• Sonuç bulunamadı

S rn 3

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "S rn 3"

Copied!
100
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

P

i

Yüzünü uzun bir zamandanberi görmedikleri yeğenleri _ Cezmınm Emiv-ândaki yalılarına bem de geceyatısı m isafiri g eliv erip H ayret­ tin Bey veya Pahayı da, karısı Feride Hanımı da içten içe hiç nıem-nun etmedi: Kibar ve zengin m isafiri ağırlamak ¿olay ış değildi Ay rica da delikanlının gönül avlamak hususundaki kudret ve kabiliyeti hakkında alıp yürümüş öyle hikâyeler vardı ki, yanlarında geçireceği-ni sandıklan tek gece esnasında kızları Hamdune’geçireceği-nin gönlünü tam a­ men fethettikten başka ahretlik ayşenîn de odasına girip zavallı k m bir felâkete uğratabilmesi ihtimali, âdeta ciddî bir şekilde hatırlarına geldi.

Bununla beraber, bu düşünceleri pek az sürdü. Hayır, delikanlı böyle şeyleri düşünüp yapmak şöyle dursun, hatırından dahi geçire­ cek bir halde görünmüyordu. Her zamanki neş’esi ve şımarık edası hiç yoktu. Rengi biraz soluktu ve bütün gayretine rağmen tutuk tu ­ tuk konuşuyor, sık sık gözleri dalıyordu. P aşa babasıle üvey annesi Seza Hanım hakkında sorulan suallere pek kısa cevaplar vermiş her ikisinin de afiyette olduklarını söyleyip bahsi değiştirmiş ve — dikka­ te bilhassa lâyık bir nokta!— onlar tarafından hiç bir selam, hiç bir

haber getirmemişti. Herhalde, bu geceyatısma gelişin tabii bir şey olmadığına hükmetmek ieafecdiyordu.

Yazın en sıcak günlerinde, Büyükada bir f i m gibi yanarken E m h gân a gelmemiş olan bu küçük Beyin şimdi, teşrinler ilerlemiş, güz yağm urları hazan soba yakılmasını insana düşündürtecek kadar artık havayı serinleştirmişken Boğaziçini özleyip teşrif ettiğine hük­ metmek, batikten de güçtü.

Feride Hanım mevcud akşam yemeğine bir de puf böreği ilâve­ sini münasip görerek bizzat mutfağa girip bunu pişirmiş, bundan son­ r a sofranın kurulmasına nezaret etmiş, bütün bu müddet esnasında zihninden geçen, kendisini üzen şeylerde nihayet kocasını yanına çekip içini ona dökmeğe kendisini şevketin işti:

— Niçin gelmiş olduğunu anlayabildiniz mi? Y a postu buraya ta ­ mamen serecekse? .Yâni ağabeyiniz tarafından koğulmus olduğu için

(3)

geldiyse? Doğrusu, ben onu buraya temelli kabul edip gül gibi kızımı dile getiremem!

Meşrutiyetin ilânından bir müddet sonra kıdem azlığından dolayı rütbesinin kaymakamlığa indirilmesine ve Enver P aşa zamanında mi­ ralay olarak tekaüd edilmesine rağmen — hele bu tekaüdünden beri! • beyliği k ât’iyyen reddetmiş, paşalığını kat’iyyen ele geçirmiş "ulu­ nan Hayrettin Bey bu sözler üzerine en ciddî edasını takınarak temi­

nat verm iş: « r

.,-— Babasının kendisini koğmuş olduğu hakkında bir bilgimiz yok. F a k a t öyle olsa da buraya postu sermeğe ne kendi kalkışır, ne de kal­ kışsa ben müsaade ederim! demişti.

Ancak böyle bir kararı karısına söylemek, yersiz, kaldığım itiraf edip dehalette bulunan yeğenine bildirmekten daha kolay olduğa için, içine zaten girmiş olan bir (acab a?) büyümüş, varlığının derinlikleri­ ne işlemişti. Puf böreğinden ve diğer hazırlıklardan dolayı akşam ye­ meğinin vakti biraz gecikmiş olduğu gibi bazı hikâyelerle bilnassa Hayrettin Bey veya Paşanın binbaşı olarak dört yılını verdiği yedin­ ci ordu, yâni Yemen ve M iralay olarak üç senesini geçirdiği dördüncü ordu, yâni Erzincan bikâyelerile— bu yemek mutaddan biraz daha ağır yenmiş, sonra oturma odasında Feride Harnmla Cezmi arasında bir tavla partisi yapılmıştı. F a k a t bu parti kendi zaferile nihayet bulduktan sonra Feride Hanım kızı Periham beraberine alarak — ve Kocasına gizli bir işarette bulunmayı ihmal etmiyerek— gidip de am­ ca - yeğen iki erkek karşı karşıya kaldıkları zaman, odaya birden külçe gibi bir sükûn çökecekti. Kadınlarla birlikte iken bir derece gü­ lüp söylemeğe çalışmış, hele tavla partisi esnasında bayii canlanmış olan eezmi şimdi birden pek neş’esiz ve yorgun bir hal al­ mıştı. Sanki dışarıdan bir haber duymağa çalışıyor, denizin kapalı camlardan gelebilen sesini duymağa pek istekli gibi görünüyordu. Muh­ temel bir sorguyu da galiba hesap ettiği için öylesine durgun ve üz­ gün bir bal almıştı ki, karısının tahminlerinin pek yerinde olduğuna emekli m iralay emniyet getirdi. Herhalde, büyük kardeşi Hüseyin Ha-sip Paşan«« evlâdını koğmuş olacaktı. Koğması da ancak bir sebepten. Kendinden gayri herkesin nice zamandır malûmu bulunan, bütün dil­ lere düşmüş olan çirkin ve acı hali nihayet anlamış, öğrenmiş Lujuii-masından ileri gelebilirdi...

Uzun sükûtu Hayrettin i Paşa bozdu ve hafif bir istihza edası ta ­

kınarak dedi k i; — Sende bu akşam mutadın olmıyan bir ağırlık, görünüyor! Yas kemalinin eseri desem, bu eserin şimdiye kadaı gü­ rü nmeyip görüıımeyip bu gece görünüvermesi pek garip bir şey olur. Yoksa evde babanla herhangi sebepten dolayı ciddî bir şekilde atıştı­ nız ua şimdi pis . pis bunun encamını mı düşünüyorsun?

Cezmi haşini eğdi ve yüzünü hafif bir ateşin bastırmış bulundu­ ğunu hissederek ranıma da mahcup bir taze olmağa başlıyorum!» de­ yip kendi halile için için eğlenmeğe de imkân buldu. Sonra, durumu nasıl olsa açıkça bildirmek icabedeceğini düşündü, parça parça anlat­ mak tansa herşeyi biran önce söylemek, ferahlamak daha doğru olmaz mıydı? - - Evet, Paşa babamla atıştık, beni de evden koğdu, sözlerini bir çırpıda söyledi.

(4)

Hayrettin Paşa tek teli dökülmemiş beyaz saçlı başını^ fazla dü­ şünceli oldıığn zamanlardaki mutad hareketile bir kere sağa, biı ke­ re de sola eğdi. «Oğlan postu hakikaten sermeğe gelmiş. Bir baltaya sap edilse veya babası kendisine para verse bile, Feride Hanım ken­ disini burada istemez. İstememekte de yerden göğe kadar haklı oldu­ ğu muhakkak. F ak at (Çık git, ne olursan o l!) demek de amcalığa uy­ maz. Çetin iş vesselâm !» diye düşündü. Lâkin hiç değilse tenkid e t­ mek ve bir vaiz vermek zevkini elde etmiş olmakla müteselli, oturdu­ ğu koltukta rah atça yayılıp ayni zamanda pek vakur bir eda da ala­ rak söze girişti:

— Yirm i yedi yaşm a geldiği halde iş görmeyip baba eline bakan evlâdla baba arasında kavga çıkması, baba ne derecelerde zengin olur­ sa olsun mukadder bir âkibettir. Hem efendim, hiç çalışmadan yaşa-T a n erkek olur mu, böyle insana erkek denebilir ad ? W hayatta babasının, dedesinin malına değil ancak- ve ancak kendi kabiliyet. ve ehliyetine güvenebilir. Bak, bugünkü vazıyet Osmanlı şehzadeleri! dün hatır ve hayallerinden geçer miydi? içlerinden bir kısmı «anpa­ reye şimdiden muhtaç oldu deniyor. Neden bu? Hiç birinin tahsili yok da, vaktile hiçbiri hayatını kazanabilecek şekilde yetiştirilmemiş de ondan! Sen beş altı sene Ahnanyada kaldın. Bir zaman gûya zira­ at, bir zaman gûya hukuk, bir vakitler de sanki ıktısad tahsil ettin. Amma elde doğru dürüst ne şahadetnamen var, h atta ne de tasdikna­ men! Gittiğin gibi geldin ve baba evine yan gelip kuruldun. B ir za­ man Ankaraya gidip hâriciyeye gireceğin söyleniyordu gitmedin, bu­ rada da bir is beğenmedin, bir yerlere m üracaat etmedin. Otuza gel­ mene şunun şurasında üç yılın kalmışken işsiz güçsüz oturuyor, hala Paşadan haftalık isteyip alıyorsun. Yoksa kumarada mı dadandın, büyük bir para kaybettin de babanın tahammülünü mu kaçırdın.

Cezmi susuyordu. Halinde: «Keşke bu olsaydı! Babamla para kavgaları dehşetli hadlere varm az; ah keşke suçum zaten düşkünü olmadığım kumarda kaybetmek olsaydı!» der gibi bir eda vardı. H ay­ rettin Paşanın en son şüpheleri de artık silinmişti. Kaldı ki, facianın p ara meselesinden kopmuş bulunduğuna zaten ihtimal vermemişti, ih­ tiyar adamın şimdiye kadar bir türlü anlayamadığı şeyi nihayet anla­ yabildiğinden dolayı tek evlâdım koğduğuna çoktan hükmetmiş bulu­ nuyordu. F ak at amca rolüne salâhiyetle oturduğu koltuğa yayılışı seklinde yayılmak, uzun yıllar İmparatorluğun birer devlet genişli­ ğindeki vilâyetlerini idare etmiş ve ederken küpünü doldurmuş olan eski vezirin şımarık oğluna söyleyemediği acı sözleri koğulmuş ve kendisine sığınmış yeğenine söylemek hazzmdan nefsini mahrum et­ mek istememişti. Vaızdan sonra da k a tı sorguya geçip dedi ki.

— Arılat bakalım, şu halde seni Paşa neden dolayı koğdu? Tetı-bellikten, müsriflikten, kumardan da daha mühim, daha ağır suç ne olabilir?

Cezri,i hep susuyordu ve bu sefer Hayrettin Paşa gözlerine haşin ve müteıieffir bir ifade getirmeğe çalışarak:

— Yoksa, bütün o dedikodular nihayet... diye mırıldandı. Devam etm iyerek, başını yeğeninden uzak taraflara çevirm işti. Sanki Kanlıca tarafının ışıklarında bir şey keşfetmeğe çalışıyordu.

İçinden hiç hiddetli değildi. H attâ, nefsine karşı itir a f ' etmese bi­ le, bu netice kendisini memnun etmiş olacaktı. Onun bütün ömrü İnç bir zaman güzel olmamış ve artık tamamile çökmüş bulunan tek bir kadınla, bu kat kat gerdaıılıj kısa boylu ve iri kafalı Feride hanımla geçmiş, karısını bütün ömrü boyu aldatmavnıştı. H attâ hâlâ kendisile bir yatakta yatmak derdine katlanıyor, sözünü yürütüp yatağını ayı­ ram ıyor, sağa sola rah at rah at döııiip ve kolunu bacağım uzatıp uyu­ mak «»adetini bile elde edemiyordu.

(5)

Cem inin annesi Senıye Hanımefendi ise devrinin güzelliğile şöh­ re t kazanmış kibar kadınlarından biriydi ve tamamile çökmeden, bu güzelliğini tamamile kaybetmeden, kısa bir hastalık neticesinde ölmüş, aradan üç dert sene geçmeden de Hüseyin Hasip P aşa bu Seza Hanı­ mı almıştı. Gerçi Hayrettin Paşa ağabeysinin ikinci karısını pek be­ ğenmiş değildi; iskelet gibi kupkuru, biraz da esmer bulmuştu. F a k a t biç değilse gençliği vardı. Kendi iddiası derecesinde olmasa bile mu­ hakkak ki kocası için pek, pek gençti. Bu ikinci evlilik hayatı artık sekiz yıla yaklaşıyordu, ve Hüseyin Hasip Paşanın kulağına hiçbir de­ dikodu varm adığı ve gözleri hiçbir şey farketmediği için, ihtiyar adam bu müddeti nefsini hep mes’ud ve bahtiyar sanarak geçirmişti.

H er şeyini her zaman şiddetle kıskanmış olduğu büyük kardeşi­ nin bu saadeti nihayet ödemeğe başladığını öğrenmek. H ayrettin F a -şayı içten içe engin bir sevince garketmişti.

O kadar engir. bir sevinç ki, bunu inkâr edemedi. F a k a t bundan dolayı nefsini stfçlu çıkarmamak için de kendince mazeretler buldu:

Hüseyin Hasip Paşanın uğramış bulunduğu felâkette en küçük bir suç hissesi yoktu ki! Seza Hanımı kendisi yahud da karısı bulup P a ­ şaya: (B u hanım size pek münasip, kendisini • aîın !) diye tavsiye et­ miş değillerdi. H attâ, borca batmış bir baba ile gençliğinde hayli dile gelmiş bir annenin kızları olup kendisinden en az otuzyaş genç olan bir kadınla evlenmenin pek iyi neticeler veremiyeceğini ona ima dahi etmişlerdi. Cezmîye karşı bu kadar kayıdsız ve geniş olmamasını, tah-silile daha çok alâkalanmasını ise H ayrettin P a şa delikanlının Avru-paya yollanmasından önce de, Avrupada bulunduğu sıralarda da bir­ kaç kere büyük biraderine söylemiş, Avrupadan dönüşündenberi de «Hâriciyeye girmesi nasıl oldu? Hariciye olmazsa bari burada bir bankaya falan girse! böyle boş kalm asa!» diye birkaç kere tek rar et­ mişti. Bu mevzu üzerinde daha çok ısrar etmeyişi ise Hüseyin Hasip Paşanın: «Cezmiyi düşünmek benim sağlığımda neden sana düşüyor? Kızınızı vermek için mi istikbalilo böyle alâkadarsınız?» gibi münase­ betsiz bir söze muhatap olmak korkusundan ileri gelmişti. E vet, Hay­ rettin Bey veya Paşanın vicdanı her itibarla müsterihti..

Başını neden sonra tekrar yeğenine çevirmişti, ve sanki hâlâ şüp­ heler içinde bocalıyormuş, nice zamandır söylenenlere hâlâ ¿nanmak istemiyormuş gibi, bir kâbustan kurtulmak isteyen insan edası takı­ n arak : — Yooksa, nihayet? diye tek rar etti.

Cezmi yine bir şey söylemedi ve ısrarla istenen cevabı, başım da­ ha çok eğmek suretile verdi.

(6)

Ertesi sahalı mütekaid Miralay henüz Cezmi uykuda iken, ilk va­ purlardan birile Beşiktaşa indi ve oradan bir paytona binip Akaretler yolile Şişliye vardı. Herhalde oldukça güç bir işi üzerine almıştı, ve Seza ile karşı karşıya gelirse ııe yapacağını, nasıl hareket ede­ ceğini de ayrıca düşünüyordu. Bu kadına karşı gerek karısı Feıide Hanımın ve gerek kendisinin derin bir kinleri vardı. Seniye Hanım efendi sağ kalsaydı Cezmi elbette ki böyle ahlâksız ve haylaz olmaz­ dı ve iki kardeşin tek çocukları, yâni Hamdune ile oo, hatta nişanlı da değil evli bulunurlardı. Bu kötü mahlûk daha Cezmi Avrupada iken onların ayaklarını kışın konaktan ve yazın Adada, Nizamdaki köşk­ ten kestirmek için ne yapmak lâzımsa yapmış, iki kardeşin âdeta a ra ­ larım açmıştı.

Hayrettin Paşa Feride Hanımın natırına gelen şey, yâni Cezmi gi­ bi Sezanın da P aşa tarafından koğulmuş olması ihtimali uzermde hiç durmuyordu Büyük kardeşinden bu derecede azimli ve kat ı bir hare ket beklemiyor, onun evlâdını feda edip bu pahaya taze karışım mu­ hafaza etmiş olduğuna hükmediyordu. Bununla beraber, ı,m de man­ tığına ve muhakemesine hiç dayanmamak şartıle gittikçe buyuyup g -lişen bütün bir tertip de hasıl olmamış değildi. Bu tertibe göre, H y-rettin Paşanın Şişlideki konakta yapyalnız ve kendisini, J° r t_ g o bekleyen bir ihtiyar bulması icabediyordu. Ve o ihtiyar kendisini şısında bulur bulmaz boynuna sarılarak : «Artık sizden başka kimsem yok. Karınla kızın, yavrum Hamdunem niçin beraber gelmediler. He­ men gelsinler. Artık bana bakmak sîzlere düşüyor!» diyecek, kendi e-rine Şişlideki bu mükellef konakla Büyükadadaki lâtif vo bayım köş­ kü takdim edecekti. Epey bir müddet geçtikten sonra da, ıslâhı hal etmiş' olarak Cezmi bu konakla köşke alınacak, eller öpüp affedilerek âdeta içgüveyi şeklinde, evin asıl kızı ve varisi Perihan olmak şartî-le ona koca yapılacaktı.

Şişliye varıncaya kadar bu düşünce ve tertip Hayrettin Paşanın içinde kendi kendine yaşadı durdu ve emekli miralay konakta Seza Ha­

nımla karşılaşmayınca, onun varlığı hakkında herhangi bir alâmet farketmeyince biran hakikatin böyle olması şüphesini bile duydu.

Yüzünü ilk defa gördüğü tazece ve güzelce Rum hizmetçiden her­ hangi bir malûmat istemeğe tenezzül edemedi. Seniye Hanımefendiden kalma, fak at tamamile Seza Hanımın tarafın a geçmiş olan emekli Ta-randil ise meydanda yoktu. Zaten de ancak bir dakika bekletildi bekle­ tilmedi ve orta kata çıkarılarak tram vay caddesi üzerinde bulunan

yazı edasına götürüldü. ...

Hüseyin Hasip Paşa arkasında robdöşambr ve elinde bir gazete, pencere önündeki koltukta oturuyordu. H ayrettin onu geçirdiği müt­ hiş sarsıntıdan dolayı çökmüş, .tamamen bitkin bir halde bulmadı. Her zamanki adamdı. Belki de bütün iradesini kullanıp böyle görünmeğe muvaffak oluyordu. Kendinden tam ( on yaş küçük olan kardeşine kar­ şısındaki koltuğu işaret etti ve hâlâ elinde tuttuğu gazeteyi yanındaki küçük masanın üzerine bırakarak: Hayrola, böyle sabah sabah zatı devletinizi hangi rüzgâr attı? diye sordu.

