• Sonuç bulunamadı

2008 Küresel Finans Krizi Sonrasında Dış Ticarette Korumacılık: Paradigma Kayması (mı?)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "2008 Küresel Finans Krizi Sonrasında Dış Ticarette Korumacılık: Paradigma Kayması (mı?)"

Copied!
29
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2008 Küresel Finans Krizi Sonrasında Dış Ticarette Korumacılık: Paradigma Kayması (mı?)

İrfan KALAYCI

*

Özet

2008-2010 yılları arasında cereyan eden küresel finans krizi, 1929 depresyonunda olduğu gibi dünya kapitalist sistemi konusunda iki zıt görüşü tekrar gündeme getirmiştir: Serbest dış ticaret mucize de yaratabilir, felaket de. Krizden etkilenen pek çok ulusal ekonomi, krizden çıkış için neo-liberal politikalara ara verdi ve korumacılık şemsiyesine sarıldı. Bu genellikle bir anda olunca dünyada

“paradigma kayması” olarak algılandı. ABD kendi eseri olan mortgage krizine karşı dünya ticaretini eski rayına oturtabilmek için “kasvetli korumacılık” tezini ve

“Keynes içeri-Smith dışarı” sloganını “ihraç” etmeye başladı. Kontrol araçları ile dış ticarete daha fazla müdahale edildi. Her sektör (tarım, demir-çelik, otomotiv, enerji, tekstil, hizmetler vb.) ve her bölge (ABD, AB, ASEAN, BRICS vb.) kendine özgü bir müdahale tarzı benimsedi. G-8’den IMF’ve WTO’ya kadar birçok uluslararası örgüt korumacı politikalara çekinceyle yaklaştı.

Anahtar Kelimeler: Küresel Finans Krizi, Serbest Dış Ticaret, Korumacılık Protectionism in Foreign Trade After Global Finance Crisis 2008:

(Is) Paradigm Shift (?) Abstract

The global financial crises occurred from 2008 to 2010. As it was in the depression in 1929 bring up two opposite opinion about the capitalist system. Free foreign trade can cause both miracles and disasters. Most of the national-federal economies that are affected from the crises took a break to neo-liberal policies and embraced the protectionism shelter. This movement named as the shifts in the paradigms. USA started to export idea of murky protection with the slogan “Keynes in – Smith out” in order to fix the world economy caused by it own mortgage crises.

      

* Doç.Dr., İnönü Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, irfan.kalayci@inonu.edu.tr 

(2)

It was interfered with control instruments in order to restabilize foreign trade. Each sector (agriculture, steel, automobile, energy, textile, services etc.) and each zone (USA, EU, ASEAN, BRICS etc.) used a specific intervention. On the other side, G-8, G-20, IMF and WTO and many other international organizations was cautioned on this protectionist politics.

Key Words: Global Financial Crisis, Liberal Foreign Trade, Protectionism JEL Classification Codes: F11, F14, F52

Giriş

2008’de patlayan ve 2009’da doruğa ulaşan ABD merkezli küresel finans krizi dışa açık bütün ekonomileri çeşitli derecelerde yıprattı. Krizden sonra pek çok ülke, serbest dış ticaret politikalarını gözden geçirerek sadece bazılarını askıya aldı ve birtakım korumacı önlemlere başvurdu. Bunun temel nedenlerden biri krizden dolayı karşılaştıkları kayıpları telafi etmek istemeleriydi. Diğer neden de liberal iktisadi yapılarını bozmadan dış ticaret pozisyonlarını kuvvetlendirmekti. Dolayısıyla korumacılık, bu ülkeler açısndan serbest dış ticareti “ikame eden” değil, “takviye eden” bir karakter taşımaktaydı.

1929 tarihli Büyük Çöküş’ten (Great Depression) bu yana 2008-2010 dönemine damgasını vuran şimdiki kriz, yaşanan en büyük finansal kriz olduğundan, doğal olarak bir paradigma kaymasının varlığından (Julián, 2009) yoksa bile bir paradigma kaymasına ihtiyaç duyulduğundan (Mollah, 2010) söz edilmektedir. Sutton’un (2010) belirttiği gibi “kısasa kısas” (tit-for-tat) denilen ve rekabetçi devalüasyonlar eksenine oturan “1930 tarzı” bir korumacılığa geri dönülmüş ve böylece “soğuk ticaret savaşları” başlamıştır.

Burada adı geçen “paradigma”, geçerli kural ve yaklaşımları ifade eden model anlamına gelmektedir. Eğer bu modelde köklü bir değişiklik ortaya çıkmışsa buna

“paradigma kayması” (paradigm shift), değişim oluştuğu halde eski modelde ısrar edenlerin durumuna da “paradigma felci” (paradigm paralysis) adı verilmektedir.

Bu çalışmanın amacı küresel finans krizinden sonra ortaya çıkan korumacılık anlayışının gerekçelerini ve bu anlayışın küresel planda bir paradigma değişikliği olarak algılanıp algılanmadığını tahlil etmektir.

Bu amaç doğrultusunda öncelikle serbest dış ticaret ve ona seçenek oluşturan korumacılık ile ilgili tezler ortaya konulmaya daha sonra korumacılığın tarihsel arka planında yeni krize karşı çözüm olup olmadığı başat sektörler (tarım, demir-çelik, tekstil, otomotiv vs.), gelişmiş ve gelişmekte olan dünya ülkeleri ya da ülke grupları (ABD, AB, BRIICS vs.), uluslararası finans örgütleri açısından incelenmeye çalışılmıştır.

1. Serbest Ticaret ve -Karşıtı- Korumacılık

Panagariya (2004), serbest ve adil ticaretin mucizeleri ve felaketlerinden söz ederken Surowiecki (2008) ise dış ticaretin bilinen tüm yararlarına karşın dünya ekonomisine damgasını vuran Çin’in ABD üzerinde kurduğu iktisadi baskı bağlamında kimi durumda ortaya koyduğu “bumerung” özelliğinden dolayı

“çelişkili” hallerine vurgu yapmaktadır. Bu eksende kalmak üzere dış ticaretle ilgili bir dizi liberal ve korumacı tez tartışılabilir.

(3)

1.1. Serbest Dış Ticaret Tezleri

Serbest ticaretin her zaman tüm gelişen ülkeler için fayda sağlayıp sağlamadığını tartışan Ringuet (2006), serbest ticaretin ülkelerin tarihsel kalkınmasındaki önemli rolünü kabul eder ancak mal ve hizmetlerin ülkeler arası serbestçe akışının birtakım yapay engeller (örneğin; zor coğrafik koşullar ve ulaştırma masrafları gibi “doğal engeller”, dil ve gelenekler gibi “kültürel engeller”, tekelci stratejiler ve kısıtlı rekabet gibi “piyasa engelleri”, gümrük tarifeleri ve kotalar gibi “politik engeller”, hizmet ticareti düzenlemeleri, vb.) ile tıkandığını, dolayısıyla her türlü korumacılık ile çeliştiğini ve serbest ticareti savunanların korumacılığın meşrulaştırılmasına karşı olduklarını belirtir. Onun da vurguladığı gibi korumacılık, sık sık, sadece yerli sanayileri değil aynı zamanda pek çok durumda kültürel normları ve değerleri korumak için de tasarlanmaktadır.

Kaempfer vd. (2002), serbest ticaretin “eğer o kadar etkin ise neden evrensel olmadığını” sormaktadır. Onların “kamu seçimi” açısından verdikleri yanıta göre, liberal politikalar herkesin kayıplarını telafi etmediği gibi herkesin durumunu da iyileştirmemektedir. Bu önemli saptamayı şöyle geliştirmek mümkündür: Serbest ticaret, kriz dönemlerinde ideolojik olmaktan çıkıp pragmatik olmaya ve korumacı politikalara dönüşmeye başlayabilir!

Artan serbest ticaretin korumacılık gibi bir müdahalenin değişik şekillerinden çok daha fazla hızlı küresel ekonomiyi uyarabildiğini vurgulayan Halle (2010), kriz sürecinde neo-liberal paradigmanın geçici olarak yön değiştirdiğini söylemektedir.

Korumacılığın popülist politikacılar arasındaki güçlü çekiciliğine rağmen ticaret ve kalkınma uzmanlarının çoğu 1929 Büyük Çöküş’te olduğu gibi korumacı önlemlerin iktisadi ilerlemeyi muzzam derecede kösteklediğini, çok azının ise gelişen ülkeler için ihracat fırsatlarının açılmadığını ve politik dikkatlerin bir türlü yoksulluğun azaltılmasına ve çevreci bilinci oluşturmaya kaymadığını hatırlatmaktadır.

Kuşkusuz, ticaret sistemi baskın iktisadi paradigmayı sorgulamamakta, tersine, ona itaat etmektedir. Halle, çoklu ticaret sistemi ile çerçevelenmiş olan bu paradigmanın gerçekte tanıdık liberalizm, deregülasyon ve özelleştirme kapanından oluşan

“Washington Uzlaşması” olarak adlandırıldığını ve paramparça olma sürecine girdiğini belirtmektedir.

Abbett (2010), “serbest ticaretin dönüm noktası mıdır?” şeklinde, henüz çok erken olan bir soruyu gündeme getirmiştir. Zira böyle bir soru, ticaret-karşıtlığını (anti-trade) anlamsız kılan küreselleşme mantığına ve gelişmesine aykırıdır. Böyle tartışmalı bir soruyu güncelleştiren, doğal olarak, Çin’in henüz 2007-2009 krizi öncesinden başlattığı ve korumacılık önlemlerini tetikleyen “döviz hilesi” (currency manipulation) stratejisi olmuştur.

Baldwin’e (2010) göre, “tek taraflı tarife serbestliği” genellikle gelişen ülkelerin politikası olsa da garip bir şekilde küresel bir olguya dönüşmüştür. Bu tarife serbestliği şu üç mekanizmaya dayanmaktadır: Birincisi, kısmi ticarete karşı geçici engellerin azaltılması; ikincisi, ticaret öncesi doğrudan yabancı yatırımların, yüksek engeller koymanın marjinal maliyetini arttırması; üçüncüsü ise genel denge kanalıyla gelişen ülkelerin gelişmiş ülkelerin arz zincirine katılması.

1.2. Dış Ticaret: Nehir Benzetmesi ve Ayrımcılık Eleştirisi

Titeca (2009), Fahey’in doğal kaynaklar ve minerallerden oluşan mal zincirini sıkça değişen bir nehir ile yaptığı çarpıcı karşılaştırmasına yer verir: “Bir nehir, yeni kanalların içini oyarak doğal engelleri aşar ve yeni varılacak yerler için yeni

(4)

güzergâhlar izleyerek insan kaynaklı yanıltmalara tepki gösterir. Bir nehrin ayrıca birbirine zıt olmak üzere düşük akıntı dönemleri ve sel anları vardır. Sakin bir nehir, ticareti ve kalkınmayı kolaylaştırabilir fakat öfkeli bir nehir yıkıcı ve ölümcül sonuçlar doğurabilir.”

Aynı benzetme (metaphor) dış ticaretinin genel bölgesel motifleri için de kullanılabilir. Zira dış ticaret ya da sınır ticareti güvenlik (çatışma ve barış) ya da (fiyatlar üzerinde etkisi olan) iktisat politikaları gibi dışsal güdülemelerle karşılaşınca tepkisi değişen bir olguya dönüşüvermektedir. Tıpkı bir nehir gibi; o da varacağı yere ulaşmak için yeni yollar bulabilir, belirli yerlere gitmekten tümüyle vazgeçebilir ya da yolunu değiştirebilir.

Sınırlarda kurulan gümrük kapıları da bir tür nehirlerin üzerinde inşa edilen barajlar gibidir. Denilebilir ki sınır gümrük noktalarında her ülkenin otoritesi giriş- çıkışı için kendi yasal ve bürokratik uygulamalarını devreye sokabilir. Uluslararası ve uluslarüstü antlaşmalar (Schengen Antlaşması vb.) konjonktürel ihtiyaçlara göre değişiklik arzetse de mümkün olan en çok serbestliği ya da en az kısıtı yansıtmaya odaklıdırlar. Sınır kontrollerinin ortak tarafları ya da amaçları genel olarak yasal ve yasadışı göçü düzenlemek, yurttaşların hareketlerini ve bulaşıcı hastalıkları denetlemek (gözlemlemek), tüketim vergisini toplamak, yasak mal girişlerini engellemek vb. şeklindedir.

Öte yandan INSEAD-Knowledge’ın (2009) aktardığına göre, Columbia Üniversitesinden Bhagwati, Amerikan hükümetininin zor durumdaki otomotiv sanayicilerini “ayrımcılık” (discrimination) yaparak desteklemesini eleştirmektedir;

çünkü finansal desteğin ABD’deki fabrikalarla yabancı otomotiv sanayicilerini birlikte kapsamadığını belirtmektedir. İnsanların yabancı işçilerin önce işten atılıp sonra da istihdam edilmesini istemelerini gerginlik ve endişeye bağlamakta ve ABD’yi “yeni yabancı düşmanlığı” (“neo-xenophobia”) konusunda uyarmaktadır.

Bu durumda gerçekten de ulusal çıkarlar dayattığı zaman Fransa Başkanı Sarkozy’nin Fransız şirketlere dediği gibi “evine dön” kampanyası yaygınlaşabilir.

1.3. Krize Karşı Korumacılık Tezleri

Her iktisadi krizden sonra koruma duvarlarını yükseltmek gibi bir eğilim gözlemlenmektedir. ABD’de 2007’de kriz sinyallerinin yoğunlaşmasına paralel olarak korumacılık eğilimi gündeme gelmeye ve krizin adı konulduğundan itibaren ise bu eğilim somut bir olaya dönüşmeye başladı. Dünya korumacılık politikalara yabancı değildir; zira 1930’dan çıkarılan derslerle korumacılık politikaları geliştirilmektedir. Ancak 2009’da bir yangın gibi tüm dünyaya yayılmış olan krize karşı 1930’dan kalma korumacılıkla mücadele edilemezdi. Çünkü iki kriz de, derinliği benzer olsa da, çıkış nedenleri ve sonuçları itibarıyla oldukça farklıdır.

Sally (2010), dünyada modaya dönüşen ve hatta misilleme ya da “kısasa kısas”

(tit-for-tat) şeklinde süren korumacılık uygulamalarına bakılarak yeni-geleneksel aklın bir manzarasının artık “Keynes içeri-Smith dışarı” kanaatının olduğunu belirtmektedir. Chen (2009), bu kanata uygun olarak paradigma kaymasını bir de

“Keynesçi dürtü” (Keynesian stimulus) olarak nitelemektedir.

Uluslararası ticaret günümüzde çoklu ticaret sistemin ayakları üzerinde yürümekte ve korumacılığı “çıkmaz yol” ve hatta “cambaz ipinde yürümek” olarak görmektedir. Belki o yüzden Zedillo (2009) gibi pek çok iktisatçı korumacılık denilince aslında onu “kasvetli korumacılık” (murky protectionism) diye anlamaktadır. O iktisatçılar korumacılıktan kaçınmayı taahhüt eden, daha da ötesi

(5)

korumacılıkla büyük bir cesaretle mücadele eden politik liderlerin ve bürokratların her zaman hoş karşılandıklarını hatırlatmaktadırlar. Ancak iç politik baskılar dışında, Evenett ve Whalley’in (2009) sözünü ettiği “dış ticarette ayrımcılığı gerektiren yeşil korumacılık” ideolojisinden kaynaklanan çevreci duyarlılığın bu cesareti kırabildiği gözlemlenmektedir. Bhagwati (2009), korumacılığın çok güçlü bir “yanıt isteyen tehlikeli bir virüs” olduğunu; G20 liderlerinin başında gelen Obama’nın çok ciddi iki korumacı meydan okumayla yüzleştiğini; bu meydan okumalardan ilkinin

“Amerikan malını satın alın” şeklindeki talep uyarıcı paketi, diğerinin ise “Çin’in döviz hilesi” olduğunu belirtmektedir.

2. Korumacılığın İktisadi Kuramı

Kuramsal olarak liberal ticaretin karşıtı olan korumacılık, tarih boyunca onun yok edicisi (terminator) olabileceği gibi aslında onun koruyucusu (protector) da olabilir. Elbette, bu nitelemede korumacılığın gerekçeleri, dozu ve süresi belirleyici olacaktır.

2.1. Tarihsel Arkaplan

Dış ticaretin iki ayağı olan liberalizm ve korumacılık arasındaki kadim paradigma değişikliğini inceleyen çok sayıda kuram vardır. Ticaret politikasının siyasal iktisadını inceleyen Laffargue (2007), Thomes ve Jandova (2006), korumacılığın kuramsal olarak 17’nci yüzyıl merkantilizmine dayandığını ve merkantilistlerin ticaret dengesi “fazlasını” savunduklarını hatırlatırlar.

Lucia (2009), korumacılık fikrinin A.Smith’in hayal ettiği (ve D.Ricardo’nun da geliştirdiği) serbest ticarete dayalı mükemmel dünya resmi ile uyuşmadığını; ayrıca F.List ile özdeşleştirilen korumacılık akımının -bir ulusun iktisadi özerkliğini sağlamasında yararlı olması ve yerleşik üreticilerin rezerv tutma ihtiyacını gidermesi şeklinde- iki köklü savdan oluştuğunu belirtirken Gamberoni ve Newfarmer (2009) da makro iktisadi dengeleri kurup sürdürmek amacıyla yoksul ülkelerin yeni korumacılık önlemlerini doğrudan kullandıklarını fakat zengin ülkelerin daha çok bunları desteklediklerini (sübvanse ettiklerini) vurgulamaktadır.

George (1949), koruma ve savunma içgüsüdüne dayandırdığı korumacılığın heyecan dolu kısa tarihini anlattığı bir eserinde, ticaretin insani bir faaliyet olduğunu, o yüzden bir tür fırtına, sel ya da deprem gibi bir felaket sayılamayacağını ve ticareti kötülemenin yanlış olduğunu ve böyle bir ihtiyaca da gerek duyulamayacağını, dolayısıyla sadece yerli üreticilerin ve işçileri için rekabetin ve ticaretin bazı fenalıkları karşısında korumacılığın bir ulusal politikaya dönüşebileceğini ileri sürmektedir.

Chang (2001), büyük ölçekli bebek sanayilerini koruma stratejisini ilk uygulayan ülkenin İngiltere olduğunu ve 18’inci yüzyılda bu stratejiye verilen desteğin ABD’nin ilk Hazine Başkanı A.Hamilton ile doruğa ulaştığını, 19’uncu yüzyılın ortalarındaki iddiasız korumacılık (modest protection) dönemlerinde bile Almanya’nın bebek sanayileri için ev sahibi korumacılığına hem politika hem de entelektüel olarak yaklaştığını, bu bağlamda Şansölye Bismark döneminin unutulmaz olduğunuş, Prusya’da sanayinin Alman Gümrük Birliğinden (1834) önce tarifelerle korunduğunu, Fransa’nın da Almanya ile benzer bir şekilde (İngiltere’nin

“laissez faire” tezine karşı) -Colbertist gelenekten dolayı- devletçi bir ekonomi olduğunu, Japonya’nın ise bu alanda geç sahneye çıktığını, feodalitenin çöküp Meji Restorasyonu (1868) ile modernleşen bir rejime dönüşmesinin ardından kalkınmanın

(6)

başlarında ticaret korumacılığını yapamadığını ancak 20’nci yüzyılın başından itibaren sanayileşme çabalarını seçenek araçlarla yaptığını uzun ve önemli tarihsel anekdotlarla anlatmaktadır.

Günümüze gelince Krugman (2009a), her ülkenin ekonomisinde finansal genişlemenin etkilerini içeren korumacı önlemleri kabul etmesi halinde dünya ticaretinde nasıl bir değişmenin gerçekleşeceğini sormaktadır. Her ülke bir başka ülkeye göre tam istihdama yaklaşılabileceğini fakat ticaretin bozulabileceğini; bunun

“komşunun canı çıksın” tezi ile değil dünyayı bir bütün olarak daha iyi yapabilen korumacılık tezi ile ilgili olduğunu, korumacılığın yanlışlığı üzerine söylenebilecek şeylerin ise “iktisadi” değil ancak “teolojik” olabileceğini ileri sürmektedir.

2.2. Korumacılığın Gerekçeleri

“Korumacılık” (protectionism), bir ülkenin yerli üreticilerini her türlü yıkıcı nitelikteki dış rekabet karşısında korunmasını savunan görüşlere dayanan dış ticaret politikasıdır. Efere’ye (2002) göre bir hükümet şu tür nedenlerle korumacı politikalara başvurur:

• Ulusal güvenlik-savunma tezi: Bir savaş ya da kriz sürecinde bir ülkenin iktisadi ve siyasal bağımsızlığını yitirmemesi bakımından birtakım savunma sanayilerine sahip olması ve onları koruması gerekir. Smith bile “savunma zenginlikten daha önemlidir” demiştir.

