• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE TÜRKİYENİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKİYE DE DEMOGRAFİK DEĞİŞİM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE TÜRKİYENİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKİYE DE DEMOGRAFİK DEĞİŞİM"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİ NDEKİLE R

• Nüfus ve Demografi İlişkisi

• Nüfus Artışı ve Demografik Gelişmeler

• Nüfus ve Kalkınma İlişkisi

• Nüfus İle İlgili Sosyal Politikalar

• Nüfusun Mesleki Hareketliliği

• Nüfusun Doğurganlığı Üzerine Tartışmalar

• Nüfus ve Mesleki Hareketlilik

HEDE FL ER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Demografinin önemini kavrayacak,

• Nüfusun önemini, kalkınma ve gelişmedeki rolünü anlayabilecek,

• Nüfusun göç ile aldığı yeni potansiyeli gösterecek,

• Nüfus ve doğum-ölüm ilişkisine açıklık getirecek,

• Nüfus ve mesleki hareketlilik arasındaki ilişkiyi değerlendirebileceksiniz.

TÜRKİYE’DE DEMOGRAFİK DEĞİŞİM

TÜRKİYENİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI

ÜNİTE

2

(2)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Nüfusun fiziki gücünü

yönlendiren ruhi ve fikri bilgi ve değerler

bulunmaktadır.

Nüfus, belirli bir yerde yaşayan insan sayısını

ifade eder.

GİRİŞ

Nüfus, toplumlar için en önemli potansiyel güçlerden biridir. Dolayısıyla bu gücün öneminin farkına varmak, onunla hangi iş ve rollerin gerçekleşeceğini iyi bilmek toplumsal sistemin geleceği için çok gerekli. İnsan, ruhî ve aklı sayesinde, çevresindeki birçok faaliyeti etkiliyor ve sahip olduğu nitelikler ile olumlu veya olumsuz gelişmelere yol açıyor. Dolayısıyla insan nüfusunun niteliği ve yetkinliği, toplumsal gelişme ve değişimleri belirleyen en kapsamlı bir değer haline geliyor.

Eğitim, teknoloji, ahlak, kültür, hukuk gibi toplumları dizayn etmede önemli roller üstlenen bilgi ve değer kaynakları, toplumsal yapıları şekillendirmede öncelik almakta ve nüfusun niteliğiyle bağlantılı olmaktadır. Nüfusu, sayısal ve fiziki bir kaynak olarak görmek doğru değildir. Çünkü nüfusun fiziki gücünü yönlendiren ruhi ve fikri bilgi ve değerler bulunmaktadır. Bunların seçimi ve çalıştırılması, fiziki güçlerin daha doğru ve kaliteli iş ve hizmetler üretmesine yol açmaktadır.

Demografi, nüfus gerçeğinin sayısal ve değerlenebilir bir şekil almasıyla ilgili çeşitli verilerin göstermiş olduğu hareketli bir grafik bilgisini sunmaktadır. Bu yüzden, öncelikle demografi’nin ne olduğunu ve nasıl bir boyuta sahip bulunduğu açıklanacaktır. Arkasından, nüfus faktörünün bir ülke ve toplum için nasıl bir potansiyel oluşturduğu ve bu potansiyelin ne şekilde kullanılması gerektiği ile ilgili bazı kritik bilgiler sunulacaktır. Türkiye, nüfusu artan bir ülke olarak bilinmektedir.

Özellikle bu nüfus içinde gençlerin toplamı, ciddi bir yekûn teşkil etmektedir. Nüfus teorileri her ne kadar, nüfusun bir ülkenin gider hanesine yönelik ciddi yükler getirdiğini söylese de, nüfusun çok önemli bir enerji ve potansiyel kaynak olduğunu belirtmek gerekiyor. Burada, önemli olan; bu nüfusun nasıl kullanılacağı ve

değerlendirileceğidir. Bu konu, salt sayısal veya ekonominin mekanik ölçümleri ile sınırlandırılamaz. Nüfusun sosyal boyutu, insana yönelik politikaların geliştirilmesi konusunda belki de en önemli yönüdür. Bu yönün iyi değerlendirilmesi ve ülkenin, hayat şartlarının gerektirdiği çerçevede bir nüfus politikasının gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır.

DEMOGRAFİ, DEMOGRAFİK BÜYÜME VE HAREKETLİLİK

Demografinin Tanımı ve Demografik Çalışmaların Tarihi

Demografi, dünyada veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalıdır. Nüfus, belirli bir yerde yaşayan insan sayısını ifade eder. Aynı zamanda, bu nüfusun niteliği, hacmi, bilgi ve kültür seviyesi ile mesleki hareketlilik dediğimiz özelliği de, dikkate alınır. Arapça nüfus kelimesi;

bir ülke, bölge veya şehirde yaşayan insanların toplamıdır. Toplum hâlinde yaşayan insanlar, toplumun sayısı ile ilgilenip zaman zaman sayımlar yapmışlardır. Eski Çin ve Roma’da yapıldığı bilinen ilk sayımın, askerlik ve vergi toplamak için olduğu belirtilmektedir. Vergi vermemek askere gitmemek isteyen halk, bu sayımları hiç hoş karşılamazdı.

Yunanca demos (halk) ve graphein (yazmak) kelimelerinden meydana gelmiştir. Nüfusun coğrafyası veya nüfusbilim olarak da tanımlanır. Mevcut nüfusun; yaş, cinsiyet, evlilik durumu, geçim durumu, tahsil durumu gibi çeşitli sosyal ve ekonomik yönlerini inceleyen demografi; ülkelere ve bölgelere göre

(3)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Batı dünyasında,

demografi uzmanlarının temel vasıtasını teşkil eden nüfus sayımının Roma İmparatorluğuna

kadar uzandığı bilinmektedir.

nüfus dağılımını ve doğum, ölüm, göç hareketi gibi gelişmeleri inceler. Niceliksel (sayılarla ilgili, kemiyet) ve Niteliksel (hal ve durumlarla ilgili, keyfiyet) açısından, iki kısma ayrılmıştır.

Eski çağlardan beri, gerek doğu İslam ve Türk dünyasında, gerekse batı Hristiyan dünyasında demografinin ilgi sahasını teşkil eden nüfus sayımları ve çeşitli istatistikler yapıldı. Bu sayım ve istatistiklerin bir kısmının somut neticeleri elde bulunmamakla birlikte, yapıldığı bilinmektedir. Hazret-i Ömer devrinde Müslümanlardan ve gayri Müslim ahaliden alınan öşür, cizye ve haraç vergileriyle ilgili olarak tutulan defterler, askerlere yapılan maaş ve diğer ödemelerle ilgili divanlar, birer istatistik özelliği taşımaktadır.

Hz. Ömer İslam ülkesinin her tarafına yaygınlaştırdığı divanlarla ilgili olarak çok sayıda memur vazifelendirdi. Divanlardan maaş alacak olan memleket halkı defterlere yazıldığı gibi, vazife alan memurların adları da ayrıca tespit edildi. Uşurlu ve haraclı arazilerin ölçülüp devlete ödeyecekleri miktarları, bu ölçümlere göre hesaplanması sağlandı. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve diğer İslam

devletlerinde de devletin temel politikasını belirleyecek, bölgeler arası dengeleri muhafaza edecek çeşitli ölçüm yazım ve sayımlar yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar demografi adıyla anılmamasına rağmen demografinin ilgi sahasına girmektedir (Rehber Ansiklopedisi, 2004:D madd. )

Avrupa’da Nüfus Çalışmaları

Batı dünyasında, demografi uzmanlarının temel vasıtasını teşkil eden nüfus sayımının Roma İmparatorluğuna kadar uzandığı bilinmektedir. Ortaçağ tarihiyle meşgul olan tarihçiler, hakiki manasıyla demografik diyebileceğimiz vesikaların Avrupa'nın güneyindeki memleketler için 13. ve diğer kuzey Avrupa ülkeleri için ise 14. yüzyıldan itibaren mevcut sayılabileceğini ortaya koymuşlardır. Bu sebeple 1086 senesinde İngiltere'nin, 1328'de Fransa'nın umumi nüfusunu hesaplamaya yarayan tahrir (istatistik) vesikalarını birer istisna olarak bildirmektedirler.

Geniş ülkelere şamil belli bir metotla yapılmış oldukları için istisnai bir önem taşıyan bu gibi vesikalar yanında, ortaçağdaki feodal parçalanma ile uygun kısmi ve hususi daha birçok sayımların neticelerini bildiren vesikalar da pek çoktur. Ortaçağ Avrupa'sının elinde bulunan bu vesikalar, hakiki manasıyla nüfus sayımları olmayıp;

ekseriya hususi ve fevkalade bir hal karşısında belli bir vergiyi toplayabilmek için yapılmış sayımların neticelerini bildirmeleri, onların işlenmesini ve

değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Bu durumda bazen bir şehrin bütün nüfusu değil de, yalnız belli bir varlık derecesinde bulunan mülk sahipleri veya muayyen bir yaşın üstünde eli silah tutan vatandaşlar kaydedilmiştir. Daha çok Hıristiyan memleketlerinde ve bu arada bilhassa Katoliklerde vaftiz, evlenme, cenaze merasimi gibi vesilelerle Hıristiyanların kiliselerdeki hususi defterlere kaydedilmiş olması ve bu defterlerden birçoğunun iyi muhafaza edilmiş olması da, Avrupa memleketleri için bu devirde nüfus tetkikleri bakımından zengin kaynaklardır.