(7)

Sonra da, acı acı gülerek, ilâve etti:

— Em irgâııa şeref verdi galiba? Öyleya, başka nereye gidecek? . —- Hayrettin P aşa başım sallayarak: — E vet, bizde, dedi.

— Affettirm ek üzere geldiysen pek boşuna zahmete girmişsin! Hüseyin Hasip P aşa koltuğunda doğruldu, biran kalkacak gibi ol­ du, sonra buna lüzum görmeden içini boaltmağa koyuldu, Cezmi ila ebediyen yüzyüze gelmiyecekti. Değil kendisini affetmek, onu cenaze sinde bulunmaktan bile menetmişti. Sonra, gozlerıle görmüş ° ü S £ £ £ * * * « <*biî pek faiklı bir b ik iy , I *

Hikâyesinin iik kısmı hakikate tamamile mutabıktı. S aat uçe doğru Serkl - doryan’da âdeti veçhile şatranç oynamak üzere Beyog-Îuna inmiş, fak at daha oyunun başında iken :bütün v ü cu d u n a h ^ f bir kırıklık hissederek ayrılmış, bir kira arabasına binip Şışhye don.

müştü. Evde merdivenleri çıkmış, penbe salona doğru sofada yürü­ müştü. İşte buradan itibaren de hikâyenin tertip edilmiş, luzura g -ğince tadilâta, pek esaslı tadilâta uğramış kısmı başlıyor, yem penbe salonun geniş kanapesinde k am ile o alçak oğlanı yanyana ve Seza­ nın başı oiilamn omuzuna bırakılmış, kolu da beline sarılmış bir hal­ de görmüş olmuyordu. Bilâkis daha penbe salona doğru ^ île rk e n içeride gürültüler duyuyor, içeriye girince ise zavallı kadını C.zmı olacak o erzeKn kollarından kurtulmağa çabalar ve Kendisine. «Bı­ rak beni, yoksa bağırır, herkesi başıma toplarım U tanm 'yor musun, Allahtan korkmuyor musun, vicdansız!» diye haykırır buluyordu. Bu­ nun üzerine de, derhal kendisi ırz düşmanı herifi lanetler edip oda­

dan, evden çıkarıyordu. ...

Tek evlâdım rah at rah at feda ederek ne pahasına olursa olsun genç karısını muhafazaya azmetmiş bulunna ihtiyar, zâfım ve i l l e ­ tini gizlemek için böyle bir hikâye tertip etmiş, baştan başa hazırla­ mıştı ve herhalde ilk defa olarak kardeşine sunuyordu. H ayrettin P aşa bu masalı ufak ve çini mavisi gözleri odanın ^ duvarlarındaki levha ve yazılarda dolaşarak, bir şey söylememek için dudakları kı­ sılmış bir halde, dinlemek zorunda bırakıldığı bütün bu sözlerin tek kelimesine inanmadığını bu suretle belli ederek, dinledi.

Hikâye bitip odada bir dakika sükût hüküm sürdükten sonra da, büyük kardeşinin uzun uzun ve yarısından itibaren birden bastırmış bir öksürükle boğula boğula anlattığı şeylere en küçük bir sözle te­ mas etmeksizin dedi ki:

— Arzettiğim gibi Cezmi dün akşamdan beri bizde, Emlrgânda. F a k a t tabiî ki ebedî bir şekilde kalam az: Genç kızım var.

Hüseyin Hasip P aşa içinden: «O alçak oğlan zevk ^hibidir Se-nin o kaşsız kirpiksi*, şimdiden sararıp solmuş anasına benzemiş olan

zavallı kızma iltifat eder mi?» diye düşündü. F a k a t pek tabu olarak bu düşünceyi açığa vurmadı ve bir şey söylemedi. B ir cevap alamıyan Hayrettin P aşa ilâve e tti: - Ben kendisini misafir etsem etsem bir hafta*ederim Ondan ziyadesine iktidarım yoktur!

— B ir hafta da m isafir etme birader! Bugünden tezi yok, habisin pasaportunu eline v er! Yirm i yedisine’gelmiş, a t kadar herife bak­ mağa ne babası mecburdur, ne de am cası! E vet, ne diye bir hafta-özülo üzüle, çekine çekine barındıracaksın! Bugünden pasaportunu ver!

(8)

- Sonrasını kendi düşünüp bulsun! Ben onun yaşında bir liva m utasarrıfı idim. Öyle ya, Adana mektupçuluğundan Limni sancağına tayin edildiğim sırada yirmi sekizine henüz yeni basmış bulunuyordum. Düşe kalka elbette ki bir baltaya sap olur.

— Y a olamazsa?

—■ Olsun efendim, olsun! Elâlemin otuza yaklaşmış oğlunu anası babası beslemiyor! Amcası hiç!

— Paşa, şimdi mesele elâlemin oğluna değil, sizin tek evlâdınıza tallûk etmektedir. Bu delikanlının bugüne kadar süsten, eğlenceden başka bir düşünce ve gayesi bulunmamak şartiîe yaşaması sizin mü­ saadeniz, lıemer. hemen diyeceğim ki teşvikiniz eseridir. Binaenaleyh.. Hüseyin Hasip P aşa asabı bir eda Be kardeşinin sözünü keserek tashih etti: — Teşvikim değil, çaresiz tahmmülüm diyeceksin!

— Her ne ise bu hale senelerce imkân vermişsiniz. Şimdi birden­ bire «hayatim herkes gibi kazansın!» Diyorsunuz. Gökten iş yağmıyor ya, iş ancak zamanla bulunur. O vakte kadar ne yapacak, bir manava çırak mı girsin? ... ... ... ...

— Ne yapayım girerse. Girenlerin cam yok mu?

— Birader, şerefini, mevkiini, ismini düşün. Esbak Y anya, Kon­ ya, Bağdad ve Aydın valisi, eski ayandan devletlû Hüseyin paşa haz­ retlerinin mahdumu bakkala, manava çırak olmuş derlerse haz edeceksin? Müftehir mi olacaksın? ...

Hasip paşa «esbak Y anya, Konya, Bağdad ve aydın valilikleri «ile» ayanlık ve devletlû paşa hazretleri» sözlerinden mürekkep lâtif musi­ kiyi, dudaklarına farkedilmeksizin gelmiş bir tebessümle dinledi. Ay­ ni zamanda da, «Trabzonla Suriyedeki valiliklerim bizim miralayın hatırından çıkmış biçare hafızasını vaktinden tez kaybetti!» diye dü­

şündü. F a k a t «Konya ile Yanyada valiliğim yoktur!» diye listedeki isimlerde tenzilâta gönlü razı olmadı. Ve bir dakika mevzuu unutup si­ temli bir eda ile — Şimdi utufetluya, devletlûya itibar mi v a r. Bu şeyler artık müzelik oldu! diye mırıldandı.

Hayrettin paşa başını salladı: — ' Erbabı nezdinde elbette ki dün-kü ve bugündün-kü zibidilerle bir sayılmayız. Şerefimiz vardır, bu şerefi de korumakla mükellefiz. Esasen bırakın ki dükkân çıraklığı da bilgi, kendine göre bir ehliyet ister, insanı hop! diye kahveci çırağı bile yap­ mazlar. Sonra bir gün Serkıldoryaııda gazeteleri mütalaa ederken gö Türsünüz ki, oğlunuz bir dolandırıcılıktan' bir hırsızlıktan dolayı ya kayı ele verip mahkeme huzuruna çıkarılmış, gazeteler bunu türlü ta f ­

silât ile hikâye ediyorlar, isminiz de tabiî başta geçiyor. — ismimi yazmalarını menettiririm.

Ettiremezsiniz! Böyle meselelerde matbuat serbesttir, isminizi de yazarlar. Evinizden oğlunuzu koğmuş bulunduğunuzu da yazarlar. Tek evlâdınızı niçin, neden koğmuş olduğunuz hakkında da ağza alın­ maz izahat, malûmat vermeğe kalk arlar! ... Hüseyin Hasip paşa bir iki dakika cevap vermedi ve derin bir dü­ şünceye dalmış göründü. Cezmiye karşı gazabı hep ayni şiddeti mulıa-fazla ediyordu. Onun için, kardeşinin kuvvetli bir ihtimal, h attâ zaruri bir hal şeklinde tasvir ettiği akibete hakkaten uğradığı takdirde de bir merhamet duymıyacağından ve bir pişmanlık hissetmiyeceğınden

— hiç değilse şu esnada —• emindi. Ancak isminin bir rezalete karış­ ması sözünden ürkmüştü. Bu rezalet gazetelerin ve gazetecilerin bir kere dillerine düştükten sonra, zenginliği ile tanınmış bir adam evlâdı­ nın neden dolayı bu hallere geldiği elbette ki araştırılacak, bu takdirde de dündtnfceri tanzim ederek ilk önce kardeşine, kendisini anarken

(9)

kullanmak mutad bulunan tâbirle «m ıialay beye» dinlettiği masala zıd, ve hakikaten eyvah ki çok daha yakın, türlü hikâye dünyânın dört köşesine basılı olarak varacak tı! ... Uzun valilik yıllarından kalma bir itiyatla, vaziyeti etrafiyle tet­ kik edip bir k arar almak üzere üst dudağını alt dudağının içine, pos ve kırçıl bıyıklarının bir nıiktariyle birlikte sokup öyle düşünceye daldı, ilk önce de Hayrettin paşanın emekli miralayliğiyle kendi vezirliğini bir sayıp «şerefimiz» demeğe kalkışmasındaki gülünçlüğe zihni takıldı. <Fe*.upfana llak, bir m iralay mütekaidi koca bir vezir ile nefsini bir u u jo r.» diye düşündü. F a k a t asıl meselenin bu olmadığını bir an sonra takdir ederek işin esasına geçti ve her şeyi zihninde tertipledik­ ten sonra da, ağır ağır konuşarak, kararını bildirdi:

— Sana şimdi iki yüz lira vereceğim. Bu kendisine son, ama kati-en son yardımınıdır. iki yüz lirayı sebiııe korkomaz hemkati-en trkati-ene a t­ ayıp Ankaraya gitsin. Orada işlere adam aranıyor da ehil veya naebil imse bulunamıyormuş. Burada mümeyyizliğe yükselememiş kimseler ıudür, mucifirö umumî yapılmlşlar, Eh> hiç bîr klymet ye nıeziyote ga_ . kiitü - 56 d.® İkl hsanl’ İki mühim 1İ8am» Fransızca ile Aimancayı iyi Bu J ’gremn*9 bulunuyor: Kendisini elbette bir vazifeye tayin ederler tık m am ?* ° na h?men A " karaya P tmesi ve artık karşım a ebediyen v maması partiyle veriyorum.

yol ® l eSnada İÇİnden bİr ses; (B ari îki yflz yerinençyüz veri Evvelâ ki bir w Y ° nra ,Ş buîatlcaya kadar geçecek günlerin m a s r a f bırak « Ü J T m l T f İT f i mez >ara alacak * W « r . Ayın sonu olup »9 çıkıncaya kadar geçinmesi, yaşayabilmesi Igzım! Hem Ankraya g<< mce burada kalmasından doğabilecek belalardan da kurtulmuş ol­ muyor musun? Istanbuldan gitmesini temin l i r takım çarelere baş vu-lacak değil miydin? Gûya tahsilini ikmal etmesi için onu Almaııyaya y ıdamağı dündeııberi düşünmüyor muydun? işte artık bu ^ülfetlerden ux tutuyorsun ¡» diyordu. F a k a t içinden yükselen ve merhamete çok enzeyen bu sesi susturdu, iki yüzden fazla verince, paraya karşı zaafı jük ve parasızlıktan şikâyeti daimî olan (m iralay) şeytana uyarak b tm u n j,;r miktarını nefsine tahsis edebilirdi. Aldığına dair Cezmiden h a t * - '* '“ ’s*etmek knkânı da vardı ama, bu bir takım yeni tem aslara, d ıa Müzakerelere yol açabilirdi. A yrıca da, böyle bir kâğıdın isteni-PaU? 1 8Sl1 bîk,neti anIıya ra k, kardeşi bunu bir haysiyet meselesi ya-c , . î . w* aradan çıkarak kendisini Cezmi ile karşı karşıya bırakabilirdi. , Une havale örüp iki yüz lirayı (p aşa) ya vermekten başka çare yoktu.

olmıv 3te” Cİ6’ tttm yardlm ' en son yardîm> süitlerinin bir hükmü tesiri den f.?„ ni* arada bir mutlaka keseyi açmak ieabedeceğini tğ içiri-yard ııU.?unm®mıf rteg-ildi. Şu halde nasıl olsa arkası gelecek olan bu var» Srf kabîl olduğu kadar mütevazi rakam larla başlamak ve de­ vam etmek en doğrusuydu.

dan çık i?mB İ l E? ı y-?rUm’ dedikten sonra ağ 'r a£ ,r kalkıp yürüdü, oda-duydu. Alınrmc- esm ed en Hayrettin paşa yukanda ayak sesleri biliyordu «Ara0? “ ? ° d* üstürlde »^b eyin in yatak odası bulunduğunu bulunduruyor J ! 7du^ar,n d a bir gizli kasa mı gömülü? Evde çok para Üzerinde tahmini.™ _ ? e dti?undö- Ve birden- gayri ihtiyarî istikbal 1 • girişti. Bir iş bulmadan bu iki yüz lirayı yiyip

(10)

tüketecek olan Gezini bir müddet sonra işi serseriliğe dökebilir ve bir Rece odaya kadar süzülüp girerek kasayı boşaltmağa çalışırken baba- siyle karşılaşmasından facialar doğabilirdi. M iralay bu ¿alları iazl bir ıstıraba kapılmadan, battş belki garip bir hazla düşündü kı, sahne­ ler bite tasavvur etti. Bu sahnelerin korkunçluğundan ayrılması için de, Hüseyin Hasip paşanın elinde iki tane yüzlük bankaııot tuttuğu halde içeriye girmesi lâzımgeldi. ... Yetmişi aşkın ihtiyar bu iki bankanotu kardeşine uzattıktan son­ ra. bir az yorgun, baştaki yaldızlı koltuğa yeniden yerleşmiş ve ayak­ larını tabureye uzatmıştı. Paraları- cüzdanına, cüzdanını da iç cebine koyup H ayrettin dedi ki ... . ... _ Büyüklerden birine hitaben bir de tavsiye mektuba lûtf buyur­ sanız! Malum a, h er şey h atır ve gönülle olmakta berdevam. Bu husus­ ta devri hürriyetin, devri istıpdattan ve devri cumhuriyetin devri hür­ riyetten aslz faikları yok!

Hüseyin llasip paşa kat’î bir red edasıyle siyah ipek takkeli başın; saIlıyarak: — Kime, hangi büyüğe tavsiye edeceğim? Yeniler de dünkü ricale karşı hürmet ve itibar v ar mı ki! diye söylendi, Sonra, yeniden gazaba gelerek ilâve etti: — Kim alıp hangi işte kullanacaksa benim delâletim ve h attâ haberi moîmadan kullansın! O rezil haylaza kefil olup vebal altında kalamam! ... ... Sustu, öksürdü, düşündü ve gazabı daha da a r t tı: — Hem bir ta ­ kım pespayelere ne diye ğbıru döküyormuşum? Esasen, benim tek ev­ lâdımı hayatını kazanması için dünkü Engürii kasabasına gönül rıza-aiyle yollamaklığım da garip görünür. «Yoks koca Hasip paşa fiiluou ahmere rai muhtaç olmuş?» Şeklinde şüpheler hasıl olmasını da kati­

yen arzu edemem. ...

«Kendisini evimden koğdum. B ir işte kullanılması gayetle muva­ fık tır!» diye de tavsiyename yazılmaz y a !

Hayrettin P aşa, (peki, Engürü kaldırımlarında oğlunu parasız bir halde iş ararken görecek olanlar bunun hikmetini merak edip soruş-turm ıyacaklar mı? Soruşturunca da işin aslını, koğuluşuıı sebebini an-lamıyacaklar mı? Kızıl gömlek bir kolundan yine görünmiyecek m ı!) ftememek için, işi yeniden sarpa sardırmamak için âcıeta nefsine şöh­ retti. Yeni bir sü¡aitten sonra eski vezir sakin bir sesle dedi ki:

Sana da samimî bir tavsiyede bulunayım: Bende» aldığın bu iki yüz lirayı kendisine tren hareket etmek üzere iken, istasyonda ver. Aksi takdirde hepsini bir iki günde su gibi h arcar ve seni tekrar bu -ra y a gchiuk ıııccbur iye tinde bı-rakır. Biletini bu pa-radan alır, geri kalanı kendisine vagonun içinde teslim edersin. Teslim ederken de bu­ nun son yardımın, son inayetim olduğunu tek rar et. Bundan böyle ben­ den beş para beklemesin ve beni kemlisi için yok bilsin. Ben de böyle biliyorum, bu dünyada evlâdım yok biliyorum!

Acaba ihtiyar adam gözlerine birden yaş hücum edeceğinden mi korkarak başım pençere tarafın a, kardeşinin oturduğu yerden aksi bir cihete çevirmişti? F ak at sesi tok vakur idi. B ir an rikkat ve merhamet içimle kalan Hayrettin paşayı zaafının yersizliğine hükmettirmeğe şevketten şey de sesin bu tonu, bu edası oldu.

(11)

îlk peçe, yeni devlet merkezinin en temiz otellerinden biri olarak kendisine tavsiye edilen (Z afer) otelinde, uyku Cezminin gözlerini he­ men sabaha kadar tutmadı. Halbuki trende yataklı vagonda değil, hat­ tâ birincide bile seyahat etmemiş. H ayrettin Paşanın k at’i ısrarından dolayı İkinciye binmişti, ve hiç uyumamıştı. Bununla beraber, Zafer otelinin hem de çarşı, cadde, cihetinde olmayıp arkada bir dama ba­ kan, yâni sokak gürültüsünden masun odasında sabahlara kadar uyanık yatmak zaruretinde kaldı. Ve üç yataklı odayı kendisile birlikte paylaşan iki yolcudan birinin horultusu, yattığı dar ve demir karyo­ ladan yükselip âdeta bütün Ankaraya yayılan müthiş bir horultu, bu­ nun bütün sebebini olmasa bile birinci sebebini teşkil etti.

