• Sonuç bulunamadı

BİZ KİMİZ? NE YAPIYORUZ? AKADEMİK HALK DANSLARI ÇALIŞTAYI 2019 (13-15 EYLÜL 2019)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BİZ KİMİZ? NE YAPIYORUZ? AKADEMİK HALK DANSLARI ÇALIŞTAYI 2019 (13-15 EYLÜL 2019)"

Copied!
144
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“BİZ KİMİZ? NE YAPIYORUZ?”

AKADEMİK HALK DANSLARI ÇALIŞTAYI 2019 (13-15 EYLÜL 2019)

15 EYLÜL 2019 – “HALK DANSLARI MESLEĞİ(?) VE İMAJI” OTURUMU DEŞİFRE METNİ

(Moderatör: Doç. Dr. Berna KURT KEMALOĞLU - Çalışma Grubu: Doç.

Dr. Alparslan ÜNVEREN, Doç. Dr. Füsun AŞKAR, Doç. Dr. Taner BOZKUŞ, Dr. Öğr. Üyesi Serkan KELEŞOĞLU, Öğr. Gör. Dr. Deniz KÖKTAN, Öğr. Gör. M.Tekin KOÇKAR, Blm. Uzm. Cemal Orhan ÇETİNKALP)

(Doç. Dr. Ömer Barbaros ÜNLÜ -katılamamıştır-)

DOÇ. DR. BERNA KURT KEMALOĞLU (MODERATÖR):

Günaydın, herkese günaydın. Çalıştayımızın son gününde, yorgun argın bir araya geldik. İki oturumumuz varmış -şimdi baktım programa zamanı iyi yönetme açısından-, bir 16 dakika geç başladık ama 12:30 civarı gibi bir bitireceğiz, sonra yemek yiyeceğiz. Sonra 13:30-16:00 arası;

yani iki-iki buçuk saatlik iki oturumumuz var. Heyecanlı bir oturum olacağa benziyor (Gülüşmeler). Birçok sorumuz var. Ben biraz çerçeveyi bir, hani hatırlatmak babında -uzuun, arkadaşlarımızın (Düzenleme Komitesi’ni kastediyor) hazırladığı bir şey var- onu kabaca bir okuyayım isterseniz. Sonra işte diğer oturumlarda yapıldığı gibi ufak tanıtımlar ve şeylerle başlarız. Şimdi arkadaşlarımın hazırladıklarında bir iletişim ve imaj başlıklı şeyler var; bunların dışında bir de meslekle ilgili birtakım soru işaretleri var. “Halk Dansları Mesleği -demişler, (Gülümseyerek) soru işareti koymuşlar- ve İmajı” oturumumuzun adı. İletişim alanı ve imajla ilgili daha çok halk danslarının marka değeri ve işte ülke genelinde bir meslek olarak halk danslarına karşı tavır… Yani toplumsal hem toplum açısından hem de yönetimlerin tavrı, bunu soruyorlar. Olumsuz, varsa tavırlar “Bunlar olumluya nasıl çevrilebilir?” gibi bir soru var.

Mesleğe dair çok soru var. Burada konuşulan bir Usta Öğreticilik, Antrenörlük ve Eğitmenlik kavramları, bunlar ne anlama geliyor? Millî Eğitim Bakanlığı’na ayrı bir başlık açılmış, Halk Dansları Eğitimi Öğretmenliği… “Halk dansları bir meslek alanı mıdır?” diye soruluyor,

“Profesyonel bir alan mıdır? Nasıl bir tanım yapabiliriz?” deniyor. “Halk danslarını akademi dışında meslek olarak yürüten kişilerin yeterliliği ne olmalıdır?” deniliyor. “Türk Halk Oyunları

(2)

Federasyonu nedir? (Gülümseyerek) Ne işe yarar?” diye bir soru var; (Gülümsemeye devam ederek) “Ne işe yarar?” çok şey bir soru da… Ondan sonra “Spor mu?”; yani dün de konuşuldu.

Zaten hep bir şekilde yarışmalara geldi hikâye, hep bugüne bırakıldı; o yüzden heyecanlı olacak gibi görünüyor, “Çok konuşmayalım, orada konuşuruz” dendi. İşte “Sanat mı spor mu?” sorusu var, özetle. Eğitim sistemi içinde halk danslarının yeri, “Dünyada halk dansları eğitiminin Türkiye’den farkı nedir?”… Kabaca sorular böyle. Şimdi ben başlamadan önce, dediğim gibi ikiye ayırdık soruları; bir iletişim-imaj bir de meslek anlamında iki başlık var. İki kurumun ismi geçiyor; Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Halk Oyunları Federasyonu. Buraya kurum eklemek isteyen var mı? Herkese soruyorum.

DOÇ. DR. ALPARSLAN ÜNVEREN (A.Ü.):

Üniversiteler de var tabii…

MODERATÖR:

Yani gündeme gelip, “İlla gelecektir” diyebileceğiniz…

BİRÇOK KATILIMCI:

Kültür Bakanlığı.

MODERATÖR:

Kültür Bakanlığı.

ÖĞR. GÖR. M.TEKİN KOÇKAR (M.T.K.):

Üniversite Sporları Federasyonu.

MODERATÖR:

Üniversite Sporları Federasyonu, okey… Soru eklemek isteyen var mı? “Burada bahsedilmemiş ama bunu da konuşmazsak olmaz”… Yine herkese soruyorum, sadece katılımcılara değil dinleyicilere de soruyorum…

BİR DİNLEYİCİ:

Ya ben o soruyu şöyle açmak istiyorum: Meslek midir? Meslek olması için hangi nitelikleri taşıması gerekiyor?

(3)

MODERATÖR:

Tamam, o var zaten, o soru var. Yani ekstra bir şey demek isteyen?...

İBRAHİM TAŞCIOĞLU (Düzenleme Komitesi/İ.T.):

Şey biz eklemek istiyorduk da herhalde eklemeyi unutmuşuz biz buraya yazmayı… Diğer danslara bizim halkımızın bakış açısıyla, işte hani “Latin dansı yapıyorum ben“ denildiğindeki bakış açısı ile “Halk dansları çalışıyorum” dendiğindeki bakış açısının farklılığıyla ilgili de biz konuşulmasını istiyorduk.

DOÇ. DR. TANER BOZKUŞ (T.B.):

Bir parça da işlenebilir…

İ.T.:

İmajla ilgili olarak… iyileştirilmesi için ne yapılması lazım?

MODERATÖR:

Tamam, “Bu olumlu yönler nasıl korunup geliştirilebilir?”, bunu da ekliyoruz. Tamam, okey. O zaman… Bu oturumda katılımcı sayımız da biraz fazla. İsterseniz böyle hızlı hızlı bir kendimizi tanıtalım; işte kayıt açısından deniyor ya. Konuşurken bir de dinleyicilere de özellikle hep hatırlatmamız gerekiyor, bir isminizi… Yani illa kurum söylemek zorunda değiliz, o ayrı hikaye ama kendinizi nasıl tanımlıyorsanız; ben kurumlara çok takılmıyorum (Gülümseyerek)…

Söyleyerek başlayalım. Bir tek ricam olacak. Yani ben çok demokratik, eşitlikçi bir şeyden yana bir insan olmakla birlikte; oturum düzenini bile değiştirmeye çalıştım ama izin vermediler (Gülümseyerek). Ben burada otorite olayım, ne olur; yani söz veren olayım. Yani hayatımda bir, böyle bir iktidar olayım. Çünkü olay karışıyor çok. Yani önceki oturumlarda da oldu. Böyle kişisel şeylere filan çok dönüşmesine izin vermemek için biraz diktatörlük yapabilirim, normalde böyle bir insan değilim. Yani söz alırsak sevinirim (Gülümseyerek). Nereden başlamak istiyorsak; kim başlamak ister? Böyle şu sırayla, bu sırayla da demeyeyim.

DR. ÖĞR. ÜYESİ SERKAN KELEŞOĞLU (S.K.):

Kendimizi tanıtarak başlıyoruz herhalde.

MODERATÖR:

(4)

Hı hıı…

S.K.:

Ben başlayayım, ev sahibi sayılırım. Serkan KELEŞOĞLU, (Ankara Üniversitesi) Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. Öğretmen yetiştirme alanında bulunuyorum.

Belki Millî Eğitim yağına dair burada katkı sağlayabilirim. Bunun dışında da 1992’den beri halk oyunları oyunculuğu, dansçılığı, antrenörlüğü, eğitmenliği ve şu anda da topluluğun (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Halk Oyunları Öğrenci Topluluğu, EBF-HOT) yöneticiliğini yapıyorum. Şimdilik bu kadar, teşekkürler.

M.T.K.:

Tekin KOÇKAR; Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Halkbilim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, Dr. Öğretim Görevlisi, Emekli -Cuma gününden itibaren-…

DOÇ. DR. FÜSUN AŞKAR (F.A.):

“Mezun” diyecektik (Gülümseyerek)…

M.T.K.:

Nasıl?

F.A.:

“Mezun” diyecektik… (Gülüşmeler)

M.T.K.:

Heh, özür dilerim, çok özür dilerim. “Mezun”, üniversite, akademik hayatımdan mezun. Bu kadar benim de işte, alanda benim de katkılarım olursa sevinirim.

A.Ü.:

Alparslan ÜNVEREN; Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda Öğretim Üyesiyim. Aynı zamanda Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu Halk Oyunları Teknik Kurul Üyesiyim. Organizasyona teşekkür ediyorum hem davetleri hem çok güzel bir organizasyon; kutluyorum ve oturumumuzun sonuçlanarak başarılı bir şekilde geçmesini temenni ediyorum.

(5)

BLM. UZM. CEMAL ORHAN ÇETİNKALP (C.O.Ç.):

Orhan ÇETİNKALP; Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı’ndayım. ‘76’dan beri halk oyunlarının içindeyim. Yarışmaların kuruluş tarihinden itibaren, o zamanki Jüri Üyeliği, Hakemliği; daha sonraki zamanlarda da antrenörlük ve eğitmenlik falan gibi alanlarında aktif olarak çalıştım.

T.B.:

Doç. Dr. Taner BOZKUŞ; Bartın Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesiyim. Aynı zamanda Türkiye Halk Oyunları Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapıyorum.

Çalışmanın alana katkı sağlaması dileğiyle başarılar diliyorum.

ÖĞR. GÖR. DR. DENİZ KÖKTAN (D.K.):

Deniz KÖKTAN; Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü’nde akademisyenim. Ben de özellikle Ankara Üniversitesi doktorası mezunuyum. Yaratıcı Drama alanında, özellikle dans ve yaratıcı drama alanında ortak bir çalışma yürüttüm. İmaj konusunda da elimden geldiğince destek olmaya çalışacağım. Teşekkür ederim.

