• Sonuç bulunamadı

A y þ e S a r ý s a y ý n Kuþlarla Giden

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "A y þ e S a r ý s a y ý n Kuþlarla Giden"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kuþlarla Giden

Kutlar yeni evlileri nikâh törenlerinde Ýhtiyar kýzlar, genç dullar.

Solmuþ resimler içinde kurutulmuþ menekþe Kokar koparýldýðý günkü kadar taze Gerilerde bir gülüþle mutsuz Gülümser yaþlý kýz

Bilirim.

Behçet Necatigil

O porselen takýmý hiç görmedim, Rikkat Teyzeyi de. Yine de resimlerini çizebildim tüm ayrýntýlarýyla.

Rikkat Teyzenin bir fotoðrafý dururdu sofadaki aynalý konsolun üstünde. Ahþap, el oyma- sý bir çerçevede ablasýnýn yanýnda, baþý olmasý gerekenden biraz daha dik, uzaklara bakarak gülümseyen genç bir kýz. Siyah-beyaz, zaman içinde sararmýþ bir fotoðraf…

Hayallerimdeki resim o fotoðrafa benzemezdi. Rikkat Teyzenin hülyalý bakýþlarýna uzun ve dalgalý saçlar yakýþtýrmýþtým, o yýllarýn modasýna uygun, kýsa kesilmiþ saçlarýnýn yerine. Boy- nunu biraz uzatmýþ, baþýný iyice dikleþtirmiþtim. Bir kuðuyu anýmsatýyordu benim resmimde- ki genç kýz.

Porselen takýmdan ise hiçbir iz kalmamýþtý, yýllar sonra annemden dinlediklerim dýþýnda.

Ama resimlerini çok daha önceleri, küçük bir çocukken yaptýðýma inanýyorum ben. Uzayýp giden yaz ikindilerinde, çoðunlukla kapalý duran aðýr kadife perdelerden içeri sýzan ýþýklarla çizildi o resimler. Sabiha Haným Teyze yarý karanlýk sofada gözleri kapalý, uyur uyanýk otu- rurken, annemle Fitnat Teyze anlamadýðým fýsýltýlarla konuþurken…

O gün, ilk defa çýktý ortalýða porselen takým. Akþam yemeðine davet edilen misafirlere sof- ra hazýrlanýrken. Son görüþüm de ayný gün, yine. Sabiha Haným Teyzem bir ara “Fitnat'ýn

(2)

çeyizine ayýrmýþtým,” demiþti usulca, “ama bu akþam kullanalým deyince sesini çýkarmadý, sað olsun…” Tabaklarýn kenarýnda belli belirsiz, uçuk pembe kuþ desenleri vardý. Öyle inceydi ki tabaklar, bir zarar veririm korkusuyla üst üste koymadým, teker teker taþýyýp yerleþtirdim sof- raya hepsini. Oval servis tabaklarýyla büyük çorba kâsesine dokunmaya ürktüm. “Fitnat Abla, sen götürüver þunlarý ne olur,” dedim, “bir sakarlýk yaparým da Allah korusun! Ýçime dert olur sonra…”

Uçuk pembe kuþlarý, tutsak olduklarý porselen tabaklardan çýkarýp gökyüzüne salývermiþ- tim çizdiðim resimlerde. Evimizin çevresindeki aðaçlardan seslerini duyduðum kumrular gibi anaç, Kadýköy'den vapura bindiðimizde üstümüzde çýðlýk çýðlýða uçuþan martýlar kadar vakur ve özgürdüler ayný zamanda. Kuðularý da çaðrýþtýrýyorlardý, Rikkat Teyzeninkine benzeyen uzun boyunlarýyla. Tüm kýz çocuklarý gibi pembeye düþkünlüðümden olsa gerek, renklerini koyulaþtýrmýþtým biraz. Pembe kuþ olur muydu? Elbette; yeþil kuþ nasýl oluyorsa, pembe de olurdu. Zümrüdü Anka'nýn yeþil olduðundan öylesine emindim ki!

