De-Sekülerleşme
Sekülerleşme Tezi:
Aydınlanma devrine kadar götürülebilecek olan
Sekülerleşme tezi; modernleşme ile birlikte gerek
toplumsal gerekse bireysel bilinç düzeyinde dinin
gerileyeceğini ve zamanla yerküreden tamamen
silineceğini öngörmüştü. Ne kadar modernleşme o
kadar sekülerleşme olacağı kabul edilmişti.
Sekülerleşme Tezi:
Din; insanların açıklayamadığı tabiat olaylarını
bilimin açıklamasıyla, icra ettiği toplumsal
fonksiyonların başka kurumsal yapılar tarafından
devralınmasıyla, doldurduğu anlam ve değerler
dünyasının başka unsurlar tarafından karşılanır hale
gelmesiyle zamanla evrilip kaybolacaktı.
Sekülerleşme Tezi:
Dinin sembol, doktrin ve kurumlarının prestij ve etki kaybına uğramasıyla dini dışlamış bir toplum,
Tabiatüstü, metafizik olana ilginin kaybolması ile sadece bu dünyaya endeksli pragmatik bir toplum,
Dinin sadece vicdanla sınırlı kalarak, bu dünyaya ait
her türlü düzenleyici yetkisini ve etkisini yitirmiş,
dinden soyutlanmış bir toplum,
Sekülerleşme Tezi:
Dinin tüm işlevlerinin yerini modern yeni ideolojilerin, kurumların, yapıların aldığı yeni modern bir toplum,
Kutsal olanın reddedilmesiyle, sadece rasyonel,
pozitivist, maddeci, determinist bir bakış açısı
edinmiş bilimsel bir topluma ulaşılacağı varsayımı
yapılmaktaydı.
Sekülerleşme Tezi:
Modernleşme süreci ilerledikçe din özelleşecek, kültür üzerindeki etkisini kaybedecek, tamamen bireysel bir olguya dönüşecek ve hiçbir değişim potansiyeli olmayan, toplumsal gücü bulunmayan bir hale düşecekti.
Dahası dinin sadece görünürlüğü kaybolmayacak,
ferdin zihninde, iç dünyasında da din gerileyecek,
modern insan doğaüstü güçlere inancını kaybedecekti.
Sekülerleşme Tezi:
1970’li yıllar itibariyle en üst seviyelere ulaşan
sekülerleşmenin, bu tarihten itibaren yavaş yavaş
gerileyeceği, hem sekülerleşme sürecinin hem de
sekülerleşmenin bizzat kendisinin değişime
uğrayacağı ise hiç de tahmin edilebilir bir durum
değildi. Fakat 1970’li yıllarda en üst noktasına
ulaşan sekülerleşme (teorisi), yavaş yavaş gerileme
dönemine girmeye, başarısız olduğu konuşulmaya
başlanmıştı.
De-Sekülerleşme – Yeni Paradigmalar:
2000’li yıllara gelindiğinde «Modernite daha önceleri iddia edildiği gibi dine düşman olmayabilir, modernite din ile pekala uyuşabilir» fikri savunulmaya başlandı.
Sekülerleşme eğilimi olduğunu, ama bunun iddia edildiği kadar etkin olmadığı görüşü kabul görmeye başlamıştı.
Robert N. Bellah, David Martin, Peter L. Berger, Grace Davie, Jeffrey Hadden ve Rodney Stark gibi isimler sekülerleşme teorisi hakkında «kurucu babalarımızın hatası» şeklinde söz etmeye başladılar.
Nihayetinde 20. ve 21. yy.’lar Tanrı’nın ölüm yüzyılları
olmamıştı.