F.A.:

Füsun AŞKAR; Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü.

Ben de bu -çok tanıttım kendimi üç gündür ama- üçüncü günüde bu oturum icabı; yüksek lisans tezimin -aslında dayatma bir tezin- çıktısı olarak… Yarışma kriterlerini değerlendirdiğim bir tezdi, kurumlara göre incelenip değerlendirilmesiydi. Yarışmalarla hiç ilgim yoktu ne yarışmacı olarak ne yarışmaya katan, ekip gönderen bir eğitici olarak ama en azında teorik bir çalışma yaparak bunu… İlk altı ay konuya yaklaşmaya çalıştım, içinde olmadığım için. Sonra benimsediğim kadarıyla kurumların yaptığı yarışmaların kriterlerini, değerlendirme belgelerini inceleyerek kendime göre bir, kendi algıladığım şekliyle ve uygulaması daha kolay… Yani anne- babanın çocuğa verdiği cebindeki paranın aktif, efektif (Gülümseyerek) kullanılmasını sağlayacak bir değerlendirme kriteri oluşturdum. Yani 100 puan olup da 100’ünü kullanmamak değil de 50 puan olup hepsini kullanmak gibi… Bu kriter de sanıyorum -vallahi ben o dönemde herhalde çok bilinçli değildim- bu hocalarımın şeyiyle, yönlendirmesiyle galiba Kültür Bakanlığı’na gitmiş, onlar göndermişler. Onlar da çok benimsemişler ve o kriterlere dayalı bir VAKSA Yarışması’nın kriterlerine yön verecek bir alışma olarak bulmuşlar.

Değerlendirme değişti, belgeyi değiştirmişler ve beni de 2007 yılında VAKSA’ya Değerlendirme Jürisi olarak çağırdılar. 2012’ye kadar altı yıl orada Değerlendirme Jürisi olarak çalıştım. Bu oturumla ilgili sadece çalışma alanım budur. Doktora programım da -üç gündür söylediğim gibi- İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler, Reklam ve Tanıtım Ana Bilim Dalı’ndaydı. Onda da artistik imaj, sanatsal iletişim çalıştım.

(6)

MODERATÖR:

Bu VAKSA, Sabancı’nın düzenlediği miydi?

F.A.:

Doğru, doğru.

MODERATÖR:

Devam ediyor, değil mi o?

F.A.:

Bitti, 2012’de final verdi, evet; 20.yılıyla.

MODERATÖR:

Hmm hmm, okey… Şimdi iki başlık olduğu için biraz da uyanmak, meseleye girmek açısından ben imajla başlamayı öneriyorum. Daha sohbet açıcı bir konu olduğunu düşündüğümden (Gülümseyerek). Ne dersiniz?... Okey sonra zaten ısınacağız yavaştan (Gülüşmeler). Şimdi…

Marka değerinden başlamayalım, şöyle başlayalım: “Ülke genelinde” demişler, “halk danslarına karşı tavır nasıl?”. Yani bunu iki boyutta diyorlar; yani yönetimler nasıl bakıyor halk danslarına bir de toplum genel olarak nasıl bakıyor? Bunlara şeyi biraz karıştırılararak da -biraz önce eklendiği gibi- diğer danslarla da hani karşılaştırarak da konuşabiliriz. Olumlu-olumsuz taraflarını konuşup olumsuz tarafları varsa bunları nasıl olumluya çevirebiliriz? Yani illaki yapılan bir şeyler vardır, “Başka öneriler nasıl olur?” diye başlayalım isterseniz.

M.T.K.:

Ben biraz geriye doğru birkaç şey söyleyeyim; ben imajla ilgili ve halk danslarının bu şeyi, tartışma ortamına katkım olsun diye… Halk danslarının ilk eğitimle ilgili Ne zaman oldu diye, başladığıyla ilgili bazı soruları dünkü oturumlarda yanıtlamıştık hatırlıyorsanız. İşte fabrikalardaki halk dansları eğitimleriyle, eğlenceye yönelik eğitimlerden bahsetmiştik. İşte Nazilli Şeker Fabrikası’nda Nazilli Şeker Fabrikası’nın başında olan, Teknik Sorumlusu olan Rus mühendisin “Hafta sonu bu insanları eğlendirmek lazım. Bunlara bir cumartesi günü bir eğlence koyalım” dediği bir ortamdan başlayıp Nazilli Şeker Fabrikası’nda hafta sonları halk oyunları gösterileri yapıldığı… İşte yine aynı şekilde Eskişehir Şeker Fabrikası’nda, Adapazarı’nda Jet Fabrikası’nda 1940’lı yıllarda, yine Erzurum Silah Fabrikası’nda bu şeylerin önce eğlence amaçlı halk, “Ne oynuyorsanız gelin gösterin”le başladığı; daha sonra “İşte

(7)

şurada fabrika açılacak ya da şurada bir tören olacak. Buraya bir halk oyunları gösterisi” gibi başladığını ve bugün aynı anlayışın hala devam ettiğini görüyoruz. Yani devlet kademesinde halk danslarının, büyük bir çoğunluğu devlet kademesindeki yöneticiler, bir açılış töreni için bu halk oyunlarının kullanılmasını düşündüğü, bugün hala… Biliyoruz, hepimiz içlerinden geçtik bu şeylerin… Üniversitelerde bile “Sempozyum açılışı yapılacak. Haydi şuraya bir 3 dakikalık halk oyunları, halk müziği konseri. Bir kapanış olacak, orada da” diye bu anlayışın hala… Nerdeyse 60 yıldır, 70 yıldır değişmediğini görüyoruz, devletin bakış açısı genellikle böyle. Bazı zorlamalarla bunu artık bilimsel olarak yapılması; işte sanat ve spor anlamında da bu halk oyunlarının, halk danslarının kullanılması konusunda da işte ‘80’li yıllardan sonraki girişimler konservatuvarların halk oyunları bölümlerini açılmasına kadar vardı. Ama devletin anlayışı, bakış açısı değişmediği için hepimizin de malumu; mezunlar halen okullarda müzik öğretmenliğine kadar artık bir yönlendirildiler. Tabii burada devletin politikalarını hep eleştiriyoruz ama maalesef bu kadar sene sonra; nerdeyse yüzlere varan akademisyen oldu bu şeyde ve bu tip noktaları geliştirecek, yönlendirecek bir yapıya hala kavuşmuş değiliz. Son yıllardaki bu ülkemizdeki özellikle belirli grupların işte dinsel ya da başka türlü grupların da yönlendirmeleriyle benim kanımca, bir elli yıl daha geriye gittik; özellikle şu Temmuz olaylarından sonra bir elli yıl daha geriye gittik. Ben açıkçası bu 10 sene, 15 sene önce konservatuvarların kuruluşuyla beraber bir umudum vardı. O umut da oldukça azaldı. Benim, şimdilik böyle bir yorumla katkıda bulunayım.

MODERATÖR:

O zaman şey yapalım, Hocamız daha devletin gözünden birazcık bir çerçeve çizmeye çalıştı.

M.T.K.:

Ha benim, tekrar söyleyeyim; devlet bu konuda bir şey yapmazsa -dünyanın her yerinde böyle- , devlet bu konuda bir atılım yapmazsa; meslek, mesleği doğurmuyor. Devlet bunu mutlaka, hazır olan mesleği kabul etmedikten sonra siz istediğiniz kadar, “Ben halk oyunları mesleğini icra ediyorum” deyin; devlet kabul etmedikten sonra bu konuda bir şey yapamıyorsunuz. Ee, şimdi onca mezun vermiş… Kaç senedir? 5-6 senedir halk oyunları bölümleri mezunları müzik öğretmeni olarak atanmaya çalışıyor. Onlar da bir sürü aşamadan geçiyorlar. Onlar da müzikte ne kadar yeterli? İşte bir konservatuvar müziğe ağırlık veriyor, son yıllarda; dansı azıcık geriye atıyor. Çünkü mezunu iş bulamayacak ya da gittiği alanda çalışamayacak. Bu sefer dans geride kalıyor. Programlarda bir sürü oynamalar yapılmak zorunda kalıyor. Ee, yani ben Ege Üniversitesi’nin kuruluşunda şeyle bayağı bir fikir teatisinde bulunmuştuk, Cengiz Hoca’yla (Cengiz AYDIN’dan bahsediyor). İşte benim idealim “Bale mutlaka olsun. Koyalım, saatlerini arttıralım” diye. Aynı şeyi İTÜ’de arkadaşlarımızla yaparken bale derslerini bir anda kaldırıverdilerdi o yıllarda, şimdi işte yöre elemanlarını getirip bunlarla ağırlıklı olarak ders yaptılar; bale dersi 2 saati geçmiyordu. Ege’de 8 saate kadar çıkmıştı bir ara, hatta daha da fazla olmuştu. İşte daha sonra Sakarya kuruldu, öbürleri kuruldu. Hani bilinçli arkadaşlar yetişiyor ama hepsi bireysel düzeyde kalıyor. Hiçbir zaman bir devlet politikası… Hani buradan bir girdi olacak, girdiyi bir şekilde eğiteceğiz, sonra bu çıktıyı nerede istihdam edeceğiz? O

(8)

konuda hiçbir şey, bir devlet politikası hala yok. Bir ara 1990’lı yılların ortalarında benim de katıldığım bir toplantıda; her üniversiteden bu konuda çalışanları toplamışlardı, Kültür Bakanlığı’nda, üniversitelerin görüşlerini almak üzere çağırdıklarında… İstihdam konusunda Kültür Bakanlığı, “İzmir’de bir Devlet Halk Dansları, Adana’da bir Devlet Halk Dansları, Erzurum’da bir Devlet Halk Dansları Toplulukları kuralım. Siz ne dersiniz buna?” gibi bir şeyle topladı. Ee, “Ne yapacaksınız?”. “Gene derneklerden alınacak”. “Ama bir buraya kural koymanız lazım. Diyeceksiniz ki, işte ‘Eğitimini almış, şu seviyede almış, şöyle olmuş, şu sınavları aşmış, şu yeteneğe kavuşmuş insanları, dansçıları alın’ diye bir kural koymazsanız onca konservatuvar mezunu gene açıkta kalacak” diye… Yine derneklerden daha yetenekli insanlar gelecekler, meslek konusunda da… Ben biliyorum ki -ilk kuruluş yıllarında- bütün konservatuvarların, hiçbiri alandan değildi. Hepsi, işte mühendisinden tutun da beden eğitimi öğretmenine kadar, hep beden eğitimi kökenliler ağırlıklı olarak bu konularda çalışıyorlardı.

