• Sonuç bulunamadı

Gilldestesi. Mevıana KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ Kültür Müdürlüğü Yayınları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Gilldestesi. Mevıana KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ Kültür Müdürlüğü Yayınları"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Mevıana

Gilldestesi

- 4 -

Bu Kitap;

720. Vuslat Yıldönümü Hz. Mevlana Hqftası'nda

sunulan Bildirilerden Oluşmaktadır.

KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ Kültür

Müdürlüğü Yayınları

Yayın

No: 9

(2)

.. İslam Açısmdan Orllerlmiz, Deybnlerlmiz

ve Hz. Mevlana

Prof. Dr. M

CevatAKŞlT

Trakya Ü. Müh. Mim. Fak.

Öğ.

Ü.

Hz. Mevlana'yı Anma Hafta51'nda, o büyük insanı anarken bize de konuşma fırsatı veren Konya Büyükşehir Belediyesi'ne

teşekkür ediyorum.

Sizler gibi ben de Hz. Mevlana'yı daha çocukluğumdan beri çok seviyorum. Sevdiğim insan hakkında konuşmak, bana ayn bir haz ,veriyor.

Şimdi yapacağım konuşmayı,· dayandırdığım bilgiler, aşağı yukarı on beş yıldır çalışmalarım Slrasında topladığım belgelere

dayanıyor. Bu çalışmalarım esnasinda, bir köylü çocuğu olarak Anadolu'nun hemen hemen her yerini gezmiş bir insan olarak, Anadolu insanının örf ve adetleri, atasözleri, deyimleriyle; Kur'-

an-ı Ker!m'deJ? ayetler ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sün- netleri araSlnda çok ilginç benzerlikler gördüm ve toplamaya

başladım. Bunların bir kısmını bugün burada, sizlere arzetmeye

çalışacağım.

Daha öncelerden başlamakla beraber, Türklerin müslüman-

lıkla temaslarında, 7 51 'de Çinliler'e karşı yapılan Talas Mey- dan Muharebesi'nin etkisi büyüktür. Bundan böyle Türklerin

(3)

yönü, İslam dünyasına dönmüştür. Maveraünnehir'de İslami­

yet sekiz ve onuncu asır arasında yayılmışbr. Zamanla, diğer Türk ülkelerini tesir ve cazibeler albna almaya başlamışbr. Fev- kalade pratik oluşu ve Türklerin öteden beri değer verdikleri manevt kıymetleri ve bu kıymetlere bağlılığı bakımından aynca İslamiyetin bu pratikliği ve Türklerin değer verdiği kıymetlere bağlılığının etkisi yanında, Hanefi Mezhebi'nin realistliği ve to- leransı Türkleri cezbetmiş idi. Türkler İslamiyeti, samimi olarak ve kendi istekleriyle kabul etmişlerdir. İslamiyet, kısa zamanda, milli bünyeye tamamen uygun bir din haline gelmiştir. 926'da

Karahanlılar zamanında, Satık Buğra Han'ın şahsında

resmi din kabul edilen İslam'ın Türkler arasında yerleşmesi kesin olmuştur.

Tarih, müslüman olan birçok Hıristiyan ve Budist kavim- den söz eder. Fakat Budist ve Hıristiyan olan hiçbir kavim gös- terilemez. Müslümanlık, Türklere manevt birlik bahşetmiştir.

Türkler de dini hayata yeni bir ruh getirmişlerdir. Müslüman-

lığın ehl-i sünnet ve'l-cemaat itikadının usanmak bilmez savu- nucusu olmuşlardır. Daha 10. asırda Maveraünnehir'de bu yeni ruhla İslam medeniyetinde otorite haline gelen, büyük alim, fizyolof, riyaziyeci, hukukçu, tasvtr ve hadis bilginleri ye-

tişmeye başlarnışbr. Bu seçkin alimlerle, büyük mutasavvıflar, mürşid-i kamiller, Türklere yeni ufuklar göstermişlerdir.

1015 - 1016'da Çağrı Bey, Doğu Anadolu'da, Bizans'a ta-

Ermeni prenslerinin topraklarına akınlar yapb. 1030 - 1046

yıllarında Oğuzlar, Azerbaycan, Ennenistan ve Gürcista-

n'ı alt üst ettiler. Anadolu 1071 Malazgirt Meydan Muha- rebesi'yle beraber İslainlaşmaya başladı. Sultan Melikşah 1077'de Süleyman Şah'a Anadolu Hükümdarlığını verdi. O

(4)

da 1085'de Anqdolu Türk Birliği'ni sağladı. Büyük alimler ve

mürşid-i kamillerin de işareti ile başlayan kesif Türk gücü, Ana- dolu'yu 11. asrın çeyreğinde tamamen Türk ülkesi yapmıştır.

İşte, Anadolu'ya akın akın gelen bu gazi dervişler, Horasan Erleri, Anadolu insanına, keza Moğol istilası dolayısıyla yeni göç dalgasıyla gelenler, ilaht aşk ve imanlarını aştladtlar. Kitle- ler, bu ahlak mürşidlerine imanla bağlandılar. Anadolu insanını

derinden etkileyen Barak Baba, Saltuk Baba, Tapduk

Emre, sonralan Yunus Emre gibi nice mürşid-i kaınillerden

biri de, anmakta olduğumuz Hz. Mevlana'dır.

Bu büyük mürşidlerin aştladıklan ruhla Anadolu insanı kitle- ler halinde, büyük bir şevkle cihada sanldtlar. hay-ı Kelimetul- lah için gaza ve şehadeti aradılar. İslamiyetin engin toleransı

içinde bulundukları kutlu inançlarının kendilerine verdiği hazzı,

tüm insanlığa tattırmaya çalışıyorlardı. Bugün gibi, o gün de in-

sanlık buna çok muhtaçtı.

Mesela 1096 - 1099 ytllannda 1. Haçlı Ordusu yola çıktık­

tan üç yıl sonra Kudüs'e vardılar. Çıkışta allı yüz bin iken, sayı­

lan kırk bine düşmüştü. Fatiınl idaresindeki şehir düştü. Zaten bu, Papa'nın takdis ettiği Hıristiyan ordu, doğu çıkışlarında

Ren Kıyısında on bin Yahudi'yi boğazlarnışb. Kudüs'ü alınca

camilere ve havralara sığınmış yetmiş bin müslüman ve yahu-

·diyi daha boğazladılar. Sokaklardan dereler gibi kan aklı. Ce- setlerden dolayı sokaklar tıkandı. Bu olaydan Bablı tarihçiler

bahsediyor. '

Türkler ise samimi dindardı. Mürşid-i Kamillerin eğitimleri

sonucu, riyakar tavırlardan nefret ederlerdi. Hıristiyan teb'aya, müslümanlardan farksız muamele ederlerdi. Diğer din mensup-

larının da kartları, canlan, ırz ve namusları, müslümanlannki

(5)

kadar muhteremdi. Bu hususlar Ortaçağ'da da, şimdi de yalnız

müslümanlara mahsus şeylerdir. Mesela Ulubat ve Manyas Gölleri çevresindeki Rumlar, 1923'e kadar, altı asır milliyet, din ve mezheplerini korumuşlardır. Ancak Lozan Anlaşması gereği, Yunanistan'daki Türklerle değiştirildiklerinde orayı

terk etmişlerdir. Batılılarda ve Hıristiyanlarda bu tolerans bu- gün bile yoktur. İşte, Bosna-Hersek'de sırf müslüman olduk-

ları için dinine, diline, namusuna, ırzına ve canına tecavüz edi- len kitleler göz önündedir.

Anadola insanı büyük alimlerin, mürşidlerin aşıladığı İslamı

ruhla öyle bütünleşti ki, Türkler için İslam! esaslardan ayn bir hayat tarzı yoktur. Onlar da böyle yaşadılar, başlan arşa değdi!

Hz. Mevlana'nın dediği gibi: "Kur'an'a sanl, başın arşa değsin" sözü gerçekleşti. Allah, Türkleri aziz etti. Cihangira- ne bir devlet çıkardılar bu aşiretten ...

Zamanla, onların yerine "ille de batılılaşacağız" diyen şim­

diki nesil geldi. Bu düşünceyle yola çıkarılan bizler, üstünlüğü­

müzü kaybettik. Tüm varlıklanyla İslam'ı yaşayan ve yaşatan ptalarımızın İslamı hayat düsteırlan, birer adet, görenek veya deyimler halinde hatıra kaldı. Şimdi sizlere imkanlanmın elver-

diği ölçüde bunlardan bahsetmeye, bunları gücüm nisbetinde anlatmaya çalışacağım. Biliyorsunuz, İslamın yüce prensiple- riyle, Anadolu'da görülen örf ve adetler arasında büyük bir benzerlik var ...

Anadolu'da geniş bir avlu, avluda büyük bir kapı. Evin ka-

pısı çok küçüktür ama avlu kapısı büyüktür. Halen, Türk dev- letlerine gidenler görmüşlerdir; bu görenek devam ediyor. Ka- pıda bir çan; eskiden zil yok, elektrik yok! Çan konur

ki,

ha- ber vermeden girmeye çalışırsa densizin biri, çan haber versin

(6)

. diye. Yani, bizim. Anadolu köylerinde gördüğümüz ve halen Türki devletlerde yaptığımız gezi esnasında tesb1t ettiğimiz bir husus,. evlere haber verilmeden izinsiz girilemiyeceğidir. Bu gü- zel adetin temeli dindir. Hz. Allah, Bakara sCıresi'nde: "Ey

mü 'minler! Başka evlere, onlara haber 'Vermeden, onlara selam vermeden girmeyin! Evlere kapılann­

dan girin" buyurmuştur.

İslam'da, idarecilikte, herkes rahat eder ama idareci etmez.

Gerçek idarecilik anlayışı budur. Hz. Ömer (ra) Efendimiz ida- reci kadroyu seçerken, son derece titiz davranmış olmasına rağmen, görevlileri tam ehil insanlardan seçmiş olmasına rağ­

men, kendisi bununla yetinmez. Herkes uyuduğu halde, o uyu- maz; sabahlara kadar Medine sokaklarında devriye gezerdi.

Tebdli-i kıyafeti biliyorsunuz.

Böyle bir gününde sokaktan geçerken, derinden bir şarkı sesi duyar ve kulak keselir. Bakar ki, bir adam elinde şişe şarap

içiyor. Hemen gazaplanır ve evin avlusundan atladığı gibi ada-

mın karşısına dikiliverir. "Şimdi seni benim elimden kim kur- taracak a zalim?" deyince adam: "Ey mü'minlerin Emlri! Bu yaptığının1 hata olduğunu biliyor musun? Ben kendi nefsi- me zulmedip günah ·işliyorum. Kimseyi rahatsız etmemek için perdelerimi de kapattım. Fakat sen aynı anda üç tane günah işledin!" Bunu duyan Efendimiz yumuşayıp sebebini so- runca adam: ''Allah, Kitabında "veta tecessesü" buyurdu.

Kulak kesilmeyin, casusluk yapmayın, mü'minlerin ayıbını araştırmayın. Ben, evimin içerisindeydim, sen kulak kesi/- mesen, benim sesimi duyamazdın; birincisi bu! İkincisi; Al- lah, başkalarının evine izinsiz girmeyin, selam vermeden girmeyin, buyurdu. Sen hiç benim haberim olmadan kapıyı

(7)

açıp girdin. Allah, evlere kapılarından girin buyurdu, sen ise avludan atlayıp girdin" deyince, o şeytanların bile kendi- sinden kaçtığı, celalli Efendimiz ağlamaya başlar. Helallik ve özür dileyerek oradan ayrılır.

Yani, eve habersiz girilmez. Böyle bir şeye tevessül etmek İslam'ın esaslarına terstir. Allah'ın bu emrine binaen, Anadolu

insanı bunu uygular. Bu emirden haberi olmayanlar, kazara içeri girecek olsalar, kapılardaki çarı çalar. Bilirsiniz, köylerde

kapıdan girdiniz mi, o çarı kendiliğinden sallanır ve birisinin

geldiğini haber verir. Bu emri uygulamak için yapılmış ve el'an tatbik edilen bir örftür.

Ewela Kur'an-ı Kerim kaynaklı adetlerden söz ediyorum.

Sonra Hadis-i Şeriflere dayanan adetlere geçeceğim. İkincisi, Anadolu'nun birçok yerlerinde yağmur duası edilir. Kuraklık ve kıtlık olduğu zaman, kitlelere e\)vela büyük bir yemek verilir.

Hep birlikte yan yana oturulup yemek yenir, sonra da bir tepe- ye veya meydana çıkılıp dua edilir. Bunun kaynağı da Kur'an'a

dayanmaktadır. ·

Hz. NO.h (as) kavmine topluca, yalnız, gizli, açık .. çeşitli

usuller deneyerek hidayeti aşılamaya çalışmış olmasına rağmen

o devirdeki insanlar, atalarımızdan gördüğümüz putlara tap-

mayı terketmeyiz diyerek O'na kulak vermediler. Allah da on- lara kıtlık verdi. Kırk gün boyunca yağmur yağmadı, çocukları doğuramadı, kısırlaştılar, ortalık kurudu.

Bunun üzerine Nuh (as)'a başvurdular.· Nuh (as) da: "İstiğfar edin, yaptığınız zulümlerden vazgeçin, Allah'a istiğfar edin!

Allah, af dileyenlerin affını kabul eder. Arkasından size, bol ve bereketli yağmurlar gönderir, mallar verir, kıtlığı kal-

dırır, çocuk ·verir ... Sizler de güzel bahçeler, mülkler edi-

(8)

nirsiniz, büyük /Qtuflara mazhar olursunuz" diyor. ·

Hasanü'l-Basri hazretleri vardır. Büyük bir alim, büyük bir

evliyadır kendisi ... Son derece etkili konuşur ve konuşmasını

yüz binlere dinleten birisidir. Birisi bu lat'a gelmiş, talebelerinin yanında: "-Hocam! Benim çocuğum olmuyo/' demiş. Hasa- nü'l-Basri de: ''İstiğfara devam et, oğlum" demiş. Adam git-

miş, bir başkası gelmiş: 'Hocam! Memlekete senelerdir yağ­

mur yağmıyor." Aynı cevap: ''İstiğfara devam edin, oğlum"

demiş. O adam da gitmiş; bu sefer bir başkası: "Efendim, hiç para kazanamıyoruz. Perişan olduk!" Ona da aynı cevap: ''İs­

tiğfara devam et, oğlum." Yanındaki talebeleri hayretlerini gizleyemeyince Hasanü'l-Basri hazretleri şöyle buyurmuş: ''Ev-

ladım, ben bunları kendimden söylemiyorum. Kur'an'da Nuh suresinde Allah böyle buyurmuyor mu? İstiğfar edin, Allah size evlat verir, yağmur verir, mal verir demiyor mu?

Ben de onu söyledim gelenlere."

Bu ayete binaen, ayrıca Peygamber (sav) Efendimizin de

yağmur duaları var. Halkımız onlara bakarak yağmur duasına çıkar. Şartlarına uyduğu takdirde yağmur da yağar. Bir müs- lüman olarak biz bunu kabul ediyoruz ve inanıyoruz. Belki bir

başkası, olur mu? diyebilir ama; olur! Olmuştur da nitekim ...

Peygamber Efendimiz, yapmış olduğu yağmur duasında, henüz hutbeden inmeden yağmur indiriyor Allah ...

Şayet, Peygamberin ümmeti olabilmeyi başarırsak, gerçek- ten O'na layık ümmet olabilirsek ve Peygamber gibi dua et- mesini bilirsek yağmur yağıyor. Ama, usOlüne uymak lazım.

Bir kere, zulüm kalkacak. Haksızlığa uğrayanlardan zalimler helallik dileyecekler. Bu olmazsa dua kabul olmaz. Zalimin du-

asına Allah icabet buyurmaz; reddeder. Yemek verilmesi bu-

(9)

nun içindir zaten. Vatandaşı yemekte bir araya getiriyor; Ana- dolu insanını bir araya oturtturuyor, şakala~ şakalaşa dargın­

lıklar gidiyor ve sanki bir hesaplaşma sayılıyor o. Ondan sonra analar bir tarafa, evlatlar bir tarafa; hayvanların dişileri bir ta- rafta, kuzuları bir tarafta tepeye çıkılıyor. Tabii, buzağtlar, ço- cuklar analarını görünce melerler. J\nalar da çocuklarının ba-

ğırışını duyunca, yürekleri cız eder ve onların bu halleriyle kab kalpli insanların kalpleri yumuşar, niyetiyle tepeye çıkılır.

Bu halet-i ruhiye içerisinde: "Ya Rabbi! Affet, biz ettik sen etme" diyerek dua edilir. Yağmur duası budur. Kur'an-ı Kerim'- deki bu ayet-i cel1leye dayanır. Peygamber Efendimizin duala-

rına dayanır. Oysa şimdi işler modernleşti!

Şimdi de Peygamber Efendimizin sünnetlerine dayanan adetlerimize geçiyorum.

Biliyorsunuz; Anadolu'da çocuk doğunca, sağ kulağına

ezan, sol kulağına kaamet okunur. Ağzı bir tatlıyla açılır ve is- mi konulur. Bunların tamamı Peygamberimizin sünnetine da-

yanmaktaqır.Ve hepsi de İslam Tarihinde, asr-ı saadette yaşan­

mış ve tatbik edilmiş hadiselerdir.

Ancak şehirlerde modernleşen ailelerde bunu belki göremi- yebilirsiniz. Ama halen bizim Denizli'nin köylerinde ben buna hala şahit oluyorum. Doğan çocuğa yedinci gününde akika kurbanı kesilir. Eşe ve dosta yedirilir. Hatta kurbanın kemikleri

kırılmaz, eklemlerinden ayrılır. Kemikl~r, etlerden ayrıldıktan

sonra gömülür ki, doğan çocuk trafik kazasına uğramasın,

kolu, bacağı kırılmasın diye. Bir kısmını da kırarlar ki, kibirli ol-

masın, boynu kırık mütevazi olsun diye.

Bu adet 'hala bizim oralarda vardır. Anadolu'da vardır. Bu

(10)

da Peygamber (as)'ın sünnetine dayanır. Peygamberimizin ha- dislerinde belirtildiği üzere, akika kurbanı çocuğun kazasına, belasına karşı ipotektir, rehindir.

İslam Aleminde olduğu gibi Anadolumuzda da çocuklar sün- net ettirilir. Sünnet ettirmek, Peygamberimizin 'de sünnetidir.

Peygamberimizin de dedim; aslında İbrahim (as) 120 yaşın­

da iken, Şam'ın Kattum Kasabası'nda kendini sünnet etmiş­

tir. Ondan beri Musa (as) da, İsa (as) da sünneti emretmiş­

lerdir. Şu an Yahudiler de buna devam ediyor olmalarına rağ­

men Hıristiyanlar sünnet olmayı kaldırdılar.

Aslında hıristiyanlıkta da sünnet vardır. Peygamberimiz de sünneti emretti. Bildiğiniz gibi Hz. Peygamber (sav) doğuştan

sünnetlidir. Bir hadis-i şerifte: "Beş şey- insanlık gereği doğuştan herkesin yapması gerekli şeylerdir. Bıyık­

lan kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altlannı

temizlemek ve kasıktan temizlemek. Bir de sünnet olmak" buyurulmaktadır. ,

Kadınların sünnet olmaları da asalet sebebiyledir. Diyeceksi- niz ki, kadınlar sünnet olur mu? Evet, -kadınlar sünnet olur.

Medlne'de Peygamber Efendimiz zamanında kadınlan sünnet eden, kadın sünnetçi vardı. Buhari'de bu manada hadisler mevcuttur. Hatta: "Sünn~t mahallini keserken, fazla derinden alma. Kadının da erkeğine karşı görevleri vardır" buyunlluyor. Şimdi bu, ne demek? Bizler bilimsel g<?r- çekleri müslümanlara açıklamak durumundayız. Huzurdayız ve

tartışmaya açığız. Düzeltilmesini de çok arzu ederiz.

Bazı kadınlar son derece şehvetli olurlar. Şehvetli olmasının

sebebi, onun uzvundaki bir yerinden ileri geliyor. O uzvu bu- rada açıklayamıyorum. Bu kısım kesilince, kadının azgınlığı

(11)

normale gelir. Bu yapılmazsa kadın rahat durmaz. Nitekim, benim talebeliğim esnasında Beyoğlu'nda imamlık yapan ar-

kadaşımın hanımı artist oldu ve gazetelere geçti. Muhtemelen, bu kadın da böyleydi. Yine biliyorsunuzdur veya görmüşsünüz­

dür. Namusuyla evlendikten sonra kadın, başka işler karıştırır;

kendini tutamaz. Bundan dolayı sünnet olayı gerçekleştirildi mi

kadın normale dönüyor. Bazı kadınlar için geçerli bu; bütün

kadınlar için değil. Bazı kadınlar için sünnet vardır, asalet sebe- bidir. Çünkü, ırzını ve namusunu kirletmez. 'Asa/etini korur'

dediği odur.

Anadolu'muzun bir örf ve adeti de şuydu. Ben, rahmetli an- nemden çok dayak yemişimdir. Gün batımından sonra evde ol-

madım mı, ya kulağımı çeker ya da iki tane atardı bana; akşam yemeğine geç kalmasın bir dahi diye ... Akşam yemeğinde mut- laka sofrada isterdi. Meğerse bi.ı davranış Peygamberimizin ha- dislerinde varmış.

Peygamber (sav) Efendimiz, hava karardıktan sonra hay-

vanların ve çocukların dışarı salınmamasını emrediyor. Çünkü bu vakitler şeytanın ve kafir cinlerin insan ve hayvanlara faz- laca musallat olduğu vakitlerdir de onun için. İşte bu hadise bi- naen gün batımında eve gelmezsen tokadı yiyorsun. Demek ki, bir duyduğu varmış anne babalarımızın ...

Laf çocuktan· açılmışken, çocukla ilgili örfleri bitireyim isti- yorum. Çocuklar korktuğunda, hatta büyük insanlar korktu-

ğunda su içirilir veya yüzüne su serpilir. Bu sünnettir.

Peygamber Efendimiz kendileri anlatıyorlar: "Ben Hira Da-

ğı'na giderdim. Vahyin bana tekaddüm edeceği zamanlardı.

Günlerce, ~aftalarca orada tefekküre dalardım. Yine böyle bir tefekkür anında, Cebrail olduğunu öğrendiğim bir melek bana

(12)

göründü ve "İgra"' dedi. Baktım, yeri, göğü ve ufku kaplamış­

tı. İlk defa gördüğüm için çok heyecanlandım." Daha sonra Efendimiz evine döndüğünde hala titriyor korku ve heyecan- dan. Hz. Hatice anamız da hemen su serpti Efendimizin üze- rine ... İşte, korkan kişiye su vermenin kaynağı 'da bu olaydır.

Hala yaşanmaktadır; ya su içirilir, yüzüne su serpilir.

Anadolu'da bir örf daha vardır. Yetimlerin başı okşanır.

Ben, amcalarımdan iyi _hatırlanın; yetim kalmıştım küçük yaş­

ta... Onun için beni gördüler mi, başımı arkadan okşarlardı,

elimden tutar ve başımı okşarlardı. Bu adet hala var. Meğer bu da hadis imiş. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki: "Kim kalbinin yumuşamasını istiyorsa, nzkının bollaş­

masını istiyorsa yetimlerin başını ·okşasın. " Başını okşamak yetmez, cebine de biraz lira koysun .. "Elinin uğra­

dığı her saç teli adedince sevap yazılır" buyruluyor.

Kadınlar çocuklara nazar değmesin niyetiyle kendi araların­

da toplantı yaparlar. Bir kaö içerisinde su getirtirler ve orada bulunan kadınlara parmaklarını, ellerini batırtırlar kaba ... Ana- dolu'da köylerde görülen husus bu; İstanbul'da da bazı yerlerde var, yapıyorlar. Ondan sonra bu suyu çocuğa ya içirirler veya elini yüzünü yıkarlar. Meğer bu da sünnetmiş ...

Hendek Muharebesi'ni hepimiz biliyoruz. Peygamberimi- zi Bedir'de yen~meyen ve Uhud'da da sonuç alamayan müş­

rikler var... Bütün güçleriyle, bütün kabileler toplanır. On bin

kişilik bir güç ile Medine'yi mtihasara ederler. Medine'deki müs- lümanlar da İran'lı Selman-ı Farisi hazretlerinin teklifi ile sa- vunma harbini benimseyerek hendek kazmaya başlarlar. Sel-

man-ı Farisi bu işde ehil olduğu için, diğer insanlar henüz bir

hendeği bile kazamamışken, kendisi dört tanesini birden bitiri-

(13)

verir. Arkadaşları ise kendisinin bu maharetini hayretle anlatır­

lar birbirlerine... Bu esnada Selman-ı Farisi hazretleri aniden

olduğu yere yığılıverir. Nazar değmiştir kendisine. Durum Ra- sülüllah Efendimize haber verildiği vakit, bu sözü söyleyen kişi­

nin bir abdest almasını ve suyunu da Selman'ın üzerine dökme- lerini emreder. Hakikaten Selman-ı Farisinin ayılmasına bu su sebep olur.

İşte kadınların da kendi aralarında yaptıkları bu yöntemin

kaynağı bu hadisedir. Biliyorsunuz nazar haktır. Maşaallah,

Barakallah, Sübhanallah demezseniz1 inanın adamı mezara bi- le gönderirsiniz, sebep olursunuz. Şayet bir sayıma gidilecek olsa, ölenlerin çoğu bu nazar vesilesiyl~ mevta olmuşlardır.

Onun için bir hayret ifadesiyle karşılaşıldığı vakit (Kur'an'da da

geçtiği üzere:) "Maşaallah, la kuvvete illa billah" de-

mek lazımdır. --

Düğün yapıldığı vakit köylerde yemek verilir. Şimdi davul

çalınıyor. .. Bu da sünnettir. Davul çalmak değil, yemek yedir- mek sünnettir. Çalgı çalmak sünnettir demiyeceğim ama, da- vula da ses çıkarmıyoruz biz. İtiraz edeceksen et de, yalnız, aslan sütünü kabul etmiyoruz biz. O yok! Yemek vermek var;

bu da sünnettir.

Birisi Peygamber Efendimize evleneceğini fakat elinde mad- di imkanının bulunmadığını söylemiş. Peygamber Efendimiz de kendisine, bari bir koç kesmesini tavsiye etmiştir. Düğün evin- de, düğün sahibinin yemek yedirmesi sünnettir. Hatta düğün

evine davet edilip de gitmemek Allah ve Rasülüne isyan et- mektir. Vacip olduğu için özrün yoksa gideceksin. Çünkü mü'- min, mü'minin kardeşidir. Sevincine ortak olacak, üzüntüsünü paylaşacaktır: Düğün bayram elle olur. Sen gitmezsen düğün

(14)

şenlik olur mu? Bulunduğu bir düğünde Hz. Aişe Anamıza, eğlence manasında bir şeyler olup olmadığını sormuş Peygam- ber Efendimiz. Ensar'ın bu tür şeylen sevdiğini bildiği için "Ge/11

çalınmasını istemiş. Gel, o zamanın çalgısıdı~.

Def çalarak nikahı ilan edin. Eskiden bizim çocukluğumuzda '

def çalınırdı. Hatta ben de oğlumun düğününde def çaldım. Bu sünneti ihya etmiş olalım diye. Bu adet de buna dayanır. Hatta

kahramanlık şiirleri de okumuşlar def eşliğinde, Peygamberi- miz ses çıkarmamış bunlara. Hatta Buhandeki kayda göre, böyle bir şenlik günlinde kızlar Hz. Aişe anamızın evinde -ki mü'minlerin annesidir- analarının evinde neş'elenmişler. Def

çalıp, şiirler söylüyorlar ve Bedir kahramanlarını övüyorlar.

Kahramanlık şiirleri okuyorlar def çalarak... Peygamberimiz gelip durumu görünce, sesini çıkarmadan bir köşeye oturmuş.

Derken, Ebubekir (ra) Efendimiz gençlere çıkışınca, Pey- gamberimiz de bırakması için talimatta bulunmuş.

Sizde var bilmiyorum; bizim orada gelin arabaya bindi- rilir oğlan evine gönderilmek üzere. Bu esnada yanında veya arkadan kız evinden birkaç kadın da gelinle birlikte giderler.

Niye gittiklerini bilmiyorum ama bu da sünnettir. Hz. Aişe ana-

mızı evlendirdikleri vakit anası gelmiş, yakın arkadaşları gelmiş

ve kendisine dua etmişler. Allah bahtını güldürsün kızım de- miş anası. Kız anaları şimdi de aynısını söylüyorlar. Bu adet de asr-ı saadete dciyanmaktadır. Sünnettir tabii.

Biliyorsunuz yatarken kap ve kaçakların ağızlan kapatılırdı.

Ben -bunu annemden, teyzemden çok gördüm. Evdeki ablaları­

mıza bu hususta çok sıkı tembihatta bulunurlardı yatmadan ewel. Dikkat edin! Ağzı açık kap kaçak kalmasın. Kapları kapatın, ağızları açık kalmasın. Kilidi sürgü/eyin ve ışıkları

(15)

söndürün ... Meğer bu da sünnetmiş. "Yediğin kabın ağzı­

kapat. Bismillah de. Hem şeytan açmaz kapalı kabı. Bir şey bulamazsan bir değnekle bile olsa kapat. " Buhari ve Müslim'de vardır. Ben bunu çok gördüm.

Tabii şimdi buzdolabı çıkh ve bu adetlere yer kalmadı ama buz-

dolabı olmayan evlerde, bu sünnetin yaşatıldığını ben tesbit ettim. Devlet şimdi televizyondan reklam ediyor. İki lambanın birini söndür, enerji tasarrufu yap diye. Şunları öğretsene ya- hu! Bak, ne güzel oluyor işler.

Ben sosyete hanımlarında bile görmüşümdür; biliyorsunuz 10 Muh9rrem'de Aşure pişirilir. AşOre pişirmek de sünnettir.

