• Sonuç bulunamadı

ÜNİVERSİTE İNŞAAT YERİNDE MEYDANA ÇIKARILAN LÂHİT Yazan: MUZAFFER RAMAZANOĞLU Ayasofya Müzesi Müdürü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÜNİVERSİTE İNŞAAT YERİNDE MEYDANA ÇIKARILAN LÂHİT Yazan: MUZAFFER RAMAZANOĞLU Ayasofya Müzesi Müdürü"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÜNİVERSİTE İNŞAAT YERİNDE MEYDANA ÇIKARILAN LÂHİT

Yazan: MUZAFFER RAMAZANOĞLU Ayasofya Müzesi Müdürü

(Cumhuriyet) ten:

Lâhdin umumî manzarası ve ölçüleri

Müzemize naklini büyük bir himmet eseri olarak telâkki ettiğimiz bu lahit,—527,1/2 ve +58,57,1/2 metre derinliğinde; garbi şimalî ve şarki cenubî istikametinde bir kil tabakası üzerinde bulunuyordu.

Marmara adası mermerinden yapılmış, bir sanduka ve kapaktan ibaret olan bu eser natamamdır. Yalnız san-dukanın yan tarafında bulunan kitabe ve bunun çerçe-vesi işlenmiştir. Kitabenin sağındaki ziyafet sahnesi tas-lak halindedir. Kitabenin solunda bulunan ağlayan ka-dın sahnesi, her ne kadar tamamlanmış gibi görüyorsa da, bu da yarım bırakılmıştır.

Altı satırdan ibaret olan kitabe, İncil diyalekti ile yazılmıştır ve burada şu ibareler okunmaktadır:

«65 sene yaşamış (olan) Dion'un oğlu Alexandros 18 sene yaşamış (olan) kızı Alexandria

(Kızın) 6 aylık yavrucağı Alexandros»

Lâhdin tamamlanmaması ve satırların birbirinden farksız olarak aynı kitabe içerisine sığdırılmış olması, bu üç şahsın bir felâket neticesi aynı zamanda ölmüş olduklarım gösterir. Demek ki bir Epidemi neticesi öl-müş bu şahıslar, muvakkaten bir yere defnedilmişler ve aileleri tarafından lâhit alelâcele yapıldıktan sonra defnedildikleri yerden alınıp, hep bir arada bunun içine konulmuşlardır.

Bu eser, Alexandros'un sağlığmda yapılmış olsaydı, yarım bırakılmazdı. Sonra âdet olduğu veçhile, lâhdin sahibi, (ben bunu bilerek yaptırdım) diye lâhdin üzeri-ne de yazdırırdı.

Bunların ne zaman öldüklerini, elimize geçirdiğimiz sekiz adet bakır sikke sayesinde, aşağı yukarı tesbit etmek bizce mümkün olmuştur. Bu sikkeler, lâhdin M ü -zemize naklinden sonra içinden çıkardığımız kemiklerin arasmda bulunmuştur. Bunlarla beraber, kırık gözyaşı şişeleri, kemikten mamul kırık bir Fibula, demirden

yapılmış küçük bir kenet parçası, genç kadına ait, düğmeye benzer siyah bir ziynet eşyası parçası elde edilmiştir.

Elde edilen bu sikkeler ve saydığımız bu küçük par-çalar «ehemmiyetsiz» oldukları için ya tenezzül edilip alınmıyan, yahut da altm yüzük bulunduktan sonra, artık aramağa lüzum kalmayıp terkedilet. afak tefek buluntulardır.

Sikkelerden ikisi müstesna, altısı temizlenmiştir. Temizlenenlerin hali hazırda en yenisi Alexander Sere-rus'a (222-235) aittir. Henüz temizlenmemiş iki sikke

belki bundan yeni olabilir. Fakat bugün elimizde bulu-nan yeni sikkeye göre, lâhdin sahiplerini (222-235) tarihleri arasmda ölmüş olarak kabul edeceğiz.

Şimdi, bunların ölümünü intaç eden bir felâketi, yukarıda arzetmiş olduğumuz sebeplerden dolayı kabul ettiğimize ve Bizantion'da bu aileden başka zengin aile-lerde bulunduğuna nazaran, bu lâhde benzer, aynı devre ait felâketten ötürü canlarını kaybetmiş kimselerin lâ-hitlerine bir istikamette tesadüf etmemiz mümkün ola-bilecektir (1).

