• Sonuç bulunamadı

EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DÖRDÜNCÜ DAİRE

DUYUM – TÜRKİYE (Başvuru no. 57963/00)

KARAR

STRAZBURG 27 Mart 2007

Bu karar AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kesinlik kazanacaktır.

Ancak, şekle ilişkin değişiklik yapılabilir.

__________________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2007. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Haklan Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme'yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı'na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

COUNCIL OF EUROPE

AVRUPA

KONSEYİ

EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

(2)

USUL

Dava, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Ahmet Duyum (“başvuran”) adlı Türk vatandaşı tarafından, 16 Mayıs 2000 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurudan (no. 57963/00) kaynaklanmaktadır.

OLAYLAR

DAVA OLAYLARI

Başvuran 1956 doğumludur ve İstanbul’da yaşamaktadır.

22 Mayıs 1996 tarihinde başvuran, maktulun eşiyle birlikte cinayet zanlısı olarak gözaltına alınmıştır. 27 Mayıs 1996 tarihinde Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi tutuklama kararı vermiştir.

6 Temmuz 1996 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Savcısı, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuran ve maktulün eşini TCK’nın 450 § 4, 40 ve 64. maddeleri uyarınca cinayetle suçlayan bir iddianame sunmuştur.

31 Temmuz 1996 tarihinde Bakırköy ACM. Üçüncü Dairesi’nin gerçekleştirdiği duruşmada başvuran suçlamaları reddetmiştir. 18 Eylül 1996 tarihinde mahkeme K.Y.’nin oğlu M.Y.’yi dinlemiş ve maktulün otopsi raporunu incelemiştir. Aynı tarihte başvuran, olay yerindeki kan izlerinin inceletilmesini ve tutuksuz yargılanmasını mahkemeden talep etmiştir.

Başvuranın talepleri mahkeme tarafından reddedilmiştir.

6 Kasım 1996 tarihinde mahkeme M.Y.’nin ve başvuranın eşi olan M.D.’nin ifadelerini almıştır. Maktulün kardeşi İ.Y. davaya dahil olmuştur.

9 Aralık 1996 – 16 Mayıs 1997 tarihleri arasında yapılan dört duruşmada Ağır Ceza Mahkemesi H.D. adlı bir tanığı, İ.Y.’nin kardeşleri S.Y., Ü.Y. ve H.Y.’yi ve başvuranın tanıkları F.Ç. ve Y.Ç.’yi dinlemiştir. Olay yerinin keşfi talepleri reddedilmiştir. Mahkeme dava dosyasını esas hakkındaki görüşünü almak üzere Savcı’ya göndermiştir.

27 Temmuz 1997 tarihli duruşmada ifade veren K.Y. maktulün boşanmak için mahkemeye başvuru yapmış olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, ilgili mahkemeden bilgi talebinde bulunmuştur.

22 Temmuz 1997 tarihli duruşmada başvuran, soruşturma kapsamının genişletilmesini mahkemeden talep etmiştir. Özellikle iki tanığın ifadesine daha başvurulması ve K.Y., maktul ve maktulün kardeşi İ.Y. arasındaki mali bağların araştırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, başvuranın talebi hakkındaki görüşlerini Savcı’dan talep etmiş ve sonraki duruşmalarda bu talebi reddetmiştir.

27 Nisan 1998 tarihli duruşmada mahkeme K.Y., İ.Y. ve maktulün bir bankadan ortaklaşa kasa kiralayıp kiralamadıklarının araştırılmasına karar vermiştir. K.Y.’nin ifadesi üzerine ise T.Ç. isimli şahsın K.Y. ile mali bağlantılarının incelenmesine karar verilmiş, ancak

(3)

daha sonra karar iptal edilmiştir. Ayrıca K.Y.’ye ait hesap bilgileri ilgili bankadan talep edilmiştir.

4 Kasım 1998 tarihinde mahkeme, görüşlerini almak üzere dava dosyasını tekrar Savcı’ya göndermiş, görüş 16 Aralık 1998 tarihinde okunmuş ve başvuranın savunması talep edilmiştir.

19 Mart 1999 tarihinde mahkeme, cinayetle ilgili program yapan iki televizyon kanalından programların görüntü ve metinleri talep etmiş, kanallar görüntülerin imha edildiği bilgisini vermiştir.

