• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI"

Copied!
141
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

NEOLİBERAL POLİTİKALARIN GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK ÜZERİNE ETKİLERİ

Birgül KATAR

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA / 2017

(2)

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

NEOLİBERAL POLİTİKALARIN GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK ÜZERİNE ETKİLERİ

Birgül KATAR

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ Jüri Üyesi: Yrd. Doç. Dr. Koray TUAN Jüri Üyesi: Yrd. Doç. Dr. Ali Eren ALPER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA / 2017

(3)

Bu çalışma, jürimiz tarafından İktisat Ana Bilim Dalında YÜKSEK LİSANS / DOKTORA TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ (Danışman)

Üye: Yrd. Doç. Dr. Koray TUAN

Üye: Yrd. Doç. Dr. Ali Eren ALPER

ONAY

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.

…/…/2017

Prof. Dr. H. Mahir FİSUNOĞLU Enstitü Müdürü

NOT: Bu tezde kullanılan ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.

(4)

Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

 Tez içinde sunduğum bilgileri, verileri ve dökümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,

 Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu,

 Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi,

 Kullanılan verilerde ve ortaya çıkan sonuçlarda herhangi bir değişiklik yapmadığımı,

 Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,

bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim. 02 / 06 / 2017.

Birgül KATAR.

(5)

ÖZET

NEOLİBERAL İKTİSAT POLİTİKALARININ GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK ÜZERİNE ETKİLERİ

Birgül KATAR

Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı Danışman: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ

Haziran 2017, 125 sayfa

Neoliberalizmin bireysel girişimciliği serbest bırakması ve serbest piyasayı hakim kılarak emek-sermaye ikilisinden, sermaye kesiminin çıkarlarını gözeten politikalar uygulamaya koyması ile gelir dağılımı sermaye sahipleri lehine değişmiştir.

Farklı gelir grupları arasındaki makas farkı ciddi şekilde açılmaya başlamış ve yoksulluk artmıştır. Yoksulluk adına uygulanan neoliberal politikalar yoksulluğu azaltmak yerine kalıcı hale getirmiştir.

Bu çalışmada, 1970’li yıllarda uygulamaya konan ve günümüzde küreselleşme süreciyle bütün dünyaya yayılan neoliberal iktisat politikalarının tüm dünyada yoksulluğun derinleşmesine, gelir dağılımının kötüye gitmesine sebep olduğu konusuna vurgu yapılacak ve bu bağlamda yoksullukla mücadele ve gelir dağılımı eşitsizliğinin en aza indirilmesi için uygulanabilecek alternatif politikaların neler olabileceği üzerinde durulacaktır.

Anahtar kelimeler: Neoliberalizm, gelir dağılımı, yoksulluk.

(6)

ABSTRACT

THE IMPACTS OF NEOLIBERAL ECONOMIC POLICIES ON INCOME DISTRIBUTION AND POVERTY

Birgül KATAR

Master Thesis, Department of Economics Supervisor: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ

June 2017, 125 pages

One of the most important thesis of neoliberalism is free entrepreneurship. An uncontrolled free entrepreneurship causes a dominating free market. The most important criticism of neoliberalism is it’s implenting policies that is watching over capital instead of labor in labor-capital nexus. To watch for capital leads to a worrying unbalanced income distribution in favour of capital owners. The depth of inequality between different income groups is rapidly increasing and poverty is becoming a serious problem. The neoliberal policies that are applied for decreasing poverty unfortunately, makes poverty permanent. Poverty becomes a threatening problem of world economics.

In this thesis, first, it will be underlined that neoliberal policies triggered an unbalanced income distribution. Then it will be stated that neoliberal economic policies that became popular by globalization till 1970s give rise to a deep poverty nearly all over the World. In this context, as a conclusion, alternative applicable policies will be elaborated and put forwarded to struggle with poverty and to minimize the inequality of income distribution.

Keywords: Neoliberalism, income distribution, poverty.

(7)

ÖNSÖZ

Günümüzün en önemli sorunlarından olan yoksulluğun, yoksul insanların kendi hatalarından mı yoksa uygulanan yanlış ekonomi politikaları sonucunda mı derinleştiği konusu, özellikle neoliberal politikalar uygulanmaya başladıktan sonra daha çok sorgulanır olmuştur. Dünya üzerinde bir tarafta açlıktan ölenlerin diğer tarafta ise lüks içinde, kendileri dışında bir hayat tarzı yaşayan insanların olmadığı düşünülerek zor şartlar altındaki yoksulları görmezden gelen küresel sermayenin efendilerinin olması bu tezin yazılmasına temel oluşturmuştur. Yoksulluğun giderek artması ve derinleşmesi ile birlikte bu konuya ilgi gösteren kurumların artması, bu konu üzerinde çalışmalarda bulunulması sadece muhalifleri susturmak için bir politika mı yoksa gerçekten bu konuda duyulan hassasiyetten mi kaynaklandığını önümüzdeki yılların yoksulluk oranlarına bakarak anlayabileceğiz. Bu çalışmada, neoliberal politikaların tarihi seyri, bu politikalar doğrultusunda uygulamaya konulan yapısal uyum programları, sonrasında ortaya çıkan gelir eşitsizliği ve yoksulluk konusu birçok yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır. Yaptığım çalışmayla her ne kadar yoksulluğun azalmasına katkıda bulunamazsam da bu konuyu gündemde tutarak, benim de bu ummanlar kadar büyük ve derin konuda damla kadar bile bir katkım olduysa kendimi mutlu sayarım.

Tez çalışmamda bilgi ve kaynaklarını benimle paylaşan, çalışma süresince bana yol gösteren ve yaptığı olumlu eleştirileriyle daha iyi bir çalışmanın ortaya çıkmasına yardımcı olan danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Tolga Kabaş’a, yüksek lisans yapmam konusunda beni cesaretlendiren ve teşvik eden hocam Prof. Dr. Harun Bal’a, yüksek lisans eğitimimde engin bilgilerinden yararlandığım tüm ders hocalarıma, tez jüri üyesi hocalarım Yrd. Doç. Dr. Koray Tuan ve Yrd. Doç. Dr. Ali Eren Alper’e teşekkür ederim.

Ayrıca yüksek lisans eğitimim ve tez çalışmam sırasında bana büyük sabır ve anlayış gösteren sevgili kızım Gamze ve oğlum Fatih’e, bilgilerini benden esirgemeyen kız kardeşim Şengül’e, her aşamada bana moral veren ve destek olan annem, babam başta olmak üzere ailemin diğer üyelerine sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Birgül KATAR Adana, 2017.

(8)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

ÖNSÖZ ... vi

KISALTMALAR ... xi

TABLOLAR LİSTESİ ... xiii

ŞEKİLLER LİSTESİ ... xiv

GRAFİKLER LİSTESİ ... xv

BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1.1. Çalışmanın Amacı ... 1

1.2. Çalışmanın Önemi ... 1

1.3. Çalışmanın Yöntemi ... 2

1.4. Çalışmanın Planı ... 3

İKİNCİ BÖLÜM NEOLİBERAL İKTİSAT POLİTİKALARI 2.1. Neoliberalizmin Kısa Tarihi ... 4

2.2. Neoliberal İktisat Politikaları ... 8

2.2.1. Ticarette Serbestleşme ... 10

2.2.2. Finansal Serbestlik ... 12

2.3. Washington Uzlaşması ... 13

2.4. Neoliberal Politikalara Destek Olan Kuruluşlar ... 15

2.4.1. IMF (Uluslararası Para Fonu) ... 15

2.4.2. Dünya Bankası ve Kurumları ... 17

2.4.3. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ... 19

2.4.4. Çok Uluslu Şirketler ... 21

2.5. Neoliberal İktisat Politikalarına Yapılan Eleştiriler ... 22

(9)

2.6. İkinci Nesil Neoliberal İktisat Politikaları ... 25

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM NEOLİBERAL POLİTİKALAR VE GELİR DAĞILIMI 3.1. Gelir Dağılımı Tanımı ... 28

3.2. Gelir Dağılımı Türleri ... 28

3.2.1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı ... 28

3.2.2. Kişisel Gelir Dağılımı ... 29

3.2.3. Sektörel Gelir Dağılımı ... 30

3.2.4. Bölgesel Gelir Dağılımı ... 30

3.3. Gelir Dağılımı Eşitsizliklerini Ölçme Yöntemleri ... 30

3.3.1. Lorenz Eğrisi ... 31

3.3.2. Gini Katsayısı ... 32

3.3.3. Yüzde Paylar Analizi ... 33

3.3.4. Ters U Hipotezi ... 35

3.3.5. Atkinson Eşitsizlik Ölçütü ... 36

3.4. Gelir Dağılımı Eşitsizliğinin Nedenleri ... 37

3.5. Neoliberalizmde Adalet ve Eşitlik ... 42

3.5.1. Hayek’in Adalet Anlayışı ... 45

3.5.2. Nozick’in Adalet Anlayışı ... 47

3.5.3. Rawls’ın Adalet Anlayışı ... 49

3.5.4. Sen’in Kapasite Yaklaşımı ... 52

3.6. Neoliberal Politikaların Gelir Dağılımına Etkisi ... 55

3.7. Gelir Dağılımının Bozulması ve Yoksulluk Süreci ... 56

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM NEOLİBERALİZM VE YOKSULLUK 4.1. Yoksulluğa İlginin Tarihi ve Yoksulluk Yaklaşımları ... 62

4.1.1. Mutlak Yoksulluk ... 66

4.1.2. Göreli Yoksulluk ... 68

4.1.3. İnsani Yoksulluk ... 69

4.2. Yoksulluğu Ölçme Yöntemleri ... 71

4.2.1. Kafa Sayım Oranı (Head Count Ratio) ... 71

(10)

