• Sonuç bulunamadı

Şehir inşası ne demektir?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şehir inşası ne demektir?"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şehircilik

Ş e h i r i n ş a s ı n e d e m e k t i r ?

D r . M a r t i n V V a g n e r ( G. S. A. YUksek mimar! şubesi kurlarından )

| Reisicumhur Atatürkün kuvvetli idaresi altında Türkiye devleti plânlı iktisadı, Türk iktisad sahasına ithal etmekle şe-hir imarına da yeni vazifeler vermiş oluyor. Devlet şeşe-hir mü-tehassısına yalnız yepyeni şehirler inşası vazifesini vermi-yor (Ankara gibi); aynı zamanda tarihî ve sanat zenginliklerile en yüksek sanat derecesine çıkarılmış çok eski şehirleri de ye-ni Türk ruh ve ülküsüne uyacak bir tarzda yeye-ni bir hayat ve iktisadî şekil vermek üzere değiştirerek imar etmek gibi fev-kalâde zor ve mes'uliyet dolu bir vazife de vermiş oluyor, (İs-tanbul gibi). Türk devletinin bu şehir imarı vazifesine sathî bir göz atacak olursak onun aslında «hayatî, iktisadî imar ve kalkınmadan- başka bir şey olmadığını görürüz.

Şimdi evvelâ .Şehir inşası, şehir imarı» mefhumunun tari-fi üzerinde duralım. Türkiye devletinin Istanbulda veya An-karada, Ereğli kömür havzasında veya Karabük çelik fabrika-larında şehir mütehassısına verdiği yeni vazifeler münasebe-tile meslekten olmıyan herkes şunu bilmelidir ki şehir imarı ve inşası aslında hayat yaratmak ve iktisat vücude getirmek-ten başka bir şey değildir. Ve şehir mütehassısının esas vazife-lerinden biri de yeni Türk hayat ve iktisadına en uygun ve yal-nız ona mahsus olan (Specifique) kıyafeti vermektir. Garbî Avrupa şehirlerinin arta kalan kıyafetlerini yeni Türkiyeye ithal etmek ve bu 19 uncu asır şehirlerinin bütün hata ve gü-nahlarını bir defa da yeni Türkiyede yaşamakla yeni Türkiye-nin ne devletine ne de milletine hizmet edilmiş olur. [' Garbî Avrupa şehirlerinde bu müstamel kıyafetlerinin

bu-gün hemen tradisyon haline geçen ihracat siyasetine karşı mü-teyakkız, itimatsız davranmakta Türkiye devletinin her cihetle hakkı vardır. Çünkü Türkiyenin -bugün bile- inkâr edilmiyen fakirliği, ihtiyarlamış büyük şehirlerin bu eski kıyafetlerini, ye-ni yurduna ithal etmek lüksünü kaldıramaz. Bunun için Türk gençliği Avrupa şehir imar ve inşasında sıhhatli ve tekemmüle kabiliyetli olanlarını, Avrupadan şekil ve teknik nümunesi o-larak neyi alabileceğini ve şehir imar ve inşasında yanlış bir tekâmül olmak itibarile neyi reddedeceğini bilmek mecburiye-tindedir.

f Menkul eski ile oluş halinde bulunan yeni arasındaki bu tefriki bilhassa şehir imar ve inşasında tebarüz ettirmek ko-lay değildir, çünkü onda eski ile yeni birbirine çok karışmış odukları gibi eskinin hatalarını bizzat kendi hayat ve iktisa-dında henüz yaşamamış bir millet her şeyde gözünün «eski. tarafından alınmasına çok mütemayildir. Nitekim ne mesken ne de iktisat bakımından elverişli olmıyan büyük şehirler bü-tün bir asır imtidadınca Avrupanın gözünü kamaştırmıştır. K Dünyanın her tarafına Avrupadan ihraç edilmiş olan bu

şehir hastalıklarını tetkik eden bir şehir mütehassısı için, Tür-kiye gibi bu hastalıklarla henüz pek az bulaşmış bir memle-ketin aynı suretle dünyanın bu tenkitsiz taklit \ illetine kapılarak, Avrupanın büyük şehirlerinin bu

müstamel elbiselerini «modanın son çığlığı» diye sa-tın alınmasını düşünmek kadar korkunç bir şey tasavvur edilemez. Bu itibarla ben Türk gençliğinin, Avrupa şehir imar ve inşasında, Türkiye için taklit edilmeye lâyık olanla onun iğfal edici sanat ve mahareti karşısında «te-şekkür ederim bize yaramaz» diye reddetmesi lâzım gelen şey-ler arasında bir tefrik yapabilmesi için kendine karşı büyük bir itimad duyacak adar şuurlu olmasını ve derin bir anlayış ile yüksek bir tenkit ve tefrik kabiliyetine sahip olmasını te-min edecek şekilde terbiye edilmesini çok mühim buluyorum. Biraz evvel şehir imar ve inşasının hayat ve iktisadı yaratmak ve kurmak demek olduğunu söylemiştim. Siz her şeyden ön-ce bu tarifin, şehire, sanatkârane bir şekil vermeye dair, hiç bir kelime ihtiva etmediğini görmüşsünüzdür. Fakat size insan ta-rihinin hiç bir devrinde ideal şekillerin, benim hayat ve ikti-sat yapmak, yaratmak, diye tavsif ettiğim idealden ayıran şe-hirler mevcut omadığını söylersem benim gibi mes-lekten bir mimara belki güceneceksiniz. Bu «sanatkârane» diye tesmiye edilen şehir inşası yalnız on dokuzuncu asrın icadıdır. Bu nevi şehir imarı, oluş halinde bulunan ve sonraları şekilsizlik bakımından bir karikatür derecesine çıkarılan bü-yük şehirlerin bu kültürsüzlüğünü hiç olmazsa harice karşı saklayabilmek için utancından «sanatkârane» cephelerle ört-meğe, kapamağa çalışmıştır. Şehirlere sanatkârane bir şekil verilmesi - ister bu şuursuz, bir büyümenin uzvî güzelliği ha-linde, isterse bilinerek şekil verilmiş bir şehrin plânlı güzelliği halinde tezahür etsin - benim şehirlerin hayat ve iktisadını yaratmak, kurmak dediğimden bir şekli nasıl kendi muhteva-sından, veya bir muhtevayı onun şeklinden nasıl ayırmayor-sam öyle ayıramayız. Hayat yaratmanın, hayat teşekkülünün bütünlüğünü kazandığı yani kültür sahasına yükseldiği yerler-de bir şekil almağa, binaenaleyh sanatkârane tezahür etmeğe mecburdur. Fakat - on dokuzuncu asır şehirlerinde olduğu gi-bi - eski gi-bir kültürün yerine geçtiği ve sathî gi-bir medeniyet tezahür mertebesine düştüğü yerlerde ise şekilsiz ve sanat ba-kımından fakir olmak mecburiyetindedir.

(2)

Bu giriş mahiyetindeki sözlerimden sonra zamanımızın şe-hir imar ve inşası meselesini aydınlatmak ve inşasının, hayatı ve iktisadını yaratmak ve korumaktan başka bir şey olmadı-ğını göstermek için müsaadenizi dilerim.

Avrupa tarihinin en mühim dönüm noktası olan 1789 sız inkılâbının görünmiyeceği bir dünya tarihi yazılamaz. Fran-sız inkılâbile daha muayyen bir kültür çevresine «bağlı bulu-nan» hayat ve iktisad kuvvetlerinin son devresi de ölmüş olu-yor. tnsanı hürriyet ile insanî bağların arasındaki ebedi ta-havvül karşısında Avrupa insanı, bir hükümdar ailesine, veya bir loncaya yahut başka bir hayat ve iktisad sistemine karşı and içmek suretile bağlanmış olduğu bütün bağlardan tekrar kurtulmak istiyordu. Bundan sonra «Hayat» ve «Kuvvetlerin serbest olarak işlemesi» düsturları parola oluyorlardı.

Fransız inkılâbından bir sene evvel «altın hürriyet» mem-leketi (Amerika) kendisine Nevyorkta teşkilâtı esasiye kanu-nu bahşediyordu. Bastil üzerine hücumdan bir sene sonra «Kuvvetlerin serbest işlemesi» ni vaiz eden Adam Smith ölmüştü. Fransız inkılâbının hürriyet mefhumu böy-lece daha evvel iktisad bakımından temellendirilmiş bulunu-yordu. James Watt'da ise teknik bakımdan temellendirilmiş oldu. Watt'ın 1788 de ilk buhar makinesini insanlığın emrine amade kılması muhakkak tesadüf eseri değildir. -Adam Srnith-iktisat kuvvetlerinin serbest işlemesini. temin eden kurtarıcı olarak görüyorsa, James Watt'ı da şimdiye kadar yalnız kö-mür ve gazyağı şeklinde arzın kucağında saklı duran azim ta-biat kuvvetlerinin bağlarını çözen asıl kurtarıcı görmelidir. Adam Smith ile Watt, Avrupa insanını her türlü eski ve ih-tiyarlamış bağlardan kurtarmak için sarfettikleri hayat me-saisinde sıkı bir ittifak aktetmişlerdir. Avrupa hayat ve ikti-sadının taazzuv ve teşekkülü bu başdöndürücü tekâmülün böyle bir merhalesinde başlıyor ki şehir imar ve inşası da yo-lunu değiştirmek mecburiyetinde kalıyor.