Çizdiðim kuþlarý bodrum katta gördüðüm boþ kafese koymayý da denedim sonradan, ama sýðdýramadým bir türlü. Benzerine daha önce hiç rastlamadýðým tahta kuþ kafesine… “Sizin kuþunuz mu vardý?” diye sormuþtum Fitnat Teyzeye. “Vardý,” demiþti gülümseyerek, “çok es- kiden… Rikkat'in kuþu, bir kanarya. Ýsim de takmýþtý ona Rikkat: Behlül! Okuduðu bir roma- nýn vefasýz kahramaný… Rikkat þarký söylediðinde, Behlül de ötmeye baþlardý onunla birlik- te.” Kuþa ne olduðunu sormaya cesaret edememiþtim o gün. Rikkat Teyze gibi Behlül'ün de, duyulur duyulmaz fýsýltýlarýn dýþýnda konuþulamayacaðýný sanmýþtým belki de.

Gümüþ çatal-býçak takýmlarýyla kristal su bardaklarýný, seyrek olmakla birlikte daha önce de görmüþtüm birkaç defa. El iþlemesi, beyaz sofra örtüsünü de öyle. Ama akþam için bir daha kolalandý sýký sýkýya, en ufak bir kýrýþýklýk kalmamasý için. Hatta Sabiha Haným Teyzem, ken- di elleriyle yaptý son ütüyü, yýllardýr ev iþlerinden elini eteðini çekmiþ olmasýna raðmen. Kim- selere güvenemedi o gün. “Kýzým, yardýma geliverirsen sabahtan, çok makbule geçer” dediydi birkaç gün önce beni çaðýrýrken. “Rikkat bulutlarýn üstünde, malum… Kendine bile hayrý yok duyduðundan beri! Ya Fitnat baþa çýkamazsa, eksik bir þey kalýrsa diye heyecaným. Önden bir çorba yapalým diyorum, süzme mercimek münasip mi? Düðün çorbasý daha göz doyurucu olur da yakýþýk almaz belki. Hünkârbeðendi, arkasýndan yaprak sarma, nemse böreði… Yoksa su böreði mi açsak? Sadullah Bey rahmetli olalý kurulmuyor evimizde böyle sofralar, biliyorsun.

Telaþlandým þimdi böyle, aniden… Aman kýzým, gel de toparlayýver bizi. Tatlýya da karar ve- remedim daha, kaymaklý ekmek kadayýfý mý, sakýzlý muhallebi mi, ne dersin?”

Çok eskiden, belki de ben doðmadan önce yaþanmýþ bir zamana ait bu konuþmalarýn hiç- birini duymadým elbette, tümü hayal ürünü bu sözlerin. O ailenin hikâyesini yýllar sonra an- nemden dinlediðimde, çocukluðumda sýk sýk gittiðim bir evden anýmsadýklarýma, çoðunu

(3)

anlayamadýðým fýsýltýlara bu sözleri yakýþtýrdým; hayallerin bazen yaþananlardan daha gerçek olduðuna inanarak.

Rikkatçiðim hiçbir iþin ucundan tutmadý o gün. Hakkýydý tabii, hayatýnda ilk defa oluyor- du böyle bir heyecan, ama yine de… Bir ara Fitnat Abla, kilerden kuru soðan getirmesini iste- yince de hýrçýnlaþýverdi aniden. “Gidemem, kendin al!” diye kestirip attý. “Saçlarýmý kurutuyo- rum. Hem yorulmamam lazým, akþama kimin için geliyorlar?” Fitnat Abla önce sesini çýkar- madý tatsýzlýk çýkmasýn diye; ama gözleri dolu doluydu kilerden dönerken. Baktým, dayanama- yýp bir þeyler söyleyecek, kulaðýna eðildim hemen. “Aldýrma, bilmez misin kardeþini,” dedim,

“büyüklük sende kalsýn yine.” Sustu, içine attý her zamanki gibi.

