• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE TÜRKİYENİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKİYE DE TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK, YOKSULLUK VE SOSYAL ADALET

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE TÜRKİYENİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKİYE DE TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK, YOKSULLUK VE SOSYAL ADALET"

Copied!
30
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİ NDEKİ LE R • Gelir Dağılımı ve Yoksullukla İlgili Kavramlar

• Tarihi Boyutuyla Türkiye’de Gelir Eşitsizliği

• Türkiye’de Yoksulluğun Niteliği ve Boyutları

• Türkiye’de Yoksullukla Mücadele

HEDE FL ER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Gelir dağılımına dair kavramları öğrenecek

• Sosyal adaletsizliğin nedenlerini görecek,

• Değişik yoksulluk türlerini tanıyacak,

• Yoksullukla mücadele yöntemlerini bilecek,

• Yoksullukla mücadele yöntemlerini değerlendirebileceksiniz.

ÜNİTE

13

TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK, YOKSULLUK VE SOSYAL

ADALET

TÜRKİYENİN

TOPLUMSAL VE

EKONOMİK YAPISI

(2)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

GİRİŞ

Yoksulluk tarih boyunca insanoğlunun en önemli sorunlarından biri olarak varlığını sürdürmüştür. Yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal adaleti de yakından ilgilendiren sosyoekonomik bir meseledir. Bu nedenle toplumsal barışın sağlanması ve sosyal adaletin gerçekleşebilmesi için gelir dağılımı adaletinin sağlanması ve yoksulluğun önlenmesi gerekir. Bu çerçevede tarihin her

döneminde sistemler yoksulluğa kendi anlayışları doğrultusunda çözüm bulmaya çalışmışlardır. Ancak son çeyrek yüzyılda küreselleşme süreci ve uygulanan neoliberal politikalar yoksulluğun daha da artmasına ve küresel düzeyde önemli bir sorun hâline gelmesine neden olmuştur. Özellikle Doğu Bloku’ nun çökmesinin ardından dünyanın genelinde neoliberal politikaların benimsettirilmesi ile birlikte yoksul insan sayısında hızlı artışların olmasıyla konu uluslararası alana taşınmış ve çözüm konusunda yeni arayışlar gündeme gelmiştir. 2001 yılında Dünya Bankası tarafından yayınlanan Kalkınma Raporunda, dünyadaki ekonomik kalkınmanın yoksul insanlara iyi yaşama şartlarını oluşturmada yetersiz kaldığı belirtilerek, bu durumun ülkeler arasındaki gelir uçurumunu daha da büyüttüğü ve yoksulluğu artırdığı yönündeki tespitlere yer verilmiştir. Yoksulluk hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde önemli bir sorun olmasının yanında literatürde genel kabul gören yoksulluğun daha çok azgelişmiş ülkelere özgü bir kavram olduğudur.

Yoksulluk sorunu ile karşı karşıya kalan bütün ülkeler yoksulluğu çözmeye yönelik stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Çünkü küreselleşme süreciyle birlikte sorun bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Yoksulluğun ortaya çıkışı dünyada yaşanan ekonomik krizlerin ve neoliberal politikaların yanı sıra her ülkenin sosyal yapısına, politik sisteme, uygulanan ekonomi politikalarına, hukuki yapıya, eğitim, sağlık gibi sosyal politikaların uygulanış biçimine, dünya nüfus artışına ve üretim- tüketim ilişkileri gibi pek çok sosyal ve ekonomik nedene bağlıdır. Türkiye

açısından olaya bakıldığında yoksulluk daha çok 1980’li yıllardan sonra neoliberal ekonomiye geçiş sürecinden sonra gündeme gelmiştir. 1980’lerde 24 Ocak kararlarının kabul edilmesiyle birlikte etkileri kısa zamanda sosyoekonomik hayatın her alanında hissedilmeye başlandı. Özellikle bu dönemden sonra yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği gibi sorunlar toplumsal hayatı olumsuz yönde etkilemeye başladı. 2000’li yıllardan sonra ise varlığı gittikçe hissedilmeye başlanan yoksulluğa karşı hükümetlerin ilgisinin arttığı ve çözüm konusunda bir takım politikaların benimsenmeye çalışıldığı görülmektedir.

GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUKLA İLGİLİ KAVRAMLAR

Günümüzün en önemli sosyoekonomik sorunlarından biri olan yoksulluğun tanımlanması konusunda bir belirsizlik söz konusudur. Özellikle yoksulluğun tek bir tanımını yapmanın zorluğu nedeniyle, çeşitli yoksulluk tanımları yapılmaktadır.

Literatürde yoksulluğun tanımı konusunda farklılıkların asıl nedeni yoksulluğu tanımlamada kullanılan ölçütlerin ülkeden ülkeye zaman içinde farklılık göstermesinden kaynaklanmaktadır. Yoksulluk farklı tanımları olmakla birlikte

(3)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Literatürde yoksulluğun tanımı konusunda farklılıkların asıl nedeni

yoksulluğu tanımlamada kullanılan

ölçütlerin ülkeden ülkeye zaman içinde farklılık göstermesinden

kaynaklanmaktadır.

Göreli yoksulluğu tanımlarken kişinin

sosyal bir varlık olmasından hareket

edilmektedir.

yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan asgari ihtiyaçları karşılayamama ya da bu ihtiyaçlardan yoksun olma durumudur. Yoksulluğu genelde iki farklı şekilde tanımlamak mümkündür. Bunlardan birincisi mutlak yoksulluk diğeri ise göreli yoksulluktur.

Mutlak Yoksulluk; bir insanın yaşamını minimum seviyede sürdürebilmesine, diğer bir deyişle biyolojik olarak kendini üretebilmesi için gerekli kalori ve diğer besinleri sağlayamama durumudur. Diğer bir deyişle bireyin veya hane halkının yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan asgari refah düzeyinin altında yaşam sürmesidir. Bu temel ihtiyaçları karşılayacak aynî ve nakdî gelirden yoksun olanlar mutlak yoksul olarak kabul edilmektedir. Dünya Bankası 1990’larda mutlak yoksulluk tanımına bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan kalori miktarı ile düzenleme getirmiştir. Dünya Bankası’nın hesaplamalarına göre bir insanın hayatta kalabilmesi için gerekli minimum kalori miktarı 2400 k/cal olarak kabul edilmiş ve günlük geliri 2400 k/cal besini almaya yetmeyen insanlar Dünya Bankası tarafından mutlak yoksul olarak kabul edilmiştir. Mutlak yoksulluk sınırı belirlenirken genelde iki yaklaşım kullanılmaktadır. Bunlar Gıda Yaklaşımı ve Temel ihtiyaçlar Yaklaşımıdır.

Gıda Yaklaşımı; gıda yaklaşımı olaya daha çok tüketim perspektifinden yaklaşır. Buna göre yoksulluğun belirlenmesinde esas kriter temel gıda ürünlerine erişime dayanır. Bir kişi ya da hane halkının hayatını sürdürebilmesi için tüketmesi gereken temel gıda maddelerinden oluşan gıda sepetinin maliyeti gıda yoksulluğu ya da açlık sınırı olarak kabul edilmektedir (Şenkal, 2007:397).

Temel İhtiyaçlar Yaklaşımı; Temel ihtiyaçlar yaklaşımı, asgari düzeyde bir gıda ve gıda dışı ihtiyaç setinin karşılanması gerektiğini varsayar.

Göreli Yoksulluk; herhangi bir bireyin, belirli bir yaşam düzeyinde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan içme suyu, sağlık, eğitim ve kültürel etkinliklerde bulunmak için gerekli olan geliri karşılayamama ve bunun sonucu olarak daha üst gelir grubundaki insanlara göre yoksul olarak kabul edilmesidir (Şenkal,

2007:397). Göreli yoksulluğu tanımlarken kişinin sosyal bir varlık olmasından hareket edilmektedir. Göreli yoksullukta bir kişinin biyolojik olarak hayatını sürdürmekten ziyade, kişinin toplumun kabul ettiği tüketim ve yaşam biçimi düzeyine bağlıdır. Buna göre bir toplumda kabul edilebilen asgari tüketim düzeyinin altında geliri olanlar göreli yoksul olarak kabul edilmektedir. Yoksulluk sınırı için yapılan bu mutlak sınırın belirlenmesi beraberinde ülkeden ülkeye değişen “göreli” bir yoksulluk yaklaşımınında gündeme gelmesine neden olmuştur. Ülkelerin kendi tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak geliştirilen “göreli yoksulluk” tanımına göre minimum kalori ihtiyacının yanı sıra kültürel ve toplumsal açıdan tüketimi toplumun geneli açısından yoksul olanlar için de zorunlu görülen malların da kapsamına alınması öngörülmektedir (DPT, 2000).