4.2.2. FGT Endeksi (Foster- Greer- Thorbecke Index) ... 72

4.2.3. Yoksulluk Açığı Endeksi (Poverty Gap Index) ... 73

4.2.4. Sen Endeksi (Sen Index) ... 74

4.2.5. Bileşik Yoksulluk Endeksleri ... 74

4.2.5.1. İnsani Gelişme Endeksi (HDI) ... 75

4.2.5.2. İnsani Yoksulluk Endeksleri (Human Poverty Indexes) ... 78

4.2.5.3. Cinsiyet Bazında Gelişme Endeksi (GDI) ... 80

4.2.5.4. Cinsiyet Bazında Yetki Endeksi (GEM) ... 81

4.3. Yoksulluğun Nedenleri ... 82

4.3.1. Makroekonomik Koşullar ... 83

4.3.1.1. Büyüme ve Gelir Dağılımı ... 83

4.3.1.2. Enflasyon ... 86

4.3.1.3. Bütçe Açıkları ... 88

4.3.1.4. Dış Borç ve Cari İşlemler Açığı ... 88

4.3.2. Mikroekonomik Koşullar ... 91

4.3.2.1. Piyasa Yapısı ... 91

4.3.2.2. Mal ve Varlıktan Yoksunluk ... 92

4.3.2.3. Kredi Piyasasındaki Aksaklıklar ... 94

4.3.3. Demografik Unsurlar ... 96

4.3.3.1. Hızlı Nüfus Artışı ... 96

4.3.3.2. Hanehalkı Genel Özellikleri ... 97

4.3.3.3. Göç ... 98

4.3.4. Ekonomi Politikaları ... 99

4.4. Yoksullukla Mücadele Politikaları ... 102

4.4.1. Dünya Bankası’nın Yoksullukla Mücadele Politikaları ... 103

4.4.2. UNDP’ in Yoksullukla Mücadele Politikası ... 106

4.4.3. Yoksullukla Mücadelede AB’nin Sosyal İçerme Politikası (JIM) ... 109

BEŞİNCİ BÖLÜM SONUÇ VE ÖNERİLER 5.1. Sonuç ... 113

5.2. Öneriler ... 116

(11)

KAYNAKÇA ... 118 ÖZGEÇMİŞ ... 125

(12)

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri AGÜ : Az Gelişmiş Ülkeler

BM : Birleşmiş Milletler DB : Dünya Bankası DTÖ : Dünya Ticaret Örgütü

EPSCO : Employment, Social, Policy, Health and Consumer Affairs Council FAO : Food and Agriculture Organization (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü)

FGT : Foster Greer Thorbecke

GATT : Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması

GDI : Gender Development Index (Cinsiyet Bazında Gelişme Endeksi) GEM : Gender Empowerment Measure (Cinsiyet Bazında Yetki Endeksi) GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

GSYİH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla HDI : Human Development Index HPI : Human Poverty Index

IBRID : Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası

ICSID : Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözüm Merkezi IDA : Uluslararası Kalkınma Ajansı

IFC : Uluslararası Finans Kurumu

ILO : International Lobour Organization (Uluslararası Çalışma Örgütü) IMF : International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)

ITO : Uluslararası Ticaret Örgütü İGE : İnsani Gelişme Endeksi İYE : İnsani Yoksulluk Endeksi

JIM : Joint Memorandum on Social Inclusion (Sosyal İçerme Politikası) KSO : Kafa Sayım Oranı

MIGA : Çok Taraflı Yatırımları Garanti Ajansı

OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development (Uluslararası Ekonomik Kalkınma Örgütü)

(13)

OPEC : Organization for Petroleum Exporting Countries (Petrol İhracatcısı Ülkeler Örgütü)

UNDP : United Nations Development Programme (Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü)

UNESCO : United Nations Educational Scientific and Cultural Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)

UNICEF : United Nations Children’s Fund (Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu) WB : World Bank (Dünya Bankası)

WHO : World Health Organization (Dünya Sağlık Örgütü) WTO : World Trade Organization (Dünya Ticaret Örgütü)

(14)

TABLOLAR LİSTESİ

Sayfa Tablo 1: 2009 Yılı Ülkeler İtibariyle Nüfusun En Zengin ve En Yoksul %10’luk

Diliminin Gelirden Aldığı Pay ve Gini Katsayısı ... 34

Tablo 2: 1960-1990 Yılları Arası 73 Ülkedeki Gelir Eşitsizliği Değişimleri ... 39

Tablo 3: Kişi Başı Milli Gelir Bakımından Dünyanın En Zengin ve En Yoksul 10 Ülkesi ... 41

Tablo 4: Bölgeler Arası Artan Gelir Eşitsizliği ... 58

Tablo 5: Satın Alma Gücü Sabit Düzenlenmiş Küresel Gelir Dağılımı Oranları ... 59

Tablo 6: 2003 Yılı Küresel Gelir Eşitsizliği ... 59

Tablo 7: Ülke Gruplarına Göre Kişi Başına Düşen Milli Gelir ... 60

Tablo 8: Bölgesel Yoksulluk Göstergeleri (%) ... 67

Tablo 9: İnsani Gelişme Endeksi Hesaplamasında Kullanılan Max. ve Min. Değerler ... 77

Tablo 10: Ülke Gruplarına Göre İnsani Gelişme Endeksi HDI (1990-2015) ... 78

Tablo 11: İnsani Yoksulluk Endeksinin Bileşenleri (HPI-1) ... 78

Tablo 12: İnsani Yoksulluk Endeksinin Bileşenleri (HPI-2) ... 80

Tablo 13: Cinsiyet Bazlı Gelişme Endeksi (GDI) ... 81

Tablo 14: Toplumsal Cinsiyet Bazında Yetki Endeksi (GEM) ... 82

Tablo 15: 1980-2005 Yılları Arası Bölgesel GSYİH Büyüme Oranları ... 85

Tablo 16: Bazı Sahra Altı Ülkeleri Kişi Başına GSYİH Büyüme Oranları ... 85

Tablo 17: Farklı Ülke Gruplarının ve Bölgelerin Büyüme Performansı ... 86

Tablo 18: 2008-2012 Yılları Arası Az Gelişmiş Ülkelerin Dış Borçları ve Dış Borç Oranları (milyar $ ve %) ... 90

Tablo 19: Dünyadaki Demografik Trendler ... 97

(15)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Sayfa

Şekil 1: Lorenz Eğrisi………..31 Şekil 2: Gini Katsayısı………33 Şekil 3: Kuznets Eğrisi………36

(16)

GRAFİKLER LİSTESİ

Sayfa

Grafik 1: Uluslararası Gelir Eşitsizliği………...25 Grafik 2: Günlük 1.25 $ Altında Yaşayanların Toplam Nüfusa Oranı (%)…………...68

(17)

BİRİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ

1.1. Çalışmanın Amacı

Bu çalışma, 20. yüzyılın son çeyreğinde İngiltere ve ABD ile başlayıp sonra diğer ülkelerde uygulamaya konulan neoliberal politikaların gelir dağılımı ve yoksulluk üzerindeki etkilerinin genel hatlarını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.

Çalışmada, neoliberal politikaların herkese daha büyük bir özgürlük vereceği, serbest piyasa ekonomisi sayesinde rekabetçi bir ortam oluşturularak daha büyük bir kapasite kullanımı sağlayacağı ve en önemli sorunlardan olan yoksulluk sorununun önüne geçeceği söylemlerinin yoksulluğu azaltmaktan çok çoğalttığı konusunun gün yüzüne çıkarılıp, yoksulluğu azaltmak için uygulanılabilecek politikalardan bahsedilmesi amaçlanmaktadır.

1.2. Çalışmanın Önemi

20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan ekonomik kriz ve bu krizin uzun dönemli olacağına dair inanç, o dönemlerde yaygın olan sosyal devlet anlayışına karşı çıkan ve devletin küçültülmesinden yana olan yeni politika anlayışlarını hakim hale getirmiştir.

Uygulamaya konan yeni politikalar neoliberal politikalardır. Neoliberal politikaların temel yaklaşımında insan refahını artırmanın en iyi yolu, güçlü özel mülkiyet hakları ve serbest piyasadır. Piyasa mekanizmasına herhangi bir müdahalenin ekonomik etkinliği yok edeceğini kabul ederler. Neoliberaller serbest piyasa sisteminin tarafsız ve adil gelir dağılımını yaratan tek ekonomik sistem olduğunu savunurlar. Bu sebepten dolayı da, serbest piyasa sistemi her zaman için devletten daha üstündür. Sosyal güvenlik hizmetlerinin, piyasa sistemi mantığı içinde rekabete açılması gerektiğini düşünürler.

Neoliberaller ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamın ana ögesinin birey olduğunu savunurlar.

Neoliberalizmin kelime anlamı her ne kadar ‘’yeni özgürlükler’’ olsa da neoliberalizm girdiği her ülkede özgürlüklerin rafa kaldırılmasını da beraberinde getirmiştir. Neoliberalizm ile birlikte sosyal devlet yanlısı siyasal oluşumlar güçsüzleşmiş ve sosyal devlet kazanımları yok olmaya başlamıştır. Neoliberalizm serbest rekabeti savunmasına rağmen bu sadece teoride kalmış, pratikte ise

(18)

tekelleşmelere yol açmıştır. Ekonomik yaşamda sermayenin belirli ellerde toplanması sonucunu veren tekelleşme de dolaylı olarak gelir dağılımında eşitsizliklere yol açmıştır.