• Bebek-çocuk sanayi tezi: Yeni kurulan ve gelecekte karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olacak sanayi kolları optimum ölçeğe ulaşıncaya yani olgunluk çağına erişinceye kadar korunmalıdır (Bebek-çocuk sanayi tezinin göründüğü kadar anlamlı olamayabileceğini ve bu yüzden bazı eleştirilere konu olduğunu da hatırlatmak gerekir. (Örneğin; Ünsal (2005), her yıl yüzlerce fabrikanın kurulduğu ve kapandığı gerçek yaşamda koruma sonrası rekabetçi güce ulaşacak (Mill testini geçecek olan) sanayileri önceden belirlemenin pek kolay olmadığını ve yanlış değerlendirmenin yüksek fatura çıkarabileceğini, benzer şekilde, korunan sanayilerin korunma döneminde yol açtıkları refah kaybını rekabetçi gücü elde ettikten sonra telafi etmeleri (Bastable testini geçmeleri) halinde işe yarayabileceklerini, oysa korumanın geçici olacağı hükümetlerce ilan edilince bu işlevselliğin riske girdiğini belirtmektedir).

• Hakça ticaret: Dış ticarette öncelikli olan ticaretin serbest değil hakça yapılmasıdır. Zira, doğal, toplumsal ve siyasal nedenlerden dolayı yerli ve yabancı işletmelerin üretim ve maliyet koşulları eşit değildir. Koşulları daha iyi olan yabancı işletmelere karşı yerli işletmeler çeşitli araçlarla korunmalı ve onlara ayrıcalıklar sağlanmalıdır. Bir spor karşılaşmasında rakipler eşit güçte değillerse bir taraf haksız başarı elde eder. O nedenle uluslararası üretim ve maliyet eşitsizliğine karşı korumacılık bir denge politikasıdır (Photiades (2000) tarafından ve Universia- Knowledge sitesinde (2009) işaret edildiği gibi kriz sonrasında beyin fırtınası yapan iktisatçıların yaptığı kavramsal tartışmada “serbest tüccar” (free trader), “adil tüccar” (fair trader) ve “korumacı tüccar” (protectionist trader) pozisyonları öne çıkmıştır. Bu ayrıştırmadan “herkes serbest/korumacı tüccar olabilir, ama adil tüccar olamaz” şeklinde bir çıkarım elde edilebilir).

• Stratejik ticaret politikası: Sanayileşmiş bir ülke, korumacı önlemlerle ileride hızlı büyümesi için bilişim ve iletişim teknolojileri (BİT) gibi anahtar sektörlerde karşılaştırmalı üstünlük yaratabilir. Bunun için sübvansiyon ve vergi gibi koruyucu önlemlerden geçici olarak yararlanılabilir.

(7)

• Diğer makro iktisadi gerekçeler: İthal enflasyona, işsizliğe, yoksulluğa, ödemeler bilançosundaki açığa, dövizde aşırı değerlemeye, doğa-çevre kirliliğine ve dampinge karşı korunmak da gerekir (Burada, son zamanlarda en dikkat çekici olanı dampingdir. Sözcük anlamı “dökmek, boşaltmak, yere indirmek” olan damping;

iktisadi olarak “maliyetinin altında satış” demektir. Damping stratejisine göre, bazı şirketler piyasaya girmek, rakiplerini zor duruma düşürmek, piyasayı ele geçirmek gibi amaçlarla maliyetinin altında bir fiyattan mal satarlar ya da bu çerçevede bazı ülkelerin şirketleri dış piyasalarda mallarını iç piyasadakinden daha ucuza pazarlarlar; sonuçta, yerleşik şirketlerin aleyhine haksız bir şekilde rekabet üstünlüğü sağlarlar. Bu durumda yerleşik şirketlerin çıkarlarını korumak için devlet genellikle “anti-damping vergisi” uygular).

• Yeni ve daha derin bir kriz yaşamamak için de korumacılık bir anahtar olabilir.

Dış ticaret araçlarının pek çoğu “korumacı” amaçlarla kullanılabilmektedir. Bu araçlar iki ana bölümden oluşmaktadır: i-Tarifeler: Mallar ülke sınırlarından geçerken alınan vergiler. ii-Tarife dışı araçlar: İthalat miktarı kısıtlamaları, çoklu kur uygulamaları, döviz kontrolü, antidamping vergisi, ithalat yasakları, ihracat destekleri, gönüllü ihracat kısıtlamaları, fikri mülkiyet haklarının korunması, sağlık ve güvenlik gibi çevre standartları, kartelcilik vb. Günümüzde tarifelere bağlı korumacılıktan uzaklaşılarak daha çok tarife dışı araçlar ile koruma duvarlarının örülmesi tercih edilmektedir. Erixon (2009), tarife dışı önlemlerin gelişimine ya da uygulama tarzına bakıldığında “helezonik korumacılık”tan çok “emekleyen korumacılık” ve onun da tarım ve imalatta görülen “standart korumacılık” şeklini aldığını belirtmektedir.

Hongmei (2010), dış ticaretteki tüm korumacı önlemleri finansal krizin çözümü için bir tür “zehir” olarak nitelendirmektedir. Tanzi ve Coelho (1993), ticaret korumacılığından daha fazla zor tanımlanan yatırım korumacılığını, ülkelerin arzu etmediği doğrudan yabancı yatırımlara (FDI) getirdiği sınırlamayla ilgili olduğunu, bunun son tahlilde, ticaret korumacılığını destekleyebileceğini vurgulamaktadır.

Mussa (1993), “tatmin edici korumacılık” (TeK) adını verdiği bir yapıdan sözederken şu sonuçları elde etmiştir: i-TeK, yerli ve ithal girdi seçiminin etkinsizliğinin zorlamasıyla bir üretim çarpıklığı yaratır, fakat toplumsal üretim maliyeti ile çıktı fiyatı arasındaki ayrılmanın zorlamasıyla bir tüketim çarpıklığı yaratmaz. ii-TeK, teknik etkinliğin geliştirilmesinde yatırımları lehte ya da aleyhte etkilemez. iii-TeK, genelde yerli girdi arzını yapanların tekel gücünü geliştirir.

Kısacası serbest ticaret ile korumacılık birbirinin karşıtıdır: Serbest ticareti savunanlar küresel piyasanın çok az kısıtlar dahilinde şeffaf ve rekabetçi olduğuna, korumacılığı savunanlar ise serbest piyasacı politikaların sınırlandırılarak iç ekonomide refahın artırılacağına inanırlar. Serbest piyasacılara göre, korumacılıkla iki ve çoklu ülke arasındaki ticaret azalır ve zarar görürken korumacılara göre ise serbest ticarette yerli üretici ve tüketiciler karşısında yabancılar yapay üstünlükler elde ederler.

2.3. Korumacı-Kontrol Araçları ile Dış Ticarete Müdahale

Devlet, dış iktisadi ilişkilerle ilgili olan, doğrudan ekonomiye müdahale kolaylığı sağlayan ve yapısı gereği parasal ve mali politikalardan farklılık gösteren “kontrol araçları” sayesinde dış ticareti sınırlandırabilir ya da yeniden düzenleyebilir.

Böylece iktisat politikasının tam istihdam, hakça gelir bölüşümü, fiyat istikrarı,

(8)

ödemeler dengesi gibi temel amaçlarını gerçekleştirebilir. Doğal olarak bu amaçlar için devlet, bir paket içinde parasal ve mali araçlara da başvurabilir.

Tablo 1’de görüldüğü gibi:

i-Kamusal işletmeler (KİT ve İDT) ile bakanlıkların yaptığı ithalat olarak “devlet itihalatı” eğer enflasyon varsa artırılır, cari işlemler açığını kapatmak ve yurt içi üretimi (arzı) güvence altına almak için ise azaltılır. Devlet eğer yurt içi hammadde ya da ara malını ucuza temin etmek isterse ithalatını artırken eğer ithalat kârı üzerinde tekel kurarak özel sektörün bu kârdan pay almasını engelliyor ve gelir bölüşümünde bir adaletsizliğe yol açıyorsa bunu azaltmalıdır.

ii-Devlet, belirli bir mal ya da ülke için uygulanabilen kota vb. yolla özel sektörün yaptığı ithalat miktarını kontrol edebilir. Eğer ödemeler dengesi sorunu ya da yerli sanayinin korunması söz konusuysa “özel sektör ithalatı”na sınırlama getirilebilir.

iii-Benzeri bir uygulama, kota ve lisans ile hareket eden “özel sektörün ihracatın kontrolü” için geçerlidir.

iv-Ülke döviz rezervlerini korumak ve ödemeler dengesini kurmak vb. amaçlarla yabancı sermaye ve turist dövizleri ekseninde “döviz kontrolü” aracına başvurulur.

(Aschheim vd. (1993), döviz kurundaki “volatilite” ile korumacılık arasında kurdukları kuramsal ilişkinin iki zıt görüşe dayandığını belirtir. Bazı iktisatçılara göre, değişen kurlar dünya ticaretini “ketleyen” korumacı önlemlere yol açarken (onların da desteklediği) diğer gruba göre ise kur volatilitesinin ticareti düşürmek için sağlam kuramsal kanıtlar yoktur. Mckinnon ve Fung (1993) ise kayan kur sisteminin dünya ekonomisi içinde daha serbest ticarete yol açtığını hatırlatırlar).

v-Reel ekonomide çalışacak nitelikli emek miktarı istihdam edilmek istenirse içeriden dışarıya beyin göçü engellenir ya da dışarıya beyin göçü özendirilir. Her iki durumda da dikkatli bir “göç kontrolü” izlenir.

Tablo 1: Dış İlişkilerde Kontrol Araçlarını Kullanma Matrisi Araçlar

Amaçlar

Devlet ithalatı

Özel ithalatın kontrolü

Özel ihracatın kontrolü

Döviz kontrolü

Göç kontrolü

Tam istihdam - ↑↓(*) - -

Fiyat istikrarı

Ödemeler dengesi ıslahı

-

Üretim artışı ↓↑(**)

Arzın güvencesi - -

Koruma ve öncelikler -

(*) Dışa bağımlı ekonomilerde azaltma ↑; (**) dışa bağımlılığı azaltmak için artırma ↑.

Kaynak: Savaş, 1996.

3. Krize Karşı Korumacılık Çözümü

Dış ticarette korumacılığı gerektiren birincil ve güncel neden, iktisadi-finansal krizdir. Korumacılığın 2008 küresel finans krizinden sonra gündeme gelmesi bir

(9)

rastlantı mıdır? Yanıt “hayır” ise o halde küresel finans krizi ile korumacılık arasında pozitif yönelimli bir ilişki var demektir.

Barfield’e (2009) göre, korumacılığın dünya ticareti üzerindeki etkisi -hem tarifeler ve Dünya Ticaret Örgütünün (WTO) yasal ticaret çareleri (antidamping ve koruyucu önlemler) gibi “doğrudan” (outright) ve hem de desteklemeler ve hükümet tedarik engelleri gibi “yoğun-kasvetli” (murky) olması- krizin gelecekteki rotasına büyük ölçüde bağımlı olacağını göstermektedir. Burada Krueger’in (2009) ve daha pek çok iktisatçının özel olarak kullandığı ve değişik şekilleri bulunan “yoğun- kasvetli korumacılık” (murky protectionism) kavramı, ticaret iktisatçıları Baldwin ve Evenett’in pratik tanımı esas alındığında “yabancı mal, şirket, işçi ve yatırımcılara karşı ayrımcılık için kullanılan yasal ihtiyati suiistimaller”; örneğin, sağlık ve güvenlik düzenlemelerinin manipülasyonu, lisans sınırlamaları, yeşil politikalar, ayrımcı standartlar vs. bütünü demektir.

Korumacılığın bir nedeni de deregülasyonların yanlış ve istenmeyen sonuçlarıdır. Deregülasyon, Shah’ın (2010) belirttiği gibi bir devleti geçerli kurallardan alıp serbest iktisadi faaliyetlere ve özelleştirme gibi stratejilere sürükler ve o yüzden serbest piyasa yapısını bozan ve tek taraflı ticari anlaşmaları gerektiren korumacılığa karşıdır.

Korumacılığın gerekçeleri arasında tarihsel özelliği de bulunmaktadır. Zira korumacılık, tarihte birçok kere uygulanmış ve değişik çapta sonuçlar elde edilmiştir. Korumacılığın çekici tarihi, 1929’da patlak veren Büyük Depresyona dayanmaktadır. Irwin’in (2009) ortaya koyduğu tarihsel perspektife göre, 1930’lar korumacılığın salgına dönüştüğü ve liberalizmin kesintiye uğradığı bir dönemdir ve o dönemde kriz serbest ticaret koşullarından doğmuştu, her ülke krizin liberal nedenlerinden kendini korumaya çalışıyordu.

Küresel ekonomiyi yeniden düzenlemek için bir ticari politika paketine ihtiyaç vardır. Kowalski ve Lesher (2010), böyle bir paket için küresel dengesizliklerin var olması gerçeği ve bu dengesizliklerin azaltılması ilkesi ile hareket etmektedirler.

Küresel kriz makro ekonomilerde dengesizliklere yol açınca bir önlemler dizisi bağlamında işe, dış ticarette korumacılıkla başlandı. Korumacılık, burada bir

“sonuç”tur, kimine göre ise serbest ticaretin aksine bir “yanıt”tır.

Öte yandan Crean (2009), korumacılığın uzun dönemde hiçbir şeyi korumadığını ve rekabeti, büyümeyi, istihdamı, reel geliri kemirdiğini, krize karşı da bir “yanıt” değil sadece konulmuş bir “yanlış ad” olduğunu iddia etmektedir. Belki o yüzden G20 liderleri WTO-Doha Turuna yenilenmiş korumacılık riskine karşı en iyi sigorta olmak gözüyle bakmışlardır.

Bir uluslararası kurumun (IFPR) tahminlerine göre, korumacılık içerikli küresel çarelerin dünya ticaretine maliyeti 700 milyar doları aşmıştır. Bu dramatik tablodan etkilenmemeleri olanaksız olduğu varsayılan G20 liderleri için -literatüre geçtiği gibi- “komşunun canı çıksın” (beggar–thy–neighbour) bencilliğinden “komşumuzu besleyelim” (nurture-thy-neighbour) anlayışına dönmeleri konusunda yeni bir anlayış söz konusu olabilir.

Bu çerçevede Aggarwal ve Evenett (2009), sanayileşmiş ülkelerde geleneksel olarak “ticarete dayalı kayırmacılık”ın eski imalat sektörlerine (demir, çelik vb), tekstil-giyim ve tarım-gıda sektörlerine odaklandığını ve bu gerçeği şimdiki kriz- alanı korumacılığın değiştirip değiştirmeyeceği üzerinde düşünmemiz gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

(10)

Korumacılık kapsamındaki tarifelerde “mevcut durum”u (status quo) gösteren oranlar, ihracatçı ülkelerin gelir grubuna göre %4,0 ile %4,6 arasında birbirine yakın iken 2008’de kriz nedeniyle ortaya çıkan korumacı politikalardan dolayı sınır oranlarını aşarak yüksek gelirli ülkeler için %9, orta gelirli ülkeler için %8,9 ve düşük gelirli ülkeler için ise %11,7’ye çıkmıştır. Bu oranları veren Baldwin’e (2008) göre WTO, ülkeleri korumacılıktan (protection) korumak (prevent) konusunda etkisiz olup sadece GATT kurallarıyla disiplin sağlamaktadır.

3.1. Sektörler İçin Korumacılık

Iacovone ve Zavacka (2009), 2008-2009 krizinin sektörler üzerindeki görece etkilerini tahlil ederken ilk olarak finansal krizin ticaretin çöküşünden önce gerçekleştiğini ve değişik ülkelerde sistemik bir kriz aldığını ve finansal kurumlara olan güveni zedelediğini ve kredi çöküşünü alevlendirdiğini; ikinci olarak işletmeler arası finansal kanalın bir kriz sırasında ihracatçılar için tümüyle kapanmadığını, ithalatçıların da kendiliğinden etkilenmediğini, son olarak şimdi ki krizde karakteristik bir anahtarın, özellikle ABD’de talepte sert düşüş olduğunu belirtmektedir.

Her ülkede stratejik sektörler vardır ve onların dış tehlikelere karşı korunması ya da koruma-şemsiyesi altına alınması yaşamsal bir önem arzetmektedir. Aşağıda bunların bazıları üzerinde durulmuştur.

3.1.1. Tarım ve Gıda Sektörü

Korumacılığın günümüzde pek çok yerde yaşanan “gıda krizi” ile de yakın ilişkisi bulunmaktadır. Irvine (2008), yaşamsal olduğu halde gözardı edilen bu soruna işaret eden yazısında, tersten bakarak gıda krizinden korumacılığı sorumlu tutmaktadır. Josling ve Tangermann (2009a; 2009b), hükümetlerin son on yıllarda tarım sektörünü desteklemelerinin “iktisadi peyzaj” açısından dikkate değer bir gelişme olduğunu; Türkiye ve Rusya gibi tarımına düşkün bazı ülkelerin yüksek oranlı tarife uygulamalarının yanında bazı ülkelerin de tarımda sağlık ve güvenlik - antidamping hariç- politikasına yöneldiklerini; sonuç itibarıyla, özellikle son krizle birlike tarım ve gıdaya yönelik hükümet müdahalelerinin hepsinin genellikle dört grupta (i-yerli tarım ve gıda üreticilerinin lehine sınırlandırmalar, ii-üreticilerin lehine yarı otomatik karşı ticaret önlemleri, iii-yerli tüketicilerinin lehine yeni sınırlandırmalar, iv-tarım ve gıda üretimini hedefleyen finansal uyarıcı programlar) toplandığını belirtmektedirler. Schutter (2009) ise tarımda ticari engellerin kaldırılmasının, uluslararası arz zincirinin kırılmaması açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır.

3.1.2. Demir-Çelik Sektörü

İmalat ve inşaat-konut sektörünün can damarı olan demir ve çelik sektörlerinin temel özelliği ekonomide geri-beslenen sanayi-hizmet karışımı sektörler olmalarıdır.

Uluslararası Amerikan Çelik Enstitüsü Başkanı Phelps (2010), 50 milyar dolarlık bir sanayi kolu olarak ABD’de 1000’den fazla şirket ve 150 binden fazla işçinin çalıştığını hatırlatarak burada 2009’da çelik talebinin 2008’e göre %40 oranında düştüğünü, çelik sanayinde işsizliğin %10 arttığını belirtmiştir. Çelik sanayinin korunması için birçok gerekçe vardır. Örneğin, stratejik bir sektör oluşu, karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı özelleştirmenin faydaları, yerli üreticileri memnun etmek vb. Bu arada %20’lerden %30’lara çıkarılan tarifeler yüzünden ABD’de çelik fiyatlarının %20 oranında arttığı dikkate alınmalıdır.

(11)

3.1.3. Tekstil ve Giyim Sektörü

2008 krizinde de bir kez daha görüldüğü gibi korumacı paket politikaların (tarifeler ile ithalat kotası ve ihracat özendirmeleri gibi tarife dışı engeller) en gözde sektörlerinden biri tekstil ve giyim sektörüdür. Dünya bankası verilerine göre sadece bir yıl içinde bu sektör için yüzlerce önlem devreye sokulmuştur (Ayrıca bkz.

Frederick ve Gereffi, 2009).

3.1.4. Otomotiv Sektörü

Dünya ölçeğinde fabrika üretim kapasitesi yıllık 92 milyon araç (araba) iken 2008’de talep 60 milyona düştü. İngiltere Başbakanı G.Brown, ABD Başkanı B.Obama ile G20 Zirvesinde üç büyük otomotiv devini (Chrysler, Ford ve General Motors) kurtarma planını gündeme getirdi. Araba-otomotiv sanayinin korunması ABD’de ulusalcı ve militarist bir vurgudur (Öyle ki Porter’in (2009) vurguladığı gibi eski Başkan G.W. Bush döneminde bu üç çok uluslu şirkete tüm neoliberal dogmaları ihlal etmek pahasına 17,5 milyar dolarlık kaynak aktarma kararı alınmıştı).

3.1.5. Enerji Sektörü

Dünya enerji arzının belirli coğrafyalarda toplandığı dikkate alındığında ulusal bağımsızlık efsanelerinin pek işe yaramadığı sonucuna varılabilir. Özellikle ABD bile bir istisna değildir. Bu son kriz de bazı ülkelerin mülkiyetine sahip oldukları enerji arz ve dağıtımına korumacı hassasiyeti ile yaklaşmalarına fırsat vermiştir.

Ayrıca petrol ve su eksenli enerji savaşları senaryolarının gölgesinde uluslararası ticari rekabette yenilenebilir enerji ve iklim rejiminin anahtar rolüne işaret edilmektedir. Steenblik (2009), doğal mal ve hizmetlerin ticari akışı bakımından gelişmiş ülkelerin çıkarları, yüksek çevreci duyarlılığı ve “yeşil korumacılık”tan söz etmektedir.

3.1.6. Denizcilik Sektörü

Türkiye, dış ticaretinin önemli bir bölümünü deniz yolları ile yaptığından dolayı küresel krizin bir nabzını da bu taşımacılık sisteminde izleme şansını elde etmiştir.

TC Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığının (2010) verilerine göre ithalatın para ($) olarak 2008 yılında %50’si, 2009 yılında %46’sı; miktar (ton) olarak 2008 yılında

%93’ü, 2009 yılında %94’ü; değer olarak ($) 2008 yılında %62’si, 2009 yılında

%59’u denizyoluyla yapılmış olması nedeniyle ticari olaylarda yaşanan her türlü değişim, deniz yolu taşımalarına yansımıştır. Türkiye’de krizin kabotajda taşınan yük miktarının aksine yolcu miktarlarına ciddi bir etkisi olmamıştır. Özellikle deniz yolu ile gerçekleştirilen uluslararası taşımalar sınırları ortadan kaldırdığı için küresel bazda yaşanan rekabetin ve krizin etkilerinden doğrudan etkilenmektedir. Deniz yoluyla taşınan ithalat ve ihracat yüklerinin parasal değerlerine göre krizin deniz ticaretine olan etkisi; ithalat ve ihracatta 2008 yılına kadar devam eden büyümenin, krizin etkisiyle 2009 yılında daralma olarak kendini gösterdiği görülmektedir.

3.1.7. Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sektörü

Yenilik ekonomisi denilince günümüzde daha çok bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) sektörü akla gelir. BİT sektörü, küresel kapitalizmin ve/ya kapitalist küreselleşmenin can damarı olup Uzak Doğu (Japonya ve çevresi, Asya kaplanları) ülkeleri başta olmak üzere pek çok ekonomide büyüme, istihdam ve patent üretiminin motoru haline gelmiştir. Bu sektör, özelliği gereği dış ticaret yoluyla yüksek katma değer yarattığından korumacı politikalarla pek uzlaşma içinde değildir. Ayrıca krizin etkilerini azaltan ya da yok eden bir sektör niteliğindedir.

(12)

Çünkü telefon ve bilgisayar neredeyse zorunlu tüketim malları kategorisinde olup harcamalarla orantılı olarak mal ve hizmet piyasalarını canlı tutabilmektedir.

3.1.8. Hizmetler Sektörü

Borchert ve Mattoo (2009a ve 2009b), korumacılığın ince tehlikesini hizmet sektöründe görmektedir. Hizmet ticaretindeki göreli canlılık kesinlikle varmış gibi kabul edilemez. Korumacılığın “Demokles kılıcı” sallanıp durmaktadır. Ancak korumacılık, görünmezlik ve elektronik olarak iletilme özelliğinden dolayı sanki hizmetler için daha “incelikli, hoş ve zekice” bir çözüm olarak gözükmektedir.

Gelişen ülkelerin hizmet ihracatçılarına göre, kendi bazı (örneğin finansal) hizmetlerine yönelik talepte dondurucu etkiler doğmaktadır. ABD hizmet ithalatındaki son eğilimler, ters politik etkilerin bir işareti değildir. 2008’in ortasından beri mal ithalatı düşerken özel hizmet ithalatı daha az etkilenmiştir.

3.2. Ülkelere-Bölgelere Göre Korumacılık

Küresel korumacılık çok çeşitlidir ve krizle birlikte artmıştır. Nguyen (2009) ve Gamberoni-Newfarmer (2009) şu örnekleri vermektedir: Ülkeler bazında; ABD’nin 2009 yılı ekonomiyi canlandırma yasa taslağı içindeki tedarik bariyerleri, Çin’in ihracat sınırlamaları, Rusya’nın oto tarifeleri, kimyasallarla ilgili Avrupa standartları/teknik bariyerleri, Latin Amerikan ithalat tarifeleri, genel destek, antidamping (2008’de %27+) ve sınır önlemleri. G20 grubunun Kasım 2008’de koyduğu 47 önleme ek olarak Dünya Bankası (WB) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından 2008’den beri (bir yıllık sürede) yaklaşık 80 önlem devreye sokulmuştur. WB 2009 yılı itibarıyla küresel üretimde %3-%4, WTO da küresel ticarette %9 oranında bir düşüş tahmin emiştir.

3.2.1. Gelişmiş Sanayi Ülkelerinde Korumacılık

Burada gelişmiş sanayi ülkeleri arasında sadece ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve ayrıca Avrupa Birliğinde izlenen korumacı eğilim ve politikalara değinilmiştir.

3.2.1.1. ABD

Amerikan Kongresi zaman zaman serbest ticaret, hakça ticaret, stratejik ticaret ve korumacılıkla ilgili kararlar alır. 1987-1988 yıllarındaki kararlar, Yeni Dünya Düzeni ilanı öncesine denk gelmesi nedeniyle önem arzetmektedir. Williams ve Denning (2010), ABD’de iktisadi ya da yasal olarak kamu ve özel korumacılık arasında bir farkın olmadığını belirtmektedirler.

Chang (2008), bazı iktisatçıların Başkan Obama’nın, Büyük Çöküş’ten (1929) kalma “kötü şöhretli” koruma politikaları olarak -iki iktisatçının adıyla bilinen-

“Smoot-Hawley Tarifeleri”ni (1931’de ABD ortalama sanayi tarifeleri %48 gibi tarihi rekor oranda idi) tekrar uygulayacağını ve dünya ticaret sistemini bozabileceğini merak ettiklerini ve sonunda bu iktisatçıların ABD’nin her ne kadar 1830 ve 1940’da süper Avrupa ile rekabet edebilmek için yüksek tarifeleri (%35-

%55) devreye soktuğu ve bu yüzden korumacılığın gerçek anavatanı olduğu düşünülse de serbest ticaret için tarihsel taahhüdünü yerine getirmesini önerdiklerini vurgulamaktadır.

ABD’nin geçmişten gelen bir korumacılık deneyimi vardır. Nollen ve Quinn (1994), ABD’nin stratejik sektörleri üzerine nasıl titrediğine dair verdikleri örneklere göre, ABD 1980’lerde Japon markalı arabalara ve yabancı tekstil ürünlerine ithalat kotası getirmiş ve Kongre savunma anlaşmalarına “Amerikan malı satın al” (Buy American!) koşulunu koymuştu.

(13)

Fletcher (2010a), ABD’nin bir “korumacı ulus” olarak kurulduğunu, korumacılığın ilk Amerikalı kuramcısı (ayrıca ilk Amerikan Hazine Başkanı ve ilk teknokratı) A.Hamilton (1700’lü yıllar) olduğunu anımsatarak şu anda uygulanan gümrük, ihracat destekleri, mal ticareti kolaylıkları, sigorta ücreti gibi korumacı önlemlerin günümüzde de uygulandığını hatırlatmaktadır.

Reich (2010), Amerikan korumacılık tarihine ışık tutacak şu bilgiyi vermektedir:

1929 krizinden dolayı kaybedilen uluslararası rekabet üstünlüğünü tekrar kazanmak için ABD, meşhur Smoot-Hawley tarifelerini (20 binden fazla ithalat ürünlerini kapsayan bir gümrük tarifesi yasası) uygulamaya koymuştu. Smoot ve Hawley ikilisi kendi adıyla tarihe geçen bu tarifelerle Amerikan iş ve gelirlerinin korunacağını ve sonuçta ekonominin tazeleneceğini söylemişlerdi. Ancak kriz her ülke için geçerliydi, o yüzden Amerikan tarife yasası diğer ülkeler tarafından

“misilleme” ile karşılanacak ve küresel ticaret dibe vuracaktı. Fakat Amerikalılar ve diğer dünya ulusları daha da yoksullaşacaktı.

Clancy (2008), WTO Direktörü P.Lamy’ye atfen “düşük yoğunluklu korumacılık” şekilleri uygulandığı ve WTO üyeleri uyarıldığı halde ABD’nin son krizden çıkış için 2009’da açtığı yoğun korumacı finansal (800 milyar dolarlık) paketine ve “Amerikan malı satın al” kampanyasına bakılırsa Smoot-Hawley Tarifelerine geri dönüşün olduğunu hatırlatmaktadır (İsviçre Uluslararası İktisat Enstitüsü Direktörü S.Evenett, “yoğun korumacılık” (murky protectionism) deyiminin mucididir ve bu deyim, “hükümet öncelikleri arasında gizlenmiş ve dışarıda mükemmel mantıklı amaçlar olarak gözüken ayrımcı ticaret önlemleri”

demektir. Bunun bir örneği adı geçen Amerikan ekonomisini canlandırma paketidir.

Unutmamalı ki ABD hükümetleri, dış ticarette korumacılığı salt ekonomi açısından değil belki de daha da fazlasıyla ulusal güvenliği açısından önemsemektedirler). Bu tarifeler şimdi de başta İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupalıları derinden endişelendirmeye başlamıştır. Ferrantino ve Larsen (2009), bu endişeyi doğrularcasına, Amerikan’ın ithalat talebini de kapsayan koruma paketinin -Amerikan iş güveni içinde önemli bir ilerleme olmadan- diğer ekonomilerin gelişmesini destekleyebileceği konusunun pek açık olmadığını belirtmişlerdir.

Amerikan merkezli finans krizi gibi ABD’nin liderliğini yaptığı korumacılık da ABD ile küresel ekonomiler arasındaki çıkarları derinleştirmiştir. Frost’a (2009) göre bu durumun kaynağı, korumacılığın bir makroekonomide (üretim maliyetlerini artırması, enflasyona katkı sağlaması, işsiz sayısını artırması vb.) yaratabileceği her türlü tahribattır.

Amerikan Korumacı Topluluğu APS’ye (2010) göre, 1789’da başlayan ve 1970 ve diğer yıllara dek süren Amerikan korumacılığının sağladığı bir dizi fayda söz konusudur: i-Sağlam ve çözülmez bir birlik ve kopmaz bir sosyal bağ. ii-Dış kaynaklara bağımlı olmaksızın tüketicilerin yaşamı için gerekli her şeyi üreten bütüncül bir piyasa ekonomisi sistemi. iii-Ticari ilişkilerde mutlak üstünlüklere dayalı en yüksek iktisadi verimlilik. iv-İşçisi, girişimcisi ya da sermaye yatırımcısını kapsayan bir iktisadi sistem içinde kalınarak çaba gösterilen en üst iktisadi özgürlük.