Ortaçağ’da kurulan ve Yeniçağ’da dünyaya hâkim olan Osmanlı Devleti zamanında bugünkü demografi çalışmalarına benzer sayım ve istatistikler yapılmıştır. Belli usullerle ve düzenli aralıklarla tekrarlanan geniş sahalara şamil, sistematik nüfus sayımlarının neticelerini ihtiva eden, zaman ve mekân içinde mukayeseye müsait olan bu sayımlar yalnız şu veya bu vergiyi toplamak için

(4)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Demografi, bir

toplumun gelişme ve değişme hareketlerinde, tüm

diğer faktörleri etkileyebilecek önemli

bir maddi güç olarak düşünülmelidir.

fevkalade durumlarda veya tesadüfen ve hususi maksatlarla yapılmış sayımlar değildir. Bu sayımlar Osmanlı devletinin idari, mali bütün teşkilatının esasını teşkil edecek surette tasarlanmış ve yalnız vergi mükelleflerini değil türlü hizmetler ve imtiyazlar sebebiyle vergiden muaf olanları, ümera (idareciler) ve askerleri, kör, topal, müflis vs. bütün erkekleri ihtiva eden hakiki nüfus istatistikleri mahiyetinde bilgilerdir (Rehber Ansiklopedisi, 2004: D Mad.).

Demografi’nin Özelliği

Demografi, Sosyolojinin ilgi alanı içinde yer alan ve insan toplumlarının sayısal özellikleri olan nüfus ve nüfusun nitelikleri ile ilgili konuları içine almaktadır.

Elbette ki her insani olay gibi, nüfus hadisesi de insanın özelliği ile uyumlu dinamik bir nitelik taşımaktadır. Bütün sosyal olaylar, dinamik ve değişken özelliklere sahip olmaları yanında belli bilgi ve değerlere göre gelişme veya etkilenme özelliğine sahip olmaktadırlar.

Demografi, bir toplumun gelişme ve değişme hareketlerinde, tüm diğer faktörleri etkileyebilecek önemli bir maddi güç olarak düşünülmelidir. Bu maddi gücün kullanımı, elbette ki ondan beklenilen işlerin niteliğine ve bu gücün sahip olduğu özeliklerin bilinmesine bağlıdır. Böyle bir korelasyon, demografik

çalışmaların öznesi olan nüfus faktörünün nitelikleri üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılarak en uygun düzenlemeye kavuşabilir. Demografi, insan toplumlarının nüfuslarındaki değişimlerin, sistematik ifadesi olarak bilim dünyasında yerini almıştır. Nüfus konusu, belli dönemlerde önemli ve kaçınılmaz bir gereklilik olarak görülürken, şartların değişmesi ile kontrol edilmesi gereken bir faktör haline gelmiş ve nüfus üzerinde sınırlayıcı çabalar ortaya konulmuştur.

Gelişen bir ekonomide nüfus ve nüfusun özellikleri, kaynakların sosyal ve ekonomik sektörler arasındaki dağılımını büyük ölçüde etkiler; kaynakların bu şekilde dağılımı da ekonominin büyüme hızını, istihdam düzeyini, sektörel üretim artış oranları ile ihracat ve ithalat oranlarını şekillendirir. Nüfus politika ve programlarının kalkınma stratejileri ile bütünleşmesi ancak nüfusun planlama süreci içinde herhangi diğer bir ekonomik sektör gibi, ayrı bir sektör olarak ele alınması ile mümkün olacaktır.(Nüfus, Demografi ve Göç Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001: 3)

Nüfusun büyüklüğü ve yapısı, kalkınma planlarının üzerine bina edildiği temel yapıyı teşkil etmektedir. Nüfus, gelir ile birlikte bir ekonomide mal ve hizmetlere olan talebin kompozisyonunu ve miktarını belirler. Nüfusun büyüklüğü, yapısı, bilgi ve beceri düzeyi, üretim sisteminin temel girdisini oluşturur. Gelişen bir

ekonomide nüfus ve nüfusun özellikleri, kaynakların sosyal ve ekonomik sektörler arasındaki dağılımını büyük ölçüde etkiler (Nüfus, Demografi Yapısı, 2001:15)

Demografik büyüme

Kentsel nüfusun sosyal ve ekonomik değişim süreçleriyle birlikte sistematik olarak incelenmesi, kentlere ve/veya kentleşmeye dair iki önemli özelliği ortaya koymuştur (Berry, 1963; Dunn, 1970; Papadakis, 1997). Bunlardan ilki, kentsel alanların kırsal alanları sarf ederek kademeli artışlar ve/veya genişlemeler

göstermesidir. Nicel olarak bu artışları veya genişlemeleri belli bir zaman diliminde kentsel merkezlere dönüşen kırsal merkezlerin sayısından ve kentsel nüfusun nispi

(5)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Bir kentin kentleşme

düzeyi, oradaki demografik canlılığa

bağlı olduğu kadar kentin kendi çevresine

yansıttığı çekiciliğine dayalı olarak da

ölçülebilir.

Nüfus, bir toplumdaki ekonomik faaliyet

içerisinde üretim faaliyeti ve meydana

getirdiği hasıla ile değerli bir hale gelir.

ve toplam düzeylerde elde ettiği artışlardan anlamak mümkündür. (Yüceşahin, 2008:1)

Birleşmiş Milletler, yaptığı analizlerde insanlık tarihinin nüfus ile ilgili en hızlı değişiminin yaşandığı dönemde bulunduğumuzu belirtmiştir. Yüksek doğum ve ölüm oranlarının yaşandığı dönemden düşük doğum ve ölüm oranlarının yaşandığı döneme geçildiği ifade edilmektedir. Demografik dönüşüm bu sayede, nüfus dağılımında etki yaratmaktadır.

Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerdeki önemli bir değisim ise 80 yaşın üzerindeki nüfusun en hızlı büyüyen nüfus olmasıdır. 80 yaşın üzerindeki nüfusun içindeki kadınların oranı ise % 65 düzeyindedir. 80 yaşın üzerindeki grubun günümüzde 60 yaşın üzerindeki grubun % 11’ini oluştururken söz konusu oranın 2050 yılında % 19’una çıkacağı tahmin edilmektedir. 100 yaşını aşan kişi sayısının ise 1999’daki 145 bin olan seviyesinden 2.2 milyon kişiye yükselmesi beklenmektedir (Birleşmiş Milletler, 2005; Seyhun, 2006: 25)

Bunlardan ilki, kentsel alanların kırsal alanları sarf ederek kademeli artışlar ve/veya genişlemeler göstermesidir. Nicel olarak bu artışları veya genişlemeleri belli bir zaman diliminde kentsel merkezlere dönüşen kırsal merkezlerin sayısından ve kentsel nüfusun nispi ve toplam düzeylerde elde ettiği artışlardan anlamak mümkündür (demografik büyüme). İkincisi, kentlerin zamanla kademeli olarak ve çeşitli biçimlerde elde ettiği farklılaşmalardır (sosyo-ekonomik değişim). (Darkot, 1956: 93; Karaboran, 1989: 98; Keleş, 2004: 22).

Bu anlamda kentleri demografik, ekonomik ve sosyal anlamda yeniden biçimlendiren süreçler; toplam nüfus içinde kentsel nüfus oranındaki artışı, tarımsal nüfusun tarım dışı nüfusa dönüşümünü, kent ölçeklerinin genişlemesini (alansal büyüme), kırsal alanlarda yeni kentlerin oluşumunu ve kentsel ekonomi ile kentlileşmeyi (kentsel hayat biçiminin yaygınlaşması) ortaya çıkarmış ve

hızlandırmıştır. Bir kentin kentleşme düzeyi, oradaki demografik canlılığa bağlı olduğu kadar kentin kendi çevresine yansıttığı çekiciliğine dayalı olarak da

ölçülebilir (Papadakis, 1997: 36). Dolayısıyla kentli nüfusun büyüme hızı üzerinde, kentin çekiciliği ve demografik canlılığı önemli bir rol üstlenmektedir. (Yüceşahin, 2008: 119)

NÜFUS, İSTİHDAM VE KALKINMA İLİŞKİSİ

Nüfus ve İstihdam

Nüfus, bir toplumdaki ekonomik faaliyet içerisinde üretim faaliyeti ve meydana getirdiği hasıla ile değerli bir hale gelir. Nüfusun, yeni bir katma değer oluşturması ve toplumda, varoluşunun sonuçlarını gösterebilmesi gerekir. Aksi halde, toplumun üzerine ağır bir yük olur ki o zaman nüfus toplumsal

problemlerden biri haline gelir.

Üretim, miktar itibariyle insan gücü kaynaklarını azami derecede değerlendirmek zorundadır. Beşeri kaynakları değerlendirmek, iktisadi değer açısından emek arzını artırmakla mümkün olur. Bunun için, beşeri kaynaklarla maddi kaynaklar arasında dengeyi ve uyumu sağlamak gerekir. (Zaim, 355;2002)

(6)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Optimal nüfus, ülkenin

doğal kaynaklarını mevcut sermaye ile en

iyi şekilde kullanabilecek nüfus

miktarıdır.

İktisadi faaliyetin asıl fonksiyonu, bir toplumda mevcut çok yönlü değerlerin en uygun ve rantabl hale getirilmesidir. İktisat ilmi, en uygun ve en verimli alanlara yönelik insan, makine ve materyallerin koordinasyonunu yapma fonksiyonunu sağlamaktadır. Ekonomik büyümenin temel kaynağını oluşturan beşeri sermaye kavramı, kişinin ya da toplumun sahip olduğu bilgi, beceri, yetenekler, sağlık durumu, toplumsal ilişkilerdeki yeri ve eğitim düzeyi gibi kavramların tümünü ifade etmek için kullanılmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 210).

Neoklasik büyüme teorisinin ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarını

açıklamakta yetersiz kalması yeni çabaları da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda öne çıkan unsurlar ise, neoklasik büyüme literatüründe dışsal kabul edilen

teknolojik değişim ve beşeri sermaye gibi faktörlerin bu süreçteki rollerinden oluşmaktadır. (Ağır,1994: 4)

Nüfus artışının işgücü arzına etkisinin 15 yıllık bir dönem sonrasında ortaya çıkacağı yukarıda belirtilmiştir. Buradan hareketle, 1960-1990 yılları arasında yılda yaklaşık yüzde 2.5 civarında artan nüfusun, 2000 yılına kadar işgücü arzını iyimser bir tahminle yüzde 2 civarında artıracağı kabul edilirse, 1980 yılında 17.8 milyon olan işgücünün 2000 yılında 23 milyona çıkacağı hesaplanmaktadır. Gayri safi milli hasılada 2000-2010 döneminde yıllık yüzde 6.9, 2010-2023 döneminde yıllık yüzde 6.7'lik bir artış beklenmektedir.

