• Sonuç bulunamadı

ÝNSANIN 9 VEÇHESÝ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÝNSANIN 9 VEÇHESÝ"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÝNSANIN 9 VEÇHESÝ

SABRIN ÖRNEÐÝ: Hz. EYÜP SABRIN ÖRNEÐÝ: Hz. EYÜP

KURAN VERÝLERÝ AÇISINDAN LAÝKLÝK

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

0535 4554223 - 0549 7220248 Yönetim Yeri:

Hayri Eðmezoðlu Sk. Ýkizler Ap.

No: 8 D: 32 Erenköy/Ýst.

Baský:

Hedef Dijital Baský Taksim Cad. No: 19/A

Taksim/Ýstanbul Fiyatý: 7 TL Yýllýk Abone: 80TL

Yurt Dýþý: 100 TL Cilt: 46 Sayý: 543 Mart 2014

Huzur ve Düzenin

Ýlk Þartý: Doðruluk ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Sabrýn Örneði:

Hz. Eyüp ... 8

Ahmet Kayserilioðlu

Kuran Verileri Açýsýndan

Laiklik... 13

Güngör Özyiðit

Ýliþkiler Neden Zor? ... 18

Nihal Gürsoy

Ne Zaman Ölmüþ

Oluyoruz? ... 22

Derleyen ve Çeviren: Zuhal Voigt

Eski Türk Toplumunda

Kadýn ... 27

(Kadýnýn Bitmeyen Çilesi)

Yalçýn Kaya

Nefesi Bir Araç Gibi

Kullanmak -2 ... 34

Çeviren: Nelda Bayraktar

Ýnsanýn 9 Vechesi ... 38

(Canlý Kryon Celsesi)

Dergimizin internet sitesini

www.sevgidunyasidergisi.com, www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

ÝÇÝNDEKÝLER

(3)

Sevgili Dostlar

Ülkemiz adýna Dünyadan utandýðýmýz zamanlar geçiriyoruz hep birlikte. Bir yandan da bir þeyin iyice farkýna varýyoruz: Gün gelir Hukuk, Adalet herkes için lâzým olur. Yetkiler elimizdeyken, Hukuku zamanýn ihtiyaçlarýna göre geliþtirip insana eþitlikle yarar bir hâle getiremezsek, ona hak ettiði saygýnlýðý kazandýramazsak bu duvara günün birinde biz de fena çarparýz, hakkýmýzý aramak ve ispat etmek için, derdimizi anlatmak için güvenilir bir yer bulamayýz. Bunu aslýn- da ülkeyi yönetme görevine talip her iktidar namzedi, bir öncekini eleþtirirken dile getirir, gerçek bir hukuk devleti olmak için vaatlerini sýralar durur, ama iktidar olunca hepsini bir kenara koymayý býrakýn, eski hukuksuzluklara yenilerini ekleyip durur. Maalesef onlarca yýldýr vizyonu geniþ, entelektüel birikimi fazla, üç gün önce söylediðinin beþ gün sonra tam tersini söylemeyen, ülkesinin menfaatlerini kendi- ninkinden önce tutacak kadar onurlu ve erdemli politikacýlarý çok az çýkarabildi ülkemiz benliðinden. Bu aslýnda biziz, bu aslýnda bizim ülkemiz. Herkesin kötülüðü ve yalaný kendisine aittir, ancak bu tür yapýlarýn kök salýp büyümesine imkân veren toplumsal yapý bizlerin eseridir. Bizler ülkemize ve geleceðe güveniyoruz, önemli yerlerde ve mevkiilerde basiretli, sakin, insansever, hayýrlý kiþilerin olduðunu varsayýyoruz, her þeyin hayrýmýza olup geliþeceðine inanýyoruz.

Kötülemeler, lânetler, beddualar, ilenmeler bizim iþimiz olamaz.

Önemli ve gerekli olan insanlarýn harcanmasý, ezilmesi, yok olmasý deðil, zihniyetin, tavýrlarýn, anlayýþýn deðiþmesi deðil midir? Suçlarý bilinenleri suçlarý ile yargýlamak elbet ki haktýr. Öte yandan hani o dillerden düþmeyen demokratik, sosyal ve hukuk devleti oluþturmak için, gerçekten demokratik ve sosyal olmamýz, hayatýmýzýn her cephe- sinde âdil olmamýz gerekmez mi?

En Derin Sevgilerimizle

SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Huzur ve Düzenin Ýlk Þartý: Doðruluk

Dr. Refet Kayserilioðlu

"Doðrularýn

gözle görülmeyen ordularý vardýr" sözü,

insana büyük bir güvence veriyor. Doðru olanlarý;

yücelmiþ, parlamýþ, üstün olmuþ varlýklar, genel adýyla Melekler, her yerde, her zaman

korurlar. Gözle görülmeyen ordularla kastedilen

o yücelmiþ varlýklardýr.

(5)

oðruluk nedir?

Önce bunu iyice tanýyalým.

Doðruluk bir yönüyle hakça davranmak, haksýz- lýk yapmamak ve hakka tecavüz etmemektir. Diðer yönüyle yalan yapmamak, yalan söylememek ve gerçeklere uygun davran- maktýr.

Bunlara baðlý bir üçüncü yönü de, kimseyi aldatma- mak, kandýrmamak, hile yapmamaktýr. Doðrulukta baþka insanlarýn haklarýna saygý göstermek, ala- caðýmýzý hakça almak, hakkýmýz olduðu için almak vardýr. Kendi hak- larýmýzdan gönül rýzasýyla, kendi isteðimizle fedakâr- lýk yapýyorsak, bu iyiliktir.

Doðruluk, insan iliþki- lerinin ve toplum düzeninin iyi yürümesi için çok gerekli olan, iyi bir davranýþtýr. Aksi halde doðruluðun olmadýðý yer- lerde kavgalar, düþmanlýk- lar, huzursuzluklar eksik olmaz. Doðruluk, yüksel- menin beþ basamaðýndan birisidir ve Yaradan'ýn insandan beklediði en önemli meziyetlerden biridir. Ýnsaný, doðruluðun dýþýna çýkmaya iten sebep- lerin baþýnda, çýkar

düþkünlüðü ve bencillik gelir. Her þeyin en çoðunu, en iyisini kendine alma isteði, insaný ekseriya baþkalarýnýn haklarýna el uzatmaya itebilir. Hile, hýrsýzlýk, yalan, çalmak, çýrpmak, aldatmak doðru- luðun dýþýna çýkanlarýn yaptýðý kötülüklerdir.

Doðruluktan ayrýlýp kötü yola sapanlar, iyi niyetli, dürüst insanlarý tuzaða düþürmek için, türlü kur- nazlýklar, türlü yalan davranýþlar ve türlü hileler yaparlar. Ama bir gün kötülükleri ve yalanlarý ortaya çýkar. Çünkü kötülük er geç yapana döner. Bu Ýlâhi Düzen'in deðiþmez kanunudur.

Kötülük de iyilik de dönücüdür.

Ýnsanlarý bencilliðe, çýkar düþkünlüðüne, aþýrý isteklere yani ihtirasa yönelten ve öylece doðru- luðun dýþýna çýkmalarýna yol açan temel sebep ise bilgi ve tecrübe eksik- liðidir. Ama buradaki bilgi, Doðru Yaþama Bilgileridir. Bilgisi ve tecrübesi noksan olanlarýn kötülüklere sapmalarýnda ve doðrunun dýþýna çýk- malarýnda elbette vesvese verenin ayartmalarý da etkili olur. Ama vesvese

veren, tecrübesi az ve bil- gisi noksan olan insanlara etkili olabilir. Bilgisi ve tecrübesi artmýþ olan kim- seler, vesvese verenin ayartmalarýna kapýlmazlar.

Onlar artýk neyin doðru, neyin yanlýþ olduðunu öðrenmiþler ve doðru olaný yapmaya, doðru yolda git- meye karar vermiþlerdir.

DOÐRU OLAN KORKMAZ

Korkular da, baþýna bir belâ geleceði endiþesi de insanlarý doðru dýþýna çýk- maya yöneltebilir. Gerçek doðru olan ise, korkacak bir þey bulamaz. Yaradan'a inananýn, O'nun izniyle gelen temel esaslara uygun davrananýn korkacak hiçbir þeyi olmaz. Bizim Celselerimiz'de dendiði gibi: "Doðru olan hiçbir þeyden korkmaz. Çünkü doðrularýn gözle

görülmeyen ordularý vardýr."Ayný bilgide, Yüce Yer'den gelen gerçeklere inanmanýn gereðinden de bahseder:

"Ýnanmayanlar doðru olmayanlardýr."

Doðru olan elbette hiçbir þeyden korkmaz. Çünkü doðru olanýn gizlediði bir suçu, yanlýþý veya hatasý

D

(6)

yoktur. Doðru olmayanýn korkmasý, suçunun veya yalanýnýn ya da bir hatasýnýn meydana çýkma ihtimalindendir.

"Doðrularýn gözle görülmeyen ordularý vardýr" sözü, insana büyük bir güvence veriyor.

Doðru olanlarý; yücelmiþ, parlamýþ, üstün olmuþ var- lýklar, genel adýyla

Melekler, her yerde, her zaman korurlar. Gözle görülmeyen ordularla kastedilen o yücelmiþ var- lýklardýr.

"Ýnanmayanlar doðru olmayanlardýr" sözü ise çok þaþýrtýcýdýr. Doðru olmayanlar gerçekten inanmayanlar mýdýr? Ýnan- mak, Allah'a, O'nun kural- larýna ve buyruklarýna uymayý gerektirir. Ýnanan kiþi, O'nun kurallarýna uymayanlara, bu dünyada da öte dünyada da hesap sorulacaðýný bilir. Öylece yanlýþa, yalana, hileye, aldatmaya ve haksýzlýða sapmaktan sakýnýr.

Bunlardan sakýnmayanlar, o kurallarý yok farz ederek, yani baþlarýný kuma gömerek kötülükle- rine rahatça devam eder- ler. Hesap vakti gelince ve kötülükleri kendine dönünce de feryatlarý ve

piþmanlýklarý para etmez.

Þimdi þunlarý düþünerek okuyalým:

"Doðru yoldan ayrýlan kötülüðe anahtar, doðru yolda giden kötülüðe kilit olur. Her insan, bir insanýn kardeþidir.

Ýnsanlar biribirinin kardeþidir. Size hak olan þey, biribirinizin biribirine isteyerek verdiðidir.

Arzularýnýza hâkim olunuz. Hükmetmek istiyorsanýz, önce

kendinizi fethedin ki, asýl fatih odur. Aksi halde köle olursunuz. Nefsinizi kontrolden vazgeçmeyin."

Doðru yoldan ayrýlan kötülüðün anahtarý olur.

Artýk o, bütün kötülük kapýlarýný açan bir anahtar gibidir. Doðru yolda giden ise, kötülüðe kilit olur.

Hiçbir kötülük onun kapýsýný açamaz. Ýnsanlar biribirinin kardeþi ve her insan da bir insanýn kardeþidir. Öyleyse kardeþler arasýndaki hak düzeni nasýl olacak? Bize hak olan þey, biribirimizin, biribirine isteyerek, gönül rýzasý ile verdiðidir, iste- yerek verilmeyen, zorla veya aldatarak alýnan hak deðildir. Gönül rýzasýyla verilen ve alýnan haktýr.