Kısacası Amerikan korumacılığı ABD’nin ulusal sınırları içinde liberal piyasa sistemini savunmakta ve iç serbest piyasa iktisadi sisteminde müdahaleyi engellemektedir.

(14)

3.2.1.2. Japonya

“Amerikan krizi”, dünyanın en rekabetçi ve başarılı ülkelerinden Japonya’nın ihracatını da vurdu. Amerikan ithalat talebindeki düşüşten Japon ihracatı doğrudan, ABD pazarındaki nihai Çin malı ihracatı zarar gördü. Wakasugi (2009), bu durumu

“ticaret üçlüsü” (trade triad) olarak adlandırmaktadır.

Onun bu üç ülke arasında 1990’dan 2007 yılları arasında gerçekleşen ihracat yapılarına ilişkin karşılaştırmalı bulguları şöyledir: Japon ihracatçıları ABD’ye ihraç edilen malların hasılat sahasını daraltmış fakat Çin’e ihraç edilen mallarınkini ise gelirini artırarak genişletmiştir. Tanaka (2009), krizin ortalarında Japon ihracat hacminde %36, ithalat hacminde ise %40 oranında bir düşüş olduğunu, sonuçta toplam dış ticaretinde 15-16 trilyon dolarlık “okkalı” bir gelir kaybı ile karşılaşıldığını belirtmektedir.

3.2.1.3. Almanya

19’uncu yüzyıl dünya korumacılık tarihinde Alman korumacılığı özel bir yere sahiptir. Zussman’ın (2008) belirttiği gibi askeri ve politik lider Bismarck’ın, İngiltere’nin serbest ticaret yönlendirmesi altında iken Amerikan iktisatçı H.C.Carey’in müdahaleci önerilerini kabul etmesine bağlı olarak 1860-1870’lerdeki sanayi koruma politikaları kendi çağı ve mantığı içinde bir “devrim” sayılmıştır.

Erixon ve Freytag (2007), Almanya ile AB arasındaki uluslararası iktisat politikalarının ılımlı bir bütünleşmeme (soft disintegration) durumu olduğunu, Avrupa’da geleneksel bütünleşme modelinin deregülasyonu kolaylaştırdığını ve ulusal piyasaları dışa açık hale getirdiğini; Almanya’nın zaman zaman ulusal piyasa ile küresel piyasa arasında sıkıştığını dile getirirken; Deutsche Bank (2009) ise bir raporunda, küreselleşmenin en büyük yararlanıcılarından biri olarak Almanya’nın korumacılık dalgasına kapılmasının bazı risklerine dikkat çekmiştir.

3.2.1.4. Fransa

Meunier (1999), pek çok ülkede olduğu gibi Fransa’da da uzun dönemden beri serbest ticaretle korumacılık arasında belirginleşen dış ticarette “çatlama” olduğunu, politik olarak sağın ve solun uç (marjinal) partilerinin korumacılığı savunurken merkez partilerin ise tarım sektörü dışında serbest ticareti kabul ettiklerini belirtir.

Fransa, gerçekte tarihinde, ne serbest ticarete ne de korumacılığa karşı “yabancı”dır.

Nye (2009), merkantilist çağa gönderme yaparak Kral 14. Louis’le birlikte savaşın, 17’nci yüzyıl sonlarında -bir çeyrek yüzyıl boyunca- İngiltere ile Fransa arasında tüm ticaretin sona ermesine yol açtığını ancak Fransa’nın 1800’lerde İngiltere’den daha düşük tarife uyguladığını dile getirmektedir.

Günümüze gelince Fontagné ve Gaulier (2009), Fransız ihracatçılarının görüşlerine dayanarak ticari çöküşün ihracatçı sayısından daha çok ihracat yatırımlarını vurduğunu; mali canlandırma paketi, yoğun korumacılık, uzun dönem ticaretin gelir esnekliğinin izlenmesine dayalı ulusal iktisadi politikaların krizle mücadelede rol oynayabileceğini belirtmektedirler.

3.2.1.5. Avrupa Birliği

Avrupa ülkelerinin dış ticaret tarihi korumacılık deneyimlerinden dolayı bir çeşitlilik, derinlik ve zenginlik arz eder. Denilebilir ki korumacı dış ticaretin anavatanlarından biri Avrupa’dır (İtalyan ve İspanyol korumacılığı özelinde 19’uncu yüzyıl tarifeleri için bkz. Junguito: 2006, 2007, 2008). AB’nin, birliğin dağılmaması adına, son kriz sonrasında hemen korumacı önlemlere başvurması şaşırtıcı değildir.

(15)

Ancak Avrupa Komisyonu Başkanı J. M.Barroso, 2008 yılının son AB zirvesinin ardından küresel krize yönelik “Ya birlikte yüzeceğiz ya birlikte batacağız"

yorumunu yapmış ve korumacılığa karşı olduğunu şöyle ifade etmiştir (euractiv.com.tr):

“Oluşturduğumuz 'AB Kurtarma Planı' kısa vadede aksiyomu ve daha geniş bir çerçevede ulusal düzey ve uluslarüstü kurumsal düzeyde işbirliğini ve eşgüdümünü hedefliyor. İhtiyacımız olan şey, toplumun en savunmasız kesimini koruyacak ve kollayacak ulusal ve uluslararası desteği sağlayabilmektir. Krizden çıkışın şimdilik bir yolu özel ve devlet sektörünün ortak hale gelmesi olarak gözükse de biz desteğe 'evet' ama korumacılığa 'hayır' diyoruz. Yaşanan kriz, korumacılık politikalarının yeniden hortlamasına bir mazeret olmamalıdır.”

Brügge’ün (2010) belirttiğine göre, AB piyasa girişi için serbest ticaret anlaşmaları (STA) ve “Küresel Avrupa Stratejisi” bağlamında korumacılık paketini elinden düşürmemektedir. Bu bağlamda AB, STA’lardan ilkini, Asya kaplanlarından G.Kore ile yaptı. Öte yandan AB, Davis’e göre (2010), kuralları esnek olan, krizle mücadele ve serbest ticaret için önem taşıyan antidamping soruşturmalarından da ödün vermemektedir. Söz konusu “sanayi politikası” olunca Cohen’in (2010) vurguladığı gibi Avrupa’nın pek çok ülkesinde “iktisadi milliyetçilik” üstü kapalı da olsa oluşuvermektedir. Dolayısıyla, Erixon ve Sally’nin (2009) doğruladıkları üzere Avrupa’nın ticari gündeminde çoklu değil tercihli ve tek taraflı ticaret bulunmakta olup Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA), bunun için iyi bir altyapı sunmaktadır.

3.2.2. Gelişen Piyasalarda Korumacılık: “BRIC”, “BRIIC” ya da

“BRICS - T”

2000’li yılların başından itibaren en hızlı büyüyen ekonomiler olarak “BRIC”

(Brazil, Russia, India, China) akla gelmektedir ve dünyanın en hızlı gelişen piyasalarının “kare ası” olarak adlandırılmaktadır. Bazı dünya iktisatçıları, bu dörtlüye benzer özelliklerinden dolayı Endonezya’yı (Indonesia) ekleyerek “BRIIC”

kısaltmasını kullanmaktadırlar.

Türkiye’nin bu kulübe dahil edilmemesi tartışma konusudur. Türkiye; imalat, elektrik, madencilik vb. alt sektörlerden oluşan (takvim etkisinden arındırılmış) sanayi endeksinde TÜİK verilerine göre, Aralık 2010’da (geçen yılın aynı dönemine göre) %17,4 ve yıllık bazda 13,1 artarak yeni rekorlar kırdı. Bu, 2009’u daralma ile geçiren Türkiye’nin GSYH bazında 2010’u %8,5 gibi yüksek bir büyüme ile geçirmesine altyapı hazırlamış ve daha da önemlisi BRIIC kulübüne girmeyi -bir başka deyişle orada oyuncu olmayı- hak ettiğini düşündürmüştür (G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Guvernörleri Forumunda (Paris, 18/2/2011). Çin’in önerisiyle, BRIC’in bundan sonraki adının BRICS olduğu ilan edildi. Yeni katılan ülke olan G.Afrika Cumhuriyeti (S), Çin’in bir süredir yoğun yatırım yaptığı ülkeydi. Her ne kadar uluslararası yatırımcılar nezdinde Türkiye’nin bu kulübe girmeyi daha fazla hakettiği hatta Dünya Ekonomi Forumu Başkanı tarafından

“BRIC-T” dönemine geçilmesi gerektiği belirtilmişse de bu beşlide yer almaması tartışma konusu olmaya başlamıştır. Şenerdem (2010) bu durumu, “T-BRIC’e niyet BRICS’e kısmet” olarak tanımlamıştır).

Dünya ekonomisini kolayca yeniden dengeye getirmekte “kredi krizi”nin olumlu rol oynamayacağını tartışma konusu yapan O’Neill (2010), biraz da bu BRIC’in yapısal özelliğini dikkate alarak küresel kredi krizinin ülkelerin büyüme dengesizlikleriyle ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Sally (2009b), kendi

(16)

bölgelerinde en yüksek gelişme gösteren “BRIICS” ülkelerinin öncelikleri arasında krize karşı “emekleyen-yavaşça gelişen korumacılık” (creeping protectionism), ülke içi iş dünyası reformlarını tamamladıktan sonra yabancı sermaye girişi serbestliği, küresel yönetişim, Doha Zirvesi sonrasında WTO ile güçlü ilişkiler, bölgede serbest ticaret anlaşmaları ve ticaret politikası şeffaflığının bulunduğunu belirtmektedir.

Freytag ve Voll (2009) ise bugünü düşünerek BRIICS ülkeleri arasında “ılımlı”

değil “kavgacı korumacılığın” (combat protectionism) öne çıkacağını iddia etmişlerdir.

3.2.2.1. Meksika

Bazı yönleriyle Latin Amerika’ya benzese de farklılıkları daha fazla olan Meksika, ABD’nin bölgesel etki alanı yani Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) içinde ciddi bir iktisadi dönüşüm yaşamış, ancak son Amerikan krizinden doğal olarak NAFTA kanalından ilk etkilenen ülkelerin başında gelmiştir. Doğal olarak yarı sanayileşmiş diğer L.Amerikan ekonomileri gibi krizin hedef aldığı gelirlerindeki erimeyi durdurmak için Meksika da Moreno’nun (2009) deyimiyle

“korumacı refleksi” göstermiştir.

