KONU 2
Halkla İlişkilerde Tarih Yazıcılığı:
Farklı Tarih Yazımları Üzerinden
Bir Karşılaştırma
• Tarih nedir? Her tarih aynı şekilde mi yazılır ve okunur?
Bir tarihçi asla tam olarak nesnel olamaz. Tarihçi de, hepimiz gibi sözcükleri kullanarak yazar. Oysa dil, nesnel değildir. Sözcüklerin sözlük anlamları
dışında edindikleri birçok çağrışımsal anlam vardır.
Tarihçinin bir insan grubunu ya da onun yapıp
ettiklerini adlandırırken seçeceği sözcükler ister
istemez kendi dünya görüşünden etkilenecektir.
Aynı zamanda içinde yaşadığı zaman dilimi ve
toplumsal yargıları, onun baktığı zaman dilimini ve toplumu nasıl algılayacağını da belirleyebilecektir.
Tarihçinin nesnelliğe ulaşabilmesi için amacının incelediği dönemi/yeri kendi dünya görüşünü yaymak için bir araç olarak görmeden o
dönemi/yeri anlamaya çalışmak olmasıdır.
Halkla ilişkiler tarihi açısından da aynı durum
geçerlidir. Tarih yazanlar farklı “tarih felsefeleriyle, farklı toplumsal, siyasal, ahlaki felsefelerle,
epistemoloji ve ontolojiyle ilgili farklı varsayımlarla
yaklaşırlar. ” (Becerikli, 2008: 47)
Örneğin Hiebert, 1966’da yazdığı Courtier to the
Crowd: The Story of Ivy Lee and the Development of Public Relations kitabında Ivy Lee’nin sembolikkod olarak çifte göstergelerine dikkat çekmiştir. Ivy Lee “yalanlar -hakikat, gizlilik-açıklık, taraflı-tarafsız, ikna-anlama, propaganda-eğitim, imaj-gerçek,
duyurma-halkla ilişkiler, mucrakerlar-basının saygın üyeleri gibi çifte göstergelerinden
yararlanmaktadır.” (Becerikli, 2008: 47)
Hiebert’e göre gerçek hayatta bu kategorilerin ayrılması zor olsa da Lee bu konuda bir ayrım
yapmıştır. Bu karşılıklar ideal halkla ilkiler dizgesi açısından önemlidir ve “demokrasi düşüncesinin temellerini temsil ederler.” Bu açıdan Hiebert’e göre “halkla ilişkiler olmadan kitle toplumunda demokrasi başarıya” ulaşamayacaktır. Ivy Lee
“iletişim kanallarını açarak ve karşıt grupların
birbirini anlamasına izin vererek” halkla ilişkilerin
“Amerikan toplumunun çoğulculuğunu korumada
belirgin rol oynamıştır”. (Becerikli, 2008: 47-48)
Pimlott’a bakarsak “halkla ilişkilerin, kitle iletişim araçlarının gelişmesine yönelik “doğal bir yanıt”
olarak açıklanmasına” karşı çıkmıştır. (Becerikli, 2008:
48) Yani kitle iletişim araçları gelişti ve halkla ilişkiler ortaya çıktı/gelişti şeklindeki argümanı kabul
etmemektedir. Ona göre halkla ilişkilerin meslek haline gelmesi toplumsal fonksiyonların
farklılaşmasıyla ilişkilidir. “Pazarların genişlemesi,
nüfusun artması, teknolojik gelişme, refah düzeyinin yükselişi gibi nedenler, yani Endüstri Devrimi’yle
beraber gelen bütün durumlar etkili olmuştur. Bu nedenle halkla ilişkilerin doğuşu devrimsel değil, evrimsel bir süreçtir. (akt. Becerikli, 2008: 48)
• Pimlott’un bu konuyla ilgili argümanları şöyledir:
1) Örgütlerin büyümeleri ve karmaşık hale
gelmeleri nedeniyle kamularıyla olan iletişimleri zorlaşmıştır. Ayrıca kamular (çalışan, müşteri,
hissedar vb) çok sayıda alt kamuyu kapsar hale gelmiştir. Bu gelişme onların kamulardan
uzaklaşmasına, anlaşılmaz hale gelmesine neden olmuştur. (Becerikli, 2008: 48-49)
2) Bu nedenlerden dolayı genişleyen iletişim boşluğunu kapatmaya yönelik ihtiyaç artmıştır.
(Becerikli, 2008: 49)
3) Her ne kadar kitle iletişim araçları halkla ilişkiler evriminde temel olsa da teknolojik
determinizmden kaçınmak gerekir. (Becerikli, 2008:
49) Sonuçta medya karmaşıklaştıkça örgütler de buna yönelik uzmanları istihdam etmeye
yönelmişlerdir. Bugünkü örgütlerde çalışan dijital
iletişim ya da sosyal medya uzmanlarını örnek
olarak düşünebiliriz. ,
4) Bu açıdan Pimlott’a göre halkla ilişkiler demokrasiyle ilgilidir ama “bu durum Hiebert için demokrasinin
oynadığı temel bir açıklama türü değildir. Bunun yerine Pimlott halkla ilişkilerin ekonomik, teknolojik ve
toplumsal değişim gibi bir çok nedenden kaynaklı bir biçimde değişen çevrenin taleplerine yönelik olarak rasyonel, üst düzeyde, işlevsel ve yönetimsel bir yanıt
olduğunu ifade eder. Pimlott halkla ilişkilere oldukça nötr ve işlevsel bir açıklama biçimi getirmiştir ancak ideolojik bir konum olarak halkla ilişkileri açıklamamıştır. Örgütler çevrelerine uyarlanarak ya da çevrelerini düzenlemeye çalışarak yasamak zorundadırlar ve uzmanlaşmış halkla ilişkiler rolleri bunları gerçekleştirmeye çalışırlar.”
(Becerikli, 2008: 49)
Tedlow ise Amerikan iş dünyasının eskiden beri kamuoyunun onayına ihtiyaç duyduğunu belirtir.
Halkla ilişkiler öncesinde iş dünyasının gizemli, duygusuz olduğu varsayımını kabul etmez.
(Becerikli, 2008: 49) “Tedlow halkla ilişkileri;
ekonomik, teknolojik ve toplumsal boyutlu bir dizi değişime, örgüt yönetimlerinin bir yanıtı olarak
görür ve örgütlerin, demokrasinin ideolojik
anlamlar yüklü diline daha az mali kaynak ayırarak
daha fazla etkinlik ve verimlilik sağlamak için sarf
ettikleri çabanın bir parçası olarak görür (Becerikli,
2008: 50).
Dallas Smythe, Marksist perspektiften halkla ilişkiler evrimini, “kitle iletişiminin materyalist-
realist teori olarak adlandırdığı bir bakış açısından yapar” (Becerikli, 2008: 50). Ona göre kapitalist ülkelerde kitle medyası “tüketim malları üreten is dünyasındaki örgütlere bir meta olarak izleyici
oluşturur ve pazarlar.” Halkla ilişkiler reklam
dışında kalan diğer ürünlerin içerini etkilemek
amacındadır.
19.yy’dan 20.yy’a geçişte insanlar iş dünyasının
uygulamalarına öfke duymaya başlamıştır. “Hiebert bu süreci kapitalizm için bir kriz olarak nitelendirir. Lee bu süreci is
dünyası ve halk arasındaki karşılıklı anlayışın yokluğuyla ilintilendirir. Oysa Smythe’e göre; gerçek sorun anlayış yokluğu değil halkın her şeyi gerçek anlamıyla fark
etmesidir.” Buna ek olarak iş dünyasında “büyüme” sorunu ortaya çıkmıştır. Örgütler daha büyük pazarlara ihtiyaç
duymaya başlamışlardır. “Bu noktada tüketici olarak görülen insanlar üzerinde bir hegemonya, kültür ve iletişim yoluyla bilinç üzerinde bir tahakküm kurma sorunu ortaya çıkmıştır.”
(Becerikli, 2008: 50-51). Bu açıdan Smythe kapitalist sistemin devamında bilincin rolüne vurgu yapmaktadır. Halkla ilişkiler faaliyetleri meşruiyet krizlerine verilen yanıttır. (Becerikli,
2008: 51)
Olasky’nin halkla ilişkiler tarihine yönelik analizi ise Smythe’inkiyle farklılıklar taşımaktadır. İkisi de
“halkla ilişkilerin büyük firmalar tarafından
pazarları kontrol etmek ve verimliliği artırmak için kullanılan bir strateji olduğu konusunda
hemfikirdirler.” Ancak Smythe sol perspektiften, Olasky serbest pazar muhafazakârlığından analize yaklaşırlar. Olasky çizgisel doğrultuda, ilerlemeci bir yaklaşımın yanlış olabileceğini söyler. Yani basın
ajansı kamuyu bilgilendirme tek yönlü
simetrik iki yönlü simetrik.
En son çizgide halkla ilişkiler uzmanlarının kamu çıkarına hizmet etme duygusuyla motive oldukları açıklanır. Halkla ilişkiler tarihi dürüst biçimde
okunduğunda “uzmanların etik kurallara bağlı olarak davrandıklarına ilişkin açık kanıtlar yoktur….
Olasky’ye göre belli başlı kurumsal halkla ilişkiler yöneticileri hükümet ve is dünyasındaki büyük
örgütler arasındaki iş birliğini güçlendirerek serbest girişimi yok etmeye çalışmışlardır. Kurumsal halkla ilişkiler yöneticileri daha küçük rakiplerini ortadan kaldırmak ve kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için ekonomik düzenlemeleri desteklemişlerdir”
(Becerikli, 2008: 51-52).
Olasky, Hiebert’in demokratik ideallerin şampiyonu olarak tasvir ettiği Ivy Lee’yi farklı yorumlar:
“Lee’nin kontrolü sağlamaya yönelik bir uzman ve propagandacı olduğunu belirterek, onun kolektivist cepheye sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve eylemlerinin bireysel özgürlük ve seçim sansını azalttığını
vurgular.” (Becerikli, 2008: 52)
1984’te Bernays ile röportaj yapan Olasky, halkla ilişkiler felsefesine ilişkin şunları keşfeder:
“a) Kitleler arasında duygu mantıktan daha güçlüdür.
b) Kitlelerin halkla ilişkiler teknikleri yoluyla manipülasyonu, kaosu önlemenin ve kamu
düzenini sağlamanın bir yoludur.” (Becerikli, 2008:
52)
James Grunig ise “Olasky’i, hükümet ya da dışarıdaki grupların müdahalesi olmadan özel tesebbüsün
çıkarlarını sürdürmesi için özerk olması gerektiğini savunduğundan dolayı ‘muhafazakar liberal’ olarak
tanımlar. Ayrıca Olasky özel sektörün çıkarlarını halkla ilişkiler uzmanları aracılığı olmadan sürdürmesi
gerektiğini savunmaktadır. Marksist perspektiften konuya yaklaşanlar da halkla ilişkilerin var olmadığı bir toplum özlemi içindedirler. Grunig hem Olasky’nin hem de Marksistlerin bir noktayı gözden kaçırdıklarını belirtmektedir. Ona göre, iki yönlü simetrik model
hem örgüt hem de toplum yararına bir potansiyel sunmaktadır” (Becerikli: 2008:53)
“Halkla ilişkiler üzerine geliştirilen tarihsel
perspektifleri özetleyecek olursak, halkla ilişkilerin
19. yüzyılın son çeyregi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde
ortaya çıktığını ve belirleyici ekonomik, teknolojik
ve toplumsal değişimler bağlamında yükseldiğini
söyleyebiliriz.”
“• İş dünyasındaki rekabetin yol açtığı bir kriz monopol kapitalizme neden olmuştur.
