• Sonuç bulunamadı

E Arsenik Yaşam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "E Arsenik Yaşam"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı

E

lementler belli özelliklerine ve aralarında-ki benzerliklere göre bir tabloya yerleştirile-bilir. Tablodaki her kutucuk ilgili elementin tapulu evidir. İki ayrı element aynı evi paylaşamaz, ancak komşu olabilir. Komşular rastgele elementler-den oluşmaz, aralarında ciddi benzerlikler vardır. Kimin kiminle komşu olacağı kurallarla belirlenir.

Tabloya bakarak bir elementin komşularının ne tür özelliklere sahip olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleye-yim” atasözünü, elementler söz konusu olduğunda “bana komşunu söyle, sana kim olduğunu söyleye-yim” diye değiştirebiliriz. Elementlerin yerleştirildi-ği bu tabloya elementlerin periyodik tablosu denir.

Arsenik

ve

Yaşam

Doğada bulunan veya laboratuvarda üretilen elementlerin sayısı yüzden fazla.

Yaşamın temel elementlerinin sayısı ise sadece altı: Karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt ve fosfor.

Diğer elementlerden bazılarının eser düzeyde bulunması yeterli iken, bazılarının en azından

şimdiki bilgilere göre canlılara faydalı bir işlevi yok; aksine zararlı olabiliyorlar.

Yaşamla yıldızı pek barışmayan elementlerden biri de arsenik.

Acaba arseniğin temel element olduğu bir yaşam olabilir mi, hem de yeryüzünde?

Elementlerin periyodik tablosu

(2)

Bilim ve Teknik Aralık 2012

>>>

Periyodik tabloda komşu elementlerin yaşam için oynadığı roller çok farklı ola-biliyor. Biri yaşamın temel elementi iken onun komşusu yaşamla pek bağdaşmaya-biliyor. Arsenik bunlardan biri. Yeri fos-forun hemen altında ve onunla benzer kimyasal özellikleri var. Fosfor yaşamın temel elementi olduğu halde, arsenik pek çok hücrenin âdeta kâbusu. Yaşamın te-mel elementleri genellikle atom ağırlıkla-rı daha küçük olanlardır. Şimdiki bilgile-re göbilgile-re yaşam için gebilgile-rekli olan en ağır ele-ment, atom numarası 74 olan tungstendir (bazı bakterilerde bulunur). Atom ağırlı-ğı daha büyük elementlerin de yaşam için gerekli olduğu belki bir gün ortaya koyu-lur. Yapılan çalışmalar insan vücudunda çok sayıda element bulunduğunu göster-miştir. Ancak bunların vücuda dışarıdan mı girmiş, yani bulaşmış mı olduğu yok-sa işlevli mi olduğu henüz tam olarak bi-linmiyor.

Yeryüzünde hidrojen, oksijen, azot ve karbon çok yaygın. Oysa fosfor, özellik-le denizözellik-lerde, bu eözellik-lementözellik-ler kadar yaygın değil. Küçük de olsa bazı bölgelerde, ba-zı elementler daha fazladır. Özellikle ok-yanusların derin bölgelerinde ve jeoter-mal kaynakların olduğu yerlerde arsenik daha fazla bulunabilir. Ancak tüm yeryü-zü düşünüldüğünde fosfor arseniğe gö-re çok yaygındır; genel olarak arsenikten on bin kat daha yaygın olduğunu söyleye-biliriz. Arsenik yaygın olduğu bölgelerde fosforun katıldığı tepkimelerde rol alabi-lir. Onun yerini almaya çalışır.

Fosfor, başta proteinler ve nükleik asitler olmak üzere, yaşamın temel mo-leküllerinin âdeta omurgasını oluşturan element olduğu gibi, başta hücre zarı ol-mak üzere pek çok yapısal oluşum için de vazgeçilmez. Sadece bu kadar da de-ğil: Organizmanın tüm enerji kaynakla-rı fosfora dayalı bileşikler ve tepkime-ler üzerine kurulu. Canlı organizmalar-da, fosfor kadar farklı işlevlere sahip bir element yok. Fosfor yaşam için bu kadar önemli iken, kapı komşusu arsenik bir o kadar yaşamla bağdaşmayan bir ele-ment. Fosforla aralarındaki benzerlik, organizma için tam bir felaket. Neden mi? Birlikte inceleyelim.

