• Sonuç bulunamadı

Başkan dan. Prof. Dr. Yasin Aktay ŞUBAT 2012 STRATEJİK DÜŞÜNCE 1

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Başkan dan. Prof. Dr. Yasin Aktay ŞUBAT 2012 STRATEJİK DÜŞÜNCE 1"

Copied!
112
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Başkan’dan

Hem Türkiye’de hem de bütün dünyada birçok bakımdan devrim niteliğindeki olumlu gelişmelere tanık olduğumuz 2011 yılı ne yazık ki son günlerinde yaşanan Uludere faciası ile çok kötü kapanmış oldu. 2012 yılının ilk ayı da bu faciaya ilişkin tartışmaların bütün boyutlarıyla neredeyse ana gündemi oluşturduğu bir ay oldu. Bu konu etrafındaki tartışmalar ve bu tartışmalarda başvurulan ifadeler ve tavırlar, Türkiye’de siyasi iradenin bürokrasinin iradesiyle henüz tam bir uyumu başaramamış olduğunun resmi olarak okunabilir. Zira facianın her gün ortaya çıkan boyutları bu süreçte alışıldık bir elin yine devrede olduğunu gösteriyor. Bu iradenin bu kadar etkili olabildiği bir ortamda demokratik duyarlılığın daha bir teyakkuz içinde olması gereği ciddi bir uyarı olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır. 15.

yılını “idrak” etmekte olduğumuz 28 Şubat’ı değerlendirirken, 28 Şubat’ın simgelediği karanlık gerçekliğin varlığını hiç unutturmayan, arada kendisini hissettiren bu eylemlerin içerdikleri bütün hileler, illüzyonlar ve manipülasyonlarını takip altında tutmakta her zaman sonsuz fayda var.

Kurulduğu günden beri Türkiye’nin kronik sorunlarına ilişkin tespit ve analizleriyle, kendine özgü bir yaklaşım sergileyen Stratejik Düşünce Enstitüsü daha önce “Vesayetsiz ve Tam Demokratik Bir Türkiye İçin İnsan Onuruna Dayanan Yeni Anayasa” raporunu kamuoyuyla paylaşarak Yeni Anayasa çalışmalarına katkıda bulunmuştu. Bu katkısını konferans ve panellerle devam ettiren SDE, 21 Ocak 2012’de TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Katılımlarıyla, “Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu” düzenledi. Meclis Başkanı Çiçek’le SD Dergisi için bir de röportaj gerçekleştirdik.

SDE kadrosu olarak yeni anayasa çalışmaları ve tartışmalarının toplumun daha geniş kesimlerine ulaşmasına gayret göstermeyi sürdüreceğiz. Bu sayıda da farklı yaklaşımların yer aldığı makaleleri sayfalarımız arasında bulabileceksiniz.

Ortadoğu’da merkezinde İran’ın yer aldığı bir alçak basınç dalgası kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Bu durum bir yanıyla Irak bir yanıyla da Suriye’de olup bitenleri yakından ilgilendiren gelişmelere gebe bir durum ortaya çıkarıyor. İran’ın ırak ve Suriye’deki ilgisinin bir Şii teo-politiğine ne ölçüde dayanıyor olduğu konusunda rivayet muhtelif. İran Şiiliği ile Baasçı Suriye Nusayriliği veya Maliki oportünizminin öne çıkardığı Şiilik arasında nasıl bir Şii-jeopolitik hattın kurulabileceği, doğrusu merakı mucip bir sorudur.

Bir yandan da nükleer programı dolayısıyla Batılı ülkelerle İran arasındaki gerilim giderek artmakta, İran her geçen gün Acem siyasetçiliğinin bütün kozlarını tüketmektedir. Siyaseti bir satranç olarak algılayan ve kaçınılmaz olarak sıfır-toplam ilkesine göre yaklaşımda bulunan İran’ın çatışmanın diğer taraflarının başka bir oyunun kurallarıyla oynuyor olabileceği ihtimaline ne kadar yer veriyor olduğu beli değil doğrusu. Satrançtaki bütün hamleler tükenmiş, ama İran hala hiçbir taşına dokunulmamış gibi davranıyorsa, ortadaki sorunu başka bir oyunun kavramlarına müracaat ederek yeniden anlamaya çalışabiliriz.

Bir yönüyle de uluslararası ilişkiler dergisi olan ve Türkiye’yi dolaylı ve dolaysız bir şekilde etkileyebilecek uluslararası politikalara ve gelişmelere yer veren SD, bu sayısında ağırlıklı olarak İran’ın dış politikasına ilişkin yazılara yer vermektedir. Özellikle Arap Baharı sonrası Ortadoğu’daki siyasal ve toplumsal çözülme yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına imkân vererek Ortadoğu’daki güç merkezlerinde ciddi bir hareketliliğe yol açtı. Böyle bir ortamda İran’ın jeopolitik konumu, bölgedeki devletler ve Türkiye ile ilişkilerinin artan önemi İran üzerinde ayrı bir ihtimamla durmayı gerektirdi.

Çevremizdeki bütün olumsuzluklara rağmen hem iç politikadaki hem de dış politikadaki gelişmeleri uzmanlarımız ve yazarlarımızın kaleminden siz değerli okurlarımızla bir defa daha paylaşmanın mutluluğuyla, keyifli okumalar…

Prof. Dr. Yasin Aktay

(2)

Aydın BOLAT

47

47 Dağı: “Türkiye, Şii Hilali Kamplaşmasına Zorlanıyor”

67 67 ABD Artık İsrail’i Taşıyamıyor!

103

103 Yunanistan’daki Banka Mevduat Hücumları ve Etkileri

27 27

Hrant Dink’ten Ermeni Meselesine

Zeynep SONGÜLEN İNANÇ Stratejik Düşünce ve Araştırma Vakfı

İktisadi İşletmesi Adına Sahibi Dr. Nurol Canbolat Genel Yayın Yönetmeni

Prof. Dr. Yasin Aktay Yayın Kurulu Prof. Dr. Yasin Aktay Prof. Dr. Birol Akgün Prof. Dr. Aytekin Geleri

Prof. Dr. Muhsin Kar Doç. Dr. Murat Çemrek Doç. Dr. Levent Korkut

Doç. Dr. Yusuf Tekin Doç. Dr. Bekir Berat Özipek Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı

Dr. Murat Yılmaz Aydın Bolat Ahmet Ünal Danışma Kurulu Prof. Dr. Tayyar Arı Prof. Dr. Mustafa Aydın Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat

Prof. Dr. Şaban H. Çalış Prof. Dr. Beril Dedeoğlu Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu

Prof. Dr. Cihat Göktepe Prof. Dr. Talip Özdeş

Prof. Dr. Ali Şafak Prof. Dr. Mehmet Şişman

Doç. Dr. Yaşar Akgün Doç. Dr. Caner Arabacı

Doç. Dr. Ertan Beşe Dr. Zafer Aydın Ecemiş

Mehmet Akif Ak Bayram Girayhan

Veli Şirin Yazı İşleri Müdürü

Ahmet Ünal Yayın Asistanları Feyzan Ece Çapa, Yasemin Küçer

Reklam Sorumlusu Özlem Pınar ORAN Grafik ve Sayfa Tasarımı OMEDYA - www.omedya.com

Uzayçağı Cad. Uzayçağı Tic. Mrk. 29/47 Ostim ANKARA T: 0312 385 58 20-21 F: 0312 385 18 37

Fotoğraflar AA, Cihan, ShutterStock

Baskı Yeri Özyurt Matbaacılık

Büyük Sanayi 1. Cadde Süzgün Sok.No:7 İskitler Ank.

Tel : 0.312 384 15 36 - Fax : 0.312 384 15 37 Stratejik Düşünce Entitüsü Çetin Emeç Bulvarı

A. Öveçler Mah. 4. Cad.1330 Sok.

No: 12 Çankaya / ANKARA / Türkiye T: 0312 473 80 45 - F: 0312 473 80 46

www.sde.org.tr

STRATEJİK DÜŞÜNCE

Bu dergi içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu dergide yer alan SDE’nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli’nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler,

Yunanistan’daki finansal krizler -banka hücumları- güvenlik önlemleri tartışmalarına yeni boyutlar getirmiştir. Yunanistan’daki banka mevduat hücumlarının nedeni banka spesifik etkilerden ziyade makro ekonomik risk olarak görünmektedir. Yunanistan borç krizi bize mevduat sigortasının sınırlarını göstermiştir.

İsrail’in pervasız, başına buyruk, ABD’yi emrivakilere mecbur eden yanlış politik alışkanlıkları, ABD’nin de müttefikleri olan Türkiye ve Mısır’ı kaybetmesi ve nihayet Arap Baharı’nın ortaya koyduğu yeni stratejik Ortadoğu dengeleri, yalnızlaşan İsrail’i ABD için taşınması giderek ağırlaşan bir ‘yük’

haline getirmiş durumda.

SDE Yüksek İstişare Kurulu Üyesi ve ODTÜ İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Dağı, Ortadoğu’daki son gelişmeler ve Amerika’nın Irak’tan çekilmesi sonrası İran’ın dış politikasındaki muhtemel değişimler üzerine SD’nin sorularını cevaplandırdı.

Hrant Dink davası, Türkiye açısından son derece önemli bir fırsata karşılık geliyordu.

Dava, Türkiye’deki demokratikleşme ve şeffaflaşma sürecinde karanlık ve derin ilişkilerin ortaya çıkmasında ve Ergenekon sürecine desteğin devam etmesinde bir eşik haline gelmişti.

İhsan DAĞI

Rasim YILMAZ

(3)

05 Cemil Çiçek: “Yeni Anayasa Ön Şarttır”

Röportaj: Ahmet ÜNAL

08 Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri ...

SD Haber

16 Yeni Anayasada Vatandaşlık Hamit Emrah BERİŞ

22 Eskiyle Hesaplaşmak ve Yeni Anayasa Murat YILMAZ

27 Hrant Dink’ten Ermeni Meselesine Zeynep SONGÜLEN İNANÇ

30 Nefret Suçlarına Karşı Yasal Düzenleme Arayışları Selvet ÇETİN

36 Uludere’den 28 Şubat’a Bir Yol Yasin AKTAY

43 İran - ABD Gerginliği: Sanal mı Gerçek mi?