• Toplumda genel olarak örgütlerde ve uzmanlaşmada bir artış olmuştur.
• Gruplar arasındaki iletişim sorunları artmaya başlamıştır.
• Pazarlama ve yönetim alanlarına ilişkin bilimsel yaklaşımlarda bir ilerleme gözlenmiştir.
• Genel olarak teknolojide özel olarak da kitle iletişim tekniklerinde ilerlemeler kaydedilmiştir.
• Genel olarak eğitim düzeyinde bir artış gerçekleşmiştir.
• Değerlerde bir değişim gerçekleşmiş ve insanlar arası eşitliği savunan bir anlayış yükselişe geçmiştir.” (Becerikli:
2008:53)
Wise, halkla ilişkiler tarihi üzerine getirilen yaklaşımları dört grupta sınıflandırır:
1. İlerlemeci tarihçiler (1910-1950 arası, ABD yaşamı durgun ve sorunsuz olarak nitelerler. Örn. Hiebert) 2. İlerlemecilik karşıtı tarihçiler (1950 sonrası, tarihsel
geçerlik daha karmaşıktır derler. Tedlow ve Olasky) 3. Yeni sol tarihçileri (1960 sonrası, Smythe)
4. Yeni sağ tarihçileri (Olasky) (Becerikli: 2008:54-55) Örneğin L’Etang’da halkla ilişkilerin ilerleme mantığına dayalı dört modelle tarif edilen tarihsel anlatıyı
eleştirmektedir. “Bu anlatının “tarihsel gelişimin farklı patikalarının” olduğu kültürlere uygun olmadığını
savunmaktadır” (Aktaş vd. 2013: 21).
• PEKİ TÜRKİYE’DE DURUM NE?
Türkiye’de halkla ilişkiler tarihi nasıl ele alınıyor?
“Türkiye’de yazılmış halkla ilişkiler kitaplarının
hemen hemen tümü halkla ilişkilerin tarihini
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki halkla ilişkiler
uygulamalarının tarihi olarak alırlar.” (Kazancı,
2006: 5).
• Türkiye’de halkla ilişkilerin gelişimine baktığımızda 1960’lı yıllarda kurumsallaşmaya başladığını, akademik bir alan olarak belirdiğini görüyoruz. ABD’de kökenleri 19.yy’a kadar uzanırken Türkiye’deki kısa geçmişin nedeni ihmal ya da gecikmeden değildir. “Toplumsal, ekonomik ve
siyasal iklimin ancak anılan yıllarda şekillenmiş
olmasındandır.” (Aktaş vd. 2013: 9). 1960’lı yıllardan önce tam olarak bilinçli, planlı, düzenli faaliyetlerden söz etmek mümkün olmasa da uygulamalar var. 1960-80 arasında
ise “Türkiye’de halkla ilişkilerin ‘planlı, sistematik ve tanımlanmış’ bir çaba olarak biçim kazandığı ve
meslekleşme yönünde girişimlerin başladığı” (Aktaş vd.
2013: 10) görülmektedir.
• Ancak daha önceki dönemde de bu faaliyetlerden bahsetmek mümkündür.
KAYNAKÇA
• Yıldırım Becerikli, Sema (2008). “Tarih Yazıcılığı ve Halkla İlişkiler: Farklı Tarih Yazımları Üzerinden Bir Karşılaştırma”, İÇİNDE "...ve Halkla İlişkiler:
Şeytanın Avukatlığından Arabuluculuğa; Bir Disiplinin Eleştirel Analizi", Karınca Yayınları, Ankara, ss. 47-58.
• Kazancı, Metin, (2006), “Osmanlı’da Halkla İlişkiler” Selçuk İletişim, 4(3): 5-20.
• Aktaş Melike, Geçtürk Hızal, Senem G. Ve Özdemir, B. Pınar (2013), “Türkiye’de Halkla İlişkiler Tarihi, Kurumsallaşma Yılları 1960-1980., De-Ki Yay.
Ankara.