De-Sekülerleşme – Eleştiriler:
Sekülerleşme teorisi ciddi anlamda eleştirilmeye başlandı. Bu eleştirileri aşağıdaki başlıklar altında özetlemek mümkün:
1) Sekürleşme Teorisi’nin bilimsel bir çıkarımla,
gözlem yaparak, objektif bir şekilde değil; ideolojik
bir yaklaşımla ele alınması, teoriden çok bir
temenniden ibaret olması, aydınlanma ideolojisinde
bir taraf pozisyonu takınılarak sübjektif
yorumlamalarla geliştirilmiş olması,
De-Sekülerleşme – Eleştiriler:
2) Dini artık dünyanın marjinal bir hadisesi olarak görüp, herhangi bir dini fenomenin arkaik bir vaka yaklaşımıyla ele alınması,
3) Din sosyologlarının bizzat kendilerinin inanan
kişiler olmaması, dinin toplumda da zamanla
kaybolacağının bir delili olarak kabul edilmesi, (aile
sosyolojisi yapmak için evli olmak zorunda olmak
gibi)
De-Sekülerleşme – Eleştiriler:
4) Bu konudaki bakış açısının tamamen Batı’ya endeksli olarak geliştirilmiş olması, Batı’ya ait modern gelişmişliğin esas alınması ve diğer dünyanın geri kalmış olarak değerlendirilmesi, Batı gelişmiş ve dinsiz – Batı haricindekiler dindar ve gelişmemiş bakış açısından hareket edilmesi,
5) Dindarlığın katı, sabit, durağan bir olgu olarak
değerlendirilmesi. Halbuki din ve dindarlık da
zamanla değişen, zaman ve mekana göre farklılık
gösterebilen dinamik ve değişken bir yapıdadır.
De-Sekülerleşme – Eleştiriler:
6) Hem dinsel hem toplumsal değerlendirmelerin doğrusal bir mantıkla değerlendirilmesi, döngüsel – dairesel yaklaşımların göz ardı edilmesi,
7) Orta çağın zannedildiği gibi bir «inanç çağı»
olmadığı , dini katılımın aslında o dönemlerde bile çok da güçlü olmadığı, dolayısıyla «gelişmemiş dindar toplum – gelişmiş dinsiz toplum»
kıyaslamasının zamansal boyutta mümkün
olmadığıdır.
De-Sekülerleşme – Eleştiriler:
Ayrıca «dindarlık» değerlendirme kriterleri de, Avrupa’nın Hristiyanlaşması problematiği de çok sorunludur sekülerleşme teorisinde.
Halk tabanlı bir yayılım ve tebliğ faaliyeti değil,
krallar ve ulusal azizler kapsamında sadece ismen
bir din değiştirme, Hristiyanlaşma yaşanmıştır. Orta
çağda Dini katılım düşük olduğu gibi, dini bilinç de
yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla dinin geriliyor
oluşundan ne oranda bahsediliyor olabilirdi.
De- Sekülerleşme:
Yapılan araştırmalar gösterdi ki;
Gerek bilim dünyasında, gerekse toplumun farklı kesimlerinde din aslında sanıldığı gibi zamanla gerilemiyordu.
Belki dinin kurumsal yapısında ve kamusal görünürlüğünde bir gerileme olsa da, bireysel bilinçlerde hala güçlü bir şekilde varlığını devam ettiriyordu.
Fakat gerek kurumsal gerek bireysel anlam olarak dinin
algılanmasında ve uygulamasında yeni yaklaşımlar,
farklılıklar da göze çarpıyordu.
Sonuç:
Modern zamanlarda dindarlık oranlarında veya insanoğlunun tabiatüstüne olan inançlarında geçmişe göre bir düşüş gerçekleşmemiştir.
Dolayısıyla 21.yy’da dünyanın bugünkünden daha az dini olacağını, dinin öleceğini düşünmek için bir sebep yoktur.
Sekülerleşme din ile birlikte hayatına devam
edebilecek bir şekle doğru evrilmektedir, bu esnada
dini anlayış da dinamik bir yapı sergileyerek modern
dönemlere göre değişim ve gelişim yaşamaktadır.
Sonuç:
Bilimin tabiat olaylarını açıklasa bile, bunun yine üst bir bilinç, bir yaratıcı tarafından kontrol edildiği ve dolayısıyla bilim ve dinin çatışmadığı gibi birbirini de desteklediği,
Dinin oluşturduğu değer ve anlam dünyasının başka hiçbir yapı tarafından doldurulamamış olması,
Dinin icra ettiği toplumsal fonksiyonların azalması ile toplumun insani ve manevi boyutta ciddi krizlerle karşı karşıya kalıyor olması gibi durumlar,
Dinin kaybolmaya doğru olan gidişinin temel argümanlarını
çürütmüştür ve sürecin tahmin edilen doğrultuda
ilerlemesini engellemiştir.
Sonuç: