• Sonuç bulunamadı

Hasan Ali ile heseplaşma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hasan Ali ile heseplaşma"

Copied!
49
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aylı Kurt Yayınları Küçük Boy : 6 m c v

Nejdet Sançar

H a ş a n  l i

i 1 e

H e s a p l a ş m a

I Ş I L M A T B A A S I İSTANBUL 1 9 4 7

(2)

\

Nejdet

San

çar

H a ş a n  l i

i 1 e

H e s a p l a ş m a

I Ş I L M A T B A A S I » İSTANBUL 1 9 4 7

(3)

Haşan Ali’ye asıl cevabım olacak bu broşürü hazırla­ m akta biraz geciktim. Sebep, broşürde yer almış olan bir »akım bilgilerin ve vesikaların m uhtelif yerlerden gelme­ sini bekleyişimdir.

Esasen bu cevapta acele etmek için pek lüzum da gör­ müş değildim. Çünkü bu broşür tiirkçülerle türkçüliik düşm anlarının yıH ardanberi devam eden ve 1944 baha­ rından sonra daha şiddetli b ir hal alan kavgalarının bir faslına ait bir vesika olacaktı. Bu itibarla, umumî efkârın önüne erken değil, tam olarak çıkm ası lâzımdı.

Bugün, umumî efkâra sunm akta olduğum bu broşür­ le, vazifesini yapm ış olan insanlara hâs b ir iç rahatlığı duym akta olduğumu bilhassa belirtm ek isterim.

Zonguldak. 11/XIJ/1947 N ejdet Sançar

(4)

«Davam» adlı ve iddianam e kılıklı m üdafaaııanıesini oku­ yanlar, eğer o satırla rı sadece okum uş ve üzerinde biraz durm ak ve düşünm ek lüzum unu duym am ışlarsa, bu eski bakana belki de haksızlığa uğram ış bir adam diye acı- m ışlardır. Fakat satırla r arasında dolaşırken biraz dü - şüıımek lüzum unu duyanların, o yüksek edalı ifadelerin altında nasıl bir ruh gizli bulunduğunu l'arketrnemiş ol­ m aları im kânsızdır. Çünkü b ir kalem ııekadar hünerli, ııe derece usta olursa olsun, gizlemek istediği gerçeklerin hepsini birden gözlerin önünden kald ırıp yok edemez.

Yalnız; gülünçlükler, m antıksızlıklar, iftiralar ve ya­ lanlar kolleksiyonu olan ini 156 sayfalık m üdafaanam ede rakipleri küçük düşürm ek için başvurulan taktiklerin hepsini h er okuyanın farketm esinin imkânsız bulundu­ ğunu da kabul etm ek lâzımdır. Çünkü bahsi geçen birçok hâdiseler vardır. Hasaıı Ali’nin bu hâdiseleri ne gibi oyun­ larla kendi işine y a ra r hale getirdiğini anlam ak, ancak onların içinde bulunm ak, onları bilmekle m üm kündür. Çünkü bu eski bakan, bu dem okrasi mağlûbu, kitabında zeytinyağı gibi üste çıkabilm ek için m adalyonun sadece bir tarafını gösterm iştir. H albuki m adalyonun b ir de arka tarafı v ard ır ki onu göstermek de şüphesiz bizim vazife­ mizdir.

Hasaıı Âli, akıllı ve kurnaz bir adam diye tanınan H aşan Âli, kendisini gülünç eden sözleriyle, suratına çar­ pılması m ukadder olan uydurm alarıyla ve nihayet hiç sı­

(5)

- 3 —

kılm adan m em leketin sekiz on milliyetçisine atm aya yel­ tendiği çam urlarla artık akıllılık veya kurnazlık vasfının bir masal, bir lıayal olduğunu bizzat isbat etmiş bulunuyor. İhtim al bunda yediği darbeler neticesi sersemlemiş olması­ nın payı da vardır. F ak at ne olursa olsun, bu siyasî mev­ ta, Davam adlı ıııüdafaanam esiyle kendi çukurunu kendi kazmış b ir mezarcı halindedir. Kendisini b ir kuzu, karşı- sm dakileri b irer ku rt gibi göstermeye çalışan; kemli söz­ lerinin ve iddialarının hepsini doğru, karşısında kilerin sözlerinin ve iddialarının hepsinin uydurm a olduğunu ilâ­ na cesaret eden b ir adam ın, «som altın» la r diye ortaya koyduğu nesnelerin b ir kısm ının bile paslı tenekeler ol - duğıı isbat edilince, hakikat rafların d an düşecek o paslı tenekelerin bu gök kubbenin altında nasıl güm bürtüler çıkaracağını önceden Hesaplaması lâzımdı. Hasarı Âli bu­ nu yapam am ıştır.

Bu broşürde neler yok? Bir yerde «büyük m asraflar

ederek h u ku kî istişareler yapacak m alî kudretim yo ktu »

diyor. Bununla acaba kendisine acındırm ak mı istiyor? Haydi bir iki düşüncesizin acım aya kalktığını farzedelim . Fakat ya o on form alık broşürü bastırm ak için parayı ne­ reden buldu diyenler az mı olacak? İki sütunluk b ir yazı üzerinde hukukî b ir istişare yapm ak acaba 156 sayfalık bir kitap bastırm aktan daha mı çok para ister? Sekiz yıl ha­ kanlık iskem lesinde oturan H aşan Âli’nin bu kadarcık bir parası olmasın mı?!... Sıfır şuna inansın ki bu komikliğine yalnız türkçüler ve diğer m em leket çocukları değil, cümle âlem gülm üştür. Hattâ kızıllar ve belki de dostu Fablı Rıfkı bile gülm üştür.

Ya «bakanlık vazifesinden istifa ettikten sonra...» diye âdeta böbürlenm esine ne demeli? H aşan Ali’nin bu istifa­ sının, tutkalla yapışılm ış k a d a r sağlam oturtulduğu sanı­ lan B akanlık iskem lesinden dem okrasi kuşunun b ir kan at

(6)

darbesiyle yuvarlanm ak olduğunu Türkiyede okur yazar takım ından bilmiyen kaç kişi var? B unları Haşan Âli’nin kom ikliklerine örnek diye değil, hâdiseleri nasıl izah e t ­ meye çalıştığını göstermek için ele alıyorum . İşte Sıfır H azretlerinin hâdiseleri izahları hep böyle.. Yani yıkılışı istifa diye yaldızlam ası k a d ar gerçek ve lâtif!!.

Haşan Ali’nin bütün kızgınlığı tanıklık ifadelerim izin aleyhine oluşu., l’eki, ne yapm alı idik? Sıfır Huzretleri memnun olsunlar diye adalet karşısında yalan mı söyle­ meli idik? Biz, bu davada tanıklık etmeyi kendim iz iste­ medik. Bu davayı çıkaran da biz değiliz. Davacı kendisi­ dir. Biz de sanık m evkiine düşürdüğü bir zatın, kanunun kendisine verdiği haklardan birisini k u lla n a rak m ahke­ meye gösterdiği savunm a tanıklarıyız. Söylediklerimiz ise sorulan suallere verdiğimiz cevaplardan ibarettir. Eğer hu cevaplar Hasarı Âli'nin aleyhinde olmuşsa bunda bizim n e

günahımız var?

Haşan Ali, günahlarının üstüne hir şal örtebilm ek için, m üdafaana meşinde hepimize saldırm aktan çekinmemiş. Kitabında kullandığı laktik, açıkça görülüyor ki, türkçü- leri «kötü kişiler» olarak gösterm ektir. «Bu kötü kişilerin sözleri doğru olabilir mi?» diye zihinlerde h ir tereddüt ya­ ratm ak istiyor.

Bi*/ doğru mu, yoksa iğri mi konuştuk? Bunun takdiri ancak mahkemeye aitti. Ve işte m ahkem e sözlerimizin iğri mi, doğru mu olduğunu tak d ir etm iştir. Bu takdirden, hissesine düşmesi icap eden payın ne olacağını ise, Haşan Ali bulup çıkarsın!..

Haşan Ali, kendisini etrafa biı- melek k a d a r temiz gös­ terebilmek gayretiyle kalem e aldığı ve Ulusta da günler­ ce tefrika ettirdiği m üdafaana meşinde, bunu, gerçeklerin üzerine kal kat şallar örtm ek suretiyle yapm aya çalışmıştı.

(7)

~ 5

-Bu şallardan bir kısmı Kür Şad dergisinde çıkan cevaplar­ la kaldırıldı. Geri kalan lard an bir kısm ını da şimdi burada ben kaldıracağım :

1 Haşan Âli, m üdafaaııam esinde, aleyhindeki iddi­ a ları hep «resmi vesika» lara day an arak çü rü tü r ve çürüt­ mek ister gözüküyor. Onun için önce bu «resmî vesika» lar üzerinde duracağım .

Resmî vesika nedir ve bunlarda yazılı olan h er şey bir gerçek m idir?

üzerinde herhangi b ir m akam ın ünvaııı ve bu unvanın altında da b ir tarih ile b ir num ara bulunan lıer yazıya «resmî vesika» deniyor. Haşan Ali’ye T asvir’de cevap ve­ rirken bu cins «resmî vesika» larııı m utlaka baştanbaşa doğru olmayacağına b ir m isal olm ak üzere, Millî Eğitim Bakanlığının, «Türkçe Metinler» in ders kitabı olarak re­ li utulup okutulm adığı lıakkındaki m ahkem e sualine ver­ diği cevabı göstermiştim. B urada birkaç örnek daha vere­ rek «resmî vesika» denilen yazıların bazılarının m ahiye­ tini iyice belirtm ek istiyorum :

a) Türkçülük aleyhindeki harek et sıralarında, 19 Ma­ yıs 1944 tarih li gazetelerde, Iç İşleri Bakanlığının resm i bir tebliği çıkmıştı. Şu sözler o tebliğdendir:

...Irk çılık ve T u ran cılık g a y eler i güden v e son zam anlarda. fa a liy e tle r in i arttırd ık ları, bu yolda tertip le r a ld ık ları v e a n la şm a la r im zalad ık ları b ilh assa görülen bu k im selerin T e şk ilâ tı E sa siy e K a- n u u u y la m ü esses bugünkü rejim im ize v e v a ta n d a şla rın h a k ik î m iili- yePflUk te lâ k k ilerin e a y k ırı u m d eleri v e bu u m d elere v a r m a k için g ir il c e m iy e tle r i, fa a liy e t program ları, te ş k ilâ t ve propaganda o rg a n ­ ları, h a ttâ m uhaberelerini g izli tu tm a ğ a m a tu f şifreleri v e p arolaları vardır.

