• Sonuç bulunamadı

JACK LONDON VAHŞETİN ÇAĞRISI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "JACK LONDON VAHŞETİN ÇAĞRISI"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

JACK LONDON

VAHŞETİN

ÇAĞRISI

(2)

I

İLKELE YOLCULUK

Koparıyor zincirini alışkanlıklardan, Hasretle beklenen göçebe sıçrama;

Uyanıp uzun süren uykularından, Açıyor gözlerini yeniden yabana.

Buck gazeteleri okusaydı yalnızca kendisinin değil Puget Boğazı’ndan San Diego’ya kadar uzayan bölgede, uzun tüy- leriyle ısınabilecek ve suya girmekten çekinmeyecek, gücü kuvveti yerinde tüm köpeklerin başının belada olduğunu öğrenirdi. Çünkü gemi ve nakliyat şirketlerinin duyurduğu- na göre Kuzey Kutbu’nun karanlığında aranıp duranlar sarı bir maden bulmuşlardı; bu haber dört bir yana yayılınca binlerce insan da oraya akın etmeye başlamıştı. Dahası bu akıncıların iri yarı, ağır işlerin altından kalkabilecek kadar güçlü kuvvetli ve kara kıştan korunacak kalın kürkleri olan köpeklere ihtiyaçları vardı.

Buck güneşin eksik olmadığı Santa Clara Vadisi’nde, bü- yük bir evde yaşıyordu. Hâkim Miller’ın evi derlerdi buraya.

Yoldan daha içeride bir yerdeydi, ağaçların arasından ancak evin dört yanını saran verandasının bir kısmı görünüyordu.

(3)

Jack London

Eve, uzun kavak ağaçlarının birbirine geçmiş dallarının al- tından ve çimenliklerin arasından kıvrılarak ilerleyen çakıl taşı kaplı yollardan ulaşılıyordu. Arka tarafta ise ön tarafta- kinden de geniş bir arazi yer almaktaydı. Bir düzine seyis ve yamağının çalıştığı büyük ahırlar, uşakların kaldığı sıra sıra dizilmiş, sarmaşıklarla kaplı kulübeler, düzenli bir şekilde inşa edilmiş ek binalar, uzun asmalı çardaklar, yeşil otlaklar, bağlar ve rengârenk meyvelerle dolu bahçeler bulunuyor- du. Artezyen kuyusunun pompa tesisatı ve Hâkim Miller’ın oğullarının sabahleyin şöyle bir dalıp çıktıkları; sıcak öğle- den sonralarıysa içerisinde uzun süre kalarak serinledikleri büyük, çimentodan su tankı da oradaydı.

Buck işte bu geniş arazide hüküm sürüyordu. Burada doğmuş ve dört yıllık ömrünü burada geçirmişti. Doğru, başka köpekler de vardı, bu kadar büyük bir yerde elbet- te başka köpekler de olacaktı ama Buck dururken onlara köpek demek olmazdı. Kalabalık kulübelerde yatıp etrafta dolaşıyorlar ya da tuhaf yaratıklar olan ve evden dışarı nadi- ren adım atan Japon pugı Toots veya tüysüz Meksika köpeği Ysabel gibi evin kuytu köşelerine sinmiş hâlde yaşıyorlardı.

Fakat Buck ev köpeği de kulübe köpeği de değildi. Bü- tün malikâne ona aitti. Hâkim’in oğullarıyla yüzme ha- vuzuna giriyor ya da ava çıkıyor, Hâkim’in kızları Mollie ve Alice’in alaca karanlıkta veya sabah erkenden çıktıkları yürüyüşlere eşlik ediyor, kış gecelerinde gürül gürül yanan şömine ateşinin karşısına geçerek Hâkim’in ayağının dibin- de kıvrılıyor, torunlarını sırtında taşıyor ya da çimlerde yu- varlıyor ve ahırların olduğu bahçedeki çeşmeye hatta daha da uzaktaki padoklara ve meyve bahçelerine doğru çıktıkları tehlikeli maceralarda onların peşinden bir an olsun ayrıl- mayıp onları koruyordu. Teriyerlerin arasında amirleriymiş

(4)

gibi dolaşıyor, Toots ile Ysabel’e ise yoklarmış gibi davranı- yordu çünkü Hâkim Miller’ın evindeki insanlar da dâhil olmak üzere uçan ve kaçan her şey ondan sorulurdu.