19 uncu asırda Avrupanın nüfusu 175 milyondan takri-ben 500 milyona çıkıyor. Bu inkişaf kuvvetlerinin serbestçe işlemesi parolasile meydana geliyor. Fransız inkılâbile serbes-tisini kazanan çalışma kuvvetleri yine aynı suretle bağları çö-zülen tabiat kuvvetlerile makine kuvveti şekli birleşiyor ve yine tekrar ikisi kendileri tarafından kurtarılan sermaye kuv-vetlerile birleşerek beşerin o vakite kadar görmediği muhte-şem enerji mislini teşkil ediyordu. İnsanın bu muhtemuhte-şem ener-ji kümesi sayesinde, ayı gökten indirebileceğine inanacağı ge-liyordu. - Hoş inanmıyor da değildi - Bununla beraber bir •Deus ex machina - makineden ek» sert yumruğile bütün dün-ya iktisadını yumrukluyor ve insanları bolluk içerisinde açlık-la ve daha başka iktisadi tezadaçlık-laraçlık-la cezaaçlık-landırıyordu, nihayet dünya buhranını doğuran bu iktisadî tezatlar, insanlığın tek-rar eski «bağlara» ve plânlı yaşama ve işlemeye avdetine se-bep oluyorlardı.

Dünyanın hemen her iktisadi sahasında vukua gelen bu buhranlı hâdiseleri birer birer takip etmek benim vazifem değildir. Bizi yalnız şehir imar ve inşası bakımından 100 se-nelik bir «kuvvetlerin serbest işlemesi» devrinin her şeyden ev-vel büyük bir şekil alması hallerinde tezahür eden neticeleri alâkadar etmektedir. Büyük şehirlerin imar ve inşasındaki çok yanlış inkişafı anlatabilmek için dikkatinizi aşağıdaki ı-akkamlara çevirmenizi dilerim:

En evvelâ Berlin gibi büyük bir şehrin inkişafına dair bir kaç rakkam alıyorum. Berlin şehri nüfusu itibarile:

1700 senesinde — takriben 55.000 kişi idi. 1800 senesinde — takriben 170.000 kişi.

Böylece Berlin şehrinin nüfusu 18 inci asrda, hayat ve ik-tisat kuvvetlerinin «bağlı» bulunduğu son asırda ancak üç misli

artmış oluyordu. «Kuvvetlerin serbestçe çalışması» asrında ise bu inkişaf tamamile başka olmuştur. Yine Berlin şehir nüfusu:

1800 senesinde 170.000 kişi iken 1900 senesinde 1.864.000 kişi olmuştur.

Bu şehrin 19 uncu asırda hemen 11 misli artmasının şahidi oluyoruz. Fakat bu inkişaf 20 inci asırda mühim bir miktarda hızından kaybediyor ve geçen 36 sene zarfında ise Berlin şeh-ri ancak (1.864.000) den (4.300.000) e yükseliyor. Buna naza-ran şehrin nüfusu ancak bir misli fazlalaşıyor ve Umumî harp-ten sonra da hemen hiç artmıyor.

Gerek şehir mütehassısı, gerek meslekten olmıyan her-kesin kolayca anlıyacağı veçhile eğer fizikî insan kuvveti ya-nında 19 uncu ve 20 inci asrın köle kuvvetleri sayılan makine ile sermaye olmasaydı Berlin şehri 19 uncu asırda yukarıda tasvir edilen şekilde inkişaf edemezdi.

Asrımızın büyük şehirlerinin hayatî ve iktisadî yapılış, taazzuv ve teşeküllerini anlamak istiyorsak, zamanımızın asıl şehir mimarı olan yukardaki üç kuvvetin büyüklük derece ve sırası hakkında mukayeseli bir fikir edinmemiz lâzımdır.

İktisadî hayatta faal olan bütün enerjileri değişmiyen bir mikyasa irca ile onu, para ölçüsünü lâstik bağından çözmeye alışmış bir mühendisin, insanın iş kuvvetinde meskeni olarak muhtevi bulunan iş enerjisini bir beygir kuvvetinin onda bi-rile veya beher ferd ve gün için 500 Kcol (kilo kalori) olarak hesap etmek adetidir. Berlin şehrinin iş enerjisi enerjinin bu kilo kalori vahidi kıyasisile ölçüldüğü zaman beher iş günü mesleğe salik her ferd için aşağıdaki kıymetler isbat etmiştir:

İnsan kuvveti — 500 Kcol Sermaye » — 2000 » Makine » — 10000 »

Bu nisbet ve rakkamların manası, meslek sahibi her Ber-linin günlük ihtiyaçlarını temin edebilmek için 1929 sene-sinde tam kendi iş kuvvetinin aynı büyüklük ve şiddetinde 4 sermaye kölesine ihtiyacı var demektir. Fakat 1929 daki Ber-linli aşağı yukarı biricik makine kuvvetile pek cüz'i serma-ye kuvvetine malik olduğu 140 sene evvelkinden (24) defa da-ha zengin midir? Hiç şüphesiz değil mi. Bugün onun makine ve sermaye kuvveti sayesinde bundan 140 sene evvelinden daha zengin olduğunu kimse inkâr edemez.

19 uncu asırda ve hattâ 20 inci asrın büyük şehirlerde kul-landığı makine ve sermaye kuvvetini pek fazla israfda bulun-duğu da aynı şekilde kat'î olarak sabittir. Bu iki «esir sürü-sünün» (yani insanlar ve sermayenin) gördüğü hatalı işe «bü-yük şehirlerin hastalığı» ismini vereceğiz. Buna karşı modern şehir mütehassısı mücadele etmek mecburiyetindedir. Eğer Türk gençliği, hiç değilse beş defa daha fakir olan hükümeti kadrosu dahilinde yeni şehir inşasını daha makul yollara sev-ketmek istiyorsa, bu hatayı iyice görmelidir.

Avrupa büyük şehirlerinin hastalıklarından en mühimi-nin ve hatalı tekâmülün en büyüğünün sebebi şudur: hemen hemen dünyanın bütün büyük şehirlerinde «makinenin insan tarafından plân dahilinde şekil verilmiş bir şey olduğu için plân dahilinde bir şehir inşası icab ettirdiği» unutuluyor. Kuv-vetlerin başı boşluğunda bunların eski ve oldukça organik şeklini berhava edebilecek bir nevi dinamit vazifesi görür.

(3)

maki-ne önce manifaktülerde (el sanayii, tezgâh yerlerinde) ve lâ-boratuvarlarda, kuruldu, fakat zaman, iş alış veriş ve ziyaret yoluna sarf olunan fazla zaman ve kuvveti kısaltmak veya a-zaltmak maksadile münakaleler sahasına da nüfuz etti. Mese-lâ Berlin şehrinin bütün makine kuvvetinin 2.800.000 beygir pkuvvetlik kısmı insan ve eşya münakalesine ve ancak 1.400.000

beygir kuvvetlik kısmı ise iş makinelerine kullanılır. Otomobil seyrüseferinin fazla inkişafı transportta kullanı-lan makineleri daha ziyade çoğaltacak.

j Büyük şehir münakale işlerinin bu inkişafını göz önüne alarak kendimize şu suali sorabiliriz: Acaba insaniyet kendi-ne esir kıldığı kuvvetlerin büyük bir kısmını eşyanın imalin-de kullanacağı yerimalin-de bunların transportuna sarfetmekle eşya istihsalini çoğaltabildi mi? Halk ekonomisinin tamamen başka bir sahasına ait olan eğlence seyrüseferlerinden sarfı nazar edecek olursak nakliyat iktisadının masraf kısmına dahil olduğunu ve bir milletin büyük şehirlerindeki masrafım se-neden seneye çoğaltmakta zengin olmayacağını görürüz. Ber-imde (1870) senesinde bir adamın bir senede yaptığı (13) de-falık seyrüseferin bugünde (400) ze çıkması bir transport müdüriyetini tabiidir ki sevindirecek bir hâdisedir. Diğer ta-raftan büyük şehir halkı bu gündelik gidip gelmenin masrafını kendi kazancından verecek ve binnetice mühim hayatî ihti-yaçları için fakirleşecektir. Bir tramvay şirketinin müdürüne transport makinelerini büyük şehir günlük hizmetinde nasıl kullandığını soracak olursak bize eğer günde satılığa çıkarı-lan (100) yerden (33) nü satabil irse çok memnun olacağını söy-ler. Şirket günde bütün satılan yerlerinin % 66 kısmını tama-men lüzumsuz olarak tramvay şebekesi üzerinde gezintiye gön-deriyor, demektir. Bu kudret israfna rağmen gittikçe pahalı-laşan münakalât vasıtaları ve daha geniş caddeler yapmak lâzım mıdır?

Modern şehir mütehassısı bu sualimize, 19 uncu ve 20 inci asırlarda makinelerin tevlit ettiği tipik bir büyük şehir has-talığı karşısında bulunduğumuzu işaret etmekle cevap verir. Büyük şehir makineler, bilhassa büyük mikyasta kombinalar, meselâ münakalât işlemeleri (tramvay gibi), elektrik, gaz ve su tesisatı makineleri hemen hemen % 66 ilâ 80 boş yere çalı-şırlar. Biz makinelerin mucitlerini veya imal edenlerin bu kud-ret israfından dolayı mes'ul edemeyiz. Bunlar kudkud-ret israfı ile mücadele etmek hususunda ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat aslında hiç durmadan dinlenmeden bütün kuvvetile iş-letilmesi zaruri olan makine ile günde ancak (8) saat fakat asla 24 saat çalışmak istiyen insanların hayat kanunları ara-sında bir tezad çıkıyor. Asrî makine eserleri ile hayvan eser-leri, yani at, eşek ve deve ve sairenin arasında fark vardır: bu sonuncular aynı insan gibi ve onun kadar istirahate muhtaç olduklarından orta çağ şehir inşasında hayat ve iktisat kuvvet-leri arasında pek ikuvvet-leri giden bir ahenk mevcuttur.

Hiç durmadan işlemek istiyen ve ancak bu suretle işleme sayesinde en fazla randıman makine ve sermayenin işe karış-masile şehirlerin hayat kuvvetleri arasındaki bu ahenk bozul-mak mecburiyetinde kaldı. Şehrin hayatî ve iktisadî bünyesi 19 uncu ve 20 inci asırlarda temelden değişti.

Biz halâ bu «değişme maddesinin- içindeyiz: meslekten olmayan birisi bunun şümulünü tamamen anlıyamaz bile. Bu daha işçinin büyük şehirlerde «insan kuvveti» olmaktan çıkıp artık .makine esiri» haline geldiğinin farkında bile değil. Ma-kineyi büyük şehirli istedi, gittikçe artan bir iştiha ile istiyor. Fakat o «makine çağının» en son iyi ve fena neticelerini de arzu ediyor mu? Acaba o insanın kendi hayat ve iktisat saha-sında makineye ram olmak mı, yoksa makinenin insana ram olmasını mı istiyor? Goethe, «ilki bizim için serbest, fakat ikin-cisinde biz artık uşağız» diyor. Acaba bu «ilk» için artık bir

intihaba muktedir miyiz, yoksa boğazımıza kadar ikinciye battık mı? Belki de hayat ve iktisat bünyemiz bugün tamamen makineye ram olduğu, tamamen şuurumuza işlemedi. Modern bir çelik fabrikasında artık insan iş saatini kendi tanzim ede-miyor. Yüksek fırın insafsızca kendi (24) saatlik iş vaktini is-tiyor, insan ise buna itaatle üç nöbetle hizmetini ifa ediyor. Aynı şeyi kömür ocakları da emrediyor. Onun makineleri ar-tık boş durmak istemiyor. Demiryolları, tayyare alanları, elek-trik, havagazı ve su tesisatı bir gece bir de gündüz servisine maliktirler. Bunlardan başka telefon ve telgraf merkezleri, as-rî gazete idareleri polis karakolları ve taksiler... ve saire de gece ve gündüz iş başında bulunmalıdırlar. Hayat ve hareketi hiç durmak bilmiyen, gecede, istirahat etmeyen kaç büyük şe-hir ve büyük şeşe-hir servisi vardır.

Bu suretle modern makine esirleri hayat, iktisat ve asrî şehir yapıcısı olmuş oluyorlar. Bunların emrile şehir başka şekil alıyor ve yeni şehir bina ediliyor. Makine şehirlerimizin eski dar çerçevesini parça parça etti. Yani hayat ve iktisat şekli aynı zamanda yeni şehir tesisatı icab ettirdi.

Makinenin şehir teşekkülündeki tesirinin kuvvetini bize hiç bir şehir Nevyork kadar açık gösteremez. Yaya insan-lara göre tertip edilen 18 inci asrın Nevyork'u adam başına 2 m2 lik bir cadde kısmı ile iktifa ederken bugün bunun 10 ilâ 20 misli cadde kısmı ile ancak iktifa ediyor. Çünkü içerisinde 4 kişi oturan otomobil yerinden kımıldayabilmek için en az bu kadar sahaya ihtiyacı vardır. Alış verişin çok olduğu saat-lerde çarşıdan yaya geçen insan bir otomobilden daha sür'atle gideceği yere ulaşır. Dünyanın en kudretli mühendislerinin otomobili ucuzlatmağa, daha iyi motör ve hattâ «cereyan şe-killeri» (Stromlinic) intihap ile sür'ati fazlalaştırmak için ka-fa patlattıklarını düşünecek olursak yukarıdaki tablonun üze-rimizdeki tesiri hakikaten gülünç olur. Büyük şehirlerde zi-yadar yer üstü sokaklarında artık boş yer kalmadığından faz-la münakalâtı karşıfaz-lamak için insanfaz-ları yer altı trenleri (Met-ro) ile sevketmekten başka hal çaresi bilmememiz biz şehir mütehassısları için utanacak bir hâdisedir. Hatta Nevyork'ta bu caddenin de kâfi gelmediği görülüyor. Çünkü inşası için 20.000 amelenin çalıştığı bulutlara erişen yüksek binalar için-de oturan insanları ikametgâhlarından bürolarına nakletmek için hususî yeraltı trenlerine maliktirler, bunun için umumî yeraltı trenlerine yeraltında pek az yer kalıyor. Bu tekâmül ile büytik şehir meselesi çıkmaza girmiş demektir. Bu çıkmaz-dan kurtulmak için biricik çare varsa o da ancak ya bir zelze-Siz bana bütün bu hataları ve yanlış tekâmüllerden mo-dern bir şehirde nasıl içtinap edilebileceğini, bir şehrin haricî manzarası ve şekli istikbalde ne olacağını her halde sormak is-teyeceksiniz.

Projeksiyon yardımile uzunca bir konferans vermeden ön-ce bu sualinize ön-cevap vermeyeön-ceğim. Onun için bu münasebet-le size ancak gemünasebet-lecekteki şehir tekâmülünü bir iki cümmünasebet-le imünasebet-le tasvir etmekle iktifa edeceğim.

(4)

Bu görüş bütün büyük şehirler gibi, 100 sene erken meydana çıktı ise de ifade ettiği hakikati kaybetmedi. Şehir tekâmülü hakikat halde «şerit şehir, yolunu takip etmektedir. Bugün her büyük şehri bir takım şeritlere taksim etmek mümkün-dür. Bu şeritler demiryolu, şehir trenleri veya ana caddeler boyunca uzanırlar. Meselâ İstanbul böyle bir şerit manzarası arzeder. Florya ve Pendik şeritleri demiryolu, Bebek, Şişli ve Beykoz şeridi ise ana caddeler boyunca imtidad ederler. Dü-nün ve yarının şehrine şekil verici ikinci bir âmil olan «şehir veya memleket müdafaasının», eski şehirlerin bloklarını çöze-rek yeşillik altında saklı uzun şeritler halinde «gözükmez» ci-hetinde olduğunu müşahede etmek hayrete değer bir şey de-ğildir.

İşte bu suretle makine bize şehrin haricî şeklini dikte edi-yor, ve şehir imarında güzellik zevkimizi değiştirmeğe icbar ediyor.

Fakat makine bize «şehrin iktisadî şeklini» daha büyük bir şiddetle dikte ediyor. Bugünkü büyük şehirlerde makine kuv-veti insan kuvkuv-vetinin gerek sayı ve gerekse iktidar itibarile tam iki misli olduğunu yukarıda söylemiştim. Meslekten ol-mayan bir kimse bu tekâmüle ekseriya korku ile bakar; maki-nelerin insanları işsiz ve yurtsuz yaptığı iddia eder. Bu iddia ile 1791 - 1815 arası İngiliz makine düşmanları tarafları olmuş olur. Fakat bu adam bir çok vak'aları unutuyor; «insan esir-lerinin kurtarılması ancak modern makine ile olmuştur.. Ma-kineler bundan 100 sene evvelki gündelik (16) saat çalışma vaktini (8) saate indirdiler. Eğer makine iyi kullanılırsa «in-san kuvvetini, lüzumsuz bırakmaz, fakat çalışma saatini azal-tır. Bunun, için makineye müteşekkir olmalıyız. Bugün büyük şehirlerde gündelik çalışma saati (6) ya indirilmedise bunun sebebi büyük ve küçük şehir makinelerinden kâfi derecede is-tifade edemeyişimiz ve bütün işler «üç nöbetle» yapmayışı-Büyük şehrin bütün umumî tesisatım, yani atölyelerini münakalât tesisatını, eğlence yerlerini günün bir iki saatinde kullanarak mühendis, fabrikatörlere kâfi derecede malûm o-lan «rekord işleklik.i tevlid ettiğini bir kere tasavvur ediniz: Bütün bu umumî ve hususî tesisat, günün ancak bir iki satinde kullanıldığı için, vasatî büyüklük derecesini kat kat a-şacak. Meselâ büyük mağazalardaki satıcı ve memurlar Pro-duktiv bir iş değil, ekseriya alış verişi günün ancak bir iki saatine rastgelen büyük şehir halkını beklemek için para alır-lar. Büyük şehir halkının eğlence saati günün ancak iki ilâ 3 saatine münhasır olduğundan tiyatro ve sinemalara konu-lan sermaye 3 ilâ 4 defa daha fazla olacak. Buraları günün ek-seri zamanında tamamen boş kalır.

Büyük şehir tesisatının çok zaman boş kalması noktai na-zarından hayatî ve iktisadî bünyemizi yeni baştan tetkik ede-cek olursanız, her yerde aynı tesir için aynı sebebi göreede-cek- görecek-siniz: yani biz zor çalışan insan vc makine kuvvetini her yer-de israf ediyoruz. Eğer büyük şehrin hayat ve iktisadi bünye-sini makine kuvveti esasına göre tanzim veya ayar etseydik, hayat standardını bugünden çok daha yükseltebiliıdik.

Şimdiye kadar modern şehir yapıcısı olan makineden bah-settim. Aşağıda ve bunun kadar mühim olan ve aynı vazifeyi gören «sermaye» den bahsedeceğim. Sermaye şehirlerimizin bilvasıta banisidir. Bani kelimesini kullandım, fakat büyük şe-hir için sermayenin şimdiye kadar aynı zamanda yapıcı usta-sı vazifesini de gördüğünü söyliyebilidim. Eski ve orta

çağlar-da plân çağlar-dahilinde yapılan bir çok şehirlerin aksine olarak 19 uncu asrın büyük şehirleri plânlı çalışan bir şehircinin elini aşağı yukarı hissetmemiştir. Bunlar mimarî «serbesti rekabet, ile çalışan sermayedir. Sermaye vaktile şehrin müteahhit ve ahenkli şekil alması için ne his ne de istidada maliktir. Bu günde vaziyet aynıdır. Bu sebepten doayı şehir mütehassısla-rımızın yeni şehir mahalleleri için cazip plânlarından «serma-ye», inşa sahibi olmak itibarile, hiç te memnun olmadığımı ve bunların tahakkukuna yardım etmek istemediğini her gün gö-rüyoruz.

Yapılan plânların mevkii fiile konulmasının sebebi a-caba sermayenin irad azlığından mı? Yoksa mütehassıslarda şehir ve halkın sermaye kuvvetini nazarı itibare almadıkla-rından bundan mes'uldürler. Bunu kendimize açıkça soralım. Bir çok şehir plânları hakkında reyim sorulduğundan bazı şe-hir mütehassıslarının nasıl fantastik hülyalar ile şehrin ser-maye kuvvetini ihmal edebildiklerini görerek hayret ettim. Bir şehir veya bir şehir kısmı kaça mal olur? Şehir mütehas-sıslarımız bu sualin üzerinde alelekser hiç düşünmüyorlar. Bu meselenin halli ekseriya banka müdürüne ve belediye reis-lerine terkediliyor. Bunlar ise teknik malûmat eksikliğinden buna cevap vermiyorlar. Bunun için öyle zamanlar oldu ki, hususî - Privat - iktisadiyatında bir kuruşun kesrile hesap ya-pıldığı bir sırada, bir şehrin umumî maliyet fiatı hesaba ka-tılmayarak şehir iktisadının en pahalı ve büyük bir sahasında işler yapıldı.

ötedenberi bir fabrika veya bir binanın plânı yapıldığın-da plânı yapanyapıldığın-dan bir de muhammen kıymet istendiği halde, bütün bir şehrin veya bir kısmının inşası faaliyetini düşünmek hâlen kimsenin hatırına gelmiyor. Şimdiye kadar hiç bir şe-hir tanımadım ki mütehassısından plânı için bir de muham-men kıymet istensin.

Pek çok zengin olanlar yani yaptıkları ikametgâh saray-larının fiyatlarını sormayabilirler, yahut pek zengin şehir veya memleketler şehir imarına ait fantastik plânları fiyatını sor-madan tahakkuk ettirmek yükünü ihtiyar edebilirler. Bugün-kü makine devrinin seneden seneye pahalılaşan şehir inşa-sının maliyet fiyatı üzerinde düşünmek fakir memleketlerin esas meselesi olmalıdır.

Şehir imarının bu cihetini size sathi olarak izah edebil-mek için kendiliğimden şu suali meydana koyuyorum: Biı- şe-hir kaça mal olur?

Ben, 1929 senesi fiyatlaı-ile, Berlin şehir mimarı iken yap-tığım hesaplara göre bir şehrin, meselâ Berlinin (15) ilâ (16) milyar Türk lirası kıymetinde olduğunu söylersem bu belki üzerinizde bir intibah bırakır. Fakat bu meblâğdan daha çok servetçe malik bir Amerikalı için de aynı şey varid midir? Her halde değil. Bunun için ben size şehrin fiyatı meselesini hal-kın gelirile nisbet ederek izah edeceğim:

(5)

Üç büyük şehrin inşa fiyatı İstanbul 1929 yılında bir adamın vasatı kazancı (Türk lirası olarak)

Istanbuldakinin emsali.

Şehrin adam başına fiyatı (Türk lirası olarak) 1. Arsa bedeli, cadde inşasile beraber bir kimsenin kazan-2. İkametgâhların kıymeti.

5. iş yerlerinin kıymeti.

4. Umum iktisat sahasına yerleştirilen tesisatın kıymeti. İska

Havagazı Elektrik Posta Mahalli münakalât Şehir aşırı münakalât Umumî büyük binalar gibi.

5. Şehrin adam başına isabet eden tekmil fiyatı. 6. Tekmil fiyat.

Yukarıdaki cetvelde görüldüğü veçhile istanbuldaki millî gelir Berlindekinden 5 ilâ 6 defa, Nevyork'takinden ise 15 ilâ 17 defa daha azdır. Nitekim iştira kuvvetini nazarı itibare al-madan verdiğimiz bu hüküm, bir şehrin zenginliği hakkında nihai bir şey ifade etmez, yalnız bununla istanbulun henüz fa-kir şehirlerden olduğuna ve binaenaleyh bünyesini değiştirir-ken diğer zengin şehirlerin yaptıkları hatalı masraflar ve tec-rübelerden tevakki etmesi lâzım geldiğini işaret etmek iste-dik. 1 numaralı cetvelden anlarsınız ki istanbul her şeyden ev-vel arsa fiatlarını milli gelirinin Berlin milli gelirinin iki mis-line ihtiyaç gösterecek kadar yükseltemez. Nerede kaldı ki Berlin bile gayri müstahsil «arsa geliri» altında epeyce ezil-mekte olan bir şehirdir.

| Milli gelire nisbet edilirse evlerimizin fiyatı, bir türlü ah-şap evlere rağmen, Berlindekinden (2) misli daha fazla olma-ısı insanın cesaretini kıracak bir hâdisedir. Onun için ev işle-rinden anlıyanlar bu evlerin bakımının bir çok eksik taraflarını tabiî bulurlar. Maamafih bu hâdise karşısında cesaretimizi bı-rakmamamız icab eder. Bir şehirci sıfatile bu hâdiseden is-tanbuldaki arsa ve inşa fiyatları millî gelire nisbetle pek çok yüksek olduğu için plânlı tedbirlerle bunu indirmek lâzım gel-diği, aynı zamanda Belediyenin yeni inşaatı muktesit ve çok ihtiyatlı çalışan bir teşkilâtla idare etmesi ve yapılmış olan ı binaları çabuk haı-ab olmak tehlikesindan kurtarması icab

et-tiği neticesini çıkarmak istiyorum.

İş yerleriniz hakkında bir diyeceğim yoktur. Bunların nis-bi değeri diğer büyük şelıirlerdekinin aynıdır. Bununla

bera-Berlin Büyük New York 740.000 4.200.000 10:000.000 150 = 900 = 2.500 = 1. X. 17. 170 = 550 = 2.100 = .1,1 0,6 0.8 280 = 800 = 2.300 = 1,9 0,9 0,9 240 = 1.100 = 4.000 = 1,6 1,2 1,6 230 = 725 = 1.500 -1,5 0,8 0,6 920 = 3.175 = 9.800 = 6,1 3,5 3,9 680.000.000 13.400.000.000 97.000.000.000 ber size hatırlatmak isterim ki, modern iş yerleri sahasında siz daha fazla ihtiyaç hissedeceksiniz. Eğer şehir inşasının her hangi bir branşında masraf yapmak caiz görülüyorsa, bunu iş yerleri inşasında intihap etmek daha iyidir. Çünkü ancak bunlar şehrin servet menbaıdırlar. Yalnız büyük şehirlerde iş yerlerinin seneden seneye kendisine ilâve olunan makineler dolayısile pahalılaştığını göz önünde bulunduralım. Yukarda-ki cetvelde BerlindeYukarda-ki bir iş yerinin vasatî fiyatını 1.100 Türk lirası olarak göstermiştim. Fakat bu fiyatın makine ve vesa-iti nakliye imal eden fabrikalarda 6.000, kimya fabrikalarında 12.000, en nihayet modern elektrik fabrikalarında 40.000 Türk lirası olarak alınması icab eder. Büyük şehirlerdeki iş yerleri-ne yerleştirilen makiyerleri-nelerin mükemmeliyeti arttıkça bunların muhtelif nöbetlerle idare etmek mecburiyeti de o nisbetler-de artar.

Referanslar

Benzer Belgeler

醫療衛教 脊椎微創手術 解除腰椎困擾 返回醫療衛教 發表醫師 江長蓉醫師 發佈日期

Ama ünlü sanayici Rahmi Koç’un zaman içinde topladığı objeler o kadar çok ve hacimliydi ki, 2100 metrekarelik bir alana kurulu olan Lengerhane binası bu geniş

İnşaat malzemesi için iki nevi tahsis mevcuttur, (a) Devlet inşaatı için tahsis, (b) hususî inşaat için tahsis.. Ko- peratif inşaatı ikinci kategoriye

Bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından bu yana tüm ulus devletler gibi yoğun bir milli kimlik ve milli bütünlük çabasıyla, egemen bir devlet olarak kurumsallaşma ve

Gine Bissau’nun diğer Sahraaltı Afrika ülkeleri ile karşılaştırmalı olarak sosyo- ekonomik gelişmişlik düzeyi, kamu yönetimi kapasitesi, rüşvet ve

Bu noktada gerçekliğin sosyal olarak inşa edildiğini ve bu anlamda bilginin toplumsal inşasının bir anlam dünyası sunması bağlamında önemli olduğunu savunan

İskilipli Atıf Hoca ile Saidi Nursi’nin devlet tarafından mezarlarının saklanması devlet sözüne yakışmıyor. Milletin, adale­ tinden endişe ve şüphe ettiği

Aradan uzun zaman geçtikten sonra, görevle Paris’te bulunduğum yıllarda, Haşan Âli Yücel UNESCO toplantısına katılmak üzere oraya gelmişti. Bazı akşamları birlikte yemek