• Sonuç bulunamadı

KARADENİZ VE KAFKASYA DA GÜVENLİK VE İŞ BİRLİĞİ PANELİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KARADENİZ VE KAFKASYA DA GÜVENLİK VE İŞ BİRLİĞİ PANELİ"

Copied!
236
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

STRATEJİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ

KARADENİZ VE KAFKASYA’DA GÜVENLİK VE İŞ BİRLİĞİ PANELİ

31 Mart 2014 İSTANBUL

(2)
(3)

31 Mart 2014 İSTANBUL

Organizasyon Komitesi:

Dr. Öğ.Alb. Zekeriya TÜRKMEN Top.Alb. Atahan BİROL KARTAL

J.Bnb. Yasin ÖRÇEN Tnk.Yzb. Serkan ER J.Yzb. Hakan ŞAHİN

Genel Koordinatör:

J.Bnb. Yasin ÖRÇEN

Yayın Kurulu:

Prof. Dr. Emre BAĞCE Prof. Dr. Esra HATİPOĞLU

Doç. Dr. Fuat AKSU Doç. Dr. Kutay KARACA

Doç. Dr. Hikmet KIRIK

Düzeltmen:

Dilek KARABACAK

Kapak ve Sayfa Düzeni:

Dilek KARABACAK

Bildirilerde yer alan düşünce, görüş, varsayım, sav veya tezler eser sahiplerine aittir;

Harp Akademileri Komutanlığı ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü sorumlu tutulamaz.

YAZIŞMA VE HABERLEŞME ADRESİ Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü

Yenilevent / İSTANBUL

Telefon: 0 212 398 01 00 Faks: 0 212 398 01 00 –Dahili: 3802

E-posta: saren@harpak.edu.tr Web: www.harpak.edu.tr/saren

ISBN: 978-975-409-684-2

(4)
(5)

Karadeniz ve Kafkasya’da Güvenlik ve İş Birliği Paneli Açış Konuşması

Zekeriya TÜRKMEN ... 1 ÖZEL BİLDİRİ

Hidrojen Enerjisi

Güngör TUNCER ... 7 BİRİNCİ OTURUM

Birinci Oturum Açılış Konuşması

Mesut Hakkı Caşın ... 19 Ukrayna Özelinde Doğu-Batı İkilemi: Batı-Rusya İlişkilerinde

Bir Dönüm Noktası mı?

Esra HATİPOĞLU ... 23 Avrupa Birliği ve Rusya’nın Güney Kafkasya Politikaları:

Bölgede Barış Artık Daha mı Yakın?

Hikmet KIRIK ve Atahan Birol KARTAL ... 43 Küresel ve Bölgesel Etkileşimde Kafkasya

Atilla SANDIKLI ve Elnur İSMAYİLOV ... 71 Kıyı-Kenar Uzunluğu İle Orantılı Olarak Kıta Sahanlığı

Aidiyeti Belirleme: Karadeniz Örneği

Şaziye Özge DÖNMEZ ... 105 Soru-Cevap Bölümü ... 121

İKİNCİ OTURUM İkinci Oturum Açılış Konuşması

Esra HATİPOĞLU ... 125 Karadeniz Coğrafyasında Yeni Bir Olgu:

Deniz Yoluyla Göçmen Kaçakçılığı

Kemal EKER ... 127 Rusya’nın Enerji Politikasının Güney Kafkasya’da

Güvenlik ve İş Birliğine Olan Etkileri

Yavuz İDUĞ ... 159 Karadeniz’de Türk ve Kıyıdaş Ülkelerin Deniz Kuvvetleri’nin

Deniz Güvenliğine Katkıları

Ramazan TOPDEMİR ... 177 Karadeniz’in Güvenliği ve İş Birliği Politikaları Kapsamında

Akaryakıt Kaçakçılığı Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi

Hakan DİŞLİ ... 203 Soru-Cevap Bölümü ... 219

Karadeniz Kafkasya’da Güvenlik ve İş Birliği Paneli Kapanış Konuşması

Yalçın ATAMAN ... 223

Fotoğraflar ... 227

(6)
(7)

1

Güvenlik Stratejileri

Yıl: 8 Sayı:16

1

Karadeniz ve Kafkasya’da Güvenlik ve İş Birliği Paneli

Açış Konuşması

Zekeriya TÜRKMEN

*

Değerli katılımcılar,

Karadeniz Kafkasya Güvenlik ve İş Birliği Panelimize hoş geldiniz.

Eski çağlardan beri Karadeniz ve Kafkasya bölgesi, çeşitli uygarlıkların beşiği olmuş; Asya ile Avrupa arasında değişik uyruklardan, farklı kültür ve dinlerden gelen insanların birbirleriyle kaynaştığı bir coğrafya olmuştur. Ancak bu gelişmeler hiçbir zaman kolay bir süreçte gerçekleşmemiş, barış ve huzur dönemlerini uzun çatışma ve savaşlar izlemiştir. Bu durumda bile, Karadeniz gelişmiş ticaret ilişkileri ve bağlantılarıyla tanınmıştır. Bölgedeki ülkeler arasında barış köprüleri kurma çabaları eksik olmamıştır.

* Dr. Öğ.Alb., Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü.

(8)

2

Konuşmamda Karadeniz sözcüğünü kullanmakla birlikte, bunu daha geniş bir bölgenin tanımlanması anlamında algılamanızı, Kafkasları da bu alanın içinde değerlendirdiğimi belirtmek isterim.

Zira Kafkasya’nın jeopolitik anlamda önemini artıran başlıca unsur olarak Karadeniz’e açılımı olduğunu söyleyebiliriz. Tam tersi şekilde, Karadeniz’i önemli yapan da bu bölgenin Orta Asya özellikle Hazar havzası ile bağlantısını sağlayan Kafkaslar bölgesidir. Yani iki bölgeyi birlikte düşünmenin ve değerlendirmenin doğru olacağı kanaatindeyim.

Karadeniz’de iş birliği fikri, 1980’li yılların sonunda Doğu Avrupa Ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ndeki değişim sürecinin hızlandığı bir dönemde, özellikle de ekonomi alanında doğmuştur.

Ham madde ve enerji kaynakları yönünden çok zengin olan eski Sovyetler Birliği’nde savunma ve uzay sanayi gibi alanlara yatırım yapılmış, buna karşılık başta tüketim malları olmak üzere insana yönelik yatırımlar ihmal edilmiştir. Türkiye ise eski Sovyetler Birliği’nin çok fazla ihtiyaç duyduğu ve Batı ülkelerinde pazarlamada güçlük çekebileceği gıda ve tüketim mallarına sahip bulunmaktaydı.

Sanayileşmede önemli bir aşama kaydeden ve yeni bir atılıma hazırlanan Türkiye, yanı başındaki bu ham madde ve enerji kaynaklarına, eski Sovyetler Birliği ise gıda ve tüketim mallarına ihtiyaç duymaktaydı. Bütün bu yeni koşullar Karadeniz Havzası’ndaki diğer ülkeler için de geçerlidir. SSCB’nin dağılmasından sonra Batı’nın Karadeniz ve Kafkasya’ya daha fazla nüfuz etme çabası ile birlikte bu bölge için yeni bir dönem başlamıştır.

Söz konusu tüm bu gelişmeler, Türkiye ile Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında ekonomik iş birliği ve bölgesel bütünleşme girişimi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Bu iş birliği ihtiyacının en somut yansıması hepinizin de bildiği gibi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) olmuştur.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği, dünyada küreselleşme ve bölgesel düzeyde uluslararası bütünleşme yönünde, siyasal ve ekonomik alanda yeniden yapılanma sürecinin bir ürünüdür. Doğu Avrupa’da ekonomik boyutta serbest piyasa ekonomisine ve siyasal boyutta çoğulcu demokrasiye geçiş sürecinin yarattığı ortamda, konumunu ve zamanlamasını bulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği fikri,

(9)

3 öncülüğünü Türkiye’nin yaptığı bir bölgesel ekonomik iş birliği

girişimidir.

Karadeniz Bölgesi’nde bir ekonomik iş birliğine gidilmesi, 1990 yılı başında biraz önce de ifade ettiğim gibi Türkiye tarafından gündeme getirilmiştir. 11 ülke 25 Haziran 1992 tarihinde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi Anlaşması’nı; 5 Haziran 1998 tarihinde de KEİ Örgütü’nü kuran Anlaşma’yı imzalamışlardır. Örgütün üye sayısı daha sonra Sırbistan’ın da katılımıyla 12 olup, aralarında ABD, Mısır, Tunus, Fransa gibi bölge dışından ülkelerinde bulunduğu 13 gözlemci üyesi bulunmaktadır. Karadeniz Bölgesi, pazar büyüklüğü ve doğal kaynaklarının zenginliği nedenleri ile dünya güç merkezlerinin yoğun ilgisini çekmektedir.

Karadeniz coğrafyasının batısında ekonomik entegrasyonunu tamamlamış Avrupa; doğusunda Şanghay Beşlisi adıyla bir araya gelen Uzak Doğu’nun dev ekonomileri; güneyde ise dünyanın doğal kaynak rezervlerinin önemli bölümünü elinde tutan Orta Doğu ve İslam coğrafyası bulunmaktadır. Bu üç önemli alanın ortasında kalmış coğrafyada bulunan Karadeniz havzasını bir barış, iş birliği ve refah bölgesi haline getirmek amacıyla, bölge ülkeleri arasında her alanda iş birliğine gidilmesi ve bunun kurumsallaştırılması önem arzetmekle birlikte, Karadeniz ve kıyıdaş ülkelerin geleceğin büyük enerji projelerine ev sahipliği yapmak veya parçası olmak istemesiyle bölgenin önemi daha da artmaktadır.