Hâkim, kocaman bir St. Bernard olan babası Elmo’yu hiç yanından ayırmazdı, Buck da babasının izinden gidi- yordu. Onun kadar iri değildi –yalnızca yetmiş kilo ağırlı- ğındaydı– çünkü annesi Shep İskoç çoban köpeğiydi. Yine de yetmiş kiloya herkesin ona saygıyla yaklaştığı rahat bir hayat eklenince kendini krallar gibi hissetmesinin önünde bir engel kalmamıştı. Yavruluğunun ardından dört yıl bo- yunca gözü tok bir soylu gibi yaşamıştı; kendiyle gurur du- yuyor hatta taşra eşrafının pek kimseyle görüşmemesinden kaynaklanan burnu büyüklüğüne kendini kaptırdığı dahi oluyordu. Fakat bir ev köpeği gibi şımartılmadığından for- munu korumuştu. Avlanma ve benzeri açık alan faaliyetleri, yağlanmasını önlemiş ve kaslarını güçlendirmiş, kimi kö- pek türlerinin özelliği olduğu üzere soğuk suda yüzmeyi çok sevmesi ise ona kuvvet vererek sağlığını korumuştu.

İşte 1897 güzünde, Klondike’ta altın bulunmasıyla dün- yanın dört bir köşesinden insanlar donmuş kuzey toprakla- rına hücum ettiğinde köpek Buck böyle bir hayat yaşıyor- du. Fakat Buck gazeteleri okumuyordu ve bahçıvan yamağı Manuel’in tehlikeli bir kişi olduğundan haberi yoktu. Bu bahçıvan yamağının yakasından bir türlü atamadığı bir gü- nahı vardı. Çin lotosu oynamaya bayılıyordu. Bunu yapar- ken ısrarla sürdürdüğü hatası ise çok kolon oynamasıydı;

sonunu getiren de işte bu oldu. Çünkü çok kolon oynamak için çok para gerekiyordu, oysa bahçıvan yamağının maaşı karısıyla çocuklarının masraflarını ancak karşılıyordu.

Manuel’in ihanet ettiği, zihinlere kazınan o gecede Hâ- kim, Üzüm Yetiştiricileri Birliği’nin toplantısındaydı, oğul-

(5)

Jack London

ları ise bir atletizm kulübü kurmakla uğraşıyordu. Manuel, yürüyüşe çıktıklarını zanneden Buck’ı bağa doğru götürdü- ğünde kimse onları görmedi. College Park adındaki küçük tren istasyonuna geldiklerinde de etrafta yalnızca tek bir adam vardı. Adam, Manuel ile konuştu ve para alışverişinin madeni şıngırtısı duyuldu.

Yabancı kısık bir sesle, “Bir malı teslim ederken paket- lemen gerekir,” diye söylenince Manuel kalın bir ipi ikiye büküp Buck’ın tasmasından geçirdi.

“Çok bükersen boğarsın,” dediğinde yabancı homurda- narak anladığını belirtti.

Buck ipi ağırbaşlılıkla kabullendi. Aslında bu gördüğü alışılmadık bir muameleydi ama tanıdığı insanlara güven- meyi ve kendi aklının eremediği yerlerde işi onlara bırak- mayı öğrenmişti. Yine de ipin diğer ucu yabancının eline verildiğinde tehditkâr bir şekilde hırladı. Bu durumdan rahatsız olduğunu üstü kapalı bir şekilde belirtmişti ve Bu- ck’ın saltanatında bir şeyi belirtmesi emretmesi demekti.

Ancak ip boynunu daha çok sıkıp onu nefessiz bırakınca şaşırdı. Hemen öfkeye kapılarak adamın üzerine atıldı ama adam onu yarı yolda boynundan yakalayıp ustaca bir ham- leyle sırtüstü yere fırlattı. Artık ip gırtlağını acımasızca sıkı- yor, koca göğsü körük gibi kalkıp inen Buck ise dili bir karış dışarı çıkmış hâlde boş yere kurtulmaya çabalıyordu. Haya- tında hiç bu kadar kötü muamele görmemiş ve hiç bu ka- dar öfkelenmemişti. Fakat gücü azaldı, gözleri donuklaştı;

bayrak sallanıp durdurulan trenin de iki adamın kendisini yük vagonuna attıklarının da idrakine varamayacak kadar şuurunu yitirmişti.