Gündüz odayı görüp kendisine teklif edilen yegâne boş yatağı ça­ resiz kabul ettiği, yâni bilmediği iki insanla bir odayı paylaşmağa razı olduğu sırada da, gece erken yatıp uyumak üzere lokantadan otele döndüğü sırada da meydanda görünmiyen bu oda arkadaşları, Cezmi soyunup yatağa girdikten sonra yarım şar saat fasıla ile gelmişler d L Gelenlerin ilki, kendisini «Çorum Vilâyeti Defterdarı Ali Fazlı bende­ niz!» diyerek takdim edip yârenliğe kalkışan ufak tefek, çelimsiz ve kambur bir adam olmuştu. O içeri girdiği sırada Cezmi dalmak üzere idi. Bilmeeburiye ve gayret edip adam a cevap verdikten sonra tek rar İÇİ geçerken de kapı —bu sefer gürültü ile— tek rar açılmış, yatağı Cezminin yatağının tam karşısına isabet eden ikinci yabancı içeri g ir­ mişti. Bu, göbekli, iri yarı, kıranta ve babayani kılıklı bir insandı, içe­ ri girince hal hatır sormuş, aüır ağır, tamamile acelesiz soyunup do-künerek iç gömleği ve topuklarına kadar inen donile bembeyaz kesil­ dikten sonra sırtına geçirdiği beyaz ve bol gecelik entarisile yine bu rengi muhafaza ederek dışarıya, yüzünü gözünü yıkamağa gitmiş, son­ ra gelip rah at ra h a t kurunmuş, nihayet yüksekçe sesle «besmele» çe­ kin yatağa yatmış, sıkı sıkı örtünmüş, bir kere sağm a bir kere soluna dönünce uykuya dalmış, işte facia da o zaman meydana çıkmıştı: Az evvel dendiği gibi hemen bütün Ankarayı kaplayacak, sarsacak bir horultu! Cezmi başını yorgana sarmış, türlü tedbir düşünmüş, yatak­ ta sağa sola çevrilmiş, bu çırpınm alar esnadmda da uykusu tamamen dağılmıştı. O zaman baba evinden koğuluşuna sebebiyet veren ve belki bütün hayatını tersine giden bir yola çevirecek, artık belini bir daha doğrultmıyacak olan o bir kaç dakika, saniyeleri, ânları birer dakika, birer saat kesilerek ve kendisini ilk defa şimdi vicdan azabile kahrede­ rek, hafızasında canlandılar:

Hüseyin Hasip Paşayı karşısında yüzü mosmor ve bütün vücudu zangır zangır titre r bir halde gören Cezminin ilk hareketti, fırlayıp kalkmak olmuştu. Sonra da, Seza Hanımla yanyanadan daha yakın ve mahrem bir halde oturmuş bulundukları kanapeden uzaklaşmıştı. B ir iki saniye geçince de, ufakça salonun öbür nihayetinde ve babası­ nın girdiği kapının tam karşısındaki diğer bir kapıya kadar çekilmiş

< f

c ^

(12)

ve orada ayakta, hareketsiz kalmıştı. Hep tiril tiril titreyerek ilerle-miyen ve ağamdan tek söz çıkmayan Ilasip P aşa ile şimdi yalnız ola-rak işgal ettiği geniş ve arkası yüksek kanapede hiç kımıldamaksızm şaşkın, mahcup ve korkak — iddiası gibi dedesi yerinde olmasa bile fe­ rah ferah babası yaşındaki— kocasına bakakalmış olan genç kadını tetkike koyulmuştu. Onları, ikisinin de bu hale gelişlerinde hiç bir suç hissesi yokmuş gibi tetkik etmişti. Ayni zamanda, eçsitli düşünce zih­ ninde vücad bulmuş, nizama gitmişti. Düştüğü durumun berbadlığı-na, h attâ feciliğine rağmen bu düşünceler rah at ve mantığa uygun bir seyir takip etmişlerdi.. Cezmi ilkönce şöyle düşünmüştü:

(H ani Serkl - Doryan’da şatıanç oynamağa gittiydi? Niçin bu kadar tez döndü ve döndüğünü nasıl oldu da farketmedik? Şimdi aca-fep bir kalb sektesinden düşüp ölür mü? Meseleyi muvafık olan tek şeklinde hal için buna ihtiyaç v ar: Bu derecede karışmış bir A rap sa­ çı başka türlü düzelemez! Neylersin ki menhus kalbim rakiktir, bu ne­ ticeye türlü bakımdan memnun olacak yerde hiç değilse bir müddet için matem tutmak gibi bir münasebetsizliğe kalkabilirim!)

Böyle düşündüğü sırada daha başka fikirlerin, başka mütalealann

hücumuna uğramış, artık vaziyeti âdeta tarafsız bîr şekilde mütalea-ya koyulmuştu.

ellemen hemen bir buçuk ser.edenberi sürüp giden bu münasebet esasen akmakça, doğrusunu isterseniz hem de çirkin, pek çirkin bir şeydi. Sezanın bana düşmanlıklara kalkmasını bu sayede önliyeceğimi 5 düşünüp razı olmuştum. Razını olmuştum diyorum, çünkü uzun zaman o kovaladı, ben kaçtım, nihayet teslim oldum. F ak at a kör olası herif, haydi bir halttır ediyorsun, lıattâ bir cinayettir işliyorsun, böyle bü­ tün kapılan açık bir odada neden güpegündüz cilveye kalkarsın? El kadınlarının kocaları buna göre neler seyredip «hiç bir gey görme­ dik !> diyorlar anınsa, manzara bizimkine galiba fazlaca tesir etti. Aklı­ nı mı bozacak, üstüne nüzül mü inecek, kalbi mi duracak: Bu üç şey­ den birine bir türlü k arar veremiyor!»

Bununla beraber Hüseyin Hasip Paşanın ne aklına dokunmuş, ne de üzerine nüzül inmişti, ihtiyar adam kalp sektesile halıların üzerine boyîıfboyuna serilmediği gibi bir kanapenin, bir koltuğun üzerine de

yığılma maştı, H attâ, zangır zangır titremekte devanı etmekle beraber, yüzüne gelmiş olan siyah ve korkunç renk hafifçe dağılır gibi bile ol­ muştu, ve birden sn ğ elini kaldırıp şahadet paraıağiie önünde durduğu 'apıyı oğluna gö stere«^ en gür sesiİe: — Seni alçak ırz düşmanı se­ ni, seni eşimi ınahlûkat seni!..Çabuk karşımdan yıkıl g it! dire hav-kırmıştı.

A rap saçı, Cezminin bir dakika önce hatırına gelmiyen bir şekilde, a m evinden koğulmasile çözülüyor, durum neticeleniyor demekti, bir d k*1 net*cen,'tt »eyd an a çıkıjiasile birlikte delikanlının zekâsına de"h °r 8'lnı' ut<’ muhakemesine bir acizlik çökmüştü. Manzara ilibarile sözler* al<!° peıiçan ve *ciz bir hal almış bulunuyordu ve babasının iuelülT"]-. .m£nasl,u anlayamamış bir insan edasile, böıı bön, mehil edeı-ek Hasip Paşa iri vücudu titremekte hep devam misti. Döv5- 1? bSyöm®ş Ve kanh» SİMdi üzerine doğra gelmeğe başla-nıi'korkulu*t( i' P rtIaSına sanIlP boğmağa mı kalkacaktı? Cez-sına düşen^s*6^ **r * ek ilm işti, babasının girdiği kapının tam karşı-bağırmıştı: ^ t;' raiiaki hapının yanma vardığı sırada P aşa tek rar yoktur! Bu dûn* ,ÖV<!yn defo,uP S'it! Benim Cezmi isminde evlâdım gelmekten, mez cunyada benim artık evlâdım yoktur! Seni cenazeme'

İ1T1111

başına gelmekten de menediyorum!

(13)

Bu süzleri o kadar k at’î bir eda ile haykırmıştı ki. genç adam mu-kavemetin de, ricanın da beyhude olacağını, artık her şeyin bittiğin1 birden tamam ile anlamıştı. İki kanatlı büyük beyaz kapının billur

da

ev-ve admı sanım tokmağını çevirerek dışarı çıkmış, nihayet yirmi, dakika sonra den ayrılıp gitmişti.

O gündenken tam bir hafta geçmiş geçmemişti

bilmediği bir yabancının heybetli horultusunu saatlerce dımeyerek ge­ çirdiği bu ilk gurbet gecesinde o horultu şimdi babasının sesine, ter-yad ve lanetine inkılâp ediyor, korkunç sözler.

(B u evden çabuk defolup g it! Benim C e m i isminde evladım yolaur. Seni alçak ırz düşmanı seni! Seni cenazeme gelmekten, mezarımın ba­ şına gelmekten de menediyorum!) feryadı Cezaimin kulaklarında çın­ lıyor, beyninde uğulduyordu. Nihayet sabaha karşı C am in in içi bir­ denbire geçecek, delikanlı derin ve simsiyah bir uykuya, bir ummana düşüp boğulur gibi, dalıverecekti.

Öylesine derin bir uykuya ki, gece tenbih ettiği saati yirmi daki.

ka aşmak şartile otelin hademesi ye4p kapıya vurduğu zan an bunu hiç duyamadı. Herif de vazifesini tamamen yapılmış saydığı, içeriden

ses doyuncaya kadar vurmakta inad etmeğe lüzum görmediği için Cez-roinin deliksiz uykusu gündüzün on birine kadar «ördü.

Genç adam nihayet gözlerini açıp başucundaki sefil komodinin üzerinde bırakmayı ihtiyata mugayir sayıp cüzdanile birlikte yastığı­ nın altına sokmuş bulunduğu saatine bakınca, vaktin öğleye yaklaş­ tığım gördü. Keyfiyeti ilk anda pek tabiî buldu ve telâş ve hiddete a s­ la düşmedi. Hemen bütün ömrü boyu yataktan öğleye doğru kalkmış. Allahın kullarına her sabah ihsan etliği harikulade manzarayı, güneşin doğuşunu hayatında bir kere olsun seyretmemişti. Bununla beraber, şimdi içinde bulunduğu vazıyeti hatırlam ası, yahud bu vaziyetin ken­ dini kahreder gibi hatırlatması hiç gecikmedi: (iktisadı Millî) banka­ sına hemen koşup hu bankanın umum müdürü bulunan Refik Celâled-din Beyin huzuruna — eğer 'buna müsaade etmek inayetinde bulunur­ sa— çıkması, kendisini eskiden, mütevazı zamanlarından tanıyan am­ casının vermiş, olduğu tavsiye mektubuna takdim ederek bir iş isteme­

si itabediyordu. ...