Fatih'te eski, ahþap bir konaktý oturduklarý ev. Sabiha Haným Teyze, anneannemin komþu- suymuþ ayný mahallede yaþadýklarý yýllarda, yaþça da epey büyükmüþ ondan. Fitnat ve Rikkat Teyze, kýzlarý… Anneannemler Kadýköy'e taþýndýktan sonra da sürmüþ dostluklarý. Anneanne- min erken ölümünün ardýndan, annem daha sýk gitmeye baþlamýþtý Fatih'e. Moda'daki evimiz- den çýkýp iskeleye inmek, Kadýköy'den vapurla karþýya geçmek, otobüse binmek, tüm günü- mü dolduran heyecanlý bir serüvendi benim için. Ziyaretlerimiz bayramlarla, özel günlerle de sýnýrlý kalmazdý. Birkaç hafta gidemesek, huzursuz olurdu annem, “Yapayalnýzlar zaten, ihmal ettim, ne ayýp!” diye. Anneannemin emaneti gibiydi, biri iyiden iyiye yaþlanmýþ, biri orta yaþ- larda, bana ürküntü veren o koskoca evde nasýl yaþadýklarýný anlayamadýðým iki kadýn.

Rikkatçiðim, caným kardeþim, akþamý hayal ederek geçirdi bütün günü. Rugan ayakkabýla- rýný temizledi, ipek çoraplarýný kontrol etti inceden inceye. Giysisini çok önceden hazýrlamýþtý zaten. Ne takacaðýna karar veremedi bir türlü, inci kolyeyle zümrüt broþ arasýnda gidip geldi saatlerce, bunaldý. Ne annesi ne de ablasý yardýmcý oldu, karar vermesi için. “Neme lazým,” de- di Fitnat Abla, “ben karýþmam. Bir aksilik olur, burnumdan getirir sonra. Kendi bileceði iþ!”

Sonunda ben dayanamayýp incinin daha aðýr duracaðýný söyledim de yatýþtý Rikkatçiðim.

Annemin deðiþmez seslenme biçimleri vardý, her biri için. “Rahmetli Sadullah Bey Amcam, nur içinde yatsýn” derdi, evin yýllar önce ölmüþ babasýndan söz açýldýðýnda. “Sabiha Haným Teyzem”di yaþlý kadýnýn adý; bir kez olsun “Sabiha Haným Teyze” demedi ona, ne birlikteyken ne de onun olmadýðý yerlerde. Fitnat Teyze “Fitnat Abla”, hiç görmediðim Rikkat Teyze ise

“Rikkatçiðim, caným kardeþim”di annemin dilinde. Ne zaman ondan söz açýlsa “Nasýl da ince, kýrýlgandý deðil mi Fitnat Abla?” demeden bitirmezdi sözlerini. Onu hiç görmediðim halde, bir yerlerden bizi izlediðini sanýrdým. Belki de o konaðýn beni ürkütmesinin nedeni, bizim evi- mizle karþýlaþtýrýlamayacak büyüklüðü deðil, baþýna neler geldiði hiçbir zaman açýkça konu- þulmayan, ölü mü, yoksa sað mý olduðunu bir türlü anlayamadýðým Rikkat Teyzeydi. Tek bil- diðim “artýk bizimle olmadýðý”ydý, ama neredeydi?

(4)

Tüm hazýrlýklar tamamlanýp sofra da kurulunca, giyinmeye geldi sýra. Ýlk olarak Sabiha Haným Teyzem indi aþaðý, bayramlarda giydiði siyah takýmýyla, ardýndan Fitnat Abla. Koyu yeþil taftadan, göz alýcý bir elbise vardý üstünde. Sabiha Haným Teyzem pek hoþlanmadý onun bu halinden, ikaz etti usulca daha sade bir elbise giymesi için. Fitnat Abla nasýl olduysa, öfke- lendi bu defa. Allahtan Rikkatçiðim henüz yukarýdaydý da, duymadý konuþulanlarý. Üstünü de- ðiþtirip geldiðinde, gözleri iyiden iyiye kýzarmýþtý Fitnat Ablanýn. Kolay deðildi onun için de, ama hep içine attý, belli etmedi yýllar yýlý. Hem sýraya da bakýlýrdý o zamanlar bu iþlerde…”