Musa (as)'ın da sünnetidir. Musa (as) denizde boğulmaktan bu günde kurtuldu. Onun yerine yahudiler bunu yapıyorlar, oruç tutuyorlar. Nuh (as)'ın da sünne,tidir. NCıh Tufanı'ndan sonra al-

ay suların üstünde çalkalandıktan sonra Cudi' Dağı'nda

karar kıldı. Bu dağ nerede bilmiyoruz ama Kur'an'da var. On- dan sonra kargayı göndermiş, konabilecekleri müsait bir yer bulabilir miyiz diye... Karga da leşi sever biliyorsunuz; bir leş

bulunca orada kalıvermiş. Ondan dolayı ben kargayı pek sev- mezdim. Tefsirlerde de pek iyi anılmazdı.

Fakat; bir Allah dostu zat, bizim kargaya minnet borcumu- zun bulunduğunu söyleyince, şaşırıp sebebini sordum. Şöyle

cevap verdi: ''Adem (as)'ın iki oğlundan Kabil, Habil'i öl- dürdü. Ondan sonra cesedi ortada kalınca, pişmanlık duy- du: İki tarafına şaşkın şaşkın bakınırken, bir karga gelip

toprağı kazmaya başladı. Dolayısıyla biz insanlar gömmeyi kargadan öğrendik." Aynca, başka kuşların çiftleştiğini gör- memize rağmen, karganın bu işi gayet mütesettir bir şekilde ifa ettiğini de o' zattan öğrenmiştim. Demek ki öyle güzel bir hay-

(16)

van o, hayvanlar içerisinde iffet ve namusuna en düşkün ola-

... Hülasa; Allah'ın yarattığı herşeyde bir güzellik var.

NCıh (as)'a dönersek; gemide alb ay boyunca yiyip içmişler.

Sonunda erzak tükenince, kınnb babında ne buldularsa bir ara- ya getirip pişirmişler. AşOre de böyle olmuyor m~? Peygamber (as) da yapmış bunu. O günde oruç tutmamızı tavsiye edi:Yor.

Hatta, yahudilere benzememek için, bir gün evvel tutmamızı

söylüyor. İbadette bile müslümana benzememizi, kafire benze- mememizi söylüyor. Aynca Hz. Hüseyin Efendimizin şehadet

günüdür 1 O Muharrem ... Onun için bu adet de sünnete ve dini temellere dayanmaktadır.

Biliyorsunuz Cuma akşamları hocaefendiler, cemaatlanna tevbe istiğfar ettiriyorlar. Bu da Peygamberimizin emridir. Bu adet devam ediyor. Başka gün camiye gitmeyen adam, o gün gidiyor. İmanını tazeliyor. Bu da hadislere dayanıyor.

Anadolu'nun birçok köyünde ve evinde mutlaka bir horoz vardır. Horoz beslemek de sünnettir. Peygamberimiz "Horo- za sövmeyiniz, çünkü namaz vaktinde uyandınr"

buyurmaktadır. Horozun cinleri oyaladığı ve eve sokmadığı bi-

linmekt~dir. Aynca horoz öttüğü zaman dua edilmelidir. Horoz

öttüğü zaman melek gördüğü içindir. Meleklerin 'amin' dedikle- ri dua kabul olur. Aksine, eşek anırdığı zaman da şeytanı gör- müştür; Allah'a sığınmak lazım. İşte bu hadise binaen horoz beslenir Anadol~'nun köylerinde ...

Anadolu evlerinde el değirmeni vardır. Bizim evde hala var-

dır. Sapı vardır; öğütürsün. Arpayı, mısın buğdayı. ... Ben, bu nedir diye merak ediyordum. Meğer o da sünnet imiş! Mesela evlerde ocak vardır, tandır vardır, kuyu vardır. Peygamber aleyhisselatü vesselam buyuruyor ki: "Dört şey evlerde be-

(17)

reket sebebidir. Koyun berekettir, kuyu berekettir, el değirmeni berekettir, ateş berekettir."

Elektrik olmadığı zaman, Allah korusun harp çıksa, fırınlar

ekmek çıkarmadığı zaman millet ne yapacak? Halbuki evde el

değirmeni olsa bulunan buğdayı öğüterek karnını doyurabilir- sin. Bunlar İslam'da olduğu gibi Anadolu'nun köylerinde de var. Şu söylediklerimi Buhara ve Semerkand köylerinde gör- düm. Daha geçen ramazandan bir hafta ewel gittim. Çok en- terasan geldi bana. Tamamen din! kökenlidir bu adetler.

Belki Çanakkale'de ve İstiklal Harbi'nde bulunsaydık ya-

şayacaktık belki? Ama oralarda biz bulunamadık. Mehmetçik

savaşırken ne diyor? Allah Allah diyor. Bu da Peygamberimi- zin sünnetidir. Allah 'ın ismiyle gaza ediniz buyuruyor Allah Rasü1ü. Ben askerliğimi Yedeksubay olarak yaptığım

için, o sıralarda Bölük Komutanıydım. Birliğimizde Yarbaylar,

Binbaşılar, yüzbaşılar var. Onların hiç namazla ilişkisi yoktu.

Bir alarm geldi ve apar topar hazırlandık. Gece vakti götürü1üp mevzilere yerleştirildik. Bizim kumarcı dediğimiz namazsız bir yüzbaşı vardı. İnanın insan öyle bir hayava girdi mi, iş değişi­

yor. Herkes bir başladı birbiriyle helalleşmeye; hepsi süper müslüman oldu. Allah Allah diyerek uçaklara, mevzilere koş­

maya başladılar ...

Bu milletin temelinde Ras0lü1lah'ın sünneti yatıyor. O ku- marbaz yüzbaşı bile Allah Allah diye koşmuştu. Ben şahit ol- dum. Bu adet de sünnete dayanır. Savaştan sonra dua ve sec- de edilir. Bu böyle olmuştur.

Peygamber Efendimiz Mekke-i Mükerreme'yi fethettikten sonra hemen secdeye kapanarak şükür secdesinde bu- lunmuştur. Fatih'e bakıyorsunuz; surlar yıkıldıktan sonra, he-

(18)

men atının üzerinde İstanbul'a gelmiş ve şükür dualarında bu-

lunmuştur. Bizim bir akrabanın oğlu Kore'den geldi. Kore Sa-

vaşı'na katılmıştı. Hemen arabadan iniverdi ve şükür secdesin- de bulundu. Bu da; savaştan hemen sonra şükür secdgsinde bulunm$ da sünnettir ve halen yaşamaktadır. '

MalQm; Anadolu köylerinde kanayan yaraya kül basarlar, öyle değil mi? Olur mu hocam, şimdi her yerde eczane var, di- yecekiniz. Ama halen köylerimizde kanayan yaraya kül basar- lar. Bu da sünnettir. Çünkü Uhud Muharebesi'nde, sahabeler Peygamber Efendimizin sözünü tutmuşlardır. Peygamberimiz

savunmasız kalmıştı. Mübarek yanağı yaralandı ve dişi kırıldı.

Sonradan Uhud Dağı eteklerine çekildi. Medine'deki kadınlar

durumu haber almışlar ve Uhud'a gelmişlerdi. Hz. Fatıma ana-

mız Peygamberimizin yarasını yıkadıkça kan çoğalıyor. Bir tür-dineceği yok. Hz. Ali Efendimiz o sırada bir ateş parçası bu- larak külünü getirmiş, Peygamberimizin yanağına basmış. Böy- lelikle kan dinmiş. Dolayısıyla, kanayan yaraya kül basmak da sünnete dayanır.

Bir memlekete sevilen bir adam geldi mi, herkes yollara dö- külür. Caddenin iki yanına dizilerek çiçek atarlar. Peygamber Efendimiz diyor ki: "Müslümanlann fakirleri, zenginle- rinden beşyüz sene evvel Cennet'e gireceklerdir. "

Zengin kardeşlerimiz alınmasınlar.