Günümüzün popüler konusu olan yoksulluk, çeşitli endeksleme yöntemleriyle çözülmeye çalışılırken, mutlak ve nispi yoksulluk sınırlarının belirlenmesi de önem kazanmıştır (Şenses, 2001:65). Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2009 yılında yaptığı Türkiye’de gelir dağılımı araştırmasına

(4)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Mutlak yoksullukta yoksulluk çizgisi bireylerin yaşamlarını

sürdürebilmesi için minimum tüketim

gereksinimlerinin belirlenmesiyle hesaplanmaktadır.

göre göreli yoksulluk hesaplamasında eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelirlerine göre nüfusun yüzde 17,1′i yoksulluk sınırının altında kaldığı belirtilmiştir.

Mutlak yoksullukta yoksulluk çizgisi bireylerin yaşamlarını sürdürebilmesi için minimum tüketim gereksinimlerinin belirlenmesiyle hesaplanmaktadır. Göreli yoksullukta ise en çok kullanılan yöntem ortanca (medyan) gelirin yarısı esas alınarak hesaplanmaktadır (Öztürk, Göktolga, 2010:15).

Objektif Yoksulluk – Sübjektif Yoksulluk; objektif yoksulluk, mutlak/göreli olarak belli standartlardan geri kalmaktır. Sübjektif yoksulluk ise, bireyin veya hane halkının yoksul olduğunu düşünmesidir. Objektif sübjektif yoksulluk yaklaşımını belirleyen esas unsur kişinin içinde yaşadığı toplumun gelişmişlik düzeyi değer yargıları, tüketim alışkanlıkları vs.’dir.

Eşitsizlik ve yoksullukla bağlantılı bir diğer konu da gelir dağılımıdır. Gelir dağılımı sorunu, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de güncelliğini koruyan önemli bir iktisadi ve sosyal meseledir. Bir ülkede gelir dağılımının bozulması birçok ekonomik ve sosyal sorunun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu yüzden ülkeler gelir dağılımı adaletini sağlamak için büyük çaba sarf etmektedirler. Gelir dağılımının bozuk olması sosyal adaletin gerçekleştirilmesi açısından da önemli bir engeldir. Literatürde gelir dağılımını tanımlama konusunda farklı görüşler olsa da genel olarak;

Gelir dağılımı, “Bir ülkede belli dönemler içinde yaratılan millî hasıla veya gelirin, fertler, gruplar veya üretim faktörleri arasında bölünmesidir. Yaratılan gelirin fertler, aileler, tüketici birimler... vs. arasında dağılımına kişisel gelir dağılımı adı verilir. Kişisel gelir dağılımı ile gelirin ve dolayısıyla refahın ölçülmesine çalışılır. Kişisel gelir dağılımı ile toplumda farklı gelir grupları arasındaki gelir dağılımı incelenir. Bir toplumdaki gelir eşitsizliğinin önemli bir göstergesi kişisel gelir dağılımıdır. Bu yüzden ekonomi politikalarının temel amaçlarından biri de kişisel gelir dağılımını düzeltmektir (Aksu,2003).

Millî gelirin, üretim faktörleri arasında dağılımına ise fonksiyonel gelir dağılımı adı verilir. Başka bir deyişle, millî gelirin, ücret, rant, kâr ve faiz olarak adlandırılan üretim faktörleri arasındaki bölüşümüdür. Bu bölüşümün adil olması bütün ülkeler için önemli bir hedeftir. Bu yüzden uzun yıllar boyunca gelir dağılımı ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda yaratılan hasılanın, üretimine katkı sağlayan emek, sermaye, girişimci ve toprak sahipleri arasında nasıl paylaşıldığı ve de nasıl paylaşılması gerektiği konusu gündemde yer almıştır (Doğan, Tek, 2007:96).

Gelir dağılımı, birincil gelir dağılımı ve ikincil gelir dağılımı olmak üzere iki aşamada gerçekleşmektedir. Birinci gelir dağılımı, ekonomi süreci içinde ücret, faiz, rant ve kâr olarak brüt faktör gelirlerinin doğuşunda gerçekleşir. Bu paylar karşılığı yapılan ödemeler, fertlerin ilk gelirini oluşturur. Bu bölüşüm gelirin ilk dağılımıdır.

İkincil gelir dağılımı ise, devletin gelir dağılımına karışmasından sonraki net gelirlerin doğuşuna ikincil gelir dağılımı ya da gelirin yeniden dağılımı adı verilir.

Devletin gelir dağılımına karışması; vergiler ve sosyal güvenlik primleri alması, öte

(5)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Yoksulluk 1980’lerden sonra yaşanan göçle

birlikte kentlere taşındıktan sonra

‘görünür’ hale gelmiştir.

yandan parasal ve nesnel her türlü sosyal gelirler ve subvansiyonlar sağlaması, transfer harcamaları yoluyla olmaktadır.

TÜRKİYE’DE EŞİTSİZLİK VE GELİR DAĞILIMI; TARİHSEL PERSPEKTİF

Türkiye’de yoksulluk aslında Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan bir sorundur. Türkiye’de yoksulluk geçmişten bu yana kırsal kesimde varlığını

sürdürmüş ve bir yaşam biçimi hâline gelmiştir. Bu dönemde nüfusun büyük kısmı köylerde yaşadığından yoksulluk pek gündeme gelmemiştir. Cumhuriyeti kuranlar tarafından yoksulluk büyük ölçüde köylü yoksulluğuyla özdeş görülmüştür (Buğra, 2008: 98).

Yoksulların büyük çoğunluğunu köylüler oluşturduğundan ve köylüler kırsal kesimde yaşadığından sorun bir bakıma görmezden geliniyordu. Mevcut

sosyoekonomik sistem bu sorunu kendi sistematiği içinde çözüyordu ya da gündeme gelmesini engelliyordu. Ancak yoksulluk 1980’lerden sonra yaşanan göçle birlikte kentlere taşındıktan sonra ‘görünür’ hâle gelmiştir. Kentleşmenin göçe dayalı olarak gerçekleşmesi nedeniyle, kentte yoksulluk öncelikle kırsal kesimdeki yoksulluğun kente taşınması şeklinde ortaya çıkmıştır. 1990’lardan sonra kırsal kesimden büyük şehirlere yaşanan göç dalgası yoksulluğun gündeme gelmesine ve yoksullukla mücadeleyi kaçınılmaz hale getirmiştir. Çünkü göçle birlikte ve 1980 sonrasının değişen koşulları içinde geleneksel aile temelli yardımlaşma ilişkileri, yoksullukla mücadelede geleneksel yardımlaşma ve dayanışma kurumları giderek zayıflamıştır (Fırat, 2008:206).

1950’lerin başında Türkiye’de nüfusun ancak dörtte birine yakın bir kesimi kentlerde yaşarken, bu oran günümüzde % 60’ın üzerine çıkmış durumdadır. 2007 yılı sonu itibarı ile yapılan hane halkı istatistik bilgilerine göre Türkiye’de nüfusun

% 63’ü kentlerde, % 37’si kırsal kesimde yaşamaktadır.

1980’li yılların sonundan itibaren gelişmiş kapitalist ülkeler aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda gelişmekte olan ülke liberal ekonomiye geçiş konusunda baskıya maruz kaldılar. Bu baskıların sonucu olarak Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 tarihli yapısal uyum programı ile ihracata dayalı sanayileşme politikasını benimseyerek, finansal liberalizasyon, özelleştirme, devletin küçülmesi, döviz kuru–faiz oranları ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi sürecini yaşamaya başladı (Karaçor, 2006:386).

1980’lerden sonra büyük bir dönüşüm geçiren Türkiye uyguladığı politikaların ve bu dönemde yaşanan siyasal krizlerin etkisiyle büyük

sosyoekonomik krizlere maruz kalmıştır. 1980’lerden başlayan ekonomik krizler sosyoekonomik yapıda önemli sorunları beraberinde getirdi. Artan kamu açıkları ve bunun devamında gelen borçlanma sonucunda enflasyon artmış, işsizlik ve gelir dağılımındaki dengesizlikler de bunu takip etmiştir. Sanayileşme sona ermeden gelişmiş ülke ekonomilerine entegre olmaya çalışıp, kaynak dağıtımı da

(6)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Türkiye genelinde gelir dağılımında gözlenen olumsuz gelişme esas

itibarıyla kentsel yerlerde meydana gelen bozulmadan kaynaklanmaktadır.

piyasa ekonomisi kurallarına göre yönlendirilmiş,bunların peşi sıra, hayat pahalılığı ekonomiye damgasını vurmuş ve yoksulluk onunla birlikte gündemdeki yerini almıştır.

Son yirmi yılda yaşanan ekonomik ve siyasal krizlerin önemli diğer etkiler de sosyal alanda yaşanmıştır. Bu krizlerin etkisi kentsel alanda yoksulluğun artması ve gelir dağılımının bozulmasıdır. Kırsal kesimden büyük şehirlere göç arttıkça çeşitli sosyoekonomik sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye genelinde gelir dağılımında gözlenen olumsuz gelişme esas itibarıyla kentsel yerlerde meydana gelen bozulmadan kaynaklanmaktadır. 1987 ve 1994 yılları arasında, kırsal kesim gelir dağılımında önemli bir değişme gözlenmezken, kentsel yerlere ilişkin Gini katsayısı 0,44'ten 0,51'e yükselmiştir (DPT, 2007). Bunun en önemli nedeni 1990’ların başlarından itibaren kırsal kesimden büyük şehirlere yaşanan göç ve siyasal alanda yaşanan krizlerdir. Örneğin DPT’nin 1991 verilerine göre Türkiye’de de her beş kişiden birinin yeterli beslenme, barınma, eğitim ve sağlık olanaklarından yoksun olarak yaşadığı görülmektedir (DPT, 2001). Gelir dağılımı açısından bakıldığında da, Türkiye'de toplumsal sınıflar arasında olduğu kadar bölgeler arasında da derin bir uçurum göze çarpmaktadır. Daha gelişmiş Batı bölgelerinde nüfus başına gelir doğu bölgelerine göre daha yüksektir. Örneğin, Kocaeli'nde 1995 rakamlarıyla kişi başına gelir 7350 doları, İzmir'de 4093 doları, İstanbul'da 4037 dolar iken, Muş, Ağrı, Bitlis gibi geri kalmış yörelerde 600-700 dolar civarındadır. Bu hâliyle bu iller Afrika'nın Senegal'i, Sudan'ı ile aynı

kategoride yer almaktadırlar. Yine, bölgesel düzeyde bakıldığında, bölge içi gelir dağılımı eşitsizliğinin en fazla olduğu bölge Marmara Bölgesi; gelir dağılımı eşitsizliğinin en az olduğu bölgeler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'dir (Zabcı, 2002: 15).

Türkiye’ de, gelir dağılımı ve yoksulluktaki gelişmeleri ve krizlerin bunlar üzerinde yol açtığı etkileri incelemeye imkân sağlayacak yeterli hane halkı gelir ve tüketim anketi bulunmamaktadır. Üstelik mevcut veriler de birbirleriyle doğrudan kıyaslanabilir nitelikte değildir. Son yirmi yıla ait ulaşılabilen resmî veriler TÜİK’in 1987, 1994 ve 2002 yıllarında gerçekleştirdiği üç anket ile Dünya Bankası’nın 2001 yılında uyguladığı anket sonuçlarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla yapılan karşılaştırmalar, anketler arasındaki sürelerin uzunluğu nedeniyle sadece krizlerin etkilerini değil; iki anket arasındaki zaman aralığında gelişen tüm olayların bütünleşik etkisini

yansıtmaktadır (Koyuncu, Şenses, 2004:23).

Türkiye’de ancak 2002 yılından başlamak üzere, düzenli olarak her yıl TÜİK tarafından yoksulluk çalışmaları yapılmakta ve yoksulluk göstergeleri

hesaplanmaktadır. TÜİK, her yıl uyguladığı hane halkı bütçe anketi tüketim harcaması verilerini kullanılarak çeşitli yöntemlere göre yoksulluk sınırları belirlenmekte ve yoksulluk oranlarını yayınlamaktadır (Çalışkan, 2010:104).

Genel olarak değerlendirildiğinde Türkiye’de yoksulluğun ortaya çıkmasında;

işsizlik, yoksul bireyin özellikleri, ülkede yaşanan ekonomik krizler, bireyler arası gelir dağılımındaki dengesizlikler, sosyal güvenceye sahip olamama, uygulanan

(7)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Yoksulların nüfusa oranı arttıkça, demokrasi,

hukuk ve sosyal normlara göre davranış

şekilleri farklılaşmaktadır.

ekonomi politikaları gibi nedenlerin etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca her ülkede bazı grupların yoksulluk riski diğerlerine göre daha fazla olmuştur. Türkiye’de yoksulluk riski taşıyan belli başlı sosyal gruplar “engelliler, kadınlar, uzun dönemli işsizler, kırsal kesimde yaşayanlar ve kalabalık ailelerdeki çocuklardır (Aker, vd.

2005).

Zenginler ve yoksullar arasındaki gelir farkının artması sınıf çatışmasının artmasına, toplumsal barış ve istikrarın bozulmasına yol açmaktadır. Özellikle düşük gelirliler, iş bulmalarına karşın, insanca yaşamak bir yana, temel

gereksinimlerini bile gidermekte büyük güçlüklerle karşılaşıyorsa, yani ücretler çok düşükse, sosyal huzursuzluklar yaygın bir hâl almakta, hırsızlık, ahlaksızlık ve suç oranı giderek artmaktadır. Yoksulların nüfusa oranı arttıkça, demokrasi, hukuk ve sosyal normlara göre davranış şekilleri farklılaşmaktadır. Toplum içerisinde sosyal bütünleşme sağlanamadığı gibi, tam tersine sosyal çözülmeler de artmaya başlamaktadır. Toplumsal barışı sağlamak zorlaşmakta ülke güvenliği tehlikeye düşmektedir. Gelir bölüşümünün hakça paylaşımdan uzak olduğu ülkelerde toplumsal huzursuzluğun ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkların olması kaçınılmaz olmaktadır. Bu çerçevede gelir bölüşümü eşitsizliklerini azaltmak ve gelir düzeyi düşük kesimlerin gelirlerini artırmak büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden devletin yoksulluğu azaltan daha adil bir gelir dağılımı politikası izlemesi gerekmektedir (Öztürk, Göktolga, 2010:23).

Türkiye’de gelir dağılımının adaletsizliğin ve yoksulluğun nedenleri oldukça fazladır. Ancak genel anlamda

Tarımsal nüfusun istihdam açısından yüksek ancak yarattığı katma değer açısından düşük olması

Uzun yıllardır yüksek seyreden işsizlik

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık

Eğitim düzeylerinin düşüklüğü ve eğitimde görülen fırsat eşitsizlikleri.

Kamu kesiminin faiz harcamalarının artmasına bağlı olarak kamu yatırımlarının ve istihdam olanaklarının azalması,

1980 sonrası uygulanan düşük ücret politikaları

Yolsuzluk ve diğer sosyoekonomik nedenlerdir.

TÜRKİYE’DE YOKSULLUĞUN NİTELİĞİ VE BOYUTLARI

Türkiye’deki yoksulluk sorununun en önemli nedeni gelir dağılımında yaşanan eşitsizliktir. Türkiye’de gerek yoksulluk ve gerekse gelir dağılımı ile ilgili yapılan çalışmalar diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında geçmişi oldukça yenidir.

Bunun yanında Türkiye’de yoksulluk oranlarının belirlenmesi de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü yoksulluk oranları benimsenen tanıma göre oldukça farklılık göstermektedir. Örneğin mutlak yoksulluk, kişinin biyolojik olarak kendini yenileyebilmesi için gereken asgari kalori düzeyindeki beslenmeyi

sağlayacak gelire sahip olmama olarak tanımlanırken, göreli yoksulluk tanımında ise bireyin toplumsal bir varlık oluşu temel alınarak, minimum kalori ihtiyacının

(8)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Türkiye’de “mutlak yoksul” olarak sınıflandırılabileceklerin

sayısı fazla olmamakla birlikte, gelir dağılımı bozuktur. Dolayısıyla

“göreli yoksulluk”

önemli bir sorun oluşturmaktadır.

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçülerinden Gini katsayısı, 2005 yılı Türkiye geneli için 0.38, kentsel yerleşim yerleri

için 0.37 ve kırsal yerleşim yerleri için ise

0.38 olarak hesaplanmıştır.

yanında, kültürel ve toplumsal açıdan tüketimi zorunlu olan mallar da kapsama alınmaktadır. Dolayısıyla göreli yoksulluk sınırı toplumdaki genel yaşam düzeyini yansıtması açısından önemlidir (Gürses, 2007:62).

Türkiye’de “mutlak yoksul” olarak sınıflandırılabileceklerin sayısı fazla olmamakla birlikte, gelir dağılımı bozuktur; dolayısıyla “göreli yoksulluk” önemli bir sorun oluşturmaktadır (Öztürk, 2008:621). Özellikle Türkiye'deki yoksulluğun yapısına bakıldığında diğer gelişmekte olan ülkelerin aksine mutlak yoksul ve gıda yoksulluğu oranlarının düşük olduğu görülmektedir. Ancak gıda ve gıda dışı harcamaları kapsayan yoksulluk tanımı benimsendiğinde ülkedeki yoksulluk oranı yüzde 25 gibi yüksek bir düzeye yükselmekte ve sorunun önemli boyutlara ulaştığı ortaya çıkmaktadır (Gürese, 2007:63).