Birol AKGÜN

47 Dağı: “Türkiye, Şii Hilali Kamplaşmasına Zorlanıyor”

Röportaj: Bedir SALA 51 ‘Şii Hilali’ Kimin Meselesi?

Talip ÖZDEŞ

55 İran’a Petrol Ambargosunun Faturası Türkiye’ye Serkan ŞAHİN

59 ‘Bahar’ İran’a da Gelir mi?

Öner BUÇUKCU

67 ABD Artık İsrail’i Taşıyamıyor!

Aydın BOLAT

71 Yükselen Çin’e Karşı: Obama Yönetiminin Güvenlik Stratejisi Erkin EKREM

80 Pakistan’da Darbe İhtimali ve Hükümetin Geleceği Khalilullah RASULİ

84 El-Baradei ve Tahrir Devrimi Ahmet UYSAL

89 AB Perspektifiyle ‘Özgürlük, Güvenlik ve Adalet Alanı’

Ömer ERSOY

95 Borç Kriziyle Farklılaşan Avrupa Dilek YİĞİT

99 Avrupa İçin Krizden Çıkış Seçenekleri Muhsin KAR

103 Yunanistan’daki Banka Mevduat Hücumları ve Etkileri Rasim YILMAZ

108 Yazılım Sektörünün Sorunları SDE’de Tartışıldı SD Haber

95 95 Borç Kriziyle

Farklılaşan Avrupa

99

99 Avrupa İçin Krizden Çıkış Seçenekleri

51

51 ‘Şii Hilali’ Kimin Meselesi?

59 59

Dilek YİĞİT

İÇİNDEKİLER

Avrupa’nın temel makroekonomik göstergelerine bakıldığında önemli bir problemin olmadığı görülmektedir.

AB’nin bir bütün olarak cari açık sorunu bulunmamaktadır. Amerika ve İngiltere gibi cari açık veren büyük ekonomilerden daha iyi durumdadır. Mali denge açısından da aynı durum söz konusudur.

Sarkozy, AB için hem genişlemenin hem de federasyonun aynı anda gerçekleştirilmesinin imkânsız olduğunu, zira AB’nin kapılarını Balkan ülkelerine açtığını, çok sayıda üyesi olan bir AB’de federalizmin imkânsız olduğunu belirterek, “iki-vitesli Avrupa” önerisinde bulunmuştur.

“Şii Hilali” veya başka ne şekilde telaffuz edilirse edilsin, İslam dünyası için bir Sünni ve Şii olgusunun varlığı söz konusudur. Mezhebi veya etnik farklılıklar çatışmayı gerektirmez. Ancak etnik veya mezhebi algılar yanlış yönlendirildiğinde, ideolojik zemine oturtularak fanatizm teşvik edildiğinde, birileri tarafından her an bir fitne ateşinin, bir çatışmanın fitili ateşlenebilir.

Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde reformistlerin seçimlerde hile yapıldığı iddiasıyla sokaklara dökülmesi ve çeşitli kitle gösterilerinde bulunması Batı kamuoyu tarafından dikkatle takip edilmişti. Ardından “Arap Baharı” adı verilen halk hareketlerinin İran’da da hissedilmesi beklendi, bu minvalde bir takım gelişmeler de yaşandı.

Muhsin KAR

Talip ÖZDEŞ

‘Bahar’ İran’a da Gelir mi?

Öner BUÇUKCU

(4)

İÇ POLİTİKA

(5)

SD : Yeni Anayasa’nın Türkiye için önceliği nedir? Olmazsa olmaz bir şart mıdır?

Önemlidir. O kadar keskin bir ifade kullanmasak bile çünkü Türkiye’nin bir anayasası var. Yeni bir anayasa yapmazsak hepimiz şikayet ettiği- miz anayasaya hayat hakkı tanımış oluruz ve devlet buna göre idare edilecek. Bu anayasanın doğurdu- ğu sakıncaları 30 senedir birebir yaşıyoruz. O kadar keskin bir dille ifade etmesek bile iyi işleyen bir devlet düzeni ve insanların mutlu, huzurlu ve refah içerisinde bulun- duğu noktaya gelebilmesi bakı- mından en azından bir ön şarttır diye söyleyebiliriz.

SD : Yeni Anayasanın ismi “2012 Ana- yasası” olabilecek mi? Çalışmalarda hangi aşamaya gelindi?

Onun ismini şu an ben koyamam.

Bu biraz da algılama meselesidir.

Tanıtım meselesidir. Biz kendi pra- tiğimizden biliriz kanunların bir kendi ismi vardır bir de kamuoyun- da algılanış biçimi vardır. Mesela bizim mevzuatımızda pişmanlık yasası diye bir yasa yoktur. Onun uzun uzun isimleri var; filanca ka- nunda değişiklik diye. Medyada bu konu baştan böyle takdim edilince, olmuştur 8 tane pişmanlık yasası...

Onun için İnşallah anayasayı yapa- lım da, ismini ne koyacağımıza ona göre bakarız.

Çocuk doğsun da, ismini sonra ko- yarız. Doğduktan sonra ismini ya vatandaş koyar veya Meclis. 4 par- tinin oluşturduğu Uzlaşma Komis- yonu, bu işi 2012 sonuna kadar bi- tirmeyi hedefl iyoruz diye bir muta- bakata vardı. Bunu da kamuoyuna ilan etti. 15 maddelik kendi iç çalış- ma tüzüğünde bunu 2012 yılı sonu olarak ifade etti. Bence de 2012’de bitmesinde sayısız fayda var. 2013’e TBMM Başkanı Cemil

Çiçek, Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde düzenlenen

“Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu”na katıldıktan sonra SD’nin konuyla ilgili sorularını cevaplandırdı. Çiçek, ‘Yeni Anayasa’nın, iyi işleyen bir devlet düzeni ve insanların mutlu, huzurlu ve refah içerisinde bulunduğu noktaya gelebilmesi bakımından en azından bir

‘ön şart’ olduğunu belirtti.

Cemil Çiçek:

“Yeni Anayasa Ön Şarttır”

Röportaj

(6)

ve sonrasına kaldığında Türkiye’de reel olarak başka öncelikler günde- me gelecektir. Arka arkaya seçimler geliyor. Seçim atmosferinde de bu türlü önemli düzenlemeleri yap- mak da zorluk var. Onun için 2012 en uygun zaman dilimi olarak gö- züküyor.

SD : STK’ların yeni anayasa konusun- daki katkılarını yeterli buluyor musu- nuz?

Son zamanlarda kamuoyunda, be- nim de tahrikkâr ifadelerimden son- ra biraz daha hareketlenme başladı.

Ama doğrusunu isterseniz beklenti ile gelenler arasındaki makas hâlâ çok açık. 30 yıldır bu kadar şikâyet edilen bir konuyla ilgili katkının bu kadar sınırlı ve zorlama olmaması gerekirdi. Biraz daha, özellikle sivil toplum kuruluşlarının, meslek ör- gütlerinin ve siyasi partilerin daha hazırlıklı olması gerekirdi. Bu sonuç benim için sürpriz değil.

Ben zaten Türkiye’de bu tür sorun- ların slogan bazında konuşuldu- ğunu, kimsenin bu sloganı projeye dönüştürmediğini bilirim. Birçok konu da böyledir. Siyaset de böyle- dir. Zaten siyasetteki kalite sorunu da buradan çıkıyor. O nedenle son 15 - 20 gündür biraz daha hareket- lenme oldu. Biraz daha katkı arttı.

Ama doğrusunu isterseniz ben ye- terli görmüyorum. Gelen katkılar

da daha çok genel söylem tarzın- dadır. Yani “Özgürlükçü bir anayasa istiyoruz” diyorlar. Bu ne kadar kat- kıysa o kadarlık bir katkıdır.

SD : Şimdiye kadar kaç kurumdan yeni anayasa için öneri geldi. Bu sayıyı yeterli buluyor musunuz?

O türlü rakamları söylemem. Bu yanlış olur. Başkalarının yapacağı katkıyı sınırlamak gibi bir değer- lendirme olur. Biz de bu sürede bundan kaçınıyoruz. Ancak isti- yoruz ki daha fazla katkı olsun. 86 bin dernek var fakat gelen rakama baktığınızda devede kulak kabilin- den kalıyorsa, demek ki bu sürece o seviyede bir katkı olmayacak.

O halen demokrasi konusundaki anlayışımızdan kaynaklanıyor. Biz

“katılımcı demokrasi” diyoruz ama bizim toplumumuz halen “temsili demokrasi” merhalesinde, o basa- makta duruyor. Nasıl olsa seçtik- lerimiz var. Hele hele belli isimlere karşı da bir güven varsa, bu biraz da kültürümüzün de ortaya koy- duğu bir şey. Biz her işi bir yerlerin

“Son zamanlarda kamuoyunda, benim de tahrikkâr ifadelerimden sonra biraz daha hareketlenme başladı.

Ama doğrusunu isterseniz

beklenti ile gelenler

arasındaki makas hâlâ

çok açık. 30 yıldır bu kadar

şikâyet edilen bir konuyla

ilgili katkının bu kadar

sınırlı ve zorlama olmaması

gerekirdi.”

(7)

üzerinden, bir kişiye güvenerek dü- şünüyoruz. Bunu daha fazla ileriye götürürsek zülfü yâre dokunur. Bir kişi düşünsün onun dediğini yapa- lım. Bu kültürün demokrasiye yan- sıması da böyle oluyor. Nasıl olsa biz seçtik, milletvekillerinin görevi ne, Meclis bizim adımıza yapsın diye bir noktada duruyoruz. Bence bu çok doğru olmaz.

SD : Temel tartışma konuları olan, vatandaşlık tanımı ve anayasanın değişmez maddeleriyle ilgili ciddi bir sorun yaşanacağını düşünüyor mu- sunuz? Bu tür sorunları aşmak için bir yöntem geliştirdiniz mi?

