• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Halk Partisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Cumhuriyet Halk Partisi"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhuriyet Halk Partisi

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, “CHP Cemaatle işbirliği yaptı’ diyen R.T.Erdoğan’a, “Şerefin varsa ispatla” diye çağrı yaptı.

Tarih : 29.04.2014 - ” A ç ı k v e n e t ç a ğ r ı d a

b u l u n u y o r u m ; şerefin varsa, ç ı k a r s ı n b u n u b e l g e l e r i n l e ortaya koyarsın…”

-“24 Kasım 2013 tarihinde “Şimdiye kadar cemaatteki kardeşlerimiz ne istediler de vermedik” diyen ben değildim, sendin”

-”Biliyorsunuz, birine ‘kardeşim’ diyorsa elinde hançer bekliyor demektir.

Erbakan’a da Kaddafi’ye de, Esad’a da kardeşim diyordu. Senin kardeşin, 12 yıl beraber çalıştınız, beraber yönettiniz. Niye dönüp bizi suçluyorsun?”

-“Şimdi ben şunu öğrenmek istiyorum; ‘Ne isteniz de vermedik’ diyor. Peki, Ne istediler, neler verdin sen? Onu çık bir anlat bakalım”

-“22 Nisan 2014 tarihinde de ‘bunların elinde şantaj kasetleri var’ diyor. ‘Bu devletin en tepesinden en aşağısına kadar, Cumhurbaşkanın da benim de Genelkurmay Başkanın da var’ diye konuşuyor. Ben merak ediyorum, bu şantaj kasetlerini sen nereden biliyorsun?”

-“Ben onun O şantaj kasetlerini gözlüğünü takarak nasıl izlediğini çok iyi biliyorum.

Sorun şu; O şantaj kasetleri senin önüne nasıl geldi? Sen kiminle beraber izledin? Çıkıp bunu açıklaması lazım.Debelenmesine gerek yok. Adam gibi herkesin anlayacağı sorular soruyorum, Senden de adam gibi cevap bekliyorum”

CHP Lideri Kılıçdaroğlu Grup konuşmasında R.T.Erdoğan’a CHP-Cemaat ilişkisi

(2)

konusunda hodri meydan dedi ve sorularına adam gibi cevap isteyerek şunları söyledi;

CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Değerli milletvekilleri, grubumuza gelen değerli yurttaşlarımız; hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.

(Alkışlar)

Bir toplumda huzurun kaynağı herkesin gelir elde etmesidir, alın teriyle kazanmasıdır, akşam evine huzur içinde dönmesidir. Hepimizin ortak amacı budur. Aslında bu amaç, insanlığın ortak amacıdır. Çalışmak, üretmek, kazanmak, paylaşmak bunların hepsi çok güzel. Bunları sağlamak için yasalar çıkar, çalışanlar güvence altına alınır, iş kazalarının olmaması için her türlü önlemler alınır. Önümüzde 1 Mayıs var; işçinin bayramı, emekçinin bayramı, baharın bayramı, alın terinin bayramı, defalarca söylenir de söylenir. Bazen yasaklanır, bazen bayram olarak kabul edilir. Geldiğimiz noktada şimdilik bayram olarak kutlayacağız. Umarım 1 Mayısta canlar yanmaz, umarım 1 Mayısta provokasyonlar olmaz, umarım 1 Mayısta insanlar bayramlarını yaşarlar ve akşam evlerine huzur içinde dönerler. En büyük arzumuz bu.

Değerli arkadaşlarım, çalışanların temel sorunlarından birisi de iş güvencesidir, iş kazalarına karşı önlem almak gerekiyor. Size bazı rakamlar vermek isterim. Belki 1 Mayıs öncesi böyle bu rakamları vermek ne kadar doğru böyle ama 1 Mayısta meydanlara çıkanların haykırdıkları rakamlar bunlar. İş kazaları sonucu hayatını kaybedenlerde Avrupa’da birinciyiz, dünyada üçüncüyüz. Şu soruyu sormamız gerekiyor: Neden Avrupa’da en çok iş kazaları Türkiye’de oluyor ve neden insanlarımız en çok Türkiye’de ölüyor ve neden biz dünyada üçüncü ülkeyiz? Neyimiz eksik, bunun oturulup düşünülmesi lazım. Bakanlık derseniz var, koskoca bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı var ama ne çalışma var orada ne de sosyal güvenlik. İnsanlar ölüyor, onlar sadece seyrediyorlar. 2013’ün on iki ayında toplam 1 235 işçi hayatını kaybetti, yaralananlar hariç. Bu az rakam değil arkadaşlar. Üstelik bunlar çalışırken hayatlarını kaybediyorlar. 2014’ün ilk üç ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 276, 276 kişi çalışırken hayatını kaybediyor. Oturup düşünmemiz gerekiyor neden bu ölümler oluyor?