Tablo 13.1: Türkiye’de Yıllar İtibariyle Gini Katsayısındaki Değişim

Yıllar Gini Katsayısı

2002 0.44

2003 0.42

2004 0.40

2005 0.38

2006 0.43

2007 0.41

2008 0.41

2009 0.43

2010 0.45

Gelir dağılımı eşitliğini ölçmek için en yaygın kullanılan yöntem Gini katsayısıdır. Gini katsayısı ünlü İtalyan İktisatçı Corrado Gini tarafından 1912’de yayımlanan bir makalede gelir dağılımını yeni bir katsayı ile hesaplamıştır.

Türkiye’de gelir dağılımında adaletin ne düzeyde olduğunu araştırmaya yönelik yapılan çalışmalarda genellikle Gini katsayısı rakamları dikkate alınmaktadır. Gini katsayısı, 0 ile 1 arasında değişen bir katsayıdır. Değerler sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımı eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımı eşitsizliği artar. Dünya ülkeleri üzerinde yapılan gelir dağılımı araştırmaları Gini katsayısının 0.25 ile 0.50 arasında yaygınlaştığını gösteriyor. Ülkemizde Gini katsayısı 1963’te 0,55 iken, 1987 yılında 0,43, 1994 yılında ise 0,49'a ve 2010 yılında 0.45 düzeyinde seyretmesi gelir dağılımı dengesizliğinin artarak devam ettiğinin önemli bir göstergesidir.

Gelir dağılımı eşitsizliği ölçülerinden Gini katsayısı, 2005 yılı Türkiye geneli için 0.38, kentsel yerleşim yerleri için 0.37 ve kırsal yerleşim yerleri için ise 0.38 olarak hesaplanmıştır. Sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozukluğu ifade eden Gini katsayısı, 2004 yılında sırasıyla Türkiye, kentsel ve kırsal yerleşim yerleri için 0.40, 0.38 ve 0.43 olarak gerçekleşmiştir.

(9)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelir dağılımında bireysel refah ön plana çıkıyor.

Tablo 13.2: Yüzde 20'lik Grupların Millî Gelirden Aldığı Paylar (2004-2005) Yüzde 20'lik

gruplar

Türkiye Kent Kır

2004 2005 2004 2005 2004 2005

Toplam 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0

Birinci yüzde 20(1) 6.0 6.1 6.4 6.4 6.3 6.1

İkinci yüzde 20 10.7 11.1 10.8 11.5 11.2 11.3 Üçüncü yüzde 20 15.2 15.8 15.2 16.0 15.8 15.9 Dördüncü yüzde 20 21.9 22.6 21.4 22.6 22.7 22.6 Beşinci yüzde 20(2) 46.2 44.4 46.1 43.5 43.9 44.2 Gini Katsayısı 0.40 0.38 0.39 0.37 0.37 0.38

(1) Toplam gelirden en az pay alan grup

(2) Toplam gelirden en fazla pay alan grup

Türkiye’de yoksulluk resmi olarak ilk defa 2002 Hane Halkı Bütçe Anketi ile birlikte açıklanmaya başlanmıştır. TÜİK tarafından en son açıklanan verilere göre Türkiye’de yoksulluk oranı % 18,08’dir. 2009 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 0,48’i yani 339 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 18,08’i yani 12 milyon 751 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 2008 yılında bu oranlar sırasıyla % 0,54 ve % 17,11’dir (TÜİK, 2011).

Yine aynı araştırmaya göre Türkiye’de kişi başı günlük harcama, satın alma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmamaktadır. Buna karşın satın alma gücü paritesine göre, kişi başı günlük 2,15 dolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırının altında bulunan fert oranı % 0,22, yoksulluk sınırı 4,3 dolar olduğunda yoksul fert oranı ise % 4,35 olarak tahmin edilmiştir.

Tablo 13.3: TÜİK Haber Bülteni, 2011

2009 yılı verilerine göre, Türkiye’de eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelirlere göre oluşturulan % 20’lik gruplarda, en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay % 47,6 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin

Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirlere göre sıralı yüzde 20'lik gruplar, 2008-2009

2008 2009 2008 2009 2008 2009

Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0

İlk yüzde 20 (*) 5,8 5,6 6,1 6,0 6,5 6,1

İkinci yüzde 20 10,4 10,3 10,7 10,7 10,8 10,9

Üçüncü yüzde 20 15,2 15,1 15,3 15,0 15,6 15,9

Dördüncü yüzde 20 21,9 21,5 21,9 21,1 22,5 23,1

Son yüzde 20 (*) 46,7 47,6 46,0 47,3 44,5 44,0

Gini katsayısı 0,405 0,415 0,395 0,405 0,378 0,380

Son yüzde 20/İlk yüzde 20(P80/P20) 8,1 8,5 7,5 7,9 6,8 7,2

Not: Gelir referans dönemleri bir önceki takvim yılıdır.

(*) Fertler eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirlerine göre küçükten büyüğe doğru sıralanarak 5 gruba ayrıldığında; "İlk yüzde 20'lik grup" geliri en düşük olan grubu, "Son yüzde 20'lik grup" ise geliri en yüksek olan grubu tanımlamaktadır.

Türkiye Kent Kır

Yüzde 20'lik fert grupları

(10)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Türkiye’de tarım kesiminin diğer bir

özelliği de küçük üreticiliğin neredeyse

tümüyle egemen olmasıdır.

toplam gelirden aldığı pay % 5,6’dır. Buna göre, son yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, ilk yüzde 20’lik gruba göre (P80/P20 göstergesi) 8,5 kattır.

P80/P20 göstergesi kentsel yerler için 7,9, kırsal yerler için ise 7,2’dir (TÜİK, 2009).

”Eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelir dağılımı” n da bireysel refah ön plana çıkıyor. Dolayısıyla hesaplamalarda hane halkının toplam geliri kadar hane içindeki fert sayısı da önem taşıyor. Hane halkının toplam kullanılabilir geliri, hanedeki fert sayısı dikkate alınarak bireysel gelire dönüştürülüyor. Doğru karşılaştırma için de eşdeğerlik ölçeği kullanılarak her bir hane halkı bütünlüğünün, kaç yetişkine eşdeğer olduğu tespit ediliyor.

Türkiye’de Kırsal ve kentsel Yoksulluk Ayırımı

Türkiye’de kır, kent ve bölgeler arasındaki yoksulluk farklılıkları oldukça yüksek düzeyde seyretmektedir. Kırsal yerlerde yaşayanların yoksulluk riski kentlerde yaşayanlara göre daha fazladır. Kırsal alanda istihdam faaliyetlerinin kısıtlı olması ve ailelerin çok çocuklu olması bu durumun en önemli nedenleri arasındadır. Nitekim iktisadi faaliyet açısından yoksulluğun en yaygın olduğu kesim tarımda çalışanlardır. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda istihdamın % 50 ile 90 arasında önemli bir kısmı tarım sektörü tarafından sağlanmaktadır.

Dünya genelinde birçok az gelişmiş ülkede yoksulluğun kırsal alanlarda eksik istihdam içinde topraksız köylüler, tarım isçileri ve küçük toprak sahibi köylüler arasında yaygın olduğu görülmektedir (Öztürk, 2010:612).

Türkiye’de işgücü piyasalarına bakıldığında; tarımsal istihdamın orantısız büyüklüğü, emek arz fazlalığı, işgücünün çoğunluğunun genç ve niteliksiz olusu, emek piyasalarının kurumsallaşamaması, toplam istihdam içinde ücretlilerin az oluşu gibi temel sorunlarla karşılaşılmaktadır (Biçerli, 2009). Türkiye’de tarım kesiminin diğer bir özelliği de küçük üreticiliğin neredeyse tümüyle egemen olmasıdır. Tarım istihdamında ücretle çalışanların payı % 5’ten ibarettir. Tarımda istihdam edilenlerin büyük çoğunluğu kendi hesabına çalışanlarla, büyük ölçüde kadınların oluşturduğu ücretsiz aile işçileridir. Bu dağılım tipik aile işletmelerinin egemen olduğunun bir göstergesidir. Bu koşullarda tarımda işsizlik doğal olarak sıfıra yakındır (Gürsel vd, 2004). Tarımın kırsal alanda yaygın olduğu

düşünüldüğünde bu durum şaşırtıcı değildir. Aslında bu durumda olanlar gizli işsiz konumundadırlar. Bunun yanı sıra, esas işteki durum itibarıyla en yoksul kesimler, yevmiyeli çalışanlar ve ücretsiz aile işçileridir (DPT, 2007:22). Kırsal kesimde yaşayanlarda 2008 yılında % 34,62 olan yoksulluk oranı 2009 yılında % 38,69’a yükselirken, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı % 9,38’den %8,86’ya düşmüştür (TÜİK, 2011).

Kırsal alanda yaşayan insanlar genelde geçimlerini üç temel ekonomik faaliyetten sağlamaktadırlar. Bunlardan birincisi, geçimlik üretim yapan küçük tarım işletmeleridir. Burada çiftçiler kendi emeklerini kullanarak genellikle kendi tüketimlerine yetecek kadar üretim yaparlar ve üretim fazlalığını pazarda satarak kendilerine diğer harcamalarını sağlayacak gelir elde etmeye çalışırlar. İkincisi

(11)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Kentlerde ortaya çıkan suç ve şiddet olaylarının

kökenlerine bakıldığında, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi

bir dizi yoksunluk dikkati çeker.