Arsenik Hücrenin

Enerji Üretim Sistemlerine

Büyük Zarar Veriyor

Arsenik atom numarası 33, kütle nu-marası 75 olan bir element. Yaşamın te-mel elementleri ile komşu. Fosforla ben-zerliği, fosfor taşıyıcılar ile hücre içine ko-laylıkla geçmesini sağlıyor. Organizma-da fosforun yer aldığı hemen hemen tüm tepkimeler arsenik için de potansiyel he-def. Enerji metabolizması bunların başın-da geliyor.

Hücrenin temel ihtiyaç listesinde kul-lanılabilir enerji her zaman ilk sırada-dır. Enerji olmadan hücre hiçbir şey ya-pamaz, yok olmaya mahkûmdur. Arsenik kurbanını enerji sistemlerine darbe vura-rak teslim alır. Bunu nasıl başardığını da-ha yakından inceleyelim. Organizmanın kullandığı temel enerji birimi ATP. İnsan vücudunu oluşturan yaklaşık yüz trilyon hücrenin tümü, birkaç istisna dışında, enerji gerektiren tepkimelerde ATP lanır. Katrilyonlarca tepkimede ATP kul-lanılınca doğal olarak günlük ATP gerek-sinimi de hayli fazla olur: Yaklaşık olarak vücut ağırlığımız kadar. Bu miktar vücu-dun aktivitesine göre iki, üç kat ya da da-ha fazla olabilir. Yanlış okumadınız, sağ-lıklı bir insanın normal etkinlikler için bir günde harcadığı ATP 70 kg civarında.

Eğer ATP üretmeyip dışarıdan alıyor ol-saydık, her ay 2 ton civarında ATP alma-mız gerekirdi. Sadece insanların bir ayda tükettiği ATP toplam 15 milyar tondan fazla olurdu. Oysa vücudumuzda yakla-şık 100 gram civarında ATP var. Ener-ji gereksinimi olduğunda ATP kendisi-ni oluşturan ADP ve Pi’a (ADP, Adeno-zin difosfat; Pi, inorganik fosfat) yıkılı-yor ve bu arada enerji açığa çıkıyıkılı-yor. An-cak ATP’lerin yıkım ürünleri olan ADP ve Pi atılmıyor ve gereksinim olduğun-da yeniden birleştirilerek tekrar ATP el-de ediliyor. Bu yıkım ve yeniel-den yapım döngüsü sayesinde bir günde ağırlığımız kadar ya da daha fazla ATP sentezleye-biliyoruz. Hücrede ATP üretimini sağ-layan, birbirleriyle bağlantılı üç yol var: Glikoliz, Krebs döngüsü ve elektron ta-şıma zinciri. Arsenik bu temel metabo-lik yolların işlevini çok olumsuz etkiler ve sonuçta ATP üretimi çok zarar görür. Arsenik sadece bununla da yetinmez. ATP’nin yapısına girer, organizmanın şeker (glikoz) üretimini olumsuz yön-de etkiler. Proteinlere bağlanarak yapıla-rını bozar. Yani nereden bakarsanız ba-kın tam bir kâbustur. Ancak tüm bunlara rağmen, günümüz tıbbında arseniğin sı-nırlı da olsa kullanım alanı var. Bu bir pa-radoks gibi görünüyor, ama değil.

Arsenik metali pek çok hücre için güçlü zehir etkisine sahiptir.