Toplam işgücünün 2005 yılında 28.6 milyona, 2010 yılında 32.9 milyona ulaşması, buna karşılık yıllık ortalama yüzde 6'lık bir gelir artışının istihdamda yılda ortalama % 1.5 civarında bir artış yaratacağı varsayılırsa, 2000 yılında 22.8 milyon kişi olan istihdamın, 2005 yılında 26.8 milyona ve 2010 yılında 31.2 milyona ulaşması beklenmektedir. Toplam işgücünün 2010-2023 döneminde 48.7 milyona ve toplam istihdamın 47.3 milyona ulaşması beklenmektedir. (Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi ve Güç İhtisas Komisyon Raporu, 2001)

Nüfus politika ve programlarının kalkınma stratejileri ile bütünleşmesi, ancak nüfusun planlama süreci içinde herhangi diğer bir ekonomik sektör gibi, ayrı bir sektör olarak ele alınması ile mümkün olacaktır. Başka bir ifade ile nüfus, kalkınma planlarının endojen bir sektörü olabildiği ölçüde kalkınma stratejisi ile tutarlılığı sağlanmış olur (Nüfus, Demografi ve Göç Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001: 15)

Nüfusun azlığı ve çokluğu meselesi, bu konudaki denge ve uyum ile ilgili, değişken ve dinamik bir durum arz eder. Dengeyi sağlamak için bir yandan maddi kaynakları geliştirmeye çalışırken, diğer yandan beşeri kaynakların miktarını, yapısını ve evsafını buna göre belirlemek ve elde edilmek istenen sonuçlara göre bir strateji ve politika uygulamak icap eder (Zaim, 2002: 356).

Bu bilgilerden çıkan sonuç, nüfusun tek başına ne olumlu; ne de olumsuz bir faktör olmadığı; kalkınma programları ile bir arada düşünülüp, planlandığında daha farklı bir anlam ve güç kazandığıdır. Dolayısıyla, nüfusu; bu olayla ilişkili konu ve meseleler ile birlikte düşünmek ve değerlendirmek gerekmektedir.

Nüfus ve Kalkınma

Ülke nüfusunun, ülkenin ekonomik kaynakları ile dengeli olması gerekir. Bu dengeyi sağlayan nüfusa, optimal nüfus denir. Optimal nüfus, ülkenin doğal kaynaklarını mevcut sermaye ile en iyi şekilde kullanabilecek nüfus miktarıdır.

(7)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Nüfus, ülke işgücünün kaynağıdır. Bu sebeple, ekonomik kalkınmanın insan

temelini oluşturur.

Ekonomik teoriler ise olaya geçim kaynakları-insan sayısı açısından bakmaktadırlar. Ekonomik teorilerin öncüsü olarak R. Malthus görülmektedir.

Malthus’a göre tarımsal üretim nüfus artışını yakalayamamaktadır. Ancak daha sonra Malthus’un haklı olmadığı ortaya çıkmıştır. ( Yanardağ-Özgen, 2003: 11)

Ülkemizdeki kalkınma planları başlangıcından beri, nüfus konusuna hak ettiği değeri vermiştir. Bu süre zarfında Türkiye’deki nüfusun sayısı, yapısı ve değişimi, gelişmekte olan ülke görünümünden gelişmiş ülkelerdeki konuma dönüşmüştür.

Bu bağlamda ölümlülük ve doğurganlıkta görülen ciddi gelişmelerin, yanı sıra çağdaş toplumlarda görülen yerleşim birimleri arasındaki nüfus hareketliliği yani göçler hız kazanmıştır. (Nüfus, Demografi ve Göç Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001: 9)

Kentsel ekonominin sürdürülebilir bir şekilde iyileşmesi, kırsal alanda artan istihdam gücünün eğitilmesine, bölgesel gelir eşitsizliklerinin azaltılmasına, kırsal kentsel göçlerin önlenmesine ve yoksulluğun kaynağına inilerek önlenmesine bağlıdır (Durgun-Çak, 2010: 2).

İstihdamın planlanmasında, bölgeler arası insan niteliğinin bilinmesi ve bir ölçüde bu gücün yönlendirilmeye çalışılması, bir yandan göçün azalmasına imkân sağlayabilir. Diğer yandan ise, bölgesel istihdam ve ekonomik gelişmeyi sağlayıcı bir dinamizmi gerçekleştirebilir. Çalışma çağındaki nüfus miktarı ve nispeti emek arzını tayine kâfi gelmez. Çünkü gelişme çağındaki insanların bir kısmı iş hayatına

katılmak istemez veya katılamaz. Bunlar; hiç çalışmayan ve iş aramayanlar, erken emekli olanlar, öğrenciler, ev hanımları, daimi iş göremez durumdaki hasta ve sakatlar, mahkûmlar ve askerlerdir (Zaim, 2002: 356).

Özellikle genç nüfusun, belirli hedef ve idealler doğrultusunda kültürel bir motivasyon ile yönlendirilmemesi sonucunda, iş hayatına katılımın yeterli veya gerekli bir şekilde gerçekleşmeme ihtimali bulunmaktadır. Böyle bir durumda, işe yarar bir nüfusun varlığı da önemli bir kazanç olamamaktadır.

Sayısal ve niteliksel yönleriyle nüfus, sermaye kaynaklarının kullanımını, özellikle de yatırımların dağılımını ve bir ölçüde de düzeyini, etkiler. Özellikle eğitim, sağlık, barınma ve ulaştırma yatırımları bu çerçevede düşünülmelidir.

Doğum, ölüm ve göç gibi nüfus gelişmelerinin yatırımların dağılımını etkilemesi, öbür yönden de gelişme için gerekli işgücünü sağlayan yönü, kimi zaman nüfusun

“yatırımlara eş bir önem” kazandığı görüşüne yol açmaktadır.(Yanardağ-Özgen, 2003: 1)

Böylece, nüfusun belirleyici bir politika olarak toplum hayatında önemli bir yer ve mekanizma halini aldığını görmekteyiz. Dolayısıyla nüfus ve nüfusa ait özelliklerin, kendileri de birer değiştirici ve etkileyici güç olarak toplum hayatında rol almaktadırlar. Romer (1986) tarafından 1980’lerin sonuna doğru temelleri atılan ve geliştirilen içsel büyüme teorisi, teknolojik gelişmelerin dışsallığını reddetmiş ve bunu modele dahil ederek (içselleştirerek) işe başlamıştır.“Yeni”

büyüme teorisinin diğer bir varsayımı ise, sermayenin getirisine ilişkindir. Neo- klasik büyüme teorisi, sermayenin azalan getirisini kabul ederken, içsel büyüme modelleri beşeri sermayeyi de kapsayan sermayenin artan getirisinin olabileceğini

(8)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Ulusal eylem planlarının

amacı, nüfusla ilgili bütün ulusal kalkınma stratejileri, plan, politika

ve programlarıyla bütünleştirmektir.

ve bu artan getirinin de uzun dönemde büyümeyi azaltmayacağını kabul etmektedir (Sala-i Martin, 1990: 4).

Ekonomistler nüfus artışının etkilerine odaklanırlarken, nüfus arttıkça oluşan yaş dağılımındaki değişimleri göz ardı etmeye yönelmişlerdir. Ancak bu değişimler nüfus artışı kadar önemlidir. Nüfustaki her yaş grubu farklı davranmakta, ayrı ekonomik sonuçlar oluşturmaktadır. Gençler, sağlık ve eğitim alanında yoğunlaşmış yatırımlara ihtiyaç duymakta; orta yaşlı gruplar ise yatırım yapmakta; yaşlılar ise sağlık önlemleri ve emeklilik gelirlerine ihtiyaç duymaktadır. Aslında böyle bir kompozisyon, kişilerin bireysel karar ve kaygılar içerisinde kendilerine toplumda bir yer ve güvence aramalarından kaynaklanmaktadır. Halbuki daha toplumcu ve kolektif bir mantığın ve yaşama felsefesinin yaygınlaşmasıyla, herkesin aynı anda hem üretici hem de yatırımcı hem de geliştirici roller alabilmesine imkan

sağlanabilir.

Geçtiğimiz yıllarda hükümet politika ve programlarının nüfus ve kalkınma konularını ele alacak, insanların seçeneklerini artıracak ve geniş çaplı sosyal

ilerlemeye katkıda bulunacak şekilde nasıl düzenlenip uygulanması gerektiğine dair önemli deneyimler kazanılmıştır. Ülkeyi yönetenlerin ulusal eylem planları aracılığı ile ekonomik büyüme, insan kaynağı, halk sağlığı, üreme sağlığı konularında göstereceği kararlılık, nüfus ve kalkınma ile ilgili programları başarıya ulaştıracaktır.

Ulusal eylem planlarının amacı, nüfusla ilgili bütün ulusal kalkınma stratejileri, plan, politika ve programlarıyla bütünleştirmektir. Ayrıca nüfus ve kalkınma

alanındaki politika ve programların düzenlenmesinde ve uygulanmasında halkın seçilmiş temsilcilerinin ve özellikle parlamenterlerin, ilgili grupların ve bireylerin aktif katılımını artırmak ulusal eylem planlarının diğer bir amacıdır.

NÜFUS ARTIŞ HIZI VE NÜFUSU PLANLAYICI ÇABALAR

Nüfus Artışı ve Muhtemel Sonuçları

Nüfus artışının, birçok olumsuz gelişmelere yol açabileceği noktasında görüşler ve teoriler öne sürülmüştür. Bunlar, genel olarak şu iddiaları dile

getirmektedirler: Nüfus artışı, kentleşmeyi hızlandıracak, böylece yargı organlarının ve kolluk güçlerinin artışını gerektirecek, dolayısıyla güvenlik artışını ve güvenlik harcamalarını artıracaktır. Artan nüfus, suç oranlarının da artmasına, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunlarının da artmasına neden olacaktır. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunların artması anarşiyi körükleyecek, bu ise güvenlik harcamalarının artmasına yol açacaktır.