Eski Mısır an'anesine dayanarak, putperestlerin, bu dünyadan öteki dünyaya geçmek için, gemiciye müru-riye olarak verilmek üzere, ölülerin ağzma koydukları bu paralar, tarihin karanlık kalan bazı sahifelerini bu-gün aydınlatmağa yarayan en kuvvetli vesikalardır.

İstanbul'da ilk defa ele geçen bu mühim putperest lâhdi, vaktile açılmıştır. Kemiklerin karışık bir vazi-yette bulunuşu bunu ispat ettiği gibi, kapakla sanduka-yı birbirine bağlayan kenetlerin yok oluşu, aynı zaman-da kapakla sandukanın birleştiği yerde, iltisak

(2)

sini gören harçların izleri de bunun açılmış olduğunu açıkça göstermektedir.

Lâhit, ya putperestler, yahut da dördüncü asırda hıristiyanlar tarafından, aynen bugün olduğu gibi, ka-labalık bir heyet huzurunda açılmıştır. Bugünkü modern vasıtalarla ancak 3-4 saat zarfında güçlükle açılabilen monolit kapağın, öyle beş on hırsız tarafından açılıp tekrar kapanmasına imkân yoktur.

Bunun hangi dinî müesseseye mensup kimseler ta-rafından açıldığım bize kemikler öğretecekti. Eğer lâhitte bulunan kemikler üç kişiden fazla ise, bunun putperestlerin elile açıldığını kabul etmek zarureti vardı. Çünkü hakikî sahiplerini içinde bırakmak şar-tile, lâhitlere sonradan ölülerin konması, putperestlerce bir âdettir. Bu âdetin Bizantion'da da carî olup olmadı-ğını öğrenmek, her halde bizim için ilmî bir kazanç olacaktı.

Fakat ben, putperestler bu âdeti burada tatbik etmiş olsalar dahi, bu lâhdin bir kere de dördüncü asırda hıristiyanlar tarafından açıldığına kani bulunuyorum. Zira lâhdin meydana çıktığı saha, bir yangın harabe-sidir ve burada bir çok Bizans keramikleri göze çarp-maktadır. Sonra lâhdin garb tarafına doğru, çok yakın bir mesafede, bugün sökülmüş olan büyük bir kilisenin temeline raslanmıştır. Sökülen bu temel, İmparator Anastatios (491-518) tarafından inşa edilen ve fakat adı şimdilik meçhul bulunan bir kiliseye aittir.

Aynı civarda bir de büyük Theodosios (379-395) za-manında inşa edilen Sent Markus kilisesi vardı. Lâh-din işte bu devirde açılmış olması büyük bir ihtimal da-hilindedir.

Lâhdin içindeki kemiklerin karışık bir vaziyette bulunması ve ele geçen eşyanın olduğu gibi bırakılma-sı, bunun hıristiyanlar zamanında ve bir heyet önünde açıldığına delâlet eder. Yalnız şunu itiraf edelim ki, o devrin insanları, yirminci asırda yaşıyan ve medenî olduklarını iddia eden hemcinslerinden daha çok me-denî olduklarım ve bilhassa ölülere hürmet etmesini bil-diklerini, bize terkettikleri bu lâhdin muhtevasile çok güzel ispat etmişlerdir. Biz bugün bu lâhit ve içindeki

kemikler sayesinde bazı mühim şeyleri öğrenmiş bulu-nuyoruz. Bunları ayrı ayrı yazmağa bir gazetenin hac-mi müsait değlidir.

Bulunan altm yüzük — eğer bu küpe değil de haki-katen bir altın yüzük ise — ortaya çıkan bu lâhdin bir şövalyeye ait olduğunu gösteren ikinci bir delildir. Çün-kü altm yüzük taşımak ancak şövalyelere verilen bir hakti.

Maamafih kitabenin çerçevesinin sağında ve solun-da bulunan müselles lâhit de bir şövalyenin yatmış ol-duğunu zaten belli ediyor. Herhalde bu da Alexandros

olsa gerektir. Çünkü lâhde ikinci bir şövalyenin kon-muş olmasına ihtimal verilemez. Bir şövalye, ya kendi sağlığında yaptırdığı, yahut da Alexandros'un ailesinin yaptığı gibi sonradan meydana getirilen bir lâhte

ko-nur. Şu halde lâhit ve kemikler asil bir aileye ait bulu-nuyordu.