21 Temmuz 1999 tarihinde mahkeme, başvuran, K.Y., İ.Y., T.Ç. ve başka bir şahıstan alınacak kan örneklerinin olay yerinde bulunan kan izleriyle karşılaştırılması için kan testi yapılması talimatını vermiş, incelemeyi yapan Adli Tıp Kurumu uzmanları olay yerinde bulunan kanın başvurana ait olmadığını, T.Ç.’ye ait olabileceğini, ancak bunun belirlenmesi için DNA testi yapılmasının gerekli olduğunu bildirmiştir. Mahkeme, T.Ç.’ye DNA testi yapılmasına karar vermiş ancak daha sonra bu kararından vazgeçmiştir.

7 Temmuz 2000 tarihli duruşmada Bakırköy ACM başvuran ve K.Y.’nin savunmalarını dinlemiş ve başvuranı delil yetersizliğinden serbest bırakmıştır.

Bakırköy ACM Üçüncü Dairesi otuz duruşma gerçekleştirmiş, başvuran duruşmalar süresince tutuksuz yargılanma talebinde bulunmuştur. Aynı zamanda birkaç dilekçe ile kefaletle tahliyesini talep etmiş, daimi ikametgâhı olduğunu ve kaçmayacağını beyan etmiştir.

İlerleyen dönemlerde başvuran, tüm delillerin elde edildiğini ve bunların tahrif edilemeyeceğini ifade etmiştir. Mahkeme, dava dosyası içeriğine atıfta bulunarak başvuranın taleplerini her defasında reddetmiştir.

Başvuran, 9 Ekim 2001 tarihinde Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde Hazine aleyhine açtığı davada haksız olarak tutuklu yargılanması nedeniyle 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat talep etmiştir.

18 Nisan 2003 tarihinde Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi başvurana 3,372,421,663 Türk Lirası1 (TL) maddi, 10,000,000,0002 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Başvuran tazminat miktarının yetersiz olması gerekçesiyle temyize gitmiş, ancak Yargıtay 2 Haziran 2004 tarihinde 18 Nisan 2003 tarihli kararı onamıştır.

HUKUK

I. AİHS’NİN 3, 5 § 1, 6 §§ 1 VE 3. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

5 Ocak 2006 tarihli ifadesinde başvuran, AİHS’nin 3 ve 5 § 1. maddelerine atıfla yakalanması için makul şüphe bulunmamasından ve polis nezaretinde kötü muamele görmekten şikâyetçi olmuştur. Ayrıca AİHS’nin 6 §§ 1 ve 3. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

1 Yaklaşık 1,950 Euro

(4)

Mahkeme, ancak ulusal mahkemenin nihai kararından altı ay geçmesine kadar getirilen meseleleri ele alacağını hatırlatır. Yetkililerin fiilleri etkili bir yolla itiraza imkân tanımıyorsa altı aylık süre ihtilaf konusu fiilin meydana geldiği tarihte başlar.

Mahkeme başvuranın polis nezaretinde geçirdiği sürenin 27 Mayıs 1996, hakkındaki takibatın ise 7 Haziran 2000 tarihinde sona erdiğini, ancak sözkonusu şikâyetlerin mahkemeye 5 Ocak 2006 tarihinde; yani altı aylık süreden sonra iletilmiş olduğunu gözlemler.

Şikâyetlerin süre bitiminden sonra yapıldığını ve AİHS’nin 35 §§ 1 ve 4. maddeleri uyarınca reddedilmesi gerektiğini belirtir.

II. AİHS’NİN 5 § 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, tutuklu bulunduğu sürenin, ilgili kısmı aşağıda verilen AİHS’nin 5 § 3.

maddesinde belirtilen “makul süre” şartını aşmasından şikâyetçi olmuştur:

“Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes[in] … makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.”

A. Kabuledilebilirlik

Hükümet 466 sayılı Kanun uyarınca kendisine tazminat tahsis eden Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla birlikte başvuranın “mağdur statüsü”nü kaybettiğini savunmuştur.

Mahkeme ulusal yetkililerin Sözleşmenin ihlalini açıkça veya esas olarak tanıdığı ve bu nedenle tazminat sağladığı durumlarda başvuranın mağdur statüsünü kaybettiğini hatırlatır (bkz. Dalban – Romanya [BD], no. 28114/95).