Eğitim harcamaları, nüfusla yakından ilgilidir. Çok çocuklu bir ailede yüksek öğrenim görmenin kısıtlayıcı şartları kalabalık nüfuslu toplumlar için de geçerlidir.

Hızlı nüfus artışı, eğitim harcamalarını artırmanın yanı sıra eğitimdeki kaliteyi de olumsuz etkileyecektir. Eğitim ekonomik gelişmenin ayrılmaz bir parçasıdır. İyi eğitim görmüş ve yeterli sayıda insan gücü, hızlı bir ekonomik gelişmenin ön şartlarından sayılmaktadır. Nüfus arttıkça, beslenme yetersizliği görülen az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, zaten az olan işgücü verimliliği daha da azalmaktadır.

Beslenme üzerinde, kültür seviyesi, gelir durumu, alışkanlıklar, örf ve adetler,

(9)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Demografi biliminin

temel endişesi nüfus artış hızının devam etmesi halinde dünya kaynaklarının yetersiz

kalacağı idi.

Her ülkenin yaşadığı bir demografi süreci bulunmaktadır ve bu süreç yaklaşık 150-300

yıl arası sürmektedir.

Demografik geçiş kabaca 1900’lü yılların

başı ve sonu arasında dünyanın her yerinde

başlamıştır.

beslenme şekilleri, üretim, ithalat ve verim etkili faktörlerdir (World Bank, 2002:23).

Çocukların toplam nüfustaki azalan payı nedeniyle oluşan düşük bağımlılık oranı, geçici olarak birçok gelişmekte olan ülkede ekonomik büyüme oranlarını artırabilmektedir. Bu nedenle doğum oranları düştükçe bağımlılık oranlarındaki azalmanın etkisi ,“nüfus kâr payı” olarak adlandırılır. Azalan doğum oranları kadınların çocuklarıyla ilgilenmelerine, az zaman harcamalarına ve böylece iş gücüne daha fazla katkıda bulunmalarını sağlar. Kadınların işgücüne geçişi, geçici olarak işgünündeki büyüme oranlarını artırabilmektedir (Gökbunar-Koç, 2009:3).

Nüfusun artışı, her ne kadar çocuk ve gençlerin herhangi bir değer üretmeden toplumsal geliri tüketici bir fonksiyon sağlıyorsa da, ilerleyen zaman içinde bu nüfusun topluma ekonomik ve sosyal bir dinamizm getirdiğini biliyoruz. Belli bir dönemde tüketici olan bu grup, daha sonraki yıllarda üretici bir güç olmanın yanı sıra, düşünce ve becerisi yoluyla ülkenin bilgi ve pratik işleyişine yeni hareketlilikler getirebilecek durumdadır. Fakat böyle bir noktada da, bu dinamik gücün iyi bir şekilde yönlendirilmesi ve planlanması gereği ile karşı karşıya kalmaktayız.

19. yüzyılda gelişmeye ve olgunlaşmaya başlayan demografi biliminin temel endişesi o dönemdeki nüfus artış hızının devam etmesi halinde dünya

kaynaklarının bir dönem sonra yetersiz kalacağı idi. Bugün bu endişe çok yersiz çıkmıştır. Ancak endişe önemli ölçüde uyarıcı olmuştur. 20. yüzyılın tamamında dünya nüfus artış hızı önemli ölçüde yavaşladı (Yaşlanan Avrupa ve Türk nüfus potansiyeli, 2004: 1).

Nüfus artış hızının yüksek olmasının yurtiçi talebi artıracağı, işbölümünü geliştireceği ve teknolojik gelişmeyi özendireceği ileri sürülebilir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde işbölümünün gelişmesi, teknoloji düzeyinin yükselmesi ve ekonomik gelişmenin hızlanmasını belirleyen temel değişken, tüketim talebi artışından çok yatırımlarda ortaya çıkan artışlar olmaktadır. Bu sebeple, ülke gelirinin ne kadar büyük bir kısmı tasarruf edilip yatırımlara yöneltilebilirse, yatırımlar o kadar hızlı artabilir (Göç Özel ihtisas Raporu, 2001:18).

Her ülkenin yaşadığı bir demografi süreci bulunmaktadır ve bu süreç yaklaşık 150-300 yıl arası sürmektedir. Bu sürecin ilk aşamasında ülke nüfusları içinde genç nüfusun payı çok yüksek olmaktadır. Bu dönemde doğurganlık ve nüfus artış hızı çok yüksektir. Daha sonra nüfus artış hızı yavaşlamakta ve bu kez yetişkin nüfus toplam nüfus içinde en yüksek paya ulaşmaktadır. İleriki aşamada ise nüfus artış hızı sıfıra yaklaşmakta, nüfus giderek yaşlanmakta ve toplam nüfus içinde bu kez yaşlı nüfusun payı artmaktadır. Ülkelerin demografik süreçlerinde son aşamada ise bu kez nüfus mutlak olarak azalmaya başlamaktadır. Buna rağmen, nüfusun bu genel eğilimini değiştirecek ve yönlendirebilecek yeni politikalar geliştirilebilir.

Sosyal politika diye adlandırdığımız, bazı tedbirler ile nüfus eğilimleri; daha yapıcı ve toplumsal ve ekonomik yapıyı güçlendirici bir dengeye kavuşturulabilir. Burada, ekonomist ve sosyal bilimcilere önemli görevler düşmektedir.

Demografik yatırımları, nüfusu artan bir ekonomide, kişi başına gelirin aynı kalması için yapılması gereken yatırımlar olarak nitelendirmek de mümkündür. Bu bakımdan, gelişmekte olan ülkelerde yüksek nüfus artış hızının tasarruf oranı ve demografik yatırımları etkileyerek, yatırımları ve sermaye artışını yavaşlatması daha muhtemeldir. Nüfus artışının doğal kaynakların tükenmesine yol açabileceği

(10)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 endişesi, ekonomistleri iki yüzyıldır düşündüren önemli bir sorundur. Teknoloji düzeyi sabit iken nüfus artışının doğal kaynakların tükenmesine ve ekonomik gelişmenin durmasına yol açacağı düşünülebilir. Ancak nüfus artarken ekonomik gelişme ile birlikte teknoloji düzeyinin de ilerleyeceği kabul edilirse, gelişen teknolojinin yeni doğal kaynakların bulunmasına yol açarak uzun dönemde bu kaynakları artırabileceği beklenebilir (Nüfus, Demografi ve Göç Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001:19).

Nüfus, Doğurganlık ve Gelişme

19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. yüzyılın ortalarında tüm dünyada hızlı bir azalma eğilimi kazanan ölüm oranlarına, yaklaşık 40 yıldır, dünya nüfusunun çoğunluğunu etkisi altına alan doğurganlık düşüşü eşlik etmeye başlamıştır. Ölüm oranlarındaki ciddi düşüşler nedeniyle dünya nüfus artış hızı 20. yüzyıl ortalarında yükselmiş fakat daha sonra doğum oranlarının da düşmesiyle tekrar azalma eğilimi kazanmıştır. ‘Demografik geçiş (demographic transition)’ olarak isimlendirilen bu süreç, kabaca 1900’lü yılların başı ve sonu arasında dünyanın her yerinde

başlamıştır (Reher, 2004: 20).

İlk olarak Warren Thompson (1929) tarafından ileri sürülen ancak daha sonra Kingsley Davis (1945 ve 1963) ve Frank Notestein (1953)’in çeşitli yaklaşımlarla geliştirdikleri ‘demografik geçiş teorisi’, 18. yüzyılın sonlarından itibaren tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş yapan gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinin demografik değişim modeli dikkate alınarak formüle edilmiştir (Tandogan, 1998:22; Yüksel, 2007:13).

Çocuk sahibi olmanın maliyetinin artışı ve çocuğun ekonomik değerinin azalışı anahtar bir faktör görevini üstlenerek doğurganlığın çiftler tarafından

sınırlandırılmasında etkin bir güç olmuştur. Aslında böyle bir yaklaşımın arka planında, çocuk sahibi olmanın maliyetinden çok, onun diğer iş ve etkinlikleri sınırlayıcı bir güç olarak görülmüş olması bulunmaktadır. Fakat bir de madalyonun diğer tarafı bulunmaktadır. Burada da, insanı rahatlatıp, duygusal ve sosyal yönünü tamamlayıcı bir özelliğe sahip olan çocuğun, aileye ve çevreye sağladığı manevi potansiyeli düşünmek gerekiyor.

Demografik geçiş, yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının hüküm sürdüğü bir durumdan (geleneksel demografik rejim), doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği ve ölüm oranlarının düşmüş olduğu yeni bir duruma (modern demografik rejim) geçiş sürecine verilen genel bir isimdir (Üner, 1972:71-72;

Allman, 1980:280).

Demografik geçiş olayının, bu derece basit bir şekilde ve sadece doğum azlığı veya çokluğu oranı ile açıklanması, aslında değişik faktörlerin bu olay ile ilgisini görmeyen tek boyutlu bir açıklama olarak söylenebilir. Türkiye’de aile planlaması uygulama düzeyi ile gebeliği önleyici yöntem kullananların ve bu yöntemlere ilişkin bilgisi olanların 60’lı yılların başından itibaren sürekli ve önemli artışlar gösterdiğini ve ülke geneline yayıldığını ifade etmektedir. Özetle, Türkiye’de demografik göstergelerde 20. yüzyıl boyunca görülen sayısal ve oransal değişikliklerin altında, özellikle üreme davranışı konusunda toplumsal bir bilinçlenme süreci ile

sosyoekonomik ve teknolojik gelişmenin yattığı söylenebilir (Yüceşahin, ,2009:9).

(11)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Kadının eğitim

düzeyinin yükselişi ile birlikte kadının asli görevi olarak algılanan

anneliğin önemi sınırlanmıştır.

Günümüzde sorun, aile veya nüfus planlaması adı altında evli çiftlerin aile büyüklüğünü (çocuk sayısını) ekonomik imkânlarına ve bireysel isteklerine göre sınırlayabilmeleri ve doğumlar arasında yine aynı görüşlerle istenen süreleri ayarlayabilmeleri konusudur. Bu bakımdan giderek önemi artan gebeliği önleyici önlemler, nüfus artışını kontrol hedefine yöneltmiş bir nüfus politikasının temel unsurları arasında yer almaktadır. Refah içinde bir hayat yaşamak için nüfus miktarını yörenin şartlarına göre ayarlamak nüfus artış hızını düşürmek soruna çözüm sağlayabilmektedir (Yanardağ-Özgür, Nüfusun Gelişim Süreci, 2003:2).

Aslında Aile planlaması, konusu; Türkiye’de genel ve herkese uygulanabilir bir model olarak sunulmuştur. Bana göre, bu modelin; ailelerin sosyal, eğitim ve ekonomik durumlarıyla orantılı bir şekilde ele alınması ve genel bir model şeklinde değil de kişi ve gruplara has bir biçimde uygulanması, daha doğru olabilirdi. Ayrıca, doğum oranlarını kısıtlayıcı bir yaklaşım yerine, doğumların daha bilinçli; ülke ve aile şartları ile bağlantılı bir şekilde planlamaya çalışmak ve özellikle uluslar arası kuruluşların çizdiği bir plandan çok, kendi milli planlarımız çerçevesinde

gerçekleştirmek, daha faydalı olabilir.

Diğer taraftan gelişmekte olan ülkelerde açıkça deneyimlendiği üzere, kadının eğitim düzeyinin yükselişi ile birlikte erkeklerle eşit haklar elde edişi ve böylece işgücüne daha yoğun katılımı, eskiden kadının asli görevi olarak algılanan anneliğin önemini sınırlandırmıştır. Bu yolla çocuğuna/çocuklarına bakmak için yeterli zaman ayıramayan ve emeğini daha çok aile kazancını artırmaya dönük olarak planlayan modern kadının doğurganlığını sınırlandırmasındaki gerekçe, gözler önüne serilmektedir (Yüceşahin-Özgün, 2009:4).

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, kadının özellikle ekonomik faaliyet yapmasına yönelik açılımlar, onun aile içi görevlerini aksatmasına ve bir toplumun en önemli değeri olan çocuğu doğurma ve yetiştirme gibi temel bir görevi

üstlenememesine yol açmaktadır. Bu yaklaşımda, nüfusun aktörü olan insan gerçeğine, diğer sosyal ve psikolojik ihtiyaç ve arzular bir yana bırakılarak bakılmasının, toplumda ne gibi dengesizlik ve problemler çıkarabileceği gerçeğinden bakılmadığı anlaşılmaktadır.

Nüfus, Sosyal Politika ve Demografi

Gerek yurt içi gerekse yurt dışı göçlerin nüfusun yapısını ve dağılımını

etkilediği göz önünde tutularak, nüfus hareketlerinin yönlendirilmesine ilişkin bazı sosyal politikalar geliştirilmiştir. Hızlı şehirleşmenin yarattığı sorunların

giderilmesine ve şehirler için etkili idari ve çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi dahil olmak üzere çevre, şehirleşme ve yerleşme politikaları yapılmaktadır. Ayrıca göç edilen ve terk edilen ülke arasında, göç edenlerin

haklarını gözeten bir işbirliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir (Güngördü, 2002:1).

Nüfus artışı bir yandan doğrudan doğruya, öte yandan ekonomik gelişme yoluyla kentleşmeye yol açarak, konut, sağlık ve eğitim harcamalarını da etkiler.

Konut ile sağlık ve eğitim harcamaları da ekonomik faaliyeti etkilediği gibi, nüfusun sosyal ve kültürel gelişmesini etkilemektedir. Nüfus artışının işgücü artışına yol açarak ekonomik gelişmeyi olumlu yönde etkilemesi yanında, artan nüfusun kişi başına gelir artışını olumsuz yönde etkilemesi de söz konusudur. Ayrıca, nüfus

(12)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Emekli olduğu halde,

çok farklı mesleklerde dinamik bir şekilde çalışan insanlarımız

vardır.

artışının sermaye birikimi, teknolojik gelişme, işgücü artışı, istihdam ve doğal kaynaklar ile ilişkisini de göz önüne almak gerekmektedir (Göç Özel İhtisas Raporu, 2001:17).

Nüfusun yaş-cinsiyet bileşimi, kamu politikalarının belirlenmesini

etkilemektedir. 2002 yılında dünyadaki ortalama olarak her 3 kişiden 2’si, 15-64 yaş diliminde yani aktif nüfusa dâhil kişilerdir. Aktif nüfusun sayısı ise yaklaşık olarak 4 milyar kişidir. Önümüzdeki 50 yıl boyunca dünyadaki aktif nüfusun 5.7 milyara ulaşması beklenmektedir. 2010 yılında dünyadaki aktif nüfusun toplam nüfus içindeki oranının % 66’ya yükseleceği; 2050 yılında ise gerileyerek % 63’e düşeceği tahmin edilmektedir. Önümüzdeki 20 yıl boyunca aktif nüfus diliminin az gelişmiş dünya ülkelerinde önemli ölçüde büyümesi beklenmektedir (U.S. Census Bureau’dan Gökbunar-Koç, 2009:2)

Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamı içerisindeki nüfusla ilgili dikkati çeken konu, aktif sigortalı başına düşen pasif sigortalı ve bağımlı sayısının yüksekliği ve bu sayının zaman içerisinde gösterdiği artıştır. Pasif sigortalı/aktif sigortalı ve bağımlı nüfus/aktif sigortalı oranlarının yüksekliği ve giderek artması da mali açıdan sosyal güvenlik kurumlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Sosyal güvenlik

kurumlarındaki aktif/pasif sigortalı oranları 1986’dan günümüze farklılıklar göstermektedir. Emekli Sandığı’nda, bu zaman serisi içerisinde aktif sigortalının, kurumdan aylık alan pasif sigortalıya oranla daha düşük bir oranda değişim gösterdiği ve bu durumun da kurumun mali yapısı içerisinde olumsuz etkiler yarattığı bilinmektedir (Gümüş, 2007: 6). Erken emeklilik uygulaması ile kurumların pasif sigortalı sayısındaki hızlı artışa karşılık, aktif sigortalı sayılarının yeterli

derecede artırılamaması sonucunda aktif/pasif sigortalı dengesi bozulmuştur (Banger, 2003:2).

Aslında, Türkiye’de insanların erken yaşta emekli edilmesi ve iş yapamayacak bir şekilde onların boşta bırakılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik bir çöküşe imkân hazırlayıcı bir yaklaşımdır. Emekli olduğu halde, çok farklı mesleklerde dinamik bir şekilde çalışan insanlarımız vardır. Emekli insanları, çok farklı iş alanlarında part-time veya yan hizmetlerde çalıştırmak ve hatta danışmanlık gibi konularda kendilerinden faydalanmak mümkündür. Böyle bir durumda, onların sadece tüketici değil, aynı zamanda üretici olmalarına imkân verilmiş olacaktır.

Erken emeklilik uygulaması, sosyal güvenlikte yaşanan krizin başlıca nedenlerinden birisidir. Emeklilik yaşının düşüklüğü, ülkemizde sosyal güvenlik kurumlarının aktüeryal dengelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Gelişmiş ülkeler, artan bağımlılık oranlarına tepki olarak birkaç politika değişikliği yapmışlardır. Bu değişiklikler göç yasalarında liberalleşme, yüksek doğum oranlarını teşvik etme, vergi oranlarını yükseltme, emekli aylığı ve sağlık kârlarını azaltmayı içermektedir.

Emeklilik için yüksek göç kabul etme politikası, bazı ülkelerde önem

kazanmaktadır. Örneğin; ABD 65 yaşındaki ve üzerindeki insanların 15-64 yaşları arasındaki insanlara oranını korumak için yeni göçmenlerin sayısını yıllık 1.25 milyondan 12 milyona çıkarmak zorundadır (Richard’dan Gökbunar-Koç, ,2009:4).

Bu politika da gösteriyor ki doğum oranlarını azaltmak suretiyle, ekonomik hayata dinamizm kazandırdığını düşünen batılı ülkeler, mevcut nüfusun yaşlanması ve emekliye ayrılmasının arkasından, başka ülkelerden göç yoluyla genç nüfusu

(13)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Göç; kalkışılan yer ile

göç edilen mekânların yapısında ciddi

dönüşüm ve gelişmelere yol

açmaktadır.

ülkelerine almaya çalışmaktadırlar. İlk bakışta daha avantajlı görünen bu durum, göçmenlerin yerli toplumla olan entegrasyonları, yeni gelenek ve dinî beklentiler, kültürel manada uyum problemleri gibi çeşitli problemler ile bu ülkelerde sıkıntılara yol açmakta ve doğumu engelleyerek ortadan kaldırılması düşünülen problemler, değişik şekilde tekrar ortaya çıkmaktadır.

NÜFUS, GÖÇ VE ÇEVRE DENGESİ

Göç Sebebiyle Nüfus Hareketlilikleri

Nüfus hareketliliğinin ilki, kentsel alanların kırsal alanları sarf ederek kademeli artışlar ve/veya genişlemeler göstermesidir. Nicel olarak bu artışları veya

genişlemeleri belli bir zaman diliminde kentsel merkezlere dönüşen kırsal merkezlerin sayısından ve kentsel nüfusun nispi ve toplam düzeylerde elde ettiği artışlardan anlamak mümkündür (demografik büyüme). İkincisi, kentlerin zamanla kademeli olarak ve çeşitli biçimlerde elde ettiği farklılaşmalardır (sosyoekonomik değişim).

Bu noktada sözü edilen farklılaşmayı kentsel nüfusa ait zaman ve sosyo- ekonomik değişim şemasının çözümlemelerinden anlamak mümkündür. Bu şema üzerinde ekonomik açıdan endüstrileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak yeni teknolojilerin girişi, yeni yatırım yolları (ve pazarları) ile yeni kuruluşların ve tersiyer sektör üretiminin ortaya çıkışı etkilidir. Diğer taraftan şema üzerinde, sosyal

açıdan, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan ve bireylerin ya da sosyal grupların yeni davranış ilgilerini biçimlendirmeye yönelik nicel ve niteliksel faktörler dizisi (sosyal modernizasyon) de rol

üstlenmektedir (Darkot, 1956: 93; Karaboran, 1989:98; Keles, 1998: 80; Keles, 2004: 22).

Küçük yerleşim birimlerinden kentlere yapılan bu göçler, ekonomik, sosyal veya politik sebeplere dayansa da, ciddi bir nüfus akışının meydana getirdiği çok yönlü problemleri bünyesinde barındırmaktadır. İster ekonomik temelli, isterse sosyal ve siyasi sebepli olsun, göç; kalkışılan yer ile göç edilen mekânların yapısında ciddi dönüşüm ve gelişmelere yol açmaktadır. Böylece kentleşmenin yapısal boyutlarının yanı sıra, zaman içindeki bir değişmeyi farklı (demografik, ekonomik ve sosyal) açılardan anlatan bir süreç olduğu ifade edilebilir (Kılınç, 2005:1).

Demografik hareketliliğin en belirgin sonucu olan kentleşme olayını, sadece;

ekonomik ve teknolojik faktörlerin bir toplamı olarak açıklamaya kalkışmak ve bu olayın başlatıcısı ve sonuçlarını, sosyal ve kültürel faktörleri dışarıda bırakarak düzenlemeye çalışmak da son derece hatalıdır. Günümüzde, şehir hayatına gelişigüzel yığılmış insan kitlelerinin, ne denli ciddi problemlerle karşılaştıklarını ve acımasız, duyarsız kimliklere büründüğünü sürekli görmekteyiz.

Göçleri bünyesinde toplayan ve onları en uygun ve ölçülü bir şekilde kontrol edip yönlendiren mekanizmaların eksikliği sebebiyle, herhangi bir sisteme bağlı olmayan bu insan yığınları, sektörlerin işleyiş düzeninden, toplum içi sosyal ilişki ve çatışmalara kadar bir yığın problemi gündeme getirmektedir. Büyük şehirlerde yüksek orandaki nüfus artışı da kayıt dışı istihdamla ilişkilidir. Kontrolsüz bir biçimde göç alması bu şehirlerde nüfus artışına neden olmaktadır. Göç alan

(14)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Kentler, kendi

ekonomik ve sosyal kapasitelerinin üstünde

insan baskısına uğraması, kente yeni

sosyal sorunlar açmaktadır.

Çevrenin çeşitli imkânlarının kullanılması ve değerlendirilmesi noktasında, nüfusun

belirleyici ve dönüştürücü etkisi

bulunmaktadır.

kentlerde, istihdam edilebilecek üretim kapasitesinin çok üzerinde nüfus fazlası oluşmaktadır. Emek talebi, kentlerde büyüyen sanayi üretiminin sonucu olarak ortaya çıkmadığından, yoğun olarak devam eden göçler, göç eden kitlelerin, işsiz kalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla aşırı düzeyde artan işgücü enformel istihdamın kaynağını oluşturmaktadır (Keleş, 2000:52).

Kentler, kendi ekonomik ve sosyal kapasitelerinin üstünde bir insan kesiminin baskısına uğraması, kente yeni sosyal sorunlar açmaktadır. Bunların başında, kent yoksulluğu kavramı gelmektedir. Sanayileşme ve kentleşmeye bağlı göç

hareketleriyle kentlerde yoğunlaşan nüfusun, iş edinme ve yaşam koşullarının iyileştirme olanaklarının daralması, kentsel yoksulluğun temel nedenlerindendir (T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 2009).

Özellikle, işsiz kesimlerin çalışmak mecburiyetinde olması, bazı işverenleri ucuz işçi çalıştırmak arzusu ile kayıt dışı istihdama yöneltmekte ve bu insanlar, böyle bir duruma mahkûm olmaları sebebiyle, ekonomiye katkısı olmayan gruplar halinde varlıklarını açlık sınırında sürdürmek durumunda kalmaktadırlar. Kayıt dışı istihdam, kayıt dışı ekonomiyle beraber artmakta, devletin yarattığı paylardan yararlanmaktadır. Ancak, devlete vergi, harç gibi herhangi bir katkıda

bulunmamaktadır. Ekonomik olarak kayıplara yol açarak ortaya çıkan işsizlik, sadece üretim ve geliri düşürmekle kalmamaktadır (Durgun-Çak, 2010:6).

Hızlı şehirleşmenin yarattığı sorunların giderilmesine ve şehirler için etkili idari ve çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi dahil olmak üzere çevre, şehirleşme ve yerleşme politikaları yapılmaktadır. Ayrıca göç edilen ve terk edilen ülke arasında, göç edenlerin haklarını gözeten bir işbirliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir. I. Beş Yıllık Kalkınma Planında bölgesel gelişme, daha sonraki kalkınma planlarında şehirleşme, merkez köyler ve köy-kent projeleri önem kazanmıştır. Bugün ise iç göçü önlemeye yönelik istihdam ve üretim politikaları üzerinde yoğun bir şekilde çalışma yapılmakta ve köylere götürülen hizmetler artırılmaktadır. Ayrıca ülkemizin ihtiyaçlarına uygun bir iskan politikası üzerinde çalışma yapılmaktadır (Güngördü, 2002:6).

İnsanların ağırlıklı olarak iş bulma ve hayat şartlarını geliştirmek için, büyük kentlere göç ettiğini söyleyebiliriz. Fakat hiçbir araştırıcı, sadece ekonomik sebeple insanların göç ettiklerini söyleyemez. Kentlerin, sosyal ve kültürel yönü, kırdan gelen insanları fazlasıyla cezbetmekte ve onları memleketlerine dönme konusunda engelleyebilmektedir. Adı geçen bu konular, olayın sadece ekonomik faktörler çerçevesinde gerçekleşmiş olmasından kaynaklanmasının sonucudur. İdari, sosyal ve kültürel faktörlerin ışığında, sanayileşme ve kentleşme hareketlerinin

gerçekleşememesi, insan denilen süjenin çeşitli objeler yoluyla kavranmasını ve yönlendirmesini güçleştirmekte ve çok yönlü problemlere yol açmaktadır.

Nüfus ve Çevre İlişkileri

Nüfus ve çevre arasında karşılıklı bir etkileşim mevcuttur. Bu etkileşim sosyal ve ekonomik nitelikli ara değişkenler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Nüfusun büyüklüğü, dağılımı ve artış hızı, sosyoekonomik faktörler, toprak ve gelir dağılımı üzerinde etkili olmakta, bunlar da doğal kaynakların kullanımını hacim ve verimlilik olarak (üretime dönüşme oranı) etkilemektedir.

(15)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Kentleşme ile birlikte

çevre problemlerinin artışını, kent misyonu ve kültürünün yanlış veya eksik felsefeler üzerine kurulmasıyla

izah etmek mümkündür.

Çevrenin çeşitli imkânlarının kullanılması ve değerlendirilmesi noktasında, nüfusun belirleyici ve dönüştürücü etkisi bulunmaktadır. Doğal kaynakların

muhafazası veya bilinçsizce harap edilmesi, nüfusun sahip olduğu değer yargılarına göre değişebilmektedir. Nüfus ve kalkınmaya ilişkin veri toplama ve bu verilerin incelenmesi, ilgili politika ve program geliştirmenin temelidir. Nüfus

araştırmalarının farklı amaçları vardır. Bu tür araştırmalar nüfusla sosyal çevre ve ekonominin karşılıklı ilişkisinin anlaşılması ve önceden görülebilmesi ve program geliştirme, uygulama, izleme ve değerlendirmenin iyileştirilmesi için gerekli zemini hazırlar. Yaş, cinsiyet, etnik durum ve farklı coğrafi bölgelere göre sınıflandırılmış bilgileri kullanarak kalkınma stratejilerini oluşturmada yardımcı olur. Düzenli veri toplanması ve incelenmesi, uygulanması ve tam kullanımı, politik kararlılığı ve anlayışı sağlamaktadır.

Çevrenin planlanması ve çevre faktörlerinin dengelenmesi nüfusun bilgi, bilinç ve yaşama felsefesiyle büyük ölçüde bağlantılıdır. İnsanın yaşadığı çevre, onun kültürel ve sosyal gelişmişliğinin ölçüsü olmaktadır. Nüfus ve tüketim talebi, yalnızca sınırlı olan doğal kaynakların aşırı kullanımına yol açmakla kalmayıp, ara değişken olan çevreye zararlı teknoloji atıklarına, kirletici çevre kullanımına, ticari istismarlara yol açmaktadır. Bu genel çerçeve içinde nüfus ve çevre arasındaki ilişkinin sistemi kendine has bir formülle yapılmaktadır (Nüfus, Demografi ve Göç Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001:23).

1950 yılında dünya nüfusunun % 29’u kentlerde otururken 2000 yılında bu oranın % 55’e ulaştığı, 2025’te ise bu oranın % 60’ı geçeceği tahmin edilmektedir.

Ülkemizde 1938’de şehirleşme oranı % 23.5 iken, 1985’te % 53’e, 2006 yılında ise

% 60’ın üzerine çıktığı sanılmaktadır. Büyüyen ve sanayileşen kentlerde toprak, su ve hava kirliliği sorunları artmaktadır. Kentlerin artık ve atıkları, derelere, nehirlere ve denizlere bırakıldığından büyük çevre sorunları ortaya çıkmaktadır (Kiziroğlu, 2004:215).

Dünyanın yıllık nüfus artışı % 1.7 olduğuna göre 35 yıl içinde bir kat

artacağından, 35 yıl sonra en az günümüzdeki kadar ev, okul, hastane, fabrika ve işyerini yeniden açmak ve inşa etmek zorunda olduğumuzu bilmek durumundayız.

Şu anda bile insanlığın yarısının açlık ve kötü beslenme sorunuyla karşı karşıya kaldığı hatırlanırsa, sürekli ve hızla artan nüfusu 45-50 yıl sonra beslemenin güçlüğü hatta imkânsızlığı ortadadır. Hızlı nüfus artışı doğal kaynaklarımızı yok etmekle kalmayıp, çevrenin kirlenerek bozulmasına neden olmakta ve insanlığın geleceğini tehlikeye düşürmektedir (Campbell, 1995; Gökdayı, 1997).