Burada asıl enteresan olan cihet, eski zamanlarda, lâhdin bulunduğu istanbul'un üçüncü tepesine Alexan-dria denmiş olmasıdır. Bir rivayete daha doğrusu bir efsaneye göre, Büyük İskender, kızile beraber İstanbul-un üçüncü tepesinde yatmaktadır.

Büyük İskender'in ailevî durumunu ve nerede öl-düğünü bilmiyen bu efsanenin sahipleri, herhalde bizim Alexandros'un lâhdini görmüş oldukları için böyle bir zehaba kapılmışlar ve kendilerince hakikat olan böyle bir efsaneyi bize miras bırakmışlardır. İstanbul'un üçün-cü tepesine de bu şövalyenin ismine izafeten Alexandria denmiş olması büyük bir ihtimal dahilindedir. Tarih, bu tepe üzerinde Büyük İskender'e ait bir Stele'nin bulun-duğunu kaydeder. Tarihin kaydettiği bu Stele, belki bi-zim lâhittir. Çünkü lâhitlerin üzerinde bulunan kita-belere de Stele dendiği vakidir.

Tarihte geçen bazı haberlerin doğru veya yanhş olduklarını bize öğretecek bu gibi eserlerdir. Onun için güzelliğine ve çirkinliğine bakmadan bunları muhafaza etmek, kim olursa olsun, herkesin vazifesidir.

* * *

İstanbul'un üçüncü tepesi, en eski devirlerden bu-güne kadar ehemmiyetini muhafaza eden bir yerdir. Bu şehrin ilk kurucusu Byzas, sevgiü karısı Fidelya'nm şe-refine muazzam ay ve güneş mâbedini bu tepe üzerinde inşa ettirmişti.,

Bizanslıların Nekropol (Mezarlık) ı burada bulu-nuyordu. Fakülte inşaatı başlayıncıya kadar, tarihin bu Nekropol hakkında verdiği haber, ancak bir rivayet ma-hiyetinde idi. Temel kazılarında meydana çıkan müte-addit mezar taşları ve en son olarak elde edilen bu lâhit, tarihin verdiği bu haberi teyideden kuvvetli birer vesika teşkil etti.

Aralarmda İmparator Hadrian olmak üzere 12 kişi-ye ait büyük heykeller buraya dikilmişti. Bizansm uğur senbolü gene burada idi.

Kapitolium diğer adı ile Megas Stratigium ismi ve-rilen bu düzlükte, başkumandanlar dairesi vardı. (Genel karargâh); ve kumandanların tayin ve tevcihat merasi-mi burada icra kılınırdı.

Askerî birlikler bu düzlükte talim görürlerdi. Kaiser Valans zamanında, şehre şu tevzi etmek için, Nymphe-um (su deposu) bu tepe üzerinde inşa edilmişti.

(3)

tarafından inşa edilen ilk basiliğin fevkalâde bir mi-marî nümunesi olan büyük bir parçayı meydara çıkar-mıştır.

Profesör Gabriel de harpten bir az evvel, eldeki gayet mütevazi bir tahsisatla «Forum augustĞon» nun doğu tarafında kadîm meclisi âyan (sĞnat) mahallinde hafriyata başlamıştı.

Hiç şüphesiz, sahil ile büyük sirk arasmdaki saha ve Ayasofya civarında enteresan keşifler yapılabilir.

* « «

ATATÜRK:

Ayasofya'yı bir ibadet mahalli olarak kullanılma-ması: Bu bina bir dine âit olmayıp, beşeriyetin malıdır, demişti.

ATATÜRK Arkeolojik Park projesini tasvip et-mişti. El'an Büyük Şef sağ olmuş olsaydı, İmparatorlar Sarayma ve müştemilâtı olan «Forum Thermes -SĞnat» hakkında da aynı sözleri söyliyeceğini katiyetle ümit ederim.

* *

Arkeolojik Park mahalli sırf hususî eşhasa ait olan arsalardan müteşekkildir. Ve bunların istimlâki lâzım gelmektedir. Harbin sonunda ve örfî idarenin ortadan kalkmasiyle başlayacak olan yeni inşaat hamlesini, ve şehircilik plânının ahkâmını şuurlu bir surette tatbik edebilmek için Belediyenin elindeki salâhiyetin kifa-yetciz'iğinden endişe duymaktayım. Çünkü Türkiye (8) senelik seferber bir durumdan sonra bütün membalarını münhasıran halkın en âcil ve en zarurî ihtiyaçlarını kar-şılamak için sarfedilecektir.