Hane halkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede

bulunan fertlerin yoksulluk oranı % 15,98

olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran % 9,86’ya düşmektedir.

ticari tarım üretimi yapan küçük ve orta ölçekte tarım işletmelerini kapsar. Bu sektör toprağı olmayan ya da kendine yeterli tarımsal üretim yapamayan köylülere düzenli ya da mevsimlik iş alanı sağlar. Üçüncü olarak da kırsal fakat tarıma dayalı olmayan üretim yapan sektörü oluşturan küçük sanayi işletmeleridir (Öztürk, 2010:615).

Kentsel yaşamın fiziksel ortamında yeşeren diğer sorunlar ise daha doğrudan sonuç doğurmaktadır. Kentlerde ortaya çıkan suç ve şiddet olaylarının

kökenlerine bakıldığında, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi bir dizi yoksunluk dikkati çeker. Ancak bütün bu sorunların tümü doğrudan ya da dolaylı olarak yoksullukla ilişkilidir (Fırat, 2008:206).

Hane Halkının Yapısı ve Yoksulluk

Hane halkının yapısı ile yoksulluk ilişkisi araştırıldığında hane halkının büyüklüğü arttıkça yoksulluğun da arttığı görülmektedir. Çünkü hane halkının sayısı arttıkça hane halkını oluşturan bireylerin eğitim, beslenme, sağlık

hizmetlerinden faydalanmaları azalmaktadır. Olaya günümüzün ağır ekonomik şartları açısından bakıldığında kalabalık ailelerin geçimlerini sağlamanın ne kadar zor olduğu görülmektedir. 2009 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 287 TL, aylık yoksulluk sınırı ise 825 TL olarak tahmin edilmiştir. Örneğin 2009 yılında hane halkı büyüklüğü 3 veya 4 kişi olan hanelerde bulunan fertlerin yoksulluk oranı % 9,65 olurken, 7 ve daha fazla olan hanelerde fertlerin yoksulluk oranı % 40,05 olarak hesaplanmıştır. 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanelerden kentsel yerlerde oturanlar için yoksulluk riski % 25,21 iken kırsal yerlerde bu oran % 54,06’dır (TÜİK, 2011).

Hane halkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede bulunan fertlerin yoksulluk oranı % 15,98 olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran % 9,86’ya düşmektedir. Ataerkil veya geniş ailelerdeki fertler için yoksulluk oranı ise % 24,48 olarak tahmin edilmiştir. Kentsel yerlerde çocuklu çekirdek ailede yaşayan fertlerin yoksulluk riski % 8,47 iken kırsal yerlerde bu oran % 39,71’dir.

(12)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma

riski azalıyor.

Tablo 13.4: Yoksulluk Sınırı Yöntemlerine Göre Fert Yoksulluk Oranları, (2002- 2009) (TÜİK Haber Bülteni 2011)

(1) Satınalma gücü paritesine (SGP) göre hesaplama yapılmıştır. 2009 yılı için 1 $'ın SGP’ne göre karşılığı olarak 0,917 TL kullanılmıştır.

(2) Eşdeğer fert başına tüketim harcaması medyan değerinin %50'si esas alınmıştır.

(*) Yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiştir.

Eğitim Durumu ve Yoksulluk İlişkisi

Eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma riski azalıyor. 2009 yılında okur- yazar olmayan veya bir okul bitirmeyenlerde yoksulluk oranı % 29,84 olurken, ilkokul mezunlarında bu oran % 15,34 lise ve dengi meslek okulları mezunlarında

% 5,34 yüksekokul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde % 0,71 olmuştur.

İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise % 24,04’tür. Fertlerin çalışma durumlarına göre yoksulluk riski de değişim göstermektedir. 2009 yılında ücretli maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı % 6,05 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran % 26,86, işverenlerde % 2,33, kendi hesabına çalışanlarda % 22,49 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise % 29,58 olmuştur.

En yüksek yoksulluk riskine sahip olan tarım sektöründe çalışanlarda yoksulluk oranı, 2008 yılında % 37,97 iken 2009 yılında % 33,01 olarak tahmin

2002 2003 2004 2005 2006 2007(*) 2008 2009

Gıda yoksulluğu (açlık) 1,35 1,29 1,29 0,87 0,74 0,48 0,54 0,48

Yoksulluk (gıda+gıda dışı) 26,96 28,12 25,60 20,50 17,81 17,79 17,11 18,08

Kişi başı günlük 1 $'ın altı (1) 0,20 0,01 0,02 0,01 - - - -

Kişi başı günlük 2,15 $'ın altı (1) 3,04 2,39 2,49 1,55 1,41 0,52 0,47 0,22

Kişi başı günlük 4,3 $'ın altı (1) 30,30 23,75 20,89 16,36 13,33 8,41 6,83 4,35

Harcama esaslı göreli yoksulluk (2) 14,74 15,51 14,18 16,16 14,50 14,70 15,06 15,12

Gıda yoksulluğu (açlık) 0,92 0,74 0,62 0,64 0,04 0,07 0,25 0,06

Yoksulluk (gıda+gıda dışı) 21,95 22,30 16,57 12,83 9,31 10,36 9,38 8,86

Kişi başı günlük 1 $'ın altı (1) 0,03 0,01 0,01 - - - - -

Kişi başı günlük 2,15 $'ın altı (1) 2,37 1,54 1,23 0,97 0,24 0,09 0,19 0,04

Kişi başı günlük 4,3 $'ın altı (1) 24,62 18,31 13,51 10,05 6,13 4,40 3,07 0,96

Harcama esaslı göreli yoksulluk (2) 11,33 11,26 8,34 9,89 6,97 8,38 8,01 6,59

Gıda yoksulluğu (açlık) 2,01 2,15 2,36 1,24 1,91 1,41 1,18 1,42

Yoksulluk (gıda+gıda dışı) 34,48 37,13 39,97 32,95 31,98 34,80 34,62 38,69

Kişi başı günlük 1 $'ın altı (1) 0,46 0,01 0,02 0,04 - - - -

Kişi başı günlük 2,15 $'ın altı (1) 4,06 3,71 4,51 2,49 3,36 1,49 1,11 0,63

Kişi başı günlük 4,3 $'ın altı (1) 38,82 32,18 32,62 26,59 25,35 17,59 15,33 11,92 Harcama esaslı göreli yoksulluk (2) 19,86 22,08 23,48 26,35 27,06 29,16 31,00 34,20

Fert yoksulluk oranı (%) Yöntemler

KIR TÜRKİYE

KENT

(13)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Yoksulluk farklı nedenlerden kaynaklandığı gibi sürekli ve kısa dönemli

yoksulluk gibi farklı sürelerle de karşımıza

çıkmaktadır.

edilmiştir. Sanayi sektöründe çalışanlarda 2009 yılında yoksulluk oranı % 9,63 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda % 7,16 olmuştur.

2009 yılında ekonomik olarak aktif olmayan fertlerin yoksulluk oranı % 14,68 ve iş arayan fertlerin yoksulluk oranı % 19,51’dir (TÜİK, 2011).

Eğitimin gelir getirici etkisi ve farklı gelir gruplarında eğitim harcamalarının oranları incelendiğinde toplumda gelir dağılımı dengesinin sağlanmasında eğitim imkânlarının kamu tarafından sunulmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ancak 1980 sonrasında hükümetlerin kamu eğitim harcamalarını azaltmaya yönelik bir politika izledikleri görülmektedir. Her ne kadar bu süreçte kamu eğitim

harcamalarının oranı düşmemiş aksine yükselmiş olsa da bu oranlar özel sektör yatırım oranlarının oldukça gerisinde kalmaktadır (Alpaydın, 2008:60).

Yoksullukla mücadelede eğitim politikasının temel hedefi yoksul olan veya yoksulluk riski taşıyanların örgün ve yaygın eğitime erişimlerinin kolaylaştırılması yönünde bir planlama olması gereklidir. Eğitime erişim niceliksel bir göstergedir ve çoğu zaman tek başına yeterli değildir. Bu nedenle eğitimden ne ölçüde verim alındığı yani niteliği de dikkate alınmalıdır. Örgün eğitimin özellikle de temel eğitimin kentsel yoksulluk alanlarında durumuna bakıldığında, eğitime erişim ve eğitimden alınan verimi düşüren temel sorunlar bir yanda yetersiz beslenme, sağlık, barınma imkânları ile düzenli aile ortamı eksikliği, diğer yanda okullarda sınıf mevcutlarının yüksekliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle ev ve kalabalık aile ortamında çeşitli sorunlar yaşayan çocukların 60 kişilik sınıflarda yeterli eğitim alabilmesi oldukça zordur (Alpaydın, 2008:61-62).