Bu konuda görüş serdedecek olan- lar siyasi partilerdir. Yazılım kısmın- da yani Mayıs başından itibaren, bütün bu görüşmeler ve değerlen- dirmelerden sonra bir taslak anaya- sa metni çalışması başlayacak. Şu an siyasi partiler kendi içe dönük çalışmalarını yapıyor, yapmalı.

STK’lar bu sürece katkı sağlamalı.

Biz henüz içerikle ilgili şu madde şöyle olmalı, bu madde böyle ol-

malı diye bir tartışmaya girmedik.

Bunu biraz da mahzurlu görüyoruz.

Eğer bu safhada bu işe girerseniz kamuoyundan beklentilerinizin bir anlamı kalmaz. Nasıl olsa bu ko- misyon belli konuları kararlaştırmış, kafaya koymuş, bize de usulen so- ruyorlar gibi bir anlayışa götürür. Şu safhada, şu madde şöyle olacak bu madde böyle olmalı tarzındaki bir tartışmayı yapmadık, yapılmasını da doğru bulmadık. Yöntem ise ya- zılım sırasında kendi içinde tartışılır.

SD : Konuyla ilgili siz daha önce “Ma- sayı deviren altında kalır diye bir ifa- de kullanmıştınız?

Tam bu anlamda böyle bir şey söylemedim ama benim maksadı- ma da ters düşmez. Bazen basın- da maksadımızı aynen ifade eden cümleleri almak yerine yazanın da ifadeleri karışıyor. Söylemek iste- diğim şey şudur: Yani bu işten yan çizen, bu işe katkı vermeyen, bu işin olumlu sonuçlanmasını istemeyen- lere karşı da bir müeyyide olmalı.

Siyasetin de bir müeyyidesi olmalı.

Doğru yapan mükâfatlandırılmalı, yanlış yapan da cezalandırılmalı.

Cezadan kasıt, cezaevine koymak anlamında söylemiyorum. Toplum- sal bir karşılığı olmalı. Bu işlerde çalışan ile çalışmayanların, olumlu katkı verenle vermeyenlerin bir müeyyidesi olmalı.

Onun için de biraz bu işi sivil top- lum canlı tutsun, “Bu işi muhakkak yapmalısınız” demeli. Bu bizim ma- demki taahhüdümüz, bu dönem yapmalıyız.

SD : Anayasa konusunda görüş açıklamaktan kaçınan yahut 1982 Anayasası’nın aynen korunmasını isteyen siyasi parti yahut STK var mı?

Onu söylesem doğru olmaz. Böy- le bir parti (Meclis dışından) var.

O da onun bir düşüncesidir. Bunu niye söyledi, vay nasıl söyler, diye bir muahezede bulunamayız. Biz herkesten düşüncesini söylemesini istedik. O kişi ve kuruluşlar zahmet edip yazmış, komisyona kadar da gelmiş. “Bizim düşüncemiz budur”

diyorsa, katılmayız ama bu komis- yonun kuruluş felsefesine de ters düşmüş olmasına rağmen bir gö- rüştür. Onu da kabullenmek gere- kir. Kaldı ki, bu özgürlükler konusu olduğunda AHİM kararlarına atıfta bulunulur. Eğer onu bir kriter ka- bul ediyorsak, cebir ve şiddet içer- memek kaydıyla çok aşırı ifadeler bile olsa, onu dinleyeceksiniz, ona söyleme imkanı sağlayacaksınız.

Uzlaşma komisyonunda bulunan partilerin zaten yeni bir anayasa fik- rini kabullendiklerini ise herhalde belirtmeye gerek yoktur.

SD : Sorularımızı cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederiz efendim.

Ben teşekkür ederim.

Röportaj: Ahmet ÜNAL

(8)

T

BMM Başkanı Cemil Çiçek’in Katılımlarıyla, Stratejik Dü- şünce Enstitüsü’nde “Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çö- züm Önerileri” başlıklı bir sempoz- yum gerçekleştirildi. 21 Ocak 2012 Cumartesi günü SDE Konferans Salonunda düzenlenen toplantının açılış konuşmasını Prof. Dr. Yasin Aktay yaptı.

SDE Başkanı Yasin Aktay; “Yeni ana- yasa Türkiye’nin 1982 yılında kabul ettiği günden beri en önemli so- runlardan biri. Türkiye bu zaman süresince çok mesafe kat etti. 82 Anayasası kabul edildiği günden bu yana tüm siyasi partilerin en önemli eleştiri odağı oldu. Tüm seçimlerde anayasadan doğan sorunlar gündeme getirildi. 2007 seçimlerinin kampanyası özellikle Türkiye’ye yeni bir anayasa kazan- dırmak üzere şekillendirildi. Tari- himizde ilk defa siyasetin vesayet kurumlarını kaldırmaya yönelik

direnci oldu. Türkiye’nin şimdiye kadar yönetildiği bütün anayasalar bir darbenin sonucunda yürürlüğe girdi. 12 Haziran seçimleri yeni ana- yasa konusunda daha yüksek bir beklenti yarattı. Anayasalar darbe sonucunda halka zorla imzalatılan bir sözleşme olmaktan çıkmalı”

dedi ve yeni anayasa konusunda SDE’nin çalışmalarına değindi ve sözü TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e bıraktı.

Meclis Başkanı Çiçek; “SDE Türkiye’nin bu tip meselelerine karşı kurulduğu günden bu yana duyarlı oldu. Öncü hizmetlerinden dolayı SDE’ye teşekkür ederim.

Burada konuşulan konular tam da konuşulmasına ihtiyacımız olan ko- nulardır. Bugünkü toplantı anaya- sanın sorunlu alanlarını teşkil eden konuları içeriyor. Buradan çıkacak sonuç komisyonumuzda değerlen- dirilecektir.”

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Katılımlarıyla, Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde “Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri”

başlıklı bir sempozyum gerçekleştirildi. SDE Konferans Salonunda düzenlenen toplantının açılış konuşmasını Prof. Dr.

Yasin Aktay yaptı.

Yeni Anayasada Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu

SD Haber

(9)

“Türkiye’nin 30 yıldır gazete man- şetlerinde olsa da olmasa da bir anayasa sorunu var. Bugün yaşa- nan her sorun anayasadan kay- naklanmıyor olabilir ancak birçok sorunlu alana neden oluyor. Önü- müzde anayasadan ya da anayasa- nın yorumundan ve uygulamasın- dan kaynaklanan sorunlar duruyor.

Böyle bir sorun varsa bu sorunu kaynağında çözmek gerekiyor.”

“Anayasanın 100’den fazla maddesi değişti. Ama bu değişiklikler sorun- ları çözmeye yetmedi. Anayasanın neden değişmesi gerektiği konu- sunda bizim bir şey söylememize gerek yok. 30 yıl içinde bir anayasa 17 defa değişti ise o ülkede hukuk istikrarını sağlamak kolay olmaz. Bu anayasa ile sayısal istikrar mümkün ama siyasal istikrar mümkün olma- dı. Bu anayasa ile hukuksal ve siya- sal istikrar mümkün olmuyor. Şu an mecliste temsil edilen partiler de yeni anayasa konusunda topluma taahhütte bulundular. Siyasi parti- lere bu yükümlülükleri hatırlatılma- lıdır. STK’lardan beklentimiz budur.”

“Mecliste temsil edilen siyasi par- tiler şu konular üzerinde anlaştılar:

Yeni anayasayı bugün oluşmuş  parlamento yapacak. Bu anayasa uzlaşma komisyonu aracılığıyla ya- pılacak (Her partinin komisyonda 3

üyesi var) ve bu komisyonun baş- kanlığını Meclis Başkanı yapacak.”

“Yeni anayasa için uzlaşılacak ko- nuları ortaya koymak ve toplumu bu şekilde motive etmek lazım.

Yeni anayasaya ‘benim anayasam’

değil, ‘bizim anayasamız’ diyebil- meliyiz. Müzakerelere, ön yargılarla yaklaşırsak bir sonuca varamayız.

STK’lardan bir diğer beklenti bu- dur.”

“STK’lardan beklenen diğer hu- sus ise yeni anayasadan beklentiyi makul seviyede tutmaları. Yeni bir anayasadan sıfır sorunlu bir Türkiye beklemek doğru olmaz. Beklentiyi makul bir seviyede tutmak lazım.

Yeni bir anayasa Türkiye’yi dikensiz bir gül bahçesi haline getirmez.”

“STK’dan bir diğer beklenti şu; bize gelen görüşler daha çok genel söylemlerden ibaret. Ancak derin- lemesine görüşler bize ulaşmıyor.

Yasama-yürütme-yargı arasındaki ilişki ne olacak, bu dengeler nasıl kurulacak gibi konularda STK’ların görüşlerini bekliyoruz.”

Birinci Oturum

Açılış konuşmalarının ardından ger- çekleştirilen ilk oturumun modera- törü SDE İç Politika ve Demokratik- leşme Programı Koordinatörü Dr.

Murat Yılmaz oldu. Prof. Dr. Yücel

Sayman ise oturumun müzakeresi- ni yaptı.

“Yeni Anayasada İnsan Haklarının Genel Rejimi” konulu sunumu Prof.

Dr. Yusuf Şevki Hakyemez, “Yeni Anayasada Sivil-Asker İlişkilerinin Demokratik Modeli” konulu su- numu Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun,

“Yeni Anayasada Türkiye’nin İdari Yapısı ve Yerinden Yönetim İlkesi”

konulu sunumu Doç. Dr. Ramazan Çağlayan gerçekleştirdiler.  