Bu resmî tebliğ b ir «resmî vesika» olduğuna göre, şu y u k an k i sözlerin hepsinin doğru olduğunu kabul etmek mi icap edecek? Resmî tebliğ şifreden, paroladan, gizli

(8)

ce-illiyetten, şundan bundan bahsediyor. Haydi bir bakanlık iğri söylemez diye bunların hepsinin doğru olduğunu farz edelim. F ak at ortada bu işlere ait diğer resmi bir vesika daha var. O da türkçüleri beraat ettiren. İstanbul Sıkı Yö­ netim Kom utanlığının 2 sayılı m ahkem esinin gerekçeli hükmü.. Bu gerekçeli hüküm şifrenin, parolanın, gizli ce­ miyetin, şunun bunun hep b ire r m asal olduğunun «la v e s i­ kasıdır.

Aynı hâdise hakkında birbirine tam am en aykırı şey­ ler söyliyen bu iki vesikanın ikisi birden doğru olamıva- cağına göre, acaba hangisi iğridir? Daha ortada fol yok yum urta yokken yayınlanan birincisi mi, yoksa aylarca sü­ ren m uhakem elerden sonra k ararlaştırılan İkincisi mi?

Hükmü, bu satırları okuyanlar versin!.

b) Yine türkçüler davasından bir başka m isal: İstan­ bul Sıkı Yönetim Komutanlığı son tahkikat k a ra rın ı gaze­ telere verirken, k ararın başına şu takdim sözlerini koy­ muştu :

«İrkçılık, tıırancılık (/üyeleriyle gizli cemiyet kurarak

m illete ve vatana karşı hıyanet hareketlerine teşebbüs et­ tiklerinden dolayı tahkikatlart m evkııfen yapılan şahıs­ lar hakkında alınan son tahkikat kararı nmıımi efkâra ayniyle arzolunur.»

ö rfî İdare K, Korg. Sabit Noyon İşte bu resmî vesikaya göre türkçüler «vatana karşe

hıyanet hareketlerine teşebbüs» etm işlerdir!!! Simdi biıy

bu kesin ifadeyi düşünün, bir de millete ve vatana karşı hıyanet hareketlerine teşebbüs edenler hakkında bu m a­ kam a bağlı m ahkem enin verdiği beraat kararını.,. Eğer yukarıki resm î vesikanın iddia ettiği gibi millete ve vatana karşı b ir hıyanet teşebbüsü olsaydı, bu k ad ar alçakça b ir hareketin karşılığı beraat mı olurdu? O halde yuk ark i

(9)

7 —

resmî vesikanın değeri nedir? Bugün bunun m anasım kav­ ram ak güç değildir. Ç ünkü vatana karşı hıyanet hareket­ lerine girişenlerin türkçjiler mi, yoksa başkaları mı oklu­ ğu çoktan anlaşılm ış bulunuyor.

c) Y ukarki iki misal herkesin bildiği şeylerdir. Bir de herkesin bilmediği, fak at herkesin ve bilhassa Haşan Ali­ nin çok iyi anlıyacağı bir misal vereceğim:

15)14 te, türkçiilük aleyhindeki hareket sırasında, Ba­ lıkesir Lisesinin son sınıfında bulunan altı öğrenci hakkın­ da, bunların «.edebiyat öğretmeni N ejdct Sançar’m ırkçı­

lık ve tıırancılık telkinleri altında kald ıkla rı» m tesbıt (1)

eden bir takım fişler doldurulm uştu. Bu fişler nihayet Sıkı Yönetim Mahkemesine k a d a r geldiler ve beni m ahkûm i­ yete götüren delillerden biri olarak m ahkem e k ararın d a yer aldılar.

Ben, ikinci m uhakem em izde «öğrencilere İrkçılık - T urancılık telkini yaptığım iddiası sabit olm adığından» beraat ettiğime göre bu fişlerin (yani bu resm î vesikala­ rın) tesbii ettikleri nesnenin gerçekle ilgisi m eydandadır. Fakat benim burada asıl bahsetm ek istediğim bu fişlerin Ali Vecilıi B irler adındaki öğrenciye ait olanıdır. Çünkü bıı gencin fişinde, «emniyet m üdürü i veya âmiri» hanesin­ de kendisinin ayrıca «ahlâk an da m azbut olmadığı» nı ten­ kit eden bir kayıt bulunm aktadır.

Bu «resmî vesika» da ahlâkının m azbut olmadığı fes- bit (!) edilmiş bulunan Ali Vecilıi Berjer, yatılı im tihanını kazanm ak suretiyle B alıkesir Lisesinin yedinci sınıfına gelmiş ve yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, on birin­ ci sınıflarda, yani beş yıl arka arkaya okulun iftih ar levha­ sında yer almış, daha doğrusu adı ve resmi iftih ar levha­ sından hiç eksik olmamış b ir çocuktur. Millî Eğitim Ba­ kanlığınca tesbit edilen esaslara göre, bir öğrencinin iftihar levhasında yer alabilmesi, bir ders yılında hem

(10)

çalışkan-hk, hem de ahlâk bakım ından örnek bir durum gösterme­ siyle m üm kündür. Yani iftih ar levhasına çıkabilm ek için yalnız çalışkanlık kâfi değildir. Çok çalışkan olan öğrenci­ lerin idari sicillerinde bir pürüz bulunması, onlara iftih ar levhası yolunu kapar. Bundan anlaşılır ki Ali Vecilıi Bir­ ler, okulda bulunduğu beş yıl içinde ahlâk bakım ından eıı küçük bir pürüzüne rastlanm ayan b ir gençtir. Böyle olm a­ sa beş koca yıl içinde hem öğretm enlerinden, hem de okul idaresinden «çalışkanlık ve ahlâkta örnek olm a* notları alam az ve binnetice Haşan Âli tarafın d an gönderilen m ü­ kâfat kitaplarını elde edemezdi. İşte ahlâkının mazbut olmadığı «resmi vesika» ile tesbit (!) edilen genç.. Ve işte resmî vesika denilen şeylerin bir kısmının mahiyeti...

Ben daha ne söylevim?

Hükmü yine hu satırları okuyanlar versin. Ve Haşan Ali'nin kitabına doldurduğu resmî vesikaların hepsine inanm anın doğru olup olam ıyacağını da yine um um î ef­ kâr tayin etsin t.

2 — Haşan Âli, kitabında, Atsız’dau bahsettiği y e rle r­ den birinde "işsiz ve yasama medarından m ahrum kal­

maması düşüncesiyle ve ıslahı ha! etmiş bulunması ihti­ m alini derpiş ederek 106 lira aylık ücretle Boğaziçi özel

lisesine tayinine müsaade ettim.* diye b ir cüm le kullanı­ yor. Belli ki bununla basım larına karşı bile ne derece müş­ fik (!) olduğunu, yani türkçesi, kimsenin ekmeği ile oy­ nam adığım göstermek isteğinde!. Ama bu da lâf.. Bu da m eşhur manasıyla edebiyat.. Haşan Âli'yi iyi tanıyanlar onun bu cephesinin göstermek istediği gibi olup olm adığı­ nı herhalde bilirler. Kendisini iyi ianım ıyanlara ise, ben onun bu tarafını (yani bazı kimseleri «yaşama medarı» ile nasıl oynadığım ) birkaç misalle göstermeye çalışaca­ ğım. Bu m isaller de en iyi bildiğim hâdiselere, yani kon- dimize ait olacak:

(11)

a) Birinci misal Atsız’ı «yaşama m edarı» ııdan m ah­ rum etmeye kalkm ası hâdisesidir. Müşfik (!) Haşan Âli, Saraçoğlu Şükrü’ye yazılan ikinci açık m ektupla bakan­ lık iskemlesinin, altından kaym akta olduğunu görünce, 1944 nisanının ilk günlerinde Atsız'ııı Boğaziçi Lisesinde­ ki vazifesine son verdirdi. Kitabında sözde tarafsızlığı ve adilliğini göstermek için «ancak 3 m ayıs İ9 H günü Arıka-

rada yapılan nüm ayiş neticesinde va ki takibattan sonra ödevine bakanlıkça nihayet verilmiştir» denmesi uydur­

madır. Atsız, o zam an gazetelerin de yazdığı şekilde Bo­ ğaziçi Lisesinden kendisine yapılan tebligat üzerine nisa­ nın yedinci günü ayrılm ıştır. Bu da gösteriyor ki Hasaıı Ali ortada bir sebep yokken ve d a h a doğrusu sadece ken­ di sandalyasuıa ait bir sebep varken, bakanlık selâhiyetüıi keyfî şekilde ku llan arak b ir öğretm eni «yaşama medarı» udan m ahrum edecek bir k a ra r verm ekten çekinm emiş­ tir.

Bu, orta oyununda şefkat rolüne çıkan Hasaıı Âli’nin bu cephesine ait birinci gerçektir.

b) İkinci misal Bedriye Atsız’ı «yaşama m edarı» ııdan m ahrum etmeye kalkm asıdır. Bedriye Atsız, 16 Mayıs 1944 de nezaret altına alınm ıştı. B akanlık em rine alınm ası ise ortada henüz hövle bir hareketi icap ettirecek b ir sebep yokken, üç gün daha öncedir. Erenköy Lisesi M üdürlüğü­ nün bu durum u kendisine tebliğ ettiği yazı işte şudur:

t. c . w**rh Vekilliği Kız td*e*i 1 8 /5 /1 9 4 4 MvdUrltiğü S a y ı: 3«4 B edii ye At»«*

JSrenküy Lise»! Tarih Öğretme*»!