Kentleşme ile birlikte çevre problemlerinin artışını, kent misyonu ve kültürünün yanlış veya eksik felsefeler üzerine kurulmasıyla izah etmek

mümkündür. İnsanın yapıp etmeleri, yaşama kültürü ve çalışma felsefesi gibi temel konular, çevre problemlerinin varlığında en temel faktör olarak kendisini

hissettirmektedir. Dolayısıyla çevre problemleri ile yaşama kültürü arasındaki bağ, demografik eğilimler ile birlikte düşünüldüğünde, ortaya kapsamlı gelişmeler çıkmaktadır. Dünya doğal enerji kaynakları ve doğal alanlarının aşırı ve bilinçsizce kullanımından vazgeçilemediği ve kaynakların eşit paylaşımı sağlanamadığı sürece, sorunların artarak devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir. En güzel olanı, doğanın kendi döngüsü içerisinde temiz kalacağı nüfus miktarının üzerine çıkmamak ve çevre olmadan yaşamın mümkün olamayacağı bilincinin insanlar

(16)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Kentlerin cazip

merkezler haline gelmesi, nüfusun yoğunlaşmasına yol

açmıştır.

tarafından benimsenmesini sağlamaktır. Ülkeler, hiç zaman kaybetmeden insanın geleceğini etkileyen bu acil çevre sorunlarını birlikte çözmek zorunda olduklarını görebilmelidirler (Akın, 2007:25).

NÜFUS ve KENTLEŞME VE DEMOGRAFİK DÖNÜŞÜM

Nüfusun Kentleşmeyle Nitelik Değiştirmesi

BM’in raporuna göre 2030’da dünya nüfusunun 2 milyar daha artacağı öngörülürken bunun 1,9’unun Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın kentsel alanlarına yerleşeceği düşünülmektedir. Böyle bir ortamda daha önemli hale gelecek kent kavramını tanımlama için yapılan çalışmalarda farklı yöntemler kullanılmakta olduğu bilinmektedir. Bölgesel olarak nüfus dağılımını belirlemek için; nüfus yığılmalarını gösteren uydu görüntüleriyle, nüfus sayım verilerini birleştiren projeler yürütülmektedir. Örneğin, GRUMP Projesi1 (Küresel Kırsal Kentsel Haritalama Projesi) şehirlerin içinde ve dışındaki nüfus dağılımı için şehirleri, gece görüşlü uydu görüntüleri ve sayım bilgileri ile tanımlamaya çalışmaktadır (Durgun- Çak, 2010:3).

Kentlerin yıllık ortalama nüfus artış hızı yükseldikçe daha fazla göç yoluyla nüfus çekim merkezi haline gelebildiği bir gerçektir. Doğal olarak nüfus artış hızına göre çok yüksek ve yüksek düzey kentleşme gösteren kentler, doğal nüfus

artışlarının yanı sıra yüksek oranlarda göç almaktadır. Oysa orta ve düşük düzeyli kentleşme gösterenler daha zayıf nüfus hareketliliğine sahiptir. Diğer taraftan negatif düzeyli kentler yoğun olarak nüfusunu göç yoluyla başka yerleşmelere kaptıran merkezler konumundadırlar ve bu kentler ulusal-hiyerarşik-kentsel ağ içinde en geridedirler (Papadakis, 1997:5-6).

Kentlerin cazip merkezler haline gelmesi, nüfusun yoğunlaşmasına yol açmıştır. Kentler, ayrıca cazip imkân ve şartları ile toplumların çekim merkezleri haline getirmektedir. Bu haliyle, ihtiyacın dışında; bazı kesimlerin kentlerin cazip yönlerine bakarak şehirlere doğru yöneldikleri görülmektedir. Türkiye son elli yıldır hızlı bir kentleşme süreci yaşamaktadır. Özellikle 1980’li yıllarda hız kazanan kırdan kente göç olgusunda itici, çekici ve iletici olmak üzere baslıca faktör rol

oynamaktadır. Bunlardan; geçim sıkıntısı, ek gelir ihtiyacı, eğitim, sağlık ve iş alanlarının yetersizliği gibi unsurlar kırsal kesimdeki “itici faktörler”i oluştururken;

daha iyi eğitim ve sağlık olanakları, iş bulma ümidi, modern hayat tarzına duyulan özlem ve daha iyi yaşama arzusu gibi unsurlar da kentlerdeki “çekici faktörler”i oluşturmaktadır.

İtici ve çekici faktörler arasındaki ilişkiyi ise, (aracı olan ya da kolaylaştıran anlamında) “iletici faktörler” sağlamaktadır. 1950’li yıllardan itibaren, karayolu ağının yaygınlaşmasına paralel olarak, en ücra köylere kadar Türkiye’nin hemen her yerinden başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere günübirlik ulaşım olanağının ortaya çıkması iletici faktörlerin başında gelmektedir. Kentlere daha önce göç etmiş kişilerin arkadan gelenlere ev ve iş bulmada yardımcı olmasını içeren hısımlık ve hemşerilik bağları ise ikinci önemli faktördür. Bunların dışında iletişim ve haberleşme imkânlarının gelişmesi, özellikle internetin yaygınlaşması, gazete ve

(17)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Görüleceği gibi, çok

yönlü talep, arayış ve ihtiyaçların bir kompozisyonu olan demografik hareketlilik,

birçok ekonomik, psikolojik, sosyal ve

siyasi sebebi taşımaktadır.

Kentler, nüfusları barındırmak üzere, çok

büyük alanlara yayılarak, insanların bir

anlamda yabancılaşmasına sebebiyet vermektedir.

televizyonların etkisi vb. hususlar da diğer iletici faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır (Yılmaz, 2007:1).

Görüleceği gibi, çok yönlü talep, arayış ve ihtiyaçların bir kompozisyonu olan demografik hareketlilik, birçok ekonomik, psikolojik, sosyal ve siyasi sebebi bünyesinde taşımaktadır. Bu taleplere, çeşitli imkân ve fırsatların eklenmesi ile nüfusun hareket imkânı, geçmiş yıllara göre fazlasıyla artmıştır. Hiyerarşik bir yapılanma ile oluşmuş mekân örgütlenmesini ifade eden kademelenme, genel olarak yerleşmelerdeki kolaylıklar, sermaye birikimi, yatırımlar ile yerleşmelerin ulaşılabilirlik ve işlevsel özelliklerindeki farklılıklardan kaynaklanmakta ve zamanla bütün bunlara paralel bir değişim sergilemektedir (Çiçek, 2005:323).

Bu anlamda kentleri demografik, ekonomik ve sosyal anlamda yeniden biçimlendiren süreçler, toplam nüfus içinde kentsel nüfus oranındaki artışı, tarımsal nüfusun tarım dışı nüfusa dönüşümünü, kent ölçeklerinin genişlemesini (alansal büyüme), kırsal alanlarda yeni kentlerin oluşumunu ve kentsel ekonomi ile kentlileşmeyi (kentsel hayat biçiminin yaygınlaşması) ortaya çıkarmış ve

hızlandırmıştır. Bu noktada yukarıda açıklanan süreçler bağlamında Türkiye’de nüfusun demografik, ekonomik ve sosyal özelikleri çerçevesinde kentsel yerleşme sisteminin ve kentlerin bu özelliklere göre kademelenmesinin belirlenmesi önem kazanmaktadır (Yüceşahin-Özgür, 2008:10).

Kentler, belirli özellikleri sebebiyle; nitelik değişimine uğramakta ve böylece farklı boyutlara ulaşmaktadırlar. Kentler, nüfusları barındırmak üzere, çok büyük alanlara yayılarak, insanların bir anlamda yabancılaşmasına sebebiyet vermektedir.

Kentler; böylece kendilerine has yaşama biçimleri, ekonomik yapı ve özellikler kazanmak suretiyle, kırsal hayatın özellikleri ve sahip oldukları çeşitli değerlere de bir ölçüde yabancılaşmaktadır.

Avrupa’da Demografik Dönüşüm

Geniş Avrupa kıtası demografi sürecinin son aşamasına girmektedir. Uzun vadeli nüfus projeksiyonları son aşamanın da oldukça uzun süreceğini

göstermektedir. Avrupa kıtasında yer alan ülkeleri ve Rusya ile Ukrayna gibi çevre ülkeleri de kapsayarak hazırlanmıştır. 23 ülkenin tamamında 2050 yılına kadar olan dönem için mutlak nüfus azalışları ve nüfusta yaşlanma öngörülmektedir. Avrupa kıtası için 2000-2050 arasında oluşan bu trendin daha da uzun süreceği

öngörülmektedir. Nüfus ve demografi trendlerinin sonucu olarak bu ülkelerde ekonomik ve sosyal faaliyetler ile ekonomik talepler nitelik değiştirmeye

başlayacaktır. Avrupa kıtası nüfus politikaları içinde iki önemli ve stratejik karar ile karşı karşıyadır. Birincisi temel ekonomik ve sosyal faaliyetler için yetişkin nüfus açığının nasıl kapatılacağıdır. İkincisi ise demografik trend içinde en erken 200 yıl sonra başlayacak olan nüfus artışı daha öne çekilmeli mi ve çekilmeli ise bu nasıl sağlanacaktır?

Avrupa Birliği bu amaçla kapsamlı bir göçmen politikası üzerinde

çalışmaktadır. Avrupa’nın demografik ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı bu göçmen politikası ile belirlenmiş olacaktır (Yaşlanan kıta Avrupa, 2004:2).

(18)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Demografik dönüşüm,

sosyal ve ekonomik talep ve arayışların sonucu olarak harekete

geçmekte ve toplumların tüm hayatını etkileyici bir noktaya ulaşmaktadır.

Birleşmiş Milletler’in, yaptığı çalışmada(2005), demografik dönüşümün dört faktörden kaynaklandığı belirtilmektedir. Bunlar:

 Gelir düzeyinin artması

 Sağlık harcamalarının artması

 Teknolojideki gelişmeler

 Sosyal ve kültürel alandaki gelişmeler olarak gösterilmektedir.