İnsan Haklarının Genel Rejimi Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez 1982 Anayasasının 5, 17, 13, 14.

maddelerine ve ne olması gerek- tiğine değindi ve şunları kaydetti;

“Türkiye’nin insan hakları ile ilgi- li karşı karşıya olduğu sorunların önemli bir kısmı yürürlükteki ana- yasadan kaynaklanmaktadır. 1982 Anayasasının kişi hakları, sosyal haklar ve siyasal haklar başlıkları altında düzenlenen hak ve özgür- lükler yanında sınırlama, kötüye kullanma, durdurma ve benzeri insan haklarının genel rejimini dü- zenleyen maddelerinde de önemli sorunlar mevcuttur. Özelikle Ana- yasanın belli bir ideolojik tercihi be- nimsemesi ve bu bağlamda başlan- gıç kısmında yer alan ifadeler 1982 Anayasasının insan haklarına ilişkin yaklaşımını önemli ölçüde sorunlu

(10)

hale sokmaktadır. Anayasada önce insan haklarının niteliği, önemi, vazgeçilmezliği, korunması ve bu bağlamda insan hakları konusun- daki devletin temel görevi ile ilgili hükme yer verildikten sonra, somut olarak hak ve özgürlüklerden Ana- yasada düzenlenmesi gerekenlere maddeler halinde yer verilmeli ve en sonunda insan haklarının sınır- landırılması ve olağanüstü hallerde tabi olduğu hukuksal rejim formü- le edilmelidir. Ayrıca özgürlüklerin sınırlandırılması sürecinde sadece her bir özgürlük için geçerli olan özel sınırlandırma nedenlerine yer verilmeli, kötüye kullanma yasağı ya da 1982 Anayasasının başlangıç kısmında yer aldığı biçimde genel sınırlama hükmü olarak yorumla- nabilecek maddelerden kaçınılma- lıdır.”

Sivil-Asker İlişkilerinin Demokratik Modeli

Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun, MGK, genelkurmay başkanının konumu, askeri yargı, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının yargılan- ması, sıkıyönetim, vicdani ret, askeri okullar sorunu, Yüksek Askeri Şura konuları üzerinde durdu. Coşkun şunları kaydetti; “Türkiye’de, 27 Ma- yıs 1960 askeri darbesinden sonra, merkezinde askeri bürokrasinin yer aldığı bir “vesayet rejimi” kuruldu.

Cumhuriyet’in başlangıcından beri

“vesayet”, rejimin asli özelliklerin- den biri olmakla birlikte, 27 Mayıs darbesinden sonra vesayetin ku- rumsallaşma düzeyi en üst seviyeye çıktı. 1999, 2001 ve 2004 yıllarında yapılan anayasal değişiklikler ve bunlara paralel olarak gerçekleş- tirilen birtakım yasal reformlar sa- yesinde, askeri otoritenin -seçilmiş yöneticilerin kararları üzerinde et- kili olmalarını sağlayan yetkilerinin bir kısmı tasfiye edilmiştir. Bununla birlikte Türkiye’deki asker-sivil ilişki- leri tamamıyla demokratik bir mo- dele uygun hale getirilmiş değildir.

Türkiye’nin tam manasıyla demok- ratik bir ülke olabilmesi için, yeni anayasasında askeri ve bürokratik vesayete sebebiyet veren hiçbir kurum ve ilke barındırmaması ve asker üzerinde evrensel ölçülerde bir demokratik sivil denetim siste- mi kurması gerekir.”

Türkiye’nin İdari Yapısı ve Yerinden Yönetim İlkesi

Doç. Dr. Ramazan Çağlayan konuş- masında mahalli idarelere değindi.

“1900’lü yıllarda merkeziyetçi görüş ön plana çıkmıştır. 1921 Anayasası ise daha çok yerinden yönetim ko- nusuna ağırlık vermiştir. 1924 Ana- yasasında yine merkeziyetçi görüş benimsenmiştir. 1961 Anayasasın- da ise yerinden yönetim ilkesini be- nimsemişti. 82 Anayasasında da bu durum çok değişmemiş merkezin

yerel üzerinde büyük bir ağırlığının olduğu bir sistem benimsenmiş- tir. Şimdi ki duruma baktığımızda ise üç farklı görüş ekseninde yeni anayasa için bir şekillendirilme ya- pılabilir. Mevcut yapı korunmalı, mevcut yapı ıslah edilerek devam ettirilmeli ve bazı yeni düzenleme- ler olmalı. Biz yeni bir idari yapı mo- deli tasarlayabiliriz.”

Prof. Dr. Yücel Sayman oturumun müzakerecisi oldu. Sayman; “Dev- letin örgütlenmesinin temelinde amaç olarak insan onurunun yer alması dile getiriliyor. İnsan onuru kavramı doğru tanımlanmazsa tıp- kı milli irade gibi tıpkı başka kav- ramlar gibi, bireyin üzerine çıkartı- lan dokunamayacağımız kavramlar haline dönüşüyor. İnsan onuru kav- ramı ile her şeyi yasaklayabilirsiniz, her şeyin önünü de açabilirsiniz.

İnsan onuru kavramı Birleşmiş Mil- letler Sözleşmesi çıkartıldığı zaman;

insan türünün özünü korumak üze- re çıkartıldı. Sanat yapabilmek, dü- şüncemi yansıtabilmek, din ve vic- dan özgürlüğüm, bunlar doğada var olan haklarım. Bu haklarımın da sınırlandırılması değil, kullanılması söz konusu. Ben bu haklarımı kendi maddi ve manevi varlığımı gelişti- rebilmek için kullanacağım. Kendi kaderimi bizzat tayin edebilmek için kullanacağım. Madem yeni bir anayasa yapıyoruz toplumsal karar-

(11)

ları, kendi lehimize nasıl alacağız;

özgürlüklerimizi kısıtlamadan bir- likte bunu kullanacağız” dedi.  

İkinci Oturum

İkinci oturumun moderatörlüğünü ise SDE İç Politika ve Demokratik- leşme Programı Uzmanı Doç. Dr.

Hamit Emrah Beriş yaptı. İkinci otu- rumda “Yeni Anayasada Türkiye’nin Hükümet Sistemi” konulu sunu- muyla Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakye- mez, “Din ve Vicdan Özgürlüğü:

Türkiye İçin Bir Anayasal Çerçeve Önerisi” konulu sunumuyla Doç. Dr.

Bekir Berat Özipek, “Yeni Anayasa- da Vatandaşlık” konulu sunumuyla Yrd. Doç. Dr. Levent Korkut birer ko- nuşma yaptılar. Prof. Dr. İhsan Dağı oturumu müzakere etti.

Türkiye’nin Hükümet Sistemi Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez şun- ları kaydetti; “Hükümet sistemleri konusu Türkiye’de kolay kolay ülke gündeminden düşmemektedir.

Konunun güncelliğinin bir nedeni koalisyon hükümetleri dönemin- de yaşanan istikrarsızlıklar iken, önemli bir diğer nedeni ise değişik zamanlarda siyaset adamları, ya- zarlar ve akademisyenlerin mevcut hükümet sistemindeki aksaklıkları göz önünde bulundurarak bu ko- nuda farklı modeller önermeleri ve

bunlarla ilgili olarak siyasal alanda yapılan tartışmalardır. Anayasacılık geleneğimizde yukarıdan aşağıya ve merkeziyetçi bir yaklaşım so- runu olduğu dikkate alındığında, hükümet sistemi formülasyonunda tabanın temsiline önem verme ge- reği katılımcı bir modelin tesisi açı- sından zorunlu hale gelmektedir.

Buna ek olarak hükümet etmede etkinliğin sağlanabilmesi açısından yürütmeyi mümkün olduğunca vesayetten arındırmak gerekmek- tedir. Eğer bu arındırma olmadan model oluşturulursa, geçmişte ol- duğu gibi sistem sorun doğurmaya devam edebilir.”

Din ve Vicdan Hürriyeti

Doç. Dr. Bekir Berat Özipek din ve vicdan özgürlüğünü tanımladı, yeni anayasada din ve vicdan öz- gürlüğünün yeni anayasada nasıl tanımlanması gerektiği üzerinde durdu ve şunları kaydetti; “Din ve vicdan özgürlüğü, insanın insan olmasından dolayı sahip olduğu ve tanınmaması durumunda onun in- san onuruna yaraşır bir biçimde ya- şamasının mümkün olmadığı çok temel bir hakkı ifade etmektedir.”

Özipek, din ve vicdan hürriyeti ko- nusunda ideal bir formülasyonun nasıl olacağını sıraladı;

• Bireylerin, tek başlarına veya ko-

lektif biçimde, özel veya açık biçim- de din ve vicdana dayalı pratiklerini güvence altına almalıdır. Buna Tür- kiye toplumunun sosyolojik bir ger- çeği olmasına karşın yasa dışı sayı- lan cemaat ve tarikatlarla, Sünni ve Alevi dergahları, tekkeleri, cemev- leri, manastır, şapel veya apartman katında ibadethane benzeri ibadet mekanları da dahildir. Hiç kuşkusuz, bu pratikler, din karşıtı düşünce ve ifadeleri ve onlara ait mekanları da kapsamaktadır.

• Din ve vicdan özgürlüğü temelli sivil oluşumların her türlü vakıf, der- nek, sendika türü gönüllü örgütleri aracılığıyla yürütecekleri faaliyetle- rin, dini olmayan herhangi bir faa- liyet gibi koruma görmesi sağlan- malıdır. Azınlıkların din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin statüleri, onla- rın Lozan’ın güvencelerine ihtiyaç duymayacakları, kendilerini azınlık şemsiyesine muhtaç hissetmeye- ceği biçimde düzenlenmelidir.

• Zorunlu din kültürü ve ahlak bil- gisi dersinin anayasal temeli kal- dırılmalı, bu dersin tercihe bağlı olduğu açıkça belirtilmelidir. Bu kuralın ayrılmaz bir parçası olarak, din eğitimi ile dini eğitimin de bir hak olarak herkese tanındığı hük- me bağlanmalı, böylece Türkiye’nin sivil alanda dini eğitim veren eğitim kurumları oluşturmayı kendi toplu-

(12)

muna yasaklayan tek demokratik ülke olma özelliği ortadan kaldırıl- malıdır.

• Dini veya din karşıtı propaganda- nın ifade özgürlüğü kapsamında serbest olduğu açıkça belirtilmeli- dir.

• Dinin, mezhebin veya başka tür- den inanca ilişkin tercihin kimlik belgelerinde ifadesine yer veril- memeli, ancak bireylerin tercih etmeleri durumunda bunu yazdır- malarının da ifade, din ve vicdan özgürlüğünün bir parçası olduğu göz önüne alınmalıdır.