Neoliberalizm ile fiziki refah bölüşümünden vazgeçilmiş, yeniden dağıtımcı devlet küçülmüş ve koruma azalmıştır. Bütün ülkelerin, diğer ülkelerdeki talebin büyümesiyle birlikte büyüyeceğini varsayan ihracata dönük büyüme modeli gelişmekte olan ülkeleri bir çok yönden olumsuz etkilemiştir. Yapısal ayarlama politikalarının uygulandığı ülkeler farklı yollardan yoksullaştırılmıştır. Önceki dönemlere bakıldığında neoliberal politikaların büyümeyi sağlamaktan uzak olduğu ve yoksulluğu azaltamadığı gözlemlenmektedir (Görenel, 2005).

Kamu mülkiyeti alanını daraltan ve yoksulluktan çıkış için piyasa ağırlıklı ekonomik büyümeden medet uman neoliberal yaklaşım, yoksulluğun azaltılması amacının devletin rolünü azaltma amacıyla çelişebileceğini dikkate alamamıştır. Büyük bunalım sırasında da görüldüğü gibi yoksulluktan büyümeyle çıkılabileceğinin umulduğu dönemler, devlet müdahalesinin yoğun olduğu dönemler olmuştur. Diğer taraftan, denetimsiz piyasa ağırlıklı büyüme dönemleri, sanayi devriminin başlangıcından bu yana derin yoksulluğa yol açmaktadır (Şenses, 2003).

1.3. Çalışmanın Yöntemi

Bu tez çalışmasında literatür taranarak, konuyla ilgili çeşitli grafikler, şekiller, tablolar ve analizlerden yararlanılacaktır. Gelir dağılımı ve yoksulluk konusunda gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelerden ve en az gelişmiş ülkelerden örnekler verilip analizler yapılacaktır.

Gelir dağılımı eşitsizliğini ve yoksulluk sorununu ortadan kaldırabilmek için uygulanan politikalardan bahsedilerek bu sorunun çözümü için kullanılabilecek farklı alternatif politikaların neler olabileceği konusuna da yer verilecektir. Bunu gerçekleştirmek için, konu ile ilgili olarak yayınlanmış her türlü kitap, makale, tez çalışması, inceleme, çeviri, istatistik bilgi, dergi, gazete ve sanal ortamdaki her türlü veri incelenecek ve yorumlanacaktır. Bu çalışmada hem ulusal hem de yabancı kuruluşların verilerinden yararlanılacaktır.

(19)

1.4. Çalışmanın Planı

Tez çalışması, giriş ve sonuç bölümleri ile birlikte beş bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde çalışmanın amacı, önemi ve yöntemi yer almıştır. İkinci bölümde, neoliberalizmin kısa tarihinden bahsedildikten sonra neoliberal politikalara değinilmiştir. Bu bölümde neoliberal politikalara destek olan kuruluşlardan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Çok Uluslu Şirketler hakkında bilgi verilmiş ve neoliberal politikalara yapılan eleştirilerden bahsedilip ikinci nesil neoliberal iktisat politikalarıyla bölüm sonlandırılmıştır.

Üçüncü bölümde, gelir dağılımı kavramı hakkında genel bir bilgi verilip gelir dağılımı türleri anlatılmıştır. Gelir dağılımını ölçme yöntemlerine değinildikten sonra ise neoliberalizmde adalet ve eşitlik konusunda; Hayek, Nozick, Rawls ve Sen’in adalet anlayışları hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Bu bölüm, neoliberal politikaların gelir dağılımına etkisi ve gelir dağılımının bozulmasının ardından yoksulluk sürecine geçiş konularıyla sonlandırılmıştır.

Dördüncü bölümde, yoksulluk kavramı, yoksulluk yaklaşımları, yoksulluğu ölçme yöntemleri, yoksulluğun nedenleri konuları anlatılıp yoksullukla mücadele politikalarına geçilmiştir. Yoksullukla mücadele politikalarında; DB ve IMF’in yoksullukla mücadele politikası, UNDP’ in yoksullukla mücadele politikası ve AB’nin yoksullukla mücadelede sosyal içerme politikası (JIM) hakkında bilgiler verilerek yoksulluğu azaltmak adına hangisinin daha etkili olduğu anlaşılmaya çalışılmıştır.

Son bölüm olan sonuç ve öneriler bölümünde ise, neoliberal politikaların yoksulluk ve gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek adına alınacak önlemler ve bu konuda izlenmesi gereken politika önerilerine yer verilmeye çalışılmıştır.

(20)

İKİNCİ BÖLÜM

NEOLİBERAL İKTİSAT POLİTİKALARI

2.1. Neoliberalizmin Kısa Tarihi

Liberalizmin politik terminolojiye ilk giriş tarihi 19. yüzyıl olsa da tarihsel olarak liberal düşüncenin gelişimi 17. yüzyılda başlamıştır (Gül, 2004, s. 9). Liberal politikaların uygulama alanı bulduğu ilk ülkeler arasında İngiltere yer almaktadır.

İngiltere, liberal ilkelere dayalı ilk modern devleti 1640 iç savaşıyla başlayıp 1689’daki politik uzlaşmayla son bulan süreç sonucunda kurmuştur. Kralların gücünün sınırlandırılması, seçkin toprak sahiplerinin ayrıcalıklarının da son bulmasına ve birey hak ve özgürlüklerinin yerleşmesine yol açmıştır (Gül, 2004, s. 11).

17. yüzyılda ortaya çıkıp günümüze kadar gelen liberalizmin hayat bulduğu temel üretim tarzı kapitalist nitelik taşımaktadır. Kapitalizmin özünde özel mülkiyet anlayışı ve piyasa ekonomisi vardır. Fransız tarihçi Braudel, kapitalizmin esasında konjonktürel olduğu fikrine sahiptir. Kapitalizm bazı dönemlerde büyük krizler yaşamış ve kapitalizmin işleyişine uygun nitelikteki kurum ve değerler sayesinde bu krizler aşılmış ve yeni durumlara kendini uyarlamıştır (Gül, 2004, s. 22).

Liberalizm tarihin çeşitli evrelerinde farklı kimliğe bürünmüştür. 17. yüzyılda ortaya çıkıp 19. yüzyıl sonlarına kadar devam eden dönem ‘klasik liberalizm’ olarak adlandırılabilir. Bu dönemde Adam Smith’in ‘bırakınız yapsınlar’ ı savunan bir piyasa ekonomisi anlayışı hakimdi. 1930’larda dünyada yaşanan büyük ekonomik buhran beraberinde kapitalizm içinde Keynesci refah ekonomisi anlayışının kabul edildiği dönemi başlatmıştı. Pozitif ayrımcılığı da kapsayan eşitlikçi bir liberalizm anlayışının olduğu bu dönem ‘sosyal liberalizm’ dönemidir. Sosyal liberaller, devletin piyasada herkesin yarışa eşit şartlarda başlamasını sağlaması gerektiğini, hükümetin veya devletin bireylerin refahını düşünmeleri, geliştirmeleri ve onlara belirli bir yaşam düzeyi sağlamak için piyasaya müdahalelerde bulunmasının zorunlu olduğunu savunmuşlardır.

Bu da bireylere daha fazla özgürlük sağlamak adına devlet müdahalesini hoş görmek anlamı taşır (Gül, 2004, s. 23-33). 1970’lerin sonlarından günümüze kadar geçen dönemde egemen olan ideoloji ise neoliberalizmdir. Bu dönemdeki amaç, klasik liberalizmin özüne dönülmesi sürecinde klasik liberalizmin aynen canlandırılmasından ziyade, liberal öğretinin gelişim sürecinde meydana gelen hatalarından arındırarak

‘gerçek liberalizm’ i ortaya çıkarmaktır (Gül, 2004, s. 34).

(21)

19. yüzyıl uygarlığı, değişik ve belirgin bir biçimde ekonomikti. Çünkü bu dönem daha önce olmadığı kadar çok kişisel kazanç amacı üzerine kuruluydu. Bu dönemde kendi kurallarına göre işleyen bir piyasa sistemi vardı ve bu sistem kişisel kazanç ilkesinden kaynaklanıyordu. Kişisel kazanç duygusu 19. yüzyılın ilk yarısında İngiltere’nin Sanayi Devrimi ile olgunlaştı. Avrupa Kıtası’na ve Amerika’ya ulaşması yaklaşık elli yıl sonra oldu (Buğra, 2013, s. 69).

1. Sanayi Devrimi İngiltere’nin büyük bir sermaye birikimi sağlamasına imkan tanımıştı. 2. Sanayi Devrimi kitlesel tüketime yönelik üretim sürecini başlatmış ve her ne kadar 1. Sanayi Devrimi’nde hakim güç İngiltere olsa da, 2. Sanayi Devrimi’nde Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri küresel rekabette yerlerini almışlardı.

Japonya da 1905 yılında Çarlık Rusya’ya üstünlük sağlayarak bu rekabete dahil olacağının işaretini vermekteydi (Kazgan, 2009, s. 27-28).