Somut davada başvuran AİHS’nin 5 § 3. maddesine atıfla tutuklu bulunduğu sürenin haddinden fazla olmasından şikâyetçi olmuştur.

Mahkeme, daha önce bir şahsın tutuklanıp sonradan serbest bırakılmasıyla ilgili olarak uğranan zararlar için dava açılabilmesini sağlayan 466 sayılı Kanun’un sadece 5 § 5 maddesini ilgilendirdiğine hükmetmiştir (bkz. diğer birçokları yanında Yağcı ve Sargın – Türkiye, A Serisi no. 319-A). Bu nedenle başvurana sağlanan tazminatın tutukluluk süresinin fazla oluşu olan ihlalin tanınması veya bunun tazmin edilmesini sağladığı söylenemez.

Buna göre Mahkeme Hükümetin itirazını reddeder.

Mahkeme, sözkonusu şikâyetin AİHS’nin 35 § 3. maddesi bağlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını belirtir. Şikâyet, başka gerekçelerle de kabuledilmez değildir;

bu yüzden kabuledilebilir olarak ilan edilmelidir.

B. Esaslar

Hükümet, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nin başvuranın tutukluluk süresini haksız yere uzatmadığını ifade etmiştir. Başvuranın itham edildiği suç, ciddi niteliktedir. Aynı

(5)

zamanda diğer sanık ve onun oğlunun ifadeleri dikkate alındığında tutukluluk halinin devamı zorunlu olmaktadır.

Başvuran, uzun süre devam eden tutukluluk haline ilişkin olarak Bakırköy ACM tarafından sunulan gerekçelerin yetersiz olduğunu ifade etmiştir.

Mahkeme belli bir davada şüphelinin yargılama süresince tutukluluk halinin makul bir süreyi aşmamasını sağlamanın ulusal yargının görevi olduğunu hatırlatır. Bu amaçla masumiyet karinesi ilkesine bağlı kalarak, kişisel özgürlüğe saygı kuralına uymamayı haklı çıkaran gerçek bir kamu yararı gereğinin mevcudiyetini destekleyen veya çürüten delilleri incelemeli ve bunları, serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında ortaya koymalıdırlar. Sözkonusu kararlarda belirtilen nedenler ve itirazlarında başvuranlar tarafından ortaya konan saptanmış gerçekler temel alındığında AİHM, AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edilip edilmemiş olduğu hususunda bir karara varmalıdır (bkz. Assenov vd – Bulgaristan, Karar Raporları 1998-VIII ve daha güncel, McKay – İngiltere [BD], no. 543/03).

Yakalanan kişinin bir suç işlemiş olduğuna ilişkin makul şüphenin bulunması, sürekli gözaltında tutma işleminin geçerliliği için ilk koşuldur ancak, belirli bir süre sonra yeterli olmamaktadır; AİHM bu durumda adli makamlarca öne sürülen diğer gerekçelerin, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı çıkarmaya devam edip etmediğini tespit etmelidir (bkz., diğer içtihatlar arasında Ilijkov – Bulgaristan, no. 33977/96 ve Labita – İtalya [BD], no. 26772/95).

Sözkonusu davada, AİHM göz önünde bulundurulması gereken sürenin, başvuranın polis tarafından gözaltına alındığı 22 Mayıs 1996 tarihinde başlayıp birinci derece mahkemesi tarafından beraat kararını takiben salıverildiği 7 Haziran 2000 tarihinde sona erdiğini belirtir.

Buna göre tutukluluk hali dört yıldan fazla sürmüştür.

Bu süre zarfında Bakırköy ACM her duruşma sonunda kendi gerek görmesi veya başvuranın talebi üzerine başvuranın devam etmekte olan tutukluluk durumunu değerlendirmiştir. Ancak mahkeme, tüm duruşmalarda “dava dosyası içeriği göz önünde bulundurularak” gibi değişmeyen bir ifade kullanarak başvuranın tutukluluk halinin devamına hükmetmiştir.

AİHM, başvurana isnat edilen suçun ciddiyeti ve suçlu bulunması halinde verilecek cezanın ağırlığını dikkate alır. Ancak suçlamaların ağırlığının tek başına uzun süre tutuklu yargılamayı haklı çıkaramadığını hatırlatır (bkz. diğerleri yanında Vayiç – Türkiye, no.

18078/02 ve Ječius – Litvanya, no. 34578/97).