• Bu özgürlüğü sınırlandırmada bir ölçüt belirlenecekse, bunun geniş tutulmaması önemlidir. Bu bağlam- da din ve vicdan özgürlüğünün,

“ancak başkalarının temel hakları- na yönelik açık bir tehdit ve fiili bir zorlama söz konusu olduğunda, özüne dokunulmaması koşuluyla ve kanunla” sınırlandırılabileceği hükme bağlanmalıdır.

• Sivil bir anayasa söz konusu ola- caksa, tıpkı diğer tüm ilkelerde ol- duğu gibi, laiklik konusunda da bir tercih yapılacak ve yeni anayasanın bu ilkeyi içerip içermeyeceğine, toplum karar verecektir. Anayasa- da laikliğe yer verilecekse, bunun özgürlükçü bir içerikle formüle edil- mesi ve devletin dinler ve inançlar karşısında kesin tarafsızlığını ve bi- reysel özgürlüklerin herkese karşı

korunmasını öngörmesi önemli olacaktır. Çünkü bugünkü durum- da anayasanın laikliğin tanımı ko- nusundaki suskunluğu ki bunun bilinçli bir suskunluk olduğunu dü- şünmek için haklı nedenler vardır.

Keyfiliğe ve ihlallere kapı aralamak- tadır. Bu yapılmadıkça, bugünkü tartışmaların devam etmesi ve siya- si konjonktüre, ara dönemlere bağlı olarak insan hakları ihlallerinin ya- şanması söz konusu olabilecektir.

• Din ve vicdan özgürlüğünün ideal formülasyonu, aynı zamanda ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve eğitim hakkının da nasıl formü- le edileceğiyle yakından ilgilidir. Bu bağlamda, anayasadaki diğer mad- delerin de genel özgürlük çerçeve- siyle uyumlu biçimde içeriklendiril- mesine dikkat edilmelidir.

• Mevcut anayasadaki 14. madde (kötüye kullanma yasağı) ile 15.

Madde (temel hak ve hürriyetlerin kullanımının durdurulması) türü hükümlere yer verilmemelidir.

Vatandaşlık Kavramı

Yrd. Doç. Dr. Levent Korkut, vatan- daşlık kavramının tarihsel süreçte gelişimini ve bugün gelinen nok- tayı anlattı. Korkut şunları kaydet- ti: “İnsan hakları alanında son iki yüzyılda görülen gelişmeler sonu- cunda, temel hak ve özgürlüklerin sadece vatandaşlar için değil, dev- lete vatandaşlık bağı ile bağlı olma- yan fakat devletin egemenlik ala- nında yaşayan tüm bireylerin hak ve özgürlükleri olduğu ilkesi tüm anayasal demokrasilerde kabul edilmiştir. Bununla birlikte, siyasi katılım haklarının sadece vatandaş- lara tanınan haklar kategorisi ola- rak düzenlenmesi uygulamasına devam edilmektedir. Siyasi katılım hakkı ve hukuk önünde eşitlik gü- nümüzde de vatandaşlığın temel özellikleridir. Avrupa Birliği üyesi devletlerin düzenlemelerinde ise Birlik üyesi devletlerin vatandaşla- rının diğer üye devletlerin ülkele- rinin yerel yönetimlerinde seçme

ve seçilme haklarına sahip olması ilkesi benimsenmiştir. Bu ilke ile birlikte siyasi hakların vatandaşlara münhasır haklar olma özelliği, ye- rel yönetimlerle sınırlı olmak üzere, Birlik üyesi devletlerin vatandaşları bakımından terkedilmiştir diyebi- liriz. Modern devlet sistemlerinde siyasi haklar alanı dışında eşitlik ilkesi de yabancıları içine alacak şe- kilde bireysel haklar alanına ilişkin bir ilke halini almaktadır. Tüm bu gelişmeler vatandaşlarla, vatandaş olmayanlar arasındaki uçurumun giderek kapandığına ve çağımız ulus devletlerinin bireylerin hak ve özgürlüklerinden hareketle anaya- sal sistemlerini şekillendirdiklerine işaret etmektedir. Ancak, günümüz devletlerinde de vatandaşlık, dev- let ile birey arasındaki siyasi ilişkinin oluşturulması bakımından önemi- ni korumakta, vatandaşlar siyasi haklarını bu statü ile kullanmakta ve kendi ülkeleri dışında vatandaşı oldukları devletlerin korumasından yararlanmaktadır” dedi.

Prof. Dr. İhsan Dağı şunları kaydetti;

“Anayasanın yapım mühendisliği ve anayasanın içeriğine ilişkin çok derin bir literatür oluştu. Anayasa tanımı gereği yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini güvence al- tına alan bir metin. Anayasa aynı zamanda devletin otoritesini sınır- landırıp bu şekilde bireyi daha gü- venli kılar. Biz anayasayı tartışırken aslında çok farklı şeyleri tartışıyo- ruz. Herkes kendi varlığını ve yoklu- ğunu anayasa üzerinden tartışıyor.

Bizde anayasa aynı zamanda “nasıl bir yurttaş istiyoruz”u tanımlıyor.

Anayasalar devletin nasıl bir resmi yurttaş istediklerini de tanımlıyor.

Bu nedenle anayasa yapımı bir si- yasal çekişme alanı haline geliyor.

Saydığımız nedenlerden ötürü Türkiye’de yeni bir anayasa yapmak zor.”

(13)

Cemil Çiçek’in Konuşmasının Tam Metni

D

eğerli katılımcılar, değer- li konuklar, saygı değer basın mensupları he- pinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün önemli bir konuyu siz- lerle tartışmaktan ve fikirlerinizi paylaşmaktan büyük bir mut- luluk duyacağımı ifade etmek istiyorum. Evvela bir teşekkür borcumuz var; Stratejik Düşün- ce Enstitüsü, Türkiye’nin bu gibi meselelerine karşı kurulduğu günden bu yana her zaman duyarlı oldu. Ben de imkân ol- dukça, fırsat buldukça bu gibi toplantılara katıldım. Doğrusu anayasa çalışmaları gibi bir kısım çalışmalara öncülük etti ve bugünkü çalışmalar yapıldı.

Bugün de önemli bir toplantıyı birlikte gerçekleştiriyoruz. Te- şekkürüm SDE’nin bu öncü hiz- metlerinden dolayıdır. İkincisi bugünkü toplantının içeriğine, değerli konuşmacılara, konu başlıklarına baktığımızda tam da ihtiyacımız olan konulardır.

Anayasa yapım süreciyle ilgili çalışmalara başladığımız gün- den beri toplumun çeşitli kesim- lerinde ister vatandaş, ister sivil toplum kuruluşu, ister meslek kuruluşu, ister meclis dışındaki partiler dahil olmak üzere bun- ların hepsinden görüş istedik, katkı istedik. Gelen görüşlere baktığımızda önemli bir kısmı genel söylemden ibaret. Ayrın- tılı görüş bildirenler de var ama çok önemli bir kısmı genel söy- lem. İşte; özgürlükçü bir ana- yasa talep ediliyor. Demokratik bir anayasa isteniyor. Bugüne kadar söylediğimiz bu sorunun bir bölü bir milyon ölçeğindeki kaba başlıklarını yazılı metne döken görüşler. Bunların hepsi de bizim için önemli, hepsine teşekkür ediyoruz. Hiçbir şey yapmamaktansa, hiçbir şey yazmamaktansa, hiçbir görüş bildirmemektense zahmet edip, anayasa konusu olsun olmasın meclisimize görüş bildirmiş ol- malarını önemli buluyoruz ve teşekkür ediyoruz. Ama geldiği- miz noktada biraz daha özele

inmemize ihtiyaç var. Yani bu bir bölü bir milyon ölçeğindeki anayasa sorununu 1 bölü 10 bin’e, 1 bölü 5 bin’e hatta 1 bölü bin’lik ölçeğine indirmemizde fayda var. İşte bugünkü top- lantının konusu zaten uzunca bir süreden beri anayasanın sorunlu alanlarını teşkil eden ve uzun süredir de düzeltilmesi noktasında arzunun, beklen- tinin, zaman zaman da çalış- manın olduğu önemli konuları içeriyor. Ümit ediyorum bugün buradan çıkan sonuçlar, ko- misyonumuza rapor olarak da kısa sürede bildirilirse, bundan sonraki çalışmalarımızda bun- lardan istifade etme imkânımız olabilecektir. Uzaktan yakın- dan gelen değerli hocalarımıza, bilim adamlarına ve sizlere de teşekkür ediyorum. Her ülke- nin olduğu gibi bizim de birçok sorunumuz var. Bunlar zaten siyasi zeminde konuşulan ve tartışılan konular. Ama bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin 30 yıldır gazete manşetlerinde olsa da olmasa da 30 yılı aşan bir süredir anayasa sorunu var.

Bugün yaşadığımız her sorun anayasadan kaynaklanmıyor olabilir. Ama bizi uzun süre meşgul eden, Türkiye’de kutup- laşmalara, gerginliklere birçok siyasi, sosyal sıkıntılara sebep olan gelişmelerin önemli bir kısmı anayasadan kaynaklanı- yor. Biz de bunları anlatarak bu toplantılara katılıyoruz. Bizim bu toplantılara katılışımız fikir beyan etmek için değil. Bulun- duğumuz konum ve anayasa yapım süreci daha somut fikir- leri ve görüşleri söylememize imkân vermiyor. Biz bu toplan- tılara katılıyoruz, sivil toplum kuruluşlarından, sizlerden, bi- lim çevrelerinden ve herkesten beklentilerimizi ortaya koyuyo- ruz. Bu beklentiler karşılandığı nispette, ikinci etapta yeni bir anayasa taslağı hazırlanırken bunlardan istifade edeceğiz.

Onun için beklentilerimizi söy- lüyoruz. İki gün evvel SETA’nın bir toplantısı vardı ona katıldık, bugün buradayız, yarın 13 bü- yük konfederasyonun, meslek örgütünün düzenlediği Kon-

ya’daki bir toplantıya katıla- cağız. Bu toplantıları mümkün olan süratle Türkiye’nin her ta- rafında yapmaya çalışıyoruz.