Sanayileşme ile birlikte 19. yüzyılda kapitalizmde meydana gelen gelişmeler sınıflar arası ilişkileri değiştirmiş, zenginleşen burjuva sınıfının yanı sıra yoksullaşan bir işçi sınıfı ve güçlenen sendikalar ortaya çıkmıştır. Bu yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ve Amerika’da meydana gelen ekonomik krizler birçok kapitalist ülkede işçiler başta olmak üzere sayıları hızla artan ve yoksullaşan gruplar gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde kapitalizm sorgulanmaya başlarken sosyalizm yoksullaşan kitlelerin eşitlik taleplerinin bir ifadesi haline gelmiştir. Bu dönemde birçok Avrupa ülkesinde işçi hareketleri ve sendikalar güçlenmiştir. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonucunda yaşanan toplumsal ve ekonomik çöküntüler devlet müdahaleciliği anlayışını güçlendirmiş, toplumda bireyin refahını sağlaması ve geliştirmesinde etkin politikaların üreticisi ve yürütücüsü olarak devlet kabul edilmiştir. Bütün bu gelişmeler Keynes refah devleti sürecinin Beveredge Planı doğrultusunda geliştirilen Bretton Woods sisteminin uluslararası düzeyde kabul görmesi sonucunu doğurmuştur. Sosyal liberalizm kapitalist ülkelerde 1950’li ve 1960’lı yıllarda altın çağını yaşamak suretiyle yarım yüzyıl egemenliğini sürdürmüştür (Gül, 2004, s. 3-4).

1930’lardaki büyük dünya ekonomik bunalımıyla ortaya çıkmış olan Keynesyen ekonomi 1960’lara kadar hiçbir farklı oluşumla karşılaşmadan kapitalist dünyaya egemen olmuştur. Keynes’in öğretileri uzun yıllar pek çok devletin resmi ekonomi felsefesi olma konumunu sürdürmüştür (Eğilmez, 2015, s. 15). Keynesyen ekonomisinin hakimiyeti 1960’lı yıllarda ortaya çıkan çeşitli ekonomi okullarının meydan okumasıyla sarsıntı geçirmeye başlamıştır. Milton Friedman’ın öncülüğünü yaptığı Monetarizm, Keynesyen ekonominin devletin ekonomiye aktif olarak karışması

(22)

görüşüne karşı çıkış olarak gelişmiş, klasik ekonomi teorisine dayalı yeni düşünceler geliştirmiş bir akımdır. Klasik ekonomi teorisinden en önemli farkı paraya olan yaklaşımıdır. Monetarizm, paranın ekonomik yaşamda en önemli olgu olduğunu ve ekonomik dengesizliklerin çözümlenebilmesi için para arzının denetlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Friedmancı yaklaşım, Keynesyen yaklaşımının devlet müdahalesi görüşünü kabul etmemiş ve devletin ekonomiye hiçbir şekilde karışmaması gerektiğini savunmuşlardır. Monetarist ekonomi teorisi bu dönemde geniş bir taraftar kitleye sahip olmuştur.

1970’lerde Keynesyen ekonomiye yönelik bir başka tepki ise klasik iktisatçılar adıyla anılan, en önemli temsilcilerinin Robert Barro, Thomas Sargent ve Robert Lucas olduğu ekonomi okulundan gelmiştir. Bu iktisatçılar piyasaların kendi haline bırakılmasının gerekliliğini vurgulamış ve devletin piyasalara karışmasının gerçekte hiçbir sonuç doğurmayacağını öne sürmüşlerdir (Eğilmez, 2015, s. 16).

1970’lerden itibaren ortaya çıkan siyasi ve iktisadi sorunlar, 1950 ve 1960’lı yıllarda yaşanan altın çağı sarsmaya başladı. Bu dönemde, Vietnam Savaşı nedeniyle ABD askeri harcamaları karşılamak için dış dünyaya borçlanmış ve bu ABD’nin büyük dış açıklar vermesine sebep olmuştur. Bu gelişme dışarıda büyük bir dolar birikimine yol açmış, dolar diğer paralar karşısında sürekli değer kaybetmiştir. Bu süreç ABD’nin altın standardını tek taraflı bıraktığını açıklaması ve Bretton Woods Para Sistemi’nin çökmesiyle zirveye ulaşmıştır. ABD’de başlayan enflasyon tüm dünyaya yayıldı. 1973 yılında ABD’nin Yom Kippur Savaşı’nda İsrail ordusuna destek vermesini gerekçe gösteren OPEC (Organization of the Petroleum Exporting Countries) petrol fiyatlarını dört kat artırdı ve bunun sonucunda petrol ithal eden ülkelerde büyük durgunluk yaşanmaya başladı. Enflasyonla birlikte yaşanan durgunluk sebebiyle dünya stagflasyona girdi. Keynesyen ekonomi uygulamaları bu dönem ortaya çıkan Petrol Krizini çözmede yetersiz kaldı ve neoliberalizmin ortaya çıkışına zemin hazırlandı (Kazgan, 2009, s. 92-93).

1970’li yıllarda yaşanan petrol fiyatlarındaki hızlı artış, dolar ve diğer rezerv paraların değer kaybetmeleriyle birleşince ortaya stagflasyon yani hem enflasyon hem de durgunluğun bir arada yaşanması sorununu çıkardı (Eğilmez, 2015, s. 63). Bu olaylar sonucunda piyasa-devlet ilişkileri yeniden sorgulanmaya başlamış ve liberalizm tekrar gün yüzüne çıkmıştır.

Petrol Krizi’nin yol açtığı küresel stagflasyon evresi 1970’lerin sonuna kadar sürdü. 1978 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nde Deng Xiaoping, komünistlerce yönetilen

(23)

bir ekonomiyi serbestleştirecek ilk adımları attı. Çin, Deng’in çizdiği bu yolda yirmi yıl içinde tarihte görülmemiş bir sürdürülebilir büyüme oranlarıyla kapitalizmin açık bir merkezi haline geldi. 1979 yılının Mayıs ayında Britanya Başbakan’ı seçilen Margaret Thatcher on yıldır ülkeyi kuşatan enflasyonist durgunluğa son vermek ve işçi sendikalarını gücünü azaltmak amacıyla harekete geçti.

Temmuz 1979’da ABD Merkez Bankası’nın başkanlığına Paul Volcker getirildi ve mevcut para politikası büyük ölçüde değişikliğe uğratılarak enflasyonla mücadele amaç olarak belirlendi. 1980 yılında başkan seçilen Reagan, Volcker’ın Merkez Bankası’nda yaptığı hamleleri desteklemekle kalmayıp, ülke ekonomisini yeniden canlandırmak amacıyla neoliberal anlayış çerçevesinde, emeğin gücünü azaltmayı, sanayi ve tarım üzerindeki kısıtlayıcı denetimlerin kaldırılması ve finans gücünü hem ülke içinde hem de dünya çapında özgürleştirecek politikaları devreye soktu (Harvey, 2015, s. 9).

Tarihsel gelişim süreci olarak bakıldığında neoliberalizmin üç aşamalı bir gelişim gösterdiği söylenebilir. İlk aşama askeri darbelerle gerçekleştirilmiştir.

1970’lerde Arjantin ve Şili’yi bu aşama için örnek olarak verebiliriz. Bu dönemde eşitsizlikler derinleşmiş, özelleştirmeler ve yolsuzluklar birlikte anılır olmuş ve krizler yaşanmıştır. İkinci aşamada DB ve IMF’in çatısı altında yabancı sermayenin istilasına zemin hazırlayan istikrar programları yer almıştır. Üçüncü aşamada ise uygulanan neoliberal politikalar sonucunda ortaya çıkan problemler karşısında oluşan muhalefeti susturmayı amaçlayan yoksullara yönelik yapılan yardım programları bulunmaktadır (Us, 2011, s. 16-19).

Neoliberalizm 1990’ların ortalarından itibaren kendi iç çelişkileri ve başarısızlıkları sebebiyle birçok ekonomik kriz ve sıkıntıya neden olmuş ve geçerliliğini kaybetme eğilimine girmiştir. Neoliberal sistem, söylemlerinde özgürlükçü gibi görünse de küresel kapitalizm ağına dahil olmayan ülkeleri aykırı devletler olarak görüp, küresel kapitalizm ağına dahil olmalarına rağmen daha baskıcı, demokratik olmayan hareketlerde bulunan ülkeleri eleştirmeye yanaşmamışlardır. Bu olaylar da neoliberalizmin demokrasi konusundaki söylemlerinde çok samimi olmadığı gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır.

(24)

2.2. Neoliberal İktisat Politikaları

1970’li yılların sonunda reel faiz oranlarındaki artış sürdürülemez mali dengesizliklere neden olmuştur. O dönemde kullanılan sabit döviz kuru rejimleri de sürdürülemez bir hal alınca devletler borçlarını ödeyemez duruma gelmişlerdir. Birçok Doğu Asya ülkesi bu yeni duruma ayak uydurabilmiş fakat Latin Amerika ülkelerinin çoğunluğu aynı beceriyi sergileyememiş ve borç krizleri içine düşmüşlerdir (World Bank, 2005, s. 17).

Meksika Ağustos 1982’de dış borç yükünü ödeyemeyeceğini ilan etmiş. Hemen arkasından, Brezilya, Arjantin ve Polonya gelmiştir. Devletlerin birer birer iflasını ilan etmeleri bu ülkelere borç veren kurumları sarsmaya başlamıştır (Toporowski, 2007, s.

183-184). Tüm bu olumsuz gelişmelerin ardından neoliberal iktisat politikaları tekrar gündeme gelmeye başlamıştır.

Neoliberalizm her ne kadar ilk kez Almanya’daki Freiberg Okulu tarafından kullanılmışsa da, neoliberalizmin kurucuları Hayek ve Friedman olarak bilinir. 1974’te Hayek ve ardından 1976’da Friedman’ın Nobel ödülü almaları, dikkatleri bu iki düşünüre çevirmiştir ve bu ödüllerle birlikte neoliberal teorinin akademik alanda saygınlığı da artmıştır (Harvey, 2015, s. 30).