TÜRKİYE’DE EŞİTSİZLİK VE YOKSULLUĞUN NEDENLERİ

Türkiye’deki Yoksulluk ve Gelir Dağılımındaki Bozulma

Gelir dağılımı sorunu oldukça farklı şekillerde kendini göstermektedir. Bu nedenler incelendiğinde siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel gibi pek çok neden karşımıza çıkmaktadır. Bunların başında işsizlik, eksik istihdam, geçici ve düşük ücretli çalışma, fiziksel engelli olma, eğitim ve sağlık olanaklarından yararlanma oranındaki düşüşler yoksulluk nedenleri olmakla birlikte bu sorunlar beraberinde barınma sorunu, aile yapısındaki bozulmalar, ailede gelir getiren birey sayısında azalma, yaşlı bakımının yetersizliği ve aile içi şiddetin artması, sosyal dışlanma gibi sorunları da getirmektedir.

Yoksulluk farklı nedenlerden kaynaklandığı gibi sürekli ve kısa dönemli yoksulluk gibi farklı sürelerle de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin düşük eğitim düzeyi, toprak ve krediye yetersiz erişim gibi yapısal etmenlerin neden olduğu uzun dönem kronik yoksullukla, boşanma ve kısa süreli işsizlikten kaynaklanan geçici gelir düşüşlerinin yol açtığı kısa dönem yoksulluk, sonuçları ve nedenleri açısından da farklılık göstermektedir. Kısa dönemli yoksulluk özellikle gelişmiş ülkelerde yaygın olarak görülmektedir (Şenses, 2001:148).

(14)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Yoksulluğun en belirgin nedenlerinden biri gelir dağılımındaki bozulma

şeklinde kendini göstermektedir.

Yoksulluğun sadece gelirle ilişkili bir kavram olmadığı gerçeğinden hareketle, Türkiye’nin insani yoksulluk göstergeleri sıralamasında gelir yoksulluğunun çok daha ciddi bir sorun olduğu Meksika, Brezilya, Peru, Kolombiya ve Kosta Rika gibi birçok Latin Amerika ülkesinin gerisinde olduğu saptaması yapılabilir. Bunun anlamı, yetişkin okur yazarlık oranı, içilebilir su kaynaklarına erişim oranı ve yaşına göre düşük kilolu çocuklar gibi göstergeler açısından Türkiye’de daha az başarılı performanslar sergilenmiş olmasıdır (OECD, 2004:245).

Gelir Dağılımındaki Bozulma

Yoksulluğun en belirgin nedenlerinden biri gelir dağılımındaki bozulma şeklinde kendini göstermektedir. Bu yüzden gelir dağılımını bozan bütün faktörler aynı zamanda yoksulluğun temel nedenleri olarak kabul edilmektedir. Gelir dağılımı bir ülkede belirli bir dönemde yaratılan millî gelirin üretime katılan üretim faktörleri arasındaki dağılımıdır. Her ülke millî geliri artırmak ister ve bunun için gereken tedbirleri almaya çalışır. Ancak millî gelirin artması kadar adil bir şekilde paylaşımı da önemlidir. Millî gelirin sürekli artırılması ve bunun toplumu

oluşturan sosyal sınıflar arasında, değişik bölgeler ve sektörler arasında adil bir şekilde paylaşılması o ülkede yaşayan insanların refah düzeyini, bireylerin gelecekle ilgili iyi ya da kötü beklentilerinin, alınabilecek kolektif kararların etkinliğinin, o toplumda ortaya çıkabilecek bazı sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların boyutlarını belirleyecektir (Yüce, 2002:4).

Nüfus artışı sanayileşmiş ülkelerde istikrarlı bir şekilde çok düşük seviyede iken azgelişmiş ülkelerde ise yoğun bir nüfus baskısı ve buna bağlı olarak işgücü artışı ile karşı karşıya kalınmaktadır. Nüfus artışı, insanların başlıca toprak olmak üzere doğal kaynaklara erişimini ve dolayısıyla refah düzeyini önemli ölçüde etkileyen unsurlardan birisidir.

Şekil 13.1: Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Gelirlerin Lorenz Eğrisi Gelirin nüfusa dağılımındaki eşitsizliğin grafik gösterimi olan Lorenz eğrisi de bir önceki yıla göre gelir dağılımında önemli bir değişim olmadığını eğrilerdeki çakışma ile göstermektedir.

Lorenz eğrisi (Türkiye)

53,3

31,4

16,2 5,8

15,9 31,0

100

5,6

52,4

0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100

20 40 60 80 100

Birikimli f ert yüzdesi

Birikimli gelir yüzdeleri

2008 2009

(15)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Türkiye’de işgücü piyasasının işleyişi, yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini artıran önemli bir faktör olarak

karşımıza çıkmaktadır.

Çalışan yoksul ya da çalıştığı halde yoksul,

herhangi bir işte çalışmasına rağmen geçimini sağlayacak geliri elde edememe

durumudur.

İşsizlik ve Emek Piyasasındaki Değişim

Türkiye'deki işsizlik sorununun, 1950-55 yıllarıyla birlikte daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu yıllarda kendini iyice hissettiren işsizlik sorununu belirgin hale getiren iki önemli gelişmeden söz edilebilir.

Bunlardan birincisi, 1938-45 yılları arasında II. Dünya Savaşı nedeniyle işgücü piyasasından çekilen bir milyon kadar erkeğin savaş sonrası yeniden sivil işgücüne katılmasıdır. İkinci önemli gelişme ise, 1936-48 döneminde yaklaşık 1.800 adet olan traktör sayısının 1955'te büyük bir artış göstererek 40.300'e çıkmasıdır. Bu olgu özellikle tarım kesiminde işgücü ihtiyacını azaltan bir faktör olmuş ve kentleşme hızı artmıştır (Murat, 2007;100). Buna karşılık 1950–1953 döneminde ise İkinci Dünya Savaşı’nın sonucu olan traktör dış alımına koşut olarak, tarım yaygın ve hızlı bir gelişme sürecine girmiş, sektör yıllık % 10'nun üzerinde bir büyüme ivmesi yakalamıştır. Ancak toprak reformunu yapamamış ve altyapısı yetersiz olan Türkiye’de tarım sektörünün tıkanması uzun sürmemiştir (Öztürk, 2010:616).

Türkiye’de işgücü piyasasının işleyişi, yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini artıran önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksullukla mücadele etmek için yatırım, teşvik, eğitim, işgücü gibi temel faktörler dikkate alınmakta ve bunlar arasında ortaklaşa yapılacak politikaların üretilmesi temel hedefler arasında yer almaktadır (Hazman, 2010:143). Ancak uzun yıllar işsizliği çözmeye yönelik olarak yürürlüğe sokulan politikalardan çeşitli nedenlerle olumlu bir sonuç alındığı söylenemez. Bunun yanında Türkiye’de işsizliğin önlenmesinde ekonomik büyümenin istihdam yaratabilecek biçimde gerçekleştirilmesinin büyük önemi bulunmaktadır. Türkiye’de 1990 sonrası ortaya çıkan ekonomik yapının ve bu yapıda meydana gelen büyümenin işsizliğe çözüm üretemeyeceği görüşü oldukça yaygındır. Büyümenin istihdam artısına yol açabilmesi için hem bu yapıda ciddi değişikliklere gitme ve hem de daha çok istihdam yaratma kapasitesine sahip sektörlerin büyük ölçüde büyümenin gerçekleştirildiği sektörler hâline gelmesi gerekmektedir (Özdemir, Ersöz, Sarıoğlu, 2006:115-16).

Çalışma ve yoksul ilşikisine farklı bir bakış UNCHS tarafından getirilen

“çalışan yoksullar” (working poor) kavramıdır. Çalışan yoksul ya da çalıştığı halde yoksul herhangi bir işte çalışmasına rağmen geçimini sağlayacak geliri elde edememe durumudur. Bu grup içindekilerin tamamının çalıştığı anlamında da değildir. Çalışabilir durumdaki yoksullar da bu grup içinde sayılmaktadır. Bu grupta yer alan çalışanlara yakın dönemde kamu ve özel sektörün alt düzey çalışanları ile marjinal sektörde çalışanlar da dahil edilmiştir. “Çalışan yoksullar” ın genellenebilir özelliği; eğitim düzeyi düşüklüğü ve vasıfsız işgücüne sahip

olmasıdır. Kent özelinde yaşanan konut sorunları için “kent yoksulları” adını kullanan UNCH, ülke genelindeki konut sorununu ise “barınma yoksulluğu”

(housing poverty) olarak tanımlamaktadır (DPT,2000). Aslında işsizliğin nedenleri ve çözüm yolları konusunda oldukça geniş bir literatür bulmak mümkündür.

İşsizliğin çözümü konusunda literatür incelendiğinde işsizliğin nedenleri ve çözümü konusunda uygulanacak sosyoekonomik politikaların gelişmiş ülkeler ve diğerleri arasında farklılaştığı görülmektedir (Saatçioğlu, Gövdere, 2001:41).

