• Sonuç bulunamadı

EKOSİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "EKOSİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR?"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EKOSİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR?

Prof.Dr. Fatmagül GEVEN

(2)

Ekosistemlerde Enerji ve Besinlerin İzlediği Yollar Nelerdir?

Yaşam aktiviteleri, tavşanın sıçramasından moleküllerin hücre zarından aktif taşınmasına kadar, güneş enerjisi ile

güçlendirilir.Yani yaşam için enerjiye ihtiyaç vardır. Enerji her kullanıldığında bir kısmı ısı olarak kaybolur. Ancak güneş

enerjisinin sürekli olarak dünyaya gelişi esnasında sürekli olarak ısı

şeklinde kaybolurken besinler kalır. Bunların yapıları ve dağılımları

değişebilir ama dünyayı asla terk etmez ve devamlı olarak döngü

halindedir. Böylece iki esas kanun ekosistem fonksiyonlarının

temelini oluşturur:

(3)

1. Enerji ekosistemler içindeki komunitelerde

sürekli tek yönlü bir akıştadır. Enerji sürekli olarak bir dış kaynaktan (güneş) yenilenmelidir.

2. Enerjinin aksine, besinler sürekli döngü

halindedirler ve ekosistemlerde devirsel bir akışa

sahiptirler (Şekil 3.1).

(4)

Enerji Ekosistemlerde Nasıl Dolaşır?

(5)

Enerji Komunitelere Fotosentezle Girer

93 milyon mil uzaktan, güneş çok büyük miktarlarda enerjiyi serbest bırakarak hidrojen moleküllerini helyum molekülleri oluşturmak üzere birleştirir. Bu enerjinin küçük bir kısmı; ısı, ışık ve uv enerjisini de

içeren elektro manyetik dalgalar şeklinde dünyaya ulaşır. Dünyaya ulaşan enerjinin çoğu atmosfer, bulutlar ve dünya yüzeyi tarafından geriye yansıtılır. Yine de fazla miktarda enerji sadece, yaklaşık %1’ini yaşam enerjisi olarak bırakarak dünya ve onu saran atmosfer

tarafından absorbe edilir. Bu %1’in, %3 veya daha azı yeşil bitkiler tarafından yakalanır. Gezegenimiz üzerindeki bütün yaşam böylece güneşten dünyaya ulaşan enerjinin %0.03’ ünden azıyla

desteklenmektedir.

(6)

Ancak bu enerji biyolojik komuniteye nasıl girer?

Yaşamı güçlendiren enerji fotosentez işlemi ile komuniteye girer.

Fotosentezde (bitkiler, bitkiye benzeyen protistlerde ve

siyanobakteride) klorofil gibi pigmentler belirli dalga boyundaki güneş ışığını absorbe eder. Güneş enerjisi daha sonra kimyasal bağlarda depolanan şeker ve fotosentetik organizmaların

vücutlarını oluşturan diğer kompleks molekülleri meydana getiren

reaksiyonlarda kullanılır (Şekil 3.2).

(7)

Ağaçlardan tutun, bahçenizde yetişen kabak ve domates bitkilerinden okyanuslardaki tek hücreli diatomelere kadar bütün fotosentetik organizmalar ototrof (Yunanca “kendi- beslenen”) veya üreticiler olarak adlandırılır, çünkü kendileri için besin üretirler. Bunun yanı sıra aynı zamanda direkt veya indirekt olarak neredeyse bütün diğer canlı organizmalar için besin üretirler. Fotosentez yapamayan organizmalar heterotrof (Yunanca, “başkaları ile beslenen) veya tüketiciler olarak

adlandırılırlar, diğer organizmaların vücutlarındaki

moleküllerden enerji elde etmek zorundadırlar.

(8)

Bir ekosistemin taşıyabileceği yaşam miktarı ekosistemdeki üreticiler tarafından yakalanan enerji ile belirlenir. Belirli bir süre içinde fotosentetik organizmaların depoladığı ve

komunitenin diğer üyeleri için kullanılabilir hale getirdiği enerji net primer verimlilik olarak adlandırılır. Net primer verimlilik belirli bir zamanda birim alanda depolanan enerji birimi (kalori) cinsinden ölçülebilir.