Bu bağlamda Mahkeme birinci derece mahkemesinin davanın ilgili olaylarına yönelmemiş olduğunu gözlemler. Özellikle de, başvuranın daimi bir ikametgâhı olduğu; bu nedenle adaletten kaçamayacağı ve deliller toplandığı için bunların zaman geçtikçe yok edilme tehlikesinin bulunmadığı yönündeki ifadelerini dikkate almamıştır. Ayrıca birinci derece mahkemesi, başvuranın devam eden tutukluluk halinden başka, yurtdışına çıkış yasağı veya gerektiğinde polis gözetimine de tabi tutulabilecek kefaletle tahliye gibi bir önleyici tedbirin uygulanmasını düşünmemiştir. Bu bağlamda Mahkeme, ulusal mahkemenin başvuranın tutuklu yargılanmasına devam kararlarında yeterli muhakeme yapılmadığını gözlemler.

(6)

Ayrıca, genel olarak “delillerin durumu” ve “dava dosyası içeriği” ifadeleri yargılamanın başında ciddi suç belirtilerinin varlığı ve devam etmesi için uygun faktörler olmakla birlikte bunlar başvuranın şikâyetçi olduğu tutukluluk süresini tek başına haklı çıkaramamaktadır (bkz. Gökçe ve Demirel – Türkiye, no. 51839/99; Demirel – Türkiye, no.

39324/98 ve Karagöz – Türkiye, no. 5701/02).

Yukarıdaki değerlendirmeler Mahkemenin başvuranın dört yıldan fazla süren tutukluluk halinin ilgili ve yeterli gerekçelerle haklı çıkarılmadığı sonucuna varması için yeterlidir.

Bu nedenle AİHS’nin 5 § 3. maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, yargılama süresinin AİHS’nin ilgili kısmı aşağıda verilen 6 § 1. maddesine uygun olmamasından şikâyetçi olmuştur:

“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde … görülmesini istemek hakkına sahiptir”

Dikkate alınması gereken süre, başvuranın tutuklanıp gözaltına alındığı 22 Mayıs 1996 tarihinde başlayıp Yargıtay’ın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nin başvuranla ilgili kararını onadığı 3 Mayıs 2001 tarihinde sona ermiştir. Bu nedenle sözkonusu süre iki aşamada yaklaşık beş yıl sürmüştür.

A. Kabuledilebilirlik

Hükümet, başvuranın 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat almış olması nedeniyle AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlali nedeniyle mağdur olarak değerlendirilemeyeceğini savunmuştur.

Şikayetin AİHS’nin 5 § 3. maddesi bağlamında kabuledilebilirliği hakkındaki değerlendirmeleri ışığında Mahkeme, Hükümet’in itirazını reddeder.

Mahkeme, sözkonusu şikâyetin AİHS’nin 35 § 3. maddesi bağlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını belirtir. Şikâyet, başka gerekçelerle de kabuledilmez değildir;

bu yüzden kabuledilebilir olarak ilan edilmelidir.

B. Esaslar

Hükümet, somut dava koşullarında yargılama süresinin gerekmediği kadar uzun olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda delil toplamakla geçirilen zamana atıfta bulunmuşlardır. Hükümet, birinci derece mahkemesinin çeşitli tanıkları dinlediği, maktul, maktulün kardeşi ve diğer zanlının arasındaki mali bağlantıları araştırdığı ve kan örneklerinin adli tıpta incelenmesi talimatı verdiğini belirtmiştir.

Başvuran Hükümetin görüşlerine itiraz etmiştir. Olay yerinde bulunan kan izlerinin incelenmesi, başka tanıkların dinlenmesi ve maktul, maktulün kardeşi ve diğer zanlı arasındaki mali bağlantıların araştırılması için 1996 ve 1997 yıllarında yaptığı taleplerin mahkemece reddedildiğini ifade etmiştir. Ancak mahkeme bu hususları 1998 ve 1999 yıllarında soruşturmaya karar vermiş ve bu nedenle yargılamayı gereksiz yere uzatmıştır.

(7)

Mahkeme yargılama süresinin uygunluğunun davanın şartları ışığında ve davanın karmaşıklığı, başvuran ve ilgili mercilerin tutumu ve ihtilafta yer alan başvuran için neyin tehlikede olduğu gibi, içtihadında yerleşmiş kriterlere bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır (bkz. Kiper – Türkiye, no. 44785/98).