Türkiye’nin tartıştığı şu son 15, 20 gün, bir aylık gazete man- şetlerine, televizyonlardaki tartışmalar, siyasi partilerimi- zin grup toplantılarındaki atış- malarına bakarsanız özünde bu anayasadan kaynaklanan sorunlar var. Mesela neyi tartı- şıyoruz; cumhurbaşkanlığının süresi beş yıl mı, yedi yıl mı?

Bu kadar zamandır bu işi net- leştiremedik demek ki, 5 yıl mı yedi yıl mı daha bir süre de tartışılacak. Devletin birliği- ni, bütünlüğünü milleti temsil eden en yüce makamla ilgili tartışma toplumda çok değişik sıkıntıları meydana getirir. 7 yıl diye evvelsi gün TBMM’den geçti ama 5 yıldır deniliyor. Veto edilsin, edilmesin, eğer gidi- lecekse Anayasa Mahkemesi süreci, ondan sonraki durumlar ve açıklamalara bakarsanız bu önemli bir tartışma konusu ola- rak önümüzde duruyor. Ana- yasadan ya da anayasanın yorumundan kaynaklanan bir sorun. Bir yargılama yapılacak yetkili mahkeme Adliye Mahke- meleri midir yoksa Yüce Divan mıdır bunu da tartışıyoruz. Ne- den; 145 ya da 148. Maddenin yorumundan kaynaklanan, uy- gulamasından kaynaklanan ve yine anayasadan kaynakla- nan bir sorun. Dokunulmazlık- ları tartışıyoruz, anayasal sorun.

Bir milletvekilinin evi aranır mı aranmaz mı, yine anayasal sorun. Tutuklu milletvekillerinin durumu anayasal sorun. Bu bir aylık tartışma konumuza baktığımızda ortada ciddi bir anayasa sorunu olduğu ortada.

Böyle bir sorun varsa bunu kay- nağında çözmek lazım. Kısmi değişikliklerle biz bu işi rayına oturtamadık. Hepimiz biliyoruz 17 defa 100’den fazla madde- si değişti ama bu binanın, 82 Anayasası ile kurulan sistemin orasını burasını tamir ederek, restore ederek bu binada ya- şama hakkımız yok. Yepyeni bir binaya yepyeni bir inşaata

(14)

ihtiyaç var. Bunu yaparken de tabi ki 30 yılın tecrübesinden de iyi istifade etmek lazım. Bir iş yanlış yapılırsa, iyi yapılmazsa, doğru yapılmazsa, dengeleri doğru kurulmazsa bir ülkede ne tip sorunlar çıkarın laboratu- ar olarak Türkiye bilim tarihine bir armağanda bulunmuş olu- yor. 82 Anayasasını iyi irdeler- sek toplum açısından ne gibi sorunlarla karşılaşabiliriz, Tür- kiye bu manada bir ülkedir. O nedenle bu anayasanın neden değişmesi gerektiği konusunda bizim bir şey söylememize ge- rek yok. Zaten bu anayasa ile il- gili o kadar çok olumsuz şeyler söylendi ki daha yapılış sırasın- da, yapıldıktan sonra, aradaki değişiklikler esnasında…

Bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; 30 yıl içerisinde 17 defa değişti ise o ülkede hukuk istikrarını temin etmek kolay ol- maz. Hâlbuki biz siyaset adam- ları olarak en çok vurgu yaptı- ğımız konu güven ve istikrardır.

İstikrar deyince biz daha çok bir partinin mecliste çoğunluğu elde etmesi ve tek başına ikti- dar olmasını anlarız, ona vur- gu yaparız. O biraz da işimize gelen izahtır. Bunun doğru yanı var ama bu anayasa dönemin- de tek başınıza mecliste çoğun- luğunuz da olsa, çok kuvvetli bir çoğunluğunuz da olsa istikra- rın temin edilmediğini gördük.

Bu anayasa ile sayısal istikrar mümkün ama siyasal istikrar mümkün olmadı. İşte açılan Kapatma Davası, kuvvetli bir çoğunluk var. Ama Türkiye’yi bir sene arafta bıraktı. Bunun neler kaybettirdiğini işin içeri- sinden olanlar bilir. Hani derler ya soğanın acısını yiyen değil doğrayan bilir. Doğrayan taraf- ta olduğumuz için bir Kapatma Davası’nın nelere mal olduğu- nu biz biliyoruz. Bunun parasal olarak da hesabını kimse yapa- maz ki hayat sadece paradan da ibaret değil. Onun için bu anayasayla hukuk istikrarı da mümkün olmuyor. Zaman za- man siyasi istikrar da mümkün olmuyor. Hatta ve hatta yaptı- ğınız iş ve işlem bu anayasa

uygun olsa bile yine de sorun çıkarmaya devam ediyor. Çün- kü anayasanın kendi dengele- ri, balansı bozuk. Böyle olunca da düzenli bir yolculuk yapma şansınız yok. Doğru bir yakla- şımla, tespitle konuşula konu- şula 12 Haziran seçimleri sonu- cu yeni bir anayasa yapılması konusunda toplumda genel bir mutabakat oluştu. Önde gelen siyasi partilerimiz, seçime giren partiler, şu an mecliste temsil edilen partiler, yeni anayasa konusunda topluma taahhütte bulundular. Dolayısıyla bugün siyaset kurumunun özellikle de Mecliste temsil edilen partilerin yeni bir anayasa yapma borcu, yükümlülüğü vardır. Kimse bu yükümlülükten kaçamaz. Her- kes hesabını kitabını ona göre yapmalıdır. O halde bizim sivil toplumdan birinci beklentimiz bu yükümlülüklerini siyasi par- tilere hatırlatmalarıdır. Bu talebi canlı tutmaları, bunun gereğini yapmadıkları takdirde siyaset kurumlarının neleri kaybede- cekleri açık ve net bir şekilde ortaya koymalarıdır. Doğru bir yaklaşımla yeni anayasa konu- sunda dört partinin ittifakı var.

Bunu şu sebepten söylüyorum;

ileride bir kısım tartışmalar, mü- zakereler yapılacaksa bunun şimdiden bilinmesinde, kayda geçmesinde fayda var. Mecliste grubu bulunan dört siyasi parti 5 konuda anlaştı. Birincisi yeni bir anayasa. İkincisi bu ana- yasayı bugün oluşmuş olan 24.

Dönem parlamentosu yapacak.

Biz bu yetkiye dayanarak bu çalışmaları başlatıyoruz. Dört siyasi parti ve şahsi olarak ben, bu meclise yeni bir anayasa yapmaya ehliyetinin, etkisinin, liyakatinin olduğunu kabul edi- yoruz. Teorik tartışmaların bize bir faydası olduğu kanaatini şahsen taşımıyorum. Bunun dı- şında başka anayasa yapım yöntemlerini şu anda tartışma- nın bu sürece katkı sağlayaca- ğı kanaatinde değilim. Üçün- cüsü bu anayasanın uzlaşma komisyonu aracılığıyla yapıl- ması lazım. Meclisimizde 90’lı yıllardan itibaren oluşmuş bir gelenek olarak siyasi partilerin

meclisteki temsil oranlarına ba- kılmaksızın eşit üyeden oluşan ve görüş birliği içerisinde sorun- ların çözülmeye çalışıldığı, ka- rara bağlandığı bir yöntem var.

Dolayısıyla bu hazırlık çalışma- ları uzlaşma komisyonu yoluyla yapılacaktır. Ve bugün, iktidar- daki partinin de bu komisyon- da üç üyesi var en küçük muha- lefet partisinin de üç üyesi var.

Dolayısıyla 4 parti 12 üye ile tü- zel kişiliklerini temsil ederek bu çalışmaları yapıyorlar. Üzerin- de anlaştıkları başka bir konu bu komisyonun başkanlığını meclis başkanının yapmasıdır.

Benim talip olduğum bir görev değil. Mecliste grubu bulunan dört siyasi parti bunun üzerin- de anlaştı. Benim yerime başka bir kişide meclis başkanlığını yapıyor olsaydı bu işin başkan- lığını o yapıyor olacaktı. Ben de 19 Ekim tarihinden itibaren hiç aksatmadan bu görevi sürdür- meye çalışıyorum. Dört partinin anlaştığı konu bu çalışmaların görüş birliği içinde sürdürülme- sidir. Söz konusu partiler par- mak hesabına dayalı bir komis- yon çalışmasını arzu etmedikle- rini ifade ettiler. Dört partinin ilk anlaştığı konu budur. Bir takım siyasi kişilikleri, tüzel kişilikle- ri hesaba katarak deniliyor ki, falanca partiyle filanca anlaşır mı? Kendimizi onların yerine koyarak olumsuzluk üretmek yerine anlaşmaları gerektiğini, bu görevin kendilerinin yüküm- lülüğü olduğunu, yeni bir ana- yasa yapmak noktasında tari- hi bir sorumluluk taşıdıklarını söylemek, hatırlatmak ve baskı yapmak öbür olumsuzlukları gündeme getirmekten daha faydalıdır diye düşünüyoruz.

Aksini yöntem olarak söyleyen- ler meclis pratiğini bilmiyorlar demektir. 12 kişilik komisyonda muhalefet çoğunlukta ancak genel kurula geldiğimizde ko- misyonda azınlık olan genel kurulda çoğunlukta olmakta- dır. Aşağıda kabul ettiğiniz yu- karıda kabul görmeyecekse o zaman bu çalışmalar beyhude olur. Onun için her koşulda uz- laşmayı sağlamamız gerekiyor.

(15)

Bizim sivil toplumdan ikinci beklentimiz toplumda bir uzlaşı havası yaratmasıdır. Bir anaya- sa yapılacaksa bu benim ana- yasam değil bizim anayasamız olacaksa sadece dört partinin değil, herkesin belli bir nokta- da buluşması gerekiyor. Her kuruluş “en doğrusu benimkidir diğerleri yanlıştır” inatlaşması içerisinde olursa, böylesine bir fikri sabitlik söz konusu olursa binlerce anayasa metni ortaya çıkarmamız gerekir. Benim de- ğil bizim anayasamız, diyebil- mek noktasında uzlaşmacı bir tavrı ve uzlaşılacak noktaları ortaya koymak ve toplumu bu yönde motive etmek lazımdır.