Yaz aylarýnda “Burasý serin oluyor kýzým, sen yabancýmýz deðilsin” diye giriþ katýndaki ge- niþ sofaya alýrdý bizi Sabiha Haným Teyze. Mevsim kýþsa, bu kez “Biraz daðýnýk, ama kusura bakmazsýn, en iyi burasý ýsýnýyor” diyerek, kömür sobasýnýn sürekli yandýðý tek yer olan otur- ma odasýna alýrdý. Babamýn da bizimle birlikte geldiði kýsa bayram ziyaretlerinde ise mutlaka konuk odasýnda otururduk. Sabiha Haným Teyzenin, “Arifeden açtýk odayý, ama ýsýnmamýþ hâlâ. Gaz sobasýný da getiriver Fitnat, üþütmeyelim” demesiyle, heyecanlý dakikalar baþlardý benim için. Ateþten bir topa benzeyen portatif sobanýn gelmesini beklerdim sabýrsýzlýkla. Be- yaz renkli sac sobanýn dört bir yanýnda renkli camdan küçük pencereler, piramite benzeyen tepesinde ise kocaman, sarý bir halka vardý. Fitnat Teyze uzun, kemikli parmaklarýný o halka- ya geçirerek taþýrdý sobayý. Soðuk kýþ aylarýna rastlayan bayram ziyaretlerimizin en büyük eð- lencesiydi, sobanýn rengârenk alevlerini izlemek. Camlardan dýþarý yansýyan kýrmýzýlý yeþilli ýþýklarýn arasýndan pembe kuþlar gökyüzüne doðru havalanýr, odada uzayýp giden sessizlik kuþlarýn kanat sesleriyle bölünürdü ara sýra.

Fitnat Teyze anneme göstermek istediði bir eliþini ya da yeni aldýðý dantel ipliklerini getir- mek için üst kata çýkarken, bazen “Haydi, sen de gel” derdi bana, “otura otura sýkýlmýþsýndýr”.

Heyecanla çýkardým bastýkça gýcýrdayan, üstü muþamba kaplý ahþap merdivenlerden. Uzun koridorda yan yana sýralanan odalardan birine girerdik.

Ýçinde çok az eþya olan o odadan, her tarafý iþlemeli, mor bir giysi yer etmiþti belleðimde, belki yine ilk kez gördüðüm için… Kalýn gümüþ kemeriyle birlikte duvarda asýlý dururdu, in- ce bir naylon torbanýn içinde. “Hoþuna gitti galiba,” demiþti Fitnat Teyze, hayranlýkla baktýðý- mý görünce. “Bindallý denir bu giysilere. Eskiden düðünlerde giyilirmiþ.” Bir de Fitnat Teyze- nin, bindallýyla çekilmiþ soluk bir fotoðrafý, þifonyerin üstünde. Bindallýyý, ona deðil de hiç ta- nýmadýðým kýzkardeþine daha çok yakýþtýrmýþtým nedense. Rikkat Teyzenin de o giysiyi çok is- tediðini, ama yalnýzca ablasýna alýndýðýný düþünmüþtüm. Öðleden sonra fýsýltýlarýnda kulaðý- ma çalýnan “asabi ve hýrçýn, sonbahar havasý gibi deðiþken ruh hali”nin nedeni, bu bindallý mýydý yoksa?

Üç oda daha vardý üst katta. Biri Sabiha Haným Teyzenin yatak odasý, biri de babalarýnýn çalýþma odasý. Ölümünden sonra ayný þekilde koruduklarý bu odaya da bir kez sokmuþtu

(5)

beni Fitnat Teyze, babasýnýn yazý masasýný, nargilesini, duvarlardaki elyazmasý levhalarý, eski Türkçe kitaplarla dolu kütüphanesini göstermek için. Rikkat Teyzenin olduðunu sandýðým odanýn kapýsý ise her zaman kapalýydý. Önünden geçerken ürperirdim, onun içeride olduðu- nu düþünerek. Neden hiç dýþarý çýkmýyordu öyleyse? Hemen uzaklaþmak, aþaðýya, annemin yanýna inmek isterdim. Yine de fýrsat buldukça üst kata çýkmaktan alýkoyamazdým kendimi, Fitnat Teyze “Haydi!” dediðinde.