Hükümet karmaşıklığın belirtisi olarak tanık sayısı ve suçlamanın ciddiliğini belirtmiş olmasına rağmen, Mahkeme davanın özel bir güçlüğe haiz görünmediği kanaatindedir. Bu nedenle davanın karmaşıklığının başlı başına yargılama süresinin tamamını haklı çıkardığı söylenemez.

Başvuranın tutumuna ilişkin olarak ise Mahkeme, takibatın uzamasına neden olmadığını gözlemlemektedir. Hükümet görüşe itiraz etmemiştir.

Yerel mercilerin tutumuna ilişkin olarak ise Mahkeme, yetkililere yüklenebilecek önemli gecikmeler yaşandığını gözlemlemektedir. Bu bağlamda Mahkeme, 18 Eylül 1996 - 16 Mayıs 1997 tarihleri ve 27 Haziran - 5 Aralık 1997 tarihleri arasındaki dönemlerde birinci derece mahkemesinin temelde K.Y.’nin iki çocuğunun katılmaması nedeniyle duruşmaları ertelemiş olduğunu gözlemlemektedir. Halbuki bu tanıklardan biri olan M.Y. mahkeme tarafından iki defa dinlenmişti. Mahkeme ayrıca ağır ceza mahkemesinin müdahil taraf ve testi istenen bir tanığın kan örneği vermemesi üzerine kan testi sonuçlarını beklemek amacıyla duruşmaları 21 Haziran 1999 – 22 Mart 2000 tarihleri arasında beş defa ertelemiş olduğunu gözlemlemektedir.

Bunlarla birlikte, başvuranca iddia edildiği üzere birinci derece mahkemesi, yargılamanın başında, 1996 ve 1997 yıllarında başvuranın bu yöndeki taleplerini reddetmesine rağmen, 1998 ve 1999 yıllarında olay yerinde bulunan kan lekelerinin analizi ve maktul ve onunla birlikte suçlanan diğer şahsın arasındaki mali bağ ile ilgili deliller gibi belli delillerin toplanması talimatını vermiştir.

Mahkeme, AİHS’nin 6 § 1. maddesinin İmzacı Devletlere adli sistemlerini, mahkemelerinin davaları makul bir süre içinde sonuçlandırma zorunluluğu da dahil olmak üzere sözkonusu hükmün tüm gerekliliklerini yerine getirecek şekilde yapılandırma yükümlülüğünü getirmiş olduğunu anımsayarak (bkz. Arvelakis – Yunanistan, no. 41354/98) ağır ceza mahkemesinin yargılamayı hızlandırmak için daha katı tedbirler uygulayabileceğini değerlendirmektedir. Özellikle yargılamanın başında muhtemel tanıklar ve ilgili delilleri belirlemek adına daha büyük bir titizlik gösterebilirdi.

Mahkeme ayrıca yargılama boyunca başvuranın tutuklu bulundurulduğunu kaydeder ki bu, davayı yürüten mahkemeler tarafında adaleti ivedilikle sağlamak açısından özel titizlik gerektiren bir durumdur (bkz. Kiper, yukarıda anılan ve Kalashnikov – Rusya, no. 47095/99).

Mahkeme, somut dava koşullarında ulusal mahkemenin başvuran hakkındaki kovuşturmayı yürütürken gerekli titizlikle hareket etmemesi nedeniyle yargılamanın gereksiz yere uzatıldığını tespit etmiştir. Bu nedenle yargılama süresinin AİHS’nin 6 § 1. maddesinde öngörülen makul süre şartını yerine getirdiği söylenemez.

Buna göre AİHS’nin 6 § 1. maddesi ihlal edilmiştir.

(8)

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

A. Tazminat

Başvuran 280,000 Euro manevi tazminat talep etmiştir. Maddi tazminata ilişkin olarak 466 sayılı Kanun uyarınca 100,000,000,000 TL talep ettiğini, Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin 3,372,421,663 TL tazminata hükmettiğini belirtmiştir. Yukarıda geçen tazminatla ilgili şikâyeti nedeniyle Mahkeme’ye 25048/05 no’lu başka bir başvuru yapmış olduğunu ifade etmiştir.