Ee, bir süre sonra akademisyen olarak kendi mezunlarına yönlenmeye başladı ama onda da tıkandı. Ee, yarışma…

MODERATÖR:

Hocam, pardon ben arada böyle müdahale edeceğim; sözünüzü kesiyorum kusura bakmayın, şimdi konu değiştiği için… Onu aklımızda tutalım. Çünkü şimdi eğitme girdik; yan oturumda bayağı uzun, ağırlıklı eğitim konuşuluyor. İmajdan başlayarak siz çok güzel bir çerçeve çizdiniz…

M.T.K.:

Ama imaj… Eğitim ve istihdam konusundaki bir süreci geçmeden imajı şey yapamayız ki yani…

Mühendis, mühendis imajını almak için belli aşamalar…

MODERTÖR:

Yok, anlıyorum ama şey, çünkü… Profesyonelliğin tanımını vesaire, onları konuşacağız zaten.

Ben onu yumuşak geçiş diye şey yaptım

M.T.K.:

Heh…

MODERATÖR:

Orada sizin çok katkınız olacaktır. Ben devlete ekleme yapacak bir katılımcı varsa, eklesin. Biraz toplumsal imajdan da bahsedelim. Sonra yavaş yavaş zaten, meslek tanımı vesaireye gireceğiz.

(9)

A.Ü.:

Ben de şunları söyleyeyim, müsaade ederseniz.

MODERATÖR:

Hmm…

A.Ü.:

Katkıdan ziyade geçmişe… Ben ’70 doğumluyum, ilkokula başladığım dönemde, folklor ekibi - toplumda böyle bir imaj vardı; folklorcu, folklor ekibi, vesaire- ve öğrencilik hayatımda hep millî bayramlarda her okulun -her sınıfın hatta anaokulundan tut her şubeye kadar işte- bir folklor ekibi çıkarılırdı. Ve aslında toplum açısından çok önemli olan millî bayramların iptal edilmesi, ciddi anlamda ket vurduğunu düşünüyorum. Ve toplumdan o kadar; adı her ne kadar folklor olarak bilinse de henüz toplum bunu tam algılayamasa da, belki de eğlence belki de sadece kutlama gibi baksa da ciddi anlamda bir yaygınlaşma vardı. Herkes bir yerde bir şekilde oynamıştı. Ben etrafımda kimle görüştüysem; akrabalarım, ailem, büyüklerim her kes bir şekilde… Efendim?

MODERATÖR:

Herkes bir şekilde oynamıştı…

A.Ü.:

…oynamıştır, toplumda böyle bir yapısı vardır. Toplumda yanı zamanda düğün, derneklerde geleneksel yapı devam ediyordu o zamanlar. Ve sürekli birileri işte bir halayın başına tutuyordu. Büyük şehirlerde bu farklı ama küçük şehirlerde daha da farklı. Ben 5 yıl Elazığ’da kaldım. Ramazan’da davul kültürü var ya Hocam; orada şeydi, klarnet ile davul hep birlikte gezer ve her sokakta gençler toplanır, belli bir dizimde bir oyun şekli var, oynarlar bitirirler öyle ayrılırlardı. Dolayısıyla geçmişten şu andan daha yaygın, daha kıymetli, daha değerli olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte tabii kültürel değişime, teknolojik değişime ciddi anlamda özellikle eğitim çağındaki çocuklarda yönelmeyi biraz daha daralttı diye düşünüyorum.

Televizyon, işte diğer sanatlar ya da pop kültürü ciddi anlamda çocuklar üzerinde etkilendi.

Hatta ve hatta öğrencilik dönemimde, yani 2000’li yıllarda, bu Dansın Sultanları dediğimiz grup çıktıktan sonra birçok halk oyunları eğitmeni okullarda çocuklara kostümleri giydirmekte zorlandı. Modern giysiyi görünce, allı-pullu, daha şık, işte makyaj yapıyor falan görünce; böyle bir algıyla çocuklarımız zorlandı. Yavaş yavaş biraz böyle o potansiyelin, o değerlerin yok olduğunu düşünüyorum. Özellikle millî bayramların çok ciddi anlamda olumsuz etkisinin olduğunu düşünüyorum.

(10)

C.O.Ç.:

Özür dilerim… Devam edeyim mi?...

MODERATÖR:

Devletle bağlamda…

C.O.Ç.:

Devletten de bahsedelim… Şimdi evet, ‘70’li yıllarda bahsettiğimizde örneğin, devletin bütün kurumlarında halk dansları -eğitim kurumları için söylüyorum- halk dansları faaliyetler vardı;

‘70’li küsurlerde… Ben ‘76’da başladığımda, Alparslan Hoca’nın dediği gibi, bütün okullarda halk dansları çalışmaları mutlaka olurdu; mutlaka ekipler bayağı da tutulurdu. Üniversiteye baktığımızda, üniversitelerde -özellikle ben kendi üniversitem için söyleyeyim- ‘80’li yıllarda halk dansları daha büyük çapta gözüktü; o da kişisel bağlantılar nedeniyle, yani daha önce halk danslarını organize edecek insanların olmaması ve STK’larda vardı ama STK’da öğrencilerin, yani derneklerde çalışan öğrencilerin üniversiteyi kazanmasıyla, üniversitelerde daha fazla aktif oldu. Örnek vermem gerekirse; herhangi bir fotoğrafçılık topluluğunun 100 üyesi varken halk dansları topluluğunun 800-900 üyesi var idi. Ekiplerini 80 kişi, 90 kişi akşam ikişer kişi çalışmakla, iki dönem çalışmakla, periyotta çalışmakla devam ettirirdi. Toplum üzerindeki imaja bakıldığında ’76 yıllarında; evet, biz folklorcü olarak anılırdık; 76-78-79 folklorcüydük…

Ta ki üniversitede belli bir meslek sahibi olasıya kadar. Sonra “N’aptın? Nereye gidiyorsun?”,

“Derneğe gidiyorum”. “N’apıyorsun?”, provaya değil “Çalışmaya gidiyoruz”, “O zaman sen folklorcüsün”… Davulu taşımazdık, davulcu sanarlardı bizi; öyle sanarlardı, öyle düşünülürdü.

Bağlamayı taşımazdık. Biz kendimizi folklorcü, dansçı olarak görürdük, o müzisyenin işiydi; o dönemler için söylüyorum şimdi hiç öyle bir şey yok. Çünkü şimdi aksine sanat anlayışımızın, emek anlayışımızın daha geliştiği için; söylediğim yaşlar, ortaokul yaşlarında bahsediyorum;

yanaşmazdık… Günümüzde baktığımızda; STK’ları bunun içine mi dahil edeyim, imaja mı?

MODERATÖR:

Topluma geçtik…

C.O.Ç.:

Geçen yıllarda yaptığım bir çalışma var, ondan açmak hemen istedim. Size doğru rakamları yansıtabileyim diye… Pardon, yine ‘70’li-‘80’li yıllarda resmi kurum anlamında Kültür Bakanlığı turizm tanıtımında çok fazla halk danslarına eğim gösterdi. Her tarafta, her turizm faaliyetinde -hatırlarsanız gazeteye bile çıkmıştı… Bir kafile uçaktan geldi, Kılıç-Kalkan ekipleri onları karşıladı; kartpostalları bile var, kartpostalı hani… Biz burada “Halk dansları sahnede olmalı, belli teknik altyapısı filan olmalı” diye tartışırken; orada her yerde, her yerdeydi. Ben; dediğim

(11)

gibi, ‘84’lere kadar; oynamadığım yer kalmadı. Kim, nereye istiyorsa gittik dans ettik; kim nereye istiyorsa… Ha, bunun bir karşılığı vardı, bir ekonomik gelir vardı; dernek anlamında, STK’nın kazanç anlamında. Ama bir de bakış açısı vardı; her yerde, doğaldı yani. Alakasız, peynirci açılsa bile, belki de halk danslarını çağırırlardı yani… Geçen sene yaptığım STK çalışmalarında; faal dernek sayısı, bütün Türkiye’de 114.458 sayısına erişiyorum; bu faal dernek. Ama bakın bir de fesih olan dernekler var, STK’lar. Bunların içinde halk oyunları, halk dansları ile ilgili faaliyeti olanları da ilerleyen zamanda geçiyorum, kısaca söyleyebilirim; fesih olan da 180.000 küsürlerde. Ciddi bir fesih var, yani STK çalışmalarında Türkiye’de ciddi bir gerileme gözüküyor, yıl içinde yapılan bu çalışmalarda. Hemen İzmir’e geçmek istiyorum -bu İzmir’e yönelik bir çalışmaydı-. Çünkü orada çarpıcı rakamlar var. İllere göre de faal dernek sayılarını da o zamanlar çıkartmışım; eğitim ve sanat alanında gözüküyor… Resmî kurumlar, özellikle resmî kurumların, STK’ları yöneten kurumların şöyle bir handikabı olduğunu da keşfettim: Halk dansları faaliyetleri gösterenleri spora da sokuyor, eğitim ve sanatın içindeki dilime de sokuyor. Böylece mükerrer olsa da sanki her iki tarafta da halk dansları çalışması veya sportif çalışmaların çok olduğu gibi bir yapı var. Tüzüklerin içine girdiğinde ve faaliyet raporlarının içine girdiğinde her ikisinde birden istatistiki bilgilerde yar vermişler. O zamanda STK sayısı artıyor tabii. O da devletin ayrı bir matematik üzerindeki oyunu. İzmir için de komple dernek olarak adlandırdığım -1,2,3,45; sayısını yazmamış… Heh, şuraya yazmışım- yaklaşık 70’le başlayan daha sonra 40’a düşen bir faal dernek sayısı var; 40’a düşen faal bir dernek sayısı var…

MODERATÖR:

Tam tarihine ne zaman demiştiniz? Yani ne zaman düşüyor? Düşmeye başladığı dönem?

C.O.Ç.:

Aa, yok, özür dilerim. Onu bir tarihsel şeyde çıkartmamışım. Slaytıma bakıyorum, öyle bir tarihsel vermem mümkün değil şu anda…

MODERATÖR:

Çalışmayı ne zaman yaptınız?

C.O.Ç.:

Geçen sene, geçen sene bu…

MODERATÖR:

He, yakın dönem…

(12)

C.O.Ç.:

Yakın dönem, yakın dönem, çok yakın dönem... Dernek üye sayılarına baktığımda, halk dansları dernek üye sayılarına… Pardon, STK dernek üye sayıları ama burada halk dansları faaliyeti gösteren dernekler daha çok… Örneğin 2013’te 9 milyonken, 2017’de 11 milyona çıkıyor; çok fazla bir çalışma, artış yok çalışmada. Ve İzmir’deki çalışmalarda -çok özür dilerim, şöyle bir gene geçeyim- bakış açısı anlamında söylüyorum; yani ilgiyi yakalamak anlamında…

Evet, İzmir’de 412 kişinin aktif dernekçilik içinde halk dansları olarak çalıştığını gösteriyor.