Rikkatçiðim indi merdivenlerden son olarak. Peri kýzlarýna benziyordu, yalnýzca saçlarý de- ðil, ruhu da uçuþuyordu sanki. Bordo, ipek kadife elbisesi, siyah ipek çoraplarý, yüksek ökçeli rugan ayakkabýlarý… Tek sýra inci kolye de çok güzel durmuþtu boynunda. Kapý çalýnýnca ilk o koþtu, herkesten önce. Kucaðýnda kocaman bir gül demeti vardý geri geldiðinde. “Çiçeði ön- ceden göndermiþler,” dedi, kendinden hoþnut olduðunda hep yaptýðý gibi, baþýný hafifçe ileri atarak. Gülleri vazoya yerleþtirirken þarkýlar söyledi, en çok da sevdiðimiz tangolarý. Kanar- yasý da ona eþlik ediyordu kafesinden. Tuhaf bir adý vardý kanaryanýn, geçmiþ gün, unuttum þimdi…”

Çok sonralarý öðrenebildim o evde yýllar yýlý yaþanan dramý: Kalýtsal olduðu tahmin edilen, adý konulmamýþ bir akýl hastalýðý, baba tarafýndan… On yedi yaþýndaydým, Sabiha Haným Teyzenin ölüm haberini aldýðýmýzda, annemin çok sevdiði bir insaný kaybetmenin üzüntüsüy- le anlattýklarýný dinlerken. Uzak bir akrabalarýnýn konaðýn gözlerden ýrak bir odasýnda birkaç yýl yaþadýðýný, sabahlara kadar aðlamalarýna, tuhaf gülüþlerine annemin de tanýk olduðunu o gün öðrendim ilk kez.

Kapý tekrar çalýndý. Rikkatçiðim yine yerinden fýrladý açmak için, ama Sabiha Haným Teyzem yetiþip durdurdu bu defa: “Onlardýr,” dedi, “senin açman yakýþýk almaz, ablan açsýn.”

Fitnat Ablanýn yüzü bembeyazdý döndüðünde. “Onlar deðildi,” diye kekeledi, “çocuklar çalmýþ, yanlýþlýkla.” Bir tuhaflýk olduðu belliydi her halinden, ama Rikkatçiðim, caným kardeþim hiç- bir þeyin farkýnda deðildi, þarkýlar söyleyerek dolaþýyordu odadan odaya, gülleri yerleþtirdiði vazoya en uygun yeri bulmak için. “Yabancý bir haným geldi,” dedi sonunda Fitnat Abla usul- ca, “gelmeyeceklerini söylemek için. Vazgeçtik, baþka zaman da beklemesinler diye haber gön- dermiþler…” Üzüntüden periþan olduk, ne yapacaðýmýzý, hele ona nasýl söyleyeceðimizi bile- medik. Sabiha Haným Teyzem, “Belki de böylesi daha hayýrlý oldu kýzým!” diye fýsýldadý kula- ðýma. “Az mý uykusuz geceler geçirdim ben! Allah biliyor, kýzým yuvasýný kurup mesut olsun istedim istemesine de, doðru mu yapýyoruz diye de için için endiþelendim hep. ‘Doðrudan söz kesmeye gelmek istiyoruz,’ demiþlerdi, ‘sizce de münasipse. Gördük, beðendik, uzatmaya ne lü- zum var?’ Son anda duymuþlar demek ki, çiçeði de gönderdikten sonra… Ne yapalým, kýsmet deðilmiþ.” Ardýndan da köþesine çekilince, kötü haberi vermek Fitnat Ablaya kaldý mecburen.

Rikkatçiðim, caným kardeþim uzaklara bakarak dinledi ablasýný, hiçbir þey söylemeden de

(6)

yukarý çýktý. Biraz bekleyip ben de gittim arkasýndan. Giysilerini çýkarýp geceliðini giymiþ, ya- taðýn kenarýna iliþmiþti. Elindeki inci kolyeye bakýyordu sessizce. Yüzünde tuhaf bir gülümse- me… O kadar sakin görünüyordu ki, korktum doðrusu. Konuþmaya çabaladým, ama iþe yara- madý. Odadan çýkarken “Zümrüt broþu mu taksaydým acaba?” dedi yalnýzca, duyulur duyul- maz bir sesle.