Arzularýnýza hâkim olu- nuz. Yani istekleriniz çok olmasýn, önce kendinize hâkim olun. Asýl fatih, kendini fethedendir, arzu- larýný dizginlemesini bilendir. Ýhtiyacýmýz kadar almaya ve istemeye alýþ- malýyýz. Ýnsanlarla tüm alýþveriþimizde, isteyerek, hakça ve aldatma olmadan alýp vereceðiz. Doðruluk, üstün insanlýk böyle ola- caktýr. Aldýðýmýz kadar ve- receðiz. Aldýðýmýzýn kar- þýlýðýný mutlaka vereceðiz.

DOÐRU YOL HEP GÖSTERÝLMÝÞ Ýlk devirlerden beri insanlara doðruyu ve doðru yolu gösteren bil- giler hep gönderilmiþtir.

Önce peygamberler aracýlýðýyla, Yaradan'ýn izniyle Yüce Yer'den gelen bilgiler insanlara yol göstermiþ. Dinler böylece oluþmuþ. Artýk yeni bir din gelmeyeceðinden, þimdi bugünün insanlarýnýn, akýl ve mantýkla anlayýp inanacaklarý doðru esaslar dünyanýn deðiþik yer- lerinde rehber varlýklar tarafýndan insanlara duyu- rulmaktadýr. Ýnsanlarýn yükselmesi, arýnmasý hedeflenmektedir. Ýþte bunlardan bazýlarý:

(7)

"Siz, size azap geldiði zaman mý, kötülüklerden vazgeçip asýl doðruyu bul- muþ olacaksýnýz? Ýþte o zaman, sizin için çok geç olacak."

"Doðru, baþta da ve sonda da görünür. Ýþte o, öyle güzel varedildi."

Azap gelmeden kötülükten vazgeçmek, doðru olmak akýllýlýktýr.

"Aklýnýz yalnýz kendi- nizde ise, kendi çýkarýnýz- da ise ve kendi yaptýk- larýnýzý doðru buluyor- sanýz, yanlýþ yoldasýnýz."

Doðru her yerden görünür, her yerde hayranlýk uyandýrýr. Yalan da bir gün ortaya çýkar. Ama yalan, söyleyen ve yapaný utandýrýr. Yalan hiçbir þeyin ardýna gizlenemez.

Bir yerden mutlaka sýrýtýr.

Bir insan sürekli kendini ve kendi çýkarýný

düþünürse, çýkarý yönünde yaptýðý her þeyi de doðru buluyorsa yanlýþ yola gir- miþ demektir. Yalnýz kendi çýkarýný düþünenler, ister istemez baþkalarýnýn zararýna olan yanlýþ iþleri yaparlar. Herkesin hakkýný düþünmek, yanlýþtan sakýnmanýn en kýsa yoludur.

DOÐRU KARAR VERMEK

"Ýçinizden bilirsiniz ki her kim, kendi çýkarý için gönül kýrmýþsa, zor affedilecek olandýr. Ve içinizden her kim, doðru ve yanlýþý iyice bilmeden karar veriyor, yargýlýyorsa affedilmez, içinizden her kim, baþkalarýný yalnýz kendi iþi için, ona faydasý olmaksýzýn, yoruyorsa, daha çok yorulacaktýr þüphesiz, içinizden her kim, birini bir diðerine kötülüyorsa, kötülükten kurtulamaz. Bilirsiniz ki kötülük dönücüdür."

Kendi çýkarý için gönül kýranlar affedilmezler.

Doðruyu ve yanlýþý iyice bilmeden karar verenler, insanlarý haksýzca yargýlamýþ ve suçlamýþ olacaklarý için affedil- mezler. Kendi iþi için baþkalarýný, onlara hiç fay- dasý olmaksýzýn yoranlar, daha çok yorulurlar. Her kim bir kardeþini, bir baþkasýna kötülüyorsa kötülükten kurtulamaz.

Çünkü kötülük dönücüdür.

Baþkalarýný kötülemekle kimse üstün insan olamaz.

Aksine kötülük yayan kay- nak olur. Elbette kötülük- ler çoðalarak ona dönerler.

Bu bilgileri aklýnýzla düþünerek, mantýðýnýzda tartarak gönlünüze sindirmelisiniz. Ancak öylece doðru yapar ve doðru davranýrsýnýz. Sizin aklýnýzla, idrakinizle yap- týðýnýz doðru þey çok kýymetlidir. O, sizin yük- selme yoluna girdiðinizi gösterir. Elinizde gerçeðin ve yalanýn ölçeði olan bil- giler var. Onlara uygun davranmak, en baþta yük- selmenin beþ basamaðýný iyi yapmaya çalýþmak, sizi hýzla arýndýrýr ve yükseltir.

DOÐRULAR CESUR OLUR Doðru olmak, doðru yolda gitmek belli bir cesareti ve korkusuzluðu gerektirir. Her adýmda kendisine veya menfaatine zarar geleceðinden

korkanlar, kolayca yalana saparlar. Ama iþte bu, kötü yola sapmak olur.

"Korkanlara uymak, onlarla birlikte yalancýlýk yapmak olur. Yalan söyleyenler korkak olurlar."

Yalan söyleyenler korkak olurlar hükmü, çok sarsýcýdýr. Gerçeði görmek için ise, yalandan kaçýp kendimizi hayra çekmek gerekir.

(8)

"Ayrýlýkta olanlar, yalanla her þeyi yapabile- ceklerini zannederler.

Gerçeði, gerçekten görmesini öðrenenler önünde, iþte onlar yüz- lerini yere eðeceklerdir."

Ayrýlýkta olan demekle, O'nun katýndan gelen bil- gilere uymayanlarý, Yaradan'a da sýrt dönmüþ olanlarý kastediyor. Onlar, yalanla her þeyi yapabile- ceklerini zannederler. Ama gerçekleri görenler, doðru- larý bilenler önünde onlar mahcup olmayacaklar mý, yüzleri yerde olmayacak mý?..

Gönlümüzü doðrularla ve gerçeklerle doldura- caðýz ve gerçekleri vere- ceðiz herkese. Gerçekleri inanarak ve güvenerek verebilmek için, bulduðu- muz gerçeðe önce

kendimizi inandýracaðýz, tecrübe edeceðiz, deneye- ceðiz, o zaman rahatça vereceðiz. Vereceðimiz hayýrdýr o zaman.

Korkuyu deðil, doðruyu ve yanlýþý iyice öðrenirsek, baþkalarýnýn kötülüklerini ve kötü iþlerini de silmeyi baþarabiliriz. Biz doðru- lara, temel esaslara tam uymasýný bilirsek, o zaman baþkalarýný da kendimize uydurmamýz kolay olur.

Çünkü onlara söyleye- ceðimiz gerçeklerdir, doðrulardýr ve temel esaslardýr.

Doðruda kalmanýn yolu, beþ esasý iyice ben- imsedikten sonra, insanlarý hayýrla ve dikkatle dinle- mek ve onlarý her þeye raðmen sevmektir.

Sevgimiz bize sabrý ve hoþgörüyü getirir. Ýnsan- larý hayra ve doðruya çekerken bunlara çok ihtiyacýmýz olacaktýr.

Çünkü insanlara, onlarýn alýþageldiklerinin dýþýnda olan yeni doðrularý kabul ettirmek sabrý ve

hoþgörüyü gerektirir.

Doðru olmanýn ve doðruda kalmanýn esas yolu ise, Yaradan'ýn var- lýðýna, birliðine inanmak, O'na güvenmek ve O'nun koruyuculuðuna sýðýnmak- týr. O doðrularý sever ve korur. Bunu bilerek doðruyu korkmadan ve çekinmeden, ama yerinde ve dozunda söylemesini bilmek gerekir. Doðruyu kafaya çakar gibi söyle- mek doðru deðildir. Bütün yumuþaklýðýmýz ve esnek- liðimizle ortada olacaðýz.

Yersiz ve zamansýz söyle- nen doðru, faydasýz ve çoðu zaman da zararlý olur. Pek güzel olmayan

bir kadýna çirkin demek, gözü görmeyene kör demek, doðruluk mudur?

Bir insanýn yanlýþ bir hareketini uluorta söyle- mek, o kiþiyi düzeltmediði gibi, onu herkesin gözün- de küçük düþürmek olur.

Ýþte böyle zamanlarda doðru, doðruluk özelliðini kaybeder. Doðrunun gerçek doðru olabilmesi için, karþýnýzdaki kiþiye ve topluma faydalý olmasý gerekir. Zararlý doðru söyleyene de söylenene de zarar verir. Ýþte bu sebep- ten susulmasý gereken yerde susmak, söylenilme- si gereken yerde gerçeði çekinmeden söylemek gerekir. Bunu bize aklýmýz ve tecrübelerimiz gösterir.

Söyleyeceðimiz doðru- nun yeri mi, zamaný mý, faydalý mý, yoksa zararlý olabilir mi? Bunlarý iyice düþünmemiz gerekir.

Dedikoducu tipler vardýr.

Onlara dostlarýnýn söylediði ve güvenerek verdiði mahrem sýrlarýný orada, burada söylerler. Bu gevezeliklerinin sebebi, herkese neler bildiklerini göstermektir. Ama bu tutumlarý onlara güvenen dostlarýný hiç sevmedik- lerini, onlarýn hayrýný hiç düþünmediklerini ortaya koymaz mý?

(9)

HAK VE ADALET Demek ki doðruyu, insanlarýn hayrýný düþünerek ve onlarý severek yerinde, zamanýn- da ve dozunda söylemek gerekiyor. Herkesin ala- bilme kapasitesini de hesap etmek icap eder.

Yani doðru, faydalý olmalýdýr. Þüphesiz insan- larýn uymasý gereken ana esaslar, gerçek doðrulardýr.

Onlarý bile karþýmýz- dakinin dilinden

konuþarak, onlarý alýþtýra alýþtýra vermek gerekir. En önemlisi de sizin insanlarý gerçekten seven, onlarýn hayrýný isteyen, gerçek doðru bir kiþi olduðunuzu göstermektir. Böyle, hayýr- lý doðru kiþiler, herkesin sevdiði ve beðendiði kim- selerdir. Çünkü öyle kim- seler, yalan ve haksýzlýk yapmazlar, kimseyi aldat-

mazlar, kim- seye zarar vermezler, tersine herkese fay- dalý olmaya çalýþýrlar.

"Her þeyin temelinde, O'nun emriyle gizlenmiþ, ince bir düzenle duran, hak ve adalet vardýr."

Doðruluk yaparken de hakka ve âdil olmaya çok dikkat edeceðiz.

Atacaðýmýz bir yanlýþ adým, bizi ve karþýmýz- dakini çok üzebilir.

Düþünmeden, etraflý incelemeden yapacaðýmýz konuþmalar veya giriþim- ler yanlýþ olabilir. Hak ve adalet sýnýrýný aþmýþ ola- biliriz. Acele etmek ve öfkelenmek insaný kolay yoldan yanlýþa vardýrýr.

