makale lerinde, dil, konu, k işiler, yapı, gerçeklik, fayda sorunları üze­

rinde duruyor, hu yeni edebiyat türünün de toplumsal işlevi olduğunu sa­

vunuyordu. ikinci cildini yayımlayamadığı Cezmi, tarihsel bir konuya bağ­

lıyken, intibah, lstanhullu bir mirasyedinin içki ve kadın düşkünlüğü nede­

niyle başına gelen olaylar örgüsü ile kurulmuştu. Ne var ki roman sanatı­

nın ana k uralları göz önünde tutularak yazıldığı kabul edilen lnti/Jah'ta, kahramanların duygusal davranışlarının ağır basması, hareketlerinde inan­

dırıcı olamamaları, özellikle k işi lerin ruhs al çözümleme leri yapı lırken , dilin yabancı sözcüklerden ve tamlamalardan temizlenmemesi Kemal'in hu tür­

de XIX. yüzyı l beğenisinin dışına çıkamadığını gösteren etmenlerdir.

Namı k Kemal gibi doğmakta olan yeni edebiyatın sorunları üzerinde kafa yoran, şiir, öykü, oyun türlerinde sonraki kuşakların beğeni çizgisine yeni ufuklar açarak, eleştirilerinde eskiye karşı sabırlı bir mücadele veren Re diizade Ekrem'in ( 1 84 7- 1 9 1 4) Araba Sevdası'nı ( 1 8 96) Cumhuriyet dö­

neminde yetişen edebiyat tarihçileri aynı kesinlikle değerlendirdiler. Cevdet Kudret: "Eser, gözlemlere dayanılarak realist hir yöntemle yazılmıştır";

Prof. Kenan Akyüz: "Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme son de­

rece sadık kalınmış ve Tiirk romanmdcı IRRO'deıı sonra yer almağa başla­

mış olan, realist eğilime başarılı bir örnek kazandırılmıştır"; M. Nihat Özön: "Tam bir miişahade mahsu/;; l'e realist bir roman "; Güzin Dino:

"Kuruluşu, mevzuu, tipleri, psikoloiik tahlilleri bakımından realist Türk romanına önemli bir ijrnek. "

Esirlik konusunu i şl cdi �i için, ya zarı S;iıni paşazade Sczai'nin ( 1 8 60-1 93 6) yı llar ca göz hapsin e ;,ılınmasına yol aç ;m Sergiizeşt ( 1 8 8 9), gerçekçi roman an layışının ilk tutarlı iirnek lerindcn sayıldı. Konusu gi>zl cm ilrün ii, ki şilerin davranışları, doğal ruh sal çüzümlemeleri is abetli , g iinlük ya şamla ilgili olay­

larıı ı sergilenmesin Je dil in yalın oluşu gibi öğeler, Sergüz cşt'in dönemin ro­

man çizgisinin bir adım önünde anılması m sa ğladı. "Son asır Türk edebiyat tarihinde mühim bir merhale teşkil ettiği", "zamanı a şan ve bugüne de hitap eden beşeri ve sosyal bir mahiyeti" olduğu ( Mehmet Kaplan) kabul edildi.

Karabibik adlı u zun öyküsüyle edebiyatımızda ilk kez köy insanın m ya­

şamını yansıtan Nahizade Nazım ( 1 862- 1 89 3), ölümünden sonra yayımla­

nan Zehra ( 1 896) ad lı romanında, soylu bir ailenin kızın ın serüvenini işler­

ken, dönemin bir kesitinin yaşamını da olduğu gibi sergilemeyi başardı.

MEŞHUTIYET l>öNEMI

Gücünü gözlem yeteneğinden alan Nabizade'nin, betimlemelerdeki doğal ­ lık, ruhsal çözümlemelerdeki yerindelik gibi özenlerle, anlatım yönünden Namık Kemal'in izinde görülmesine karşın çağdaş bir roman anlayışına ulaştığı kabul edildi (Prof. Kenan Akyüz).