Karadeniz, Kafkasya-Hazar-Orta Asya bölgelerinin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına aktarımında önemli geçiş güzergâhlarından birisidir. Bu çerçevede Karadeniz Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridorlarının tam merkezinde yer almaktadır.

Bölgenin giderek istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olarak öne çıkması ve Hazar Havzasının enerji rezerv potansiyeli bölgede istikrarın ve iş birliğinin artan önemine dikkat çekmektedir.

Konuşmama Kafkasya bölgesi özelinde devam etmek istiyorum.

Kafkasya; Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının buluşma noktası olan Anadolu’nun bir uzantısı ve bütünleyicisidir. Kıtaları kapsayan coğrafya bütününün kuzey-güney bağlantılarından biridir. Tarih

(10)

4

boyunca son derece stratejik bir geçit durumunda olan bölge gerek coğrafi yapısı, gerek etnik ve dinsel yapısı ile farklı bir konuma sahip olmuştur. Balkanlar gibi mozaik bir yapısı olan Kafkasya birçok devletin rekabet alanıdır. Kafkasya, Karadeniz yolu ile Avrupa içlerine ve Hazar denizi yolu ile Asya içlerine ulaşma olanağı verir. Böylece sadece kuzey-güney değil; doğu-batı arasında da bağ oluşturur.

Son dönemde başta petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının işletilmesi ve yüzyılın enerji boru hatlarının bölgeden geçirilmesi projelerinin gündeme gelmesiyle birlikte sadece yakın çevrenin değil;

tüm dünyanın ilgisini çeken, en küçük çatışmanın ve uzlaşmanın bile yakından takip edildiği bir yere dönüşmüştür.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan güç boşluğunun bulunduğu ve bu nedenle güç mücadelelerinin yaşandığı, önemli istikrarsızlıkların (özellikle etnik ve dini çatışmalar başta olmak üzere) ortaya çıktığı Kafkaslar, Türkiye’nin yanı başında ve Türkiye’nin millî menfaatleri ile millî güvenliğini etkileyen bir bölgedir. Kafkaslar bölgesinde istikrar, ülkemiz ve dünya açısından oldukça önem arz etmektedir. Bilindiği gibi Türkiye, SSCB’nin dağılması sonrasında Kafkasya’daki devletlerin bağımsızlığını güçlendirmek için bu devletlerle askerî yardım ve iş birliği anlaşmaları imzalama yoluna gitmiştir.

Bu yeni oluşumların ve fırsatların çok iyi tahlil edilmesi, uygun stratejilerin ortaya konması ve politikalar oluşturması, bulunduğu coğrafyada bölgesel bir güç olma iddiasındaki Türkiye için bir zorunluluk halini almaktadır. Ayrıca bölgedeki iş birliği alanlarına katılım ve bu yöndeki faaliyetlerde üstlenilecek liderliğin ülkemizin bölgesel gücünü artırarak jeopolitik konumunu güçlendireceği değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin bölge ülkeleri ile tarihî ve kültürel bağları bulunması bu ülkelerle yakın ilişkiler kurmak, ekonomik faydalar sağlamak ve dış politikada çok yönlü çerçeve oluşturmak açılarından önem taşımaktadır.

Türkiye bölge ile ilişkilerinde duygusal ve anlık geçici politikalar uygulamaktan kaçınmalı, uzun vadede ve akılcı yaklaşımlar

(11)

5 sürdürerek realist bir politikayla kendine yön vermelidir. Bu bölge

ekonomik ve politik olarak büyük bir potansiyele sahiptir. Bundan dolayı Türkiye bölge için; bölge de Türkiye için çok önemli bir konumdadır.

Karadeniz ve Kafkasya bölgesindeki istikrar ve refah, Türkiye’nin kendi güvenliği ve istikrarı bakımından özel önem taşımaktadır. Özellikle Kafkasların önümüzdeki dönemde de büyük güçlerin artarak devam edecek menfaat çatışmalarına sahne olacak bir konumda bulunması ve bölge ülkelerinin içinde bulundukları güçlükler, Türkiye’nin bu bölgede aktif rol almasını ve gelişmelere öncülük etmesini bir zorunluluk ve sorumluluk hâline getirmektedir.

Bu durum, Türkiye’nin bölgeye karşı, proaktif bir yaklaşım içerisinde bulunmasını ve politika ve strateji üreten, uygulamaları etkileyen bir güç merkezi olmasını gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, bu bölgelerdeki gelişmeleri proaktif bir yaklaşımla şekillendirmek ve geleceği tahmin etmenin ötesinde geleceği dizayn etme yönünde politikalar üretmek zorundadır.

Bu kapsamda, panelimizin Karadeniz ve Kaskaysa bölgesinin önemini bilimsel olarak ortaya koymak, mevcut ve gelecekteki iş birliği alanlarına bir projeksiyon sunmak açısından bir fırsat olacağını ve bununla birlikte asıl amaç olan bölge istikrarına değişik bakış açılarıyla katkı sağlayacağını değerlendiriyorum.

(12)
(13)

7

Hidrojen Enerjisi

Güngör TUNCER

1

Hidrojen Nedir?

Hidrojen 1500’lü yıllarda keşfedilmiş; 1700’lü yıllarda yanabilme özelliğinin farkına varılmış; evrenin en basit ve en çok bulunan elementi olup, renksiz, kokusuz, havadan 14,4 kez daha hafif ve tamamen zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır. -252.77 derecede sıvı hale getirilebilir.

Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700’ü kadardır.

Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir (üst ısıl değeri 140.9Mj/kg, alt ısıl değeri 120,7 Mj/kg). 1 kg hidrojen 2,1 kg doğal gaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak birim enerji başına hacmi

1 Yrd.Doç. Dr., Maden, İnşaat, İşletme Yüksek Mühendisi.

(14)

8

yüksektir. Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz; birleşikler halinde bulunur. En çok bilinen bileşiği sudur.

Isı ve patlama enerjisi gerektiren her alanda kullanımı temiz ve kolay olan hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı enerji sistemlerinde, atmosfere atılan ürün sadece su ve/veya su buharı olmaktadır.

Hidrojen, petrol yakıtlarına göre ortalama 1,33 kat daha verimli bir yakıttır.

Hidrojenden enerji elde edilmesi esnasında, su buharı dışında, çevreyi kirletici ve sera etkisini arttırıcı hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi söz konusu değildir.

Hidrojen gazı farklı yöntemlerle elde edildiği gibi su, güneş enerjisi veya onun türevleri olarak kabul edilen rüzgâr, dalga ve biyokütle ile de üretilebilmektedir.

Araştırmalar, mevcut koşullarda hidrojenin diğer yakıtlarından yaklaşık üç kat pahalı olduğunu ve yaygın bir enerji kaynağı olarak kullanımının hidrojen üretiminde maliyet düşürücü teknolojik gelişmelere bağlı olacağını göstermektedir. Bununla birlikte, günlük veya mevsimlik periyotlarda oluşan ihtiyaç fazlası elektrik enerjisinin hidrojen olarak depolanması günümüz için de geçerli bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Bu tarzda depolanan enerjinin yaygın olarak kullanılabilmesi, örneğin toplu taşım amaçları için yakıt piline dayalı otomotiv teknolojilerinin geliştirilmesine bağlıdır.

Hidrojen Enerjisi

Dünyanın giderek artan enerji gereksinimini çevreyi kirletmeden ve sürülebilir olarak sağlayabilecek en ileri teknolojinin hidrojen enerji sistemi olduğu bugün bütün bilim adamlarınca kabul edilmektedir.

Hidrojen enerjisinin insan ve çevre sağlığını tehdit edecek bir etkisi yoktur. Kömür, doğal gaz gibi fosil kaynakların yanı sıra sudan ve biyokütleden de elde edilen hidrojen, enerji kaynağından çok bir enerji taşıyıcısı olarak düşünülmektedir. Elektriğe 20. yüzyılın enerji taşıyıcısı, hidrojene 21. yüzyılın enerji taşıyıcısı diyen çevreler vardır.

Hidrojen yerel olarak üretimi mümkün, kolayca ve güvenli olarak her yere taşınabilen, taşınması sırasında az enerji kaybı olan, ulaşım

(15)

9 araçlarından ısınmaya, sanayiden mutfaklarımıza kadar her alanda

yararlanacağımız bir enerji sistemidir.

Hidrojen içten yanmalı motorlarda doğrudan kullanımının yanı sıra katalitik yüzeylerde alevsiz yanmaya da uygun bir yakıttır. Ancak dünyadaki gelişim hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı yakıt pili teknolojisi doğrultusundadır.

1950’lerin sonlarında, NASA tarafından uzay çalışmalarında kullanılmaya başlayan yakıt pilleri, son yıllarda özellikle ulaştırma sektörü başta olmak üzere sanayi ve hizmet sektörlerinde başarı ile kullanıma sunulmuştur. Yakıt pilleri, taşınabilir bilgisayarlar ve cep telefonları gibi mobil uygulamalar için kullanılabildiği gibi elektrik santralleri için de uygun güç sağlayıcılarıdır. Yüksek verimlilikleri ve düşük emisyonları nedeniyle, ulaşım sektöründe de geniş kullanım alanı bulmuşlardır.

Hidrojenin Depolanması

Hidrojenin belki de en önemli özelliği, depolanabilir olmasıdır.

Bilindiği gibi, günümüzde büyük tutarlarda enerji depolamak için hâlâ uygun bir yöntem bulunmuş değildir. Eğer bugün hidroelektrik santrallerinden elde edilen enerjinin depolanması mümkün olsaydı, enerji sorununu bir ölçüde çözmek mümkün olabilirdi. Ancak, elektrik enerjisi için bilinen en iyi depolama yöntemi hâlâ asitli akümülatörlerden başka bir şey değildir.

Hidrojen gaz veya sıvı olarak saf halde tanklarda depolanabileceği gibi, fiziksel olarak karbon nanotüplerde veya kimyasal olarak hidrür şeklinde depolanabilmektedir.

Hidrojen uygun nitelikli çelik tanklarda gaz veya sıvı olarak depolanabilir. Ancak gaz olarak depolamada yüksek basınç nedeniyle tank ağırlıkları problem yaratmaktadır. Hidrojen gazını depolamanın belki de en ucuz yöntemi, doğal gaza benzer şekilde yer altında, tükenmiş petrol veya doğal gaz rezervuarlarında depolamaktır.

Maliyeti biraz yüksek olan bir depolama şekli ise maden ocaklarındaki mağaralarda saklamaktır.

Hidrojen petrole göre dört kat fazla hacim kaplar; hidrojenin kapladığı hacmi küçültmek için hidrojeni sıvı halde depolamak

(16)

10

gereklidir. Bunun için de yüksek basınç ve soğutma işlemine ihtiyaç vardır. Sıvılaştırılmış hidrojen yüksek basınç altında çelik tüpler içinde depolanabilir. Bu yöntem orta ve küçük ölçekte depolama için en çok kullanılan yöntemdir, ancak büyük miktarlar için oldukça pahalı bir yöntemdir çünkü hidrojen enerjisinin yaklaşık 1/4’ü sıvılaştırma işlemi için harcanmalıdır. Bir diğer pratik çözüm ise, sıvı hidrojenin düşük sıcaklıktaki tanklarda saklanmasıdır. Uzay programlarında, roket yakıtı olarak sürekli şekilde kullanılan sıvı hidrojen bu yöntemle depolanmaktadır. Dünyadaki en büyük sıvı hidrojen tankı, Kenndy Uzay Merkezinde olup 3400 m3 sıvı hidrojen alabilmektedir. Bu miktar hidrojenin yakıt olarak değeri 29 milyon Mega Jule veya sekiz milyon KW-saate karşılık gelmektedir.

Son yıllarda yapılan çalışmalar sonucu, hidrojen karbon nanotüplerde de depolanabilmektedir. Karbon nanotüpler kısaca grafit tabakaların tüp şekline dönüşmüş halidir. Çapları birkaç nanometre veya 10-20 nanometre mertebesinde, boyları ise mikron seviyesindedir.

Hidrojen kimyasal olarak metallerde, alaşımlarda ve ametallerde hidrür olarak depolanabilmektedir. Metal hidrürler hidrojen depolamak için çok uygun bir yöntem olmasına karşın, kendi ağırlıkları ciddi sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle son 10 yıldır yüksek depolama kapasiteleri nedeniyle alüminyum ve bor içeren kompleks hidrürler üzerinde yoğun olarak çalışılmaktadır. Bor içeren kompleks hidrürler sıvı koşullarda kullanılması nedeni ile de önem taşımaktadır.

Bor esaslı sistemler ana olarak sodyum bor hidrürü esas almaktadır.

NaBH4, katı halde ağırlıkça %10,5 hidrojen içermektedir.

Çözelti halinde, sodyum bor hidrür aşağıdaki reaksiyona göre hidrojenini vermekte ve sodyum metaborata dönüşmektedir.

(katalizör)

NaBH4 (s) + H2&>4H2 +NaB02

H20 ve NaOH ilavesi ile sodyum bor hidrürün sıvı içerisindeki miktarı ağırlıkça %20-35 arasında olabilmektedir. Bu da sistemde ağırlıkça %4,4-%7,7 arasında hidrojenin depolanmasına olanak vermektedir.

(17)

11 Sodyum bor hidrürde hidrojen depolamanın en önemli

üstünlüğü, depolanan hidrojenin oda sıcaklığında geri alınabilmesi ve geri alımın katalizör yardımı ile kolaylıkla kontrol edilebilmesidir.

Sodyum bor hidrürün hidrojen amaçlı kullanımında en önemli darboğaz, oluşan metaboratın tekrar NaBH4 dönüştürülmesidir.

Hidrojenin Taşınması

Hidrojen gazı, doğal gaz veya hava gazına benzer olarak, borular aracılıyla her yere kolaylıkla ve güvenli olarak taşınabilmektedir.

Hidrojenin boru ile taşınmasına, Texas’da petrol sanayi tarafından kullanılmakta olan ve 80 km uzunluğuna sahip boru şebekesi ile Almanya’da Ruhr havzasında 1938 yılında işletmeye açılan ve bugün 15 atmosfer basınç altında hidrojen taşımaya devam eden 204 km’lik boru hattı örnek olarak gösterilebilir.

Basınçlı hidrojenin çelik tüpler içine yerleştirerek taşınması, bugüne kadar geliştiren birçok deneme amaçlı hidrojenle çalışan taşıtta kullanılan yöntem olmuştur. Burada görülen en büyük sorun çelik tüplerin kendi ağırlıklarıdır. Benzinli bir otomobil ortalama olarak 65 litre (47 kg) benzin almakta olup, bu da enerji olarak 17 kg hidrojene karşılık gelmektedir. Hidrojeni sıvı olarak depolamak, ağırlık sorununu çözmekle birlikte, tank hacmi ve maliyet artmaktadır. Diğer bir sorun ise, hidrojenin gaz haline geçmesi ile oluşan kayıplar ve yakıt ikmali zorluğudur.

Neden hidrojen enerjisine ve dolayısıyla enerjiye önem veriyoruz? Bunu açıklayalım.

Enerji Hayattır

Bilindiği gibi enerji olmadan hiçbir varlık hayatını sürdüremez.

İster canlı olsun, isterse cansız olsun; ister bitki olsun, isterse hayvan veya insan olsun; her varlık ihtiyaç duyduğu enerjiyi temin edebildiği sürece hayatını sürdürebilir. Enerji yoksa hayat da yoktur. Kısacası varlıklar için enerji bir varlık-yokluk, bir hayat meselesidir.

Bir insanın hayatını sürdürebilmesi için yemesi-içmesi gerekir.

Besinler, hava ve su birer enerji kaynağıdır ve bu kaynaklar yeteri kadar sağlanamazsa insanın hayatını sürdürmesi mümkün değildir.

Denilebilir ki insanın hayat mücadelesi bu girdileri sağlamak amacına

(18)

12

yöneliktir. İnsanlar ucuz, temiz ve devamlı enerji sağlamayı garanti altına almak için çeşitli birliktelikler ve yapılanmalar kurar ve ciddi mücadelelere girerler.

Enerji Egemenliktir

Enerji ile hayat arasındaki bu birebir ilişkiden dolayı enerji aynı zamanda bir egemenlik ve hükümranlık aracı olarak kullanılagelmiştir.

Geçmişte olduğu gibi ve günümüzde de besin alanlarının ve enerji kaynaklarının kontrolü milletler mücadelesinde önemli bir ağırlığa sahiptir.

20. yüzyılda özellikle sanayi devriminden sonra, kömür ve petrol, enerjiye dayalı mücadelede çok önemli birer stratejik kaynak haline gelmiş; bu kaynaklara sahip olmak, kontrol etmek, yönlendirmek ve yönetmek için sanayileşmiş ülkeler insanlığı iki büyük dünya savaşına sürüklemişlerdir.

Milyonlarca insanın ölümüne, imparatorlukların yıkılmasına yeni devletlerin ortaya çıkmasına, kısacası dünyanın siyasi, coğrafi, ekonomik durumunun ve haritasının şekillenmesine sebep olan enerji odaklı bu hayati mücadele günümüzde de şiddetini arttırarak devam etmektedir.

Bilindiği gibi, 2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümüdür. 600 yıllık Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun temelleri arasında büyük bedeller ve gayretlerle 1923 yılında kurulan Cumhuriyetimiz Türk milletinin kıyamete kadar yaşama azim ve kararlılığının bir eseri olarak bugünlere gelmiştir ve daha güçlü, daha huzurlu olarak yarınlarda da var olmak için bütün engellere rağmen yoluna devam etmektedir. Bu istek ve iradenin sahibi, binlerce yıllık bir devlet, kültür ve medeniyet geçmişine ve geleneğine sahip olan Türk milletidir.

Tarihi biçimlendiren en önemli etkenlerin başında gelen milletler mücadelesi 21. yüzyılda da bilgi gücüne dayalı ve enerji merkezli olarak acımasızca sürdürülmektedir. İçinde bulunduğumuz Avrasya ekseninde coğrafi, ekonomik, tarihi ve kültürel alanda önemli bir ağırlığa sahip olan ülkemiz, zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip gelişmekte olan ülkelerle bu kaynaklara ihtiyaç

(19)

13 duyan gelişmiş ülkeler arasında önemli bir enerji iletim koridoru

konumundadır. Bu konumundan dolayı, Türkiye önemli fırsatların yanında ciddi tehlikelerin de sıcak etkisi altındadır.

Dün olduğu gibi bugün de enerji merkezli milletler mücadelenin göbeğinde bulunan ülkemizin varlığını tehdit etmekte, üzerinde oynanan oyunlar milletimizin huzurunu bozmakta ve insanlarımızda gelecek endişesi doğurmaktadır. Dün koskoca bir imparatorluğu kaybeden Türk milleti bugün de bölücü ve yıkıcı teröre binlerce insanını kurban vermekte; büyük ekonomik kayıplara uğramakta;

nihayet Irak’ın petrol için işgal edilmesi sonucu adeta hedef ülke konumuna gelmiş bulunmaktadır.

“Avrasya eksenini kim kontrol derse 21. yüzyılı da o kontrol eder” anlayışına dayalı olarak yürütülen enerji mücadelesi bölge dışı güçleri bölgeye taşırken, bölge ülkelerine refahtan çok kan ve gözyaşı getirmektedir. Kısacası bu bölgede “enerji hayattır.”

Enerji Birincil Gündemimizdir

Bu topraklarda yaşayan herkes, özellikle bu ülkeyi yönetme iddiasındaki her kişi ve kadro, enerji gerçeğini ciddiye almak durumundadır. Hayat ile ölüm arasında sürekli salınan bir sarkaç gibi kişisel ve toplumsal hayatımızı derinden etkileyen enerji konusunda insanlarımızın bilgilendirilmesi, toplumu yönetenlerin gerektiğinde demokratik yol ve yöntemlerle uyarılması, ihtiyaç duyulan sürekli, temiz ve güvenli enerji kaynaklarının hayatımıza kazandırılması amacına yönelik çalışmalara katkıda bulunmak, vatandaşlık görevi ve bir vatanseverlik faaliyetidir. Enerjide bu kadar önemli olan Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi (ICHET) İstanbul’da kurulmuştur.

Bu kuruluşu inceleyelim:

Bu merkezin kurulması husustaki anlaşma; 21 Ekim 2003 tarihinde Viyana’da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile UNIDO (Birleşmiş Milletler Sınaî Kalkınma Örgütü) arasında yapılmıştır.

Türkiye adına anlaşmayı Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Sayın Dr.

Mehmet Hilmi Güler imzalamıştır.

İstanbul’da kurulan olan dünya hidrojen merkezi, UNIDO’nun oluşturacağı bir hibe fonuna sahip olmuştur. Anlaşmanın mali portresi

(20)

14

40 Milyon ABD Doları olmuştur ve Türk hükümeti merkeze arsa ve bina hibe etmiştir. Türkiye’nin UNIDO’ya aktaracağı parasal hibe miktarı ise 1,5 Milyon ABD Dolarını bulmuştur. Geri kalan hibeler ise, UNIDO bünyesinde olan diğer ülkeler tarafından yapılmaktadır.

Üst organ olarak Direktör, ICHET Sekreteryası, Yönlendirme Komitesi (ikisi Türk olmak üzere dört üye) ve Uluslararası Bilimsel Dayanışma Kurulundan oluşan ve araştırmalara açık olan böyle bir merkezin İstanbul’da kurulması, ülkemizi uluslararası enerji sektöründe güçlü kılacaktır. Aynı zamanda ülkemiz enerji ile ilgili tüm araştırmalara maddi katkıda bulunmadan katılmış olmaktadır. Bunların dışında, ülkemizin en önemli enerji kaynaklarından borun, sodyum bor hidrür gibi bileşenlerinin de hidrojen enerjisi konusunda işleneceği bu merkezin ülkemizde kurulması bora önem veren tüm kuruluşların dikkatlerini de ülkemize çekmiş bulunmaktadır.

ICHET’in başlıca amaçları

- Kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkeler arasında bir köprü vazifesi görmek, hidrojen araştırma, geliştirme ve yatırımcı kuruluşlar arasında bir koordinasyon sağlamak ve gelecekteki hidrojen teknolojisi ve endüstrisinin uygulama alanlarını tespit etmek,

- Hidrojen teknolojisi uygulamalarında barışçıl ve kalkınmaya yönelik iş birliğini geliştirmek,

- Hidrojen araştırma ve geliştirme çalışmalarının arttırılması için kalkınmış ülkelerin bilim adamlarını uzmanlarını doğrudan katkılarını sağlamak,

- Kalkınmakta olan ülkelerin Ar-Ge merkezlerini ve programlarını desteklemek, hidrojen teknolojileri alanındaki yatırımları teşvik etmektir.

ICHET’in faaliyetleri de

- Uzun ve kısa dönemli atölye (workshop) çalışmaları, bilimsel toplantılar, bilim adamları ve uzmanların katılacağı uygulamalı eğitim programları düzenlemek,

- Ar-Ge ve teknoloji transferi yapmak, - Danışmanlık hizmeti sunmak,

(21)

15 - Endüstri ile iş birliği kurmak.

- Hidrojen enerjileri teknolojilerini tanıtmak amacıyla katılımcı ülkelere tekno-ekonomik çalışmalar, teknoloji izleme ve tahmini, Ar-Ge, teknoloji transferi, eğitim, burs ve danışmanlık hizmeti sağlamak olarak belirtilmiştir.

ICHET’in çalışma kapsamı içinde

- Hidrojen enerjisi politikası oluşturulması, büyük miktarda hidrojen üretimi ve hidrojen enerji teknolojilerinin uygulanmasının ve çevresel çalışmaların ekonomik analizi,

- Diğer yenilenebilir enerji sistemleriyle hidrojen üretim tekniklerinin entegre edilmesi,

- Hidrojen depolama teknikleri,

- Klima sistemleri ve hidrojen depolamada hidrojen hidratlarının kullanımı, boru ile hidrojen nakli,

- Sıvı hidrojen teknolojileri,

- Hidrojenle çalışan taşıtlar (otobüsler, kamyonlar, otomobiller, iki ve üç tekerlekli taşıtlar),

- Yakıt pili uygulamaları (desentralize enerji üretimi ve taşıtlar),

- Hidrojen altyapısının geliştirilmesi,

- Kimyada enerji üretiminde, gaz petrol endüstrisinde ve metalürjide hidrojen uygulamaları faaliyetleri yer almaktadır.

Sonuç

Bugüne kadar yapılan hidrojen enerjisi ile ilgili çalışmaları belirtmiş bulunuyorum. Bu arada enerjinin önemini de vurgulamış bulunuyorum.

Yenilenemez enerji kaynaklarının (kömür, doğal gaz, petrol) ömrü belli olduğundan yeni bir enerji kaynağına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu enerji kaynağı da şüphesiz hidrojen enerjisidir.

Güney Kore, hidrojen de çalışan aracı İstanbul Tüyap Oto-Show fuarında sergilemiş bulunmaktadır ve seri imalata 2015’de geçecektir.

Söz konusu araç bir depo hidrojen ile 588 km gidebilmektedir.

(22)

16

Karadeniz’in 200 m altı hidrojen sülfür kaynağıdır.

Yukarı bahislerde değinildiği gibi, hidrojenin gelişmesini sağlayan veya sağlayacak olan Hidrojen Teknolojileri Araştırma Merkezi’nin (ICHET) kapatılması gündemdedir. Bu durum Türkiye kadar diğer dünya devletleri bakımından bir kayıp olacaktır. Bunun önlenmesi ve faaliyetlerinin ara vermeden sürdürülmesi gerekmektedir.

Bir an evvel hidrojen enerjisi sistemine geçmeye başlarsak, Türkiye’nin enerji, çevre, işsizlik ve kalkınma sorunlarına kalıcı bir çözüm getirmiş oluruz. Türkiye kendi enerji kaynaklarını yani su enerjisini, rüzgâr enerjisini, jeotermal enerjisini, güneş enerjisini, biokütleyi ve hatta kömürü ve linyiti kullanıp hidrojen üretebilir ki, bu da Türkiye’den döviz çıkışını azaltacaktır. Şimdiden planlanmasını yaparak ve gerekli kanunları çıkartarak iç ve dış özel yatırımcılar vasıtasıyla hidrojen üretimi tesislerinin ve hidrojen kullanacak olan araç ve gereçlerin üretimi için gerekli tesislerin yapılmasına başlanmasını sağlamalıyız. Planlanması bugün yapılan hidrojen üretim tesisi ancak üç sene sonra üretime geçebilecektir ve o zaman sudan, rüzgârdan, biyokütleden ve linyitden üretilen hidrojen, benzinden ve doğal gazdan daha ucuz olacaktır. Bu şekilde hidrojen süratle fosil yakıtların yerini alacak ve önümüzdeki 30-40 yıl içinde Türkiye’mizin yakıt ihtiyacını karşıladıktan sonra, Avrupa’ya da hidrojen ihraç edip döviz kazanmamamızı sağlayacaktır.

Bunun Türkiye’ye faydaları şöyle sıralanabilir:

- Petrol, doğal gaz ve kömür için sarf ettiğimiz döviz miktarları giderek düşecek ve netice de bütün yakıt ihtiyacımızı kendi birincil enerji kaynaklarımızla sağlamış olacağız.

- Hidrojen enerjisi teknolojileri Türkiye’ye girecek ve bu konuda bilgi birikimi olacaktır.

- Yeni iş sahaları açılacak, hem tarım da hem de sanayi de istihdam yaratılacaktır.

- Türkiye, ürettiği fazla hidrojeni Avrupa’ya satıp döviz kazanacak ve kalkınmasını hızlandıracaktır. Türkiye temiz çevreye kavuşacaktır.

(23)

17 - Türkiye, Kyoto Protokolü kurallarına uymuş olacaktır.

- Türkiye, dünyanın hidrojen enerji sistemine geçişinde emsal teşkil edecek ve önderlik edecektir.

- Türkiye, teknoloji ihraç eden bir memleket olacak ve kalkınmasını hızlandıracaktır.

Hidrojen enerjisine geçiş Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığımızı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığımızı ve de dış ticareti ilgilendirmektedir.

Zirveler ve konferanslar çeşitli devletlerde yapılmaya başlanmıştır. Türkiye olarak böyle bir zirveye 2020 yılı için talip olmuş bulunuyoruz.

Zirveyi alabilirsek, bu zirve İstanbul’da yapılacaktır.

Böyle bir zirvede devlet başkanlarını ve konuyla ilgili bakanları ve de uzmanları, akademisyenleri bir araya getirmiş olacağız ve dünyanın hidrojen enerjisine geçiş yol haritasını da onaylatmış olacağız. İstanbul’da yapılacak böyle bir zirvenin Türkiye’mize politik ve tanıtım alanlarında da büyük faydaları olacaktır.

Bu merkez (ICHET) hâlen Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’na bağlıdır. Türkiye, UNİDO (Birleşmiş Milletler Sinaî Kalkınma Teşkilatı) üyedir. Diğer dünya devletlerinin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlıkları da bu teşkilata üyedir.

Hidrojen ve taşımacılığında bor kullanıldığı takdirde ve bu değerlendirmede Türkiye enerji ithal eden bir ülke değil; enerji ihraç eden bir ülke olacaktır.

(24)
(25)

19

Birinci Oturum Başkanı Açılış Konuşması

Mesut Hakkı CAŞIN

*

Komutanım, Hanımefendi ve Beyefendiler,

Bugün çok önemli bir konu olan Kafkaslar ve Karadeniz konulu SAREN tarafından hazırlanan konferansı yönetme lütfunu bize bahşettiğiniz için sizlere şükranlarımı sunarım.

Elbette ki komutanımın ve hocamızın ifade ettiği gibi Türk tarihinde fevkalade önemli olan Karadeniz, büyük güçlerin şiddetli rekabetine sahne olmaktadır. Türkiye olarak bütün bu gelişmeleri dikkatle izlemekteyiz; çünkü bu, Türkiye’nin milli menfaatlerini yakından ilgilendirmektedir. Gelecekte de orta ve uzun vadede sonuçların bugün alınacak pozisyona bağlı olacağını düşünüyorum.

Niçin bu konferans bu kadar önemli?

Malumunuz olduğu üzere, Soçi Olimpiyatları yapılırken, birdenbire bir uçağın kaçırılması bölgeye olan ilgiyi artırmıştır. Ancak

* Prof. Dr., Yeditepe Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, e-posta: mcasin@yeditepe.edu.tr.

(26)

20

bana göre Karadeniz aslında Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Denizi’ndeki enerji kaynaklarının büyük güçler tarafından paylaşıldığı bir enerji mücadelesidir. O halde Kafkasya, Karadeniz ve Balkanlar, aynı zamanda Orta Asya’ya açılan, Avrupa gibi önemli ve Çin gibi yükselen ekonomik güçlerin enerji alanı olmaktadır. Bu kapının içerisinde iki-üç tane önemli dönem vardır. Bunlardan ilki I. Dünya Savaşı ve Osmanlının tasfiyesi; ikinci dönem II. Dünya Savaşı sonrasındaki Soğuk Savaş Dönemi; üçüncüsü de Sovyetler yıkıldıktan sonra Yalta düzenini sorgulayan gelişmeler olmuştur. Buradan bakıldığında, sanki Suriye kriziyle beraber bir bilek güreşinin devam ettiğini görüyoruz. Ancak Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı işgali, AGİT ve MİNSK’in buradaki başarısızlığı, 2008 Gürcistan-Rusya Savaşı, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişlemesi ve bu süreç içerisinde Füze Kalkanı projesinin buraya yerleştirilmesi

“Acaba bu güçler dengesi içerisinde Türk egemenliği ve Rus egemenliği arasında bir rekabet var mıdır?” sorusunu öne çıkarmaktadır. Ancak Türk tarihi açısından ve gelecekte de bu denizin senedi Türkiye’nin elinde bulunmaktadır. Bu senet de 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesidir.

Her ne kadar Stalin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Boğazları kontrol etmek ve Kars ve Erzurum’u almak istemişse de ABD’nin NATO ile Türkiye’yi desteklemesinin içerisinde başarısızlığa uğramıştır. Bugün gelinen noktada, Ukrayna’nın aslında çok büyük bir ekonomik krizde devletini idare edemeyecek şekilde 35 milyar dolar borçlanması AB, ABD ve Rusya arasında ciddi bir çatışmaya sebebiyet vermektedir. Bu ekonomik kriz, aynı zamanda bu ülkenin by-pass edilip edilmeyeceği sorun savını ortaya çıkarmaktadır. Pekâlâ, Türkiye burada ne yapabilir?

Bana göre bu kriz, TANAP’ın (Trans Anadolu Doğal gaz Boru Hattı Projesi’nin) öne çıkmasını sağlamıştır. Güney Akımı Rusya Karadeniz’den geçiriyorsa da, Türkiye de TANAP vasıtasıyla hem Balkanlar hem de Orta Doğu ve Avrupa’da söz sahibi olabilecek önemli rekabet fırsatını yakalamıştır. Bugün Avrupa Parlamentosunda bu yönde ciddi gelişmeler vardır. Amerika-Rusya mücadelesinden baktığımızda bir başka oyuncu da burada dikkatlerden kaçmaktadır.

(27)

21 Rusya’nın Zaporozski bölgesinde Çin’in kiraladığı topraklar vardır ve

bugün bu bölge, Belçika ve Ermenistan’ın topraklarından daha büyüktür. Demek ki burada Çin çok önemli bir oyuncudur. Aynı şekilde Belarus’ta da Rusya’nın ve Çin’in varlık gösterdiğini görüyoruz. Buradaki tüm büyük kentlerde, Kiev’de ve Minsk’te 100.000 Çinli’nin varlığı bugün bilinmektedir. Obama burada bunun bir bedeli olacağını ifade etmiştir. Ama bu bedelin çok fazla olacağını ben zannetmiyorum. Çünkü Almanya’nın Rusya ile 76 milyar Euro değerinde dış ticareti vardır ve AB’ne toplam gazın %42’si, gelecekte de %70’i, petrolün ve kömürün de %30’u Rusya’dan gelmektedir.

Hatta Putin, Alman Parlamentosunda yaptığı son konuşmasında

“Petrolü ve gazı ben veriyorum; odun mu yakacaksınız?” diye sorunca Alman parlamenterler gülmüştür ve Putin “Odun da bende var, Sibirya’da var.” diye eklemiştir. Ama bu oduna kalmayacak iş, bana göre.

Dışişleri Bakanı Lavrov da “Bizi G-8’den kovamazsınız.” dedi.

Şimdi bu yaptırımlar, yeni bir pazarlığı ortaya çıkardı. Bugün geri adım atan bir Rusya’yı görüyoruz. Biliyorsunuz, Rusya, en son Lavrov’la müzakere içerisinde ve Kırım’ın statüsüne karşı, 21 Şubat statüsüne geri dönülmesini öngörüyor. Yani Yanukoviç’in geri döneceği bir statünün olmasını ve seçimlerin derhal yapılmasını öngörüyor. Tabi bu, bana göre, diplomatik müzakerenin asıl caydırıcı noktası, Rus ordusunun Ukrayna sınırında yapmış olduğu yığınak ve dünyada görülmedik bir şekilde Kırım’ı de fakto olarak işgali, uluslararası hukuk açısından da tartışmalara sebebiyet vermiştir.

NATO Genel Sekreteri Rassmussen, bundan büyük bir kaygı duyduklarını ifade etmekle beraber; Dışişleri Bakanı Lavrov bugün sabah yaptığı açıklamada “İşgal planımız yoktur” dese de Transdinyester bölgesindeki Rusların, Rusya ile tıpkı burada olduğu gibi birleşme talebinde bulunmaları, bu sürecin son derece hareketli olacağını gösterir. Tabi Türkiye de bunları izleyecektir.

Sayın Komutanım, müsaadenizle ben şimdi oturumu başlatıyorum.

(28)
(29)

23

Ukrayna Özelinde Doğu-Batı İkilemi:

Batı-Rusya İlişkilerinde bir Dönüm Noktası mı?

Ukraine’s East-West Dilemma:

Is it a Turning Point in West-Russia Relations?

Esra HATİPOĞLU

*

Öz

Son günlerde özellikle Ukrayna özelinde Batı (ABD, AB) dünyası ve Rusya arasında yaşanan gerginlik, hem Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Batı’nın eski Sovyet alanında uyguladığı politikaların etkinliğine, hem de söz konusu alanda yer alan ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılıklarının yarattığı kırılganlıklarına ilişkin tartışmaları alevlendirmiştir. Nitekim Ukrayna’nın AB ile müzakerelerini 2007’de başlayıp, 2012’de tamamladığı ve Kasım

* Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, e-posta: esrhat@gmail.com.