1950’li yıllarda, henüz Keynesci anlayış krize girmemişken neoliberal iktisat politikaları tartışılmaya başlanmıştı. ABD, Şili’den bir grup öğrenciye 1950’lerden beri ders veriyordu. Chicago Üniversitesinde verilen lisansüstü ekonomi derslerindeki temel amaç, Latin Amerika ülkelerindeki sol eğilimleri etkinsizleştirmekti. Bu üniversitede eğitim alan öğrenciler Friedman’ın teorilerine bağlılıklarından dolayı ‘Chicago Oğlanları’ olarak bilinirlerdi. Bu grup daha sonra Şili’ye dönmüş ve burada Şili ekonomisinin yeniden inşasında görev almışlardır. Pinochet iktidara geldikten sonra 1975 yılında ülke ekonomisini bu iktisatçılara teslim etmişti. Bu yıla kadar yapılan devletleştirmeler tersine çevrildi. IMF ile borç pazarlığına girilip ekonomi yeniden inşa edilmeye başlandı. Kamu varlıkları, sosyal güvenlik özelleştirildi. Kereste ve balık gibi doğal kaynaklar özel ve denetimsiz sömürüye açıldı. Doğrudan yabancı yatırımlar ve serbest ticaret kolaylaştırıldı. Devlet bütçesinin ayakta kalabilmesi için ise bakırdan elde edilen gelirler hazineye bırakıldı. Tıpkı Irak’ta kilit öneme sahip petrol gelirlerinin hazineye bırakılması gibi, neoliberal politikaların uygulanmak istendiği birçok ülkede aynı yol izlenmiştir (Harvey, 2015, s. 16-17).

(25)

Neoliberal ekonomi politikaları 1980’lerle beraber ‘Yeni Dünya Düzeni ile Bütünleşme veya Küreselleşme’ sloganlarıyla tüm dünya ülkeleri arasında yaygınlaştı.

Neoliberal politikalar birçok az gelişmiş veya çevre ülkelerde, uluslararası kapitalizmin dönüşümüne dayalı olarak kurulmuştur (Gül, 2004, s. 197).

Neoliberalizm, tüketicilerin özgürlükleri ve vergi indirimleri sayesinde orta sınıfı etkilerken, asıl memnun etmeye çalıştığı kesimler ise büyük sermaye sahipleridir.

1960’lardan beri kar oranlarının azalması ile büyük sanayi sermayesi sıkışmış ve negatif reel faizler nedeniyle mali sermaye sahiplerinin serveti erimeye başlamıştı. Bütün bunlar bu kesimin kapitalizmin yeniden yapılandırılması gerektiğini, girişimci ruhunun yeniden tesis edilmesinin kapitalizmin devamlılığı açısından çok önemli olduğunu savunmalarına ve giderek artan bir baskı grubu kurmalarına neden olmuştur.

Neoliberaller insanlık tarihinin başlangıcından beri piyasanın toplumun doğal hali olduğu düşüncesini yeniden iddia etmeye başladılar. Neoliberalizm bütün dünyayı kapsayan yayılmacı bir düşüncenin ifadesi olduğu için bu dönemi yeni dönemin emperyalizmi olarak da tanımlamak mümkündür (İnsel, 2011, s. 11-12).

Neoliberal yola girmeyi meşrulaştırmak adına halkın rızası farklı yollar kullanılarak alındı. Büyük şirketlerin parası ve desteği ile kurulan kurumlar, medya ve sivil toplum örgütleri, okullar, kiliseler, üniversiteler ve meslek örgütleri gibi sayısız kurum ve kuruluşlarda neoliberalizmin özgürlüğün tek koruyucusu olduğunu savunan fikirler ortaya atıldı ve savunulmaya başlandı. Bu hareket daha sonrasında siyasi partiler ve bunun sonucunda da devlet iktidarının ele geçirilmesiyle kuvvetlendirildi.

Bireysel özgürlükler davasını genişletmek ve ilerletmek amacı, sınıf iktidarının yeniden kurulması adına iyi bir kılıf oldu. Çünkü halk asıl amacın ekonomik iktidarın belirli bir seçkin gruba verilmesi olduğunu bilse buna rıza göstermezdi. Zaten neoliberal yola girildikten sonra devletin ikna, rüşvet, tehdit ve kandırma gibi güçleri kullanması, iktidarını devam ettirmek adına halk desteğini ve rızasını sağlayabilirdi. Bu konuda İngiltere ve ABD devletleri yöneticileri çok başarılı olmuştur. Özellikle Thatcher yıllarca ‘başka alternatif yok’ söylemi ile bireyleri daha fazla refaha, demokrasi ve özgürlüğe kavuşturma iddiasını ortaya atmış ve bunu gerçekleştirmenin tek yolunun da neoliberal politikalar olduğunu halka aşılamıştır (Harvey, 2015, s. 47-48).

ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher iktidara geldikten sonra uyguladıkları neoliberal politikalar ile devlet müdahalesini arka plana attılar, serbest piyasa mekanizmasını sağlamlaştırmak için ise güçlü devleti kullandılar. Devlet güvencesi

(26)

altındaki emek piyasası da uygulanan neoliberal politikalarla daha esnek hale geldi bu da, emeğin sermaye karşısındaki gücünün zayıflamasına neden oldu.

1970’lerde yaşanan krizlerle ekonomiyi yeniden canlandırmak için ortaya atılan neoliberalizmin, kapitalizmin işleyişi ile ilgili yeni kurallarını birkaç maddede sıralayabiliriz:

1. Devletin refah ve kalkınma adına yapacağı müdahaleleri azaltması.

Özellikle yoksullar için sağlanan sağlık ve eğitim hizmetleri başta olmak üzere, devletin bu konudaki sorumluluğunun kaldırılması veya en aza indirilmesi.

2. Sosyal sonucu ne olursa olsun özel girişimin devletin her türlü sınırlamalarından kurtarılması. Finansal ve reel sektör arasında, finansal sektörün lehine olacak yeni düzenlemelerin uygulamaya konulması.

3. Serbest ticaretin ekonomik büyümeyi teşvik ettiği, tüketici refahını artırdığı ve küresel kaynak dağılımını en iyi şekilde etkilediği için desteklenmesi.

4. Emek ve yönetim konusunda, hissedarların ve borç verenlerin lehine olacak şekilde yeni düzenlemelere gidilmesi.

5. Emek piyasasının esnekleştirilmesi ve sermayenin uluslararası hareketleri ile ilgili yeni düzenlemelere gidilmesi.

6. Merkez bankalarının güçlendirilmesi ve fiyat istikrarının sağlanması ile ilgili bu kurumların faaliyetlerde bulunmalarının telkin edilmesi.

7. Devlete ait olan mal ve hizmetlerden; bankalar, demiryolları, elektrik ve su idaresi, hastaneler ve otobanlar gibi daha birçok kuruluşun özel yatırımcılara satılması. Daha fazla verim alınacağı düşünülen bu uygulamayla zenginlik birkaç elde toplanmış ve halkın ihtiyaçlarını karşılaması için cebinden daha fazla para çıkmasına sebep olmuştur (Saad- Filho ve Johnston, 2007, s. 27).

2.2.1. Ticarette Serbestleşme

Kalkınma politikalarının en önemli dinamiklerinden biri olan ticari serbestleşme mal piyasasında serbestleşmeyi ifade eder. Ticaretin serbestleştirilmesi eğilimleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesinde temel olarak iki yaklaşım vardır. Bunlardan biri küresel yaklaşım diğeri ise iktisadi birleşme

(27)

hareketini kapsayan bölgesel yaklaşımdır. Aslında bu yaklaşımlar kendi aralarında çelişmeyip birbirini tamamlayıcı özelliktedirler. Küresel yaklaşım GATT çerçevesinde çok yanlı görüşmelerle ticaretin serbestleştirilmesi amacındadır. 1947 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması GATT’ın kurulmasıyla küresel olarak ticaretin serbestleşmesi çerçevesinde kotalar ve gümrük tarifeleri kaldırılmıştır. 1994’te Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) GATT’ın yerini almış ve yaptırım gücü GATT’dan daha yüksek bir kuruluş olmuştur (Seyidoğlu, 2015, s. 229-230).

Dünya Ticaret Örgütü’nün 2001 yılında Doha’da yaptığı konferansta ‘serbest ticaret’ kalkınmanın şartı olarak benimsenmiştir. Dünya Ticaret Örgütü 1995 yılından beri az gelişmiş ülkelerin mal ve hizmet piyasalarını sınırsız şekilde uluslararası şirketlere açmayı amaç edinmiştir. Bu amaca ulaşmak adına serbest ticaret için piyasa kapasitesini geliştirmeyi ve bu ülkelere teknik yardımlarda bulunmayı gündemine almıştır. Konferansta yoksullukla mücadele ve ekonomik kalkınma bakımından uluslararası ticaretin olumlu rol oynayabileceği üzerinde durulmuştur. Bu doğrultuda yoksulluğu azaltma politikalarının ve ulusal ekonomik kalkınma planlarının ticareti desteklemesi istenmiştir. Bu kararlarla Dünya Ticaret Örgütü, 1995’lerden itibaren yoksullukla mücadele ve kalkınma adına tüm dünya çapında serbest ticarete geçişi teşvik eden, bu konuda düzenlemeler yapan bir kurum olma rolünü üstlenmiş oldu (Özdek, 2002, s. 12) .