\

Şimdi, yurt dışına gittiğim zaman, bazen arabayla gelirken

bakıyorlar: Memur adam; ne yesin, ne alsın? Fazla parası da yok! diyerek, gümrük memurları güle güle diyorlar. Arkamda- ki adam, arabanın altını üstünü doldµrmuş. Ona da diyorlar ki:

Beyefendi şuraya çek! Her valizi açıp bakıyorlar. Daha onlar onu sorguya çekerken, ben İstanbul'a varıyorum, yatıyorum. O

(19)

hala hesabını veriyor. Cennet'te de böyle. Hiçbir şeyi olmaya- na güle güle diyecekler. Ötekiler de hesab için bekliyecekler.

Peygamberimiz; fakir fukara, zenginlerden iyilik görmüş ise, zenginler girince çiçek yağmuruna tutacak, diyor. Onlar Cennet'e girerken, arkasından memurlar girecek. Sen daha hesap vereceksin, diyerek durduracaklar. Ama, karşılama var ya, hani çiçek atarak yolun iki yanına dizilme, bu da sünnettir.

Askerliği yapbnız, okulda öğrenciliği yapbnız. Öğrencileri veya askerleri ictima eylemek için ne yapıyorlar? Boru öttürü- yorlar. Kur'an'da var bu. Allah da bizi bir gün toplamak için boru öttürtecek, İsrafil (as)'a ... Ama, o bizim borulara benze- mez. Nasıl boru, bilmiyoruz. İnsanların toplanmalarını sağla­

mak için, boru öttürmek var. Başka şey de olabilirdi. Çan ça- labilirlerdi, def çalabilirlerdi. İctima için, bunun da kaynağında

ben bu ilahi şeyin olduğunu zannediyorum.

Anadolu'nun köylerinde sülük tutarlar biliyorsunuz. Bu da sünnet. Devaların en hayırlısı, buruna çekilen enfiyedir. Buru- na çekildi mi ne varsa söktürür. Her zaman içmemekle birlikte ilaç için kullanılması tavsiye ediliyor. Aynca, kan aldırmak, yü- rümek, müshül kullanmak, sülük tutmak da var ...

İşte buna binaen kan aldırılır ve sülük tutulurdu. Şimdi kan

aldırmak, hacamat olmak var. Bağırıyor radyo ve televizyon- lar, kan verin diye. Kan vermek sünnettir, hem gençleşirs~niz.

Kan hücreleri yenilenir. Hem sevap, hem de sağlık kazanırsı­

nız. Yalnız, para ile yapmayın bu işi. İnsan parçası olduğu için parayla sablmaz, haramdır. O zamanlar Kızılay yok, kan ala- cak teşkilatlar yok. Sülükleri yapışbnyorlar. Kanı böylelikle

almış oluyorlar ,

Anadolu'da nereye gitseniz, camilerin yanında şadırvan var-

(20)

dır değil mi? Tuvalet uzakçadır. Size, hakiki Anadolu örflerini

anlatıyorum. Şimdi bizde, yani biz hiçbir milleti hor görmeyiz.

Müslüman olan herkesi severiz. Irkçı filan da değiliz haa ...

Yanlış anlamayın.

Araştırmamız bizim milletimiz hakkında. Ben, Anadolu köy ' çocuğuyum. Şimdi, arkadaşlarım gücenmesinler. 1969 yılinda

karayoluyla hacca gittik. Gece Riyad'a vardık. Camide tuvalet

bulamadım. Bir Arap yakaladım. hamamın nerede olduğunu

sordum. Bana sahrayı gösterdi. Ayıp olur dediğimde de olmaz dedi! Tuvalet kavramı yok. Ama bizim millet, camide tuvalet yapar, şadırvan yapar. Çünkü hadis var. Buna binaen Ana- dolu'nun her camiinde tuvalet vardır.

Evet, be!U günlerde mevlüt okuturuz. ·Geçmişlerimizin ru- huna hatimler indiririz. Evlerimizde buhur yakarız değil mi?

Hadisde ne diyor, bakınız: "Evlerinizde buhur yakınız, yavşak otu yakınız, kekik otu yakınız, gelin çiçeği yakınız. Evlerinizi kokutunuz. " Bu adet de bu hadise da-

yanmaktadır.

Şimdi, esnemek iyi bir şey değil biliyorsunuz... Esneyen adam ne yapar? Elini ağzına kapar. Bilsin veya bilmesin, bunu yapar. Bu da dini temele dayanır. Peygamberimiz şöyle buyu- ruyor: "Esnemek şeytandandır. Sizden biri esnedi mi ağzını lfapatsın, mümkünse yumsun. Elinden gelmiyorsa, eliyle ağzını kapasın. Eğer, böyle ypp- mazsa şeytanı güldürmüş olur." Bu adet de, bu hadise

dayanmaktadır.

Siz marangozları, tamircileri gördünüz mü? Çalışırken ka- lemi nereye kıstırırlar? Kulaklarına kıstırırlar. Bu da hadistir.

Bakın hiç kimse bunun hadis olduğunu, sünnet olduğunu bil-

(21)

miyor. Ama sünnettir, hadistir. Zeyd b. Sabit (ra), Kur'an'ı

toplayan hafızların reisidir. Diyor ki: "RasOlüllah'ın yanına gir- dim. Yanında bir katip vardı ve O'na şöyle tavsiyede bulunu- yordu: "Kalemi kulağına kıstır. Unuttun ma hatırlar­

sın. " Bu adet te sünnete dayanmaktadır. Aslı bilinsin veya bi- linmesin temeli sünnettir.

Hastaya, köylerde yedi çeşmeden su getirirler ve onu yı­

karlar. Ben köyümde çok şahit oldum buna. Çocuk hasta olur;

yedi çeşmeden sabah namazında su doldururlar ve yıkarlar. Bu da sünnettir. Peygamberimiz (sav) hastalandığı vakit de· aynı şeyi yapbrmıştır. Dolayısıyla bu da sünnete dayanmaktadır.

Hasta ziyareti bizim örfümüz, adetimizdir.- Aynca, hastanın yanına varıldı mı, bir elimizle elini tutarız, bir elimizi de alnına koyarız. Bu da sünnettir. Peygamber Efendimiz, bir hadislerin- de: "Hastayı ziyaret edin. Ziyaretinizin tam olması

için yanına oturduğunuzda elinizi alnına koyun ve hal hatır sorun" buyuruyor.

Biliyorum, birçok köylerimizde ?tt yarışları yapılıyor. Bil- hassa Erzurum'da her hafta yapılır. Ben Erzurum'da dört sene görev yapbm. Çocukları alıp, her hafta giderdim. Bu da sün- nettir. Memleketimizde hala at yarışları yapılıyor. Hatta Pey- gamberimiz, at yarışlarına kablmak için, alını zayıflatmış. Ka-

rınlı at koşamaz. Kasık ve karın çekik olacak ki, iyi koşsun.

Aynca deve yarışları düzenlemiş Peygamber Efendimiz.

Bizim, Denizli ve Aydın tarafında, bu deve yarışları el'an ya-

pılmaktadır. Ama bizim keratalar işin aslını terketmişler, kumar oynuyorlar. Aslında sünnet. Güzel bir adet fakat, kumara dö-

külmüş. Buriu seyrederken de içiyorlar.