(30)

24

2013’de gerçekleştirilen Doğu Ortaklığı Vilnius Zirvesi öncesinde Zirve’de imzalanması beklenen Ortaklık (Association) Anlaşması’nı milli çıkarları (özellikle ekonomisinin içinde bulunduğu kötü durumu) gerekçe göstererek askıya aldığını açıklaması ve anlaşmayı yeniden görüşmek için AB’den altı aylık süre talebinde bulunmasıyla tetiklenen olaylar birkaç ay içinde Kırım’ı Ukrayna’dan kopma noktasına getirmiştir. İşte bu makalenin de öncelikli amacı Batı dünyası ile Rusya arasında sıkışmış bir ülke görüntüsü veren Ukrayna’nın durumunu açıklığa kavuşturmak, geleceğine ilişkin olması muhtemel dönüşümleri incelemektir. Makalede ayrıca Batı dünyası ve Rusya arasında yaşanan gerginliğin temel parametreleri de ele alınacak ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Batı’nın ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı uyguladığı politikaların etkinliği karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Ukrayna, Rusya, Ortaklık Anlaşması.

Abstract

The latest tension between the Western world (USA, EU) and Russia due to Ukraine crisis have increased the discussions both about the efficiency of the Western policies applied in the ex-Soviet space since the disintegration of the Soviet Union and the vulnerability of those countries caused by their dependency on Russia. Likewise the events which started with the decision of Ukraine to delay signing of the Association Agreement (negotiations started in 2007 and finished in 2012) with the EU just before the Eastern Partnership Summit in Vilnius in November 2013 due to national interests (bad economic conditions) within a few months “brought Crimea into Russia”. The main aim of this article is to clarify Ukraine’s East-West dilemma and to discuss possible outcomes in the future. Apart from that in the article, the main parameters of the tension between Western world and Russia will also be dealt and the efficiency of the Russian and Western policies in the concerned region will be analysed in comparative perspective.

Key Words: Ukrania, Russia, Association Aggreement.

(31)

25 Giriş

Ukrayna’nın AB ile müzakereleri 2007’de başlayıp 2012 yılında tamamlanan ve kendisinin de dâhil olduğu Doğu Ortaklığı’nın 28-29 Kasım 2013’de düzenlenen Vilnius Zirvesi’nde imzalanması beklenen Ortaklık (Association) Anlaşması’nı Zirve’den bir hafta önce (21 Kasım 2013) milli çıkarları (özellikle Ukrayna ekonomisinin içinde bulunduğu kötü durumu) gerekçe göstererek askıya aldığını açıklaması ile ülke içerisinde AB yanlısı ve hükümet karşıtı protestolarla başlayan kriz ve krizin devamındaki bir-iki ay içinde Rusya’nın Kırım’ı ilhakı olayların arka planında yer alan Batı-Rusya karşıtlığını iyice görünür kılmıştır.1 Nitekim krizin başından itibaren gerek akademik ve gerekse de görsel ve işitsel medyada yapılan tartışmalar Ukrayna’dan çok Ukrayna üzerinden Batı ile Rusya arasındaki tarihsel hesaplaşma, rekabet ve güç mücadelesine odaklanmış, bu tartışmalarda da çoğunlukla mevcut durumu nitelendirmek üzere eskinin

“dinamiklerini, korkularını, algılamalarını” çağrıştıracak kavramlar (“yeni Soğuk Savaş” gibi) kullanılmaya başlanmıştır.2

Bu tür tartışmaların işlevsel olduğu gerçeğini kabul etmekle birlikte, mevcut krizin dinamiklerini anlamak adına Ukrayna’nın Batı- Rusya ikileminin3 de tartışmalara dâhil edilmesi, nihayetinde Batı- Rusya gerginliğinin yaşanmasına zemin teşkil eden Ukrayna olduğuna göre, Ukrayna’nın da tarihsel, demografik ve coğrafi özelliklerinin krizin şekillenmesinde önemli olduğunun altının çizilmesi

1 M. David, “Russia or EU? Ukraine Torn by the Horns of a Dilemma”, http://www.sbs.com.au/news/article/2014/02/22/russia-or-eu-ukraine-torn-horns- dilemma, 22 Şubat 2014; M. Urban, “Ukraine Crisis: Is this Cold War II?”, http://www.bbc.com/news/world-europe-26724267, 24 Mart 2014.

2 M. Urban, “Ukraine Crisis: Is this Cold War II?”, http://www.bbc.com/ news/world- europe-26724267, 24 Mart 2014; S. Cohen, “The Ukraine Crisis could Trigger ‘a New Cold War Divide’”, http://www.thenation.com/blog/178477/stephen -cohen-ukraine- crisis-could-trigger-new-cold-war-divide, 20 Şubat 2014.

3 “Battle for Ukraine-Springtime in Kiev, or Just Another Winter Storm?”, http://www.the-american-interest.com/wrm/2014/02/22/springtime-in-kiev-or-just- another-winter-storm/, 22 Şubat 2014.

(32)

26

gerekmektedir. Bu durumda üzerinde durulması gereken birbiriyle bağlantılı üç ana tema ortaya çıkmaktadır: Ukrayna’nın Batı-Rusya ikilemi, Batı-Rusya ilişkilerinde Ukrayna’nın belirleyici rolü ve söz konusu krizin dünya politikası açısından önemi4.

Krizin bugün geldiği noktadan bakıldığında da söz konusu bu üç ana temaya ait cevaplarının verilmesi için henüz erken olan (kriz hali artarak devam ettiği için) aşağıdaki sorular akla gelmektedir.

Ukrayna’nın Batı-Rusya ikilemine ilişkin gündemin en temel sorusu Ukrayna’nın geleceğinin ne olacağı sorusudur. Buradaki en önemli meseleler Ukrayna’nın geleceğini şekillendirmede Ukrayna dışında kim (ya da kimlerin) belirleyici olacağı; Ukrayna’nın daha fazla bölünüp bölünmeyeceği (Rusya’nın müdahalesinin Doğu Ukrayna’ya uzanıp uzanmayacağı); 25 Mayıs 2014’de yapılması planlanan seçimlerin sağlıklı bir şekilde yapılıp yapılamayacağı; seçimlerin gerçekleşmesi halinde bile seçim sonrasında ülkede istikrar sağlanıp sağlamayacağı ve Ukrayna’nın bundan sonra NATO, AB, ABD ve Rusya ile ilişkilerini dengeleyip dengeleyemeyeceğidir.

Konu Batı-Rusya ilişkilerinde Ukrayna’nın belirleyici rolü açısından ele alındığında ise ana soru Batı-Rusya ilişkilerinde Ukrayna bağlamında yaşanan bu krizin ilişkinin diğer boyutlarına etkisinin ne olacağıdır. Bu durumda da enerjiden, yatırımlara, NATO’nun genişlemesinden, Suriye krizinin ortaklaşa çözümüne kadar birçok konu gündeme gelmektedir. Krizin dünya politikası açısından önemi tartışmalarının soruları ise krizin başta İran ve Suriye olmak üzere Orta Doğu ve benzeri bölgelere nasıl yansıyacağı ve Çin, Japonya gibi ülkelerin Ukrayna krizine veya çözümüne nasıl müdahil olabilecekleridir.

4 T.G. Ash, “At Stake in Ukraine’s Drama is the Future of Putin, Russia and Europe”, http://www.theguardian.com/commentisfree/2014/feb/21/ukraine-putin-russia-europe- independence-disintegration, 21 Şubat 2014.

(33)

27 Ukrayna’nın Batı-Rusya İkilemi

48 milyon nüfuslu Ukrayna5 aslında “bölünmüş” bir ülkedir.6 Ülkenin (Kırım dâhil) yaklaşık %78’i etnik bakımdan Ukraynalı,

%17’si etnik bakımdan Rus’tur, ancak ülkede etnik bakımdan Ukraynalı olup, Rusça konuşan Ukraynalılar da var. Etnik Ruslar Ukrayna’nın doğusunda (sanayileşmiş) ve güneyinde Rusya sınırına yakın; etnik Ukraynalılar ise daha çok batıda (tarıma dayalı) yaşıyor.

Ülke 24 bölge, 1 özerk bölge (Kırım Özerk Cumhuriyeti) ve 2 bölge statüsünde kentten (Kiev, Sivastopol) meydana geliyor (Bu, Kırım’ın ilhak edilmesinden önceki durumdur). Ülkenin doğusunda çoğunluk Ortodoks, batısında Katolik’tir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından itibaren bu yerleşik bölünmüşlük hep var ve bu bölünmüşlük aslında ülkede istikrarın bozulması istendiğinde kullanılacak ciddi bir potansiyeli hep barındırıyor.7 Bu kırılganlığın yanı sıra, Ukrayna’nın bugün bile hâlâ ucuz Rus enerji arzına bağımlı bir ekonomiye sahip olması, Rusya’nın da bu bağımlılığı devam ettirme isteği ve Ukrayna’nın Batı’ya yakınlaşma girişimlerini yavaşlatmak üzere kullanmaktan çekinmemesi konuyu daha da karmaşık hale getiriyor.

Öte yandan ülkenin bir Turuncu Devrim geçmişi de var; ekonomik problemleri çözmeye yetmeyip 2010’da Viktor Yanukoviç’i bu kez meşru bir seçim (7 Şubat 2010’da gerçekleştirilen ikinci tur başkanlık seçimi) zaferi sonucu devlet başkanlığına getiren.