Kendine geldiğinde dilinin acıdığını ve bir tür taşıt içe- risinde sarsılarak ilerlediğini belli belirsiz fark etti. Makasta

(6)

duran lokomotifin boğuk ve tiz düdüğü nerede olduğunu belli etmişti. Pek çok kez trene binse de hep Hâkim’in ya- nında seyahat ettiği için yük vagonunda gitmenin nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyordu. Gözlerine kaçırılan bir kralın dizginlenemez öfkesi yerleşti. Adam boynuna atıldı atılma- sına fakat Buck ondan çok daha süratliydi. Dişleri adamın eli üzerine kapandı ve duyuları bedenini bir kez daha terk edene kadar da bırakmadı.

“Evet, kafayı yemiş,” dedi adam ısırılan elini gürültü pa- tırtıyı duyunca gelen görevliden saklarken. “Onu patrona götürüyorum, San Francisco’ya. Orada çatlak köpekleri te- davi eden bir doktor varmış, ‘Ben onu iyileştiririm,’ demiş.”

Adam San Francisco rıhtımındaki küçücük döküntü bir barda o geceki yolculuğunu anlatırken kendini acındırmayı ihmal etmiyordu.

“Aldığım da topu topu bir ellilik,” diye homurdandı.

“Hâlbuki önüme tirink diye binlik atsalar yapmazdım bu işi.”

Eli kanlı bir mendile sarılıydı; pantolonunun sağ bacağı da dizinden bileğine kadar yırtıktı.

“Öteki herif ne kadar aldı?” diye sordu barın sahibi.

“Yüz,” diye yanıtladı. “İster inan ister inanma ama bir sent de inmedi.”

“O zaman yüz elli yapar,” diye hesapladı bar sahibi. “O köpek de bu paraya değer zaten ya da ben enayinin teki- yim.”

Buck’ı kaçıran adam kanlı sargıları çözüp yaralı eline baktı. “Eh, kuduz da olmazsam...”

“Nalları eninde sonunda darağacının tepesinde dikece- ğindendir,” diye güldü barın sahibi. “Gel de topuklamadan

Referanslar

Benzer Belgeler

(Belli mi olur, evlenirsen; evlatların da hayırlı çıkarsa, bizim gibi buralarda sürünmez- sin. Fakat sana sükunet tavsiye ederim...) Dedim ya beyamca, şikâyetçi değildim

Boksa dair yazılmış en iyi metinlerden biri olan Ruh ve Beden’i * kaleme alan, aslen bir sosyoloji profesörü olan Loïc Wacquant te- zini yazmak için girdiği Chicago

 Aşağıdaki şekillerden yarısı boyalı olanları işaretleyiniz.  Aşağıdaki şekillerden çeyreği boyalı olanları işaretleyiniz.  Aşağıda verilenlerden

Daha sorar- ken, kızın onun dilinden konuşmaya gayret ettiğini fark etti ve o da kızın dilinden konuşmaya karar verdi.. Elini

Köpeklerde koku alma duyusuna benzer şekilde işitme duyusu da çok iyi gelişmiştir ve insanlara göre daha uzaktan gelen ve yüksek frekanslı sesleri duyma yeteneğine

Konuşacak bir şey kalmayıp gezginler son pipolarını doldurarak sıkıca sarıldıkları uyku tulumlarını serdiğinde Prince oradakiler hakkında daha çok bilgi almak için eski

Yata- ğı çakıl ve çürümüş yaprakla dolacak kadar uzun, sivri uçlu bir demir parçasına tutunan travers de görünüşe göre rayı takip etmiş ve dağılmak üzere olan

2002 yılında kemer ve kemer tokası geliştirmek üzere Kaliforniya’da kurulan bir giyim firması, giyilebilir teknolojiyi kemer mekanizması üzerinde kullanarak farklı