(22)

Mesela oğlunuz Şımak'ta asker; bekliyorsunuz, gelecek diye. Garaja gelmiş, sürpriz yapmak için komşunuzun oğlu:

"Hacı Amca! Bahşişimi isterim, oğlun geldi" diyor. Canınızı

bile verirsiniz değil mi? Çünkü ölümcül bir yerden geliyor. Hal- buki yanlış! İnsan Şımak'a gidecekse de ölür, Konya'da kala- caksa da... Ölmeyecekse şayet, ateşin içerisine atsan da. öl- mez. Allah'ın ecelini kimse erkene alamaz. Ayet bu. Ama biz- ler zayıf insanlarız. Ateşin içinden geldi, çok seviniriz, hediye veririz. Peygamberimiz de öyle; O da hediye vermiş. Bu da sünnete dayanır.

Şimdi yolda, otobüste, yolculuk esnasında birisine rastladı­

nız. Bizim adetimiz nedir? Selamünaleyküm, merhaba, na-

sılsın, iyimisin? Neredensin hemşerim? Falan yerden misin, kimlerdensin, Babayın adı ne? Sorarız bunları. Bu da sünnet- . tir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Yolculuk yaptığı­

nız kimsenin adını sorun. Hatta babasının adını,

dedesinin adını, kabiles.inin adını sorun." Bu da sün- nettir. Bu halen yapılmaktadır.

Hiç namaz kılmasa, dilli terbiye almasa bile, Üniversite

yurtlarında kala kala biz görüyorduk. Sabahleyin kalktı mı, ilk

el yıkamaktır biliyorsunuz. Hemen elini yüzünü yıkamak

ondan sonra bu hale devam ediyor. Hiç namaz kılmayan adam bile yapıyor bunu. Halbuki bu sünnettir. Peygamberimiz bu- yuruyor ki: "Uykudan kalktınız mı, elinizi, gözünüzü

yıkayınız. Bunlan yapmadan hiç bir işe başla,-,,.ayı­

nız. '~Adam bilmeden bu sünneti yapıyor.

Meclise giren ne der? Bizim Anadolu insanı: Selamünaley- küm ağalar! der. Selam vermek sünnet, almak farzdır bi- liyorsunuz. Meclise geldiniz mi, yolda rastladınız mı sel1:ı.m ver-

(23)

melisiniz rnüslürnanlara. Selam verir otururuz; ondan sonra merhaba, merhaba, merhaba... Bu da sünnettir. Bununla bir- likte bir yerden ayrılırken de yine selam vererek ayrılmak du-

rumundayız... Bunlar tamamen hem ayete, hem de sünnete

dayanır. Ayeti kerimelerde; size selam verildiği vakit, siz onu en güzel bir şekilde (ziyadesiyle) alınız, buyurulrnaktadır. Yani selamünaleyküm denildiği vakit, bizim de (ziyadesiyle) vealey- kürnselarn verahrnetullahi ve berakatüh dememiz gerekmekte- dir. Şayet, aleykümselam ile mukabele edersek, bu benim se- lama ihtiyacım yok, senin olsun dernek kadar abestir.

Şimdi, meclislerde bir odada yer yok. Mesela şimdi şu ön sı­

rada yer yok ama, şimdi buraya Vali gelse, bir Kumandan veya bir yaşlı gelse hemen: Buyurun Efendim! derler. İşte bu da sünnettir. Peygamberimiz diyo_r ki: "Mecliste üç kişiye yer

açılır. Alime ilminden dolayı, idareciye adil idaresi sebebiyle, yaşlı adama yaşlılığından dolayı yer ve- rilir. " Bu konuda daha çok hadisler vardır. Gençliğinde ih- tiyarlara saygıda kusur etmeyen kişiye Allah, ihtiyarlığında ken- dine saygı duyacak kimseler halkeder.

Misafirlere ikramda bulunmaya sağ taraftan başlayacağız.

Peygamber Efendimizin sağında bir çocuk, sol tarafında Ebu- bekir Efendimiz var. Süt ikram etmişler kendilerine. Sütü iç-

miş Peygamber Efendimiz; kalanını da Ebubekir Efendimize

uzatmış; ümmetin hayırlısı diye. Bu sefer de çocuk itiraz etmiş:

Ya Rasulallah senin artığını hiç başkasına bırakır mıyım,

diye. Onun için önce sağdan başlayacağız. Kime vereceğiz? En

yaşlıya; alim varsa alime. İlim, yaşlılıktarı önce gelir; ilme hür- met edeceğiz. İslam ilme saygı duyan bir dindir. Herşeyin te- meli ilim. Yaşı küçük olabilir; alimse önce ona, ondan sonra

(24)

onun sağındakinitakiben devam edeceğiz. Bu da sünnettir. Za- ten, bu sağdan ikram edilir diye adet halinde yaşıyor ama kim- den başlayacak konusunda bazen karışıyor.

Bizim köylerimizde, ayakkabıyla yemek yenrn_ez; siz de bili- yorsunuz. Sofraya oturulur, yemek yerken ayakkabılar çıkarılır.

Bunu Peygamber Efendimiz buyuruyor. Şimdiki lokantaların icadını biz bulmadık; .Batı'dan geldi biliy9rsunuz. Bizim icadımız olsa usulü vardır. Oda usulü .... Odalarda misafirler ağırlanır, bağdaş kurulur, yere oturulur, ayakkabılar çıkarılır. Şimdi iş de-

ğişti. Restaurantlar açıldı. Aslen, Fransızcadır; oradan gelir.

Yemekte topluca sofraya oturulur ve topluca bir kaptan ye- nilir. Tek kaba herkes aynı anda kaşık salar. Peygamber Efen- dimiz: "Bir kaba, ne kadar el uzanırsa o kadar be- reketli olur" buyuruyor. Bu da sünnettir. Anadoluda adet budur. Yemeğe besmeleyle ve sağ elle yenmeye başlanır. Pey- gamberimiz sol eliyle yemek yiyen bir çocuğu, sağ eliyle yeme- si için uyarmıştır. Şimdi bile 'köylerimizde çocuklar uyarılırlar, sağ elle yemeleri için. Hatta bir Amerikalı Profesörün araştır­

ma sonucu hakikaten manidardır. Diyor ki: ''Dünyadaki hapis- hanelerin hemen hemen % BO'inde bulunanlar sol elleriyle yeyip içiyorlar. Sol eliyle yeyip içmenin karakter bozukluğu

ile ilgisi vardır." Bununla birlikte sofradaki dökülen kırıntıları

yiyenlerin nzkın,ın bol olacağı bildiriliyor. Kendisi ve nesli ah- mak olmaz akıllı olur, deniliyor. Dahası, eli ayağı düzgün olur,

yakışıklı olur deniliyor. Nimete saygı ne kadar güzel bir şeydir.

Biz bunu çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara iyi anlatabilirsek, ekmek artıkları çöpe gitmez, yemek artıkları çöpe dökülmez.

Bunun yerine inanın kaç tane fabrika kurulur, kaç tane şehre

su getirilir, yol yapılır.

(25)

Mesela su içen çocuklarımıza, bardağı hohlamamalarını

söyleriz. Bu da sünnettir ve hadise dayanmaktadır. Aynca mi- safir geldimi kapıya kadar uğurlanır. Bu da Peygamberimizin sünnetidir.

Şimdi bu örf ve adetlerimizin dışında kısaca deyimlerimize Je gireceğim.

Mesela biz bir işi yapacak olsak "İnşaallah" deriz. Bu

Al-

lah'ın emridir. Kur'an'da, bir işi yapacak oldunuz mu inşa­

allah deyin, buyuruluyor.

Olmayacak bir için ne denir? Arkadaş! Deve iğne de-

liğinden geçtiği zaman bu olur. Tamamen Kur'an tabiridir.

Diyor ki Allah Zülcelal hazretleri "Deve iğne deliğinden geç-

tiğinde kafirler de Cennet'e girecek!" Allah öyle diyor. Geçer mi iğne deliğinden deve?! Bu, kafirler asla Cennet'e giremiye- cekler, demektir.