Doðruyu göremeyenler kararlarýnda âdil ola- mazlar.

"Susacaðýnýz yerde sus- masýný bilip, söyleye- ceðiniz yerde, gerçeði çekinmeden söyleyiniz.

Gerçek þaþmaz olduðun- dan sizi, sizin tehlike zan- nettiklerinizden mutlak koruyacaktýr; siz gön-

lünüzü arýtmýþ, yüzünüzü önce biribirinize, sonra insan kardeþlerinize hayýrla dönmüþseniz eðer."

"Doðru söz, en küçük sesle bile söylense, bir anda her yana ulaþýr.

Doðru söyleyeceðiniz, sizin için en güzel

ulaþtýrýcýdýr, öyle biliniz."

"Doðru ve yanlýþ örtülemez. Ne var ki, biri sizi yüceltir, diðeri var- lýðýnýzý yok eder."

Bu bilgiler açýkça gös- teriyor ki, doðru olmak ve doðruyu söylemek þarttýr.

Yalnýz doðrunun yerine ve zamanýna çok dikkat etmek gerekir.

Doðrularýnýz, kimseye zarar vermeyecek, kimse- nin hakkýna el uzatmaya- cak, aksine herkese faydalý olacaktýr. Bunun için aklýnýzý geliþtirmeniz ve bilginizi artýrmanýz gerekiyor.

Hak sýnýrý çok ince bir çizgidir. Ama siz her zaman doðruluðunuzla, iyiliðinizle, sevginizle ve sabrýnýzla ortada olursanýz, her yerde sevilen, sayýlan, deðer verilen, üstün bir insan olursunuz

(10)

Gülyüzlülerden Ýbretler: 4

Sabrýn Örneði: Hz. Eyüp

O'NUN EN ÇOK SEVDÝÐÝ EN ÇOK SINADIÐIDIR

Hz. Eyüp Ýslâm Ansiklopedisi'nde bazý kay- naklarda Hz. Lût'un torunlarýndan biri olarak

gösterilir. Bu durumda günümüzden 3900 yýl kadar önce bugünkü Suriye topraklarýnýn Ürdün sýnýrlarýna yakýn bir bölgesinde yaþamýþ olduðunu söyleyebiliriz. Onun hakkýndaki en geniþ bilgiyi Tevrat'ýn 500. Sayfasýndaki Eyüp Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

(11)

bölümünde 40 sayfa boyunca anlatýlanlarda bulmaktayýz. Kuran'ýn birkaç suresinde de Hz.

Eyüp'ün putperestler arasýnda yaþayýp, Allah'ýn birliðini ve sevgisini insanlara duyu- rurken baþýna gelen büyük sýkýntýlara, belâlara nasýl katlandýðý, görevinde sabýrla, azimle nasýl yürüdüðü örnek olarak anlatýlýr.

Aslýnda Hz. Eyüp, peygamberliðinin ilk yýl- larýnda, sýkýntýdan uzak, mutlu günler geçir- miþti. Sayýlamayacak kadar çok malý, hayvan- larý, çalýþkan köleleri, oðullarý kýzlarý ve ken- disine çok baðlý güzel karýsý ile herkesin gýp- tayla baktýðý birisi idi. Gerçi onun Tanrý elçisi olduðuna inananlar çok azdý ama Eyüp üzülmüyor, sonuca güveniyordu. Mutlu yýllar uzun sürmedi. Þimdi sýnanma zamanýydý.

Gerçekte Hz. Eyüp'ün belâlarla dolu bir yaþa- ma sürüklenmesi, Yaradan'ýn onu þeytana

"örnek insan" diye tanýtmasýyla baþlamýþtý. Bu, Tevratta þöyle anlatýlýr:

"Ve Rab Þeytana dedi: Kulum Eyüp'e iyice baktýn mý? Çünkü dünyada onun gibisi yok.

Kâmil ve doðru adam, Allah'tan korkar ve kötülükten çekinir. Ve Þeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyüp Allah'tan boþuna mý korkuyor? Onun etrafýna, evinin etrafýna ve nesi varsa hepsinin etrafýna sen çepeçevre çit çevirmedin mi? Ellerinin iþini sen bereke- tledin ve onun malý memlekette çoðaldý.

Þimdi elini uzat da nesi varsa hepsine dokun.

Yüzüne karþý sana lânet edecektir. Ve Rab Þeytana dedi: Ýþte bütün nesi varsa senin elinde. Ancak kendisine elini uzatma." (Eyüp 1/8-12)

Kuran'da Sâd Suresinin 41. Âyetinde Hz.

Eyüp'ün, Þeytanýn düþmanlýðýndan þöyle söz ettiðini okuduðumuzdan, Tevrattaki Rabbin Þeytanla olan bu yaman söyleþisinde gerçek payý olduðunu anlamaktayýz:

"Kulumuz Eyüp'ü de hatýrla!.. O bir zamanlar Rabbine þöyle seslenmiþti:

Þüphesiz Þeytan bana zahmet ve acý ile dokundu." ( 38/41)

Þeytanýn þeytanlýðýný yapmasýna Yüce Kat'- tan izin verilmiþti. Çok geçmedi aradan. Kýsa günler içinde o mal mülk sanki yerin dibine geçmiþti, komþu kabilelerin baskýnlarý, seller ve yeller hepsini alýp götürmüþtü.

Hz. Eyüp haberlere aðlamadý, isyana da var- madý. Sadece secde etti ve þöyle konuþtu:

"Annemden çýplak doðdum. Topraða da çýplak döneceðim. Allah verdi, Allah aldý. O'nun ismi kutlu olsun." Dert, cana deðil, mala gelmiþti.

Þeytaný kim durdurur? Þimdi daha ötesini iste- di ve de gerçekleþti. Bir gün bir ziyafet esnasýnda çöken evin altýnda kalan bütün kýzlarý ve oðullarý bir çýrpýda can verdiler. Ýçi yandý, tutuþtu elbet Eyüp'ün. Aðladý, sýzladý her evlât acýsý çeken gibi. Ama yine dili kötü söylemedi, yine gönlü isyan etmedi onu gül- yüzlü yapana. Ve Þeytan son kumarýný da oynadý bu defa dert bizzat kendine geldi, Eyüp'ün. Hem de ne dert. Bütün vücudu tepe- den týrnaða kötü çýbanlarla doldu. Acýsý neyse çekerdi Eyüp; bir de herkesi yanýndan kaçar- casýna uzaklaþtýran þu kötü kokusu olmasaydý.

Dünya dar geldi Eyüp'e, yaþamak çok zor oldu o günlerde.

Etrafýndaki inanan halka da çözüldü adým adým. Bu ne biçim seçilmiþlikti böyle, ne biçim korunmaydý?!.. Hani Allah ondan yanaydý? Nesi kalmýþtý elinde? O saltanatýn o þan ve þerefin ardýnda kalan þu illetlinin kim peþinden giderdi?

Eyüp daðýlan halkaya mý, kendi derdine mi yansýndý? Kül içinde oturmuþ bir çömlek parçasýyla yaralarýný temizlerken o vefa timsali

(12)

karýsý bile sabrýn önüne geçmiþ þöyle konuþ- muþtu: "Sen hâlâ O'na inanmakta, baðlý kalmakta devam edecek, O'ndan geldiðini zan- nettiðini mi iþleyeceksin? Sen sadece O Allah'a lânet et de ölümünü dile" Gözyaþlarýný içine akýtan Eyüp þu karþýlýðý vermiþti karýsý- na: "Sen de o ahmak kadýnlar gibi konuþuyor- sun iþte. Nasýl, Allah'tan gelen iyiliði kabul edelim de kötülüðü kabul etmeyelim öyle mi?

Ýþte bunu benden asla isteme..."

YARAYA TUZ EKENLER

Eyüp, sadece hâlâ ona inanmakta sebat eden üç yakýn arkadaþýna derdini dökebiliyordu.

Gönlünde hep Rabbine baðlý kalmakla beraber, dili zaman zaman feryatlarýna mani olamýyor, onlardan bir teselli bekliyordu. Ah biz anlayýþsýz insanlar; baþkasýnýn çarýðýyla biraz yol tepmeden uluorta eleþtirilerle dertlere dert katan bizler. Eyüp'ün candan sandýðý

arkadaþlarý da onu anlamadýlar. Gönülden gelmeyen katý cevaplarla suçladýlar Eyüp'ü.

Ýþte o an çok deðiþik bir sýzý duydu yüreðinde Eyüp, çýbanlardan bin beter... Eyüp'ün Rabbine sýzlanmasý Tevratta þöyle anlatýlýr:

"Yolu kendisine örtülmüþ olana neden ýþýk veriliyor? Çünkü ekmekten önce iniltim geliyor ve feryatlarým su gibi dökülmede.

Çünkü korktuðum baþýma geliyor ve yýldýðým þey baþýma geliyor. Kaygýsýz deðilim, sükûnda deðilim, rahat deðilim. Ancak sýkýntý geli- yor." (Bap 3/ 23-26)

Ve Tevratta sayfalar boyunca o üç arkadaþýnýn Eyüp'ün halini anlayýp onu teselli edecekleri yerde sanki Tanrý'nýn avukatlarý imiþ gibi serzeniþlerine suçlama ile cevap ver- meleri Eyüp'ü yiyip bitiriyordu. Ve zaman zaman dayanamayýp þöyle konuþmaktan da kendini alamýyordu:

Resim: “Eyüp ve Dostlarý” (Hercules Seghers, 1590-1638)

(13)

"Sizin bidiðinizi ben de biliyorum. Ben siz- den aþaðý deðilim. Gerçekten ben Rabbime söyleyeyim. Ve isterim ki Allahla davalaþayým. Siz ise yalan düzücülersiniz.

Hepiniz deðersiz hekimlersiniz. Keþke siz büsbütün sussanýz." (Bap 13/2-5)

"Ve Eyüp cevap verip dedi: Ben bunlara benzer çok þeyler iþittim. Hepiniz yorgunluk veren tesellicilersiniz. Boþ sözlere son olur mu? Sizi ne zorluyor da cevap veriyorsunuz?

Ben de sizler gibi söyleyebilirdim; canýmýn yerinde sizin canýnýz olsaydý, size karþý sözler dizebilirdim." (Bap 16/1-4)

Hz. Eyüp sadece hastalýðýndan deðil, tüm dünyadan soyutlandýðýndan, kuru baþýna kaldýðýndan da þöyle yakýnýyordu:

"Kardeþlerimi benden uzaklaþtýrdý.