(3)

Bu kadar tehlikeli ve öldürücü olan ar-senik aynı zamanda bir ilaç. Yani bir ta-rafta zehir, diğer tata-rafta panzehir. Elekt-ron sayısındaki değişimler (iyonik du-rumu), hidrojen, oksijen, karbon ve di-ğer elementlerle veya gruplarla yaptığı bileşikler farklı arsenik türlerinin orta-ya çıkmasına neden oluyor. Arseniğin tü-rü, kullanım süresi ve dozu ona çok fark-lı kimlikler kazandırıyor. Böylece arse-nik suikastlarda kullanılan etkin bir zehir, farklı kanser türlerine neden olan bir çev-re kirletici olabildiği gibi bakterileçev-re kar-şı kullanılan bir antibiyotik, bazı kanser-leri tedavi etmek için kullanılan bir ilaç da olabiliyor.

Arseniğin tıpta tedavi edici ilaç olarak kullanılması MÖ 2000’li yıllara dayanı-yor. Hipokrat’ın bazı yaraları iyileştirmek için arsenik kullandığı bilinir. Ortaçağ’da tıbbi kayıtların yetersiz oluşu nedeniyle arseniğin ne kadar yaygın kullanıldığıyla ilgili bilgimiz yeterli değilse de, özellikle frenginin tedavisinde yaygın olarak kul-lanıldığı biliniyor. 18. ve 19. yüzyıllarda arsenik frenginin yanı sıra sıtma ve sedef gibi bazı hastalıkların tedavisinde de kul-lanılmıştır. Penisilinin kullanılmaya baş-landığı 1940’lı yıllara kadar arsenik içe-ren Salvarsan isimli ilaç fiçe-rengi hastalığı-nın tedavisinde kullanılıyordu.

Arsenik uzun yıllar kanser tedavisinde de kullanılmıştır. 19. yüzyılın ikinci ya-rısında arseniğin kan, cilt ve meme kan-serinin tedavisinde kullanıldığı biliniyor. Arsenik günümüzde de bazı kan kanser-lerinin tedavisinde kullanılıyor. 2000’de FDA (Food and Drug Administration, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) bazı

ilaç-mi olarak bilinen bir tür kanserin teda-visinde kullanılmak üzere, arsenik içeren bir ilaca onay verdi. Tabii tüm bu uygula-malar ancak alanlarında uzman hekimler tarafından yapılabiliyor.

Tüm tıbbi uygulamalarda arseniğin za-rarlı etkisi daima ön planda tutulmuştur. Pek çok çalışma arseniğin yaşam dostu ol-madığı yönünde. Acaba gerçekten öyle mi?

Arseniğe Bağlı Yaşam!

Biz insanların arsenikle ciddi sorun-ları var, ancak bakteri dünyasında iş öy-le değil. Arsenik tıpkı fosfor gibi çok fark-lı biyolojik tepkimelere girebiliyor. Arse-niğe dirençli bakteriler olduğu gibi arse-niğe gereksinim duyan bakteriler de var. Oksijensiz ortamda yaşayan bazı bakteri-lerin arseniği enerji üretim tepkimebakteri-lerin- tepkimelerin-de kullanması, dikkatleri arseniğe dayalı yaşam arayışına yöneltti. Acaba oksijenin az olduğu ya da hiç olmadığı gök cisimle-rinde arseniğin enerji üretiminde rol aldı-ğı bir yaşam türü olabilir mi? En azından bakteri düzeyinde. Bu soruyu “hayır” di-ye cevaplamak mümkün değil. Net bir ce-vap için bu gök cisimlerini ziyaret etme-miz veya bulaş olmadan materyal getirtip incelememiz lazım.

Biyolojik tepkimelerde arsenik-fosfor rekabeti yıllardan beri biliniyordu, öze-likle son 20 yılda bu konuda birçok çalış-ma yapıldı. 2011 yılı tam bir dönüm nok-tası oldu. NASA astrobiyoloji grubu, çok önemli bir keşif yapıldığını ve elde edi-len bilgilerin basın toplantısıyla duyuru-lacağını belirttiği zaman, şahsen çok fark-lı bir beklenti içine girmiştim.

Açıklama-sı bilim insanlarına Dünya dışında yaşam ipuçları elde edilmiş olabileceğini düşün-dürmüştü. Ancak beklenenin aksine ko-nu Dünya dışı yaşamla değil Dünya’da-ki yaşamla ilgiliydi. ABD’li bir araştırma grubu Kaliforniya’daki Mono Gölü’nün dibinde arseniğe bağlı bir yaşam biçimi keşfedildiğini duyurdu.