Kim önlem almıyor? Neden önlemler alınmıyor? Bunları kader olarak tanımlamak doğru değil. Başka ülkeler önlem alırken biz neden önlem almıyoruz? İnsanlarımızın hayatı bu kadar ucuz mu? Şimdi, iş kazası sonucu hayatını kaybeden kişilerin aileleri bir araya geldiler, örgütlendiler ve hak aramaya başladılar. Onları yürekten kutluyorum. Hakkınızı arayın, biz de sonuna kadar sizin arkanızda olacağız. (Alkışlar)

Çocuk işçilik de var bizim ülkemizde. Yasa da tanımlamış: 14 yaşını bitirmiş, 15’inden gün almamış, ilköğretimini tamamlamış işçiye çocuk işçi diyoruz. Değerli arkadaşlarım, ölen 1 235 işçiden 59’u çocuk işçi. İnsan üzülüyor. Onların anneleri ve babaları var.

Onlar çalışacak, çocukları çalışıp eve ekmek getirecekler. Aslında onların okumaları gerekiyordu ama hayat şartları o çocuğun çalışmasını zorunlu kılıyor demek ki. Bunun üzerinde de hepimizin düşünmesi gerekiyor. Bu çocukların topluma kazandırılması gerekiyor. Hangi işte, hangi koşullarda bu çocuklar çalıştırılıyor, hepimizin 1 Mayıs öncesi ve sonrası düşünmemiz gerekiyor. Çocuk işçi hayatını kaybederken tipik bir örnek vereceğim size değerli arkadaşlarım. Ahmet Yıldız, 13 yaşında, bir kimya atölyesinde çalışıyor. İş kazası sonucu hayatını kaybetti, hastaneye götürülürken “trafik kazası geçirdi” diye hastaneye götürdüler. Büyük bir ihtimalle sigortası da yoktu. O zaman hep beraber düşünmemiz gerekiyor. 2013’te ölen 1 235 işçinin 103’ü de kadındı, kadın işçiler, onlar da hayatlarını kaybediyorlar. Hepimizin üzerinde düşünmesi gereken

(3)

sorular bunlar değerli arkadaşlar.

Eminim biz üzerinde düşünüyoruz, asıl olan devleti yönetenlerin düşünmesidir, iktidarda olanların düşünmesidir. Onlar ceplerini düşünüyorlar, onlar bunları düşünmüyorlar.

Merdiven altı atölyelerde çalışan, zor koşullarda çalışan binlerce, on binlerce işçi var, hangisinin sigortası var? Hangisinin sendikası var? Hangisinin grev, toplusözleşme hakkı var? Sözde sosyal devletiz! Hangi sosyal devlet? Masaya yatırmamız gereken konulardan birisi de sosyal devlettir. Devlet, vatandaşına kucak açmak zorundadır.

Baskıyla, şiddetle bu sorunları önleyemezsiniz. İnsanın hayatını mal oluyor, az önce verdiğim rakamlar bunu gösteriyor.

Değerli arkadaşlarım, sosyal devleti bizim anayasamız da öngörmüş. Evrensel kuralları var, uluslararası kuruluşlar var sosyal devleti denetleyen kuruluşlar Uluslararası Çalışma Örgütü gibi. Haklar var; grev hakkı, toplusözleşme hakkı, örgütlenme hakkı, asgari ücret buna benzer pek çok evrensel kabul edilmiş kuralları içeren haklarımız var ama Türkiye’de yürek yakan bir başka alan daha var, taşeron işçilik. Türkiye’nin gündemine taşeron işçiliği taşıyan parti Cumhuriyet Halk Partisidir, bütün arkadaşlarımın bunu bilmesini isterim çünkü biz alın terinden yanayız. Çünkü biz örgütlenmeden yanayız.

Çünkü biz herkesin hak ettiği ücreti almasından yanayız. Taşeron işçisi ise ömür boyu asgari ücrete mahkûm olan kişidir; grev hakkı yoktur, toplusözleşme hakkı yoktur, iş güvencesi yoktur, hak arama yetkisi yoktur, adı çağdaş köleliktir. Bunun üzerinde her zamankinden daha fazla duracağız. En büyük taşeron ise devletin kendisidir. Şu anda resmi rakamlara göre taşeron işçi sayısı 660 bini aşmış durumda sadece kamuda.

Hayatını kaybedenlerin çoğu da maalesef taşeron işçileridir.

Değerli arkadaşlarım, ister taşeron işçisi olsun, ister çocuk işçi olsun, ister kadın işçi olsun, ister sendikalı, grevli, toplu sözleşmeli hakkı olan işçi olsun herkes vergi veriyor ve demokrasilerin çıkış noktası ödediğimiz vergilerin hesabını sormaktan başlıyor. Ben vergi ödüyorum, bu paralar nereye harcanıyor? Geçen günlerde bir yönetmelik yayımlandı arkadaşlar, 19 Nisan 2010 tarihli Resmî Gazetede. İhale yapıyorsunuz, ihale mevzuatını değiştiriyorsunuz, adamınıza ihale veriyorsunuz, kuralları buna göre koyuyorsunuz, yasaları değiştiriyorsunuz, yönetmelikleri değiştiriyorsunuz kuralları, yönetmelikleri değiştirdikten sonra adamınıza ihaleyi veriyorsunuz ama karşılığında iki temel şey istiyorsunuz. Bir, sana ihale verdim, git benim oğlumun kurduğu vakfa para ödeyeceksin. Bunun adı nüfuz ticareti, açıkça rüşvettir, götürüp parayı oraya yatırıyor.

İki: Yetmiyor tabii bu, başka şeyler de istiyorlar onlardan. Havuza para koyacaksın, kendi medyamı oluşturacağım diye. Bunlar bizim bildiğimiz ve kanıtladığımız olaylar, olgular. Şimdi, yeni bir şey çıkardılar. Büyük ihaleler karşılığında devlet onların borçlarını üstlenecek, bir anlamda garanti edecek. Neden? Mali disiplin kalmadı. 2001 kriz öncesi bile böyle bir uygulama yoktu. Büyük ihale veriyorsunuz kredi bulamıyorlar çünkü bankalar bakıyorlar bu bitmez “Kredi vermiyoruz” diyorlar. O zaman araya AKP giriyor “Onun bütün borçlarını ben üstleniyorum, siz ona kredi verin” diyor. Kimin parasını kime veriyorsunuz? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını garanti olarak onlara gösteriyorsun. Bu konu bizim cumhuriyet tarihimizde bir ilktir arkadaşlar. Büyük rakamlar için verilecek bu, Borç üstlenim anlaşması. Yönetmelikte bir hüküm daha var.

Kiminle borç üstlenildiğini Resmî Gazetede yayımlamayacaklar yani vatandaş bilmeyecek. Hani, devlet saydamdı? Kime ne kadar garanti verildiğini kimse bilmeyecek.

Bu, gündeme getirildi, komisyonlarda getirildi, Genel Kurulda getirildi, yasasını

(4)

çıkardılar, şimdi de yönetmeliğini çıkarıyorlar ve uygulamaya koydular değerli arkadaşlarım. Bunun adı ihaleye fesat karıştırmaktır. Diyeceksiniz ki ihaleye nasıl fesat karıştırıyorlar? Eğer benim bankalardan alacağım borca, krediye Hazine kefil olacak idiyse baştan söylerlerdi belki ben de ihaleye girerdim. İhaleler bitmiş, adamlarına vermişler, şimdi kefil oluyorlar. Bunun adı ihaleye fesat karıştırmaktır. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım. İhale yasasını tam 32 kez değiştirdiler, ihale mevzuatını yüzün üstünde değiştirdiler nasıl yandaşlarımıza ihaleler veririz ve kaynakları nasıl aktarırız diye. Bir özel bankanın yaptığı çalışma var. “Bu şekliyle borç üstlenim anlaşmasının tutarı 53 milyar dolara ulaşabilir” diyor. Herkesin bu rakamı iyi bilmesi lazım özellikle de ekonomi çevrelerinin.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki hafta Parlamentoya fezlekeler gelecek. Diyorlardı ya

“dublajdır, montajdır” vesaire fezlekeler gelecek. Beş aydır sürüyor, fezlekeler görüşülmüyordu. Şimdi, fezlekeler görüşülecek ama günü pazartesi günü olarak seçmişler, Parlamentoda pazartesi günü görüşülecek. Neden? Pazartesi günü Meclis televizyonu yayın yapmıyor. Hani siz korkmuyordunuz? Niye korkuyorsunuz? Halk bilmesin, öğrenmesin! Niye bilmesin, öğrenmesin? Madem 4 bakanla ilgili ciddi fezlekeler var, yolsuzluk olayları varsa ve Parlamentoda görüşülecekse millet de seyretsin. Unutmuyorum, bir lockheed yolsuzluğu vardı uçak alımları dolayısıyla 70’li yıllarda. Japonya’da da bu konuda suçlanmıştı, orada da bazı kişiler rüşvet almışlardı, Türkiye de dâhildi bunlara. Bütün ülkelerde aydınlandı, sadece Türkiye’de aydınlanmadı.

Japonya’ya yolsuzluk soruşturmasını ve davasını canlı olarak bütün Japonya’ya izletti.

Şimdi biz dosyaların üstünü kapatıyoruz. Ne diyordu bunun bir danışmanı: “Biz Meclis televizyonunu kapattık, siz alt yazı geçiyorsunuz, olur mu öyle şey?” “Meclis televizyonunu kapattık” diyordu, bunun için kapatıyorlar. Ama biz, görevi üstleneceğiz yine. Bütün bu ilişkileri götürüp kamuoyuna aktaracağız. Görüntüyse görüntü, sesse ses, bütün bunların hepsinin hesabını soracağız değerli arkadaşlarım.

4 bakan nasıl rüşvet aldılar? Kimler tarafından satın alındılar? Kaç lira rüşvet aldılar?

Rüşveti nasıl aldılar? Bunlar nasıl belgelendi önümüzdeki süreçte bunların tamamını göreceğiz ve öğreneceğiz. Tabii, bir şey daha bekliyoruz. Erdoğan’la ilgili de bir fezleke bekliyoruz. Paraları sıfırlama için oğluna talimat veriyor, arta kalan 30 milyon avro ile villa aldırıyor, bunları da bekliyoruz. Yürekli bir savcı, namuslu bir savcı, ülkesine karşı sorumluluk hisseden bir savcı, hukuk fakültesinin hakkını veren bir savcı arıyoruz.

Dürüst, namuslu, yürekli, yiğit bir savcı arıyoruz, korkmayan bir savcı arıyoruz, cesur bir savcı arıyoruz. (Alkışlar) Böyle bir savcı çıkacaktır, çıkmaması mümkün değil. Yoksa biz bütün bu hukuk fakültelerini kapatmak zorundayız. Eğer bir yerde rüşvet varsa, yolsuzluk varsa iktidarın baskısına rağmen o fezlekeler parlamentoya gelecek. Daha iki konuda Adana ve İzmir onların fezlekeleri de gelecek, onları da bekliyoruz. Ülkesini sevenlerin cesur olması lazım. Aydın olmak sıradan bir olay değildir, halkın önderidir onlar. Hem hukukun üstünlüğü diyeceksin hem korkacaksın, olmaz. Hukukun üstünlüğü diyen adam söylediği sözün arkasında duracak. Ben hukuk adamıyım diyecek, gereğini yaparım diyecek. Hukuk adamıyım diyecek, bu ülkede herkesin hakkını ben korurum diyecek. Unvanında ne var? Cumhuriyet savcısı var. Hiçbir unvanda yok cumhuriyet sözcüğü, onun unvanında var. Cumhuriyeti seviyorsan gereğini yapacaksın. Siyaseti kirlilikten arındırmak cumhuriyet savcılarının görevidir ve biz bunu bekliyoruz. Cesur, yiğit, namuslu insanlar bekliyoruz. Ne diyordu İnönü? “Namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır.” Bunu çok eskiden söylüyordu. Şimdi, aynı şeyi söylüyorum: “Namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır.”

(5)

İstedikleri kadar yasaklasınlar Meclis televizyonunu ama biz bunu kamuoyuna taşıyacağız.

Hukuk, hepimizin üstünde titremesi gereken bir noktadır. Demokrasi ve hukuk zaafa uğrarsa ülkenin geleceğinde totaliter sistem egemen olur. Tarihten örnek vereceğim bugün makamlarında oturan savcılara ve hâkimlere örnek olması açısından. 1958’li yıllar, Şubat 1958 büyük baskılar var. Hukuk askıya alınmış, demokrasi askıya alınmış, Parlamentoda komisyonlar kurulmuş, Cumhuriyet Halk Partisinin mal varlığına el konuluyor, CHP’nin Genel Sekreteri Kasım Gülek Karadeniz’den tutuklanıp getiriliyor ve cezaevine atılıyor. Bir yürekli kişi, Hüseyin Nail Kübalı demokrasi ve hukuk konusundaki endişelerini yürekli bir şekilde dile getiriyor. Hukuk fakültesinde profesör olarak görev yapıyor. O zaman üniversitelerin özerkliği yok. Sen misin demokrasi ve hukuktan bahseden, üniversiteden alıyorlar Milli Eğitim Bakanlığının kadrosuna çekiyorlar “Sen burada kızakta bekleyeceksin” diye. Toplum tepkisi oluşuyor, 40 gün sonra tekrar üniversiteye iade ediyorlar. İade edildiği gün, 40 gün sonra iade edildiği gün 10 Nisan 1958’de şunları söylüyor: “Bugünkü siyasi, iktisadi ve içtimai güçlüklerimizi artırdığı ve artıracağı kanaatine vardığım her yeni karar ve tedvir karşısında mevkiim, unvanım ve vicdanımın bana emreylediği normal ve meşru vazifeyi en ufak bir yılgınlık eseri göstermeden ifaya devam edeceğim tabiidir” diyor. “İstediğiniz kadar baskı yapın vicdanımın sesini dinleyeceğim ve gereğini yapacağım” diyor 40 gün sonra üniversiteye iade edildiğinde. Bunu söyledikten sonra İstanbul Üniversitesinin o zamanki senatosu buna bir ay süreyle derslere girmeme cezası veriyor, Kübalı derslere girmiyor bir ay süreyle. Bir ay sonra derslere başlıyor. Başladığı gün 13 Mayıs 1958’de şunları söylüyor:

“İnsanlık ve vatandaşlık faziletlerine ve medeni cesarete sahip olmamız gerektiğini iyi biliniz ve hiçbir zaman unutmayınız ki milletimizin alın yazısını tayinde siz aydınların hissesine düşecek şeref ve vebal çok büyük olacaktır.” diyor. “Eğer aydınlar itiraz edecekse hukuksuzluğa şeref size ait olacaktır” diyor. Boyun eğerseniz vebaliniz büyük olacaktır” diyor 1958’de. Onun için hukuk bu kadar önemlidir. Hukukun üzerine bu kadar titriyoruz. Herkesin adalet arayışı içinde olduğu bir Türkiye’de hukuku yüceltmemiz gerekiyor. Hukukun olmadığı yerde totaliter rejim vardır.

Değerli arkadaşlarım, hukukun olmadığı yerde totaliter rejim var ama hukukun olmadığı yerde hiç kimsenin güvencesi yoktur diktatörler dâhil, onların da güvencesi olmaz.

Onlar her zamankinden fazla baskı yaparlar, korktukça baskılarını artırırlar. Tipik bir örneği bu kez günümüzden vereceğim. 15 Nisan 2014, Avrupa Birliğinden sorumlu bakan Mevlüt Çavuşoğlu: “Öyle bir süreç yaşıyoruz ki herkes evinde, ofisinde kendini güvende hissetmiyor. Böyle bir ortamda kimse kendini güvende hissetmiyor. Sayın Başbakanımız da kendini güvende hissetmiyor, zaten kendisi de söylüyor.”

Değerli arkadaşlarım, dönüp kendimize sormamız gerekiyor: 12 yıldır bu ülkeyi yönetenler kendilerini güvende hissetmiyorlarsa sokaktaki sade vatandaş kendisini nasıl güvende hissedecek? (Alkışlar) Söylüyor Başbakanlık koltuğunda oturan zat, bu ülkeyi bu hâle kim getirdi? 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsun sen ve kendin “Ben kendimi güven içinde, güvende hissetmiyorum” diye söylüyorsun. Vatandaş ne yapacak o zaman? Asıl üzerinde durmamız, asıl tartışmamız gereken konu bu. Bir ülkenin Başbakanı kendini güvende hissetmiyor, dönüp şikâyeti vatandaşa yapıyor. Bu ülkeyi demek ki sen yönetmiyorsun. Taşeronlara yönetiyordun sen bu ülkeyi. Yönettiğini sanıyordun. Usta değil, emin ol sen çırak bile olamazsın. (Alkışlar)

(6)

Diyeceksiniz ki peki, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda hiç uyarı yapmadı mı?

Defalarca ama defalarca uyarı yapıldı. Türkiye’nin iyiye gitmediğini, hukukun üstünlüğünün yara aldığını, demokrasinin zedelendiğini defalarca ama defalarca dile getirdik. En son, telefon dinlemeleriyle ilgili 28 Ocak 2009’da bir milletvekili arkadaşımız çıkıyor ve “telefonlarımız dinleniyor. Bunlar doğru değil, Türkiye nereye gidiyor?” diye kaygılarını dile getiriyor. Bu işten sorumlu olan bakan çıkıyor kürsüye ve cevap veriyor: “Yanlış işiniz, yasal olmayan işiniz yoksa dinlenmekten korkmayın” diyor.

“İşiniz yasalsa, hesabını veremeyeceğiniz bir şey yoksa niye korkuyorsunuz?” diyor. Biz zaten korkmuyoruz ki. Sen korkuyorsun şimdi çünkü hesabını veremeyeceğin çok iş var senin.” Madem yasal iş yapıyorsun niye korkuyorsun? Yaptığın işlerin tamamı yasa dışı, geldiğimiz nokta budur. Bir bakanın çıkıp Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden

“Telefonlar dinlenebilir, niye korkuyorsunuz?” diyor. Bu noktaya geldi Türkiye.

Değerli arkadaşlarım, zaman zaman bizi de eleştirirler. Başbakanlık koltuğunda oturan zat bizi de eleştirir. Eleştirebilir, eleştiriye her zaman saygı gösteririm ama eleştirinin samimi olması ve doğru olması lazım. Biz onlar gibi değiliz çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Çünkü biz demokrasiyi savunuruz; çünkü biz eleştiriye saygı gösteririz.

Samimi olursa eleştiri her eleştiriden de ders çıkarırız, gocunmayız. Bize eleştiri “Siz cemaatle işbirliği yapıyorsunuz” diye. Kendisine çok açık ve net çağrıda bulunuyorum:

Şerefin varsa çıkarsın bunu belgeleriyle ortaya koyarsın. Ben de derim ki ya, doğru, biz bunu yapmışız. (Alkışlar) Yapabilir misin? Açık ve net söylüyorum: Şerefin varsa ispat edersin. Bu kadar basit. Ama kendisi ne diyordu? 24 Kasım 2013 “Şimdiye kadar cemaatteki kardeşlerimiz bizden ne istediler de yapmadık.” Biliyorsunuz birisine

“Kardeşim” diyorsa, elinde hançer arkadan bekliyor demektir. Erbakan’a da diyordu, Kaddafi’ye de diyordu, Esad’a da diyordu. (Alkışlar) Şimdi, senin kardeşin, 12 yıl beraber yönettiniz, beraber çalıştınız niye şimdi dönüp bizi suçluyorsun? Şimdi, ben şunu öğrenmek istiyorum: “Ne istediniz de vermedik” diyor. Neyi öğreneceğiz? Ne istediler, neler verdin sen? Çık, onu bir anlat bakalım. Neler verdin sen? Önce onu bir anlat bakalım. (Alkışlar)

Bir açıklama daha yapıyor, o da çok ilginç, hep böyle arka arkaya itiraflar geliyor. 22 Nisan 2014 “Bunların elinde şantaj kasetleri var” diyor. “Bu devletin en tepesinden en aşağısına kadar Cumhurbaşkanının da benim de vardı, Genelkurmay Başkanının da var.” Şimdi merak ediyorum: Bu şantaj kasetlerini sen nereden biliyorsun? Ben onun bildiğini çok iyi biliyorum ama, adım gibi biliyorum. O şantaj kasetlerini gözlüğünü böyle takarak nasıl izlediğini de çok iyi biliyorum. Sorum şu: O şantaj kasetleri senin önüne nasıl geldi? O şantaj kasetlerini sen kiminle beraber izledin? Çıkıp bunu açıklaması lazım.

Debelenmesine gerek yok. Ben, adam gibi net, açık, herkesin anlayacağı sorular soruyorum, senden de adam gibi cevap bekliyorum. (Alkışlar) Verir mi? Vermez.

Değerli arkadaşlarım, hukukun üstünlüğünü savunurken elbette ki devletin bütün kurumlarının hukuk çerçevesi içinde çalışmasını isteriz. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir. Bizim tarihimiz sadece bir ulusal kurtuluş savaşından ibaret değildir, onun başarısından ibaret değildir. Cumhuriyetin tarihi ulusal bağımsızlık savaşıyla başlar ama cumhuriyetin tarihi aynı zamanda ekonomiyi geliştirme tarihidir, onun mücadelesidir, ekonomiyi güçlendirme tarihidir, onun mücadelesidir. Çağdaş uygarlığı yakalama tarihidir, onun mücadelesidir. Demokrasiyi ve hukuku savunma mücadelesidir.

Cumhuriyetin tarihine baktığınızda bütün bunları görebilirsiniz. Amaç ne idi? Bütün kurumların hukuk içinde çalışmasıydı yani kurumların bir siyasal iktidara değil millete

(7)

hesap vermesiydi, devlete ait olmasıydı. Biz devletimizi severiz, güçlü bir ordumuzun olmasını isteriz. Biz devletimizi severiz, güçlü bir emniyet örgütünün olmasını isteriz. Biz devletimizi severiz, güçlü bir Merkez Bankası olmasını isteriz ama hukuk içinde çalışmak koşuluyla, hukukun üstünlüğüne inanma koşuluyla, yasalarla tanımlanan görevler içinde çalışmak koşuluyla, siyasal iktidarın emrinde sadece ona hizmet eden bir kurum niteliğinde olmamak koşuluyla. Devlet dediğiniz budur, kurucusu millettir. Kurumlar kime karşı sorumludur? Millete karşı sorumludur, böyle bakmamız gerekiyor. Milli İstihbarat Teşkilatı Yasasını geçirdiler ama Anayasa’ya aykırı, herkes bekliyor ne olacak diye. Anayasa Mahkemesine götüreceğiz bu yasayı, hesabını soracağız. Milli İstihbarat Teşkilatı gerçekten milli olmak istiyorsa, kendisini Adalet ve Kalkınma Partisinin arka bahçesi konumuna getirmemesi lazım. Milli sözcüğü çok önemlidir, önce onların bilmesi lazım. (Alkışlar)

Sanayimizi güçlendirmek istiyoruz, elbette güçlendireceğiz. Ekonomiyi güçlendirmek istiyoruz, elbette güçlendireceğiz. Üniversitelerimizin özgür ve özerk olması lazım, elbette sevineceğiz. Dünya çapında üniversitelerimiz olsun, elbette isteyeceğiz ama hukukun olmadığı yerde bunların hiçbirisi olmaz. Hukukun olmadığı yerde hiçbir kurum gelişemez. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.