Türk romanının ilk örnekler düzeyinden cüretli sıçramalar yaparak 2 0-25 yıl içinde değişik doğrultularda gelişmeler göstermesi, hiç kuşkusuz da­

ha sonra gelen romancıların önceki deneyler üzerinde araştırmalar yaparak özellikle dil ve kurgu sorunlarında somut sonuçlara varabilmeleriyle müm­

kün olmuştu. Bir bakıma, şiirde görüldüğü gibi bu türde de bir kuşağın or­

tak bir sorunu çözebilmek için ortak özeleştirisiydi bu. Yazarlar, düz yazı­

nın ne divan düzyazı anlayışının yapay süslemeleriyle, ne de resmi yazışma dilinin kuralları ile ilgisi bulunmadığını öğrenmişlerdi.

Roman anlatımını oluşturan dil olanaklarını gerçekleştiren öğeler neler ­ dir? Konuşma dilinin yalınlığı, roman dilinin yalınlığını sağlamaya tek ba­

şına yeterli mi? Gereksiz olan, abartık olan, gerçeğe aykırı olan nasıl sınırla ­ nacak, romancı tip çizimi yaparken yaşamda gördüğü kişilerle ilgisini hangi noktaya değin götürecek, hangi noktada kesecektir?

Halit Ziya (1 866-1 945) ve Hüseyin Rahmi (1 864- 1 944) geçen yüzyılın günbatımına yetiştirdikleri romanlarla bu sorulara oldukça açık ve doyuru­

cu karşılıklar getirdiler. Birincisi, Nemide (1 889), Bir Ölünün Defteri ( 1 8 89), Ferdi ve Şürek!ısı (1 894) ile kişiliğini ararken, Mai ve Siyah'la ( 1 897), hem katıldığı Edebiyat-• Cedide akımına, hem dönemine damgası­

nı basıvermişti. Mai ve Siyah'la artık romanın, kaleminden kan damlayan her edebiyatçının sonuç alacağı bir iş olmadığı, ayrı deneyim sürecine bağ­

lı bir uzmanlık sonucu elde edileceği öğrenildi. ikincisi, Prof. Mehmet Kap­

lan'ın belirttiği gibi, Beşir Fuad'tan kendisine kadar .. çok dağınık olarak görünen realizm ve natüralizm eğilimlerini derleyip toplayarak, eserlerinde insicamlı (düzgün) bir hüviyetle" ortaya koyması, çağdaşlarına ve sonra ge­

len kuşaklara neyin, nasıl yapılacağı konusunda somutluk olanağı sağladı.

XIX. yüzyıl tarihlerini taşıyan altı romanda (Şık, 1 899 ; iffet, 1 896 ; Mu­

tallaka, 1 898 ; Mürebbiye, 1 899 ; Bir Muadele-i Sevda, 1 899 ; Metres, 1 899) imzası bulunan Hüseyin Rahmi ise akımların ve edebiyat gruplaşmalarının dışında güvenle ağırlığını koyarken, sonsuz bir olanağm tükenmez kayna­

ğına ulaştı. O, günlük yaşamına -aynı sınıftan biri gibi- k a rıştığı halkı, ger­

çeğin nesnel görünüşlerinden sapmadan yansıtmakla, gelecek kuşaklara ve­

rimli ve cömert olanaklarını da açmış oluyordu.

Kuşkusu z, XX. yüzyılın ilk yarısında, etkileri daha da somutlanan bu iki sanatçının k işiliklerini ayrı bölümlerde değerlendirmeye çalışacağız.

xıx. YUZYILIN YF.NI ÇACA JIJMAKTICJ DECEMLER

T i Y A T R O E D E B i Y A T I N A G I R J Ş

Türkçede ilk tiyatro yapıtları, hatıdan gelen çeşitli tiyatro kumpanyala­

rının yarattı�ı etki sonucu, sahne hareketlerinin başlamasından sonra geliş­

ti. Yöneticileri Ermeni olan tiyatro toplulukları (Serap Hekimyan, Vaspu­

ragan, Şark Tiyatrosu, Asya Tiyatrosu vh.) Hugo'nun (Kral Eğleniyor, Hernani), Shakespeare'in (Macbeth) eserlerini sahneye koyarak hatı tiyat­

ro anlayışı do�rultusunda iddialı girişimlerde hulundular. On heş-yirmi yıl­

lık hir süre içinde ( 1 850- 1 868) sahne ile halk arasında ilk ilişkiler kurul­

muş, toplulukların lstanhul 'un dış semtlerinde ve lzmir'de verdikleri tem­

siller karşılıksız kalmamıştı.