(16)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

İşgücüne katılma oranı kısaca işgücünün aktif

nüfusa oranıdır.

2011 yılı Şubat döneminde, Türkiye genelinde işgücüne katılma oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 puanlık artışla % 48,5 olarak gerçekleşmiştir.

Aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre; erkeklerde işgücüne katılma oranı 0,8 puanlık artışla % 70,6, kadınlarda ise 1,1 puanlık artışla % 27,2’dir. İşgücünün eğitim ve yaş dağılımları ise;

Toplam işgücünün % 16,6'sını 15-24 yaş grubundakiler oluşturmaktadır.

Lise altı eğitimlilerde işgücüne katılma oranı; erkekler için % 68,6, kadınlar için % 23,1’dir.

Yükseköğretim mezunu erkeklerde % 85,6 olan işgücüne katılma oranı, kadınlarda % 72,1'dir.

Tablo 13.5: Mevsim etkilerinden arındırılmamış temel işgücü göstergeleri (Şubat) (TÜİK Haber Bülteni, 2011)

TÜRKİYE KENT KIR

2010 2011 2010 2011 2010 2011

Kurumsal olmayan nüfus (000)

71 043 71 920 49 028 49 295 22 015 22 625

15 ve daha yukarı yaştaki nüfus (000)

52 223 53 152 36 459 36 738 15 764 16 414

İşgücü (000) 24 831 25 766 16 853 17 198 7 978 8 567 İstihdam (000) 21 267 22 802 14 107 14 905 7 160 7 897

İşsiz (000) 3 564 2 964 2 746 2 294 818 670

İşgücüne katılma oranı (%)

47,5 48,5 46,2 46,8 50,6 52,2

İstihdam oranı (%)

40,7 42,9 38,7 40,6 45,4 48,1

İşsizlik oranı (%) 14,4 11,5 16,3 13,3 10,3 7,8

Tarım dışı işsizlik oranı (%)

17,5 14,2 16,7 13,6 21,3 16,8

Genç nüfusta işsizlik

oranı(1)(%)

25,5 20,6 26,9 22,5 22,3 16,5

İşgücüne dahil olmayanlar (000)

27 392 27 386 19 606 19 540 7 786 7 846

(1) 15-24 yaş grubundaki nüfus

Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.

İşgücüne katılma oranı işgücü piyasası açısından önemli bir kavramdır.

İşgücüne katılma oranı kısaca işgücünün aktif nüfusa oranıdır. Bu oran aktif nüfus

(17)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Türkiye’de işgücüne katılma oranının düşmesinin gerisinde

kültürel, kurumsal faktörler ile değişen mesleki yapı özellikle

kadınlar açısından rollerin değişmesine,

yani evde kalma ile işgücüne katılma arasında bir karar

vermesini etkilemektedir.

içinde işgücünün göreli ağırlığını gösterir. Ülkemizde işgücüne katılma oranı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında oldukça düşüktür. Halbuki ideal olan işgücüne katılma oranının yüksek olmasıdır. 2006 yılında Türkiye’de işgücüne katılma oranı toplamda yüzde 48, erkeklerde yüzde 71. 5, kadınlarda ise yüzde 24. 9 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşılık işgücüne katılma oranının aradan geçen sürede artış eğilimine girdiği görülmektedir. Örneğin 2010 yılında % 48,5’e yükselmiştir. Söz konusu yükselişte kadınların ağırlık taşıdığı görülmektedir. İşgücüne katılma oranı, kadın nüfusta 1,6 puan, erkek nüfusta 0,3 puan artarken, gençlerde 0,4 puan azalmıştır. Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı, önceki yılın aynı dönemine göre 0,7 puanlık azalışla % 41 olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde, geçen yılın aynı dönemine göre tarım sektöründe sosyal güvenlikten yoksun çalışanların oranı % 85,6’dan % 83,3'e, tarım dışı sektörlerde % 28,1’den % 27,3’e gerilemiştir (TÜİK, 2011). Türkiye’de işgücüne katılma oranının düşmesinin gerisinde kültürel, kurumsal faktörler ile değişen mesleki yapı özellikle kadınlar açısından rollerin değişmesine, yani evde kalma ile işgücüne katılma arasında bir karar vermesini etkilemektedir (Duruel, Kara, 2009:67).

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2009 yılında yaptığı yoksulluk araştırmasına göre, Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizlik 0,01 puan artış gösterdi. Araştırma verilerine göre, 2009 yılında, 70 milyon 542 olarak belirlenen kurumsal olmayan nüfusun yüzde 60,5′i ”iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek” yiyemiyor. Yüzde 37,8′i ”evin ısınma ihtiyacını yeterince” karşılayamıyor.

Yüzde 43,9′u ise ”yeni giysiler” alamıyor (TÜİK, 2011).

Kurumsal olmayan sivil nüfus, kurumsal yerlerde değil, hanelerde ikamet eden nüfus anlamına geliyor. Başka bir deyişle, okul, yurt, otel, çocuk yuvası, huzurevi, özel nitelikteki hastane, hapishane, kışla ya da orduevinde ikamet edenler dışında kalan nüfusu ifade ediyor.

TÜİK verilerine göre, 2011 yılı Şubat döneminde istihdam edilenlerin sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 535 bin kişi artarak, 22 milyon 802 bin kişiye yükselmiştir. Bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 533 bin kişi, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 1 milyon 2 bin kişi artmıştır.

Şubat 2011 döneminde istihdam edilenlerin % 24,4'ü tarım, % 20,4’ü sanayi,

% 5,9’u inşaat, % 49,3'ü ise hizmet sektöründedir. Önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payının 0,7 puan, sanayi sektörünün payının 0,1 puan, inşaat sektörünün payının ise 0,6 puan arttığı, buna karşılık hizmetler sektörünün payının 1,4 puan azaldığı

görülmektedir.

2011 yılında Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 600 bin kişi azalarak 2 milyon 964 bin kişiye düşmüştür. İşsizlik oranı ise 2,9 puanlık azalış ile % 11,5 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 3 puanlık azalışla % 13,3, kırsal yerlerde ise 2,5 puanlık azalışla % 7,8 olmuştur (TÜİK,2011). Bu dönemde; işsizler sıklıkla (% 30,9) "eş-dost" vasıtasıyla iş aramaktadır. İşsizlerin % 89,9’u (2 milyon 666 bin kişi) daha önce bir işte

(18)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Eğitim düzeyi ve yoksulluk arasında doğrusal bir ilişki vardır.

çalışmıştır. Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin % 45,6'sı "hizmet", % 21,5’i

"sanayi", % 20,6’sı "inşaat", % 8,7’si "tarım" sektöründe çalışmış, % 3,6’sı ise 8 yıldan önce işinden ayrılmıştır. İşsizlerin; % 33,5’ini çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, % 15’ini işten çıkarılanlar, % 15,2’sini kendi isteğiyle işten ayrılanlar, % 7,4’ünü işyerini kapatan/iflas edenler, % 8,9’unu ev işleriyle meşgul olanlar, % 9,5’ini öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar, % 10,5’ini ise diğer nedenler oluşturmaktadır (TÜİK, 2011).

Eğitim

Eğitim düzeyi ve yoksulluk arasında doğrusal bir ilişki vardır. Eğitim olanaklarına erişim ve eğitimde fırsat eşitliği kaçınılmaz olarak gelir eşitsizliğinin altyapısını oluşturmaktadır. Buna göre eğitim düzeyi düştükçe yoksulluk oranının arttığı buna karşılık eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluğun azaldığı görülmektedir.

İstihdamın önemli bir bölümünün eğitim düzeyi düşük işgücünden oluşması ülkenin gelişmesi ve üretim acısından olumsuz bir göstergedir. Diğer taraftan eğitim düzeyi arttıkça, işsizlik oranının artması da Türk işgücü piyasasının yapısal zaafını gösteren bir başka olumsuz noktadır (Mahiroğulları, Korkmaz, 2005:36).

TÜİK tarafından ücretli çalışanların; cinsiyet, yaş, eğitim durumu, meslek gibi özellikleri ayrımında ücret ve kazanç tahminleri sunmayı hedefleyen ilk çalışma, 1994 yılı referans alınarak “İstihdam ve Ücret Yapısı Anketi” adı ile sanayi sektörü için uygulanmış ve sonuçları yayımlanmıştır. Bu tarihten itibaren, 2003 yılına kadar sanayi sektörü için, daha sonra da imalat sanayi sektörü için ücret ve kazanç istatistikleri yayımlanmaya devam etmiş ancak söz konusu yayımlar, ücretli çalışanların özellikleri ayrımındaki veri ihtiyacına yönelik olarak tasarlanmamıştır.