Demokratik olgunluk bunu ge- rektirir. Eğer siz “dediğim dedik, bu olmazsa olmaz” diyorsanız 82 Anayasası’nın nesini tenkit ediyorsunuz? 82 Anayasası da bu mantıkla hazırlandı. Aynı felsefe ile aynı anlayışla bir anayasa yapılamaz. Elbette

“benim söylediğim doğrudur ancak başkalarının da söy- lediğinin doğru olma ihtimali vardır” toleransı olmadığı za- man bizim binlerce anayasa metni çıkarmamız lazım. Ancak bunda ülke yararına bir sonuç çıkmaz. Onun için bizim ana- yasamızı yapacak bir ortalama yol bulacağız. Önyargılarla bu tartışmalara başlarsak bu tarihi fırsatı hep beraber heba etmiş oluruz. Bu sebeple siyasi partilerden evvel, böylesine bir uzlaşı havasının topluma ege- men olması noktasında sivil toplum kuruluşları bu atmosferi yaratmalıdır. Aksi takdirde ya- rın istediği cümleyi anayasada görmeyenler, bu anayasayı ya- panları vatan haini ilan edecek- lerdir. Bizim hain olmaya niyeti- miz yok. Biz ülkemizi seviyoruz.

Bunlar da kolayca kullanılacak sıfatlar değildir. Bir anayasa tartışmasını bu türlü, yaralayıcı, kırıcı üsluplardan, kavramlar- dan, sloganlardan arındırma- mız gerekiyor. Bu noktada sivil toplum bu konuya öncülük et- melidir diyorum. Bizim sivil top- lumdan beklediğimiz bir başka husus da şudur; biz genelde çok uç noktalardan genellikle

hareket ediyoruz. Evet, toplum- da birçok sorun var. Bunların bir kısmı anayasadan kaynaklanı- yor. Eğer “yeni anayasa = sıfır sorunlu bir Türkiye” dersek ana- yasaya haddinden fazla an- lam yüklemiş oluruz. Beklentiyi makul bir seviyede tutmak ge- rekir. Onun için sivil toplumun, meslek kuruluşlarının daha iyi bir anayasa yapılabilmesi nok- tasında bir gayretin içerisinde birlikte olmalarını istemekteyiz.

Ancak vatandaşımıza da şunu söylemek lazım ki; “Yeni bir anayasa Türkiye’nin bütün so- runlarını sıfırlayacak, dikensiz bir gül bahçesi meydana ge- lecek gibi bir beklenti gerçekçi olmaz” Elbette 20-30 yıl sonra ne olacak onu kestiremeyebili- riz ama anayasanın sorun çöz- meyi kolaylaştıracak bir alan açması, buna imkân vermesi lazım. Anayasalar ayak bağı olmamalıdır. Anayasa üzerinde yapılan son 17 değişikliğe bak- tığımızda Türkiye’nin belli bir konuda acil ve önemli bir karar alması gerektiğinde karşısına hep bir anayasa problemi çık- mış ve bu değişiklikler de bu mahiyette yapılmıştır. Özellikle yargılamalar konusunda yapıl- mış bu. Sizlerde hatırlarsınız. O halde siyasetin sorun çözme- sine imkân verecek temel hak ve özgürlükleri olabildiğince teminat altına alacak bir ana- yasa oluşturmak gerekir. Buna başka özelliklerde eklenebilir.

Bizim şu günlerde sivil toplum- dan beklediğimiz başka şeyler de var; şu ana kadar bize gelen görüşlerin önemli bir kısmı ge- nel söylemlerden, genel değer- lendirmelerden ibaret. Bunlar bize heyecan verir, bizi motive eder. Arkamızda halk desteğini görmüş olmak bizim açımızdan önemli ama devlet organlarının işleyişi konusunda görüşler ye- teri kadar gelmiyor. İşin kritik noktalarından bir tanesi budur.

Yasama, yürüme, yargı arasın- daki denge ve yürütmenin ken- di modeli ne olacak? Bu konu- lara da artık ısınmamız lazım.

Bunlarla ilgili vatandaşlarımı- zın görüşlerini bildirmesi lazım.

Başkanlık Sistemi mi, Yarı-baş-

kanlık sistemi mi, Parlamenter Sistem mi? Her şey buna göre düzenlenecek. Yaşadığımız sı- kıntıların büyük bir kısmı temel hak ve özgürlüklerin yeterince sağlama alınamamış olması ve bu noktada getirilen kısıtla- malar hiç şüphesiz konuşulmalı ama öbür tarafta da geldiğimiz noktayı iyi görmemiz gerekir.

Devletin üç tane erki var ama bu erklerin birbirleri ile olan ilişkileri iyi değerlendirilmeli.

Üstelik bu anayasanın 30 yıl- lık süresi içerisinde bu erklerin birbirlerinin yetkisini nasıl gasp ettiğini, görev alanına nasıl mü- dahale ettiğini son 3-4 senedir hep beraber yaşadık, yaşıyoruz.

Bu arada en fazla zarar gören kurumların başında parlamen- to geliyor. Parlamento, bir ta- raftan yargının müdahalesi ile sıkıştı öbür taraftan yürütmenin müdahalesi ile sıkıştı. Her şeyin çözümü meclistir diyoruz ama faaliyet alanı en dar olan erk- lerin başında yasama gelmek- tedir. Her şeyi biz çözeceksek o zaman bu durumu baştan göz- den geçirmekte fayda var.

Uzun lafın kısası; biz görüş bil- dirmek yerine beklentilerimiz ifade etmeye çalıştık. Elbette söylediğim konularla ilgili ola- rak şahsi düşüncelerim, kabul- lerim, kanaatlerim var. Ama bu sürecin tarafsız yürütülmesi, ko- misyondaki görüş birliğini sağ- lamak ve bu çalışmaları verimli götürebilmek adına çok keskin görüşlerimin olduğu konuda bile hiçbir görüş bildirmemeye azami gayreti gösteriyorum. Bu kararıma bugün burada da uyacağım. Sözlerimi burada bitireceğim. Çok teşekkür edi- yorum hepinize.

İnanıyorum ki çok faydalı bir toplantı olacak ve sonuçları da bizim çalışmalarımıza büyük ölçüde katkı sağlayacaktır. Ba- şarılar diliyorum.

(16)

Y

eni anayasaya yönelik hazır- lıklar son dönemde iyiden iyiye hız kazandı. Bu süreçte, evrensel demokratik standartlarda yeni bir anayasanın hazırlanması düşüncesi üzerinde tüm siyasal partilerin ve toplumsal kesimlerin ittifak ettiği görülüyor. Dolayısıyla artık asıl yapılması gereken, yeni anayasada yer alacak unsurları so- mut bir şekilde tartışmaktır.

Vatandaşlık Kavramının Ortaya Çıkışı

Günümüzden bakıldığında olduk- ça “yeni” gibi görünen vatandaşlık aslında, siyaset teorisinin tarihsel açıdan en uzun geçmişi olan kav- ramlarından birisidir. Siyaset teo- risinde vatandaşlığın ilk kullanımı, Eski Yunan polislerinde, yaklaşık olarak M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren olmuştur. Sınıfl ı bir toplum yapısına sahip olan Eski Yunan’da, nüfusta

çoğunluğu oluşturmalarına rağ- men siyasal hakları bulunmayan meteikos (yabancılar) ve kölelerin aksine devlet aygıtının yönetimi va- tandaşların elindedir. Polislerde va- tandaşlık, kan yoluyla kazanılan ve dolayısıyla doğumla gelen bir sta- tüdür. Vatandaş olmanın ilk koşulu, devletin kuruluş sürecinde yer alan bir aileye mensup bulunmak, baş- ka bir ifadeyle oikos sahibi olmaktır.

Bunun dışında erkek olmak ve 18 (veya 20) yaşını doldurmak vatan- daş olabilmenin diğer koşullarını teşkil eder. Kuşkusuz, her vatanda- şın ekonomik durumu, toplumsal veya siyasal konumu bir diğeriyle aynı değildir. Yani köleli toplum yapısı, bunun karşısında tüm va- tandaşların ekonomik açıdan iyi bir durumda olması gibi bir sonuç doğurmaz. Tıpkı geçmişten günü- müze insan topluluklarının tama- mında olduğu gibi Eski Yunan’da da yoksul ve zengin vatandaşlar vardır

20. yüzyıl boyunca demokrasinin küresel yükselişi, ulus-devletin anlam ve işlevleri, bireyin ve toplumun siyasal zemindeki konumu gibi sorunlar vatandaşlığın da yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Bu anlamda, yeni anayasada yer alacak vatandaşlık kavramının evrensel örneklerle uyumlu olması önem taşımaktadır. Bu süreçte ilk kritik eşik, Cumhuriyetin türdeş bir yapı meydana getirmeyi amaçlayan bakışının yerini çoğulcu bir anlayışa bırakmasıdır.

Yeni Anayasada

Vatandaşlık

Hamit Emrah BERİŞ*

(17)

ve kâğıt üzerinde herkesin siyasal haklardan eşit şekilde yararlanma imkânı olmasına rağmen pratikte durum tam da böyle işlemez. Bu- nun yanında getirilen kısıtlamalar nedeniyle örneğin Atina’da genel nüfusun yalnızca yüzde 10’luk bir kısmının vatandaşlık haklarına sa- hip olduğunu belirtmek gerekir.

Tekrar altını çizmek gerekirse, kaba- ca nüfusun yarısını oluşturduklarını söyleyebileceğimiz kadınların va- tandaşlık hakları yoktur.

Polislerin varlıklarına son veren Roma İmparatorluğu açısından da önemli bir kavramdır, vatandaş- lık. Dönemine göre oldukça ge- lişmiş bir hukuk nosyonuna sahip Roma’da, devlet yönetimi, fiilen dar bir grubun elinde olmasına rağmen kentlerde ve köylerde yaşayan ve

“köle” statüsünde olmayan insanlar vatandaş olarak tanımlanırlar. Hatta Roma’da İmparatorluğun büyü- mesi ve sınırlarının genişlemesiyle yöneticiler Eski Yunan’a göre çok daha fazla vatandaş desteğine yas- lanmak zorunda kalırlar.