3.2.2.2. Latin Amerika+Karayipler (LAC)

LAC, kriz öncesinde pistte burnunu kaldırmaya başlamış bir uçak gibiydi ve kriz, bu uçağın da yeterince havalanıp kalkınma yoluna devam etmesini biraz geciktirdi. Uzun süre ithal ikameci sanayileşme stratejisini izleyen bu bölge, gelişmiş Kuzey’e meydan okuyan cesur Güney izlenimini vermekteydi (550 milyon nüfusu ve dünya GSYH’nin %5’i ile dünya ihracatının %5,6’sını (dış ticaret hacmi 1,3 trilyon dolar civarında) üretmekle yeryüzündeki dördüncü büyük iktisadi bölge olan LAC, genelde orta düzeyde gelirli ülkelerden oluşmaktadır. Kriz öncesi olumlu koşullar sayesinde LAC bölgesinde ilk kez büyüme ile cari işlemler fazlası aynı zamanda gerçekleşmiştir).

LAC içinde en büyük ekonomi olan Brezilya Federal Cumhuriyeti’nin (eski) Başkanı Lula da Silva (2009), yazdığı bir makalede G20 grubunun iktisadi kriz sonrası rolünü değerlendirmiştir. Ayrıca Silva’nın başını çektiği sosyalist hükümetler, “Güney-Güney” ticari ilişkilerine ağırlık vermişlerdir ve Haddad ve Goekman’ın (2010) vurguladıkları gibi BRIC grubunun düşük ve orta gelir grubu ülkelerinin (LMIC) ithalat payı (1996-2008 arasında) iki kat artışla %6’dan %12’ye çıkarken LMIC’in BRIC’e ihracatı ise (2000-2008 arasında) %7’den %12’ye yükselmiştir. Doğal olarak bu gelişme ile yüksek gelirli ülkelerin (HIC) LMIC’in dış ticaretindeki payı düşmüştür. Almedia (2007) ve Goldfajn’ın (2010) dikkat çektikleri gibi Brezilya BRIC’in en büyük oyuncalarından biri iken BRIC de küresel ekonomiyi yeniden düzenleme iddiasını taşımaktadır (Bu iddiaya Hindistan penceresinden bir değerlendirme için bkz. Bery, 2010).

3.2.2.3. Rusya

Rusya, kriz sonrasında küresel korumacılık dalgasına ikinci el arabada gümrük vergilerini artırarak katıldı ya da kapıldı. Ayrıca devlet destekleri içeren yerli araba üreticilerini destekleyen önlemler aldı. Kriz ve sonrası bazı ülkelerin çevre-komşu olan güçlü ülkelerin güdümüne girmesine de vesile olmuştur. Örneğin, Erixon’un (2010) belirttiğine göre, Ukrayna’nın Rusyalaştığı iddia edilmiştir.

3.2.2.4. Hindistan

1991 ödemeler dengesi ve 1997 Asya krizinden dolayı kriz deneyimi olan bir ülke ve “BRIICS” içinde önemli bir oyuncu, çünkü geniş bir küresel pazardır.

(17)

Kumar ve Alex’in (2009) belirttikleri gibi Hint ihracat ve ithalatı 2008’den itibaren büzülmeye başladı ve %25 kadar düştü. Son krizin etkilerini hafifletmek için Hindistan da korumacılar kervanına katılarak 2008’de bazı çelik ürünlerinde tarifeleri yükseltti, Çin’den oyuncak ithalatını yasakladı. Bery (2010), 21’inci yüzyıl başında yüksek büyüme gösteren Hindistan’ın “Asya kardeşliği”nin “onursal” üyesi olduğunu; G20 Seoul (Kasım 2010) zirvesinde Hindistan Başbakanı Singh’in (2010) de “korumacı duygu ve düşünceler”e karşı muhalefet ederek açık, istikrarlı ve uluslararası iktisadi kalkınma temelli bir politika izlediklerini vurgulamaktadırlar.

3.2.2.5. Çin

Uluslararası iktisatçılar ve politika yapımcıları, bir süredir ağız birliği etmişçesine, Çin’i ve yakın çevresindeki gelişen Asya ekonomilerini kastederek

“güneşin Doğu’da doğduğunu” ilan etmiş durumdadır. Bunun haklı ve nesnel nedenleri olabilir. Çin’in son on yıldan beri %10 civarında gerçekleşen büyüleyici büyüme oranları ve D. Asya ekonomileri ile birlikte bilişim teknolojileri ihracatında dünya sahasındaki “markajı” ve kritik oyunları bu saptamayı geçerli kılmaktadır.

Uluslararası iktisat bültenleri de “Asya’nın yalnız başına gidebildiği”ni haber yapmaktadırlar. Çin ekonomisi öyle bir hale geldi ki küresel krizin de teyit ettiği gibi salt Çinlilere bırakılamayacak kadar bir önem kazanmıştır.

Çin, 2010’da ABD’ye karşı 230 milyar $ civarında ticaret fazlası elde etmiş ve böylece ABD’yi hiç arzulamadığı korumacılık politikasına sarılmasına neden olmuştur. Amerikan Kongresi Çin’in, ulusal para birimi “yuan”ın (ya da “halkın parası” olarak da bilinen “renminbi”nin) dolar karşısındaki görece değerini düşük düzeyde tutarak bu sonucu elde ettiğine yani “döviz hilebazı” (manipulator) olduğuna inanmaktadır. Bu da ABD’ye, WTO kuralları altında yasal olarak ceza tarifeleri koymasına izin vermektedir. Abbett, karşıt kutuplar gibi hareket eden ABD ve Çin’i “Yin ve Yang”a benzetmektedir (Çin felsefesine göre, evrendeki diyalektik kutuplaşmayı Yin (dişil) ve Yang (eril) temsil etmektedir. Her şey hiçlikle başlar ve önce birlik doğar; birlik ise ikilemi, ikilem de her şeyi doğurur. Bu felsefe dünya iktisadi konjonktürüne uyarlanacak olursa ying ve yang; durgun ve devingen, büzülme ve genleşme, deflasyon ve enflasyon vs. demektir).

Bu arada Çin üzerine yazılan ve en çok ses getiren yazıların Çinli olmayan akademisyenlere ait olması da dünyanın Çin’e olan bu büyük ilginin bir yansıması olabilir. Öyle ki Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı Krugman (2009b) haklı olarak kriz sonrası Çin merkantilizminin küresel etkilerini dikkate alarak 2010 yılının “Çin Yılı” olarak ilan edileceğini beklemiştir.

Rodrik (2010) ve Xiaomin (2010), Çin’in, dünya ihracatının %9,6’sını gerçekleştirmesi ve büyük yatırımların yanısıra 2 trilyon doları aşan döviz rezervlerine sahip olması nedeniyle küresel ekonomiyi etkilediği halde Türkiye’den ya da Kolombiya’dan daha düşük ortalama geliri ile halen yoksul bir ülke sayıldığını ayrıca 2009’da 12,7 trilyon dolarlık mal ve hizmet değerini etkileyen 116 tane ticari tartışmanın malzemesi olduğunu vurgulamaktadır. Morrison’un (2009) belirttiğine göre Çin hükümeti krize karşı iç ekonomiyi canlandırmak için 600 milyar dolarlık bir destek paketi ilan etmiş ve paketin işe yaraması halinde Çin’in ithalat talebi artmış ve dolayısıyla ABD ekonomisinin istikrarına da katkı sağlanmış olacaktır.

Çin, özellikle son on yıldan beri küresel ekonomiyi derinden etkilemektedir ve bunu tüm dünyayı “büyüleyen” yüksek büyüme hızına borçludur. Çin’in GSYH içinde mal ve hizmet ihracatı payındaki büyüme bile bu etkilemenin düzeyi için iyi

(18)

bir kanıt sayılabilir. Bu pay, 1985’te %10 bile değilken (2000’de %25’i zorlayarak) küresel krizin etkisini gösterdiği 2008’de %40’a dayanmıştır. Çin dış ticaret sektörü 80 milyon civarında işgücünü istihdam eder hale gelmiştir. Bu istihdamın 1/3’ü ise doğal olarak yabancı yatırımcıların girişimlerine aittir. İhracat malı özellikle ABD’de maliyetinin altında satılmakta ve rekabet gücünü yükseltmektedir. Bunun dış ticaret terminolojisindeki karşılığı “damping”tir. ABD hükümeti ve özel sektörü bunu rekabetin kötü amaçla kullanılması şeklinde algılamaktadır.

Çin, ASEAN ve WTO örgütlerine katıldığından beri çoklu ticari sistemin büyük bir oyuncusu olmaya başlamış, oyun gücü ile doğru orantılı olarak krize karşı etkin korumacılık önlemlerini geliştirmiştir. Paladini (2010), yeniden canlanan küresel korumacılığın Çin ekonomisi üzerindeki etkilerini tartıştığı yazısında, Çin’in Ekim 2008-Şubat 2009 arasında altmış altı çeşit ticareti sınırlandırmak üzere toplam yetmiş sekiz tane işleme başladığını, bunlardan 1/3’ünün artırılan tarifelerle ilgili olduğunu, sadece 2008 yılında iti yüzü aşkın antidamping işlemi yaptığını belirtmektedir. Xiaomin’a (2010) göre, Çin’e karşı antidamping ve destekleme karşıtı vakalar, dünya toplamının sırayla %40 ve %75 oranlarına yükselmiştir ve Çin hükümetinin sabit kur politikaları yeniden yapılanma ihtiyacı duyduğuna yer vermektedir.

Damping ile dış ticarette korumacılıkla elde edilemeyen bazı kazanımların elde edilebildiği bir gerçektir. Çin hükümeti 2000’li yıllarda damping yaparak haksız uluslararası kazanç elde ettiği için WTO nezdinde çok sayıda tahkim davalarının konusu oldu. Amerikan İstatistik Bürosu, ABD-Çin İş Konseyi ile Garrett’in (2010) verilerine göre; ABD’nin Çin’e karşı verdiği dış açık 2008’de 268 milyar $, 2009’da 227 milyar $ iken bu açıkların ABD’nin toplam dünya açığına oranı, aynı yıllarda sırayla %33 ve %45 olarak gerçekleşmiştir ki, bu gelişmede dampingin rolü yadsınamaz.