Rikkat Teyzede çocukluðundan beri bir tuhaflýk sezildiðini, ancak bir türlü yakýþtýrýlama- yýp görmezden gelindiðini de ayný gün öðrendim. Çok neþeliyken aniden durgunlaþýp içine kapandýðýný, bazen günlerce kimseyle konuþmadýðýný, ortada hiçbir neden olmadan hýrçýnla- þýverdiðini, en çok da ablasýna öfkelendiðini…

O gece yanlarýnda kalmayý istedim, çok da ýsrar ettim. Zaten yemek sýrasýnda da yardým edeyim diye teklif etmiþtim önceden, eve de söylemiþtim, bir ihtimal yatýya kalýrým, beklemeyin diye. Sabiha Haným Teyzem izin vermedi nedense, inat etti. “Bizi kendimizle býrak, baþa çýk- maya mecburuz. Bugün olsan, yarýn yoksun; ne deðiþecek?” deyince, zorla da kalamadým ta- bii.

Anneme söz verdim, anlattýklarýný Fitnat Teyzeye hiçbir zaman belli etmeyeceðime dair.

Sözümü de tuttum. Hikâyenin o gün öðrendiklerimle tamamlanmayacaðýný bilmiyordum he- nüz. Ayrýntýlarýn oluþabilmesi için aradan yýllar geçmesi gerektiðinin farkýnda bile deðildim.

Eksikler, konuk odasýndaki gaz sobasýnýn rengârenk ýþýklarýnýn önünde Fitnat Teyzeyle gece- ler boyu konuþtuktan sonra tamamlanabilecekti ancak…

O gece, geç saatlerde tuhaf bir gürültüyle uyandým. Önce deprem oluyor zannettim, dýþarý çýktým hemen. Baktým annem de fýrlamýþ odasýndan. “Rikkat!” diyordu telaþ içinde, “Rikkat odasýnda yok!” Alt kattan geliyordu sesler, aþaðý indik birlikte korka korka. Gördüklerimize inanamadýk bir an. Yatmadan önce büfeye kaldýrdýðým porselen takým, masanýn üstüne yayýl- mýþtý tekrar. Rikkat tabaklarý birer birer yere atýyordu, gülümseyerek. Her yer porselen kýrýk- larýyla doluydu, her yer… Dur dedik, yapma dedik, iyilikle söyledik, kötülükle söyledik, her þeyi denedik. Ama söylediklerimizin hiçbirini duymuyor gibi gülümseyerek uzaklara bakýyor, tabaklarý kýrmaya devam ediyordu. Annem kollarýný tutmaya çalýþýnca öfkelendi; korktuk, vaz- geçtik. Porselenleri tuzla buz etmesini seyrettik çaresizlik içinde. Sabah olunca, komþularýn da yardýmýyla bir arabaya koyup hastaneye götürdük. Yolda hâlâ gülümsüyordu…

Resimlerini çizdiðim Rikkat Teyze ve porselen takýmýn kuþlarý gibi, hikâyenin devamý da yýllar sonra gerçeklik kazanacaktý, Fitnat Teyzenin bazen hayallerimde, bazen de düþlerimde anlattýklarýyla.

Rikkat bir aydan fazla kaldý hastanede. Ziyaretine gidiyordum her gün, fakat konuþmuyor- du benimle, yüzüme bile bakmýyordu. Uyuþmuþ gibiydi, kendinde deðildi, ilaçlardan belki…

“Bekleyeceðiz,” diyordu doktorlar; “telaþlanmayýn, büyük bir üzüntü geçirmiþ, zaman alýr düzel-

(7)

mesi…” Hastaneden çýktýktan sonra da eski haline dönemedi kardeþim. Kimseyle konuþmayan, çok az yemek yiyen, sürekli odasýna kapanan bir insan oldu, o hayat dolu kýz. Hiçbir þeye iti- raz etmiyor, ilaçlarýný düzenli alýyordu, ama deðiþmiyordu aylar geçmesine raðmen. Hele be- nimle, hiç konuþmadý, bir gün olsun yüzüme bakmadý o geceden sonra. Kötü haberi verdiðim için affetmedi beni. Günden güne zayýfladý, çöktü. O aralar, aksilik iþte, kanaryasý da ölmez mi aniden? Bir sabah odasýna girdiðimde…

Fitnat Teyze, annesinin ölümünün ardýndan konaðý satarak, yine ayný semtin uzak bir ma- hallesinde satýn aldýðý apartman dairesine taþýndý. Konaktan çok az eþya götürdü yeni evine;

bazý deðerli parçalarý eþe dosta daðýtýp kalanlarý da sattý. Sabiha Haným Teyzenin arada bir

“Rikkat'in çeyizine ayýrmýþtým bunlarý,” diyerek iç geçirdiði gümüþ çatal-býçak takýmýný anne- me, mor bindallýyý ise bana armaðan etti. Hepimizi þaþkýnlýða düþüren bir hýzla boþaltýverdi o kocaman evi. Elli beþ yýllýk yaþamýný anýlarýyla birlikte konakta býrakýp çýkarken hiç duraksa- madý.