Şimdi gene eski yıllarda baktığımızda İzmir’de 8 aktif dernek olduğu zamanlarda, bir dernek üye sayısının ben 300’le 500 arasında olduğunu biliyorum; yani kendi derneğim için söylüyorum. Yani kayıt dönemi başladığında halk danslarına çok büyük ilgi gelip ve ciddi bir sınav sistemi gibi yani, pratik sınav sistemi gibi çalışmanın arkasından dansçılar denetlenip devam edecek dansçıların kararları verilirdi ve yaş ortalamaları ortaokuldan başlayıp üniversiteye kadardı. Yani yaş olarak söyleyemiyorum, öyle bir araştırma söylemeyeceğim ama eğitim durumları anlamında bunu söylüyorum; ortaokulla üniversite arasında bir yelpaze yapardı. Bugün baktığımızda İzmir’de komple dernekler içinde, aktif çalışma yapabilen ya 3 ya 4. Bunlardan bir tanesi, belli bir belediyeyle anlaşma yaparak -belediye çalışmalarını yönetmesi nedeniyle, kültürel çalışmalarını, belli bir ye toparlayabilmesi için-; iki tanesi “Çocuk grupları hazırlıyoruz” duygusuyla okullarla anlaşma yapıp yürütmekte. Benim Mezunlar Derneği’m, üniversitede halk danslarıyla ilgilenmiş olması nedeniyle dansçılığa devam etmek isteyenlere açtığı bir çalışma var, 12-13 yıldır aktif olarak o gitmekte. Bir de Ege Kültürü Anadolu Kadınları, Öcal Hoca’nın (Prof. Dr. M.Öcal ÖZBİLGİN’den bahsediyor) yaptığı çalışma.

Bunları neden söylüyorum? İzmir ili anlamında söylediğimizde; halk dansları sadece ve sadece yoğun olarak okullarda, o da bazı okullarda yürüyor. Bir rehabilite falan ya da bir sanat uğraşısı olarak artık yaş grubu 50’nin 40’ların üstüne çıkmış durumda. O da çok az bir kitle olarak, bütün İzmir’in popülasyonu içinde söylüyorum. Benim size aktarabileceğim şimdilik bunlar…

T.B.:

Ben bir? Kısaca mümkünse…

MODERATÖR:

Hı hıı…

T.B.:

Topluma geçmeden önce devletle ilgili, devletin bakış açısıyla ilgili çok ufak bir bildirimde bulunmak; aynı zamanda da çözüm önerisi sunmak, tam sadece şey değil… Buna girerken Tekin Hocam’ın söyleminden sonra da Hocam’ın (Blm. Uzm. Cemal Orhan ÇETİNKALP’i kastediyor) söylemlerine atıfta bulunarak birtakım açıklamalarda bulunmak istiyorum.

(13)

Özellikle belli bir noktaya kadar Tekin Hocam’ın söylediklerine katıldıktan sonra; daha sonra bazı oluşumlar içerisine bölgesel halk dansları toplulukları devlet bünyesinde kurulması talepleri oldu ve bunu da kurulması talebi geldiğinden ama bunun eğitim almış kişiler olmamasından dolayı sıkıntılar olabileceğini söyledi, Sayın Hocam; yanlışsam kurusa bakmayınız. Fakat zaten o dönemlerde veya halihazırda eğitim kurumları buralara dansçı yetiştirmek amacıyla kurulmuş kurumlar değil. Dolayısıyla o tür kurumlarda eğitimini almış - tabii eğitim derken ben akademik eğitimden algıladığım o-; tabii öbür türlü, derneklerde aldığı halk oyunları eğitimini kastediyorsanız kusura bakmayınız ama eğer akademik bir eğitimden bahsediyorsak bu akademik birimler buralara dansçı veya oyuncu yetiştirmek amacıyla akademik eğitim vermiyorlar; ki öyle bir amaç da o anlamda yok. Çünkü devletin o anlamda besleyebileceği bir kaynak yok. Kaldı ki; aslında yavaş yavaş bu alandaki devletteki bakış açısının -biraz imaj açısından bizim hepimizde aynı fikirde- düşmesi sebeplerinden bir tanesi bu: -benim, tabii şahsi fikrimi beyan ediyorum- devletin böyle bir topluluğu olması, çok doğru bir şey de değil aslında. Yani devlet -gelişmiş ülkelerin çoğunda da aynısı- STK’lar yapar ve devlet destekler onu. Böylece Türkiye’nin her ücra köşesindeki bütün STK’lar aktif hale gelir.

Yani bugün Devlet Halk Dansları ve onun altındaki amatör topluluklar ve birçok derneğin de belki çok altında kalabilecek, yani Türkiye’de gerçekten çok ciddi çalışmalar yapan STK’larımız var. Yani yılda belki 30-40 tane temsile gidiyorlar. O 30-40 tane temsile Türkiye’nin dört bir yanından eğitim veren veya çok ciddi çalışma yapan STK’larımız devlet eliyle görevlendirilse;

o köşedeki, o mecrada çalışan gençlerimiz bu işe daha çok yönlenecek. Şu bir, kaçınılmaz bir gerçek ki; halk oyunları, halk danslarının birçok, hepimiz de başlarken işte o gösteriye gitme heyecanı… İşte biz seyahate, bir festivale katılma heyecanıyla başladık. Düşününüz ki hiçbir hedefi olmayan bir yerde -bu güneydoğu olabilir, doğu olabilir, Ege olabilir hiç fark etmez- hiçbir hedefi olmayan, hiçbir sunum yapamayacak, çalıştığı emeğin tamamen sadece yıl sonunda bir yılsonu gecesi yapmaktan ibaret olan bir topluluğunu aşması veya tanıtıma katkıda bulunması mümkün ve söz konusu olamaz. Dolayısıyla Kültür Bakanlığı, vizyon ve misyonunda yer aldığı gibi bütün Türkiye nezdinde, bütün halk oyunlarını, o dinamiklerini harekete geçirmek istiyor ise; daha çok bu alanlardaki faaliyet gösteren STK’ları desteklemeli.

Ki şöyle bir boyutu daha var; Maalesef tabii ki halk oyuncular olarak STK’ların birleşmesi ve beraber hareket olma noktasında da bir zayıf noktamız var, bu anlamda da. Yine sanatsal faaliyetler içerisinde de görülse de… İşte Devlet Tiyatroları var, tiyatrolar var ve her yıl belli kriterler konularak tiyatrolara yardımlarda bulunuyor, bütçe ayırıyor devlet, Kültür Bakanlığı.

Ama halk oyunlarıyla ilgili böyle bir destek asla ve asla yok. Dolayısıyla aslında gene belli kriterler konularak -tabii ki STK’ya değil, her dernek veya işte kuruma değil- belli bir kriterler konularak o kriterleri yerine getiren halk oyunları çalışmaları yürüten STK’lara, kurumlara da devlet eliyle destekler konabilir. Ki buradan Hocam’ın (Blm. Uzm. Cemal Orhan ÇETİNKALP’i kastediyor) söylemlerine atıfta bulunmak istiyorum aynı zamanda: İşte bu birçok belki de -işte fesihlerden bahsettik, tabii onlar birçok derneği de Hocam almıştır, yani derneklerin ayırdığımız dernek veya halk oyunları çalışanlar diye ayırt etmek çok zordur ama- neticede belki de bu ekonomik zorluklar gittikçe çoğaldıkça derneklerin fesihi de söz konusu olmaya başladı, yürütülemez boyut almaya başladı. Dolayısıyla belki de çok kaliteli, nitelikli çalışmalar yaparken yerel yönetimlerin sadece bir faaliyet, kültürel bir etkinlik adı altında bunu yapıp biraz daha zamanla ilgili boyutunu yürütmesi, kalite ve niteliğe çok fazla bakmaması da bunun nedenlerinden birisi olabilir diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.

(14)

MODERATÖR:

Ben bir kendime söz vermek istiyorum (Gülüşmeler)… Yani kendi kendime… Birazcık böyle yapacağım çünkü hani bir konuda gidelim, dağılmasın diye. Şimdi hocalarımızın hepsi konuştuklarından; size de söz vereceğim şey yapmayın…

A.Ü.:

Estağfurullah. Sadece bir konuya değinecektim, o kadar.

MODERATÖR:

Tamam…

A.Ü.:

Buyurun.

MODERATÖR:

Yani tarihselleştirmenin…

M.T.K.:

Azıcık, küçük bir cevap hakkı doğdu da; bir katkı yapmak için… (Gülüşmeler)

MODERATÖR:

Ben kendime söz veriyorum. Sonra cevaplar… Şey gerekiyor konuşurken, Hocalarımın verilerini birleştirerek şey yapmaya çalıştım, bir çerçeve içinde kalmaya çalışıyorum. Hani devlette, devletin bakışını konuşurken birazcık işte açılışlar, buralarda görsel unsur olma filan bunu bir tarihselleştirme ihtiyacı duyuyorum; zaten tarihten hani bir sürü veriler de aktarıldı.

Bir aslında kabaca 3-4 döneme ayırmak gerekiyor; konuşurken kocaman bir devlet var da yani o devlet bir zaman var, bir zaman var; şu anki devlet başka yani onu bir gerçekten bir şeyde tutmak gerekiyor. Bir ulus inşa süreci -işte 23 ve sonra- yani bu İttihat-Terakki’den alınan bu görsel temsil, okey; yani millî bayramlar ve burada halk oyunu ekipleri Türk ulusunu temsil etmek üzere göğüslerinde al işte bayraklarıyla çıkıyorlar. ‘50’lerden sonra bir değişiklik var, hikayemiz buraya geliyor zaten. ‘50’lerden sonra bir sivilleşme var; yani devlet var ama eskisi kadar belirleyici değil Demokrat Parti sonrasında. İşte STK olarak tanımladığınız, işte dernekler, şunlar, bunlar kuruluyor ve farklı yaklaşımlar da ortaya çıkıyor ve burada kritik bir

(15)

şey var; yurt dışına gidiliyor. Bahsettiniz; yani yurt dışına gidip başka ekipleri seyrettikçe, festivallere katıldıkça, işte Devlet Halk Dansları kuruluyor; insanlar artık kendi yaptıklarını başkalarıyla kıyaslamaya başlıyor. Ve burada bir, ben -benim sadece şeyim değil- başka yazarların da bir kavramı; bir piyasa oluşuyor. Bir piyasa oluşuyor ki, biz bugün “Bu meslek midir?”, profesyonelleşme -o piyasayı sadece negatif anlamda kullanmıyorum-, “Meslek midir?” hikayemiz ‘50’lerden sonra başlıyor; ‘50’ler, ‘80’ler... 2000’lerden sonra hep bir dönüm noktası olarak konuşulan; işte Sultans Of The Dance / Anadolu Ateşi; ki bu Devlet Halk Dansları bunun aslında bir başlangıcı, yani temsil anlamında… 2000’lerde başka bir şey var, başka bir dünya var. Artık işte melez danslar, gruplar, şunlar, bunlar ama bir galiba bir azalma da var…

C.O.Ç.:

Azalma da var…

MODERATÖR:

Toplumsal olarak ben de halk oyunu yapanı -halk yapan, neydi? Folklor oynayanlardan biri olarak- ben ’80’lerin çocuğuyum, 75 doğumluyum; bizim zamanımızda halk oyunları -biraz toplumsala çekmeye çalışıyorum- yapmak, dans etmek prestijli bir şeydi. Arzu Hoca (Prof. Dr.

Arzu ÖZTÜRKMEN’den bahsediyor) hep söyler; “O ağır ağır kostümleri giyip sahneye çıktığımızda, insanlar bize böyle bir... Hoşlarına giderdik”. Ama işte bugün, 2000’lerden sonra başka bir temsil şeyi olduğu için, daha melez, daha dansın balenin de karıştığı temsiller ortaya çıktığı için; daha farklı talepler var da aslında bunu konuşmamız gerekli; yani o veriler sizde daha fazladır. Toplumun ilgisi belki buralara gidiyor, belki eskisi gibi işte “Çocuğum çıktı, ben onu seyredeceğim, işte alkışlayacağım”dan çok -o yarışmaların, o hararetli olduğu dönemler- başka bir süreç var gibi algılıyorum ben. Yani kabaca konuşurken, bir tarihsel olarak o verileri şey yaparken bir çerçeve kurmak bence mantıklı çünkü “O zamanlar öyleydi, bu zamanlar böyle”; okey ama tam ne zaman değişti? Belki çünkü bir problemimiz olursa o zamanın tarihsel koşullarıyla da bir bağlantı kuracağız; yani ya da işte siyasi belki başka bir tarihi karşılaştıracağız falan… O yüzden biraz böyle şey yapabilirsek, dönemselleştirebilirsek; devlet büyük bir devlet gibi konuşmazsak… Çünkü, dediğim gibi, ulus inşa sürecindeki devletle bugünün hiçbir alakası yok; politikalar da ona göre değişiyor, deyip sözü size buradan vereyim.

A.Ü.:

Çok özür dilerim ben konuya şöyle… Yani devlet dediğiniz şey benim için 1992’de öğretmenliğe başladım, bir ay sonra benim için oradaki devlet kaymakamdı. Kaymakam toplantı yaptı, oradaki müdürlerin toplantısına beni çağırdı; bir ilçedeydim 20.000 nüfuslu.

Dedi ki; “23 Nisan’da bütün okullar ekip hazırlayacak. Alparslan Hoca sen de yarışma düzenleyeceksin” dedi. Ama bir bakıyorsun başka bir yerde devlet ya da yönetici; “Elele tutmasınlar, çıkıp gösteri yapmasınlar” bazında… Evet, toplumsal olarak birçok alanda olduğu

(16)

gibi -bu sizin alanınız (Doç. Dr. Berna KURT KEMALOĞLU’nu kastediyor)-, milli politikaların doğru ve bir şekilde düzenlenmediği için, ciddi anlamda millî değerlerde de köklü ve ülke genelini kapsayan bir millî politika olmadığı için çok büyük sıkıntılar yaşanıyor bununla ilgili, değişkenler var; kimi öcü olarak gösteriyor kimisi el üstünde tutuyor, baş tacı yapıyor. Bunu siz (Doç. Dr. Berna KURT KEMALOĞLU’ndan bahsediyor) konuşurken düşündüm. Taner Hocam’a da ve derneklere gelince; 2000’li yıllarda -tam tarihini hatırlamıyorum- yine devlet bütün kurum ve kuruluşlardan derneklerin kapatılmasını yasaya bağladı; değil mi Hocam (Blm.

Uzm Cemal Orhan ÇETİNKALP’e soruyor)? Resmî kurumlardan…

C.O.Ç.:

İsmini, kendi kamu kurumunun ismini taşıyan dernekleri kapattı. O dönem öyle bir şey…

A.Ü.:

Hepsini kapattı…

C.O.Ç.:

Aynen…

A.Ü.:

…ve bunların olduğu fesihlerin birçoğunda o var. Ciddi anlamda… Bir de zaten toplum olarak biz…

MODERATÖR:

Çok pardon bölüyorum, kamu kurumu ismi derken neyi kastediyoruz?

C.O.Ç.:

Mesela Ege Üniversitesi Koruma Derneği…

A.Ü.:

Karayolları…

C.O.Ç:

(17)

…Ege Üniversitesi içinde yer alırken; “Haydi” dedi, “Sen dışarı git”.

MODERATÖR:

Tamam.

C.O.Ç.:

Şu anda da…

A.Ü.:

…Karayolları’nın Hocam, her ilde ya da işte PTT’nin her ilde, DSİ’nin her ilde şeyi vardı, kulübü vardı. Bunları hepsi kapatıldı, yasayla; bir tane yasa çıktı ve hepsi kapatıldı. Sonra sivil toplum örgütleri şeklinde, tamamen bireysel kişilerin işte bir araya gelip mevcut statüyle dernek kurduğu gibi, öyle devam etmeye başladı. Zaten toplum olarak böyle bir yapımız yok yani.

Almanya nüfusunun %60’ı -bu istatistikler bunu gösteriyor- bir spor kulübüne üyeyken;

Türkiye’de bu 0.6 civarında, yani 1 bile olamamışız. Dolayısıyla ciddi bir de ekonomisi olduğu için zati gitmiyor. O da işte belirli kişilerin bir araya gelerek, gönül vererek yaptıkları bir konu haline geliyor. Bunu söylemek istemiştim, teşekkür ederim.

MODERATÖR:

Hocam (Öğr. Gör. M.Tekin KOÇKAR’ı kastediyor), sizin de bir şey vardı.

M.T.K.:

Ben Taner Hoca’yı hem açmak için, bir yanlış anlamayı düzeltmek için söyleyeyim. Yani ben Kültür Bakanlığı’nın o yaptığı çalışmayı doğru bulduğum için söylemedim. Yani oraya sadece davet edilip hem bir tespit yaptım; tespit yapmamın sebebi de şu: O zaman halk oyunları bölümlerinden mezunların sayısı; 2 yani, halk oyunu bölümü var. Yani Ege Üniversitesi’yle İTÜ vardı. Oradan mezun olacaklara bir iş, istihdam şeyi yaratıp yaratmayacaklarını… Bu insanların ortalıkta işte dernek çalıştırma, işte kurumların şeylerini çalıştırmanın dışında başka bir işleri yok. Bunları mezun ettiler ama bir iş sağlamak lazım. Mademki açılıyor böyle bir şey, devletin böyle bir halk dansları toplu… “Devlet, Halk Dansları Topluluğu açması doğru mudur, değil midir?”; başka bir şey… Yani ben doğrudan doğruya karşıyım; devlet, devletin böyle bir şey yapması doğru değil. Devlet politikası olduğu zaman sonucunun ne olduğunu görüyoruz hep beraber; şu anda 60 yaşında dansçı var orada. Başka bir şeyi, çözümünü bulamazsınız. Gene aynı şeyi İzmir’de de Adana’da da şurada, burada yapsa da fark etmeyecekti yani; orada da aynı şey olacaktı. Hani ben; “Derneklerden alırsa; dernekteki insanlara, derneklerden gelen insanlara iş istihdamı yaratacaksınız ama mezunlar orada boşta duruyor, profesyoneller boşta

(18)

duruyor. İşi halk oyunlarını, halk danslarını icra edecek, etmesi gerekenler boşta duruyor.

Buna bir çözüm bulunması lazım. Halk dansları, Devlet Halk Dansları Toplulukları açarak çözüm bulamazsınız.” demeye getirdim. Yoksa yani hepimiz içindeyiz işte; alaylı diyoruz, okullu demeye başladık şimdi; bu ayırımı yapıyoruz. Ama meslek olarak bunun belli aşamalarını kat eden ister okullu olsun ister alaylı olsun ya da tabandan, başka yerlerden gelsin; bunu bir meslek haline getirebilecek insanları -hocalarını hepimiz biliyoruz; mühendisinden tut beden eğitimi öğretmenine iktisatçısına kadar her şey var-; onların o işi meslek yaptıklarına göre derneklerden yetişenler de meslek olarak alabilirler, bir mesleğe dönüştürebilirler ama belli aşamaları kat etmeleri gerekir. Bunun politik alanını da devletin üretmesi gerekiyor. Devlet diyecek ki; “Siz şu, şu, şu, şu, şu aşamaları geçtiğinizde işte şu dernekte şey yapabilirsiniz, çalışabilirsiniz”. Meslek haline geliyor. Tanımlayacak bu mesleği. Devlet bu mesleği tanımlamamış ne mezunlarına ne derneklerde bu konuda kendisini yetiştirmiş olanlara.

Meslek bir tanımla olur. Yani insan kendi kendine “Ben halk oyunu hocası oldum.” diye ortaya çıkmaz ki. Bizdeki durum bu. Yani siz de hepimiz belli bir mesleğe sahibiz ve bu mesleklere aşamalarla geldik bir yere. Ama halk oyunları artık bir meslek halini alamadı maalesef. Benim şeyim o. Ben de şunu söyleyeyim: Yani bir yaptığı iş karşılığında -meslek, genel tanımıyla;

devlet bunu bir politika haline getirmemişse- yaptığı iş karşılığında işin tanımıyla beraber ücret alan kişidir, meslek sahibi. Türkiye’de 1979 yılının Aralık ayından itibaren halk oyunlarından para kazanan, maaş alan tek kişiyim ben, yani maaş karşılığı; “Sen bu işte gel bu üniversitede halk oyunları hocası ol, bölümü kur, çalıştır” denen tek kişiyim. Ondan önce sadece Devlet Halk Dansları ve derneklerde bu işler yapılıyordu. Başka bir şey yoktu. ODTÜ de bile her şey öğrenci şeyiydi. Bilkent, şeyde, Boğaziçi’nde öyleydi. Başka üniversiteler 1979 yılında, bir düşünün hepiniz, yani yaşı yakın olanlar da düşünsünler. Yılmaz Büyükerşen beni “Gel len buraya” dedi, “Bu işten maaş al, halk oyunlarını çalıştır. Al sana meslek” diye. Onun için bunu bir meslek haline getirebilmenin yollarını bulacak olan, tasarlayacak olan devlet politikasıdır.