IH/ V /H H 4 tarih in d e vek illik em rine alın d ığın ız bildirilini»tir. Ilu- r4MMa <ruv, eder, sa y g ıla rım ı sunarım . M üdür

(12)

İki buçuk ay k a d ar m evkuf kalan Bedriye Atsız, o rta­ da kendisine göre bir suç bulunm adığı için, 26 Temmuz 1944 te serbest bırakılan diğer beş kişiyle birlikte h ü rri­ yetine kavuştuktan sonra, 1 Ağustos 1944 te Bakanlığa b ir

dilekçe vererek tayinini istedi. Bu, şüphesiz hakkı idi. Nitekim, Bedriye Atsız ile birlikte tahliye olunan Zongul­ dak Çelikel tarih öğretm eni Ziya özkaynak, vazifesini hemen geri almıştı. Bedriye Atsız’m bu dilekçesin»' de Bakanlık tarafın d an cevap bile verilmedi. Bedriye Atsız. 30 Ağustos 1944 te Bakanlığa ikinci bir dilekçe gönderdi. Neden sonra kendisine şu cevap geldi:

t. c . M anrii V ekilli*! O rta ö ğ T etlm TJ. Müdürlü*i»

Sayı : 11 /S313 1» M riacilp^ri» V.i-44

Bedriye Atsız

PeyznUab Caddesi, 18. A. Maltepe 1 ve 80/V H I/1944 tarihli iki dilekçenize cevaptır :

' O urum unuz henüz ayd ın lan m ış de*İMir. Bıı cih e tte n ta y m in B c i­

h etin e sfidilem em iştir. M aarif Vektti

B. Kadırpan

Acaba aydınlanm ıyaıı hangi durum du? Bedriye At- sız’m durum u, tahliye edilmesi dolayısıyla, pekâlâ aydm - lanmamış mı idi? Hasarı Ali, «yaşama medarı» ndan m ah­ rum kalm ış b ir öğretm enin tayin edilmesi için acaba daha ne biçim bir aydınlanm a bekliyordu?

Bedriye Atsız, 5 ekim 1944 te üçüncü bir dilekçe gön­ derdi. Bu sefer gelen cevabın altında Yücel H azretle«inin 28 puntoluk b ir imzası vardı. Cevap şuydu:

(13)

— 11

-T. C. M a a rif Vekillimi

(ir i* Ö ğretim U m um M«kUirlli£ü 10 I.K âaun 1044 Sayı : n /5 3 1 8

Bwlri>ı Atam

FeyouUah C addesi, -\tı, IS A. M altepe - İstan b u l

Î8 /X /1 9 4 4 ta rih li d ilek çen i« ; cev a p tır :

yimdlliU bir varit*- verilmesine imkân göriilmem iitir.

M aarif V e k il1 V ü c d

Vc Bedriye Atsız ın vazifesine verilmesi işi böyle hiç sebepsiz (sebepten m aksadım kanunî sebeptir. Yoksa k a­ nuni olmıyan sebebin ne olduğu m alûm du!) geri b ıra­ kıldı. O k a d ar geri bırakıldı ki, tek rar öğretm enlik vazi­ fesine (fakat Erenköy Lisesinden K artal Orta Okuluna verilmek suretiyle) başladığı gün, iki yıllık bakanlık emri m üddetinin dolm asına ancak 27 gün kalmıştı.

Bedriye Atsız, tahliye edildikten sonra da (hakkında idari bir tahkikat da yapılm am ış olduğu halde) bakanlık em rinde iki yıl niçin bekletildi? Sıfır, bunun sebebini söy­ leyebilir mi? Bu, im kânsızdır. Çünkü bu hususta söylene­ bilecek hiç b ir m akul sebep yoktur. Çünkü tek sebep Ha­ şan Âli’nin bunun böyle olmasını istemesidir.

Kocası türkçülük iyıııam ndan dolayı hapse atılm ış bir öğretmen, ayda aldığı 30 lira açık m aaşıyla, iki yıl «yaşa­ ma m edarısın nasıl temin edebildi? Orta oyununda şefkat rolüne çıkmış olan Sıfır, acaba bunu hiç düşündü m ü?

(14)

c) Üçüncü misal Reşide Sançar'ı «yaşama m e d a m n - dan m ahrum etmeye kalkm asıdır.

Reşide Sançar’ın bakanlık em rine alınm ası 1944 hazi­ ranının yirm inci günüdür. Acaba bunun için ne sebep v ar­ dı? Diyelim ki polis tahkikatı sırasında Haşan Ali (bu işe karşı duyduğu hususî ilgiden dolayı!) Bedriye Atsız’ııı. Atsız’m ve benim tevkif edileceklerimizi öğrenmiş veya sezmiş, onun için tez davranm ış, bizleri daha önce okullar­ dan ayırm ıştı! Ya Reşide Sançar!

1944 teki türkçülük düşm anlığı hareketi sırasında Reşide Sançar hakkında hiçbir takibat yapılmış değil­ dir. Onun bakanlık em rine alınm asını icap ettirecek h er­ hangi bir hâdise veya İdarî sebep de mevcut değildi. Ba­ kanlık em rine alınışının im tihanların bitmek üzere oldu­ ğu bir zam ana rastlam ası da bunu gösterir. O halde? Bu «o halde?» nip cevabı şu h ak ik attir: Haşan Ali’nin biz- lere karşı olan düşmanlığı!.

Reşide Sançar, bakanlık em rinde bulunduğu m üddet içinde iki kere dilekçe ile bakanlığa başvurdu. Ortada pire gözü k a d a r da bir sebep olmadığı için nihayet dört ay sonra kendisini Zonguldak Lisesine tayin ettiler. F ak at bu tayin Balıkesirde çile doldurm akta olan Reşide Sançar’a bildirilmedi, sadece 20/10/1944 tarih ve 4147 sayı ile Zon­ guldak Lisesine yazıldı. Eğer Zonguldak Lisesi tarih öğ­ retm eni Ziya özkaynak türkçüler davası için şahit olarak Istanbula getirilip de durum u bildirmeseydi, biz. bu tayi­ ni kim bilir ne zam an öğrenecektik?

Reşide Sançar, Zonguldağa verildiğini böyle hususî su­ rette öğrenince yeniden m ü racaatta bulundu. Nihayet ta­ yinini, tayin edildiğinden b ir buçuk ay sonra Balıkesir Li­ sesi M üdürlüğünden aldığı şıı yazı ile öğrendi:

(15)

r. c.

B a lık e sir Ideetıi direk törlü ğü Sayı : 0/1906 BuJufeesir

e/xn/M4

Recide ftança,r O kulum uz eslci k im y a tü r e tm e m

M. V. O rta Ö ğretim l'm u m M üdürlüğünün 3 4 M 8 /M 8 7 sayj ve n /X 11/1944 tarih li telin d e Z onguldak li s e s i n e ta y in edildiğini*; y«ı paranızı « ittiğ in iz yerden a la ca ğ ın ız ve hem en h a rek et etm en i* Hfam- mu bildirilm ektedir.

B urum u tebliğ eder, neticeyi kısa bir zamanda idaremize bildir­

m enizi sayarı ile rica ederim. Lise Müdürü

Kanim Ba^gife Ve Keşide Sançar, tayininden tam iki av sonra Zon­ guldak ta vazifesine başlıyabildi!

Hasaıı Ali, Keşide Sançar’ı niçin bakanlık em rine al­ mış ve tayin etm ek zorunda kaldıktan sonra da bunu ken­ tlisine niçin tebliğ ettirm em iş«? Bunun «yaşama m edarı» raız ile oynam aktan başka bir m ânası var m ıdır? Bana kanunî hakkım olan açık m aaşım ın bile verilm ediği o gün­ lerde, biz, birimiz hapiste, birim iz küçücük çocuğu ile ev­ de, ayda 30 lira b ir gelirle nasıl geçinebİlirdik, nasıl geçin­ dik? Bunu yalnız biz biliriz. F ak at hayatın şu çam urluğu­ na bakiri ki, bu işlerin âmili olan Haşan Ali, bugün bir de şefkat taslam aya kalkm aktadır!

İşte Haşan Ali’nin bahsettiği «yaşama medarı» m asa­ lına ait üçüncü gerçek!

Fakat bu hikâye bu k ad ar da değildir. Bir m em urun bakanlık emrine alınm ası şüphesiz kendisinin mühim bir

(16)

suçtan dolayı saa ık bulunm ası, tek rar vazifesine verilmesi ise kendisinin böyle bir suç işlemediğinin anlaşılm ası ile m üm kündür. Reşide Sançar’ın bakanlık em rine alındıktan dört ay sonra tayin edilmesi kendisinde herhangi b ir suçun bulunm adığının kabulü değil m idir? Şüphesiz onun hu suçsuzluğunu tesbit etm iş olan da bakanlığın inzibat ko­ misyonu olacaktır. F ak at bu işteki garipliğe ve kom ikli­ ğe b ak ın ki, Reşide Sançar’m hiçbir suçu bulunm adığı, Zonguldak Lisesine tayininden tanı on dört ay sonra an ­ laşıldı! Bunu ben söylemiyorum. Bunu söyliyeıı Masan Âli­ nin başında bulunduğu bakanlığın İnzibat komisyonudur. İşte altında m üsteşarın, teftiş heyeti reisinin, yüksek, orta ve ilk öğretim um um m üdürleri ile zat işleri m üdürünün imzası bulunan 32 sayılı, 11/1/1946 k a ra r ve 2/11/1916 tas­ dik tarihli inzibat komisyonu k ararın ın sonuncu m addesi:

5) Haleti Zonguldak M. Çelikel Liseni fizik-kim ya öğ­ retm eni Reşide Saııçar’ın suçu sabit görülmediğinden hak­ kında m uam ele tayinine mahal olmadığına ve dosyasının Orta öğretim Umum M üdürlüğüne gönderilmesine karar verildi.

Sıfır H azretleri buna ne buyurur?

Onun şüphesiz buna k arşı bir buyuracağı da olmaya­ caktır. Çünkü Reşide Sançar’m keyfî bir em irle bakanlık em rine alındığı sonraki tayin şekli ile m eydandadır. Suç­ suz olduğuna ancak 11/1/1946 da k a ra r verilen b ir öğret­ menin bu k arard an on dört ay önce tek rar vazifesine ve­ rilmesi neyi gösterir?