Altmýþýna yaklaþmýþtý, komþularý aracýlýðýyla dul, emekli memur bir beyle tanýþtýrýldýðýnda.

Bir süre kararsýz kaldý, “Çok yaþlý, bir ayaðý çukurda, bu yaþtan sonra hasta mý bakacaðým?”

diye istemedi, ama ansýzýn karar deðiþtirip sessiz sedasýz evlendiðini duydum annemden. Fit- nat Teyze yaþamýnýn geri kalan yýllarýný önce evli, ardýndan da dul bir kadýn olarak geçirirken huzurlu görünüyordu artýk.

Yýkýlan konaðýn yerine büyük bir apartman yapýldý, dýþ görünüþü eski Ýstanbul evlerine benzeyen. Fitnat Teyzeyi yeni evinde ziyarete giderken, adýmlarým oraya yönlendirdi beni bir- kaç kez. Hayal gücümün yetersiz kaldýðýný hissettiðim zamanlarda o evin önünden geçtim; ký- rýlan porselenlerin gürültüsünü, tuhaf gülüþleri, hýçkýrýklarý, en çok da Behlül'ün eþlik ettiði eski tangolarý dinledim, geçkin bir kýzýn hüzün dolu sesinden. Çocukluk anýlarýmý koruyabil- mek, silinmesine izin vermemek için gittim oraya. Belki de yýllar sonra, hayallerimin sýnýrla- rýný alabildiðine zorlayarak bu öyküyü yazacaðýmý sezdiðim için gittim, kim bilir…

Porselen takýmdaki pembe kuþlarýn rengini koyulaþtýrýrken, onlarý çirkinleþtirebileceðim hiç aklýma gelmemiþti çocukken çizdiðim resimlerde. Oysa þimdi yazdýðým her satýrda, sisli puslu eski hikâyelerin büyüsünü bozmaktan nasýl da korkuyorum!

Yine de alýkoyamýyorum kendimi yazmaktan.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bal i Işın, Affan Galip Kırımlı, Atıf Ceylân Bedi Sargın, Reha Ortaçlı, Muzaffer Seven, Ve- dat Erer, Ekrem Yene!, Cevdet Beşe, Fethi Tulgar, Feyyaz Baysal, Münir Arısan,

30 Aralık 1994 tarihinde, polise ifade veren başvuran, polis memuru Ender’in kontrol sırasında aracına ait evrakları kendisine iade etmediğini ve Belediye’ye

Günü gün ettim de âlem içinde Ömrümü tükettim, zalim elinde Bir hayat bitti bak eller yerinde Ne isterim hayat sevmekten baþka.. Sevenlerim vardý, sevmez aþikâr Bu

fiyatlı emirlerin, kotasyonun alış tarafının fiyatına eşit fiyatlı olanları ile kotasyonun alış tarafının fiyatından daha yüksek fiyatlı olanlarının işlem

20 metre hız testi puanlamasında erkek ve kız adaylar için ayrı olmak üzere en iyi derece tam puan diğer adayların puanlaması en iyi derece +75 saliseye kadar

Sabah sporunda Fatih 2 saat koşarken, Emre 2 saat yürüyor. 2- Buna göre Fatih, Emre’den kaç kalori fazla yakmıştır?.. A) 234 B) 244

Hande ortanca, Elif ise en küçüktür. Birinci öğrenci hiç yanlış yapmazken ikinci öğrenci 4 , üçüncü öğrenci ise 7 yanlış yapmıştır.. Bir mağaza müşterileri

Bölge için Gelir Vergisi Stopajý Desteði ve Sigorta Primi Ýþçi Hissesi Desteði Genel Teþvik.. Uygulamalarý Bölgesel