Biz bu politikaya daha ulaşamadık. Ben, yani Taner Hoca’ya hem katkı hem de kendi söylediklerimi açmak için bunları söyledim.

MODERATÖR:

Teşekkürler Hocam. Deniz Hoca’ya söz vereceğim. Hocam neyle ilgili olacak?

D.K.:

Hem, istihdam boyutu demeyelim de mesleki yaşam açısından, hani devlet politikası üzerinden küçük bir değinme yapmak istiyorum aslında.

MODERATÖR:

Tamam, hmm…

(19)

D.K.:

Şimdi konservatuvarların kurulma sebebi aslında bir nebze bu işin daha bilimsel daha akademik çerçevede yapılıp, günümüze de yeni nesillere de aktarım boyutuyla değer kazandırmak açısından başlamış diye düşünüyorum. Ancak ben daha önce yaptığım araştırmalarda da baktığımda meslek tanımı adı altında halk danslarının, halk oyunlarının bir yeri yok. Yani baktığınızda, “Meslek mi?” dediğinizde en temel problem bu. Mesela “Yaratıcı Drama meslek mi?” dediğinizde, yer alıyor. Bir tanımlaması var, bir sınıflaması var. Düşünün ki…

M.T.K.:

Ben hemen sana iki yönden katkıda bulunmak için… Hem icracı mesleği…

D.K.:

Evet…

M.T.K.:

…hem de öğretmen mesleği olarak…

D.K.:

…mesleği yok…

M.T.K.:

…yani ikisi de meslek değil şu anda. Yani halk oyunları dediğiniz zaman ne icracısı, halk oyunları icracısı meslek ne öğretmeni meslek.

D.K.:

Yani şimdi bizler konservatuvardan öğrenciler mezun ediyoruz… Az önce Hocam (Öğr. Gör.

M.Tekin KOÇKAR’dan bahsediyor) dedi ki; “Müzik öğretmeni olarak mezun oluyorlar”. Ee, müzik öretmeni olarak mezun oluyorlar ama çocuklar gittiği zaman kendilerine istihdam sağlayacak hiçbir ortam bulamıyor, ki yapacakları işi nitelikli biçimde diğer nesillere aktarabilsin. Ee, dolayısıyla biz konservatuvar olarak, Sakarya Üniversitesi olarak bu formasyon çalışmasını ilk başlatanız aslında. Yani çabalayanlardan ya da işte sürekli yazışanlardan biriyiz ve temel şart; %70 müzik eğitimi barajını tamamlamış olmak; yani işte nazariyatından tutun da piyano eğitimine, batı müziğine, çalgı eğitimine kadar alacak, nitelikli

(20)

müzik bilgi donanımına sahip olacak ve gittiği yerlerde müzik öğretmeni olarak atanacak ama bugün Halk Eğitim Merkezleri’nden görevlendirilen Usta Öğreticiler yerine müzik öğretmenleri ders açabilecek kendilerine. Yani işte nedir? Kurslar. Ancak bu şekilde kendilerine yer bulabildiler, diye düşünüyorum. Fakat biz ilk buna maruz kalan üniversiteyiz.

Bologna Süreci diye bir süreç başladı. Bu Bologna Süreci çerçevesinde de aslında öğrencilerin kendilerini daha iyi yetiştirebilmesi, diğer platformlarda da beslenebilmesi ve çalışmalarını orada oluşturabilmesi adına boş zaman üretmek adına; var olan derslerimizin sayısı azaltıldı.

3 ana ders, 2 seçmeli derse düştü. Şimdi düşünün ki; böyle bir platformda biz nasıl bir eğitim verebiliriz? Hem müzik anlamında -hala müzik öğretmeni olarak bizim çocuklarımız atanıyor- hem müzik alanında donanımla öğrenciler yetiştireceğiz hem kendi alanında donanımlı çocuklar yetiştireceğiz. O zaman birileri derslerinden feragat edecek ama -tıpkı Tıp Fakültesi gibi- önemli olan dersler var; hangisini çıkartsanız bir yanınız kırık kalacak, eksik kalacak. İşte devlet politikası çerçevesinde aslında hatalı şeyler var, yani dokunulmaması gereken bölümler; Güzel Sanatlar, Devlet Konservatuvarları, beden eğitimler de öyle. Yani branşlaşma dediğimiz bir süreç var ve öğrenci ancak kendi istediği doğrultuda bir yol alacak, sonra çatallar açılacak, branşlaşacak. Bizim esas hatalı sürecimiz… Yani istihdam noktasında sıkıntı yaşadığımız temel problem buralarda başlıyor.

M.T.K.:

Tabii.

D.K.:

Yeterli olamadığımız noktalar buralarda başlıyor. Ne kadar biz sürece müdahale etmek istesek de bir yerden tekrar preslenmeyle alta indirgendik ve eğitim-öğretim sürecinde de; bu sadece STK’larda değil, bir eğlence aracı olarak görülmesi; bizler de buna çok maruz kalıyoruz.

Akademisyeniz, yahu bizimle şu şekilde muhabbet edenler de oluyor; “Ya ne güzel, güle oynaya sınav yapıyorsunuz. İşte eğleniyorsunuz bayağı”… Ama işin sırrı, oyun kısmı değil ki (Acı bir gülümsemeyle) yani bizler sadece oynayan ya da işte eğlendiren gibi görünsek de onun perde arkasında inanılmaz bir -işte Füsun Hocam da burada- yetiştirme, eğitme süreci var.

F.A.:

Hı hıı…

D.K.:

Yani bu noktada alkışlanma… Hani herhangi bir açılış olduğunda davet ediliyoruz, çok beğeniliyor, alkışlanıyor (Alkışlayarak). Sonra; “Ne yaptınız ki? Oynadınız” denip geçilebiliyor da. Hani haksızlık da etmeyeyim, takdir edenler de var elbette ama buradaki temel problem - ben eğitim üzerinden biraz devlet politikasına değinmek istedim- eğitimde dokunulmaması

(21)

gereken yerlerin altı bence çizilmesi gerekiyor. Dokunulduğu taktirde niteliksiz, vasıfsız öğrenciler mezun ediyoruz. Bu da bize olumsuz dönüyor. Neden? İşte “Konservatuvarlar yeterli değil. Çünkü müzik kulağı yok. Öğrenci yetiştirmede eksik kalıyor” gibi… Yani bunun altı çok açılabilir ve formasyonlarımız var şimdi; pedagojik formasyon noktasında, çocuklarımız burada da bocalamaya başlıyor. Çünkü biz kendi ana derslerimizi verebilmek için halk oyunları öğretim teknikleri üzerine… Mesela önemli dersler, seçimlik derslere atılıp öğrenci seçerse anlatabildiğimiz dersler var. Dolayısıyla; bilmiyorum Ege Üniversitesi Bologna Süreci’ne girdi mi?...

BİRÇOK KATILIMCI:

Bütün üniversiteler girdi.

D.K.:

Yani şu anda hemen hemen hepsi ama ilk giren biziz, yani en çok zararı görenlerden biri de biz olduk. Yani bence; burada konservatuvarlar olarak tekrardan süreci ele alıp, bence bu içeriği yeniden belki kabul ettirmek adına çabalamak gerekir.

F.A.:

Evet ama bu…

D.K.:

Zor bir sür…

F.A.:

…gerçekten yani emekliliğimiz geldi artık, yani bu sanki boşa kürek çekiyor gibi bir olay var.

Yani imaj, imaj denilen şey ne? Misyonun, vizyonun görünen yüzü. Yani bir sürü… Çoklu bir yayılım var Türkiye’de, yani halk oyunları çalışmalarına dair. Ne var? İşte sosyal hayatın ana akımında yürüyen bir ilkokul, ortaokul ya da işte -karniki (?) diye değerlendirdiğim- yarışmacı olmayan grupların bir halk oyunları çalışmaları, yarışmacı olan grupların halk oyunları çalışmaları. Bu yarışmacı kurumların baş şeyleri, çatıları, akademiler, işte sivil toplum kuruluşları; bir sürü çalışma var şu anda görünen. Kimi işte yine hep tartışılan -yine söylüyorum; benimsediğim için değil, aksine Tekin Hocam’ın yaşadığı bir şey çok güldürüyor beni. İşte Millî Eğitim’lerle böyle bir sözleşmeler yapılıp, o sözleşmenin, bir sürü şeyin protokolün imzalanayazdığı bir dönemde; Millî Eğitim’in aslında halk oyunları çalışması olarak Anadolu Ateşi gibi bir oluşum istemesi… Yani artık öyle bir devinim aldı ki, öyle bir dinamik var ki halk oyunlarında; sanki hiç, bir şeyi yap… Ne yaparsak yapalım hiçbir işe yaramayacak gibi

(22)

görünüyor. Yani şimdi şeyi çok benimsiyorum bu arada; Sakarya’nın bazı girişimleri çok benimsediğim bir şey. Ama beraberinde topluma baktığında değişime alerji var…

D.K.:

Evet…

F.A.:

O alerjinin kalkması lazım. İşte Güzel Sanatlar Lisesi’ne paralel bir Halk Oyunları Lisesi çalışmaları var. Çok benimsiyorum. Bu niye olabilir? Niye benimsiyorum, bir akademisyen olarak? Çünkü ben akademiyi kurtarmaya çalışıyorum burada. Derslerimi vermeye çalışıyorum, öğrencime koçluk yapıp yetiştirmeye çalışıyorum, onlara yön veriyorum, kendi bölümümün teorik ve pratik çalışmalarını yapmaya çalışıyorum. Aa, bakıyorum şey; müzik öğretmenliği… Kendi eğitimime baktığımda bahsettiğiniz o müzik eğitiminden öğrencinin vakit kaybettiğini görüyorum. Çünkü çocuk dansçı, çocuk dans etmek istiyor. Ee, içeriğe bakıyorum;

akademinin ana sanat dalları aktif, pasif; İcra pasif. Çünkü çıktı olarak ama akademi çıktısı olarak, ondan söz ediyorum. “Lisede olsa, iyi olur” diyorum, “Bana nitelikli öğrenci gelir”

diyorum.

D.K.:

Yetişir.

