• Sonuç bulunamadı

1970’li yıllarda yaşanan krizlerden çıkabilmenin tek yolunun neoliberal politikaları uygulamak olduğu fikri tüm dünyada hızla yayılmaya başladı. Neoliberal teorinin temelini, bireysel özgürlükler, özel mülkiyet hakları, ticaretin ve piyasanın serbestleştirilmesi oluşturmaktadır. Neoliberaller devlet müdahalesini, insan refahının artması önündeki en büyük engel olarak gördükleri için varlıkların özelleştirilmesini ve devletin elinde bulunan bütün kurumların özel sektöre devredilmesini savunurlar.

Özelleştirmenin, devlet müdahalesi sonucu dengesi bozulan fiyat mekanizmasını, yasal tekel durumlarını ve haksız rantları ortadan kaldıracağı düşüncesi hakimdir. Devlet müdahalelerinin insanı sorumsuzlaştırdığı, sorumsuz insanların ise kendi kaderlerine

sahip çıkmayıp her zaman için devletin kendilerine sahip çıkma beklentisine girdiklerinden dolayı eksik ve bağımlı bireylerden oluşan bir toplum oluşturdukları görüşündedirler (İnsel, 2011, s. 215-216).

Neoliberalizm ve ardından gelen küreselleşme, sermaye sahiplerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası ellerinden kayan egemenliklerine yeniden kavuşmalarının yolunu açmıştır. Bu, hem dünyaya hükmeden birkaç gelişmiş ülkenin bünyesi altında çalışan uluslararası ticaret ve finans kurumlarının ve küreselleşmiş şirketlerin az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde hakimiyetlerini pekiştirmiş, hem de gelişmiş ülkelerin kendi içinden güçlenerek çıkan sermaye sahipleri ile alt sınıf grupları arasındaki farkların giderek artmasına ve derinleşmesine sebep olmuştur (İnsel, 2011, s. 14-15).

Neoliberaller, bireysel hürriyetlerin ve girişim becerisinin serbest bırakılmasını savundukları için rekabete de olumlu bakmışlardır. Fakat rekabet ortamları, güçlü firmaların zayıf olanları piyasa dışına itmesi gibi sebeplerden dolayı çoğu zaman oligopol veya tekelleri ortaya çıkarmıştır. Bu politika uygulamaları sonucunda bireyler ve şirketler piyasa dışındaki hiçbir sorumluluğu da üstlenmemişlerdir. Mesela firmalar tehlike arz eden atıkları çevreye atıp bunun maliyetinden kaçınmışlardır. Bu da haliyle çevre kirliliğinin artmasına ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açmıştır.

Neoliberalleşmenin beraberinde getirmiş olduğu küreselleşme sürecinin özellikle az gelişmiş ülkelerdeki etkileri çok daha ağır olmuştur. Bu politikaların henüz alt yapısı uygun olmadan bu ülkelerde uygulamaya konması, bu ülkelerde sanayileşmenin daha başlamadan bitmesine ve sosyal devlet anlayışının zayıflamasına neden olmuştur. Bu dönemde gelişmiş ülkeler dahil neredeyse hiçbir ülkede sanayileşme konusunda yeni atılımlar yapılmaması, serbest piyasa ekonomisinin sanayileşme konusunda pek başarılı olmadığının bir kanıtı olmuştur. Ulusal gelir içinde hem sanayileşmiş ülkelerde hem de az gelişmiş ülkelerde sanayinin payı düşmüş ve hizmetler sektörünün payı artmıştır. Bu durum, az gelişmiş ülkelerde sanayi istihdamının artışındaki yetersizlik sebebi ile hızlı nüfus artışı karşısında kırsaldan kente göç edenlerin istihdam sorununa yol açarak kayıt dışı sektörde istihdamın yığılmasına neden olmuştur. İstihdam sorunu ile hızlı büyüyen birçok ülke de karşılaşmış ve bu durum istihdamsız büyüme tartışmalarını gündeme getirmiştir. Az gelişmiş ülkelerdeki vasıfsız iş gücü fazlası sanayileşmiş ülkelerde de önemli bir sorun olmuştur (Şenses, 2004, s. 15-16).

Neoliberal politikaların uygulanma sürecinde büyüme performansı açısından da ülkeler arasında derin farklar oluşmuştur. Bu dönem içinde büyüme gösteren ülkeler, neoliberalleşmenin getirdiği küreselleşme ile en çok bütünleşmiş ülkeler değil de, Çin

ve Hindistan gibi sadece bu sürece ılımlı yaklaşan ülkeler olduğu da gözden kaçmamaktadır. Bu dönemde gelir dağılımının, hem ülke içinde hem de ülkeler arasında bozulduğu ve yoksulluğun artarak çok büyük boyutlara ulaştığı görülmüştür (Şenses, 2004, s.17).