Bazı adamlara bir işi yapmaları için teklifte bulunduğun

zaman dilini sarkıtır, dur dersin, dilini sarkıtır. Bu da Kur'an ta- biridir. Gözleri belermiş kalmış ya, herife bak! Gözleri belerrniş

insanlar Kur'an-ı Kerim'de vardır.

"Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste." Bu tabir de İbrahim Suresi kırkıncı ayettedir. Kafir bile olsa mazlCımun ahını almamak lazımdır. İleridi aheste aheste çıkar. Onun in-

tikamını Allah alır.

Allah zenginliği dilediğine, ilmi de çalışana verir değil mi?

Bu bizim deyimirnizdir ve aynı zamanda ayettir. Eee Hocam, hiç çalışmayalım, o zaman Allah adildir. Çalıştığın kadar yine veriyor sana.

Bizim atasözlerimizdendir: "Yahu şuna bak! Şeytan çarp-

(26)

mışa dönmüş" deriz. Bu söz, faiz yiyenler için Hz. Allah'ın kul-

landığı bir tabirdir. Bu da ayette vardır.

''Kardeşim yahu, asılmaya gider gibi gidiyorsun ya" der miyiz, isteksiz adamlara? Aynen Kur'an'da vardır., Ölüme gider gibi, asılmaya gider gibi, ayette vardır.

Bazen birisine yaptığımız yemek teklifi geri çevrildiğinde:

'Zıkkım ye! deriz. Kur'an'da vardır. Cehennem ehline zakkum

yediıilecektir. Zakkum ağacının yaprakları fena halde acıdır

çünkü.

Şimdi,. adama anlatıyorsun, terbiye ve edep vermek için uğ­

raşıyorsun. Fakat bir türlü anlamıyor ve biz de ne diyoruz?

"Kardeşim, ne yapayım? Adam yontulmamış odun!" diyoruz ya, aynen bu da Kur'an-ı Kerim'de vardır.

Aynca suratını asma yahu, surat asma var mı? diyoruz ya ... Bu tabir Kur'an'dan alınmadır.

"Kötüli1ğe kötülük her kişinin harcı, kötülüğe iyilik er ki-

şinin karı." Bu sözün de kaynağı Kitabımızdır.

Atasözlerimizden: "Son pişmanlık fayda vermez!" "Allah

yarattığını aç koymaz", "Çok bilir, uygulamaz'~ ''Birisine ar- ka çıkmak", bildikleriyle amel etmeyen cıdama: "Kitap yüklü

eşek gibi'~ ''Pişmiş kelle gibi ne sırıtıyorsun?'~ "Baygın ba- kışlı'~ Ah, ne kulağı kesik o'~ "Ürkek eşek gibi" tabirlerimiz tamamen Kur'anı veya Hadisi ifadeierden esinlenerek ortaya

çıkmış deyirnlerimizdendir:

"Sakar adam" deriz. Sakar, biliyorsunuz Cehennem'in adı­

dır. "Çıkmaz ayın çarşambasında bu olur", "Gavurdan dost olmaz'~ '1badet de gizli, kabahat de", "Besmele duy-

muş şeytan gibi", "Dünya ahiretin ekinliği", "Verdiğini is-

(27)

teyen, kusmuğunu yalayan köpektir", "Derdini veren Allah

dermanını da verir", "Şeytan doldurur", "Su kücüğün, söz büyüğün" '1stihare eden utanmaz, istişare eden pişman ol- maz, iktisat eden fakir düşmez" ve bunun gibi daha yüzlerce deyimimiz tamamen ya Kur'an'ımızın ayetlerine veyahut Ra-

sO.lüllah'ımızın sözlerine dayanmaktadır.

Şimdi görüyoruz ki, doğumumuz İslam, Kur'an ve Hadis ...

Yaşamımız ve ölümümüz bu değerlere dayanıyor. Biz, böyle bir milletiz. Bizleri bu hale getirenler de, şu anda manevi huzu- runda bulunduğumuz Mevlana Celaleddin gibileri. Anadoluya en etki edenlerden biri de Mevlana'dır. Anadolu insanının kim- liği İslam'la oluşmuş. Şimdi bir sonuca varacağız. Gördünüz yani, bu bir araştırmadır. On beş yıllık bir çalışmanın ürünüdür.

Fatih, İstanbul'u fethetti, _Fatih oldu. Mehmet değil, Fatih oldu. Evet, Sultan Fatih, Peygamberi çok seven, Sünnet-i Se- niyye'ye tabi olan bir müslüman. Bir sebep de neydi biliyor mu- sunuz? Bizanslı'nın kişiliğinin o anda değiştirilmesidir. Bizans İmparatoru, Ortadoks Bizanslıları zorla Katolik yapmış, Pa- pa'dan yardım istemiş, O da kabul etmiş ve milleti zorla katolik

yapmışlar. Millet askere, bizim paramızı alırlar diye gitmediği

gibi, altınlarımızı elimizden almasınlar diye de toprağa göm-

müştür. Yahu, demiş Bizanslı: "Benim dinimi değiştiren, inancımı elimden alan adama niye asker olacakmı­

şım? Niye para verecekmişim?!" Savaşmayıp parasını

da toprağa gömmüş.

Bir milletin inancını, kişiliğini elinden alırsanız savaşmaz.

Ayakta durmanın bir tek yolu vardır; kişiliğine sahip çıkmak!

Bizim kişiliğimiz bu; İşte bakın, bir araştırmanın sonucu bu ...

Bizler İslam'la bütünleşmiş ve yoğrulmuşuz. Şimdi bizim ki-

(28)

şiliğimizi elimizden almaya çalışıyorlar. Avrupalıya benzeyin di- yorlar. Bu dayatmanın yapıldığı Tanzimat Döneminden bu yana dik bir eğimle çökmüşüz. Vak'a bu! Dirilmenin yolu var.

Bizim asıl hüviyetimiz İslam'la bütünleşmek, yine İslam'la bü-

tünleşmek, yine İslam'la bütünleşmektir.

Kişiliğimizi bulalım! O zaman paramız da yetecek, en çalış­

kan adam da bizden çıkacak. Kimse kimsenin yatağındaki ço-

cuğu öldürmeyecek... -

Sabırla dinlediniz; teşekkür ederim. Sağolun, varolun, Allah hepinizden razı olsun ...

Referanslar

Benzer Belgeler

Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması Seçici Kurul Toplam Puanlama Formu A) Yarışma Bilgileri.

‹flte bu çift yönlü özelli¤in gere¤i olarak Kur’an-› Kerim’in iki türlü okunufl flekli vard›r: Bunlardan birincisi, genel olarak zihinsel bir yaklafl›mla

‘ Sizin hepinizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de sadece bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir; Allah her şeyi işitir, her şeyi

Bu ilim, Kur’ân harflerini zat ve sıfatlarına uygun, ihfâ, izhâr, iklâb ve idğâmlara riayet ederek okumanın yanında; kelimeleri medlûl ve mânâlarına yaraşır

Lîn harfinin bulunduğu kelime üzerinde vakıf yapıldığında (durulduğunda) lîn harfinden hemen sonra sükûn olduysa medd–i lîn meydana gelir ve lîn harfi uzatılarak

(Bakara suresi, 98.ayet) D) “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru

Bu durumda, med harfinden sonra lâzımî sükûn geldiği için medd-i lâzım olur.. Cezimli harflerin sükûnu da

Medd-i Lâzım Harfi Müsakkale: Med harfinden sonra med sebebi olan lâzımî sükûn ayrı bir harfte şeddeli olarak gel- mesiyle oluşur2. Örnek: ( ْمي ِ ّملآ ْفِلَأ )