F.A.:

Yetişir, gelir benim sınavıma girer. Şeydir, donanımlıdır. Yani şimdi 18-19 yaşında girene, ona donanımlıdır. Belki yeteneğiyle hepimizi katlar, ayrı mesele tabii de. Tartışılacak bir sürü şey var ama gerçekten o misyonun-vizyonun bir sürü şeye bölünmesinden dolayı tek bir imaj yaratılmayacak zaten halk oyunları faaliyetlerinde. Yani bu bir kocaman bir rüya. Yani böyle bir… İşte federasyon kendi başına bir iş yapacak, kendi kurumsal şeyini kurtaracak. Sosyal hayatta yürüyen halk oyunları çalışmaları gerek Anadolu Ateşi tarzında gerek geleneksel tarzda, işte öğreticisi ne veriyorsa, o öyle olacak. Bir sürü şey farklı işleyecek ama bildiğim bir şey var; devlet politikası buna zaten ne malî açıdan, malî destekli ne de bir disipliner bir yaklaşımla kotaramayacak. Yani hani çok karamsar olabilirim ama işleyiş bu, yapacak bir şey yok. Şimdi federasyon kendi çapında bir teknik kurullar oluşturuyor, işte gideri var… İşlerin niteliğini hiç tartışmıyorum, akademinin de tartışmıyorum; çok yanlış bir şey olur. Benim derdim; bütün akademiler toplansın, bir iş yapsın, bir imaj oluştursun. Yarışma yapan kurumlar birleşsin. Bir tek dil konuşalım. İşte ne bileyim… Çok zor, bu da zor, biliyorum Hocam (Öğr. Gör. M.Tekin KOÇKAR’a), zor… Ama yapacak bir şey yok ki… Biz malî destek göremediğimiz için projeyle iş yapmaya çalışıyoruz. Bir kere projenin Türkiye’de şu anda çok önemli bir şey olduğunu, projelendirmenin… Avrupa Birliği, UNESCO, Kültür Bakanlığı,

(23)

TÜBİTAK, küçük bütçeli de olsa BAP (Bilimsel Araştırma Projesi), hiç fark etmiyor. Yani projelendirme bizi biraz hareketlendirecek. Çünkü proje yazmaya yönlendirecek. Proje yazıldığı vakit, tabii... Bir olayın özgün değeri, bir olayı yöntemi, bir olayın yaygın etkisi, bir olayın yapılabilirliği üzerine bir oluşum olacak. Yani hani “Onu öyle mi yapsak, böyle mi yapsak?”… Bugüne kadar öyle oldu olmadı. En benimsediğim şey -dün de Orhan Hocam’la konuştum-, Köy Enstitüleri. Onun verdiği içerideki niteliği, misyonu, vizyonu ve bu içindeki niteliğin görünen yüzü olarak… İşte bir alamet-i farika konuştuk, mesela pazar günü sabah Köy Enstitüleri kalkar; Köy Enstitülüler kravatını takar mesela… Yani o bir, öyle bir göstergedir ki;

olguya olan saygı -artık kültürel-sosyal, nasıl beslendilerse, nasıl gittilerse-, o disiplin yaşam biçimleri haline gelir ve inanılmaz bir havayla… Hala da hissedersiniz Köy Enstitülü bir bireyi.

Ama bizde öyle faaliyet… Ya tabii şimdi toplum değişime alerjili diyorum ama değişim de hakikaten kafa karıştırıyorsa, bu da şey… Yani hani imajı, mesleği, meslek olarak eğitim, eğitsel olarak tartışmak bana; “Ay kafam karıştı” mesela dinlerken… Her şey doğru ama her şey çözümsüz gibi geliyor bana.

MODERATÖR:

Hı hıı…

F.A.:

Dolayısıyla o projelendirmeyi çok önemsiyorum. Mesela Teknopark’a gittim, bir akademisyen olarak -bizim EBİLTEM diye, bir Bilim Teknik…

C.O.Ç.:

Okulumuz var, evet…

F.A.:

Hı hıı… Dedim ki; “Ya TÜBİTAK Projesi”… Bizim nitel araştırma olduğu için alanımız, bir şey katmıyor bize; nicel ver istiyorlar, bilimsel değer taşısın istiyorlar; bir yere varamıyoruz. AR-GE istiyorlar. Şimdi halk oyunlarının AR-GE’si ne olabilir? Dün de söyledim; yani hani biz, kalemimiz iyi, edebî bir el. Diyor ki; “Füsun’un TÜBİTAK Projesi şeyi, kompozisyonu, yazısı çok iyi. Ama işte, nicel değil”; yani bilimsel değer taşımıyor, sosyal bilimler diye… Ee, done vardı da yapmadık mı? Ya, var mı bir done? Anca disiplinler arası çalışma yapacağız, anca birleştireceğiz; işte tıpla birleştireceğiz, efendim alan çalışması mı yapacağız? Mühendislikle birleştireceğiz bir sanal gerçeklik projesi, motion capture mı yapacağız? Post-action projelerine mi başvuracağız Avrupa Birliği’nden bilmiyorum ama bir disiplinler arası çalışma…

Yani projelendirme, disiplinler arası çalışma… Bir Teknopark’a başvurdum, dedim ki; “Ya biz motion capture yapmayabiliriz”. Yani biz bir -onun adı ne?- Avrupa Birliği Post-action’a ulaşamayabiliriz. Bize çok uzak bir mesafe oluyor olabilir. Ama biz, işte başta İTÜ, Ege, Sakarya,

(24)

Gaziantep, başta böyle onu götürecek ve yeni açılan konservatuvar Türk Halk Oyunları Bölümü’nü besleyecek bir şeyler yapmak istiyoruz ve bir Ekin Gösteri Topluluğumuz var, bu da bir prototip. Bizim prototipimiz. Herkes kendi imajını oluşturuyor. Herkes kendi ilkini, kendi güzelini ve kendi disiplinini oluşturmaya çalışıyor. Yani dedim ki; “Bir Teknopark’ta bizim yerimiz yok mudur yani?”.

M.T.K.:

Akreditasyon yok.

F.A.:

Akreditasyon… Hocam, yurt dışı akreditasyon programları yapılıyor, Bologna süreçleri var da…

Ulus, ulusta zaten kendi aramızda akredite olamıyoruz en başta; en başta sorun bu. Onun için akademilerin en azından böyle ortamlarda, mecralarda… İşte “Ben ne yaptım?”… Federasyon bir proje yapsın; kendini kotaramıyorsa malî olarak ya da disipliner olarak”… İşte şey, Kültür Bakanlığı Destek Programı çağrılarını daha sık yapsın. Yani hani ulaşalım da… Daha bir malî destek versin. Biz de proje verebilelim. Kültür Bakanlığı… Kültür Bakanlığı’ndan ben sahne istiyorum mesela… Öyle bir sahne istiyorum ki; bütün konservatuvar Türk Halk Oyunları Bölümü’nün… Federasyon kendini kotarsın. Ben federasyon için çalışamam ki, akademi için çalışıyorum. Herkes kendi işini yapsın yani. Kendi evinin önünü süpürsün. Yani ben mesela, çok, Kültür Bakanlığı’nda bir sahne istiyorum. Öyle bir sahne olacak ki; bu bir İzmir’e, benim yanı başıma kurulacak. Benim bölümüm için değil ki, bütün Türk Halk Oyunları Bölümü için.

Sakarya gidecek, Sakarya’ya yaptıracak. Yani bu akademik bir şey, logo gibi, kurumsal kimlik gibi -ne bileyim, ne diyeyim- bir markalaşacak bir sahne. Bizim paramız yok ki, eğitim kurumlarının parası yok. Sanatta pazarlama denen bir şey var; sanatta pazarlama yapalım, sanat yönetimini de yapalım… Ama sanatta pazarlama ne biliyor musunuz? Ağızdan ağıza iletişim; pazarlama. Yani ben size söyleyeceğim; “Deniz vallahi bak, şu Anadolu Ateşi var. Git seyret, tamam mı? Çok güzel”. Sen 200 kişiye, o 200 kişi 2000’e… Sonra diyeceğim ki;

“Pazarlama yapalım”, Gerilla pazarlama. Kafa-göz yararak. Silah yok, bir şey yok; “Hurra!”

dalmak koşuluyla… Sosyal sorumluluk projelerinin artması -bence not alabilirsiniz (Düzenleme Komitesi’ne), benim önerim olarak-, sosyal sorumluluk projelerinin artması gerekiyor.

Sponsorluk anlayışının gerek STK’lar gerek VAKSA gibi -yani Sabancı Kültür’ün, Sabancı Holding’in yaptığı bir kültür çalışmasıydı, içinde bulunduğum için biliyorum iç dinamikleri- tabii yani, onun gibi oluşumlar vardır benim bilmediğim, çok da normal- artması gerektiği… Ee, başka ne önerebilirim? Yani, konuşulan her şey çok doğru…

M.T.K:

Önerilerle ilgili herhalde başka bir bölüm…

(25)

MODERATÖR:

Şimdi ben zaten bir şey söyleyeceğim…

A.Ü.:

Ben de bir…

MODERATÖR:

Hocam’a (Dr. Öğr. Üyesi Serkan KELEŞOĞLU’ndan bahsediyor) söz vereceğim ama. Yani oturumun bir şeyi tamamlanıyor gibi, tamamlayıp geçmek istiyorum. Şimdi çok fazla eğitime odaklanıyoruz yine. Bunu da çok bölmek istemiyorum, herkes çünkü eğitim şeyinde ama… En azından şunu bitirelim…

A.Ü.:

Artistik imaj…

MODERATÖR:

…Hocam’a (Dr. Öğr. Üyesi Serkan KELEŞOĞLU’ndan bahsediyor) söz verdikten sonra… İmaj hikayesini bitirdik diyelim, geçelim. Yani ben buradaki konuları tartışmadan da daldan dala atlanmasını da istemiyorum. Yani…

M.T.K.:

İmajla ilgili, Hocam’dan (Dr. Öğr. Üyesi Serkan KELEŞOĞLU’ndan bahsediyor) sonra; belki Alparslan’ın bu federasyonların içinde olduğu için en son bu, ee; Antrenör…

A.Ü.:

O ayrı bir başlık galiba.

MODERATÖR:

Ona geçeceğiz.

M.T.K.:

Heh…

(26)

MODERATÖR:

Ona geçeceğiz. Eğitime hep… Yani eğitim işini bir köşede bırakalım çünkü yan tarafta ayrıntılarıyla o konuşuluyor. Ayırmak da çok zor, biliyorum. Ama hani şu hikâye bitsin. İmajı konuşurken hep devlet, devlet dedik; toplumsala azıcık değindik. Toplumsala özel ekleyebileceğiniz bir şey varsa, Hocam’dan (Dr. Öğr. Üyesi Serkan KELEŞOĞLU’ndan bahsediyor) sonra… Yani onunla ilgili söz alacaksak söz vermek istiyorum. Sonra bir başka başlığa geçeceğiz zaten. Buyurunuz.

S.K.:

Tekrar merhaba. Serkan ben, ses kaydı için tekrar etme gereksinimi duydum. Ee, şimdi hocalarım çok değerli katkılarda bulundurlar. Ben de imajdan yola çıkarak ve hani işin mesleki boyutunu tartışacağımız için ona girmek istemiyorum. Devlet boyutuna ilişkin tek bir şey söyleyeceğim, benim görüşüm. Devlet bir şeyi istiyorsa yukarıdan, kendi istediği şeyin yamasını ister. Bir meslekleşme diye bir boyut varsa, bunun alttan gelmesi gerek, diğer türlü olmaz; bence. Şimdi Hocam’ın (Doç. Dr. Füsun AŞKAR’dan bahsediyor) bahsettiği gibi imajı oluşturanlar sahada olanlar; ne yazık ki. Hani biz akademide, şu an burada konuşuyoruz;

sanırım izleyiciler de üniversite öğrencileri ya da akademide olan insanlar ama sahadan ya da alandan kimse yok. Umarım bu çalışma, bu konuşmalar da herkese ulaşır ve bu işin sahadaki dönüşümüyle bir şeyler değiştirebiliriz. Ben bir yerel örnekten bahsedeceğim. Şimdi biz 2013’te bir çalışma yaptık, Ankara’da. 12 tane dernekle görüştük. Dedik ki; “Amacınız nedir?”.

Derneklerin çoğunun amacı yarışmaya hazırlık, başka bir amaçları yok. Burada da A ve B kategorileri var: A kategorileri, iyi dansçılar, yarışmada iyi ürün ortaya çıkartacak kişiler; B kategorileri de hobi amaçlı gelip derneğe maliyet, malî destek sağlayan kişiler. Şimdi bunun dışında -Hocam’ın (Doç. Dr. Füsun AŞKAR’dan bahsediyor) söylediği gibi-, sosyal sorumluluk ve benzeri şeyleri göremiyoruz. Ben ilk halk oyunlarına GİFSAD’ta başladım; Giresun’da bir dernek. GİFSAD’ın Giresun’daki imajı, o dönem için çok önemli bir yerdeydi. Herkes, çoğu aile çocuklarını oraya göndermek istiyordu ve biz çalışmalarımızı 100-120 tane ortaokuldan liseye adar öğrencilerle yapıyorduk. Ve basketbol, futboldaki bu popülerlikten daha öndeydi Giresun için. Çünkü oradaki -az önce bahsedildiği gibi- yurt dışına çıkmanın bir yoluydu; çünkü aileler çocuklarını başka türlü yurt dışına gönderebilecek ekonomik kaynaklara sahip değiller ve şöyle uygulamalar vardı: Mesela dansçıların akademik başarıları takip ediliyordu ve biz dönem sonunda karnelerimizi hocalarımıza veriyorduk. Notu düşük ise ya da not düşüşü varsa, bizi ekipten çıkartıyorlardı ve ekibe girmek için de bir sınavla girdik. Yani böyle, şimdiki gibi mesela buradaki fakültenin halk oyunları topluluğuna biz çocukları bulmak için işte biraz -tırnak içinde göz boyama diye söyleyeyim- hani “Yurt dışına çıkış için size böyle fırsatlar sunabiliriz”; zar zor oyuncu buluyoruz, erkek oyuncu zaten bulamıyoruz. Ama o dönem yerelden, halktan bir talep vardı ve bu topluluk, il bazında çok önemli bir yere getirmişti. Çünkü Giresun’u dışarıya duyurabilecek iki tane seçenek var: Bir fındık, iki halk oyunlarıydı; o dönem için. Belki çok yerel dernek olmasına rağmen buradaki bir sürü kişi de bu dernek hakkında bilgileri vardır. Şimdi imajı o nedenle sahadaki kişiler oluşturacak. Burada antrenör diyelim alaylı olsun, işte mezun

(27)

olsun; önemli olan onlar çevreye nasıl bir imaj sergiliyor? Biz şu an mesela dönem dönem buradaki teknik hocamızı değiştirmemiz gerekiyor ve “Ankara’da halk oyunlarıyla ilgilenip bize teknik sağlayabilecek kim vardır?” diye bakıyoruz; 3 kişiye ulaşamıyoruz sayısal olarak. Çünkü beklentimiz ve mantığımız farklı. Çünkü biz halk danslarını, eğitimci bakış açısıyla… Ortaya bir ürün koymaktan öte; bu ürünü ortaya çıkartırken öğrencilere iş birliği becerisini, problem çözme becerisini kazandırabiliyor muyuz? Akademik başarılarına etki edebiliyor muyuz?

Mesela bizim topluluğumuzun şu anki, son dönemdeki başarısı şu: Herhangi bir yarışmaya katılmıyoruz, sadece uluslararası festivallere gidiyoruz. Orta düzey bir ekibiz. Üst düzey bir sergilememiz, sahnelememiz yok. Ama mezun olan öğrencilerimizin çoğu yüksek lisansa başladı, devamında akademisyen olanlar var. Hemen hemen hepsi devlete atanmasalar da özel okullarda iş bulabiliyorlar. Bu tür yan şanslar tanıyoruz. Onlar da gittikleri okullarda halk danslarına bakış açısını değiştiriyorlar. Şimdi ben, tarihsel süreçte de bahsedersek; ‘90’larda bu amaçla halk oyunlarına başladım, 2000’lerde Anadolu Ateşi gibi bir dönüşüm yaşandı. O zaman kadar, o zamanki aklımla söyleyeyim, halk dansları -tırnak içinde-; köylülerin ya da alt sosyo-ekonomik sınıftan insanların yaptığı bir şeymiş gibi algılanıyordu; küçük yerlerde, büyük illeri dışarıda bırakıyorum. Anadolu Ateşi’yle beraber bir algıda bir değişiklik söz konusu. Artık orta ve üst sosyo-ekonomik kitleler de daha fazla ilgi göstermeye başladı. Orada da giyimdeki farklılık, bence ondan kaynaklı oluyor. Yani üst sosyo-ekonomik kişilere şalvarı olduğu gibi ya da ilk haliyle giydirmek yerine biraz bir şeyler düzenleyerek, biraz daha pantolon havası vererek giydirdiğiniz zaman; belki oraya katılmak istiyor olabilir. Böyle bir dönüşüm oluşmaya başladı. Şimdi temel olarak imajı oluşturan, sahadaki kişiler; sahadaki kişilerin -Hocam’ın (Doç.

Dr. Füsun AŞKAR’dan bahsediyor) dediği gibi- misyonu ve vizyonu ne? Önemli olan nokta bu.

GİFSAD örneğindeki gibi veya başka dernekler bu işi sosyal sorumluluklarla desteklendiği taktirde, bu işin sadece sahneye bir ekip çıkartmak olmadığını halka, insanlara aktarabildiğimizde; o anda, destek gördüğümüz anda bir çözüm süreci kendiliğinden başlayacaktır. En önemlisi sıkıntı ne? Maliyet, ekonomik destek. Yani devlet artık hiçbir şeye ekonomik destek vermiyor. Bu sadece halk oyunlarıyla ilgili bir şey değil. Peki bunu, ekonomik desteği sağlayabilmek için önümüzdeki tek şart ne? Ortaya izlenebilir bir ekip çıkartmak.

İzlenebilir ekip çıkınca için ne olur, çıkması için ne oluyor? Bu defa dansçının boyuna, kilosuna, duruşuna; başka kriterler devreye giriyor. Ee, bu defa amaç değişiyor, vizyon değişiyor. Yine iş kendi kendine bir çözümsüzlüğe doğru yol alıyor. Şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar, teşekkür ederim.

MODERATÖR:

Söz vereceğim. Bir şeyi Hocamız söyledi, hatırlattığı iyi oldu. Sadece onun altını çizmek anlamında söylüyorum; tarihselleştirirken şey -kaynaklarda da çok ortaya çıkan bir şey bu- piyasa dediğimiz, ‘50’ler-‘80’ler arası oluşma sürecinde… Tabii çok farklı bir Türkiye olduğu için, iletişim kanalları çok daha sınırlı olduğu için, bugünkü gibi “Erasmus programlarıyla çocuklar yurt dışına gitsin” falan öyle kolay bir şey olmadığı için; bir yurt dışına çıkmanın bir yolu olması çok kritik -yani bu gerçekten bir toplumsal dönüşüm-; ikincisi sosyalleşmek -ben bir de buna şunu ekleyeceğim; makbul vatandaş-, yani kız-erkek uygun bir şekilde sosyalleşme. Aileler için -imajla bağlantılı bu- aileler çocuklarını derneklere verdiği zaman;

Referanslar

Benzer Belgeler

Konya’da inşaat sektöründe faaliyetleri kısıtlayan faktörlerin geçen yıla göre değişimi incelendiğinde Ağustos 2019’da finansal kısıtlardan, talep

“Geçtiğimiz 3 ayda işlerin durumu”, “önümüzdeki 3 ayda satış beklentisi” ve “geçen yıla göre işlerin durumu” göstergeleri Temmuz 2019’a göre artarken,

ISTANBUL AREL UNIVERSITY, TURKOBA MAH, ERGUVAN SOK, TEPEKENT/ TEPEC?K - BUYUKCEKMECE.. İleri

GSYH’yi oluşturan faaliyetler incelendiğinde; 2019 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak; tarım sektörü

TUZLA HALK EĞİTİMİ MERKEZİ 2019 KASIM AYI BÜLTENİ / SAYI-43 22 REBUILDING THE LIVES IN THE LAND OF HOPE (UMUT ÜLKESĠNDE YAġAMLARI YENĠDEN KURMAK) Erasmus+ KA2

TUZLA HALK EĞİTİMİ MERKEZİ 2019 TEMMUZ AYI BÜLTENİ / SAYI-39 14 Şifa Fatih Cami Yaz Kuran Kursu 15 TEMMUZ Demokrasi ve Milli Birlik Günü Programı

b) Akademik takvimde belirtilen süre içinde ders kaydını yenilemeyen öğrencilerin, ders kayıtlarının mazeretli olarak yapılabilmesi için; yarıyılın ilk haftasının son

Gökkuşağı Sanat Atölyesi ve Cumhuriyet Kadınları Derneği Tuzla Şubesi Karma Sergimizin açılışında bizleri onurlandıran Tuzla Kaymakamımız Sayın Ali AKÇA´ya