Neoliberal yaklaşımda, ticaretin serbestleştirilmesinin ticaret politikalarının merkez noktası olması gerektiği, devletin ticaret politikasına müdahalesinin refahı ve ekonomik büyüme oranlarını azalttığı görüşü hakimdir. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak her şey piyasaya terkedilmiş, tüm toplumsal yaşama, piyasayı elinde tutan kesim hükmetmiştir. Küreselleşme süreciyle görülmemiş şekilde hızla yayılan uluslararası sermaye, karını sürekli artırabilmek için kendi kurallarını kendisi koyup istediğinde değiştiren, hiçbir kamusal denetime tabi olmayan büyüklüklere ulaşmış ve hiçbir toplumsal anlaşmaya dahil olmamışlardır. Halk tarafından seçilmeyen bu küresel sermaye sahipleri, enerji ve gıda fiyatlarından hammaddeye hatta ülkelerin kurlarının değerine kadar birçok ülkelerdeki milyarlarca insanın kaderini etkileyen kararlar vermekte fakat işsizlik, çevresel felaketler ya da kur dalgalanmaları gibi konularda hiçbir sorumluluk almamaktadırlar (Rivero, 2003, s. 43) .

(28)

2.2.2. Finansal Serbestlik

Finansal serbestleşmeyi para piyasalarındaki serbestleşme olarak tanımlamamız mümkündür. Bu tanımı biraz daha genişletecek olursak finansal serbestleşme; bir ülkenin iç piyasasındaki piyasa koşullarına işlerlik kazandırması ve devletin finans piyasası üzerindeki doğrudan kontrollerini kaldırarak kendi finans piyasasına yabancı sermaye giriş ve çıkışlarını serbest bırakarak uluslararası piyasalarla bütünleşmesidir.

Finansal serbestleşme yurt içi finansal serbestleşme ve yurt dışı finansal serbestleşme olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Bu iki aşamanın sağlanmasıyla tam finansal serbestlik gerçekleşmiş olur.

Yurt içi finansal piyasaların serbestleşmesi için uygulanan politikalara; hisse senedi işlemlerinin serbestleştirilmesini, faizler üzerindeki yüksek karşılık oranlarının azaltılmasını, finansal piyasaya girişlerin kolaylaştırılarak finansal araçların çeşitlendirilmesini, faiz oranlarının piyasa güçleri tarafından belirlenmesini ve kredi tavanları üzerindeki sınırlandırmaların kaldırılmasını örnek olarak verebiliriz (Gürbüz, 2006, s. 13). Yurt dışında bulunanların yurt içine, yurt içinde bulunanların ise yurt dışına serbest bir şekilde sermaye aktarması ve sermaye giriş çıkışlarındaki denetimin kalkarak sermayenin serbest dolaşımı ise yurt dışı finansal serbestleşme politikalarındandır.

1970’li yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde liberal görüşe uygun olarak tasarrufların yatırıma dönüşüp finansal büyüme sağlanması için pozitif faiz oranı uygulanması görüşü savunulmuştu. Gelişmekte olan ülkelerdeki asıl sorunun tasarruf eksikliği olduğu ve finans kurumları üzerindeki baskının kaldırılarak tasarrufların artırılacağı, bu artış sonrası yatırımların da artmasıyla ekonomik büyüme sağlanacağı düşüncesinin yayılması finans kurumlarında serbestleşme hareketine öncülük etmiştir (McKinnon ve Shaw, 1973). Gelişmekte olan ülkelerde finans sistemindeki serbestleşme uygulamalarından sonra gelişmiş ülkelerin uluslararası finans faaliyetlerini bu ülkelerde de gerçekleştirmeleriyle uluslararası sermaye akımlarına açılma süreci başlamıştır. Finansal serbestleşme sürecinin ilk aşamasında gelişmiş ülkeler 1970’li yılların başında borsalarını serbestleştirmişlerdir. İkinci aşamada ise 1980’li yılların başından itibaren önce baskı altındaki yerel finans sektörü daha sonra da sermaye hesabı serbestleştirilmiştir. 1990’lı yılların başından itibaren ise, gelişmiş ülkelerin hepsi sermaye hesabının serbestleşmesi aşamasını tamamlamışlardır (Schmukler ve Kaminsky, 2002, s. 57) .

(29)

Finans piyasalarının küreselleşmesi beraberinde birçok sorunu da getirmektedir.

Ekonomik olarak en küçük bir ülkede bile bir kriz meydana gelse bu olay bütün dünya ülkelerini etkileyerek istikrarın bozulmasına ve bu istikrarsızlık da krizin hızla yayılıp derinleşmesine yol açacaktır. Finansal krizlerin ortaya çıkmasının en önemli nedenlerinden biri de henüz eksiklerini tamamlamamış olmalarına rağmen liberalleşme çabası içinde olan bazı ülkelerdir. Ortaya çıkan bu krizlerden en çok etkilenen kesim ise yoksullardır (Arestis ve Gickman 2002, s. 237-260). Üzücü olan olay ise, finansal serbestleşmenin ekonomik gelişme ve büyüme üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmaların, finansal serbestleşmenin yoksulluk üzerine etkilerini inceleyen çalışmalardan daha az olması ve bu konuyla yeterince ilgilenilmemesidir. Bu ilgisizlik liberalleşmeyle birlikte gelir kaybına uğramış olan bu grubun yaşam koşullarının daha da kötüleşip derinleşmesine sebep olabilir.

2.3. Washington Uzlaşması

1980’lerdeki bir çok ülkenin karşı karşıya kaldığı stagflasyon ve dış borç sorunlarının üstesinden gelebilmek için 1989 yılında Latin Amerika ülkeleri için hangi politikaların uygun olduğunun tartışıldığı bir konferansta ilk kez Williamson Washington Uzlaşması kavramını kullanmıştır. Bu politikaların bu ismi almasının en önemli sebebi ise, Latin Amerika ülkeleri için uygulanması önerilen politikaları gündeme getiren üç önemli kurum; Dünya Bankası (DB), IMF ve ABD Hazine Bakanlığı’nın merkezinin Washington’da olmasıdır (Williamson, 2005, s. 195). İleriki yıllarda Avrupa Merkez Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar da bu uzlaşmanın içine girmiştir (Saad-Filho, 2007, s. 191).

Washington Uzlaşması’ndaki maddelerin temel amacı; iktisadi büyüme için kaynakların etkin kullanılması ve bunun için de öncelikle makroekonomik istikrarın sağlanması ve ülke içinde serbest piyasa ekonomisine geçilip daha sonrasında ise ülke ekonomisinin dışa açılmasıdır. Tüm bu amaçlar doğrultusunda 1990’lı yıllarda uygulamaya konulan reform paketinde, döviz kurlarının yeniden düzenlenmesi, bütçe açıklarının azaltılması, faiz oranlarının piyasaya bırakılması, finansal serbestleşmenin sağlanması, fiyatlar üzerindeki kontrollerin kaldırılması ve ithalatı önleyici tüm kısıtlamaların ve tarifelerin indirilmesi gibi düzenlemeler yer alıyordu (World Bank, 2005, s. 6).

(30)

Neoliberal iktisat anlayışının bir nevi zirvesini ifade ede Washington Uzlaşması ile ülkeler uygulama birliğine davet edilmiştir. Fakat bu anlayış hiçbir zaman tam anlamıyla uygulama alanı bulamamıştır. Çünkü her ne kadar Avrupa ülkeleri refah devleti anlayışından kısmen vaz geçmişlerse de tamamen bırakmamışlardır. Bu politikaların dile getirildiği gelişmekte olan ülkelerde bile farklı uygulamalara gidildiği görülmüştür.

Washington Uzlaşması başlangıçta 10 maddeden oluşmaktaydı. Fakat uygulanan ülkelerde ekonomik istikrarsızlık, ticari açıklar ve düşük büyüme hızı ile karşı karşıya gelinince bu maddelere bazı eklemeler yapılarak program daha uygulanabilir hale getirildi.

10 maddeden oluşan Washington Uzlaşmasının temel ilkeleri:

1. Bütçe açıkları denkliğinin ve mali disiplinin sağlanması.

2. Ülkelerin artan oranlı vergilerden vaz geçmesi ve vergi reformunun gerçekleştirilmesi.

3. Kamu harcamalarının; sağlık, eğitim ve alt yapı gibi uzun dönemde büyümeyi artıracak sektörlere öncelik tanınarak yapılması.

4. Özelleştirmelerin eksiksiz bir şekilde yapılması.

5. Deregülasyon yani şirket faaliyetleri önündeki tüm engellerin kaldırılması.

6. Faiz oranlarını piyasaya bırakma ve finansal serbestleşmenin sağlanması.

7. Dış ticaretin serbestleşmesi.

8. Döviz kurlarının piyasa tarafından belirlenmesi.

9. Doğrudan yabancı sermayenin cazip hale getirilmesi.

10. Özellikle bilişim sektöründe mülkiyet haklarının korunması (Williamson, 2005, s. 196).

Sayılan bu maddelerden ilk beş maddenin kamunun ekonomideki belirleyici rolünü azaltmak ve kamu bütçe dengesini sağlamakla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bu maddeler refah devletini hedef almıştır. 6, 7, 8 ve 9. maddelerin amacı mal ve sermaye akımlarının serbestleşmesidir. Son madde ise ülkeye doğrudan yabancı sermayeyi çekebilmektir (Rodrik, 2006, s. 973).

Programın uygulanabilir hale gelmesini sağlamak için eklenen 4 madde şunlardır:

(31)

1. Krizlerin önüne geçilmesi için enflasyon ve mali disiplinin hedeflenmesi.

2. İş dünyası için uygun ortam hazırlamaya yönelik mikro düzenlemeler yapılması ve finansal reformlarla bankacılık denetiminin sağlanması.

3. Reform paketine gelir dağılımının dahil edilmesi.

4. İlk pakette yer alan serbestleşme hedeflerinin tamamlanması (Williamson, 2003, s. 1477).

Neoliberaller, devleti rekabetin önündeki en büyük engel olarak görmüş ve devletin ekonomideki etkisini azaltmak için özelleştirme, denk bütçe gibi yollar aramıştır. Devletin ekonomiden çekilmesiyle rekabetin artacağını ve böylelikle verimliliğin yükseleceğini, fiyatların da düşeceğini düşünmüşler ve devletin para politikasından çekilmesini sağlayarak devletin ekonomideki gücünü azaltmaya çalışmışlardır.

Özel girişimin önünün açılmasıyla yeniliklerin ve servetin artacağını böylelikle hayat standardının yükseleceğini düşünmüşlerdir. Yukarıdakilerin zenginleşmesinin aşağıya da damlayacağı yani ‘aşağı sızdırma’ varsayımıyla yoksulluğun ortadan kalkacağını ve bunu gerçekleştirmenin en iyi yolunun da serbest ticaretten geçtiğini savunmuşlardır (Harvey, 2015, s. 72-73).

2.4. Neoliberal Politikalara Destek Olan Kuruluşlar 2.4.1. IMF (Uluslararası Para Fonu)

Temel kuruluş amacı, uluslararası para sisteminin aksamadan işlemesine yardımcı olmak olan Uluslararası Para Fonu (IMF), 1944 yılında ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods kasabasında bir araya gelen 45 ülkenin imzasıyla kurulmuş ve 1946 yılında faaliyete geçmiştir. Sabit kurlu Bretton Woods Sistemi’nin yürütülmesinden sorumlu bir kurum olarak ortaya çıkan IMF, bu sistemin yıkılışından sonra da uluslararası mali ve parasal düzeni sağlamak konusundaki görevlerini sürdürmektedir (Seyidoğlu, 2015, s. 849-850).

Zaman içinde görevi gelişme gösteren IMF’in geçici dış ödeme sorunları ve uluslararası para sisteminin işleyişi ile ilgili geleneksel fonksiyonlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

(32)

1. Üye ülkelerin kur politikalarını denetleyerek uluslararası mali sistemin işleyişine zarar vermesini engellemek.

2. Ekonomik istikrarsızlığa doğru giden ve geçici dış ödeme açığı olan ülkelere kısa vadeli kredi sağlamak.

3. Üye ülkelerde ortaya çıkan, uluslararası ticari bankalara veya resmi kuruluşlara ödenemeyen borçlarla ilgili çözüm için aracılıkta bulunmak, borç erteleme veya yeni ödeme planları hazırlamak için yardımcı olmak.

4. Dış ticaret ve kambiyo rejimlerinin üye ülkelerde serbestleştirilmesi için çalışmalarda bulunmak, üye ülkelere bu konuda eğitim hizmeti ve teknik yardım sunmak.

5. Mali krize giren ülkelere krizi atlatabilmeleri için mali yardımda bulunmak.

6. Makroekonomik ve yapısal uyum politikalarına üye ülkelerde finansal destek sağlamak için Dünya Bankası ile işbirliği yapmak (Seyidoğlu, 2015, s. 850).

IMF’i doğuran koşulların temelini sermaye akımlarının ve uluslararası ticaretin daralması ile kambiyo sisteminde ortaya çıkan istikrarsızlıklar oluşturmuştur. Bu gelişmelerin gelişmiş ülkelerin ihracatında önemli miktar azalmalara sebep olması, bu ekonomiler açısından durgunluk anlamına gelmekteydi. Asli amaçları dikkate alındığında IMF’in kuruluşunun ilk aşamalarında daha çok gelişmiş olan ülkelerin ekonomik beklentilerinin ön planda olduğu görülmektedir.

Eğer az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yaşadıkları kriz, gelişmiş ülke ekonomilerini ve siyasi menfaatlerini etkiliyorsa sorun olarak algılanmaktadır. Bu da gelişmiş ülkeler liderliğinde kurulan küresel ekonomik kuruluşların öncelikli hedefleri arasında az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı problemlerin yer almadığını göstermektedir (Karagül, 2012, s. 220).

IMF, üye ülkelere ciddi miktardaki geçici dış ödeme açıklarını kapatmak için kredi sağlamaktadır. Bu krediler genel itibariyle kısa sürelidir. Bu özelliği nedeniyle ekonomik kalkınma için uzun vadeli kredi veren Dünya Bankası’ndan ayrılmaktadır.

Fakat son dönemlerde dış ödemeler dengesini sağlamaya veya büyümeye yönelik makroekonomi politikalarının uygulandığı durumlarda sınırlı da olsa orta vadeli kredi sağlayan yeni kaynaklar oluşturmuştur (Seyidoğlu, 2015, s. 854-855).

Neoliberal politikaların yaygınlaşması ile birlikte IMF, bu politikaların uygulayıcısı olan bir kurum olma özelliği taşımıştır. Yapısal uyum adı altında, krediye

(33)

ihtiyaç duyan, ödemeler dengesinde sorunlar yaşayan ülkelere makroekonomik bir takım programlar hazırlamıştır. Hazırlanan programlar zor durumda olan ülkelere rahatlık sağlamaktan ziyade, kapısına gelen ülkelerin detaylı şekilde politikalarını belirleyici nitelikte olmuştur.

2000 yılında Dünya Bankası’nın baş ekonomistliğinden olaylı şekilde ayrılan Stiglitz yayınladığı bir mektupta, IMF politikalarının kriz yaratıcı ve derinleştirici etkilerinden bahsetmiştir. Yayınladığı bir kitabında ise, IMF’in; kalkınma, komünizmden kapitalizme geçiş, kriz yönetimi gibi birçok konuda vahim yanlışlar yaptığını ifade etmiştir. Stiglitz, iktisadi sarsıntı geçiren ülkeler konusunda IMF’in önerdiği önlemlere bakınca, bu kurumun asıl misyonunun bu ülkelere yardım etmek değil de, finans piyasalarının hizmetinde çalışmak olduğunun düşünüldüğünü söylemiştir. Hatta finans piyasalarından da fazla ABD Hazinesi ile somut çıkar işbirliğinin her şeyin önüne geçtiğini gözler önüne sermiştir. IMF’in kendini üstün görme duygusu yüzünden yaptığı yanlışlardan birine ise Kenya örneğini vermiştir.

Kenya eline geçen beklenmedik gelir fazlasını, borç ödemelerini hızlandırmada kullandığı için IMF, yeni kaynağın kendine danışılmadan kullanılmasını bahane ederek Kenya ile olan ilişkileri aniden kesmiş ve görüşmeleri bir kaç yıl askıya almıştır.

Stiglitz’in IMF ile ilgili en önemli eleştirilerinden biri de, IMF’in üçüncü sınıf iktisatçıları bünyesinde barındırdığı, bu kişilerin düzeltmeye gittikleri ülkelerin iktisatçılarından daha cahil durumda oldukları konusudur (İnsel, 2011, s. 183-185).

IMF’in son dönemlerde yapılan birçok eleştirilerde özellikle de program yaptığı ülkelerde itibarının fazla kalmadığı görülüyor. Bununla beraber küreselleşme sürecindeki dünya ekonomilerinde IMF gibi kurumlara ihtiyaç olduğu bir gerçek.

IMF’in kendine yöneltilen eleştiriler konusunda bir özeleştiri yapması ve yanlış olan uygulamalarından vazgeçmesi bu kuruma güvenin yeniden tesis edilmesi adına önemli bir adım olur (Eğilmez ve Kumcu, 2014, s. 110-111).

2.4.2. Dünya Bankası ve Kurumları

1944 yılında kurulan IMF ile Dünya Bankası birbirlerinin ikiz kuruluşlarıdır.

İkisinin de üyeleri aynıdır. Fakat faaliyet alanları arasında farklılıklar vardır. IMF dış denkleşme ve uluslararası mali konularla ilgilenir, Dünya Bankası ise azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunları konusuna yoğunlaşmıştır (Seyidoğlu, 2015, s. 867).

(34)

Dünya Bankası’nın temel amacı, gelişmiş ülkelerin mali imkanlarını gelişmekte olan ülkelere yönlendirerek, dünya genelinde yoksulluğu azaltmak ve yaşam kalitesini artırmak üzere gelişmekte olan ülkelere sektörel uyum ve makroekonomik politikalarını desteklemeye yönelik program ve proje kredileri vermektir.

Neoliberal politika uygulamalarıyla, 1980’lerin sonuna kadar kalkınmakta olan ülkelere kamu harcamalarının bir bütün olarak verimsiz olduğu ve daraltılması gerektiği konusu, Dünya Bankası ve uluslararası diğer kurumlar tarafından ısrarlı bir şekilde verilmeye çalışıldı. Fakat uygulamaya konan bu yapısal uyum programlarının olumsuz sosyal sonuçları tüm şiddetiyle gün yüzüne çıkınca, Dünya Bankası ve tüm uluslararası kuruluşlar kamu harcamaları içinde yer alan beşeri sermayeyi diğer harcamalardan ayırmaya başladılar. Yeni kalkınma kurumlarının da etkisiyle sağlık, eğitim, kültür, konut ve şehirciliğin de beşeri sermayenin değerlenmesine yönelik harcamalar olarak kabul edildiği yeni yaklaşım, devletin daralması gerektiğini değil varlık biçimini değiştirmesi gerektiğini önerir (İnsel, 2011, s. 209-210).