ç) Dördüncü misal benim «yaşama m edarım » ile oy­ nam asıdır.

Benim «görülen lüzum üzerine» bakanlık em rine alın­ mam 11 Mayıs 1941 tedir. Tevkifim ise 14 Mayıs 1944 te..

(17)

- 15 —

i) inek ki Haşatı Âli, beni de hakkım da bir m uamele baş­ lamadığı sırada vazifemden u zak laştırm ıştır!

Haşan Ali’nin bana karşı olan şefkati (!) biraz uzun ve karışık bir hikâyedir. Burada bu hikâyeden m ümkün olduğu k a d ar kısa bahsedeceğim:

1944 teki hâdiseler sırasında benim durum um u ince­ lemek için Balıkesire müfettiş Osman Pazarlı gönderilmiş­ ti. Bu zat lise ve m aarif m üdürleriyle b ir kışını öğretmen ve öğrencilerin ifadelerine başvurm ak suretiyle yaptığı incelemelerin sonunda raporunu hazırladı. Fakat arzu edildiği şekilde N ejdet Sauçar'ın başım takdim etmemiş olan bıı rapor beğenilmedi. Bunun üzerine Balıkesire, şimdi teftiş heyeti reisi olduğu anlaşılan o zam anki baş­ m üfettiş Ekrem Saraç gönderildi. Ekrem Sarae’m vazifesi benim, öğrencilere «anayasaya aykırı ırkçılık ve turancı- tık fikirleri» telkin ettiğimi tesbit etmekti. Ekrem Saraç, bunun in k âr edilmez şekilde tesbitinin verdiğim vazifeler­ deki m evzular ve vazife kâğıtlarına yazdığım dözlerle ola­ cağını düşündü. Bunun için Balıkesirde bulunan öğrenci­ lerin bütün edebiyat vazifelerini getirm eleri için ferm an çıktı. Ve İm ferm an tellâllar vasıtasıyla (bu tellâllar kapı kapı dolaştırılan hadem elerdi) etrafa duyuruldu.

Ekrem Saraç, önüne yığılan yüzlerce vazifeyi okum ak ■fedakârlığına katlandığı halde, bunlarda ırkçılık-turancı- lık m asalına ait bir şey bulam adı. Yalnız bu arad a birşey keşfetti: O kulların bir aile ocağı değil, bir hapishane oldu­ ğu tarzında bir cümleyi de ihtiva eden b ir öğrenci vazife­ sinin altına yazdığım «fikirlerin doğru» sözlerini...

Bakanlık inzibat komisyonunun bu yeni rapora da­ yanm ak suretiyle hazırladığı altı m addelik itham nam e, b a­ na, m evkuf olarak milliyetçilik im anım ın hesabını verdi­ ğim günlerde tebliğ edildi. Bunda öğrencilere anayasaya

(18)

»aykırı ırkçılık ve lurancılık telkinleri yaptığım, öğrenci- »1er için Orhun dergisi temin ettiğim, tarih kitap ların ın tah­ r i f edilmiş olduğunu söylediğim, b ir öğretmene gönderil­ miş tehdit m ektubunda dolayısıyla âmil olduğum, bir öğ­ le n c in in yaptığı bir vazifede bugünkü okulların b ire r aile »ocağı değil, b ire r hapishane bulunduğu şeklinde b ir fik ir (ileri sürdüğü halde «fikirlerin iyidir» demekle öğrenciyi ¡âmirleri aleyhine teşvik ettiğim ve nihayet kendim i em ir (ve talim atlara riayetten m üstağni saydığımın «tahkikat ev- (rakının tetkikiyle» anlaşılm ış olduğu bildiriliyordu.

O zam an içinde bulunduğum ağır şartlara rağmen, is­ tenilen m üdafaanam eyi hazırlayıp gönderdim. İnzibat ko- tmisyonu bu m üdafaanam em i inceledikten sonra b ir k a ra r (verecekti. Bu da şüphesiz en çok bir iki ay içinde olacak bir şeydi. F ak at Hasaıı Ali’nin başında bulunduğu Bakanlığın (bu komisyonu bu k a ra rı b ir ayda değil, iki ayda değil, bir •yılda bile verem edi! Beklediler, beklediler, uzun m üddet »beklediler.

/ Askerî Yargıtayın tiirkçüler hakkındaki haksız k a ­ ra rı kökünden bozması üzerine bizim iş de büsbütün çık­ m aza girdi. Çünkü «anayasaya aykırı ırkçılık ve turancı- »lık» balonunun adalet iğnesiyle delinmesi, aleyhim deki en (büyük kozu saf dışı etmişti.

1945 yılının sonbahar veya kış aylarında, Haşan Ali­ nin orta öğretim umum m üdürü Zoııguldağa gelmişti. U- m um m üdür, benim ne ile meşgul olduğum u öğrenmek is- ıtedi. Boşta olduğumu anlayınca m üşfikane b ir tavsiyede bulundu. Bu, «vekil beye b ir m ektup yazar veya daha iyi­ si A nkaraya gidip doğrudan doğruya kendileriyle görü­ şürsem vazifemin herhalde geri verileceği» fikri idi. Bu m üşfikane tavsiyede bulunan um um m üdür hem en ilâve »etmişti ki, fik ir kendisine aittir. A nkarada kimse kendisi­ n e böyle b ir telkinde bulunm am ıştır!

(19)

17

Ben, b ir m üddet sonra bu tavsiyeyi yerine getirdim. Fakat gönderdiğim vekil beyefendinin beklem ekte olduk­ ları niyaznam e değil, durum unun belirtilm esini istiyen bir dilekçe idi. Bu dilekçede, bakanlık em rinde b ir öğret­ m ensem açık m aaşlarım ın niçin verilm ediğini, yok, bakan­ lıkla ilgim kesilmişse bunun bana niçin bildirilmediğirii soruyor, yani bir vatandaş olarak b ir hakanlıktan hesap

istiyordum.

Haşan Ali’nin bakanlığından bu dilekçeme b ir cevap gelmedi. A nlaşılan bu bakanlık dilekçelere cevap vermek 'lüzumunu duym am akta idi. O nlar sadece kan u n î hakkım olduğu halde o zam ana k a d a r verilm em iş olan açık m aaş­

larım hakkında Zonguldak M aarif M üdürlüğüne b ir yazı yazdılar.

İki ay k a d a r bekledikten sonra, bakanlık em ri süresi o lan iki yılın dolmasına b ir hafta kala bakanlığa ikinci bir •dilekçe gönderdim. Bu dilekçede durum um un müsbef ve­ y a m enfi bir sonuca bağlanabilmesi için iki yıl gibi b ir •zamanın ııe gibi sebeplerden dolayı kâfi gelmediğini kav­ rayam adığım ı, bakanlık em rine alınm ış olan b ir m em u­ ru n tahkikat sonunda suçlu mu, suçsuz mu olacağının an­ laşılabileceği, suçlu ise ceza, suçlu değilse vazifesinin ge­ r i verilm esinin lâzım geleceğini söylüyor ve netice olarak b u hususta aydınlatılm am ı istiyordum . Bunun üzerine iki dilekçeme birden cevap olmak üzere şu yazıyı aldım:

T. C.

M illî E ğ itim H akanlığı Orta, ö ğ r e tim U. M üdürlüğü

S a y ı : 538/13059 N e jd e t S an çar

T erak k i m a h a lle si, S u a t B ey S o k a ğ ı Nu. 105

Zonguldak

(20)

-k ıs d a -k i soru n u za 3 1 / 0 1 /M « tarlfc ve 5841 sa y ılı tez-k ere ile sizi' b il­ d irilm ek i i * w Zonguldak M illî E ğ itim M iiılü ritiiiu ır cev a p yazılınjojlı. irerek ilk d ilekçeni/, ve e e r e k 8 / V / 1918 tarihli son dilek çen izin vazi­ fey e iad en ize ait o lan h u su sların a, henüz sanık olarak y a rg ıla n m a k ta bulunduğunuz c ih e tle ve m a h k em ey e celbinizden önce hakkınızda b a ­ k an lık m ü fettişleri tarafın d an y a p ılm ış ta h k ik a t n eticelen m ed iğ i İçin k esin bir cevap verilm em iş ve dnnım uaur.u d eğiştirici hir sebep görül­ m em iştir.

K eyfiyetin bu .şekilde okluğu bildirilir.

Mİ181 E ğ itim » a k a n ı a. B. K adırgan H. A. a. E. 13/171946

Henüz .sanı!; olarak yargılanm akla bulunm am şüphe­ siz .su götüren bir sözdü. F ak at ya o bakanlık müfettişleri tarafından yapılan tahkikatın neticelenmemiş olması?.. Ksasetı hen de dilekçemde bu isin neticelenmesi için iki ytlın niçin kâfi gelmediğini sorm uyor mu idim?

Diğer taraftan m üfettişler tarafından yapılan tahki­ katın neticelenmediği sözü de doğru değildi. Bu tahkikat çoktan neticelenmişti. Ve m evkuf olduğum sıralard a bana tebliğ edilen itham nam enin sonunda bu husus «tahkikat

evrakının tetkikiyle anlaşılmıştır» sözleriyle tesbit edilmiş­

ti. Hasaıı Ali niıı bakanlığına ait şıı «resmî vesika» da butıu göstermiyor rmı ?

(21)

— 19 —

T. C.

M anrif Vekillimi Anfasur» 1 6 /8 /1 9 4 4

İnzibat K om isyonu S ayı: 124

Zat İşleri M üdürlüğüne

B a lık e sir L isesi ed eb iy a t ö ğ retm en i JJcjdet Kan çar h akkında y a ­ pılm ış ve O rta Ö ğretim U m u m M üdürlüğünün 1 2 /8 /1 9 4 4 tarih ve 3928 sa y ılı tezk eresi üzerine v ek illik m ak am ın d an k om isyonum uza havale buyurulm uş olan ta h k ik a t evrakının te tk ik i n e tk e s in d e adı geçen Ne,¡det S a n ç a ı’m aşa ğ ıd a y a z d ı h arek eti ... sa y ılı kanunun ... m ad d esin e göre ith a m ın ı m ucip görüldüğünden bu cih etin m em urin kanununun 55 in ci m addesi m ucibince k endisine te b liğ in i ve üç gün içinde alın acak m ıktafaanam enm teb ellü ğ ilm ü h ab eriyle b irlik te ko­ m isyonum uza gön d erilm esin i rica ederim .