NASA astrobiyoloji enstitüsünden Wol-fe-Simon ve ekibine göre Mono Gölü’nde izole edilen bakteriler DNA’da, proteinler-de ve diğer biyomoleküllerproteinler-de fosfor yeri-ne arsenik kullanıyordu. Yaşamın bildiği-miz temel altı elementinden birinin, başka bir elementle yer değiştirebileceğini göste-ren çalışma büyük ilgi gördü ve Science’ta yayımlandı. Bu aslında kuramsal olarak uzun süredir düşünülen bir konuydu, an-cak ilk kez somut veri elde ediliyordu.

Protein ve nükleik asitlerde fosfor ye-rine arseniğin görev aldığını iddia eden araştırmacılar, hem alkali hem de tuz ora-nı hayli yüksek bir gölden elde ettikleri GFAJ-1 bakterisi üzerinde çalışmıştı. Bak-terinin yaşadığı Mono Gölü’nde tuz ve ar-senik oranı çok yüksekti. Özellikle arse-nik oranının yüksek olması araştırmacıla-rın dikkatini çekmişti. Gölden alınan bak-teriler için özel bir ortam hazırlanmış ve ortama fosfor yerine arsenik koyulmuş-tu. Arsenik miktarı giderek artırıldığı hal-de bakterinin yaşayabildiği gösterilmişti. Araştırmacılara göre arsenik sadece pro-tein ve nükleik asitlerde (DNA, RNA gi-bi) değil, hücre zarını oluşturan fosfolipit-lerde (hücre zarını oluşturan bir yağ çeşi-di) ve başka pek çok molekülde de yapı-sal element olarak bulunuyordu. GFAJ-1 bakterisi ilginç özellikler sergiliyordu. Ya-pılan detaylı çalışmalara göre bakterinin arsenikle hiç bir sorunu yok gibiydi. An-cak ortama fosfat eklendiğinde bakteri da-ha hızlı çoğalıyordu.

Bu çalışmada elde edilen sonuçlar pek çok yönüyle önemliydi. Bu verilere göre yaşamın altı temel elementi, bakteri düze-yinde bile olsa, değişebiliyordu. Dolayısıy-la fiziksel koşulDolayısıy-ları farklı oDolayısıy-lan bölgelerde (örneğin gök cisimlerinde) farklı element-lere dayalı bir yaşam olabilirdi ve GFAJ-1 bakterisi bunun ilk somut örneğiydi.

20. Yüzyılın ilk yarısına kadar frengi tedavisinde arsenik içeren Salvarsan isimli ilaç kullanılıyordu.

ATP (Adenozin trifosfat).

Tüm hücreler ATP’nın yıkımıyla açığa çıkan enerjiyi kullanır.

SPL

(4)

Bilim ve Teknik Aralık 2012

>>>

Eğer fiziksel şartları değiştirirseniz Dünya’dakine benzer bir yaşam türü oluş-turmak çok zor. Örneğin sıcaklık 100 oC

ya da -50 oC olursa Dünya’daki yaşamı

sürdürmek pek de kolay olmaz. Yüksek sıcaklıklarda yaşayan tek hücreli canlı-lar (örneğin termofiller) hayatta kalabilir, ancak bitkisel ya da hayvansal yaşam gi-bi çok hücreli gi-bir yaşamın olmasını bek-lemek zor. Eğer yaşamın üzerine kurul-duğu moleküler yapıda değişiklik olursa bu mümkün olabilir. Örneğin suyun don-duğu sıcaklıkta amonyak sıvı haldedir. O zaman düşük sıcaklıkta amonyağa daya-lı bir yaşam olabilir, çünkü yaşamın su-yun içinde olmasını zorunlu kılan bir ya-sa yok. Amonyağın sıvı halde olduğu dü-şük sıcaklıkta, amonyakta işlevsel olan moleküler organizasyona dayalı bir ya-şam şekli olabilir, daha doğrusu olmama-sı için bir neden yok. Benzer şekilde çok yüksek sıcaklıklarda hidrokarbonlar yeri-ne florokarbonlara dayalı bir yaşam ola-bilir, çünkü yüksek sıcaklıklarda florokar-bonlar hidrokarflorokar-bonlardan daha kararlı-dır. Ancak bu tür yaklaşımlar (en azın-dan şimdilik) kuramsal yaklaşımlar. Şim-diye kadar Dünya’da ya da başka bir gök cisminde suyun yerine amonyağın, hid-rokarbonlar yerine flohid-rokarbonların kul-lanıldığı bir yaşam biçiminin var olduğu gösterilemedi.