Asya Tiyatrosunun yönetmeni Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosu'nu kurmasına de�in ( 1 868) de�işik do�rultularda süreli gelişmeler hu kurulu­

şa Sadrazam Ali Paşa'nın yardımı ile 1 O yıllık a yrıcalık verilince hir mer­

kezde toplanarak yetkinlik kazandı ( 1 870) .

Sahne hareketlerinin hu evresinden sonra tiyatro, edehiyatçıların heves­

lerini uyaran yeni hir alan olarak görünmeye haşladı.

ilk Türk oyunu sayılan, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nden sonra Ali Hay­

dar'ın ( 1 836 -1 91 4) manzum oyunları (Sergüzeşt-i Perviz ve ikinci t:rsas) hasılıp sahneye kondu. Çeviri, uyarlama ve yerli oyunlar hiçiminde aralık­

sız süren çalışmalar içinde, dönemin gelişmelerinde yeri olan yazarlar da gün yüzüne çıktılar.

Tiyatroyu hilinçli hir çalışmayla lstanhul dışında da halkıı ı he�enisine açan Ahmet Ve fik Paşa ( 1 823- 1 89 1 ), Moliere'den yaptı ğı çeviri ve uyarla­

malarda g i.in i.inün dil anlayışını aşan Türkçe 'siyle sahne dilinin kurulması­

na hüyük ölçüde katkıda hulundu.

Güldürü dergisi Diyojen'deki yazılarıyla tanınan Ali 8ey ( 1 844- 1 898) de Misafiri istiskal ( 1 87 0), Kokona Yatıyor ( 1 870) ve Moliere'den uyarla ­ dı�ı Ayyar Hamza ( 1 87 1 ) gi hi konuşma dilinin ifade özelliklerinden taşma­

yan oyunlarıyla xıx. yüzyıl tiyatrosunu geliştiren yeteneklerden hiri olarak kahul edildi.

Şemsettin Sami (Hesa, Seydi Yahya, Gave), Manastırlı Rıfat ( ?- 1 907 ; J>fıkdamen, Görenek), Hasan B cdrettin Paşa ( ?- 1 9 1 6; 1 skat-ı Cenin, ikbal), Ehüzziya T evfik ( 1 848- 1 9 1 3 ; l:ce/-i Kaza), Re c:iizad c Ek rem ( 1 84 7- 1 9 1 4 ; Afife Anielik, Çok Hilen Çok Yamlır), S fünipaşazade Sezai (Şir), Ahmet Mithat E fendi (Çengi Çerkes Ôzdenleri) oyunları ile dönemin tiyatro hare­

ketlerine katkıda hulundular.

"Tiyatro eğlencedir; fakat eğlencelerin en faydalısıdır ... " görüşünden hareket eden Namık Kemal , Vatan Yahut Silistre ( 1 873) , Zavallı Çocuk (1873 ) , Akif Bey ( 1 874) , Gülnihal (1 875), Cefa/ettin Harzemşah ( 1 875), Kara Bela (ölümünden sonra hasıldı, 1908) oyunları ile hu türün de

verim-M E Ş R U T i Y ET D C'> N l M I

li kalemleri arasında yer aldı. Vatan Yahut Silistre, ulusal tiyatromuzun ilk kuruluş evresinde, halka açık niteliklerinin ağır basması; getirdiği kavram­

lar, yarattı�ı coşku yönüyle döneminin başta gelen eserleri arasında ilk ye­

ri aldı. il. Meşrutiyet'ten sonra da değişik kuruluşlar tara fından sahneye

ri aldı. il. Meşrutiyet'ten sonra da değişik kuruluşlar tara fından sahneye

Benzer Belgeler