Neoklasik iktisatçıların, neoliberalizmden önce uygulanan devlet müdahalesine dayalı iktisat politikalarına en büyük eleştirileri, bu politikaların rant arayışındakileri özendirip yolsuzluklara yol açtığı yönündeydi. Fakat neoliberal politikaların uygulandığı dönemlerde bu tarz yolsuzluklar birçok ülkede had safhaya ulaşmıştır.

Hatta sosyalizmden kapitalizme geçen birçok ülkede yasadışı eylemler artarak, mafyalaşma şekline dönüşen yolsuzluklar yaşanmıştır (Şenses, 2004, s.18).

1990’lı yıllara gelindiğinde, piyasanın serbestleştirilmesi uygulamaları sonucu yaşanan olumsuzlukların giderilebilmesi için devletin küçültülmesi kavramı yerine daha iyi yönetişim kavramı ortaya atılmıştır. Bazı piyasa başarısızlıklarında devlet müdahalesi olumlu karşılanmıştır. Her ne kadar devletin müdahalesi bazı zamanlarda gerekli görülmüş olsa da asla piyasanın yerini almaması gerektiği fikri kabul edilmiştir.

Piyasanın serbestleşmesi ile piyasanın önünün açılacağı ve böylelikle iktisadi büyüme sağlanıp gelir dağılımının düzeleceği ve yoksulluğun azalacağını öngören neoliberal politika uygulamaları istenilen sonucu vermemiştir. İktisadi büyüme beklendiği gibi gerçekleşememiş, yoksulluk daha çok artmış ve derinleşmiştir. Vergiler üzerinde yapılan düzenlemeler sermaye sahiplerinin vergi yükünü azaltırken düşük gelir ve orta gelir grubunun üzerindeki yükü ağırlaştırmıştır. Gelirin vergilendirilmesi gerekirken tüketimin vergilendirilmesi yoksul grubun gelirinin büyük kısmını harcamasından dolayı bu kesimin iyice yoksullaşmasına neden olmuştur. Piyasa ekonomisinin sonucu olarak en zengin % 1’lik kesimin toplam milli gelirden aldığı pay son yıllarda oldukça artmış ve zengin yoksul arasındaki gelir eşitsizliği farkları iyice açılmıştır. Yani zenginler iyice zenginleşirken orta ve en alt gelir seviyesindekilerin gelirlerinde bir iyileşme gözlenememiştir. Böylece üst gelir gruplarının zenginleşmesi ile büyümenin sağlanacağı ve bu sayede herkesin bu durumdan yararlanacağı ‘aşağı sızdırma’ tezinin tam tersi durumlar yaşanmış, üst grupların serveti alttaki grup pahasına artış göstermiştir ( Stiglitz, 2016, s. 49-50).

1820-1900 yılları arasındaki dönem küreselleşmesinde ABD, Avustralya, Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri dünya ortalamasının üzerinde bir büyüme sergilemişlerdir. Bu dönemde dünya ortalaması % 0,8 iken Batı Avrupa ‘da % 1,1 ve ABD, Avusturalya ve Kanada’da % 1,5 oranındaydı. Fakat 1974 sonrasında yeni

küreselleşme dalgasıyla büyümenin ivmesi Avrupa’nın çevre ekonomileri olan Güney ve Doğu bölgeleri ile Asya’ya kaymıştır (Yeldan, 2010, s. 90).

Grafik 1’de Çin’in hızlı büyümesi dışında gelir eşitsizliğinin 1980-2000 yılları arasında ciddi şekilde arttığını göstermektedir. UNDP’nin 2013 yılındaki raporunda özellikle 1990‘ların başı ve 2000’lerin sonlarında birçok ülkede gelir eşitsizliği görüldüğü konusuna vurgu yapmıştır (UNDP, 2013, s. 64).

Grafik 1. Uluslararası gelir eşitsizliği (1980-2010)

Kaynak: UN, Inequality Matters, Report of the World Social Situtation 2013, 24.(1:

Ağırlıklı Gini katsayısına göre 2: Çin dışındaki ülkeler için Gini katsayısı 3: Ağırlıklı olmayan Gini Katsayısı).

Neoliberal politikaların en önemli uygulayıcısı olan kurumlardan IMF’in birçok ülkede yaşanan krizlerden sonra önerdiği politikaların başarısızlığa uğraması bu tür kuruluşlara olan güveni zedelemiş ve eleştirilerin odak noktası durumuna getirmiştir.

Özellikle 2008 yılında yaşanan krizin ABD ve Batı Avrupa’da etkili olması neoliberal anlayışa güveni sarsmıştır. Yaşanan bu krizden sonra IMF ve Dünya Bankası neoliberal anlayış konusunda bazı değişikliklere gidilmesi gerektiğini ciddi şekilde düşünmeye başlamışlardır.