İkinci dünya savaşından sonra demografik dönüşüm kavramı özellikle 1950’lerde ve 1960’larda sosyolojik konularla birlikte ele alınmış, sosyal evrim teorisiyle birlikte geniş kapsamlı olarak incelenmeye başlanmıştır. 1970’lerde demografik kültür, bölgesel yapılar ve ev ekonomisi kavramlarının incelendiği modeller ortaya konmuştur (Friedlander ve digerleri’nden), Seyhun, 2006;19).

Demografik dönüşüm, görüldüğü gibi; sosyal ve ekonomik talep ve arayışların sonucu olarak harekete geçmekte ve toplumların tüm hayatını etkileyici bir noktaya ulaşmaktadır. Üstelik bu dönüşüm bölge ve ülke içi şartların da ötesine taşarak, uluslararası bir niteliğe ulaşarak gelişimini sürdürmektedir. Dolayısıyla, demografik faktörler, yerel sınırları aşan bir ölçeğe ulaşmış ve çok farklı faktörlerin bileşimi olarak karşımıza çıkmıştır. 1950’lerde İkinci Dünya Savası’ndan sonra hızlı bir şekilde artan doğum oranları ve düşen ölüm oranlarının etkisiyle demografik dönüşümde ciddi değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Nüfus artış hızı eğilimi 2000’li yıllara geldiğinde tersine dönmüştür. Sağlık alanındaki büyük gelişmelerle ortalama yaşam süresi uzamıştır. Doğum artış oranlarının düşmesiyle Avrupa Birliği ülkelerinde demografik dönüşümden kaynaklanan yaşlanma süreci hız kazanmıştır.

Demografik dönüşümün en önemli etkisi 65 yasın üzerindeki nüfusun

yükselmesi sonucu, yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranının artması olarak değerlendirilmektedir. Yaşlanmanın etkisi, dünyada coğrafi bölgelere ve gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar göstermekle beraber en yoğun şekilde Avrupa Birliği (AB) ve Japonya’da görülmektedir (Seyhun, 2005:13).

Demografik dönüşüm, dünyadaki yüksek doğum ve ölüm oranlarının tarihsel süreçte azalarak düşük doğum ve ölüm oranlarına ulaşmasını ifade etmektedir. Söz konusu süreç, 1800’lerin başında Avrupa’da sanayileşmenin başlaması ile ortaya çıkmıştır. 2100 yılında ise bu sürecin biteceği tahmin edilmektedir (Lee, 2003: 13).

Demografik dönüşümde yaşlı kesimlerin daha uzun yaşaması, doğum ve ölüm oranlarının azalması, nüfusun sayısal niteliğinde bir hareketliliğe yol açıyorsa da, önemli olan nüfusun kalitesi ve iş yapabilme noktasındaki nitelik artışıdır. Bu da, toplumların hayatlarındaki verimliliği etkileyen ve toplam hâsılanın artışına yol açabilecek önemli bir değerdir. Avrupa’da doğum artış oranlarının düşmesi ve yaş ortalamasının artmasının etkisi, istihdamın 2010 yılından sonra azalmaya başlaması ve bakmakla yükümlü olunan kişi sayısının yükselmesiyle birlikte iş gücü

piyasalarında artan bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Bu amaçla, Avrupa’da istihdam seviyesini korumak için gerekli çözüm yollarından birinin göç olduğu kabul edilmektedir.

(19)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Türkiye’de genç nüfus,

uzun yıllardan beri Avrupa’ya iş bulmak veya daha rahat hayat

şartları için göç etmektedir.

Aile sistemi modelinde, batıya özenen modernleştirici anlayışların yeniden

gözden geçirilerek;

sosyal ve ekonomik yönü itibarıyla artı değerler taşıyan geniş aile modelinin yeniden

tartışılmaya açılmasında yararlar

bulunmaktadır.

Türkiye’de Demografik Dönüşüm

Türkiye ve Avrupa’daki nüfus ve demografi trendleri taban tabana zıt olmakla birlikte ortaya çıkan ihtiyaç önem kazanmaktadır. Avrupa’nın önümüzdeki

dönemde ihtiyaç duyacağı dışarıdan nüfus (göçmen) desteğinin en önemli kaynağı yakın ülkeler içinde Türkiye ve K. Afrika ülkeleri olacaktır. Diğer yakın komşu ülkelerde de mutlak nüfus azalışı öngörülmektedir. Avrupa’nın ihtiyacı iki

yöndendir. Hem işgücü açığının kapatılması hem de nüfusun yenilenmesi. Türkiye genç ve yetişkin nüfusu ile bu ihtiyaçları karşılama potansiyeline sahip bir ülke konumundadır. Ancak bu kez ihtiyaç duyulan nüfusun yetişmiş ve kaliteli nüfus gücü olması gerekecektir (Yaşlanan Kıta Avrupa, 2004:2).

Türkiye’de genç nüfus, uzun yıllardan beri Avrupa’ya iş bulmak veya daha rahat hayat şartları için göç etmektedir. Fakat bu kesimlerin; beklediği hayat ve iş imkânlarını gereği gibi bulduğunu söylemek zordur. Birçoğu, ağır ve uzun iş şartları içerisinde, tatmin edici mali imkânlara sahip olmaktadır. Fakat diğer yandan;

sosyal ve kültürel anlamda, huzurlu ve mutlu bir hayatı yaşadıkları söylenemez.

2000 yılından 2025 yılına kadar nüfus artış hızının yavaşlamasıyla, genç nüfusun oranının azalacağı ve genel nüfus bağımlılık oranları ve genç nüfus bağımlılık oranlarının gerileyeceği öngörülmektedir. 2025-2030 yılları arasında genel nüfus bağımlılık oranı sabit kalırken genç nüfus bağımlılık oranının arttığı ve yaşlı nüfus miktarının artmasıyla yaşlı nüfus bağımlılık oranlarının yükseldiği görülmektedir.

2040-2070 yılları arasında nüfus bağımlılık oranları dalgalanacaktır (Seyhun, 2006:35).

Aile planlaması konusu, Türkiye’nin gündeminde uzun yıllardan beri devam eden bir konudur. Fakat bu konunun; Türkiye’nin nüfus grafiği ve sosyal değer ve gelenekleri açısından olması gerektiği bir şekilde gerçekleştiğini söylemek zordur.

Aile planlaması danışmanlığı, doğum öncesi bakım ve güvenli doğum, emzirme, bebek ve anne sağlığı, kısırlık ve düşüğün önlenmesi, üreme yolları

enfeksiyonlarının tedavisi, cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili hizmetlerin tümüne üreme çağındaki nüfusun ulaşabilmesi sağlanmalıdır. Bu da sağlık hizmeti maliyetinin toplumca erişilebilir olmasına bağlıdır. Aile yapısında kişilerin

birbirlerini tamamlayıcı ve destekleyici geniş aile sistemi yapısı, günümüzde yeniden gündeme gelebilecek artı değerler taşımakta ve fertlerin kişisel yüklerini azaltıcı ve bilinç seviyelerini yükseltici özelliklere sahip görünmektedir. Yaşlılarla ilgili en önemli politika (birden fazla kuşağın bir arada yaşadığı aile yapısını da teşvik etmeyi sürdürerek) artan sayıdaki güçsüz yaşlıya uzun vadeli destek ve hizmet götüren sosyal güvenlik sistemlerini geliştirmektir. Yaşlıların toplumsal yaşama katılımlarının sürekliliğini kolaylaştırmak için kendilerine güvenleri arttırılmalıdır (Göç Özel İhtisas Raporu, 2001:27).

Aile sistemi modelinde, batıya özenen modernleştirici anlayışların yeniden gözden geçirilerek; sosyal ve ekonomik yönü itibarıyla artı değerler taşıyan geniş aile modelinin yeniden tartışılmaya açılmasında yararlar bulunmaktadır. Türkiye nüfus artış hızı 1950 yılında yıllık % 2.7 iken 2004 yılında % 1.4 düzeyine

gerilemiştir. 2050 yılında ise nüfus artış hızı sıfır düzeyine gerileyecektir (DİE, 2005). Doğum oranlarındaki düşüş, yaş kompozisyonunu ciddi bir şekilde

değiştirmektedir. Doğum oranları 1950-1955’te 1000’de 69 iken 2004 yılında ‰ 19 düzeyine gerilemiştir. Diğer taraftan Türkiye’nin toplam nüfusunun 2050’den sonra

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin ülkemizde Dokuzuncu Beş yıllık Kalkınma Planı’nda Gelir Dağılımının İyileştirilmesi, Sosyal içerme ve Yoksullukla mücadele başlığı altında yoksulluk

The suspension will be deleted by the end of 2021, unless a request for prolongation will be issued (pursuant to Commission communication OJ C 363, 13.12.2011, p. 6.) in due time

2005 yılına göre %20 oranında artış gerçekleşen NPK gübre tüketimi ise 2015 yılı itibari ile yaklaşık 184 milyon ton olarak gerçekleşmiş olup; Çin 51 milyon tonluk

The suspension will be deleted by the end of 2021, unless a request for prolongation will be issued (pursuant to Commission communication OJ C 363, 13.12.2011, p. 6.) in due time

ve beklentileri iyileştirmekti. Uygulanan liberal politikalar yerini sıkı bir devlet müdahalesine bıraktı. Daha önce yürürlükten kaldırılan Millî Korunma Kanunu

Otomotiv Sanayinin 2013 yılının ilk 6 ayında ülkelere göre ihracat değerlerini incelediğimizde, Almanya’ya gerçekleşen ihracatın yaklaşık %3 oranında azalarak 1,482

Ayrıca 24/12/2015 tarihli ve 29572 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 464 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile de 2015 ve müteakip yıllarda

Otomotiv sanayinin 2015 yılının ilk 10 ayında ülkelere göre ihracat değerlerini incelediğimizde, Almanya’ya gerçekleşen ihracat %11 oranında azalarak 2,742