Bilim insanları özellikle biyolojide sürprizlere alışık. En olmadık zamanlarda özellikle tek hücreli canlılarla ilgili araş-tırmalarda beklenmedik durumlarla kar-şılaşabiliyorlar. Yaşamın olmasını bek-lemediğimiz çok düşük ya da çok yük-sek sıcaklıkların yanı sıra yaşamla bağ-daşmayacağını düşündüğümüz, tuz ya da asit oranının çok yüksek olduğu ortam-larda tek hücreli canlılara rastlandı. Tüm bunlarda değişmeyen ortak nokta, canlı-lığı oluşturan temel moleküller. DNA ve RNA’yı oluşturan moleküllerde ya da pro-teinleri oluşturan temel amino asitlerde çok büyük farklılıklara rastlanmamıştır. Daha da önemlisi bu moleküllerde kulla-nılan temel elementler hep aynı.

Acaba arseniğe dayalı bir yaşam ola-bilir mi? Fosfor yerine arsenik kullanan ve fosforun zarar verdiği bir yaşam

biçi-mi olamaz mı? Doğal olarak bu tür bir ya-şam biçimini tespit etmemiz çok zor, çün-kü kullanılan besi yerlerinde ve diğer or-tamlarda bulunan fosfor, olası hücrele-re zarar verip yok etmez mi? Arsenik na-sıl canlılar için genel olarak zehirli bir ele-mentse, acaba fosfor da arseniğe dayalı bir yaşam biçimi üzerinde benzer bir ze-hirli etki yapmaz mı? Tüm bu soruları he-men “olamaz” diye cevaplayamayız, hep-sinin cevapları tartışmaya açıktır. Arseni-ğe dayalı bir yaşam var da acaba biz mi tespit edemiyoruz, bu yaşam ulaşamadı-ğımız yerlerde mi? Wolfe-Simon ve eki-binin bulguları bu alandaki umutları iyi-ce yeşertmişti. Ancak bu sevinç uzun sür-medi.

Çalışmanın yayımlanmasından yak-laşık 18 ay sonra durumun sanıldı-ğı gibi olmadısanıldı-ğı yine Science’ta yayımla-nan iki çalışmayla gösterildi. Princeton Üniversitesi’nden Marshall Reaves ve Zü-rih ETH Mikrobiyoloji Enstitüsü’nden Tobias Erb ve ekipleri, yaptıkları çalışma-larla GFAJ-1 bakterisinin arseniğe bağ-lı yaşamadığını belirledi. Bakteriler fos-for yerine arsenik kullanmıyordu. Arse-niğe dirençliydiler, düşük fosfor ve yük-sek arsenik düzeylerinde yaşamlarını sür-dürebiliyorlardı. Kısacası GFAJ-1 bakte-risi arseniğe dirençli, fakat fosfora

bağ-lı bir bakteriydi. Bu bakteriler moleküler yapılarında fosfor yerine arsenik kullan-mıyordu. Fosfor temel element olarak ye-rini koruyordu ve bakteye-rinin yaşamı için çok az da olsa ortamda mutlaka bulun-ması gerekiyordu.