İn z ib a t K om isyonu R eisi M üsteşar İhsan Sungu

Şu vesika da gösteriyor ki halikım daki tahkikat evra­ kı, Orta Öğretim Umum M üdürlüğünden 12/8/1941 tari­ hinde İnzibat Komisyonuna gönderilmiş, htı komisyon da hu tahkikat evrakının üç gün içinde inceleyerek 15/8/1941 de hakkım daki altı m addelik itham nam eyi hazırlam ıştır. Demek ki hakkım daki tahkikat daha 1944 ağustosunda bit­ mişti. Artık yapılacak tek şey benden istenilen ın ü d tfaa- ııameyi okuyup bir k a ra r vermekti. O halde ortada 15 m a­ yıs 1946 da hana yazdıkları gibi «.son« ermemiş bir tahki­

kat» değil, «bir türlü verilem em iş bir k a ra rh vardı. Yani

Haşan Ali’nin adına im zalanm ış olan hu resmî vesika doğ­ ru söylemiyordu.

(22)

Henüz bakanlık em rinde bulunduğum u bildiren bu yazının gelişinden (tarihini tam olarak hatırlıyam ıyorum , herhalde b ir iki ay k ad ar) sonra, bana, inzibat komisyo­ nunun liakkıııdaki k ararı bildirildi. Bu k a ra ra göre, mes­ lekten çıkarılıyordum . F ak at işin garipliğine bakın ki beni öğretm enlikten çıkaran bu k ararın tarih i 11 ocak 1946. tas­ dik tarih i ise 2 şubat 1946 idi. Hani ben 13 mayıs 1946 da (bana yazılan resmî yazıya göre) heııiiz bakanlık em rinde idim ? 1946 mayısında bakanlık em rinde olan b ir öğretmen nasıl olm uştu da sonra bu tarihten dört ay önce meslekten çıkarılm ıştı? İnzibat kom isyonunun 11/1/1946 da verdiği bu k ararın altında komisyon azası olarak imzası bulunan orta öğretim umum m üdürü, hu tarihten dört ay sonra kendi dairesinden benim henüz bakanlık em rinde olduğu­ m u bildiren b ir yazının çıkm asına nasıl izin verm işti? Orta öğretim um um m üdürü hakkııııdaki k a ra r verilirken mi, yoksa bana gönderilen 13 mayıs tarihli yazı yazılırken mi uyuyordu? Yahut da bu ne biçim bakanlıktı ki b ir m aka­ mının yaptığı işten diğerlerinin haberi yoktu? Haşan Âli, müşfik Hasaıı Âli, bunların cevabını verebilir, bu arap sa­ çı k a d ar karışık işlerin m ahiyetini açıkhyabilir m i? Fakat artık bu işte onun açıklam a zahm etine katlanm asına da lüzum yoktur. Haşan Ali’nin fikirleri demek olan yukarki vesikalara göre işler ve binaenaleyh cevap m eydandadır. Bu. kaç perdelik olduğu ancak Haşan Âli ve adam ları ta­ rafın d an bilinebilecek oyun hakkında da asıl hükm ü sim ­ di bu komedyayı öğrenenler vereceklerdir.

İnzibat kom isyonunun bu k a rarın a göre benim m a­ lûm vazifenin altında yazdığım sözlerle öğrenciyi bakan­ lık ve âm irleri aleyhine tahrik ettiğim, öğrencilere anaya­ sanın hüküm lerine aykırı ırkçılık-tıırancılık fikirleri tel­ kin ettiğim, İm telkinlerle bazı öğrenciler tarafından ya­ pılan ifratça hareketlere âmil olduğum, öğrencilere Orhun

(23)

21

dergisi temin ettiğim anlaşılmış bulunuyor, bu sebeple 1702 sayılı kanunun 27 ııci m addesinin 2 nci fıkrasına uyu­ larak hakkım da meslekten çıkarm a cezası veriliyordu.

O kaınm un o fıkrası «talebeyi vekâletin ye m ektebin

âm irleri ve m uallim ve m emurları aleyhine itaatsizliğe teşvik eden» lerdcn bahseder.

Demek ki Hasaıı Ali’nin inzibat komisyonu, kararına, ırkçıük-turancılık m asalı ile diğer iki m adde daha koy­ m akla birlikte, bir öğretm enin bütün b ir meslek hayatına kıymak k ararın ı sadece b ir vazifenin altına yazılmış iki kelimeye dayanarak vermişti. Böyle b ir k a ra r nasıl veri­ lebilmiş, daha doğrusu komisyon ne gibi tesirlerle hu k a ­ rart vermişti? Bunu bu satırları okuyanlar şüphesiz tak ­ d ir edebileceklerdir. Onun için ben de hakkım da bu k ararı vicdanı titrem eden verebilen bu komisyonu şimdi burada unıumî vicdanın önüne çıkarıyorum . 1702 sayılı kanunun 27 nci m addesinin 2 nci fıkrasının kasdottiği tah rik h are­ ketinin benim, tek bir öğrencinin tek bir vazifesinin altı­ na yazdığını o iki kelime ile uzak veya yakın bir ilgisi bu­ lunup bulunm ıyacağı hakkında bir kere <ie vicdanlar k a ­ ra r versin!

İşte Haşan Ali’nin bahsettiği «yaşama m edarı» m asa­ lına ait dördüncü gerçek ve işte Sıfırın maskelem eye ça­ tıştığı bir cephesinin m askelerden sıyrıldıktan sonraki çıp­ lak hali...

t Haşan Âli, kitabının benden bahseden faslında cbuiutıduğu okullarda geçimsizliği ve tahrikçiliği dolayı­ sıyla yeri değiştirilmiş b ir öğretmendi. Sıvastan Balıkesi- re nakledilm esini m üteakip orada da ra h a t durm adı» d i ­ yor. Bu sözlerden anlaşılacak mâna, şüphesiz benim geçim­ siz olduğum ve tahrikçilik yaptığım için Sıvastan

(24)

sire nakledildiğim olacaktır. Bu, tam am en yalandır. Çün­ kü benim Sıvastan Balıkesire naklim Haşan Ali ile ara m ­ da geçen b ir hâdiseden dolayıdır. Tasviride çıkan cevabım ­ da kısaca temas ettiğim o hâdise şudur:

1939-1910 ders yılı başında Haşan Ali, Sıvasa gelmiş­ ti. Tabiî okulları ziyaretten geri kalm adı. Ben o sırada öğ­ retmen okulu kadrosunda idim. Tabiatını icabı olarak m kendisini karşılam ak için istasyona giden kalabalığa k arış­ mış; ne de okula geldiği zaman diğer öğretm enlerle Dirlik­ te karşıcı çıkmıştım. Yanılmıyorsam o gün b ir tatil günü idi ve ben okuldaki yatak odam da m ektup yazm akla meş­ guldüm. O zam ana k a d ar Haşan Ali’yi hiç görmemiştim. O da beni tanım azdı. F ak at o gün karşılaşm am ız m ukad­ derm iş!

Bu karşılaşm a m üdür Kasım Başgöz’ıın Hasaıı Ali’vi mektebi gezdirmesi sırasında, yatak odam da oldu. Odada bulunduğum u herhalde tahm in etmiyen Rasim Başgöz. odanın kapısını açıp da beni görünce vekile takdim etmek m ecburiyetinde kaldı. H aşan Ali, benim edebiyat öğretm e­ ni olduğumu a n lar anlam az kaşlarını çatarak «biz sizi gör­ mek için buraya k a d ar geliyoruz da siz bizi görmek için niçin çıkmıyorsunuz?» diye sordu.Belli idi ki kendisini k a r­ şılam aya çıkm ıyan bu edebiyat öğretmenine kızmıştı. O k a d a r kızmıştı ki daha çok duram ıyarak kaşları gözleri oynaya oynaya yoluna devanı etti. Ve ben de odam ın kapı­ sını kapayarak m ektubum a devam ettim.

Az sonra vekil beyin beni istediğine d air haberci gel­ di. Buna canım sıkılm adı dersem yalan olur. Bunun h er­ halde iyi ve dostça b ir çağırış olam ıyacağm ı düşündüm . Kısa b ir tereddütten sonra nasıl muamele görürsem öyh m ukabele etmeye k a ra r vererek odam dan ayrıldım.

Müdür odasında Haşan Ali’den başka vali, m üdür. Ha san Ali’nin hususî kalem m üdürü ve öğretmen okulu r,ğ

(25)

- 23 —

rettnentei'i vardı. Hasım Ali, ilk önce âdeti üzere biraz ge­ vezelik etli. Bu gevezelikler karsısında odada bulunanlar güiüşürierken benim sakin ve ciddî kalm am H aşan Alimin m eşhur kaşlarının yeniden çatılm asına sebep oldıı. Ve bun­ dan sonra aram ızda m aarife ait m eseleler üzerinde yum u­ şak b ir şekilde başlayıp gittikçe sertleşen b ir m ünakaşa çıktı. H akikatte bu m ünakaşa yatak odam da başhyan fas­ lın devamı idi. Mevzuun değişmesi diğeri üzerinde m üna­ kaşa yapabilm enin im kânsızlığından idi.

M ünakaşanın başında fikirlerim i açıkça ve serbest­ çe söyliyebilmek için kendisinden m üsaade istemiştim. Ha­ şan Ali de m üsaade etmiş, hattâ kıznııyacağma dair söz de vermişti. F ak at m aarif hakkında yaptığım tenkitlere karşı tatm in edici cevaplar bulm akta m üşkülâta uğradık­ ça verdiği sözü yavaş yavaş unutm aya başladı. Bunu oy­ namaya başhyan kaşlarından, gözlerinden anlıyordum. Fakat ok b ir kere yaydan çıkmıştı. Çaresiz hedefe ulaşa - çaktı..