Bu hususta kaybedilecek hiç vakti yoktu ve bütün bir yarım günü uyku yüzünden kaybedişi muhakkak ki pek büyük bir kabahatti. B a­ basının evinden kovulduğu saatte cebinde nasılsa yetmiş üç lirası bu­ lunuyordu. Buna iki yüz lira ilâve edilmiş, fakat amcasının kızma, Hamduneye almayı elzem bil- nertzket saymış olduğu hediye ila şu sa­ ate kadar ki m asraflarına iki yüz yetmiş üç liranın hayli mühim bir miktarı gitmişti, iş aramak ıizero Ankara kaldırımlarına fırlamadan önce cüzdanını tetkik edip bütün ceplerini karıştıran Cezmi, tekmil pa­ rasının yüz altmış dokuz lira ve yetmiş üç kuruştan ibaret bulundu­ ğunu anladı.

Bu ne kadar bir zaman yetebilirdi? Bileğindeki en iyi marka al­ tın saatten başlıyarak bavullarındaki kat kat elbiseyi ve türlü şeyi sa­ ta sata da ııa kadar müddet dayanmak mümkün olurdu? Almanyada ki israf ve çılgınlık günlerinde de bütün eşyasını bir kaç kere satmamış değildi,, AnnBa Paşa babadan telgraf havalesile yetişen para sayesin­ de her seferinde tepeden tırn ağa kadar donanmıştı;

akat şimdi gidenlerin bir daha gelmeleri acaba kabil olur muydu? , GZn^1: «H ay Allah belâsını versin! Uyuz oğlan uyandırmaya-unu muş!» ¿iye homurdanarak demir karyolasından fırlamıştı. K

(14)

ar-şısmdakı ve ayak ucundaki yataklar boştu, iri yarı ve babayani luhkh

adam horlarken bendini ara sıra sağa sola da çarptığı için karyolamı) âdeta altım iisUine getirmiş, Ceamihin ne ta ra fa düştüğünü bilemedi­ ği, bilmeğe lünmı da görmediği Çorum Vilâyetinin defterdarı Fazlı Boy veya efendi ise pek sakin yattığı için yatağım hemen biç bozmamış, kamburu da şiltede fazla derin bir yer yapmamıştı. Gezini sırtında en nefis ketenden, fakat ilerlemiş mevsime rağmen faaliyet­ lerinde devam eden beş on tahtakurusunun kanından kirlenmiş pijama-sile dışarı çıkınca, sofayı boş buldu; gerek ayakyohma girme'; için, gerek bu ayukyohmun kapısında bulunan yüz yıkayıp burun ve geniz temizleyenlerin pek iğrenç bir hale getirmiş oldukları lavaboyu tikli­ ne tiksine kullanmak için bir de nöbet beklemek ıztırabma katlanması ienbetmedi.

Giyinip aşağı inince, anahtarı bırakmak üzere ınedhal'm yamnda, ilerisindeki camekânlı yere girdi, ve uşağı orada dün sapsarı yüzü şim­ di bir büyük bezle bağlı, kâtibin işgal etmekte bulunduğu hasır koltuğa oturmuş, hattâ kurulmuş buldu. Kendisini hafifçe tekdire kalkışarak: — Oğlum, ben geceden sabahleyin uyandırsınlar demiştim. Niçin gelip uyandırmadınız? diyecek oldu. Lâkin uşağın vicdanı ziyadesile müsterih, izzeti nefsi ise, hele koltuklara kurulup kâtip efendiye ve­ kâlet etmekte bulunduğu bir sırada büyüktü. Vazifesini tamamile ye­ rine getirmiş olduğu, hattâ vazifesi sayılmsyaeak âlicenablık göster-’ -iliğine inandığı için nankörlükle karşılaştığına hükmetti ve asabilene-rek: — Ben seslendim, duymadınsa ne yapayım? Kapıyı kıracak de­

ğildim y a! «iye mukabele etti. _______

V a ir k onağ m irT r e dİn gotl u ve el pençe divan ağalarım , sçvuşlannı hatırlayarak Cezmi biran hüzünle gazpp arasında bocaladı. l*akat, ça ­ vuşlar, çocukluğun uzak günlerinde kayboluyorlardı, redingotlu uşak­ ların soyuna da 1914 — 1918 Cihan Harbi esnasında kıran gelmişti. Cezmiııin filozofluğu galebe etti. H attâ, uşağın kirli bir mintan üze­ rine bağladığı aî kravata tebessüm bile ederek yürüdü.

Kendini Zafer otelinin kirli ve salak uşağına saydırmaktan daha büyük ihtiyaçları derdleri vardı.

Otelden çıktığı zaman saat bire yaklaşmış bulunuyordu, karnı da şiddetle acıkmıştı. Dün akşam yemek yemiş olduğu büyük lokantaya doğru pek tabiî bir şekilde ilerledi. Bu lokanta (T^şhaıı) denilen ve meydana da ismini veren sarı renkte, iki kat binanın ön tarafında, ilk katında idi, ve Cezmi dün gece medhini îstanbuldan duymuş bulundu­ ğu bu yere «kimbiur ne kadar zaman içiıı son defa olar: ’:!» deyip gi­ derek yemek yemiş, gerek yemeği, gerek müziği ve gerek halkı âdeta beğenmiş, îstanbuldan, h attâ Almanyadau tanıdığı bir takım kimse­ lerle karşılaşmış, henüz yeni şahsiyetinin pek mütevazı hüviyetini ta-kıııanladığından «eh, gelinebilir bir y er!» hükmünü vermişti. F a k a t bu sefer tam kapının önüne vardığı sırada akıl ve muhakemesi bu insiya­ kı ve şuursuz gidişi durdurup kendisini daha ileriye doğru yürüttü. Meydanın karşı tarafında, alt perdeleri açık camekânından çok müte­

vazı

bir m anzara görifteıı, mektep sıralarına benzeyen uzun masaları tenhalaşmağa başlamış bir başka lokanta farketnıişti. içinde epey kuvvetli bir utanma hissile yürüyüp oraya girdi.

Belki pek iyi bir insan olmakla beraber »iyah gözlerindeki bakış insana hayret verecek derecede hain ve kötü olduğu hissini veren g ar­ sonun ağ ır ağır getirdiği kirli ve yağlı listedeki Hatları tetkik edince, bedri pek yakında buraya da ayak atamıyacağıııa hükmetti: Lüks lo­ kantanın Hatlarından pek aşağı olmrvun rakam lar sıralanmıştı, fa k a t

(15)

sabah kahvaltısı etmediği için Cezmi o derecede acıkmış bulunuyordu ki, «aksam yemeğini hafif yerim.» deyip öğle yemeğinin mönüsünü

mufassal te n i» etti. ________

Lüks lokantanın fiatlarm da pek aşağı olmıyaa rakam lar sıralan­ mıştı. F ak at sabah kahvaltısı etmediği için Cezmi o derecede acıkmış bulunuyordu ki, «akşam-yemeğini hafif yerim.» deyip öğle yemeğinin mönüsünü mufassal tertip etti. Yemekler pek alaturka, fakat lezzet­ liydi. Hesabı görüp çıkınca, oracıktaki berbere girip acele traş oldu. A rtık hazırdı, saat ikiye gelmişti ve Cezmi içinde acıya da korkuya da benzeyen bir hisle, kaldırımda ilk karşılaştığı adamdan (iktisadı Mil­ lî) Bankasının yerini tahkik etti. Bu, kıljğı kıyafeti düzgün bir adam­ dı ve kılığının, kıyafetinin düzgünlüğüne nisbet edilince hayret veren bir ses ve eda ile, şahadet parmağını kaldırıp (n a h !) diye göstermişti: Banka, cn adım btede, Yenişehir tarafın a doğru uzanıp giden cadde üzerinde idi. Modernle Selçuk yapısı arasında bocalayan, iri gövdeli, bazı yerleri pek' sade olup bazı kısımları da Barok tarzına bile çalan, lâkin yer yer de çinilerle bezenmiş, iddialı, garip ve melez bir yapı. Medhalin Sağ tarafındaki mevkiinde, ellerini iri göbeği üzerinde ka­ vuşturmuş, hareketsiz oturan ellilik ve üniformalı kapıcıya Cezmi:

— Müdiri Umumî Beyefendi burada m ıdırlar? diye sordu. Bu gayetle şık ve pek yakışıklı gencin iş istemeğe, rica etmeğe gelmiş bir bîçare olduğunu anlamıyan kapıcı yerinde doğruimuştu. He­ men hemen en terbiyeli sesjle:

— Ueç çıkmışlardı, henüz, teşrif etmediler, beyefendi'dedi. Bunun üzerine Cezmi bir saat kadar Karaoğlan çarşısı ismini ta ­ şıyan ve (Z afer) oteHnin de üzerinde bulunduğu pek dar, eğri büğ­ rü ve henüz yağm urlar başlamadığından gayetle tozlu yolda dolaştı, Ekseriyetini berber ve lokanta teşkil eden dükkânların fakir ve zevksiz «»mekânlarını tetkikle vakit geçirdi. Daire ve büro saati olmasına ra ğ ­ men sokak tenha değildi, fakat hemen hiç kadın görülmüyordu. Elbi­ sesi tarif ve tasavvur edilmez şekilde liyme liyme ameleden kendisi gibi pek şık beylere ve belki mösyölere kadar her çeşit ve sınıftan bir «•kek kalabalığı, omuz omuza, çiy bir ışık içinde, dün gecenin serinliği * e„ tezad teşkil eden kuru bir sıcak içinde dolaşıyor, insan bu dar so-aga güç sığan iri ve ihtişamlı otomobillerden canım kurtardıktan sonra eşeğine müsterih binmiş ilerleyen kasketi çarpık köylünün hay­ vanına çarpıp düşecek gibi oluyordu.. Cezmi bir şaati zahmetle geçirip ankaya tek rar gidince, kapıcıdan yine: «— Henüz teşrif etmediler!» a ermı aldı. Bu sefer artık dolaşmıyarak hıncahınç ve hemen hepsi a ı yakalar takıp Jaket ataylar giymiş, başları melon şapkalı kinıse-e r c colu vkinıse-e kapısında (İstanbul pastahankinıse-esi) yazılı kahvkinıse-edkinıse-e dört bu-aetga , anar oturdu> bir müddet dışarıyı seyretmekle, bir müddet de ga-dan .°. Umak,a vf kit geçirdi. Dört buçukta kalkıp gidince, kapıcı-1 *** meclisinin toplanmış olup Müdiri Umumî Beyefendinin içti-mada bulunduklarım öğrendiğinden altıda dönmek üzere ikinci ve da­ ha sıkıcı bir seyrana çıkması icabetti. Tam altıyı on geçe dönüşünde ise, makamından ayrılmak üzere kendine göre hazırlık yapan kapıcı, kendisine ilk soruştaki hürmetkar muameleyi artık göstermedi, içti­ main on dakika önce bitmiş ve Müdiri Umumî Beyefendinin Reis ve âzalarla birlikte bankadan ayrılmış bulunduğunu bezgin bir eda ile

söyleyip başını çevirdi. ...

idare Meclisi odasına telefon edip, h attâ haber yollayıp kendisile ne zaman görüşebileceğini bu genç adam Müdiri umumîden sormağa cesaret edemiyordu. Edemediğine göre de, fevkalâde düzgün kıyafetine ve ¡ay ı mağrur edasına rağmen sadece iş aram ağa gelmiş bir

(16)

delîkan-lı olması pek mümkündü. F ak at böyle olunca da insan i uz suyu meğe mecbur olduğunu takdir ederek kapıcının yerme

soldan geri etmez, merdivenleri çıkar, menedıtmedıgı takdirde kori­ dorlara d ik ilir, Müdiri Umumî Beyefendi gelirlerken P a r t e r ­ ken kendisini etekleyip m aruzatta bulunmak üzere orada bcklerd, Cez-mi buralarım henüz düşünmeCez-mişti, bir kaç gün boş boşuna gidip ge­ lirse, belki de kimseden ilham almaksızın usulü keşf ve tatbik ederdi

Şimdilik, pek bol söylediği bir bedduayı tek rar ederek: « — Hay Ali kahretsin!» diye homurdanıp uzaklaştı.

Artık serinlemiş, sokaklar daha da kalabalıklaşmış^.. Pek azı pi­ yasa eden, çoğu hızlı hızlı, başım bir ta ra fa çevirip bakmadan yuru-yen, artık küçük bir nisbette kadın da karışan bir halk. Cezmi yukarılara doğru yürüdü ve iki kere kıvrılan bir yoldan, arasına tek tük yeni binalar karışan eski evler harap dükkânlar arasından geçerek bir küçük meydana vardı. Buradan daha uzak ve yüksek mahallelere doğru yeni yollaı başlıyordu. Meydana (Sam an pazarı) dendiğini so­ rup öğrenen delikanlı, kendinde biraz da bir tu rist hissi duymuştu. Bu meydan üzerinde, iki yol ucunda bulunup iç kısmında bir bilardo gö­ rülen ve ön kısımda bulunan havuzun etrafında da nargileler tokur­ dayan mahalle kahvesinde belki bir çeyrek saat oturdu. B uraya nis-betle (İstanbul pastahanesi) fevkalâde medenî ve A r i s t o k r a t ' yerdi! Nihayet kalkıp aşağıya doğru tek rar ağır ağır inmeğe başladı. S aat ancak yedi buçuk olabilmişti.

Bu saatte yemek yedikten sonra otele, yatm ağa gidemiyeceğine göre ne yapmalı, nasıl vakit geçirmeliydi?

Hem sade bu başlayan gecede değil, her gece bu kasabada, bu şe­ hir olmağa k arar vermiş fak at henüz hiç olamamış, kimbilir ne kadar zaman olmıyacak yerde vakit nasıl geçecekti!

v ’".e bir müddet İstanbul pastahanesine girerek sönükçe ışıkların »ydınhğında gazeteleri okumağa açİıştı. Melon şapkalı, katı yakalı ve jaketataydı, şişmanca ve esmer, bazısı bastonlu kimselerle ftırası şimdi tıklım tıklım doluydu. Bunların bir kısmı grup halinde ve bazı­ ları teker teker giriyor, teker teker veya grup halinde yer seçip otu­ rurken, bir kısmı da yine yalnız veya grup halinde çıkıp gidiyordu. Cezminin kulağına muhtelif şivelerle söylenmiş' kelimeler ve şehir, ka­ saba adları geldi. Bu adamların herhalde iş takibine gelmiş taşralılar ve taşra memurları olmaları icabediyordu. Cezmi sekizde paatahaneden çıktı vo öğleyin yemek yemiş olduğu lokantaya akşam yemeğini yeme­ ğe gitti. Ondan sonra da, oraya yakın olup kapısında çiy ışıklar parla­ yan sinemada medhini Istanbulda duyup seyredemedîği bir filmi gör-m«ğe gitti. Otele sa a t on bir buçukta dönerek odaya çıktı.

Bütün gfln: «Acaba herif bu gece de öyle horlayacak mı? Bütün felâketler de benim başıma geliyor. Acaba odayı değiştirmeğe mi te­ şebbüs etsem.» diye düşün»müş ve yerini değiştirirse daha berbad rnr sanlara düşmek ihtimali hatırına gelip buna bir türlü k arar vereme­ mişti. Odaya girince de lâtif bir sürprizle karşılaştı. Karşısındaki ya-takda başka bir adam sessiz sadasız, melâikeler gibi uyuyordu. Cezmi­ nin girişik: de uyanmadı. Öteki horultulu ejder defolmıışttı. Cezmi r a ­ hat rahat, kambur defterdar gelmeden uykuya daldı. Sabahleyin de tam sekiz buçukta uyanmağa muvaffak olup ona doğru (iktisadı Mil­ li Bankasının mermer medhalinden içeri girdiği zaman talihin yeni Ar lıitfile daha k arşılaştı: Müdiri Umumî Kefik Celâleddin Beyefen-11 ma anılarına şeref vermiş bulunuyorlardı ve herhangi bir hfey’eti,

- ^0IK’syonu toplamamışlardı, Istanbulda Emirgânda otur-U notur-U *a ıihteki komşularından Hayrettin P aşa tarafından gelmiş

(17)

olduğunu söyleten delikanlıyı da ancak üç çeyrek saat beklettikten sonra bizzat kabul etmek inayetinde bulundu. Bu kadarcık bir müddet bekletmesi, (yarın gelsin, meşguliyetim bugün kabule m anidir!) deme­ mesi Be ayrı bir lütuf teşkil ediyordu..

Cezminin açık bahtlılığı huzura bu kabulden sonra da Jezam ede­ cekti.

(18)

Eskiden clsa, Müdiri Lum m î Beyefendi işgal ettiği mühim mevki için pek genç sayılabilhdi: Kırk beşinden fazla göstermiyordu ve saç­ larında, kesik bıyıklarında alc pek azdı. Yüzü etli, pazıları ve göğsü îıayîi şişkin olduğu halde hiç karnı bulunmaması da, korsa kullandığı şüphesini hasıl edebilirdi. Sinek kaydı tra ş olmuş, biç seyrekleşmemiş saçlarını gayet itina ile taram ış ve bol losyon sürmüştü. Gömleği, kra­ vatı, mendili ve çorapsan arasında ahenk bulunduğunu da, İkiyle şey-k ı h peşey-k alâşey-kadar olan Cezml hemen farşey-ketnrişti. F a şey-k a t, gösterilmiş bütün bu dikkatlere rağmen, Cezmi zarafet hususunda Beyefendiye tanı numara veremedi; (iktisadı Milli) bankası Umum Müdürünün tuvaletindeki renkler mevkiine ve yaşm a göre biraz çeşitli ve biraz açık sayılabilirdi, Kolonyası ise lavantaya fazla benziyordu. Refik Ce-lâleddin Boy de C(Kaninin kıyafetini tetkik etmiş, temiz giyinmek ve giydiğini yakıştırmak Cezminin yegâne marifetini teşkil ettiğine göre do num aranın herhalde kırmamıştı. Umum Müdürlük icabı ayağa kalkmamak ve el vermemekle beraber, pek mültefit bir tebessümle onu kabul edişinin ve onun eline uzanmıyan pek kıllı elini büyült v a /ı ma­ sasının karşısında duran iskemleye doğru uzatıp hemen oturacak bir yer gösterişinin de bundan ileri gelmiş olması lâzımdı. Yoksa, Em ir-gândaki eski ve mütekaid bir komşunun mektubunu getirmekten başka bir sıfatı tulunımyan bir delikanlıya bu derecede iltifat edilemezdi.

Cozıfti oturmuş ve ilk sözü umum müdürün söylemesini bekle­ mişti.

Bu ilk söz gecikmedi ve nazik, kalın —belki de biraz dn fazla va­ k a r - - bir sesle söylendi:

Jiayreddin Paşa tarafından teşrif ediyormuşsunıı/. Paşa ile se­ nelerce Kmivgünda komşuluk ettik, ailece görüşürdük. Afiyettedir inşaallah?