Tobias Erb ve ekibi GFAJ-1 bakterisi-nin, düşük fosfor ve yüksek arsenik içe-ren ortamlarda yaşamını sürdürebilmesi-ne rağmen çoğalmaya devam edebilmek için fosfora gereksinimi olduğunu orta-ya koydu. GFAJ-1 bakterisinin bir özel-liği de diğer arsenofil (yüksek arsenikli ortamlarda yaşayan) bakterilerden fark-lı olarak çok düşük fosfor düzeylerinde bile yaşayabilmesidir. Araştırmacılar ar-seniğin derişimini fosfora göre çok yük-sek tuttukları halde (40000/1,7) bakteri-nin yaşayabildiğini, ancak fosfat derişimi daha da düşürüldüğünde bakterinin ço-ğalamadığını gösterdi. Marshall Reaves ve arkadaşları da benzer şekilde arseni-ğin DNA’nın yapısına girmediarseni-ğini göster-di. Fosfor gibi, DNA ile bağ yapan arseni-ğe rastlamadılar.

Yani bakteriler bilim insanlarını yine şaşırttı. Çok düşük dozu bile insanlar için öldürücü olan arseniğe, bazı bakterilerin aldırmadığı bir kez daha görüldü. Tüm bunlar bakterileri tamamıyla yok etme-nin pek mümkün olmadığını gösteriyor.

Nükleer atıkların bulunduğu bir bölgede yaşayan bir tür bakteri. Bu bakteri yüksek tuz seviyesinden ve radyoaktiviteden etkilenmez.

(5)

Ortamı ne şekilde değiştirirseniz değişti-rin bakteriler bir şekilde bunun üstesin-den gelmeye çalışıyor. Bunun en tipik ör-neğini antibiyotiklerde gördük. 20. yüz-yılın ilk yarısında antibiyotiklerin mut-lak zaferi vardı. Çoğu bilim insanına gö-re bakteriler bir daha bellerini doğrulta-mayacaktı, ama onlar öyle düşünürken bakterilerde içten içe yeni yollara başvu-ruyordu. Bugün bakterilerin direnci ne-redeyse kırılamayacak gibi. Boşuna “ke-diyi köşeye sıkıştırırsanız yüzünüzü tır-malar” dememişler. Bakterilerin kendi-lerini sıkıntıya sokan bir etkenin üste-sinden gelmek için ihtiyaç duyduğu en önemli şey zaman. Eğer onlara yeterin-ce zaman verirseniz üstesinden geleme-yecekleri şey yok gibi.

Arseniğe dirençli bakterilerin (arse-nofiller) varlığı ilk defa bu çalışmalarda gösterilmedi. Örneğin arsenik içeren ve-teriner ilaçlarının kullanıldığı hayvan-larda arseniğe dirençli bakteriler tespit edilmişti. Arsenofiller zincirin ilk halka-sı da değil. Kurşun, cıva gibi yaşamla yıl-dızı pek barışmayan ağır metallerin

yük-sek derişimde olduğu ortamlarda yaşa-yan bakteriler de var. Benzer bakterileri keşfetmenin belki de en kolay yolu fark-lı çevre koşullarında araştırma yapmak. Sanayi tesislerinin olduğu bölgelerde ya-pılacak araştırmalarda metale direnç-li pek çok bakteri bulmak sürpriz olmaz. Pek çok bakterinin böyle ortamları ya-şam alanı olarak seçtiği bile görülebilir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar, gidişa-tın bu yönde olduğunu gösteriyor.

Aslında bu tür bakteriler bize eşsiz olanaklar sunuyor. Tıp, laboratuvar ve sa-nayi uygulamalarında yeni ufuklar açı-yor. PCR’da (polimeraz zincirleme tep-kimesi) olduğu gibi, yüksek sıcaklıklar-da yaşayan bakterilerden alınan enzimler (biyolojik katalizörler) çok büyük bir en-gelin aşılmasını sağladı. Bu teknikle, or-tamda çok az bulunan genetik materya-li çoğaltarak erken dönemde bazı has-talıkları teşhis etmek mümkün. Hepa-tit B, HepaHepa-tit C, HIV gibi virüslerin var-lığı, hastalığın erken dönemlerinde anla-şılabilir. PCR tekniğinin geliştirildiği ilk yıllarda yüksek sıcaklık nedeniyle

testle-ri sonuçlandırmak çok zaman alıyordu. Oysa termofil (yüksek sıcaklığa dayanık-lı) bakterilerden alınan enzimle sorun kolayca çözüldü. Çünkü bu enzim 90 oC

gibi yüksek sıcaklıklara dayanıklı ve böy-le ortamlarda işböy-lev görebiliyor.