Tanýdýklarým bana bütün bütün yabancý oldular. Akrabalarým gelmez oldular. Yakýn dostlarým da beni unuttular. Evimdeki misa- firler ve hizmetçi kýzlarým beni yabancý say- madalar. Onlarýn gözünde bir yabancý oldum. Kölemi çaðýrýyorum da cevap vermi- yor, dilimle ona yalvarsam bile. Soluðum karýma iðrenç oldu. Yalvarýþým da kardeþle- rime." (Bap 19/13-17)

Allah Eyüp'ü terk etmemiþti. Ancak Âlem- lerin Rabbi olduðunu, her þeyi ince hesaplarla nasýl varettiðini, gücünün ve kudretinin son- suzluðunu özlü sözlerle ona tekrar hatýrlat- mak gereðini duymuþtu. Eyüp bunlarý dikkatle dinledikten sonra sýzlanmalarýndan dolayý içtenlikle þöyle baðýþlanma dilemiþti:

"Sen her þeyi yapabilirsin bilirim. Hiçbir muradýn alýkonmaz. Senin takdirini bilgi- sizce karartan bu adam kim? Bundan ötürü anlamadýðým þeyleri söyledim. Benden üstün

olan bilmediðim þaþýlacak þeyleri. Niyaz ede- rim, dinle de ben söyleyeyim; sana sorayým da bana anlat. Senin için kulaktan iþitmiþ- tim; þimdi ise seni gözüm gördü. Bundan ötürü kendimi hor görmekteyim ve tozda, külde tövbe eylemekteyim." (Bap 42/2- 6)

Ýyi günler gibi kötü günler de sayýlýydý. Ve sonu geldi. Bir zaman vakit tamam olunca Rabbi'nin bildirdiði bir suyla yýkanan Eyüp bir anda yeniden doðmuþ gibi oldu. Sýnanma bit- miþ, denemeleri yüz aký ile geçmiþti. Þimdi artýk bir baþka azimle yeniden yola çýkacak ve önü tutulmayanlardan olacaktý. Çeliðe su ve- rilmiþti bir kere. Nitekim kýsa günlerde etrafý inananlarla doldu taþtý da Rabbi aldýklarýný misliyle tekrar geri verdi sabrýn timsali elçi- sine; daha nice hayýrlara kullansýn diye...

Ve o üç arkadaþýnýn onu sevgi ile kucakla- yacaklarý, teselli edecekleri yerde "Tanrý'nýn Avukatlýðý"na soyunup, onun sýzlanmalarýna gönülden gelmeyen kuru sözlerle cevap veren arkadaþlarýnýn tutumunu onaylamýþ mýydý Hepimizi Sevgisinden Vareden?

Onaylamak ne kelime, tam tersi olmuþtu.

Yaradan, Eyüp'e onlarýn suçlu olduklarýný, baðýþlanmalarý için dua etmesini emretmiþti.

Çünkü onlar, akýllarýna gönüllerini ortak etmemiþ; duygusuz basmakalýp sözlerle, zaten zorda olan Peygamberi, daha da zora sok- muþlardý.

Bunlarýn hepsini gördükten sonra, insan soramadan edemiyor: Tüm bu olan bitenlerden þeytanýn eline geçen neydi ki?!.. Evet Hz.

Eyüp'ü aðlatmýþ, inletmiþ, acýlarýn yalnýzlýk- larýn kör kuyularýnda çaresiz býrakmýþtý. Ama yine de onu inancýndan, Rabbi'nin yolundan saptýramamýþtý. Asýl istediði de tamamen bu deðil miydi? Üstelik Hz. Eyüp'ü bin yýllar

(14)

boyunca tüm zordaki insanlara bir sabýr mo- deli, güçlüklere göðüs germe örneði gibi bir yüceliðe ulaþtýrmýþtý. Yaradan'ýn ona þeytan- lýðýný yapmasýna izin vermesi de herhalde bu nedenle olsa gerek.

Peygamberler tarihiyle ilgili eski kaynak kitaplarýn bazýlarýnda Hz. Eyüp'ün Rabbi'nin emriyle çýktýðý bir seyahatte, çöllük bir bölgedeki uzun yürüyüþü sýrasýnda susuzluk- tan ölecek hale gelmesinden söz edilir. Hz.

Eyüp müdür o emin deðiliz ama, Bizim Celselerimizde bir gülyüzlü peygamberin bu tür bir serüveninden uzunca söz edilir.

Konumuzu bunu aynen alýntýlayarak son- landýrmak istiyorum. Çok zorda iken aðzýmýz- dan çýkýveren isyankâr sözlerimizi, eðer tes- limiyetimizi sürdürürsek, Yaradan'ýn baðýþla- yacaðýný bu örnekten anlamaktayýz:

"Bir hayýrlý bir zaman, bir yol gösteril- diðinden, yola çýktý evinden. Sevgisi ve inancý bütün, yol boyunca yürüdü bir hayli, yorul- madan ve dinlenmeden. Bir zaman geldi susadý çok, yola çýkmýþ olan hayýrlý. Bakýndý etrafýna, içebilmek için bir damla su yok!..

Yürüdü yine azimle, önceden öðrendiðini, önceden vaat edileni bilerek, isteyerek.

Yürüdü, susuzluðu daha da arttý. Yürüdü...

Ve bir zaman gayret diledi O'ndan. Bakýndý etrafýna, aradý içmek için bir yudum su.

Olmazsa su, yürümesi imkânsýz. Olmazsa su, görmesi imkânsýz. Ve "olmazsa su" diye düþündü, duyabilmesi imkânsýz. Diz çöktü ve secde etti olduðu yerde. Dedi ki: "Beni Sevgisinden Varetmiþ Olan, susuz ve gayret- sizim þimdi ben... Halbuki yola çýkarmadan önce, bana neler vaat etmiþtin biliyorum Sen.

Ya Sen yanlýþtasýn, ya ben anlamadým...

Anlamak için bana haber gönder" dedi... Bir zaman öyle secdede bekledi... Ve kulaðýna bir ses geldi, bütün sözlerin ve bütün seslerin ötesinden, hiç kimsenin duyamayacaðý, yal- nýz onun duyacaðý gibi: "Kalk ve yürü!"

Kalktý yerinden, hayýr için yola çýkmýþ olan, yürümeye baþladý adým adým... Her adýmda daha güçlük, her adýmda daha zorluk ve her adýmda gittikçe yok olan!..

Birdenbire bir pýnar belirdi karþýsýnda.

Yanýna vardý pýnarýn. Önce berrak suyun aksinde yüzünü gördü yolcu. Saçý sakalý uza- mýþ, gözleri göçmüþtü içeri. Eðildi içmek için sudan, yudum yudum kanýncaya dek içti.

Elini yüzünü yýkadý ve bir süre bekledi. Ve sonra yeniden, akseden yerde yüzüne baktý birden. Saçý ve sakalý uzamýþtý gerçekten, ama güzel ve temizdi...

Gözleri çökmüþtü içeri, ama canlý ve görüyorlardý. Gözlerinin rengine baktý bir ara. Sanki þimdi onlar, onun gözleri deðildi artýk... Sanki þimdi onlar, bundan böyle görecek- leri baþka þeylere hazýrdý... Ýþte o zaman yola çýkan yeniden her þeyi anladý. Ve yeni gelen sesle, yeniden çýktý yola, en güçlü adým, en güçlü nefesle!.."

(15)

aiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi gibi dýþ dünyada nesnesi olmayan soyut kavramlar, iyice irdelenip doðru tanýmlanmadýðýnda kafalarda karýþýklýk yaratýr. Deðiþik bakýþ açýlarýndan yapýlan yorumlar ise bu karýþýklýðý ve bulanýklýðý büs- bütün artýrýr. Laikliðin yanlýþ yorum ve uygu- lanmalarý, toplumu iyice germiþ, aslýnda hýsým olmasý gereken toplumsal kesimleri hasým haline getirmiþtir.

Böylece gelenekle modern yaþam, dinle devlet arasýnda yaratýlan yapay bir gerilimle toplum laik-antilaik diye iki kampa

ayrýlmýþtýr. Gerçekte düþünce ve inanýþ özgür- lüðünün, farklý seçeneklerin birlikte barýþ

içinde yaþamasýnýn güvencesi olan laiklik, kavga konusu yapýlmak istenmiþtir. Bunda dinci yobazlarla, laikçi baðnazlarýn tutumlarý birinci derecede rol oynamýþtýr.

Bugün devletle dini barýþtýracak, geleneksel görüþle modern yaþamý uzlaþtýrýp bütünleþti- recek þekilde laikliðin doðru bir yorumu ve tanýmý zorunlu hale gelmiþtir. Ýþte "Kur'an Verileri Açýcýsýndan LAÝKLÝK" tam da bu ih- tiyacý karþýlayan ve çözüm getiren bir kitaptýr.

Kitabýn yazarý Prof. Dr. Yaþar Nuri Öztürk, hem din bilgini hem hukukçu hem de siyasetçi kimliði ve birikimiyle bu zor iþin üstesinden gelmeyi baþarmýþtýr. Kitap laikliði

L

Kuran Verileri Açýsýndan Laiklik

Güngör Özyiðit, Psikolog

(16)

her yönüyle irdelemekte ve çözümü apaçýk bir þekilde gözler önüne sermektedir.

LAÝKLÝK

Kitap öncelikle laikliðin sözlük karþýlýðýný vermektedir: "Dinsel hukuktan ve dinsel et- kilerden baðýmsýz yönetsel veya siyasal sis- tem."

Kiþi inanç konusunda tamamen özgürdür.

Laiklik bireyin iç dünyasýna karýþmaz, karýþa- maz. Nitekim Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Baþgil

"Din ve Laiklik" kitabýnda bu konuya açýklýk getirmiþtir:

"Ýnsan, iþ ve iliþkiler hayatýnda laik olur, yani iþin ve iliþkilerin devletçe konan kanun- larýna göre hareket eder de diðer yandan, bireysel ve özel hayatýnda dindar olarak yaþar. Laiklik sadece devlet faaliyetlerine ve kamu faaliyetleri alanýna ait bir prensiptir.

Ferdin özel hayatý, ailesi, sevdikleri, çevresi bunun dýþýnda kalýr..."

Mýsýrlý düþünür Ebu Zeyd ise laikliðin, dini gerçek yapýsýyla anlamak için kaçýnýlmaz olduðunu vurgulamakta, laikliði Ýslâm adýna eleþtirmenin bilim ve dinle baðdaþmadýðýný, siyaset adýna bir saptýrma olduðunu öne sürmektedir. Ebu Zeyd'e göre, Ýslâm, belirgin bir biçimde laik karakterli bir dindir.

Burada insanýn aklýna þöyle bir soru geli- yor: Dinci söylem niye laikliði dindýþý ilan ediyor? Ebu Zeyd, bu kurnazlýðý da iki nedene baðlýyor: "Birincisi laikliðin, dinci söylemin baþlýca etkileme araçlarýndan birisi- ni elinden çekip almasý, ikincisi ise dinci söylemin mutlak ve mükemmel gerçeðe sadece kendisinin sahip olduðunu öne sürerek taþýdýðý 'kutsal otorite'yi boþa çýkarmasýdýr..."

Diðer yandan laikliðin "din ile devlet iþlerinin ayrýlmasýdýr" þeklindeki tanýmý eksik, hatalý ve hattâ tehlikeli olmuþtur. Bu taným yüzünden laiklik, devlet ve hukuk düzeni ile ilgili bir tavýr ve yöntem olmaktan çýkarýlýp, bir ideoloji ve bazen de din gibi algýlanmýþtýr. Ve dinci siyaset odaklarý bunu kullanarak toplumu "ya laiklik ya Ýslâm"

ikilemi ile karþý karþýya getirmiþtir.