Tahsisatsızlık yüzünden de elimize bir daha geçmi-yecek olan yegâne fırsatı kaçırmakla Konstantin ve

ha-lefleri Sarayının ne olduğunu da tamamiyle öğrenmemiş olacağız.

Bütün Bizans edütleri kongrelerinde, Fransızlar, Amerikalılar, İngilizler, Almanlar, Ruslar, Belçikalılar, İsviçreliler, İtalyanlar, Romanyalılar, ilâh... Türkiyedeki eserlere karşı büyük bir alâka göstermişlerdir.

İstanbul'daki arkeoloji enstitüleri birbirile reka-bete girişmişlerdir.

Ayasofyadaki mozaikleri meydana çıkarmış Ame-rikalı profesör Wittmor'un yardımı benim için çok fay-dalı olmuştur. Son zamanlarda küçük Ayasofya'yı, ha-rap edebilecek bir takım yeraltı sızıntılarını alelâcele bir tamirle önledikten sonra bu binayı kurtarmış olduk. Mr. Wimtor'un ve diğer mevzuubahis arkeolog-ların yardımları aşağıdaki teklifin tahakkuku için daha şimdiden temin edilmiştir.

TÜRKİYEYE YARDIM MAKSADİLE BİR MİLLETLER ARASI TEŞEKKÜLÜN İHDASI

Bu suretle tahsisatı temin edilecek olan bu teşek-kül, arkeolojik araştırmaları başarabilmek için bazı sahaların istimlâkini, bir kaç binanın restorasyonunu ve muhafazasını sağlamış olacaktır.

Bu yardım Türkiye hükümetine Versay sarayının tamiri esnasında, Rokfeller komitesi tarafından Fransız hükümetine yapılan yardımın aynı olacaktır. Belki bu teklifin tatbik imkânları hayalî gibi görünürse de bütün milletlerin çektiği İstırap ve badirenin yanmda İstanbula tahsis edilecek kredi pek cüz'î bir yekûn tutacaktır. Fırsat bu fırsattır, belki hiç bir zaman ele geçmiyecektir.

Bu suretle Türkiye Cumhuriyetinin genç arkeolog-ları, Edebiyat Fakültesi talebeleri bilgilerini arttırmak için yeni saha ve ufuklar açılmış olacaktır.

(Başı sayfa 234 te)

Sultan Mahmut Megas Stratigium'u yani Babı Seraske-riyi aynı tepe üzerinde ve aynı noktada yıkılan sarayın yerine inşa ettirmiştir. Bugün bu bina. Üniversitemizin merkezini teşkil etmektedir.

Üçüncü tepenin önemini belirten bu kısa haberleri1

Referanslar

Benzer Belgeler

Hac mevsimide yaklaşmakta olduğundan büyük bir faaliyetle işe başlamış Birinci Ahmet zamanında yaptırı- lan kuşaklar çıkarılarak eritilmiş altın, gümüş ve demiri

Tufts-TMU

Sanat ile bilim arastndaki iligkiyi bir grafikle aqrklayan Koestler, bilimsel afrrhklt (nesnel) olgulan ordinatta, sanatsal afrrhkh (oznel) olgulan da absiste

Ama e¤er Lorenz "Acaba be- nim kadar e¤lenceli bilim kitaplar› yazan baflka biri var m›d›r?" diye bir laf etsey- di, ben dahil binlerce kifli bu sözleri abar-

Her ne kadar daha ge- niş bir alana yayılmış olsa da elde edi- lecek çözünürlüğün VLT’nin elde etti- ği çözünürlükten daha küçük olmasının nedeni,

Il les visitait avec soin, puis, au moment de les quitter, annonçait très simplement aux directeurs que la Khassa royale leur verserait par son ordre un

Millî devletlerin yönetiminin bile ne kadar zor olduğunun anlaşıldığı bu günler­ de, Balkanlar ve Ortadoğu gibi patlamaya hazır kazanlar üzerinde oturarak geçirilen bir

Abdülhamit saltanatına ait en mühim hâtıraları şüphe yok ki Sadrâzam Sait paşayla, Kâ­ mil paşanın eserleri teşkil et­ mektedir.. Her iki Sadrâzam da