Sonuç olarak, dirençli bakterilere ba-kışımızı değiştirmemizde yarar var. On-lar tek bir hücrenin nasıl direnç gelişti-rerek hayatta kalabildiğinin somut ör-nekleri. Biz insanlar ise hastalıklara kar-şı daha çok tedavi yöntemleriyle savakar-şı- savaşı-yoruz. Bakterilerden öğreneceğimiz çok şey var.

Kaynaklar

Wolfe-Simon, F.,Switzer Blum, J., Kulp, T. R., Gordon, G. W., Hoeft, S. E., Pett-Ridge, J., Stolz, J. F., Webb, S. M., Weber, P. K., Davies, P. C. W., Anbar, A. D., Oremland,R. S., “A BacteriumThat Can Growby Using ArsenicInstead of Phosphorus”, Science, Sayı 332, s. 1163-1166, 2011. Oremland, R. S.,Stolz, J. F.,“TheEcology of Arsenic”,

Science, Sayı 300, s. 939-943, 2003.

Erb, T. J., Kiefer, P., Hattendorf, B., Günther, D., Vorholt, J. A., “GFAJ-1 Is an Arsenate-Resistant, Phosphate-Dependent Organism”, Science, Sayı 337, s. 467-470, 2012.

Reaves, M. L., Sinha, S., Rabinowitz, J. D., Kruglyak, L., Redfield, R. J., “Absence of Detectable Arsenate in DNA from Arsenate-Grown GFAJ-1 Cells”, Science, Sayı 337, s. 470-473, 2012.

Wolfe-Simon, F., Davies, P. C. W., Anbar, A. D., “Didnaturealsochoosearse nic?”, International Journal of

Astrobiology, Sayı 8, s. 69-74, 2009.

Arseniğe bağlı yaşadığı iddia edilen bakterilerin bulunduğu Mono Gölü, Kaliforniya, ABD.

thinkst

Referanslar

Benzer Belgeler

TRNA’lar üzerinde bulunan ve üçlü bazdan meydana gelen ve kodon adı verilen bölgeye geçici bağlanarak amino asitlerin mRNA. üzerindeki şifreye göre doğru bir

TRNA’lar üzerinde bulunan ve üçlü bazdan meydana gelen ve kodon adı verilen bölgeye geçici bağlanarak amino asitlerin mRNA. üzerindeki şifreye göre doğru bir

• Folik asit, pteroilmonoglutamik asittir; pteroik asit kısmı, birbirine metilen köprüsü ile bağlı substitue bir pteridin halka sistemi ve p-aminobenzoik asitten

Vitamin olarak doğada en yaygın şekilde dağılmış bulunan ve en büyük biyolojik aktiviteye sahip olan tokoferol, alfa-tokoferoldür. • Tokoferoller bir kroman halka sistemi

• Bir gen direkt olarak protein sentezleyemez.*** Sahip olduğu bilginin proteine dönüştürülebilmesi için RNA ’yı*** aracı olarak kullanır.. • Sıkı bir şekilde

• Bir gen direkt olarak protein sentezleyemez.*** Sahip olduğu bilginin proteine dönüştürülebilmesi için RNA ’yı*** aracı olarak kullanır.. • Sıkı bir şekilde

• Besinlerde bulunan nükleik asitler başlıca nükleoproteinler (DNA, RNA) halinde, az bir kısmı da serbest nükleotid halinde alınır.. • Pankratik sıvıda bulunan

Klinik Bozukluk Kusurlu Enzim Klinik Bozukluğun Özellikleri Kalıtım Modeli Gut PRPP sentetaz Aşırı pürin yapımı ve atımı X bağlı resesif Gut PRPP sentetaz Aşırı