Buna cevaben Hükümet manevi tazminat için talep edilen miktarın aşırı olduğunu belirtmiştir. Başvuranın manevi tazminata ilişkin beyanına ilişkin olarak Hükümet, herhangi bir talepte bulunulmadığını savunmuştur.

Maddi tazminat talebine ilişkin olarak Mahkeme, başvuranın talebini destekler herhangi bir belge sunmamış olduğunu gözlemler. Buna göre talebi reddeder.

İddia edilen manevi zarara ilişkin olarak ise mahkeme başvuranın sadece ihlalin tespitiyle tam olarak tazmin edilemeyecek manevi zarara uğramış olduğunu kabul eder.

Mahkeme, benzer davalarda uyguladığı tazminat ve tutuklu kaldığı süre için Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin başvurana yaklaşık 5,780 Euro manevi tazminat kararı vermiş olmasını dikkate alarak başvurana bu başlık altında 1,000 Euro ödenmesine karar verir.

B. Mahkeme masrafları

Başvuran ayrıca ulusal mahkemeler nezdinde yaptığı masraf ve giderler için 17,000 Euro, AİHM’de yaptığı harcamalar için ise 10,575 Euro talep etmiştir.

Hükümet taleplere itiraz etmiştir.

AİHM’nin içtihadına göre bir başvuran, ancak masrafların gerçekten ve gerektiği için yapıldığı ve miktarın makul olduğu kanıtlanmış ise bunları geri almaya hak kazanmaktadır.

Sözkonusu davada elindeki bilgileri ve yukarıdaki ölçütleri göz önünde bulundurarak AİHM, ulusal mahkemelerdeki harcamalar için yapılan talebi reddetmekte ve AİHM önündeki harcamalar için 1,000 Euro ödenmesini uygun bulmaktadır.

C. Gecikme faizi

AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir.

(9)

YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvuranın tutukluluk süresi ve hakkındaki cezai kovuşturmaya ilişkin şikayetlerinin kabuledilebilir, başvurunun kalan kısmının kabuledilmez olduğuna;

2. AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edildiğine;

4. (a) Sorumlu Devlet’in başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilerek:

(i) 1,000 Euro (bin Euro) manevi tazminat,

(ii) mahkeme masrafları için 1,000 Euro (bin Euro);

(iii) bu miktarlar üzerine uygulanabilecek her tür vergiyi ödemesine;

(b) Yukarıda anılan üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;

5. Başvuranın adil tazmin talebinin kalan kısmının reddine

KARAR VERMİŞTİR.

İngilizce hazırlanmış, AİHM İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2. ve 3. maddeleri uyarınca 27 Mart 2007 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Fatoş ARACI Nicolas BRATZA

Zabıt Kâtibi Başkan

Referanslar

Benzer Belgeler

Ülkede yaşayan halkların, özgürlük, barış ve güvenlik hakları vurgulanmalı ve inançlara genel bir ilke olarak atıf yapmalı, demokratik cumhuriyetin insan haklarına

MADDE 1: Bu Kanunun amacı; 24.07.1908 – 01.11.2011 tarihleri arasında Osmanlı Devleti ile devamı olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde işlenen ciddi insan

Ancak Anayasanın 38(10) fıkrasın- da, ‘Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından’ kişi hürriyetinin kısıt- lanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulanabileceği,

Mahkeme, kararında, dava dosyasındaki delillere dayanarak (balistik raporları, olay raporu, dairede bulunan ateşli silahlar ve bombalar, olay sonrası çekilen fotoğraflar,

AĐHM, Hükümet görüşlerinin ilk kısmına ilişkin olarak, kendi önünde yapılması amaçlanan şikayetlerin, en azından esas açısından ve gerekli koşullara uygun

Verilen bu yetkiler sayesinde Anayasa Mahkemesi, gerekli olduğu takdirde, ilgili makamları söz konusu hakkı ihlali devam ettirmesini yasaklayabilir ve yasaklamalıdır ve

Madde: Manevi tazminata karĢılık olarak 30,000 Avro (EURO) ödenmesine hükmedilmiĢtir. Madde: Savunmacı Devletin geçici sığınma hakkı vermiĢ olduğu baĢvuranı,

Başsavcılık 6 Ocak 2003 tarihinde başvuranın da ifadesini almış, başvuran 25 Mayıs 2002 günü önce Çinili Polis Karakolu’na alındığını ve daha sonra Haydarpaşa