Bu konudaki veri ihtiyacı ve Avrupa Birliği uyum çalışmaları göz önünde

bulundurularak, ücretli çalışanların özellikleri ayrımındaki bir araştırmanın sektörel kapsamın genişletilerek 2006 yılından itibaren dört yılda bir uygulanmasına karar verilmiştir.

2006 Kazanç Yapısı Anketi, bu amaçla ücret ve kazançların düzeyi, yapısı ve gelişimi konusunda, ücretli çalışanların özellikleri ayrımında bilgi vermek üzere başlatılan serinin ilk uygulamasıdır. Anket, 2006 Kasım ayı ve yıllık bilgileri referans alınarak 2007 yılında; Avrupa Topluluğunda Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflamasına göre örnekleme yöntemi ile seçilen 27.309 işyerinde uygulanmıştır.

Ankette, işyerinde ücret karşılığı çalışan kişiler kapsanmıştır. 2006 Kazanç Yapısı Anketi sonuçlarına göre, 2006 yılında, yıllık ortalama brüt kazanç 14.252 TL’dir. Bu rakam, erkekler için 14.316 TL, kadınlar için 14.036 TL olarak tahmin edilmiştir.

Anket sonuçları incelendiğinde, hem erkek, hem de kadın ücretli çalışanların kazançlarının eğitim durumu ile doğru orantılı olarak yükseldiği görülmektedir.

Benzer durum, yaş grubu ve kıdem yılı için de geçerlidir. Eğitim durumuna göre en

(19)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Grafik 1. 2006 yılında cinsiyet ve eğitim durumuna göre yıllık ortalama brüt kazanç

0 5000 10000 15000 20000 25000 30000

İlkokul ve altı İlköğretim ve ortaokul

Lise Meslek

lisesi

Yüksekokul ve üstü

(YTL) Erkek

Kadın

yüksek yıllık ortalama brüt kazancı erkeklerde 29.258 TL ile, kadınlarda ise 23.899 TL ile yüksekokul, üniversite ve üstü eğitim düzeyine sahip olanlar elde etmektedir (TÜİK, 2011).

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerinden yapılan belirlemeye göre, Haziran dönemi itibarıyla işgücüne katılan okur yazar olmayan nüfus 1 milyon 235 bin kişi olurken bunun 1 milyon 172 bini istihdam edilebildi. İşgücüne katılan okur- yazar olmayan nüfusta 63 bin kişi işsiz kalırken, okur yazar olmayan gruptaki istihdam oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre % 9.8 artış işsiz sayısı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10 oranında azalma gösterdi. Haziran dönemi itibarıyla işgücüne katılan yüksek öğretim mezunlarının sayısı 3 milyon 963 bin kişi olurken bunun 3 milyon 551 bini istihdam edilebildi. İşgücüne katılan yüksek öğretim mezunu nüfusta 412 bin kişi işsiz kalırken, yüksek öğretim mezunu gruptaki istihdam oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre % 8.8 artış gösterdi.

İşsiz sayısı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre % 3.1 azaldı.

Şekil 13.2: Cinsiyet ve eğitim durumuna göre yıllık ortalama kazanç 2006 Kasım ayında ortalama brüt ücret değerlerine cinsiyet ayrımında bakıldığında, erkeklerin 1.107 TL, kadınların 1.091 TL aylık ortalama brüt ücret elde ettikleri görülmektedir. Başka bir deyişle kadınlar, erkeklerin % 98.5’i kadar ücret elde etmiştir. Bu oran, 2006 yıllık ortalama brüt kazanç dikkate alındığında

% 98’dir. Öte yandan ücret ve kazançlar; meslek grubu, ekonomik faaliyet kolu, yaş grubu, kıdem yılı gibi ayrımlarda incelendiğinde, bu oranın değişiklik

gösterdiği, ayrıca kadınların erkeklerden daha yüksek ücret ve kazanç elde ettiği kalemlerin de bulunduğu gözlenmektedir.

(20)

Türkiye’de Toplumsal Eşitsizlik, Yoksulluk ve Sosyal Adalet

Çalışma hayatında ortaya çıkan gelişmeler ile yoksulluk arasındaki ilişki, iş türlerinin büyük bir kesiminin geçici ve güvencesiz hâle gelmesi

ile de yakından ilgilidir.

Tablo 13.6: Cinsiyet ve Meslek Grubuna Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret ve Yıllık Ortalama Brüt Kazanç (TÜİK, 2006 Kazanç Yapısı Anketi Sonuçları, 2008).

Çalışma hayatında ortaya çıkan gelişmeler ile yoksulluk arasındaki ilişki, iş türlerinin büyük bir kesiminin geçici ve güvencesiz hâle gelmesi ile de yakından ilgilidir. 2000’li yıllardan sonra işgücü piyasasının esnekleşmesi ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasının yanı sıra düşük nitelikli işlerin artması ücretlerin düşmesine yol açmış ve çalışan kesimin yoksullaşması sorunu ile karşı karşıya kalınmıştır. Tablo.1’e göre ücretli çalışanların ücret ve kazançları ekonomik faaliyet kolu ayrımında incelendiğinde, en yüksek yıllık ortalama brüt kazancın 33.907 TL ile “mali aracı kuruluşların faaliyetleri” ekonomik faaliyet kolunda olduğu gözlenmektedir. En düşük yıllık ortalama brüt kazanç ise 9.205 TL ile

“inşaat” sektöründedir, bunu 10.170 TL yıllık ortalama brüt kazanç ile “oteller ve lokantalar” sektörü izlemektedir. Ücretli çalışanların ücret ve kazançları istatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması Düzey-1’e göre incelendiğinde, en yüksek yıllık

ortalama brüt kazancın 16.329 TL ile İstanbul Bölgesi’nde elde edildiği

görülmektedir. En düşük yıllık ortalama brüt kazanç ise 10.264 TL ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde elde edilmektedir.

Anket sonuçları, meslek grubu ayrımında incelendiğinde en yüksek yıllık ortalama brüt kazancı 35.914 TL ile “kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler” meslek grubunda çalışanların elde ettiği görülmektedir. Bu meslek grubunu 23.605 TL ile “profesyonel meslek mensupları” izlemektedir. En düşük yıllık ortalama brüt kazancı ise 9.294 TL ile “nitelik gerektirmeyen işlerde

çalışanlar” elde etmektedir. “Kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler”

meslek grubu hariç, erkeklerin aylık ortalama brüt ücret ve yıllık ortalama brüt kazançlarının kadınlardan daha yüksek olduğu görülmektedir.

Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın

Toplam 1 103 1 107 1 091 14 252 14 316 14 036 Kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler 2 738 2 723 2 790 35 914 35 728 36 564 Profesyonel meslek mensupları 1 860 1 982 1 685 23 605 25 165 21 355 Yardımcı profesyonel meslek mensupları 1 359 1 414 1 233 17 885 18 633 16 158 Büro ve müşteri hizmetlerinde çalışan elemanlar 1 153 1 226 1 056 14 897 15 826 13 658

Hizmet ve satış elemanları 793 804 750 10 074 10 243 9 423

Nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su

ürünleri çalışanları 840 851 691 11 181 11 300 9 554

Sanatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar 863 893 692 11 095 11 523 8 695 Tesis ve makine operatörleri ve montajcıları 877 901 693 11 359 11 675 9 023 Nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar 734 751 656 9 294 9 544 8 209 (1) 2006 Kasım ayı ve 2006 yılı anketin referans dönemleridir.

Tablo 1. Cinsiyet ve meslek grubuna göre aylık ortalama brüt ücret ve yıllık ortalama brüt kazanç(1)

Meslek grupları

Aylık ortalama brüt ücret Yıllık ortalama brüt kazanç

(YTL) (YTL)

Referanslar

Benzer Belgeler

 Sosyal güvenlik sistemleri arasındaki temel fark, yardımların evrensel olarak mı yoksa seçime göre mi yapıldığıdır... Evrensel

Defterlerde caba köylüler ve ailelerinin nasıl geçirn sağladıkları hakkında açık ve net bilgiler bulunmamaktadır. Bununla birlikte, resm-i çift sistemi dışında kayd

Dünya’da özellikle gelirle ilgili yoksulluk, gelişmekte olan ülkelerde daha yaygın olarak görülmekte ve her dört kişiden biri yoksullukla mücadele etmekte; bu oran dünya

演講一開始,孔教授自然而然的一句「I LOVE

Abstract: Theoretical study on the geometries, electronic properties and absorption spectra of these five conjugated compounds based on thiophene are studied by Density

organization that works for world peace and security and for the (16) ... of all mankind. the work of the organization.. sorularda, yarım bırakılan cümleyi uygun şekilde

Buna göre; fonksiyonel gelir dağılımı, sektörel gelir dağılımına bağlı olarak belirlenmekte, ekonomik faaliyetlerin sektörel bazda coğrafi dağılımı bölgesel

Makalede önce toplam yıllık gelir durumuna göre nispi yoksul olanlar sosyo ekonomik ve demografik statülerine göre tespit edilip çapraz tablolar halinde