Roma sonrasında, önce Hıristiyan- lığın siyasal alanı adeta kapatma- sı, ardından da mutlak krallıkların yükselişi vatandaşlığın tarih içinde uzunca bir süre için unutulmasına neden olmuştur. Bu şekilde, nispe- ten insanların siyasal özgürlükle- rine gönderme yapan vatandaşlık kavramı, yerini yöneticilerin mut- lak üstünlüğüne gönderme yapan bir “hükmetme” anlayışına bırakır.

Aslında bu süreçte, bugün vatan- daşlara özgü olarak kabul edilen birtakım haklar, devletin yönetme gücünün sürmesini sağlayan kişiler tarafından elde tutulmaya devam edilir. Burada, iki ölçütün kullanıl- dığı söylenebilir. İlk ölçüt, kamu gi- derlerinin karşılanması için siyasal iktidara vergi desteği; ikinci ölçüt ise ihtiyaç duyulduğu zaman asker sağlamaktır. Ancak siyasete katılma hakkının oldukça dar bir grup için geçerli olduğu; hatta mutlak mo- narşilerin güçlerini artırmalarıyla koşut olarak söz konusu etkinin son derece sınırlı kaldığı söylenebilir.

Bunun dışında kalan halkı nitele- mek için uyruk kavramı daha uy- gun düşer. Buradan da anlaşılabi- leceği gibi mutlakıyetçi krallıkların hükümran olduğu evrede hüküm- dara tam bir bağlılık sergileyen ve kral tarafından verilenler dışında haklarının bulunduğu kabul edil- meyen “bağımlı” bir insan grubu söz konusudur. Birbirleriyle ilişkile- rinde bazı haklara sahip oldukları düşünülen halk kitlelerinin devlet karşısında da benzeri haklarının bu- lunduğu düşüncesi demokrasinin yeniden tarih sahnesine çıkmasıyla olacaktır.

Demokrasi İçinde Vatandaşlık Vatandaşlığın ikinci yükselişi mo- dern devletin ortaya çıkışı ile birlikte olur. Ancak bu kez kavram, devletin hükmettiği tüm coğrafya üzerinde yaşayan tüm insanları kapsayacak

şekilde bir anlam değişikliğine uğ- rar. Avrupa’da 17. yüzyıldan itibaren yaşanan siyasal devrimlerin bu yeni anlayışın ortaya çıkmasında doğru- dan etkili olduğu açıktır. Bu süreçte, ilk kritik eşiğin 1688 İngiliz Devrimi olduğu söylenebilir. İngiltere’de 16. yüzyıl boyunca Tudor ve Stuart hanedanları arasında yaşanan güç mücadelesi, bu süreçte ülkenin Papalıktan kopuşu ve Anglikan ki- lisesinin kuruluşu nedeniyle halkın adeta ikiye ayrılması bir “iç savaş”

doğurur. Hem iç savaşın meydana getirdiği gerilim hem de bu süre- cin kralların mutlak ve tek başlarına yönetme iddialarını zaman içeri- sinde önemli ölçüde geriletir. Aynı süreçte 1688’de kabul edilen Bill of Rights, yönetilenlerin yönetici- ler, daha genel bir ifadeyle devlet karşısında haklara sahip olduğunu ortaya koyar. Bu süreç, izleyen dö- nemde İngiliz sisteminin demokra- siye doğru evrilmesini beraberinde getirecektir. Zayıf krallar karşısında parlamento kurumunun giderek yükselmesi, siyasal arenada halkın kurucu özne olarak belirmesini sağ- layacaktır. Ancak henüz vatandaşlık kavramı ile ifade edilen bir duru- mun tam olarak ortaya çıkmadığını da eklemeliyiz. İlk aşamada öne çı- kan husus, tüm insanların siyasal ve

Ulus-devlet anlayışı,

bu bağlamda, tüm

vatandaşların aynı

haklardan eşit şekilde

yararlanmaları,

ayrıcalıklara sahip

olmamaları ya da

ayrımcılığa maruz

bırakılmamaları ilkesi

üzerine kuruludur ve

bu açıdan siyasal bir

türdeşlik varsayar.

(18)

hukuksal açılardan eşit oldukları ve devletle aralarındaki ilişkinin karşı- lıklılık esasında kurulacağıdır.

Vatandaşlığın modern dönemde yeniden sistemin merkezine yerleş- mesi açısından Amerikan ve Fransız Devrimlerinin meydana getirdiği etki sürecin diğer önemli halkala- rıdır. 4 Temmuz 1776’da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, “[b]

ütün insanların eşit yaratıldıklarına;

yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hak- kı gibi geri alınamaz bazı haklar ve- rildiğine inanıyoruz” ifadesini içerir.

Locke ve Rousseau’nun düşüncele- rinden etkilendiği çok açık şekilde kendini gösteren bildirge, devlet karşısında belirli haklara sahip bir insan grubunu, daha doğrusu adı konulmamış şekilde vatandaşlığı tasvir eder. Aynı Bildirge, toplumsal sözleşme kuramının vücut bulmuş halidir adeta. Bu açıdan, Amerikan Devriminin İngiltere’de ortaya çı- kan temsil sisteminin demokrasiyle bütünleştirilmesi anlamına geldiği ifade edilebilir.

Fransız Devrimi vatandaşlık kav- ramını yeniden devlet kuramının en merkezi yerlerinden birine yer- leştirir. 5 Mayıs 1789’da toplanan Etats Généraux, öncelikle kendisini ulusal meclis olarak ilan edip ülke- nin kaderini eline alır; 26 Ağustos

1789 tarihinde de İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisini kabul eder. Bildi- ri, Fransa toprakları içinde yaşayan tüm insanları “vatandaş” sıfatıyla ta- nımlar ve herkesi eşit olarak kabul eder. Ülke içinde özellikle aristok- ratların sahip oldukları tüm ayrıca- lıklar ortadan kaldırılır. Aynı süreçte benimsenen ulusal egemenlik ilke- si aracılığıyla da hiçbir vatandaşın yasaların üstünde yer almayacağı ve herkesin iradesinden çıktığı ka- bul edilen yasaların istisnasız her- kesi bağlayacağı kabul edilir.

Madalyonun diğer tarafında ise Devrimin tek tip vatandaş meyda- na getirme ideali bulunur. Bu sü- reçte öncelikle vatandaşlar arasın- da tıpkı Atina’dakine benzer şekilde ekonomik temelli bir ayrıma gidilir.

Devrimin öncülerinden Sieyés’e göre, devletin giderlerinin karşılan- masına katkıda bulunmayan insan- ların vergi vererek bu yönde çaba harcayan diğer insanlarla eşit hak- lara sahip olması doğru değildir. Bu nedenle, siyasal haklardan yalnızca 25 yaşını doldurmuş, devlete vergi ödeyen erkek vatandaşlar yararla- nabilecektir. Dolayısıyla vatandaş- lar arasında vergi ödeyip ödememe durumlarına göre aktif/pasif ayrımı yapılır. Ancak bu süreçte, bu ayrım- dan çok daha önemli sonuçlar do- ğuran başka gelişmeler de yaşanır.

Bu dönemde, izleyen yüzyıllar bo- yunca başka devletlere de ilham kaynağı olacak uygulamalara gi- dilir. Örneğin zorunlu ortak eğitim kurumları aracılığıyla tüm vatan- daşların devletin resmi ideolojisini içselleştirilmelerini sağlayacak bir endoktrinasyon faaliyetinden geç- meleri sağlanır. Dolayısıyla küçük yaşlardan itibaren farklı sorunlar karşısında devletin çıkarları için or- tak hareket etme yeteneğine sahip bir kitle meydana getirilmeye çalışı- lır. Aynı süreç, belirli bir yaşa gelen tüm erkeklere yükümlülük olarak verilen zorunlu askerlik hizmeti ara- cılığıyla bir üst aşamaya taşınır. As- lında herkesin askerlik yaptığı, pro-

fesyonel ordunun bulunmadığı sis- tem Bağımsızlık Savaşından sonra ABD’de de uygulanır; ama militarist yönelim bu ülkede daha sınırlı kalır.

Bu anlamda, askerlik hizmeti yalnız- ca devletin savunma ihtiyaçlarının

Yeni anayasanın Türkiye’de evrensel demokratik ve özgürlükçü değerlerin hayata geçirilmesi bakımından bir fırsat olduğu açıktır. Bu bağlamda, geçmişle kapsamlı bir muhasebeye girişilerek mevcut siyasal ve toplumsal sorunların çözülmesi önem

taşımaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmalar kapsamında Çin Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu (NDRC), Çin Maliye Bakanlığı, Çin Ticaret Bakanlığı Nisan 2013 tarihinde sektö rün sağlıklı ve

Ocak ve Mayıs ayları arasında, Çinli firmaların Hong Kong, ASEAN, AB, Avustralya, Amerika, Rusya ve Japonya’da gerçekleştirdiği deniz aşırı yatırımlar

Çin ve Güneydoğu Asya'daki diğer dört hak sahibi ülke arasında uzun süredir devam eden sorun: Vietnam, Filipinler, Tayvan, Malezya ve Brunei, Güney Çin Denizi’ndeki

 HSBC, Erdemir için 4.40TL olan hedef fiyatını ve Endekse Paralel Getiri önerisini korudu.. 20

Hisse devrinin gerçekleşmesiyle birlikte Tesco Kipa Kitle Pazarlama Ticaret Lojistik ve Gıda Sanayi A.Ş.'nin yönetim kontrolü Şirketimize geçeceği için, hisse devir

Çalışma kapsamında Kore Savaşı sırasında Çin propagandası tarafından kullanılan propaganda posterlerinde ABD'nin nasıl ve ne şekilde sunulduğu ortaya

Corona Virüs Salgını - Dünya Ekonomisine Etkileri (1) Uluslararası Para Otoriteleri Tarafından Alınan Tedbirler.. • Çin’in yüzde 40-50 kapasiteyle çalışmasının sebep

KRSTL 12.500.000 adet 500 ml Alüminyum kutu ambalajlı Didi marka soğuk çay ihalesi 15.000.000 adet 250 ml Alüminyum kutu ambalajlı Didi marka soğuk çay ihalesi için