Sovyetler Birliği dağıldığından bu yana hemen hemen tüm seçimler Batı yanlısı ve Rusya yanlısı adaylar arasındaki rekabete sahne oluyor. Seçim sonunda oylar da yine Ukrayna’nın bölünmüşlüğünü yansıtır nitelikte dağılıyor. Aslında ülkede her iki etnik gruptan da hem Avrupa ile hem de Rusya ile iyi ilişkiler geliştirerek ülkenin denge siyaseti ya da çok taraflı siyaset yürütmesini

5 P. Kubicek. The History of Ukraine (Greenwood Press, 2008).

6 E. Conant, “How History, Geography Help Explain Ukraine’s Political Crisis”, http://news.nationalgeographic.com/news/2014/01/140129-protests-ukraine-russia- geography-history/, 29 Ocak 2014.

7 A. Wilson, The Ukrainians: Unexpected Nation (Yale University Press, 2002).

(34)

28

isteyenler de var ama bunlar bu kriz sürecinde etkin ve belirleyici olabilmiş değiller.8

Mevcut krizin çıkması ve büyümesinden ise Rusya Batı’yı, Batı da Rusya’yı sorumlu tutuyor ve suçluyor. Rusya’ya göre, Batı, Ukrayna’ya kendi girişimi olan Gümrük Birliği’ne dâhil olmak yerine kendisiyle Ortaklık Anlaşması imzalaması için baskı yapıyor; Batı’ya göre ise, Rusya, AB ile ortak girişimde bulunmaması için Ukrayna’yı tehdit ediyor. Aslında kriz Ukrayna’da patlak veriyor ama gerisinde Ukrayna’daki mevcut bölünmüşlüğün kullanıldığı bir Batı-Rusya mücadelesi var. Taraflar karşılıklı olarak birbirlerinin sınırlarını,

“kırmızı” çizgilerini görmeye çalışıyor.

Batı-Rusya İlişkilerinde Ukrayna

Krizin başından itibaren AB gerek Yüksek Temsilci’nin ziyaretleri, gerek üye devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, kınamalar ve sert uyarılar, gerekse de krizin ilerlemesi ile uygulamaya soktuğu şiddet olaylarında sorumluluğu bulunanların mal varlıklarını dondurma ve AB’ye seyahatlerini engellemeye yönelik yatırımlar9 yoluyla aktif bir rol oynama çabası içinde. Ancak bu ne Kırım’ın Rusya’ya ilhakını engelleyebilmiş10, ne de krizin çözümüne katkı sağlamış durumda. İşte bu sonuç bizi tam da AB’nin 1990’lardan beri uyguladığı genelde bölge, özelde de Ukrayna politikasının etkinliği tartışmasına götürüyor.11 Yani aslında sorun ya da bir başarısızlık varsa konjonktürel değil; daha yapısal gibi.

8 R. Coalson, “Ukraine’s East-West Dilemma Evokes Century-Old Memories”, http://www.rferl.org/content/ukraine-drive-west/25175644.html, 21 Kasım 2013.

9 B. Waterfield, “Ukraine Crisis: EU Sanctions Target Separatists and Russian Spies”, http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/ukraine/10795372/Ukraine-crisis- EU-sanctions-target-separatists-and-Russian-spies.html, 29 Aralık 2014.

10 “Why Crimea is so Important to Russia?”, http://gulfnews.com/news/world/usa/why -crimea-is-so-important-to-russia-1.1305604, 18 Mart 2014.

11 I. Carver, “Georgia and Ukraine: The EU Dilemma”, http://journal-neo.org/

2013/12/08/georgia-and-ukraine-the-eu-dilemma/, 8 Aralık 2013.

(35)

29 Günümüzde daha çok kendi iç sorunlarına odaklanan AB’nin

yaşadığı tüm zorluklara (son genişleme süreçlerinin getirdiği hazmetme problemi, ekonomik kriz ve bu krizin yarattığı artçı şoklar vs.) rağmen mevcut koşullar değerlendirildiğinde, öncelikle kendi yakın çevresinde, sonrasında da küresel boyutta gerçekleşen olaylara ilgisiz kalamadığı doğru.12 Nitekim AB, Ukrayna’da da başından beri geliştirdiği çeşitli araçlar vasıtasıyla amaçlarını gerçekleştirmeye ve karşılaştığı zorluklarla başa çıkmaya çalışıyor. Ancak Ukrayna özelinde değerlendirildiğinde, ülkenin AB’den beklentileri (öncelikle ekonomik sorunların çözümü vs.) oldukça yüksek olmasına rağmen, özellikle yaşadığı son ekonomik krizin etkisindeki AB’nin kapasitesi bu beklentileri karşılamaktan oldukça uzak görünüyor.13

AB’nin Ukrayna için öngördüğü “üyelik” perspektifi ve somut taahhütler vermekten uzak Komşuluk Politikası ve Doğu Ortaklığı girişimleri de Ukrayna tarafından yeterli girişimler olarak değerlendirilmiyor. Bu çerçevede gerçekten de AB’nin Ukrayna’ya yönelik etkin ve tutarlı bir dış ve güvenlik politikası oluşturabildiğini söylemek mümkün değil. Son dalga ile oldukça yüksek sayıda ve birbirinden çok farklı üye ile genişleyen AB’nin hazmetme kapasitesinin zorlanmasının getirdiği etkiyle “yumuşak gücünün” en önemli unsurlarından olan “genişlemeyi” en azından şimdilik (yakın ve orta vadede) rafa kaldırması AB’nin çekiciliğini azaltmış, güvenilirliğini de zedelemiş durumda. Öte yandan Lizbon Anlaşması ile AB’nin daha tutarlı ve şeffaf dış politika izleyebileceği beklentilerinin de gerçekleşmemesi, dahası çeşitli kurumlar arasında daha da belirginleşen yetki karmaşası sonucunda dış politikanın yürütülme sürecinin daha da içinden çıkılmaz hale gelmesi, AB’nin

12 A. Higgens, “Ukraine Upheaval Highlights EU’s Past Miscalculations and Future Dangers”, http://www.nytimes.com/2014/03/21/world/europe/ukrainian-tumult-high lights-european-unions-errors.html, 20 Mart 2014.

13 “European Council Conclusions”, EUCO,7/1/14, http://www.consilium.europa.eu/

uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/141749.pdf, 21 Mart 2014.

(36)

30

hem genelde hem de Ukrayna özelinde politika oluşumunu olumsuz yönde etkilemekte.

AB’nin Ukrayna’daki bugünkü varlığı daha çok “yumuşak gücün” araçları olan ekonomik ve teknik işbirliği ile sınırlı kalmakta, siyasi konular (demokratikleşme, insan hakları ve hukukun üstünlüğü) ikili programlar çerçevesinde ele alınmakta. Yine Rusya’nın bölgede önemli ve özel bir konumunun bulunması ve çoğu zamanda, özellikle de AB ile çakışan yakın çevreye ilişkin çıkarlar söz konusu olduğunda bu rolünü yapıcı olmayan biçimde kullanmayı tercih etmesi AB’nin bölgedeki varlığını zorlayan nedenler arasında sayılabilir.

Nitekim Rusya ile Gürcistan arasında Ağustos 2008’de yaşanan sıcak çatışmayla daha fazla hissedilmeye başlanan, son olarak da Ermenistan’ın AB ile Ortaklık Anlaşması imzalama arifesinde Rusya önderliğindeki Gümrük Birliği’ne katılma ve Ukrayna’nın da AB ile imzalaması beklenen Ortaklık Anlaşması’nı askıya alma kararları ile iyice belirginleşen Rusya’nın bölgedeki ağırlığı “AB bölgede kaybeden taraf mı oluyor?” sorularının daha sık sorulmasına neden olmakta. Yine AB’nin de enerji bağlamında Rusya’ya olan bağımlığı konuyu daha da çetrefilli bir hale sokuyor. Daha önemlisi Rusya da AB’nin ne yapıp ne yapamayacağının farkında. Almanya’nın arabuluculuğundan medet umuluyor ama Almanya’nın da AB’nin ortak çıkarları uğruna Rusya ile karşı karşıya gelmeyi ne kadar göze alacağı tam bilinemiyor.14

ABD de AB ile benzer bir tutum içinde. Krizin çözümünde aktif bir aktör olarak yer alırken, daha çok Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar15 ve Ukrayna’ya yapılacak yardımlar üzerinden politika üretiyor. Asıl amaç mevcut krizi çözüme kavuşturmak yanında,

14 “The Future of EU-Ukraine Relations”, Scenario Team EU-Ukraine 2030, http://library.fes.de/pdf-files/id-moe/10608.pdf, Mart 2014; “Appeal to Russia’s Political Reason”, http://www.bundesregierung.de/Content/EN/Artikel/2014/03/ 2014- 03-13-regierungserklaerung-merkel-ukraine.html?nn=393344, 13 Mart 2014.

15 “Fact Sheet: Ukraine-Related Sanctions”, http://www.whitehouse.gov/the-press- office/2014/03/17/fact-sheet-ukraine-related-sanctions, 17 Mart 2014.