Mýsýrlý düþünür Ebu Zeyd, bu konuya da deðinerek þunlarý yazýyor: "Laiklik, özü itibariyle, dinin gerçekçi yorumu ve bilimsel olarak anlaþýlmasýndan baþka bir þey deðildir.

Onu kabul etmeyenlerin yaydýklarý gibi, dini toplumdan ve hayattan soyutlayan bir þey deðildir." Suheyb Bin eþ-Þeyh, "Laik dünyada Ýslâm" kitabýnda konuya daha bir açýklýk kazandýrýr:

"Laiklik, devlet ile din iliþkilerini istikrara kavuþturmak için konmuþ bir kuraldýr. Bu kuralýn yeni bir din yaratmak gibi bir hedefi olamaz. Laiklik bir yandan, kamu otoritesinin inançlar karþýsýnda yapýcý tarafsýzlýðýndan baþka bir þey deðildir; öte yandan da ifade ve ibadet özgürlüðünün hukuksal güvencesidir.

Ýki yüz yýllýk tarihi boyunca laiklik ideoloji ile karýþtýrýldý..."

DÜNYA - ÂHÝRET, RUH - MADDE BÝRLÝKTELÝÐÝ

Laikliðin Anglo-Sakson dilindeki karþýlýðý sekülarite, yani dünyacýlýk veya çaðdaþlýk. Bu durum da dinci siyasetçiler ve Batýlý oryan- talistler, özellikle Schimmel tarafýndan þöyle deðerlendirilmiþtir: "Ýslâm'da dünyevi alan yoktur. Her þey, ama her þey din kurallarý olarak belirlenmiþtir. Dinsel-dünyasal ayrýmý yapmak Allah'ý dýþlamak, dinin dýþýna çýk- maktýr."

(17)

Oysa Kur'an birlik ilkesi gereði ruh-madde, dünya-âhiret, madde-mânâ birlikteliðini esas alýr. Ne ruhu dýþlar, ne de maddeyi. Kur'an için beden, bedene iliþkin hazlar çirkin ve kaçýnýlasý deðildir. Bedenin tek yanlý olarak putlaþtýrýlmasý, hayatýn biricik gayesi haline getirilmesidir yanlýþ olan. Kur'an hem dünya hem âhirete, ikisine birden gerekli önemi ver- mesini ister insandan ve der ki: "Allah'ýn sana verdikleri içinde âhiret yurdunu ara, dünya- dan da nasibini unutma!" (Kasas, 77)

Sayýn Öztürk'ün çok güzel belirttiði gibi Fatiha Suresi'nin "Yalnýz sana ibadet eder, yalnýz senden yardým dileriz!" yakarýþýnda bile, ibadet sözündeki uhrevî olanla, yardým sözündeki dünyevi taraf esrarlý bir biçimde birleþtirilmiþtir.

TAKVA NEYÝN ÖLÇÜSÜ

Ruhsal olgunluklarýn, dinsel yetkinliklerin insana kazandýrdýðý niteliðin din dilinde adý takva'dýr. Kur'an bu ilkeyi çok açýk bir þekilde koymuþtur: "Allah katýnda en deðerliniz, tak- vada en ileri olanýnýzdýr." (Hucurât, 13) Yani takva, insanlar arasý iliþkilerde, kamusal alan- da bir üstünlük ölçüsü deðildir. Ancak insan- la-Allah arasý iliþkilerde bir deðer ölçüsüdür.

Bu ilkeyi Kuran'ýn dýþýna taþýyýp, "En üstün insan, takvada en ileri olandýr" demek insan- lýðý din sýnýfýnýn hegemonyasý altýna almaktýr.

Böyle bakýldýðýnda laiklik, Kuran'a aykýrý olmak bir yana, onun insan hayatýna getirmek istediði deðerleri koruyan ve yücelten bir ilkedir. Çünkü dinin, resmi egemenlik aracý yapýlmasýnýn önünü kesmektedir.

Eðer takva, kamusal alanda bir üstünlük ölçüsü sayýlýrsa, bunun arkasýndan riyakârlýk,

ikrah denen baský, zorlama, aldatma ile birlik- te þiddet ve terör gelir. Tarih bunu defalarca doðrulamýþtýr. Bugün de görülen odur.

EGEMENLÝK VE LAÝKLÝK

Egemenlik ontolojik ve kozmolojik anlam- da elbet ki Allah'a aittir. Yaratan, yöneten, koruyan, evreni çekip çeviren O'dur. Altta da üstte de saltanat O'nundur. Önde de sonda da O'nun emri geçerlidir. Ne var ki, Kur'an açýk ve seçik olarak insana hâkimiyet yetkisi verildiðini bildirmektedir. Öncelikle peygam- berlere, sonra bütün insanlara bu hak veril- miþtir: "Þu bir gerçek ki Allah size, emanet- leri, onlara ehil olanlara vermenizi, insanlar arasýnda hükmedince de adaletle hükmet- menizi emrediyor..." (Nisa, 58)

Kuran'a bakýldýðýnda, insana hâkimiyet (egemenlik) yetkisinin verildiði kesindir.

Ancak bu yetkinin adaletli bir þekilde, Allah'ýn indirdiði ve gösterdiði evrensel ilkeler çerçevesinde olmasý istenmektedir.

Mutlak anlamda hüküm Allah'a aittir.

Ancak hükümde insanýn da bir nasibi vardýr.

Ýnsan bu nasibini kullanýrken, Allah için hareket etmeli, yani adaleti gözetmeli, haddi aþmamalýdýr.

Allah somut bir varlýk olmadýðýndan, kitlelerin yönetimi ve adalet daðýtýmý için somut bir egemen güce ihtiyaç vardýr. Kur'an egemen gücü, insan olmaktan çýkarmýþtýr.

Egemen güç, hukukun ilkeleridir. Ve bunu uygulayan hukuk devletidir.

Bugünün modern dünyasýnda sulta, artýk kiþinin veya kiþilerin deðildir. Hükümet eden- ler, sulta'nýn sahibi deðildir. Hükümet edenler,

(18)

sulta'nýn sahibi deðil, emanet taþýyan görevlileridir. Sulta'nýn sahibi tüzel kiþilik olan devlet olsa bile, sonuçta egemen olan hukukun ilkeleridir. Böyle bir hukuk devle- tinin olmazsa olmazlarýndan biri de laikliktir.

AKLIN ÖNE ÇIKARILMASI

O halde Allah'ýn indirdiði ve gösterdiði nedir? Kuran'a göre bu ilke temelli kaynaklar þunlardýr: 1- Akýl 2- Vahiy 3-Yaratýlýþ kanun- larý (sûnnetullah, kader) 4- Bilim 5- Mârûf (ortak evrensel insanlýk deðerleri)

Kur'an aklýn kullanýlmasýný ýsrarla istemek- te ve "Aklýný iþletmeyenler üzerine pislik yaðar" (Yunus, 100) demektedir. Akýl vahiy- den önce gelir. Ve insan vahyi, aklý sayesinde anlar. O nedenle aklý olmayanýn dini de yok- tur. Akýl tüm insanlarda ortak olan tanrýsal bir cevherdir.

Kur'an dilinin ölümsüz ustalarýndan Isfahanlý Râgýb, bu konuda þu muhteþem satýrlarý yazmýþtýr:

"Allah'ýn insanlara iki resulü vardýr: 1-Ýçten dýþa olan (bâtýn) resul, 2- Dýþtan içe olan (zâhir) resul.

Bunlardan birincisi akýl, ikincisi peygam- berdir. Hiçbir insan, bâtýn resulden, yani akýl- dan gereðince yararlanmayý öne almadan zâhir (görünen) resule yol bulamaz. Bâtýn resul (akýl), zâhir resulün (peygamber) çaðrýsýnýn saðlýk ve geçerliliðini bilmede esastýr. Eðer bâtýn resul (akýl) olmazsa zâhir resulün (peygamber) sözünün kanýtlýðý ve baðlayýcýlýðý olmaz. Bu böyle olduðu içindir ki Allah, kendisinin birliðinde ve peygamber- lerin doðruluðunda kuþkuya düþenleri akla

gönderir. Baþka bir deyiþle, onlarý peygam- berlerin söylediklerinin doðruluðu ve tutar- lýlýðý konusunda akla baþvurmaya çaðýrýr.

Akýl komutandýr, din asker. Akýl olmasa din geçerli ve kalýcý olmaz. Elbette ki din olmayýnca da akýl þaþkýn halde kalýr. Bu ikisinin birleþip kucaklaþmasý ise nur üzerine nurdur. Nur Suresi'ndeki "nur üstüne nur"

(Nur, 35) ifadesi iþte bunu göstermektedir."

Büyük fýkýh öncülerinden biri olan Kadý Abdülcebbar, tüm Müslüman düþünürlerince tekrarlanan þu ilkeyi belirliyor:

"Akýl ile vahyin kaynaðý birdir, Allah'týr;

dolayýsýyla bu ikisi çeliþip çatýþmaz. Eðer çatýþýr gibi bir görünüm ortaya çýkarsa, akýl esas alýnýr, vahyin verileri akla uygun hale getirilmek üzere tevil edilir."

Bütün bu akýlcý yaklaþýmlar, devrimci Mâlikî fakîhý Necmuddin et-Tûfî (ölüm.1376) tarafýndan bir hukuk sistemine dönüþtürülerek ilkeleþtirilmiþtir:

"Muamelâtta hükümler maslahata (kamu menfaatine) göre belirlenir; bu alanda dinin verileri birer örnektir; tüm zamanlarý baðla- maz..."

Sayýn Öztürk, konuyu þöyle baðlar:

"Ýslâm dünyasýnda, Tûfî'nin fikirlerini ilk kez hayata geçirme onuru, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e nasip oldu. Bu nasiplen- menin omurgasýnda laiklik ilkesinin yer aldýðýný söylemek ise bir vicdan borcudur. Ve bir gerçekçiliktir."

(19)

PEYGAMBERLÝÐÝN BÝTÝÞÝNÝN ANLAMI

Kuran'a göre, peygamberlik Hz.

Muhammed'le son bulmuþtur. Bunun ne anla- ma geldiðini Ýslâm tarihinde ilk kez

Muhammed Ýkbal doðru bir þekilde deðer- lendirerek þunu söylemiþtir:

"Peygamberliðin bitirilmesinin anlamý, insanlýðýn artýk kendini kendi kuvvetleriyle yönlendirecek bir tekâmül düzeyine gelmiþ olmasýdýr."

Yani kitleleri Allah adýna yönetecek, yön- lendirecek kiþiler devri, son peygamber Hz.

Muhammed'le bitmiþtir. Bu ayný zamanda þu demektir ki, yönetim erkinin arkasýnda tan- rýsal ve kutsal dayanak gören anlayýþ, yöne- tim biçimlerinden biri olan teokrasi dönemi bitmiþtir.

Kur'an hiçbir devlet þeklinden söz etmez.

Her toplum, zamana ve ihtiyaçlarýna göre dileðini, uygun gördüðü bir devlet þeklini seçebilir. Burada önemli olan devlet þekli deðil, yönetimde egemen olmasý gereken ilkelerdir. Kuran'da bu ilkeler açýk olarak verilmiþtir. Bunlarýn en önemlileri bey'at, þûra, adalet, ehliyet ve emanete saygý, kamu kaynaklarýnýn talan edilmemesi, baský ve manipülasyonun (ikrahýn) dýþlanmasý, emeðe saygý olarak sayýlabilir.