- - Teşekkür eedrim efendim, gerek kendisi, gerek yengem iyidirler. — Şu halde zatıâliniz yeğeni, öyle olunca da Hasip Paşa hazret­ lerinin mahdumusunuz demek?

Cezmi alık hademenin (yeğen) kelimesini ya duymayıp, yahut u-nuıup, yalıüd da üşenip, sadece Em irgânlı Hayreddin Paşa tarafında» gelmiş bir adam şeklinde haber verdiğim anladı. Bunun artık bir mah-ZUnı kalmamıştı. F ak at yine azıcık telâş etti, ikisi de mütekaid ol-makla beraber babayı amcaya nisbetle alâkaya daha lâyık bulan ve onun lâfını oumyei tercih eden umum müdür ilâve etmişti;

■ .. k’aşa babanız Em irgânı bir kere teşrif etmişlerdi de kendi).>ıile üşmüştüıu. Amma sizi hiç görmediğimi zannediyorum.

(19)

-zulmuştu, fakat, İstanbul» döneli, babaşile yaşlı başlı ve saçlı sakallı misafirler arasında konuşulan lûgatli terkipli sözlerden epey şeyler ele kapmamış değildi. Umum Müdürün sözlerine oldukça düzgün bir mu­ kabelede bulunarak: — Evet, huzurunuza çıkmak şerefine ilk defa mazhar oluyorum. Zatı devletlerinin Emirgânda oturdukları sırada bendeniz Almanyada tahsilde idim. dedi.

Ayni zamanda, Refik Celileddiıı Beyin afâkî konuşmayı yeter bu­ lup ziyaret maksadına girilmesini arzu ettiğini halinden anlayarak, tav;,iye mektubunu cebinden çıkardı; — Amcanı arzı hürmet etti ve takdim etmekliğim için bu mektubu bendenize verdi, diyerek uzattı.

Hüseyin Îİasip Paşa herhangi bir tavsiye ve tavassutu reddedince mütekaid miralay biraz düşünüp taşınmış, bir kaç sene sonra koca bir bankanın umum müdiri olacağına hiç ihtimal vermeksizin bir zaman­ lar ahbaplık etmiş oldukları adamı o zamanki hüviyetile rüsumat umum müdürlüğü tarife kalemi müdür muavini Mehmed Refik Beyi hatırla­ yarak bu tavsiye mektubunu pek hürmetkar bir lisanla kaleme almıştı. Ancak ağabey si gibi kâtipliği olmadığı için altını üstünü uydtıruneaya kadar hayli zahmet çekmiş. Mehmed Refik Beyin artık Refik Celâied-dîtı Bey olduğunu da sonradan hatırladığı cihetle ilk yazdığı zarfı yır­ tıp bir kere daha yeni bir zarf üzeri doldurmak zorunda kalmıştı.

Mektubun içinde Cezmi iki mühim iisana bihakkın âşinâ, pek muş­ taki ve kabiliyetli, senelerce Alnıanyanm yüksek ilim müesseseleı inde tahsil etmiş bir genç olarak tasvir ve ta r if ediliyor, sade şüphesiz ki zarurî bir tevazu ve ihtiyatla, bu ilim müesseselerinden herhangi birini ikmal ettiği söylenmiyordu. Müdiri Umumî bu mektubu bir ecnebi devlet büyük elçisinin pek mühim, şikâyetlerini veya gayetle önemli tekliflerini okuyup zihninde cevap tasarlayan bir hariciye nazırı ciddi­ yet ve ehemmiyeti içinde oöTcudu. B ir dakika sessizre düşündükten sor.- • ra, ayrılmak izni de içinde bulunan bir eda ile — sözünün nihayetine varınca hafifçe kalkıp el vereceğini dahi müjdeleyen bir şey hissetti­ rerek— konuştu:

— Y arın saat tam on birde bankaya gelerek, kâtibi umumî Cemil S affet Beyi lütfen görünüz. Ben kendisine m üracaat edeceğinizden -nu bugün haberdar ederim. Şu-nu da şimdiden söyuyey: m n, vuu müz, bütün yeni personeli bir imtihana tâbi tutup bunun neticesinde, muvaffak oldukları takdirde almaktır. Bu imtihanları y.ıp. v eya yaptırmak da kâtibi umuminin vazuifindendir. F a k a t geçireceğiniz ını ; tibanda muvaffak olacağınızdan şüphe etmiyorum.

Bu son cümleyi söylerken Müdiri Umumî Beyefendinin dudakla- , nııa getirdiği küçük tebessüm, bu şeylerin kendisi için bir formaliteden ibaret olduğunu, alınması tarafından münasip görülmüş adamı katım umumînin mutlaka ehil sayacağını bildirmiyor, müjdelemiyor da

değildi. ...

Cez.nj r>e]c hürmetkar bir eda ile, hem bu sefer el sıkmak şerefini de kazanmış olarak büyük ve süslü, biraz fazla süslü, süslü eşya ile biraz fazlaca d o lu __mükellef yazıhanesinden başka pencere önünde, ca­ mının ünü ahajurlu müteaddid lâmbalar dizili diğer t>ir masaya da m a­ lik - odadan ayrıldı. Şu halde, bu iş olmuş, yâni şu son günlerde pek çok duyduğu bir tâbirle bir baltaya sap edilmişti. Ve Istan buldan, h at­ tâ Aimanyadan tanıdığı kimselerle buıun buruna geldiği takdirde on­ la r : «fcen burada ne geziyorsun?» diye sordukları zaman geleli yaptığı gibi kem' küm etmeğe mecbur kalraıyacak, «bir baltaya sap oldum» diyebilecekti.

Amma bu şâmna hiç de lâyık olan, gönlüne hiç de uygun düşen bir Iih’.h değildi. Cezmi bir işe girmeyi ancak Hariciye Vekaletine intisap

(20)

edip bir sefarete kâtipliğe gitmek f arelinde düşünmüş, bunun için şart

koşulan şeyi, yçni devlet merkezinde bir yıllık stajı !se --b ira z da Se­ zanın telkinlerine uyarak va nüfuzuna tâbi olarak— göze alamamıştı. Halbuki şimdi kader kendisini ayni Ankarada bir banka memuru y a ­ pıyordu. Ankara şehrinde banka memurluğu! Onu bir gişe önüne ve sivri bir iskemle üzerine oturtup sabahtan akşama kadar para mı say-. tırtaeak ve elâleme para mı dağıttıracaklardı? Bu paraları ters say­ mamak ve eksik yahut fazla dağıtmamak için gereken dikkati nasıl gösterebilirdi? Kaldırıma düşüp sürünmiyeceğini anladığı andan itiba­ ren içini derîn neşe ve sevinç kaplamış bulr-umırdu ... r>. on birp-kadar geâçcek saatlerin her biri en az birer güne ben ziy eşeklerdi * ... " Dün biraz duyîknş ye tesiri altında sürüklenmiş 'beUımiuğrı ıwı ı.l

teee sıisinia <ie artık tamamen kaybetmişti. Henüz eski manzara: :nı muhafaza eduı ve kalesi insanı uzat asırlara davet edere benziyen bu Ankarayı sanki her sokağile, her evi, her köşesi ve her teştle biliyor ve

kendisinden bezmiş bululuyordu.

• t ' ---- - ...—î - ŞV — ¡-.t; B u çıplak vahşî yüzlü dağlar ortasındaki kerpiç evli, y an sı yanıp yakılmış, henüz toza m ü stağızt ve kışın çam ura garkolacalf Anadolu kasabasında öm ür sürm ek! Önünde ne korkunç aylar, belki yıllar açılıyordu!.

Müdiri Umumî Refik Celâle adin Beyin kendisini İstanbul şubesi­ ne nakletmeleri hususunda emir vermesi acaba nasıl temin edilebilirdi? Böyle bir emri koparabilmek üzeıs acaba Cezmimn ııe yapması, kim­ lerden yardım görmesi lâzımdı?

Ankarada geçireceği zaman uzatsa bu hayata dayanarmykcak, her şayi göze aldırarak Istanbula kaçacaktı. Refik Celâleddm1 Bfcyı göre­ rek pek kuvvetli bir vaid aldığı günün gecesinde delikanlı bunu âdeta riyazi bir kat’jyetle hissetti.

Referanslar

Benzer Belgeler

Amaç: ‹nfrapopliteal aterosklerotik t›kay›c› hastal›¤›n tedavisinde popliteal arter, anterior tibial arter, tibioperoneal trunk, posterior tibial arter, peroneal arter

[r]

Devletin bu kadar büyük bir işveren olduğu kamu kuruluşlarında, sendikalı yüz binlerce işçi çalıştırdığı ve onlar için toplu iş sözleşmelerinin imzalandığı

Apartman katları beş oda, mutfak, ofis, ban- yoyu ihtiva ediyor Cephenin bütün imtidadmca bir teras vardır.. Bu teras kamilen camekânla

32 Seza-yı Nur Vapuru’nun durumuyla yakından ilgilenen ve her fırsatta İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerine başvurarak vapurun bulunması için çaba

Ama özlediğim sohbeti nedense her seferinde bir başka güne e rt e le ­ dim. Scksenbeş yaşına ra ğm en

Ülkemizden yapılan bir çalışmada multipartnerle cinsel ilişki kontrol grubuna göre kronik hepatit C hastalarında daha sık görülmesine rağmen risk faktörü olarak

catarrhalis’in KOAH akut alevlenmelerinde majör etkenler aras›nda yer ald›- ¤›n› ve saptanan yüksek ß-laktamaz aktivitesi ile ba¤lant›l› olarak artan penisilin ve