Çinlilerin önemli bir paydaşı haline geldikleri dünya ekonomisi konjonktürü hakkında yazdıkları da önemlidir. Örneğin Hongyu (2010), finansal kriz arka planında yeni korumacılığın Çin ekonomisi üzerindeki etkilerini tartışırken bu kriz gibi korumacılığın da zincirleme bir tepki oluşturduğunu ve ülkeden ülkeye yayıldığını, sonuçta 2009’da gelişmiş ülkelerde toplam ihracatta %10’luk bir daralma yaratarak küresel ekonomiyi bir “kış dönemi”ne soktuğunu vurgulamaktadır.

Çin yönetimi, korumacılığın kriz için çare olmadığını; “Amerikan malını satın al” şeklindeki yasaların ya da kampanyaların dünya liderleri ve iktisatçıları için ticari korumacılığa karşı alarm zillerinin çaldığı anlamına geldiğini ileri sürmüştür.

Ancak Xinhua (2009), Çin Ticaret Bakanlığının “Çin malı satın alın” planına başvurmayacağını ve yerli ve yabancı ürünlere karşı eşit mesafede durulacağı yönünde açıklama yaptığını yine de Çin’in olası korumacılığa karşı tetikte olduğunun dünya kamuoyu tarafından tahmin edildiğini bildirmektedir.

3.2.2.6. Afrika

2008 krizi bir deprem gibi -krizin çıkışında hiçbir payı olmadığı halde- Afrika coğrafyasını da vurmuştur. Üstelik kriz sürecinde Afrika ülkelerinin ticari ortaklarının ticaret politikalarını serbestleştirme önlemleri oldukça alt düzeyde kalmıştır. Ogunleye’nin (2010) belirttiğine göre, G.Afrika Cumhuriyeti bu coğrafyada gelişen piyasalar içinde yer alan tek ekonomi olarak, sekseni ayrımcı ve otuz dokuzu potansiyel olmak üzere yüz ondokuz ayrımcı önlem ile karşılaşmıştır.

(19)

3.2.3. Uluslararası Örgütlerin Tutumu

Kriz ve krizden çıkış konusunda sürekli toplantı yapıp kararlar alan G8 gibi gelişmiş ülke klüplerinden IMF’ye, WTO ve UNCTAD’a kadar birçok uluslararası ya da uluslarüstü örgüt, korumacılıkla ilgili çeşitli çekinceler ortaya koymuştur.

3.2.3.1. G8, G20 ve WS20

Dünya dış ticaretinde en büyük paya sahip olan ülkeler -ki bunlar aynı zamanda dünyanın en gelişmiş (G) ekonomileri olarak da kabul edilirler- kendi aralarında kurdukları (G8 ve G20 gibi) “kulüpler”, aldıkları kararlarla kimileyin hükümetler ve toplumlar üzerinde etkili olabilmektedirler.

Bu kulüplerden “G8” (ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Kanada ve Rusya), 1975’te (Fransa tarafından), G20 ise 1999’da (Asya finans krizinin ardından) kuruldu. “G20”, G8+AB, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, G.Afrika, G.Kore, Hindistan, Meksika, S.Arabistan ve Türkiye’den oluşmaktadır (2011 yılı için G20’ye başkanlık yapan ülke Fransa’dır). G20 özünde korumacılığa karşıdır ancak kriz çözümünde pragmatik davranarak korumacılığı “B planı“ olarak görme eğilimine girmiştir.

Küresel iktisadi ve finansal sistem açısından büyük önem taşıyan G20, dünya ekonomisinin yaklaşık %90’ını, dünya ticaretinin %80’ini ve dünya nüfusunun 2/3’ünü temsil etmektedir (Grafik 1).

Kaynak: TC Hazine Müsteşarlığı.

Grafik 1: G20 Ülkelerinin Dünya Ekonomisindeki Payı

G20 Toronto Zirvesi (27/6/2010) ve Seul Zirvesi (12/11/2010) deklarasyonlarına göre, dünya liderleri bir “çılgınlık” olarak nitelendirilen korumacılığın bir an önce

“püskürtülerek” ticaret ve yatırımlarda ilerleme sağlanması gerektiği konusunda uzlaşmışlardır. Bu Zirvelerden kriz konjonktürü yönetiminde zafiyetleri görülen IMF ve WB’nin yenilenmesi dilekleri çıkmıştır (Toronto ve Seul’den önceki Çin’e uygulanan korumacılığın gündeme getirildiği Washington ve Pittsburg deklarasyonlarının değerlendirmesi için bkz. Workman, 2009).

Erixon (2009), G20’nin şimdiki korumacı eğilimleri engellemek için neler yapabileceğini sorarken ideal olarak G20 Zirvesinin ticaret ve sınırötesi bütünleşmenin artırılması dolayısıyla korumacılığı “by-pass” etmek için yeni

(20)

önceliklerin oluşturulması gerektiğini, hükümetlerin bugün yanlış “düşman” ile savaştıklarını, G20 hükümetlerinin korumacılığın ve “dişe diş-göze göz”

korumacılığın kızışmasının bir kaynağı olan mali harcamaların genişletilmesini sağlamaları ve sonuçlarına katlanmaları gerektiğini çünkü bunun ciddi bütçe açıklarına yol açacağını belirtmektedir. Burada ‘hükümetlerin devlet müdahalelerinin etkisini artırmak için korumacılığa dönüşünü ifade eden “Keynesçi yanılgı”yı (Keynesian fallacy) azaltma ile ilgili belli bir risk bulunmaktadır.

3.2.3.2. Uluslararası Para Fonu

Rodrik (2009), “iktisadi ortodoksi” yapısına sahip olan ve bir “tarih hatası”

(anachronism) görüntüsü verdiğini düşündüğü IMF’nin -özellikle kriz dönemlerinde milyarlarca dolarlık kredi musluklarını açmasına rağmen- hem sağ hem de sol cepheden eleştirildiği saptamasını yaptıktan sonra “Sevebileceğimiz bir IMF var mı?” diye sormaktadır. Bu sorunun bir tek yanıtı yoktur, ancak IMF’nin liberalizmle çatıştığı boyutuyla korumacılığa karşı “mesafeli” durduğu unutulmamalıdır.

Gelişen ülkeler ve hatta bazen gelişmiş ülkeler, kriz konjonktürünün türüne ve süresine bağlı olarak ayrıca korumacı önlemleri tercih edip etmemelerine göre “IMF lobisi”, “IMF korkusu” ve “IMF ilgisi” arasında sıkışıp kalırlar. Şöyle ki IMF ile hükümetin anlaşma yapmasını desteklemek, hatta hükümeti IMF kurallarına uymaya zorlamak vs. lobicilik kapsamına girmektedir. IMF korkusuna kapılmanın bir nedeni IMF ile ilgili bazı yanılgılar olabilir. Tüm iyi gelişmeleri IMF’nin katkısına bağlamak, IMF’yi her koşulda sevimli göstermeye çalışmak ya da IMF’siz bir ekonominin kendini çeviremeyeceğini söylemeye kadar her şey ise “IMF ilgisini”

çağrıştırmaktadır. Tüm bunların üstünde bir de doların gittiği her yere IMF’nin de gittiği şeklinde bir “IMF hakikatı” vardır ve bu hakikat tüm kapitalist dünya için geçerlidir.

3.2.3.3. WTO ve GATT Turları

Rodrik (2008), WTO’nun gerçekleştirdiği Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması’nın (GATT) son görüşmelerini kasdederek “bizim için ağlama Doha”

diye haykırmaktadır.

MFAD (2010), WTO’nun 1930 krizine karşı II. Paylaşım Savaşı sonrasında imzalanan ve uluslararası ticaret ilişkilerine disiplin getirmeyi amaçlayan ve ilke olarak ticaret engellerini ve korumacı önlemeleri reddeden resmi GATT’ın yerine geçmek üzere 1995’te kurulduğunu hatırlatmaktadır. Gelinen son noktada; Uruguay Turu temelinde ve WTO’nun çatısı altında mal ticareti ile ilgili GATT, hizmet ticareti ile ilgili (GATS) ve fikri mülkiyet hakları ile ilgili (TRIPS) olmak üzere üç özel anlaşmanın çağdaş ölçülerde yapılandırıldığı görülmektedir.

GATT turlarına bakılırsa küreselleşmenin gerekli “taban tahtası” olan WTO, korumacılığı serbest ticaretin önünde muhafazakâr bir bariyer olarak görmekte ve genellikle yasaklamaktadır. WTO, dünya ticari ilişkilerinin, serbest ticaretten korumacılık eksenine sapılmadan güvenlik ve istikrar disiplini içinde sürmesine dikkat etmektedir. Ancak kriz batağından kolayca çıkmak adına korumacılığa ilk başvuranların da yine daha çok korumacılığa karşı olan Batılı hükümetlerin-gelişmiş ekonomilerin olduğu ve onları diğer gelişen ülkelerin izlediği gözlemlenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki şu liberalleşen dünyada korumacılığa başvurmak başlıbaşına bir güç ve cesaret işidir.

Dadush (2008) ve Hufbauer vd. (2009), temel amacı ticareti liberalleştirmek olan WTO’nun ticaret anlaşmalarına daha fazla esnek yaklaşması ve ülkelerin öznel

Referanslar

Benzer Belgeler

9 Yumuşak kireç taşları ve killi depolar üzerinde oluşan topraklar 10 Humus bakımından fakir olan nemli bölge toprakları. 11 Bünyesinde demir oksit oranı fazla olan

ABD de ortaya çıkan ve 2008 yılında küresel nitelik kazanan finans krizi gelişimi itibariyle konut piyasası ve buna bağlı olarak çıkarılan türev

Bu bölümde 2008 küresel finans krizinden sonra yaygın kullanım alanı bulmaya başlayan zarar verici ticaret müdahalelerin GSYİH üzerindeki etkisi 2009-2017 dönemi

BÖLÜMÜN  ADI SGK

Vocational School of Beykoz Logistics, Vatan cad... Vocational School of Beykoz Logistics,

Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Bölgesel Ticaret Anlaşmalarının 2008 Küresel Ekonomik Kriz Sonrası Türkiye’nin Dış Ticaret Açığına Etkisi ve Gümrük

Bu tür sorularda verilen işlemin üzerinde direk uygun değerler yazılarak çözüme daha hızlı ulaşılır.. CD iki basamaklı bir sayı olduğundan ve bölen kalan

TMA’da eşleşme gerçekleştiğinde Yükümlü Banka ödemeyi Lehtar Banka’ya yapar, Lehtar Banka’nın satıcıya ödeme yapması BPO’nun dışında olup Lehtar Banka ile