YÖNETÝMDE TEMEL ÝLKELER Kuran'a göre hukuk devletinin, yönetim erkinin dayanaðý bey'at ve þûra'dýr. Seçimle deðil, Allah'ýn seçip atamasý ile gelen Peygamber'i bile kitleyi yönetirken þûra ve bey'at'a uymaya çaðýrmýþtýr Kur'an. Bey'at ve

þûra ile þahýs hegomanyasýnýn, hanedan despotizminin, oligarþinin, sýnýf despo- tizminin ve teokrasinin, Allah adýna yönetim yaftasýyla insana zulmün önü kesilmiþtir.

Yönetim erki Allah adýna deðil, yönetme yetkisi veren toplum adýna kullanýlýr.

Yönetenler Allah'ýn deðil toplumun vekilidir.

Kanunlarýn çýkarýlmasý "Allah adýna" deðil, yönetilen toplum adýna olacaktýr.

Yönetimin temel ilkelerinden biri olan bey'at, toplumun yöneticilere onay vermesi, yani sosyal mukaveledir. Þûra ise yönetenler- le yönetilenlerin konuþup danýþarak, birbir- lerini karþýlýklý olarak denetlemeleridir.

Günümüz dünyasýnda buna 'hukuk devleti' denmektedir. Ve bu devletin iþlemesinin güvencesi de laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesinin korunmasýndaki en büyük güvence ise, Ýslâm'ýn gerçeðinin ortaya çýkarýlmasý ve halka öðretilmesidir. Bu konuda Atatürk, çaðýn en büyük din bilginlerinden Elmalýlý Muhammed Hamdi Yazýr'a Kur'an tercüme ve tefsirini yaptýrarak ilk adýmý atmýþtýr. Gerisi getirilmediði içindir ki, bugün bu durum- dayýz.

Bir kýsým aydýnlar laikliði koruma konusunda titizlik gösteriyor. Bir kesim halk

"din elden gidiyor" diye karþýlýk veriyor.

Neyin elden gittiðini bilmiyorum ama her iki kavram da ayaða düþmüþ durumda.

Ýþte Prof. Dr. Yaþar Öztürk, bu kitabýyla her iki kavramý da alýp yerli yerine oturtuyor ve Türk Toplumuna, hattâ Ýslâm dünyasýna yepyeni bir barýþ projesi sunuyor.

Deðerlendirilmesi dileði ile...

(20)

18

evremize baktýðýmýzda hemen herkesin iliþkiler yönünden pek çok sorunla uðraþtýðýný görüyoruz. Bu, bir yerde yaþamýn gereði çünkü her birimiz farklý bireyleriz. Eðitim, yetiþme koþullarý alýþkanlýklar, inançlar, yaþam anlayýþý bakýmýndan bile açýkça görülen ayrýlýklara sahibiz. Ancak, en yakýnlarýyla anne-baba-çocuk-eþ-sevgili

veya arkadaþ olarak sorunlar ve çeþitli uyuþmazlýklar yaþayanlarýn sayýsý da oldukça kabarýktýr. Basitçe þöyle ifade edildiðini duyarýz çoðu zaman "… ile iliþ- kilerimiz hiç iyi gitmiyor."

Pek çok insan ise sürekli kendilerini yoran ve geren iliþkilerinden uzaklaþarak artýk yalnýzlýðý tercih ettiklerini söylerler.

Ýliþkiler ve Aþk Üzerine

Ýliþkiler Neden Zor?

Nihal Gürsoy

Ç

(21)

Ancak bir süre sonra en az eskisi kadar mutsuz olduklarýný görürsünüz. Sorun nerededir? Öncelikle yalnýzlýk, yanlýþ anlaþýlmýþ bir tek baþýnalýktýr. Tek baþýnalýk bizim doðamýzdýr. Ancak bizler bunun farkýnda deðiliz. Bunun farkýnda olmadý- ðýmýz için de kendimize yabancý kalýrýz.

Tek baþýnalýk, kendi içsel varlýðýmýzla derin baðlar kurmamýza, huzuru, dinginliði e sessizliðiyle yapýcý ve yaratýcý yönlerimi- zi ortaya çýkarmasýyla pozitiftir. Tek baþý- nalýðýn varoluþumuza kattýðý deðerleri deneyimleme yeterliliðinde olmadýðýmýz için çoðu zaman kalabalýklara karýþýp varýz gibi davranmayý tercih ederiz. Pek çok insanýn kalabalýklar içinde bile temel gay- reti yalnýzlýðýný unutabilmektir. Onlar yal- nýzlýkla tek baþýnalýk arasýndaki engin farký kavrayamamýþlardýr. Yalnýzlýk bir boþluk- tur, bir þeyler eksiktir ve onu hiçbir þey dolduramaz. Yara gibidir, acýtýr. Zavallýdýr, negatiftir karanlýk ve kasvetlidir. Çoðu insan kendisiyle olmaktan o kadar korkar ki, her türden tuhaf meþgaleyle uðraþýr ve hiç zamanýnýn olmadýðýndan þikâyet eder.

Bazý iþkolikler vardýr, hafta sonu yaklaþtý- ðýnda korkuya kapýlýrlar. Ne yapacaklardýr?

Kendi kendileriyle baþ baþa kalamazlar.

Yalnýzlýðýn ürkütücülüðü veya toplumsal þartlanmalar nedeniyle arkadaþlýklar, aile- ler, çocuklarla bir düzen kurulmaya çalýþýl- sa da bu durumu daha karmaþýk hale getir- mekten baþka bir þeye yaramaz. Temeldeki sorun, kendisini tekrarlayarak devam eder.

NASIL BÝR ÝLÝÞKÝ?

Sýradan bir insan, sürekli yalnýzlýðýndan kurtulmak ister. Olgun insan ise yalnýz kaldýkça kendisiyle yakýnlaþýr ve kim

olduðunu bilir. Kendi tek baþýnalýklarýný tanýmýþ olanlar için ise, varlýklarý baþlýbaþý- na bir mutluluk kaynaðýdýr. Kalabalýklar içinde bunu yapmak zordur çünkü dikkat daðýtýcý pek çok unsur vardýr. Kendi tek baþýnalýðýmýza uyumlu ve hoþnut hale geldikten sonra gerçekten iliþki kurabiliriz.

Artýk baþka þeylerin içine girmek kendin- den kaçmak olmayacaktýr. Bu senin kendini ifade etme biçimin ve potansiyelini hayata katman olacaktýr.

Sadece böyle bir insan, isterse toplumun içinde yaþasýn veya yaþamasýn, evlensin veya bekâr kalsýn farketmez, her zaman mutludur. Korku temelli bir iliþki tatmin edici olabilir mi? Karýný veya kocaný aslýn- da sevmiyorsan, yalnýz kalmamak, birine yaslanmak, sosyal ve ekonomik yönden güvence altýnda olmak, bakýmýný saðlamak için onu kullanýyor, hattâ ona katlanmak durumunda kalýyorsan burada sevgi için gerekli temel yoktur. Sevgi, asla korkudan ve baðýmlýlýktan yeþermez. Varlýðýnýn derinliklerine inebilen insan, orada yaratýlýþýnýn özündeki cevheri parlatmaya ruhuna nüfuz etmeye baþlar. Ancak bu derinliklere inebilmek, egoyla kýyasýya bir mücadeleyi gerektirir. Böylece kendinin ve nefsinin efendisi olan insan, diðerlerine sahip olmaya, kullanmaya çalýþarak deðil, sevgisini paylaþarak, saygýnlýklarýný ve özgürlüklerini yok etmeden onlara deðer katarak iliþki kurmayý bileceðinden onlarýn da kendilerini bulabilmeleri için bir kay- naða dönüþür; varolan her þeye huzurunu ve sevgisini yayar. Halk arasýnda kendisini sevmeyen bir insanýn baþkalarýný hiç seve- meyeceði hep söylenir, uygulamalar ve sonuçlarý insanýn kendisini sevmediði yönündedir.

(22)

Anneler çocuklarýný, çocuklar ebeveyn- lerini, eþler birbirini suçluyor sürekli.

Arkadaþlýklar ve diðer iliþkilerde de durum ayný. Hatta kadýnlar erkekleri, erkekler kadýnlarý karþý cins olarak küçük görüyor ve kýnýyorlar. Birlikte bir bütün olduk- larýnýn neredeyse idrakinde deðil gibi davranýyorlar. Kendimizi sevmekten anlaþýlan, karþý tarafý suçlamak gibi gözüküyor çoðu zaman.

Kendine karþý sevecen olan bir insan, katý deðildir, yumuþaktýr. Varlýðýna özen gösterir, nazik davranýr. Hatalarýný defalar- ca affeder, bunu öðrenmiþtir. Çünkü deðiþim ve dönüþüm bazý konularda ayný yanlýþlarý yaparak gerçekleþir. Ancak bu vurdumduymaz veya boþ vermiþ bir tutu- mun izlerini taþýmaz, aksine kararlý, kendine güvenen ve farkýndalýkla yak- laþýlan bir geliþim sürecine gösterilen sabýrdýr. Ancak böyle uyanýk bir inanç ve sabrýn neticesinde kendi gerçek potan- siyelinle buluþabilir ve olgunlaþabilirsin.

Kendi öz kaynaðýna yaklaþtýkça sevmeyi öðrenirsin. Çünkü özümüz O'nun sevgisin- den varedilmiþtir. Kendi varlýðýnda insaný deneyimleme süreci çok öðreticidir. Bu mücadeleye saygý duyarsýn bu azmi se- versin. Kendini anlayýp, olduðu gibi kabul edip sevmezsen baþkalarýnýn küçücük kusurlarý gözünde dað gibi büyür. Bu geliþmektir, büyümektir, kendini gerçek- leþtirmektir ve bizim seçimimizdir.

Birbirini gerçekten seven insanlar her- hangi bir sorun olduðunda hatayý veya eksiði hep kendi davranýþlarýnda ararlar.

Hemen ve çabucak karþý tarafý suçlamak akýllarýna bile gelmez. Halil Cibran, "Ayný çatýyý destekleyen iki sütun gibi olun ama

diðerine sahip olmaya çalýþmayýn. Diðerini baðýmsýz býrakýn. Ayný çatýyý destekleyin.

Bu çatý sevgidir" der.

Korkuyla hareket ettiðimizde sahip olmayý seçeriz. Sahip olmaya çalýþmak iliþ- ki deðildir. Bu þekilde davrandýðýmýzda iliþki kurma olasýlýðýmýzý yok ederiz.

Gerçekten sevenler, kendilerini diðerine açýkça gösterirler, varoluþlarýnýn coþkusunu sahip olmaya çalýþmadan özgürlüklerine, kiþiliklerine saygý duyarak paylaþýrlar.

Anlaþýldýðý gibi "Niçin iliþki kurmak bu kadar zor?" sorusunun cevabý önce, olmaktan geçiyor. Kendi içinde keþfedip yaþadýklarýndan memnun ve mutlu isen diðerine tüm gönlünü açabilirsin. O da senin için ayný þeyi yapabiliyorsa bu iliþki gerçekten muhteþem bir keþif ve deneyim olacaktýr. Unutulmamasý gereken önemli noktalardan biri de iliþkinin bir süreç olduðudur. Ýki kiþinin buluþmasý yeni bir dünya yaratýr daha önce var olmayan bu olgu aracýlýðýyla iki kiþi de deðiþir ve dönüþür. Sevgi ve anlayýþ dolu iliþkiler o nedenle yüceltici ve geliþtiricidir iliþki görevini yerine getirir ve her iki tarafa da güç ve hýz katar. Baþlangýçta yalnýz çeper- ler buluþur, iliþki özelleþmeye ve yakýnlaþýp derinleþmeye baþladýkça merkezler buluþ- maya baþlar. Merkezler gerçekten buluþ- tuðunda buna "AÞK" denir. Tanýþýklýk, ya da hoþlanma veya cinsel çekim aþk deðildir. Aþk çok enderdir. Bir insanýn merkezinde onunla buluþmak kendi içinde büyük bir devrimi gerçekleþtirmektir.

Baþka birisinin bizim merkezimize girme- sine sadece korkmadýðýmýz zaman izin verebiliriz. Erich Fromm'un da dediði gibi

(23)

"Sevgi korkudan özgürleþmektir". Korku merkezli bir yaþam ve iliþkiler bizi asla gerçek ve derin bir sevgiye götürmez. Ýki merkez buluþtuðunda yeni bir þey yaratýlýr.

Bu sevgidir. Ýstediðin her þeye sahip olmuþçasýna mutlu olursun, tatmin olursun.

Ruhun tamamen doyuma ulaþýr. Sevginin görünen iþareti derin bir mutluluk halidir.

Ancak bunun gerçekleþebilmesi için önce kendi merkezimize doðru bir yolculuk yaparak buna engel olan tüm þeyleri temizlemek zorundayýz. Sevgiyi içsel bir disiplin haline getirerek yaþamak, tüm varoluþu kucaklamak ve her þeyle bütün- leþerek ilâhi olana kapýlarýmýzý açmak demektir.

Bu sadece bir kadýn ve erkek meselesi de deðildir. Çocuðunla, arkadaþýn ya da dos- tunla hattâ köpeðinle bile böylesi derin bir iliþki kurabilirsin istersen.

Enerjisi taþmaya baþlayan kiþi, bir çiçeðe dönüþür. Güzellikler ve güzel kokular saçarak açar. O insanlarla iliþki kurar, doðayla iliþki kurar. Bu bir sürekliliktir.

Birisini sevdiðimizde önce onu çeviren çit veya çeper yok olur. Sonrasýnda onun þekli veya biçimi önemini yitirir. Þekilsiz, içsel olanla

giderek daha çok temas kurarýz.

Daha derinlere inmeye baþlarýz ve giderek birey dahi kay- bolmaya baþlar. Ýþte o zaman ötesi açýlýr ve

sevgilin aracýlýðýyla ilahi olaný bulursun.

Gerçek sevgiyi öðrenmek için kiþiler kapýdýrlar. Ýpucu birey aracýlýðýyla gelir.

Evrensel olanla temasa geçmek zordur.

O, o kadar büyük, o kadar engin, o kadar baþlangýçsýz ve sonsuzdur ki... Nereden baþlamalý? Nereden yola çýkmalý? Kapý bireydir. Birey O'nun eseridir. Bireyi sev.

Bunu bir mücadele olarak deðil, diðeri için bir kabul bir davet olarak yap.

Koþulsuzca sev. Ansýzýn diðerinin varlýðýn- da O'nu bulursun. Tanrý oradadýr. Eðer sevgimiz bu hale gelmemiþse gerçek sevgiyle henüz tanýþmamýþýz demektir. Biz kendimizi sevdiðimizi zannederek kandýr- maya devam edersek o zaman sevginin gerçekleþme imkâný kalmaz.

Sevmek için taze gayretler gerekir.

Kimseyi küçümsemeden içindeki gerçek varlýðý ve sonsuzluðu görmeye çalýþmak gerekir. Sevginin bizi dönüþtürmesi böyle gerçekleþir.

Faydalanýlan Kaynaklar:

Erich Fromm "Sevme Sanatý"

Halil Cibran:

"Ermiþ"

Osho:

"Kadýn"

Clarissa P. Estes:

"Kurtlarla Koþan Kadýnlar"

(24)

oktor Parnia, ölüm denen þey hakkýnda, devrim yaratabilecek olan þu açýklamayý yapýyor:

"Genel anlayýþa aykýrý olarak, ölüm bir AN meselesi deðildir. Ölüm bir noktada baþlamýþ olan bir SÜREÇTÝR ve bu süreci, baþladýktan sonra durdurabilmek mümkündür."

Demek ki, ölüm kapýyý çaldýðý zaman, sonucu kiþinin bedeninin artýk geri

döndürülemez bir þekilde iþlemez hale gele- ceði bir durum olan bir süreç baþlamaktadýr.

Ve yine Parnia'ya göre, bu süreç dakikalar- dan, uzun saatlere kadar uzanabilir. Týbbýn, ölen bir kiþiyi geri getirebilmek için bugün geldiði nokta, gözönüne alýnýrsa, asýl ölümün ne zaman gerçekleþebileceðini söyleyebilmek de, gün geçtikçe zorlaþmaktadýr.

Günümüzde, týp dünyasý ölümü tesbit ede- bilmek için hâlâ þu kriterlere dayanmaktadýr:

Kalbin atmamasý, nefesin durmasý ve sabitleþmiþ göz bebekleri, ki bu sonuncusu, beyin faaliyetlerinin durduðunun gösterge- sidir. Ancak ölümün bu ilk belirtisinden sonra bedende cereyan eden olaylar, her organýn kendine mahsus bir ölüm süreci olduðunu göstermektedir. Kýsaca söylenecek olursa, kalbin durmasýnýn ertesinde, organlara kan gitmediðinden oksijensiz kalan hücreler, toksin üretmeye baþlýyorlar, hücreler þiþiyor, kendi çeperleri zarar görmeye baþlýyor, oksi- jen giriþini ve kalsiyum çýkýþýný ayarlayan pompalar çalýþmadýðýndan, hücreler kalsiyum istilasýna uðruyor ve bu onlarý yok ediyor. Bu zincirleme kimyasal reaksiyonu geciktirmek için yapýlacak þey, bu tepki silsilesini baþlatan

Ölüm, Týp Dünyasý ve Ölüm Ötesi - 2

Ne Zaman Ölmüþ Oluyoruz?

Derleyen ve Çeviren: Zühal Voigt

Yýllarca reanimasyon uzmaný olarak çalýþmýþ, yüzlerce insaný kalp durmasýnýn arkasýndan hayata döndürmüþ ve bu konuda yaptýðý geniþ çaplý araþtýrmalarýný bilim dünyasýnýn hizmetine sunmuþ olan ABD'li Dr. Sam Parnia'nýn çalýþ- malarýndan özetler vermeye bu sayýmýzda devam ediyoruz.

D

(25)

kimyasal katalizörlerin faaliyetlerini bloke etmek veya yavaþlatmak. Eðer hücreler mümkün olan en çabuk zamanda tekrar oksi- jen ve diðer gerekli hayati besleyici madde- lerle takviye edilebilirse, kurtarýlabilir ve yeniden iþler hale getirilebilirler. Hattâ 2001 de Kaliforniya, Salk Ýnstitute La Jolla'da bilim adamlarý, ölen bir kiþinin beyninden, ölümünden 4 saat sonra aldýklarý hücrelerin laboratuvarda büyümeye, çoðalmaya ve gruplar kurmaya devam ettiklerini gördüler.

Çeþitli organ hücrelerinin, ölümden ne kadar sonra daha yaþam yeteneðini muhafaza ettik- leri konusu organa, dokuya ve çevre sýcaklýðý- na baðlý. Örneðin kemik hücreleri 4 gün daha yaþýyor, deri hücreleri 24 saat, yað hücreleri 13 saat yaþýyor, sinir ve beyin hücreleri 8 saate kadar hayatta kalabiliyorlar.

Daha önce de belirtildiði gibi, bedenin, ölüm baþladýðýndan itibaren soðutularak tutul- masý da, yaþama geri dönme þansýný arttýran önemli bir nokta.

Bizi doðrudan ölüme götüren olayýn kalbin durmasý olduðunu söylemiþtik. Kalp dur- masýný kalp krizi ile karýþtýrmamak gerek.

Kalp krizi, kalbe taze kan götüren damarýn týkanmasý ile meydana geliyor ve bunun sonucunda kalp kasýnýn bir bölümü ölebiliyor.

Erken müdahale ile bu damarýn açýlmasý ve krizin savuþturulmasý mümkün. Tabii ki aðýr bir týkanma olayý ile, yani aðýr bir kalp krizi ile kalbin durmasý da meydana gelebilir veya kalbe kan getiren damarlarda bir pýhtýnýn veya baþka bir þeyin yolu týkamasýyla, kalbe kan gelmesi tamamen önlenmiþse de yine kalp durmasý olabilir.

Peki ölüm ne zaman kesin oluyor, hangi noktadan itibaren kiþi artýk yaþama döndürülmez hale geliyor?

Doktor Parnia, týbbýn bu sorunun cevabýný henüz kesin olarak bilemediðini ama bu anýn her geçen gün biraz daha ileriye itildiðini ifade ediyor. Reanimasyon bilimi, her geçen gün yeni bir adým atarak, organlarýn ve hücrelerin ölümünü gecikterecek yeni yollar keþfettiði için, ölümün geri çevrilemez bir biçimde gerçekleþtiði anda, hep ileriye itilmekte. Kiþiyi fiziki ölüme yani kalbin dur- masýna götüren sebep ne olursa olsun, ölüme giden sürecin hep kalbin durmasýyla

baþladýðýný, önceki sayýmýzda da söylemiþtik.

Ýþte týp dünyasý bugün, bir yandan kalbin dur- masýndan sonra hücrelerin ölümünü daha geciktirecek formüller ararken, öte yandan da kiþiyi ölüme götüren asýl sebepleri (hastalýk- lar, organ ve fonksiyon bozukluklarý vs.) ortadan kaldýrmanýn yollarýný bulmaya çalýþýyor. Parnia'nýn deyiþiyle: "Bugün ölüm ve yaþam arasýndaki sýnýrý her geçen gün biraz daha ileriye, eskiden öbür âlem diye adlandýrmýþ olduðumuz bölgenin sahasýna itiyoruz. Bugün bunu 3-4 saat ileriye itmiþ durumdayýz, bu yarýn belki 24 veya daha fazla saat olacaktýr."

Bir de elbette ki, hayati organlarý tamamen zarara uðramýþ kiþilerde, örneðin bir trafik kazasý sonucu, ortada tekrar çalýþtýrýlacak durumda organ kalmadýðýndan, kiþiyi yaþama döndürme uðraþý bir duvara çarpmýþ oluyor.