(37)

31 Rusya’nın bölgede elini sağlamlaştırmasını önleyerek bundan sonra

olması muhtemel girişimleri için ön almaya çalışmak. Çatışmaların barışçıl yollarla çözümü, egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı ilkelerine vurgu hep var. Rusya bu ilkelere meydan okudukça, yeni strateji üretme zorunluluğunun yarattığı kaygı, telaş ABD’nin hareket serbestisini daha da kısıtlıyor.16 Rusya’ya karşı yeknesak bir Batı duruşundan söz etmek de pek mümkün değil. Dahası Ukrayna hâlâ Batı’nın ortak önceliği olabilmiş değil. Şimdilik ek yaptırımlar Batı tarafından en çok kullanılan tehdit.17 G8’den çıkarılmış ve yaptırım uygulanan bir Rusya “yakın çevre” politikasını ve “kırmızı” çizgilerini değiştirir mi çok olası gözükmüyor ama bunu zaman gösterecek.18

Rusya’ya gelince Ukrayna, Batı’nın ne kadar önceliği değilse, Rusya’nın o kadar önceliği. Yani aslında Ukrayna için politika üretmek Batı için “lüks” sayılabilecekken Rusya için “yaşamsal” önemde.

Ukrayna, Rusya algısında, bir dış politika meselesinden ziyade hâlâ bir

“iç” sorun. Ukrayna’da kaybetmek demek, aslında Rusya için Batı’ya karşı kaybetmek kadar “Sovyet” geçmişini kaybetmek19 ve önceliği olarak gördüğü NATO ve AB’yi söz konusu bölgeden uzak tutmak ve eski Sovyet ülkelerindeki Rus etnik azınlığı ve çıkarlarını korumak gibi iki “kırmızı” çizgisinin de aşılması demek. Hatta Vladimir

16 H. LaFranchi, “Ukraine Crisis: EU, US Poised to Slap Tough Sanctions on Russia”, http://www.csmonitor.com/World/Security-Watch/2014/0314/Ukraine-crisis-EU-US- poised-to-slap-tough-sanctions-on-Russia, 14 Mart 2014.

17 J. Cassidy, “The US’s Putin Dilemma:Talk Tough and Then What?”, http://www.newyorker.com/online/blogs/johncassidy/2014/03/the-us-putin-dilemma- tough-talk-and-then-what.html, 2 Mart 2014; D.M. Herszenhorn, M. Landler ve A.

Smale, “With Military Moves Seen in Ukraine, Obama Warns Russia”, http://www.nytimes.com/2014/03/01/world/europe/ukraine.html?_r=0, 28 Şubat 2014.

18 “Statement of G7 Leaders on Ukraine”, http://www.whitehouse.gov/the-press- office/2014/03/12/statement-g-7-leaders-ukraine, 12 Mart 2014.

19 Address by President of the Russian Federation”, http://eng.kremlin.ru/ news/6889, 18 Mart 2014.

(38)

32

Putin’in üçüncü başkanlık döneminin en önemli hedefi olarak gördüğü Avrasya Birliği’nin20 oluşumunun da yara alması demek.

Ukrayna Krizinin Dünya Politikasına Etkisi

Öte yandan Ukrayna krizinin elbette dünya politikasına da etkileri kısa zamanda hissedilmeye başlayacak. Bu etkilerden en önemlilerinden biri kuşkusuz “toprak çatışmaları”, “self- determinasyon” ve “sınırların güç kullanılarak değiştirilmesi” gibi kavramların yeniden gündeme gelmesi ve bu gündeme gelişin yarattığı

“güvensizlik” hali olacak.21 Buna paralel olarak “uluslararası hukukun”

işlevselliği ve yaptırım gücünün yeniden değerlendirilmeye muhtaç hale gelmesi de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkacak gibi gözüküyor.

Öte yandan “güç kullanımının” sonradan değiştirilmesi mümkün olmayan de facto durumlar yaratabilecek biçimde etkin olarak kullanılabileceğinin görülmesi bundan sonra başka aktörlerin de benzer yollara başvurabileceği olasılığını gündeme getirecek.22

Ukrayna krizinin bir başka etkisi de, Suriye ve İran gibi mevcut uluslararası sorunların çözümüne katkı açısından Rusya ve Batı arasında nasıl bir kırılma yaratacağı tartışmalarına yol açması. Yine

20 “Battle for Ukraine- Springtime in Kiev, or Just Another Winter Storm?”, http://www.the-american-interest.com/wrm/2014/02/22/springtime-in-kiev-or-just- another-winter-storm/, 22 Şubat 2014; A.Kawato, “Before the Emotions Bring a New World Order: Look into the Real Situation in Ukraine”, http://carnegie.ru/2014/

03/03/before-emotions-bring-new-world-war-look-into-real-situation-in-ukraine/h28m, 3 Mart 2014.

21 “EU Strengthens Sanctions against Actions Undermining Ukraine’s Territorial Integrity”, 8049/14, Presse 174, http://consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/

pressdata/EN/foraff/141741.pdf, 21 Mart 2014.

22 W. Cook, “Today Crimea, Tomorrow Estonia?”, http://www.spectator.co.uk/

features/9153391/estonias-angst/, 8 Mart 2014; H. Hawksley, “Ukraine Crisis: Could Trans-Dniester be the Next?”, http://www.bbc.com/news/world-europe-26662721, 20 Mart 2014; J.D. Sachs, “Ukraine and the Crisis of International Law”, http://www.project-syndicate.org/commentary/jeffrey-d--sachs-sees-in-russia-s-annexa tion-of-crimea-the-return--with-us-complicity--of-great-power-politics, 24 Mart 2014.

(39)

33 Çin gibi ülkelerin krize ve çözümüne ilişkin yaklaşımları da önemli

girdiler haline gelecek.23

Ukrayna krizinin bir diğer etkisi bundan sonra Rusya’nın ve

“yakın çevre” politikasının nasıl ele alınması gerektiği üzerinde daha fazla düşünülmesi zorunluluğunun ortaya çıkmış olması. Bu bağlamda Rusya’yı karşımıza mı almak istiyoruz, birlikte mi hareket etmeliyiz, bölge politikasını Rusya olmadan geliştirmek mümkün mü soruları daha sık sorulacak.

Ukrayna krizinin bir başka etkisi ise eski Sovyet alanında yer alan ülkelerin Rusya’ya karşı nasıl bir politika izlemeleri gerektiği hakkında bir kez daha düşünmek zorunda kalmış olmaları. Nitekim BM’de yapılan Kırım’la ilgili oylamada, eski Sovyet alanında yer alan ülkelerin oylamadaki tutumlarına bakıldığında Rusya’nın sorgusuz sualsiz yanında olmak isteyen ülke sayısının oldukça az olduğu göze çarpmakta.24

Tüm bu etkilerin boyutları zaman içinde daha iyi anlaşılacak.

Ancak görünen o ki tüm bu etkiler bireysel ya da etkileşim halinde bizi uzun vadede de olsa bambaşka bir dünyayla karşı karşıya getirme potansiyeline sahip.

Sonuç

Şimdi herhangi bir olağanüstü durum söz konusu olmazsa 25 Mayıs 2014’de Ukrayna’da seçimler yapılacak gibi gözüküyor.

Devlet Başkanlığı için adaylar başvurularını tamamlamış durumda.

Hali hazırda ülkede “çikolata kralı” olarak bilinen milyarder iş adamı Petr Poroşenko25 en güçlü aday olarak değerlendiriliyor. Öte yandan

23 S. Ding, “China’s Dilemma in Ukraine Crisis”, http://www.eastwestcenter.org/sites/

default/files/private/apb255.pdf, no:255, 27 Mart 2014.

24 E.M. Lederer, “Russian Annexation of Ukraine’s Crimea Illegal: UN General Assembly”, http://globalnews.ca/news/1234497/russian-annexation-of-ukraines-crimea -illegal-un-general-assembly/, 27 Mart 2014.

25 “Klitschko Endorses Poroshenko for President, will Run for Kyiv Mayor Instead”, https://www.kyivpost.com/content/politics/klitschko-endorses-poroshenko-for-preside nt-will-run-for-kyiv-mayor-instead-341322.html, 29 Mart 2014.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunlar arasında tarihsel, karşılaştırmalı (Rusya'nın Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile ilgili dış politika dersleri ve Kafkasya devletleriyle ilgili diğer ülkelerin

Modern dönemlerin vazgeçilmez enerji kaynaklarından olan petrol ürünleri, aslında insanlığın binlerce yıldır istifade ettiği kaynaklar arasında yer alır. Ortadoğu’da,

d) Etilen (Dometesleri yapay olarak olgunlaştırmak için de bu madde kullanılır) ve yapay ipek ya da tırnak cilası yapımında kullanılan aseton gibi ürünler arıtma

İşte bu dönemde halkın eski dinî inançları Hıristiyanlık inancına galip geldi ve henüz halkın ruhuna tam anlamıyla yerleşmemiş olan Hıristiyanlık, pagan inanç

Dergi, Komünizme karşı kurulmuş ilk yayın organıdır ve şiddetli bir Komünist propagandanın hüküm sürdüğü Azerbaycan’da alenen satılır (Mir- za Bala 1953: 19).

Sovyet döneminde, Kafkasya’da yaşamakta olan Karaçay-Malkar ve Kumuk Türklerinin etnik kökenleri ile ilgili görüşlerin tamamı onların Kafkasya’nın eski yerli ahalisine dahil

ConocoPhilips şirketi adına açıklama yapan yetkililer Venezuela'daki operasyonlarını tamamen çekme kararını bildirirken, Exxon Mobil başkanı Rex Tillerson

Zengin petrol ve doğalgaz yatakları olduğu tahmin edilen Kuzey Buz Denizi’ni çevreleyen beş ülkenin dışişleri bakanlar ı ve üst düzey yetkilileri Grönland’da