Totaliter rejim kendi istihbarat örgütünü oluşturur. Geçen hafta örnek vermiştim, Almanya örneğini, orada da gestapo kurulmuştu, orada da yasayla kurulmuştu ama kime istihbarat yapıyordu, sadece iktidar partisine. Eğer bu yasa çıkmadan önce Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri fişleniyorsa, yasa çıktıktan sonra çok daha farklı şeylerin olacağını hep beraber göreceğiz. Kaygımız, kuşkumuz budur. İnsanlık onurunu korumanın yolu hukukun üstünlüğünü bir toplumda egemen kılmaktır. Hukukun üstünlüğü yoksa insanlık onurunu koruyamazsınız, işkenceler, korkular bunların hepsi gelir, hepsi başlar.

Değerli arkadaşlarım, istihbarat devleti dediğimiz şey budur. İstihbarat örgütünün iktidar partisine istihbarat getirmesidir. Bütün muhaliflerini izlemesi ve onları raporlamasıdır. O nedenle buna şiddetle karşı çıkacağız ve bunu doğru bulmadığımızı da her ortamda dile getireceğiz. İfade özgürlüğü hukukun üstünlüğünün en temel kurallarından birisidir, düşünceyi özgürce açıklamak. Eğer siz düşüncelerinizi özgürce açıklayamıyorsanız bu toplumda bir sorunumuz var demektir.

Değerli arkadaşlarım, Fenerbahçe şampiyon oldu. (Alkışlar) Elbette takımı, taraftarlarını, yöneticilerini kutluyoruz. Aziz Başkanın büyük bir sıkıntı içinde olduğunu da biliyoruz.

Biz öteden beri özel yetkili mahkemelerin adalet dağıtmadığının altını hep çizdik. Biz, A takımı, B takımı, C takımı şampiyon olur hepsine saygımız vardır. Spor, bir centilmenlik işidir. Bugün bir takım şampiyon olur, ertesi yıl bir başka takım şampiyon olur. Eğer kişiler yargılanacaksa bağımsız ve tarafsız mahkemelerde yargılanır ama siz bağımsız ve tarafsız mahkemelerde değil, iktidarın arka bahçesi olan mahkemelerde yargılıyorsanız bu tür haksız yargılamalar gündeme gelir. O nedenle Fenerbahçeliler biraz yaralı. Şampiyonlukla bu acılarını ne kadar giderirler bilmiyorum ama şampiyon olan Fenerbahçe’ye, taraftarlarına, yöneticilerine buradan selamlarımızı gönderiyoruz.

Hepinize teşekkürlerimi sunuyorum değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)

(8)

Referanslar

Benzer Belgeler

• b.Oyunlar: çocuk oyunları, yalın oyunlar; kaleyi almak, kukalı saklambaç gibi basit çocuk

• Buna ek olarak, insanlar gibi keçi ve koyun gibi çiftlik hayvanları da infertilite veya subfertilite sorunlarından muzdariptir, bu da ömür boyu üretkenliklerini düşürür..

Laura Olivieri, a paediatric cardiologist, displays a heart model created by a 3-D printer It may sound like something out of science fiction, but doctors at Children's National

Para başlığı altında, çok kapsamlı şeylere değineceğim. Örnek olarak; “Nasıl ev sahibi olunur?”, “Nasıl mortgage (ev kredisi) alı- nır?”, “Borçlar

Bu çalışma ile, ebeveyn danışmanlığı programlarının, İnanılmaz Yıllar ve Uluslararası Çocuk Gelişimi Programı’nın, mülteci geçmişi olan aileler ve çocuklar

Felsefe Tar h Atölyes ’n n amacı felsefen n ortaya çıkıp gel ş m n dünya m toloj ler nden başlayıp günümüze kadar tak p etmek, felsef düşünmen n ne demek

Fil çapraz (diagonal) olarak istediği kare sayısında hamle yapar.Filin önünde aynı renkten bir taş varsa fil o taşın üzerinden geçemez. Yani o yöne doğru hareket etmek

A) Ticaretle uğraşmasında. D) Allah’ın emirlerini tebliğ etmesinde. Peygamberlik görevi, Yüce Allah tarafından verilmiş zor ve sorumluluk isteyen bir görevdir. Bu görevi