Bu konuda da, geri döndürülemeyecek þekilde zarara uðramýþ olan organlarý, kök hücrelerden yapay olarak üretme çalýþmalarý tüm hýzýyla sürüyor. Belki önümüzdeki gün- lerde, herhangi bir hastalýðýn veya kazanýn iþ yapamaz hale getirdiði bir kalbi, bir böbreði, bir akciðeri, laboratuvarda üretilmiþ bir yenisiyle deðiþtirmek olanaðý doðacak.

(26)

Organ Nakli ve Düþündürdükleri Kalbin durmasýyla, tüm organlarýn henüz ölmüþ olmadýðýný bugün týp kesinlikle bildi- ðinden; yaþama dönmeyeceði kesinleþmiþ kiþilerin, hâlâ yaþamakta olan organlarýnýn bedenlerinden alýnarak, o organa gereksinimi olan kiþilere nakledilmesi olayýna bilindiði gibi organ nakli deniyor. Bunun için de bugün týbbýn dünyaca kabul ettiði, beyin ölümü denen olayýn gerçekleþmiþ olmasý gerek.

Beyin ölümünün tesbiti için çeþitli ülkelerin tabipler birliði kuruluþlarý, çok katý kurallar belirlemiþ bulunuyorlar. Bu kural ve prensip- lerin tutarlýlýðýnýn araþtýrýlmasý, elbet ki mes- lekten olmayan amatörler için son derece zor, hattâ olanaksýz. Bu tesbitin yapýlabilmesi için birçok bedensel göstergenin yanýnda, beynin elektrik dalgalarýný ölçen EEG (elektroense- falografi) gerecinin de hiçbir beyin faaliyeti göstermemesi gerekiyor. Ama amatör olarak bildiðimiz þu ki, kendisinde beyin ölümünün gerçekleþtiðine karar verilen bir kiþinin, kalbinin, solunum ve dolaþým sisteminin hâlâ ayakta olmasý veya yapay olarak ayakta tutul- masý gerek ki, organlar bedenden dýþarý çýka- rýlýncaya kadar herhangi bir zarara uðramasýn.

Parnia'nýn ölüm aný konusundaki sözleri þöyle: "Örneðin teyzem öldü diyorsunuz. Ne zaman, tam hangi dakikada? Gerçek þu ki, tamamen bilimsel baktýðýmýzda, bunu belki gerçekten hiç bilmiyoruz. Ve eðer birisi, ölüm ne zaman artýk devamlý hale gelir diye sorarsa, vereceðim cevap yine, bilmediðimiz olacaktýr. Bildiðimiz tek þey þu ki, uzun zamandýr ayakta tutulan, ölümün dönüþü olmadýðý þeklindeki felsefi inanýþýn tam doðru olmadýðýdýr ve ölümün, vukua geldiðinden epeyce bir zaman sonra bile hâlâ tamamen geri çevrilebileceðidir."

Ölümün ne zaman gerçekleþtiðinin týp dünyasý tarafýndan kesinlikle bilinmediði iti- rafýndan sonra; kalbi, solunumu ve dolaþým sistemi hâlâ ayakta tutulan, dolayýsiyle çalýþ- makta olan bir insanýn, organlarýnýn bedenin- den çýkarýlmasý olayýnýn, ölüm olayýnýn yani ölümle yaþamý ayýran sýnýrýn hangi tarafýnda kaldýðý sorusu; bu konular üzerinde düþünen meslekten olmayan amatörün alnýný kýrýþtýrý- yor. Hele yine týp dünyasý bugün, ölüm anýn- dan, yani kalbin durmasýndan dört saat sonra bedenden aldýðý beyin hücrelerinin, laboratu- varda yaþamaya, bölünmeye devam ettiklerini haber veriyorsa ama buna mukabil o beynin artýk çalýþmadýðýný, EEG aygýtlarý daha önce tesbit etmiþse. Kýsacasý, bir insanýn ne zaman gerçekten artýk ölmüþ olduðu, hiçbir þekilde geri getirilemiyeceði hususunun bilinmediðini itiraf eden bir bilim, ayni nefeste nasýl olup da bir insanýn artýk ölmüþ olduðuna karar verebiliyor sorusu, meslekten olmayan bir amatörün aklýný bir hayli karýþtýrýyor. Bu arada, ölmüþ kiþinin, yeniden yaþama dönüp dönmeyeceði sorusu bir yana, kiþinin huzur içinde ölüm olayýnýn içinden geçip

geçmediðidir de söz konusu olan. Acaba ölme süreci içindeki bir insanýn bedenini kesip, organlarýný çýkararak, ölüm sürecine ne þekilde müdahale edilmektedir?

Alman reenkarnasyon araþtýrýcýsý Doçent Dr. Bernard Jakoby, "Sonraki Hayat" adlý kitabýnda organ nakli konusuna deðiniyor ve þunlarý anlatýyor:

"Ölmüþ olan kiþinin, organlarýnýn alýndýðý anda ne derecede ölü olduðu sorusu son derece tartýþmalý ve çetin bir soru. Ölümün yeni tarifi olan "beyin ölümü" deyimi ile ölüm aný öne çekilmiþ bulunuyor....Gizli tutulmakta olan araþtýrmalar, organlarýn alýn- masý esnasýnda sýk sýk, bedende tansiyonun

(27)

yükseldiði ve terleme olduðunu ortaya koy- maktadýr ki, bu arazlar normal olarak týpta aðrý çekildiðinin belirtisi kabul edilirler...

Ayrýca beyinde cereyanlar ve hâlâ iþleyen kan dolaþýmý da tesbit edilmektedir"

Jakoby, kitabýnda örnekler de vererek, Han- nover'de trafik kazasýnda ölen genç Sven'in organlarýnýn alýnmasýna, ailesince onay ve- rildikten sonra yaþananlarý þöyle anlatýyor:

"Sven'in annesi, oðlunu, gömülmesinden kýsa bir süre önce tekrar gördüðünde, gördük- lerinden dehþete düþer ve þoke olur. Sven birkaç saat içinde muazzam ihtiyarlamýþ ve çok yaþlý bir insanýn görüntüsünü almýþtýr.

Sarýþýn saçlarý da beyaz olmuþtur. Annesi þun- larý protokole yazdýrýr: "Çok kötü bir ölüm mücadelesi geçirmiþcesine, eziyet görmüþ gibi izlenim veriyordu. Ameliyathanede neler olduðunu sonradan hep kendime sordum dur- dum." Jakoby'nin tespitlerinden biri de þöyle:

"Beyin ölümü gerçekleþmiþ organ vericiler, sýk sýk refleks gösterdiklerinden, tatbikatta, ameliyathanelerde tereddütler ortaya çýkmak- tadýr. Bu yüzden de aslýnda organlarýnýn alýn- masý için, ölü bir insana narkoz verilmesine gerek olmadýðý halde, tam da bu yapýlmakta, yani "ölü"ye narkoz verilmektedir...."

Diyeceðimiz o ki, týp dünyasý, henüz sebep ve sonuçlarýný ve þartlarýný tam bilmediði bir alanda at koþturmaktadýr ve bu alandaki tüm sorularýn henüz cevaplanmamýþ olduðu da açýktýr. Bu konuya ve Dr. Parnia'nýn bu konu- da naklettiklerine,yazý serisinin sonunda tekrar döneceðiz.

Ölüm Sýnýrýný Geçtikten Sonra Dr. Sam Parnia, ölen insanlarý yaþama döndürmekle uðraþtýðý yýllar içinde, kalbinin

durduðu yani týbben öldüðü andan itibaren, yeniden yaþama döndürüldüðü ana kadar;

yani ölü olarak kaldýðý dakikalar ve saatler içinde, bir insanýn kiþiliðinin, belleðinin, düþünce dünyasýnýn, kýsacasý o insaný, o kiþi yapan özelliklerin nerede kaldýðýný da kendi kendisine sormaya baþlýyor. Bunu yaparken, yaþama döndürdüðü hastalar anlattýklarýyla, bu sorularýn cevaplarýný aramakta kendisine yardýmcý oluyorlar.

Bunlardan biri, geçen sayýda, yaþama, öldüðü andan itibaren tam 45 dakika sonraki dönüþünü aktardýðýmýz inanýlmaz hikâyesi ile Joe Tiralosi.

Doktorlar kendisini yapay olarak

baþlatýlmýþ olan komadan çýkarttýktan sonra, Tiralosi ilk iþ olarak, "ölü" olduðu zamanda yaþadýklarýný yanýndaki hemþirelere anlatýr.

Bununla ilgili verileri topladýðýný bilen doktor arkadaþlarý, durumu kendisine ilettiklerinde de, Parnia kendisi ile konuþmaya gider ve yaþadýðý olayýn onu ne kadar çok etkilemiþ olduðunu görür.

Tiralosi, öbür tarafta ruhsal bir varlýkla karþýlaþtýðýný anlatýr. Bu varlýðýn bir maddesi ve þekli bulunmadýðýný, ama bir ýþýk halinde olduðunu ve kendisini büyük bir sevgi ve merhametle karþýladýðýný söyler. Tiralosi bu olayý anlatýrken, duygularýný ve yaþadýðý karþýlaþmayý ifade edecek kelime bulmakta güçlük çeker. Yalnýz, artýk ölümden hiç kork- madýðýný, çünkü öbür tarafýn nasýl olduðunu artýk bildiðini söyler. Tiralosi'nin bu deðiþi- minden þaþýran Parnia þunlarý belirtiyor:

"Yoðun bakým ünitesi doktoru olarak, ölümle ilgili böyle bilinçli bir karþýlaþmayý yaþamamýþ olan baþka kurtarýlmýþ insanlarýn nasýl olduðunu gayet iyi biliyorum. Bunlar

Referanslar

Benzer Belgeler

Çiçek Pasajının renkli simalarından biri olan ve 1 9 4 3 yılında komi olarak çalışmaya başladığı pasajda şimdi bir restorant sahibi olan Entellektüel

Ancak ve her şeye rağmen, hayat ve hareket dolu b ir üslubla, yeryer insana adeta müellifi dinleyormuş zannııu veren bir canlı üslubla, sayısız eser

tışılabilen ürünü nedeniyle müze ve sanat dergileri gibi yüksek sanat kurumlan tara­ fından teşvik görmekte, ticari bir mal olma­ sı nedeniyle Yaşam gibi Sanat

TGS Genel Başkanı Oktay Kurtböke, Prof. Tütengil’ln de kanlı terörün kurbanları arası­ na katıldığını belirtmiştir. Türk basın mensuplarının

İngiltere’deki Lincoln Üniversitesi’nden araştırmacıların gerçekleştirdiği bir çalışmaya göre uyku esnasında rüya gördüğünün farkında olan kişiler bunun farkında

Bu yazıda; anamnez, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri ve ince iğne aspiras- yon biyopsisi ile detaylı değerlendirilen ve trans-servikal yaklaşımla çıkarılan minör

Bülent Ortaçgil sanatla aktif olarak ilgilenmeye lise yıllarında başlar.. Okulun tiyatro topluluğunda oyunculuk yapar, kendi kurdukları orkestralarda şarkı söyler, kendi

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi, her ne kadar bir determinist olarak Spinoza’nın insanın hürriyetinden söz etmesi bir çelişki gibi görülse de, o, bu konuda