Dünya Bankası; Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD), Çok Taraflı Yatırımları Garanti Ajansı (MIGA), Uluslararası Finans Kurumu (IFC),Uluslararası Kalkınma Ajansı (IDA) ve Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözüm Merkezi (ICSID) adlı kurumlardan oluşmaktadır (Karagül, 2012, s. 222). Bu kurumlar hakkında kısa bilgiler verilecek olursa:

Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın kurulmasına, İkinci Dünya Savaşı sonrası ağır savaş koşulları yaşamış olan Avrupa Kıtası ülkelerinin hem önceki yıllara ait hem de yeni meydana gelen savaş tahribatının imarı için gerekli sermaye ihtiyacını karşılamak amacıyla Bretton Woods Konferansı’nda karar verildi. Avrupa’nın yeniden yapılandırılması amacıyla öne çıkan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası, ilerleyen yıllarda gelişme sürecinde olan ülkelerin kalkınmalarına proje kredisi bazında destek sağlama görevini üstlendi. Fakat verilen kredilerin faizlerinin yüksek olması ve buna benzer bazı olumsuz sebeplerden dolayı kredi kullanan ülkeler açısından verilen krediler avantajlı olmaktan çıkmıştır (Karagül, 2012, s. 223-224).

Uluslararası Kalkınma Ajansı, az gelişmiş ülkelerin Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın kredi şartlarını ağır bulmaları ve bu kredileri kullanamamaları üzerine 1960 yılında çalışmalarına başlamıştır. Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın amacı, kendisine üye ülkeler içinden en az gelişmiş yani yoksulluk çizgisinin altındaki ülkelerde hayat standardını ve verimliliği artırarak yoksulluğu azaltmak ve bu ülkelerin gelişmelerine katkıda bulunabilmektir. Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın verdiği

(35)

kredilerde sosyal fayda gözetilmektedir. Bununla birlikte verilen kredinin ülke ihtiyaçları ve imkanlarıyla uyumluluk içinde olması temel şarttır. Verilen kredilerdeki bir diğer şartları ise, projenin kamu yatırımı olmasıdır. Eğer özel sektör yatırımı ise kamu garantisi altında olması gerekmektedir (Karagül, 2012, s. 224-225).

Uluslararası Finans Kurumu 1954 yılında kurulup faaliyete geçmesinin asıl sebebi, Dünya Bankası’nın dünya ekonomisinin sadece kamu sektörüne kredi veriyor olmasıdır. Dünya Bankası kapsamında Uluslararası Finans Kurumu’nun kurulmasıyla az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki özel sektörün yatırımları Uluslararası Finans Kurumu tarafından verilen kredilerle desteklenmiştir (Karagül, 2012, s. 225).

Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı, uluslararası yatırımları, siyasi riskler başta olmak üzere ticaret dışı risklere karşı sigortalayarak, siyasi risk ve istikrarsızlıklardan dolayı dışa açılamayan işletmeleri dışa açılmaları konusunda teşvik etmek amacıyla 1988 yılında kurulup faaliyete geçmiştir. Yabancı sermayeli yatırımların çok daha yaygın hale getirilmesi temel amaçlarıdır (Karagül, 2012, s. 226).

Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıkları Çözüm Merkezi, yabancı yatırımcılar ile ev sahibi ülkeler arasında çıkabilecek yatırım konusundaki uyuşmazlıkların, uzlaşma ve tahkim yoluyla çözülebilmesini sağlamak amacıyla 1966 yılında hukuki ve mali yönden Dünya Bankası’ndan bağımsız olarak kurulmuş uluslararası bir örgüttür (Karagül, 2012, s. 226-227).

2.4.3. Dünya Ticaret Örgütü (WTO)

Dünya Ticaret Örgütü her ne kadar 1 Ocak 1995 yılında faaliyete geçmiş olsa da bu düşünce ilk kez 1944 yılında Bretton Woods Konferansı sürecinde Keynes tarafından ortaya atılmıştır. Keynes; IMF, DB ve ITO yani Uluslararası Ticaret Örgütü’nün birlikte kurulmasını öngören Keynes Planı’nı hazırlamıştır. Fakat bu plan o dönemde kabul görmemiştir. 1947 yılında imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması (GATT) zaman içinde değişerek WTO (Dünya Ticaret Örgütü) halini almış ve bu durum Keynes’i haklı çıkarmıştır (Eğilmez ve Kumcu, 2014, s. 103-104).

Geçici bir anlaşma olarak ortaya çıkan GATT’ın temel amacı, sanayi malları üzerindeki ihracat ve ithalat engellerini karşılıklı anlaşmalarla azaltıp dünya ticaretini serbestleştirmek adına çalışmalar yapmaktı. Fakat yasal zemine oturtulmuş olan Dünya Ticaret Örgütü, yaptırım gücünün artırılması ile sanayi malları dışında, tekstil, tarım ve

(36)

hizmet sektörünün serbestleştirilmesi ve fikri mülkiyet haklarını da bünyesinde barındıran bir kuruluş olma özelliği kazandı.

1994 yılında Uruguay Görüşmeleri’nde GATT’ın yapısı ve görevlerindeki yapılan değişiklik sonrası ortaya çıkan yeni anlaşmaya GATT 94 adı verilmiş olup 1947’de yapılan ilk anlaşmadan daha geniş kapsamlı hale getirilmiştir. Bu anlaşma ile GATT’ın yerini WTO almış oldu. Böylelikle Bretton Woods’un temel kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası ile birlikte üçüncü kuruluş olarak Dünya Ticaret Örgütü ortaya çıkmıştır (Seyidoğlu, 2015, s. 230-231).

Dünya Ticaret Örgütü’ne tüm sanayileşmiş ülkelerin yanı sıra, eski Doğu Bloku Ülkeleri ve Sovyet Rusya’nın yıkılması ile bağımsızlığına kavuşan birçok ülkenin de katılmasıyla üye sayısı 183 olmuştur. Üyeler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek adına

‘Anlaşmazlıkların Çözüm Organı’ kurulmuştur. Fakat bu kuruluşun verdiği kararların neredeyse hepsi AB ve ABD şirketleri lehine çıkmıştır. Bu sebepten Dünya Ticaret Örgütü’nün tahkim organı birçok kurum tarafından sorgulanmaya başlamıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün küresel ekonomi politikalarında etkin rol oynaması hedeflenmiş ve bu doğrultuda Dünya Bankası ve kuruluşları ile IMF’e yakın işbirliği içinde olması istenmiştir (Seyidoğlu, 2015, s. 232).

Dünya Ticaret Örgütü’nün yönetim yapısı başlıca üç organdan oluşur. En az iki yılda bir toplanan üye ülkelerinin bakanları tarafından temsil edildikleri bir tür yasama organı görevinde olan Bakanlar Konferansı, üye ülke temsilcilerinden oluşan günlük yönetim kararlarını alan ve daha sık toplanan Genel Konsey ve son olarak, ilgili bakanlar tarafından atanmış Genel Direktör ve ona bağlı memurlardır.

Dünya Ticaret Örgütünün gelişmiş ülkelerin çıkarlarını, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarından daha fazla korumakta olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Küreselleşme süreci içinde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri bir araç olarak kullanmaktadır. ABD’deki büyük sermaye sahiplerinin istekleri ve gücü bu kurum aracılığı ile tüm dünyaya yayılmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü’nün bugünkü icraatları, 19. yüzyıldaki güçlü devletlerin diğer devletlere dayatmış olduğu kapitülasyonlarda almış olduğu tek taraflı ticari tavizleri akla getirmektedir. Çok Uluslu Şirketler, gelişmiş sanayi ülkelerinin de desteğini alarak, Dünya Ticaret Örgütü platformundaki tek egemen güçler olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi politikalarından yararlanan Çok Uluslu Şirketler, bu politikaları kendi lehlerine belirleyerek sermayelerini daha da büyütmek ve tüm pazarlara girip egemen olma amacındadırlar. Dünya Ticaret Örgütü’nün uyguladığı politikalar sonrası zarara

Referanslar

Benzer Belgeler

Keynes’in ortaya koyduğu makro ekonomik modeller ve uygulamaya yönelik politika önerileri, dönemin içinde bulunduğu olumsuz hava üzerinde ciddi etkinlik göstermiş ve

KOBİ’lerin daha basit ve etkin bir yönetim şemasına sahip olmaları, girişimcinin bizzat işin başında bulunması ve sorunlara zamanında müdahale edebilmesi, büyük

ANADOLU ÜNivERSiTESi iKTisADi VE iDARi BiliMLER FAKÜLTESiQERGiSi BORATAV, K., "Enflasyonda Tırmanma Kaçınılmaz Gözüküyor", Ekonomik Forum, Yıl: 3, s.8, Ağustos,

Çalışmanın üçüncü bölümünde, finansal piyasaların bütünleşme derecesinin bir ölçütü olarak kullanılan Reel Faiz Oranı Paritesi Hipotezi’ne yönelik kuramsal

CITROËN’in yenilikçi ve benzersiz donanımları, tüm hayal gücünüzü kullanabileceğiniz size özel yeni bir CITROËN DS5 yaratma imkanı sunuyor. Yeni CITROËN DS5

Üretici garantisi dışında Citroën Artı Garanti ile aracınız +1 veya +2 yıl / 150.000 kilometreye kadar güvence altında (Citroën Artı Garanti koşul ve ücretleri

Panel veri analizinin sabit etkiler ve rassal etkiler yöntemleri ile tahmin edilen Doğu Asya ülkelerinin ihracat performansları ile reel döviz kuru ve

Yeni sağ politikalar ve bu politikaların uygulatıcısı olan Dünya Bankası’nın, yerel altyapı yatırımlarının finansmanında özel krediyi tercih etmesi, bu