Münakaşa, Hasaıı Ali’nin hususî kalem m üdürüne

«not et, bu öğretmeni vekâlet emrine al!» diye verdiği

emirle nihayet buldu. F akat bu, m ünakaşayı sona erd ir­ mek ve odadaki vaziyeti kurtarm ak için verilmiş b ir em ir­ di. Bir öğretm enin b ir vekille m ünakaşaya cü r et etmesin­ den dolayı vekâlet em rine alınm ası pek yakışıklı bir hare­ ket olamazdı. O dakikada vaziyeti k u rtarm ış olan Haşan Âli, sonradan kendisi de bunun farkına varm ış olmalı ki, vekâlet emrine alınm am hakkındaki buyruğunu istifa et­ mem em rine (!) çevirdi. Ve ben bu ikinci emri (!) m üdü­ rün bana durum u yazı ile tebliğ etmesi neticesinde öğren­ dim. Bu yazıda «vekilden şifahen aldığım emre yöre isti­

fanı7 bildirilm ektedir. Bu hususta düşüncenizin bildiril­

m esini rica ederim » deniliyordu. Tabiî cevabım istila e t­

(26)

Haşan Ali ise, kendisini karşılam aya çıkm am ak k ü s ­ tahlığını gösteren bu öğretm enin üstelik b ir de zatı ile başabuş m ünakaşa yapm aktan çekinmemesine o derece içerlemişti ki Ankaraya v arır varm az Sivas valisine istifa edip etm ediğimi sordurdu. Vali, bu iş için m üdüre tele­ fon ettiği sırad a beıı tesadüfen m üdür odasında idim. İstifa ’eklifini reddettiğim i ve derslere girm ekte olduğumu öğ­ renince bu küstahlığa vali de kızdı ve m üdüre beni ders­ lere niçin soktuğunu sordu. M üdür, henüz resmen okulun edebiyat öğretm eni olan N ejdet Sançar’ı hangi salâhiyetle \ derse sokmam ası icap edeceğini soruyor, vali ise fikrinde ısrar ediyordu. Bir aralık işi em ir şekline de sokm ak iste­ yince Rasiııı Başgöz «o halde hu em rinizi bana yazı ile bil­ dirin; derhal yerine getireyim!» dedi. Vali hıı söz üzerine telefonu kapattı.

Birkaç gün sonra vilâyete «edebiyat öğretmeni N ej­ det Sauçar’a Aııkarada vazife verilmesi m u k arrerd ir, ha­ reketinin temini..» şeklinde b ir tel geldi. Ben, doğrusu, An- k arada vazifelendirileceğinıe pek inanm adım . H aşan Ali­ nin bana bir oyun oynam ak istemesinden şüpheye düş­ tüm. O zam an O rhan Şaik Gökyay, Ankara devlet konser­ vatuarı m üdürü idi. Kendisine bir m ektup yazıp bu işin doğru olup olmadığını bana bildirm esini rica ettim. Gök- yay’daıı derhal hareket etmemi bildiren b ir tel aldıktan sonradır ki Ankaraya gittim. H aşan Ali beni b ir m üdürler toplantısı odasında kabul etti. Y anındaki iskemleye o tu r­ tup «oğlum!» diye hitap etmek suretiyle «Atsız’ııı kardeşi olduğumu öğrendiğini, Sıvasta kendisine karşı öyle sert muamele ettiğim içiıı teessüf etm ekte olduğunu, artık o ra­ da kalm am ın uygun bulunm adığım , bu itibarla Aııkarada vazifelendirileceğim!» söyledi. Ben A nkarayı kabul etme­ yip Bahkesiri istedim ve naklim için em ir çıktı.

(27)

uş-25 —

tur Hu hâdisenin şahitleri hep sağdırlar. Eğer yazdıklarım arasında hakikatin dışında tek kelime varsa söylesinler.

Haşan Ali bunları unutm uş m udur? O zanıaıı Ankara-

ya

dönünce

Sıvasta bir öğretm enin kendisine karşı yaptığı

bu muam eleden dolayı bütün bakanlığı velveleye vermiş (dan Haşan Ali’nin bunu unutm uş olm asına imkân v ar m ıdır? t» halde nasıl oluyor da hu hâdise dolayısıyla ya­ pılmış olan naklim i geçimsizlik sebebiyle olmuş gibi gös­ teriyor? Yoksa Sıfırın lügatinde bir öğretm enin kendisiyle vapm ak cesaretinde bulunduğu m ünakaşanın karşılığı ge­ çimsizlik m idir?

I Hasaıı Ali, kitabının yine bana ait bölümünde şöyle yazıyor:

(Talebeye turaucılık telkinleri yapm ak, avladığı tale­ be ile ona buna tehdit m ektubları göndermek, talebeyi öğretm enlerini tahkire sevketmek, gazino ve dem iryolları idarelerine ait levhaları ve tabelâları indirm ek için yine talebeyi teşvik etmek gibi hareketleri üzerine m üfettişler hakkında tahkikat yaptılar. Bu tahkikat fezlekelerinin bi­ rinde şöyle yazılıdır:

N'ejdet Sançar’ın derslerde talebeye ırkçıhk-turancı- lık üzerinde telkinlerde bulunduğu; buna delil olmak iizere A tatürk’ün hususî hayatım yakından bildiğini, oııuıı yatak odasında ve başının ucunda büyük bir T uran h a rita ­ sı bulunduğunu. T u ran ı alm ak istediğini, ölmeseydi onu alınış bulunacağını ve İnönü’nün de Basyadaki T ürkleri gçtirtnıek için çalıştığını söylemek suretiyle talebeye çok kuvvetli tesirler yaptığı sabit olmuştur.»

Yine aynı tahkikat evrakı içinde bulunan, bir öğret­ mesi - yazılan tehdit m ektubunda şöyle denilm ektedir:

(28)

anlam adınsa pek yazık. Bize iltihak etm ivenler ölüm e m ahkum dur.»)

B unlar da yalandır. Ve Haşan Ali hu yalanları sıra­ larken bir hiyleye başvurm aktan da çek inm em iştir

Filvaki Haşan Ali’nin yazdığı gibi 191i yılında Balıke- sirde lise öğrencilerinin bazı tabelâ ve levhaların değişti­ rilmesi için teşebbüsleri olmuş, b ir öğrenci de b ir öğretme­ ne b ir tehdit m ektubu gönderm iştir. Fakat bıırilarm be­ nim teşvikim neticesi olduğu Haşan Ali'nin mevki ihtirası k ad ar kocaman bir yalandır. Haşan Ali’nin buradaki hiy- lesi benim «bu gibi hareketlerim » den bahsetmesidir. Eğer o doğru şeyler söylemek istiyen bir insan olsaydı «hare­ ketleri» demez «hareketler» derdi. Çiinkıi ortada bu hare­ ketlerin benim teşvikim neticesi olduğunu tesbit eden hiç bir delil, hiç b ir hüküm yoktur. Eğer olsaydı ve bunlar tesbit edilseydi. Haşan Ali, bu meseleleri tahkik eden mü­ fettişin hazırladığı fezlekeden bu kısım ları mal bulmuş mağribî gibi alıp kitabına geçirmez mi idi?

O yıl Balık esirde cereyan eden bu hâdiseler, Türkiye- nin birçok şehirlerinde görülenlerin eşleridir. Istanhulda üniversite gençleri kızıllara karşı malûm hareketi yapar. A nkarada fürkçülük aleyhindeki yıkıcı hareketi doğuran nüm ayişler olurken; Adana, Samsun, Balıkesir. Diyarıhe- k ir gibi Anadolu şehirlerinde de milliyetçi gençlerin bir takını hareketleri görülm üştür.

Tabelâ ve levha indirm e hâdisesi şudur:

Lisenin son sınıfından bazı gençler «Demiryolları Lo­ kali», «Otel Ankara», «Kristal» gibi levhaları bulunan fai­ zi yerlere m üracaat edip bıı levhaların turkçe k arşılık lar ve I ürk dili kaidelerine göre düzeltilmesini rica ediyorlar. Bu m ü racaatlar birkaç kere tekrarlanıyor. Bir sabah De­ m iryolları Lokali» levhası kırılm ış olarak bulunuyor.

(29)

Ta-— 27

biı şiiphe, bu iş için m üracaat eden gençler üzerinde topla* myor. Polis günlerce sorgular, soruşturm alar yapıyor. Ni­ hayet savcılık da gençler aleyhinde âmme davası açıyor. Fakat hepsi yatılı olan hu öğrencilerin gece yan slııd an şuu­ ra vukua gelen kırm a hâdisesinin suçluları olm asını göste­ recek hiç bir delil bulunm adığından, m ahkem e, 1 temmuz İÖ11 te beraatlarına k a ra r veriyor.

İşte Haşan Ali’nin bahsettiği levha ve tabelâ indirm e hâdisesi budur. Hâdise, türkçeye karşı saygısızlık gibi mil­ li b ir meseleden çıkm ış olduğundan, o zaman bu işin benim teşvikim neticesi yapılm ış bulunabileceği zaıını uyanmıştı. Gerek polis, gerek bakanlığın müfettişi bu işte benim ro­ lüm olup olmadığı üzerinde uzun uzun tahkikat y ap H ar. Öğrencileri azam î şekilde baskı altında bulundurarak günlerce sıkıştırdılar. Eğer polis bu işi benim yaptırdığım ı gösterecek en küçük bir delil bulsaydı, ben de öğrencilerle birlikte m ahkem e karşısına çıkmak zorunda kalm az mıy­ dım? Ve sonra tabelânın öğrenciler tarafından kırılm adı­ ğı muhkeme k a ra rı ile sabit olduğuna göre, ben, mevcut Hİmıyan b ir hâdisenin nasıl kışkırtıcısı olabilirim ? Bu, ya­ pılmamış duvar üzerindeki doğmamış çocuğun ekilmemiş tarlaya basma diye haykırm ası cinsinden bir şey değil mi?

Tehdit m ektubuna gelince; o sıralard a lisenin son sı­ nıf öğrencilerinden birisi hakikaten bir öğretmene böyle bir tehdit mektubu yazmıştı. Kendisine tehdit m ektubu ya­ zılmış olan öğretmen, tiirkçülük fikrinin aleyhinde birisi idi. Mesele milliyetçiliğe ait bir iş olduğu için bunda da benden şüplıe edenler oldu. Balıkesir polisi de bütün gay­ retini hu nokta üzerinde toplıyarak çalıştı. Polis, günlerce süren ve m aarif ve okul idarelerinin de yardım ıyla yaptı­ ğı tahkikat sonunda m ektubun lise kutübhaııesuıdeki dak­ tilo makinesiyle yazıldığını tesbıt (!) etti. Bu tesbit, kütüb- h aıevi idare etmekte olan öğrenciyi okka altına

(30)

götüne-çekti. İş bu şekle dökülünce, o zam ana k ad ar kim olduğu bilinm iyen m ektup sahibi, arkadaşını bu haksız itham dan k u rtarm ak için kendisini ortaya çıkardı. Böyle b ir tehdit m ektubunu niçin yazm ak lüzum unu duyduğu araştırılın - ca, öğretm enle sınıf arasında b ir çok derslerde milliyetçi­ lik m evzuları üzerinde m ünkaşalar olduğu; öğretmenin, gençlerin inandığı m illiyetçilik fikirlerini yıkıcı ve kötü­ leyici (ve hıı arada Türkıyede belki de bir milyon öz Türk bile bulunamayacağı gibi) fik irler ileri sürdüğü, öğrencinin bundan m uğber olarak o m ektubu yazdığı ve okul dışın­ da b ir yerde daktilo ederek gönderdiği anlaşıldı.

öğretm en bu öğrenciyi mahkem eye vermişti. Çünkü o da m ektubun benjm teşvikimle yazıldığı kanaatinde idi. Şimdi İstanbul hukukuna devam etmekte bulunau hu gen­ ce okul idaresi ve polis tarafın d an m ektubun benim teş - vikimle yazıldığını ifade etmesi için çok baskı yapıldı. H at­ tâ çocuk teh d it ve hapis hile edildi. F ak at buna rağmen doğruluktan ayrılm adı. Yani, m ektubu duyduğu millî te­ essürler neticesinde sırf kendi iradesiyle yazdığı fikrinde ısrar etti. N ihayet bunun böyle olduğuna öğretmen de ka­ naat getirerek davasından vazgeçti.

İşte Haşan Ali’nin bana yam am ak istediği tehdit m ek­ tubu işi de hudur. Kızıl iym anlıları, haklarında resm î delil olm adığım ileri sürerek, kızıllıktan tenzih eden Haşan Ali, hem kendi m üfettişleri, hem de m emleketin zabıtası tarafından yapılan tah k ik atlar sonunda hiç birisiyle ilg'm olmadığı tahakkuk eden hu hâdiseleri sıkılm adan hana nasıl yükliyebiliyor?

Sonra, tahkikat evrakı içinde bulunup da öğretmene yazıldığı kaydedilen m ektuptaki güvendiğin Kem alizm in

dayandığı partinin hiçliğini anlamadansa yazık. Bize il­ tih a k etm iyenler ölüme m a h kû m d u r» diye b ir cümle

(31)

bu 29 bu

-Umduğu da kuyruklu hir yalandır. Bahsi geçen tehdit m ek­ tubunda böyle b ir cümle yoktur. Sahibinden getirttiğim o m ektup aynen şöyledir :

« B a y a n ... (1)

Teessürle haber aldığımıza göre, bulunduğunuz okulda türkçülük cereyanının kuvvetle yayılm asına rağm en -ki bizi memnun eden budur- siz bıı hususta okurlarınıza, b ir Türk öğretm eni olduğunuz halde, zehirli fik irler saçıyor- muşsıinuz. Bir T ürk öğretm eninin ödevi okurlarına T ü rk ­ lük gururunu duyurm ak. ırkının üstünlüğünü söylemek iken, asırların derinliklerinden kesilmeden, çağlayarak akıp gelen ırkının ve m illetinin şerefine leke sürecek ze­ hirli fikirleri saçmak kundakçılıktır.

T ürk iseniz az çok tüı kçü olmalısınız. T ürk değilseniz dilinizi tutunuz. Salyalı köpeklerden (kom ünistlerden) ise­ niz açık söyleyiniz. Yoksa koymımuzda yılan besliyemeyiz.

Bu size birinci ihtardır.

H areketlerinizi ve sözlerinizi ona . göre ayarlayınız. Yoksa ezici yum ruklarım ızla beyninizi patlatırız.»

H aşan Ali, bu gibi şeyleri nasıl uyduruyor, ş a ş m a m a k müm kün değil. Eğer o m eşhur tahkikat evrakının içinde, hakikaten hıı cüm leleri ihtiva eden bir başka m ektup f i ­ lân v ar idiyse onu m ertçe açıklam alı idi. A m a Haşan Âli hu, böyle açık iş yap ab ilir m i? F ak at işte o m ektubu yuka­ rıya aynen almış bulunuyorum . Bilmem bu uydurm a için de sıkılacak mı?

Denize düşen yılana sarılır derler. Haşan Âli de öyle yapmış. O da düştüğü denizde boğulmamak için yalan,

(32)

Ura, ve hiyle yılanlarına sarılm ak zorunda kalmış. Eğer öyle olmasaydı, aleyhim de bir şey elde edebilmek için te­ ker teker okuduğu raporlardan, fezlekelerden bu hâdise­ lerle ilgim olmadığım anladığı halde bana bu şekilde ça­ m ur atm aya tenezzül etmezdi. Eğer öyle olmasaydı, kita­ bına, tahkikat evrakı içinde bulunduğunu kaydederek be­ nimle bir ilgisi olduğu intiham ı uyandırm ak suretiyle, başkalarına ait m ektupların cüm lelerini alm azdı. Eğer öyle olmasaydı, bu hâdiseleri tahkik eden m üfettişin 13/5/ 1944 tarih ve 1143 sayılı 21 sayfalık raporunun bıı hususu t-sbit etmek için yaptığı gizli soruşturm alardan bahsetti­ ği kısım ları ve meselâ lise m üdürünün «A'ejdei Sançar'ın

son olaylarda tesir ve telkini olup olmadığı hakkında k u v ­ vetli bir delile sahip değilim, gibi sözlerini alırdı.

İrkçıiık-turaııcıbk fikirleri telkin ettiğim meselesine gelince; Haşan A fi burada da paya kalm ış bir talar ağa­

sından farksızdır. Her ne k ad ar onların ırkçılık-turanaıhk

dedikleri türkçiilükten başka bir sey değilse de, onun ınii- fettişinin, öğrencilere böyle kötü (!) fikirler telkin ettiği­ min sabit olduğunu yazmış olmasının bir sucu beşliği k a­ d ar değeri yoktur. Çünkü ortada benim, öğrencilere İkiy­ le kötü (!) fik irler telkin ettiğimin sabit olmadığına d a­ ir bir m ahkem e k ararı vardır. Bu,.Sıkı Yönetim Komutan­ lığının 2 sayılı m ahkem esinin 31/3/1917 gün ve esas 947/3 num aralı gerekçeli hükm üdür. Hepimizin durum unun en iuce noktasına k ad ar incelendiği ve tahlil edildiği bu 8(1 sayfalık hükm ün 38 inci sayfasında benim için:

*Buraya kadar yazılı gerekçeye ve Askeri Yargıtay d e n el Kurulu bozma sebeplerine göre:

S e jilet Sançann Balıkcsirde iken talebelerine propa­ ganda yaptığı hakkın d a ki iddia, m ahkem ede dinlenen ye ­ m inli tanıkların şehadetiyle sahil olmadığından I V2 net

(33)

—.31

-\ maddenin unsuruna uggun bir suç işlediği de tesbıt edile- ,n>,fiğinden talebe uygun olarak beraatına..'»

denilm ektedir. Savcının istediği ve m ahkem enin de verdiği hu beraat k a ra rı ile benim ırkçılık-turancıhk p ro ­ pagandası denilen şeyi yapm adığım m eydana çıkm ışken Haşan Ali'nin o sayın m üfettişi ile o inzibat komisyonunun sabit olduğundan bahsettikleri şeyin lâfı ıııı olur? Sade Masan Ali’nin değil, o m üfettiş ile o inzibat komisyonu aza- larıuuı da kendi hüküm lerinin hiçliğini ve isabetini gös­ teren bu adalet hükm ü karşısında İlilmem 11e hale düşme­ le r i icap eder? İten onların düşeceği hali bilemem. F ak at

eğer kendim böyle b ir durum la karşı karşıya kalsaydım herhalde kimsenin yüzüne bakam az, sokaklarda gezemez ve hatta belki de utancım dhan yerin dibine geçmeyi is te r ­ dim!

5 Masan Âli. beni kötülemek için bir de şöyle bir m asal anlatıyor:

, Bu tanığın 11e ruhta bir insan olduğunu anlatm ak için dava açıldıktan sonra ve benim aleyhim de şehadet et­ tikten sonra kendisini görüp dinlediğim Millî Eğitim Ba­ kanlığı teftiş heyeti reisi Ekrem Sarac’nı şu sözlerini arz edeceğim :

Bir gün mektepte sabahleyin bahçede (I) b ir feryat,

b ir gürültü olmuş, M üdür odasından fırlayıp ne olduğunu anlam ak içiıı dışarı çıkarken N ejdet Sançar a tesadüf et­ miş. Ne var diye sorunca «duymadınız mı, A tatürk geber­ di» demiş. M üdür buna şiddetle m ukabelede bulunm uş.

Bunu duyan talebeler ona taarru za kalkm ışlar. M üdür m â­ ni olftıuş.»

f l ) Kitabında  tsız'a'üslûbu bozuk diyen Haşan  li’nin buradaki ,’jslüb kudretine de doğrusu bir diyecek bulunamaz!

(34)

O zaınan m üdür olan zat, şimdi Balıkesir Lisesi M ü­ dürü Rasim Başgöz’dür. Bu hâdiseden şimdi bakanlık m ü­ fettişi olan Cezmi B erktin’in haberi olduğunu Ekrem Sa­ raç ayrıca ifade etmiştir.)

Bu da yalandır. Ve Haşan Ali’nin düştüğü dem okrasi de­ nizinde boğulm am ak için sarıldığı bu yalan yılanı,-onun o m eşhur kurnazlığını kaybetm ekte olduğunun da parlak b ir vesikasıdır. Çünkü Haşan Âli, bu yalanı kitabına a l ­ m akla bizzat kemli kendisini yaş tahtaya bastırm ıştır.

T a sv ird e k i cevabımda da belirttiğim gibi, bu k a t­ m erli yalan eğer b ir gerçek olsaydı, bunun Sivas öğretmeD Okulunda edebiyat öğretm eni bulunduğum (Atatiirkün ölüm tarihi olan) 1938 de geçmesi icap ederdi. Haşan Ali­ nin, kendisinden bu m alûm atı aldığım kaybettiği Ekrem Sarac’ın ise hakkım daki teftişi 1944 yılına aittir. Buna gö­ re Ekrem Saraç, 1938 de Sivas ta cereyan (!) eden b ir hâ­ diseyi 1944 de Balıkesirde tahkik (!) etmiş olm aktadır. Haşan Ali, bu m asalı gerçekleştirm ek için, m eyhanecinin bozacıyı şahit göstermesi gibi, bir de Cezmi B erktin’in a n ı­ nı ileri sürüyor. O Cezmi Berktin ki 1940 dan sonra Balı - kesirde tanım ışım dır ve binaenaleyh 1938 yılında Sıvasta cereyan eden bu masalı bilmesine im kân yoktur.

Hasarı Ali, bu k ad ar beceriksiz bir yalanın suratına çarpılabileceğini a c a b a ’hiç düşünm edi mi ?

Sıfırın bu iftirasını okuduktan sonra, şimdi Balıkesir Lisesi M üdürü bulunan Rasim Başgöz’e b ir m ektup yaza ra k o zam an aram ızda böyle b ir hâdise geçip geçmediğin ’ ve talebelerin bana taarruza kalkışm aları iddiasının doğ­ ru olup olmadığını bildirm esini rica ettim. Aldığım cevap şudur:

(35)

33

-Muhterem Nejdet Bey; t » /X l/1 9 4 ‘

Balıkesir Kenan Öner - Hattan AB Yücel davası, m ünasebetiyle isminizden ve ad ım d an ' bahseden tarihsiz mektubunuzu aldım. Tasvir gazetesinde­ ki miti ¿ikalınızı da. okııdnm. Tanık olarak m ahkem eye «ağırdır veya reimS bir incelem e açılırsa bildiğimi söylerim. Şimdilik susm ayı ter­ cih ediyorum. Bu h ususta başka diyeceğimi yok.

Bilm ukabele yengeye ve size selâm ve saygılar yollar, küçüğü­

nüzün gözlerinden öperim. Basim e B aşgfe

Beıı, dürüst b ir Anadolu Türkü olarak tanıdığım Ra- sim Başgöz’ün, hâdiseyi anlatm aktan'çekinm esine şaşm a­ dım. H atta b ir m em ur olduğunu, aile sahibi bulunduğunu ve içinde yaşadığım ız cemiyetteki zihniyeti düşünerek bil­ diklerini ancak resm en söyliyebileceği hakkm daki düşün­ cesini yerinde bile buldum. Fakat Basim Başgöz, şimdilik susmayı tercih ederken bile bir şeyler söylemiş oluyor ki dikkatli gözler o satırlard an hıımı çık arab ilirler saniyen ram .

Bu uydurm a hâdisenin şahitlerinden ( !) birisi olan Basim Başgöz’ün şimdilik susmayı tercih etmesine k arşı­ lık, vakanın (!) diğer şahitleri bulunan eski talebelerim in (yani Haşan Ali’nin bana taarruza kaldırdığı gençlerin) bir ikisinden m ektuplar aldım. Bu m ektuplardan birisi şimdi lueholu Orta Okulu M atematik öğretm eni bulunan Mehmet Saygı’dan, diğeri Y ıldızeli-Pam ukpm ar Köy F.ns- titüsüöğretmeııi Süleyman Bnmin’dendir.

H akkım da kullanılm ış övücü bazı cüm lelerden dolayı tamamen neşretm ekten sıkıldığım bu m ektuplarda, Sivas öğretm en Okulunun o zam anki yatılı öğrencileri olan h er iki öğretmen de, bu m aşalı yalanlam aktadırlar. Mehmet

(36)

Saygı. «15 XI 9*7 tarihli Tasvir gazetesini ancak bugün

okuyabildim . Sizin (gazetedeki) gazınızı da tekrar tekrar okudum . Şahsınıza yapılan gidime: ithamlara hayret et­ tim. hayretler içinde kahlm ı: tas kesildim > diye başladı-

î>i 24/XI/1947 tarihli m ektubunda, «sizin için ve sizin h ak­

kınızda söylenen bu yalan asla ipe sapa gelmez, koskoca- caman bir balondur» gibi cümleleriyle, Haşan Ali’nin kita­

bındaki uydurmalım, b ir balon oldtlğuım açıklam akta, bü­ tün okulun yasa büründüğü o gün ve o günlerde, benim de nasıl teessür içinde bulunduğum u şu satırlarla belirtm ek­ tedir :

M atem e o derece iştirak eltiniz k i okulda mecburî miiialea saatlerinde bile günlerce siiren radyo yayınlarını, mütalâayı hiçe sayarak, bir bir takip ettirdiniz. Ve bizim ­ le o tarihi neşriyatı beraber takip ettiniz.»

lU-ıı, fıtrataıı metin bir insan olduğum halde, o g ü n ­ l e r d e birkaç defa gözlerimden yaş akm asına mâni olam a­ dığımı hatırlıyordum ; fak at okulu m ütalâa astatlarında. radyonun »rafında topladığım ı unutm uştum . O ölümü, o giın (-geberdi!» kelimesiyle ifade eden bir insan bu işleri yapar mı idi?

Süleyman Bumiu’in gönderdiği uzun m ektuptan ise sadece şu satırla rı nakledeceğim :

24/Kasım/1947 Pamukpmar Çok sayın hocam;

Yalnız bu vatanın ve bu milletin selâmetinden ne faydasından başka tek bir şey düşünm eyen türkçûlerc, şim diye kadar isnad edilen yalanların bir çoğunu içim iz burkularak okuduk ve işittik. Lâkin Haşan Ali Yücel in 23

(37)

rkim 1917 tarihli Ulus gazetesinde sizin irin savurduğu saçına sözler gibisine de hiç ratlamadım. Yazısını aıınen

alıyorum:

•\ ! «Bir gfın m ektepte sabahleyin bahçede bir fenjad. hır

yürüttü otmuş (yalan olduğu cümle düşükiüyündrn ne o belli günü bir gün diye yazışından da anlaşılıyor). Miıdur odasından fırla yıp ne olduğunu anlam ak için dışarı çıkar­ ken N ejd et Sançar’a tesadüf ■etmiş. Ne rar diye sorunca

«duym adınız mı, A tatürk geberdi demiş. Mudur buna

şiddetle m u k a b e l e d e bulunmuş. Bunu duyan talebeler ona

taarruza kalkm ışlar. M üdür m âni olmuş.»

Bu kadar saçma yalanlar uydurulurken 9.>8-9.i9 det.s Sivas öğretm en O kulunu bitiren elli k i ,sur t alebenin m evcudiyeti unutulm uş. Beniırt de o yılın m ezunlan t e n ­ de 158 num aralı Süleym an Bum in olarak kayıtlı bulundu­ ğumu, zurnanın m üdürü olan çok saydığım Basim Başgöz pek iyi hatırlar...

Yine Sivas öğretm en O kulundaki talebelerimden, (şimdi Tokatta Gazipaşa İlk Okulumla öğretm en bulunan)

I h s a n Tuncay’dan tfelen h ır m ektup da, Haşan A lının ou

uydurm asını yalanlam aktadır. İhsan Tttnçiıy şunları ya­ zıyor:

35

-Çok Muhterem Hocam:

Haşan Ali YûceTin size isnad ettiği o çirkin k elim e d e n ,. bir arkadaşım göstermemiş olsaydı, yine de haberim olmı- gacaktı. «İhsan, siz o yılların talebeleri değil m isiniz? N ej­ det Sançar böyle bir söz söyledi mi?» deyince hem ü z ü l­ düm, hem de hayret ettim. Hayret ettim, böyle bir olay geç­ m ediğini bildiğim den; üzüldüm , size böyle bir leke, sürül­ m ek islendiğinden.. Atatürk: öldüğü zaman ben de Sivas

Referanslar

Benzer Belgeler

Beton üzerine vurulacak beton sathının da alt sıvada veya duvarda olduğu gibi kaba bir halde bulunması, iyice ıslatılması ve üzerine önce saf çimento şerbeti veya bol

[r]

(Lac Léman) m etrafını geceleri nura gark eden yine bu beyaz kömür dür. Honoré diyor ki « bir kaç manetle mü­ zeyyen bir mermer levhanın arkasına 10,000 ve

O yıllarda konuştuğum çok ünlü ve çok saygın bir yazınerimiz, kendisine Oğuz Atay’ı, çok önemli bulduğumu söyledi­ ğimde: “İyi ama çok geveze” demişti. Bu

lej’de ve Almanya’nuı Magdeburg şehrinde yüksek tahsilini ise An­ kara Hukuk Fakültesinde yap­ mıştır. 17 Nisan 1927 de Dışişleri Bakanlığına intisap

Çiçekleri neredeyse tamamen kapalı sikonyum’lar içerisinde hap- sedilen dişi incir ağaçlarının tozlaşmasına ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve

tik direnci görülme oranının yüksek olduğu ve antibiyo- tik direnci olan bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlara yakalananların ölüm riskinin, antibiyotik direnci olmayan

Antrenin sağ tarafındaki kapıdan (13M 2 ) hol ( i l ) oturma odası (14) dolap ve İmi dahilinden yukarı çıkacak bir merdiven merdivenin ilk sahanlığın- d a n bir geçit ile