Ayrıca, belirli bir zaman aralığında birim alanda üreticiler

tarafından ekosisteme eklenen biomass veya organik materyalin

kuru ağırlığı olarak da ölçülebilir

(9)

Bir ekosistemin verimliliği;

üreticiler için kullanılabilir besin miktarı, üreticilere ulaşan güneş ışığı miktarı,

suyun kullanılabilirliği ve sıcaklık

dahil birçok çevresel değişkenden etkilenmektedir. Örneğin; çölde

su eksikliği verimliliği sınırlar, açık okyanuslarda ışık derinlerde,

besin ise yüzey suyunda sınırlıdır. Kaynaklar bol olduğu zaman,

deltalar (nehirlerin okyanusla birleştiği, karadan aldığı besinleri

taşıdığı )ve tropik yağmur ormanlarında olduğu gibi, verimlilik

yüksektir. Çeşitli ekosistemlerin bazı ortalama verimlilikleri Şekil

3.3’de gösterilmiştir.

(10)

Enerji Komunitede Bir Beslenme Seviyesinden Diğerine Geçer

Enerji, komunitelerde fotosentetik

üreticilerden tüketicilere doğru aktarılır.

Her organizma kategorisi beslenme

seviyesi olarak adlandırılır. Ağaçlardan

siyanobakterilere kadar bütün üreticiler

enerjilerini doğrudan güneş ışığından

alırlar.

(11)

Tüketiciler birçok beslenme seviyesi oluşturur.

Bazı tüketiciler farklı seviyelerdeki canlıları yedikleri için birden fazla beslenme seviyesini kapsarlar.

Bazı tüketiciler doğrudan ve tamamen bütün

ekosistemlerde en yaygın yaşayan enerji kaynağı olan üreticilerle beslenecek şekilde

evrimleşmişlerdir

(12)

.

Herbivorlar (ot yiyen) çekirgeden zürafaya ve domates boynuzlu kurduna kadar primer tüketiciler olarak adlandırılırlar; ikinci beslenme seviyesini

oluştururlar.

Karnivorlar (et yiyenler) örümcek, şahin ve kurt gibi, et yiyenler doğrudan primer tüketicilerle beslenirler. Karnivorlar ayrıca sekonder tüketiciler olarak da adlandırılırlar; üçüncü beslenme seviyesini oluştururlar.

Bazı karnivorlar ara sıra diğer karnivorları yerler. Böyle olduğu taktirde dördüncü beslenme seviyesini, tersiyer tüketicileri oluştururlar.

(13)

Besin Zincirleri ve Besin Ağları

Komunitelerdeki Beslenme İlişkilerini Anlatır

Komunitede kimin kiminle beslendiğini açıklamak için bir alt beslenme seviyesinin temsilcisini besin olarak kullanan her bir beslenme seviyesindeki elemanların bilinmesi gerekir. Besin

seviyelerini bunlarla ayırt etmek yaygın bir yöntemdir. Böylece bir

komunitede kimin kiminle beslendiği kolayca gösterilmiş olur. Bu

doğrusal beslenme ilişkileri besin zinciri olarak adlandırılır. Şekil

3.4’de gösterildiği gibi farklı ekosistemler farklı besin zincirlerine

sahiptirler.

(14)

Bunlara rağmen, doğal komuniteler nadiren iyi tanımlanmış primer, sekonder ve tersiyer tüketici grupları içerir.

Besin ağı komunitedeki besin zincirleri arasındaki ilişkileri gösterir,

belirli bir komunitedeki gerçek beslenme ilişkilerini besin zincirinden

çok daha doğru bir şekilde verir (Şekil 3.5). Rakunlar, ayılar, sıçanlar ve

insanlar gibi bazı hayvanlar omnivorlardır (Latince, “her şeyi yiyen”)-

yani, farklı zamanlarda primer, sekonder ve tersiyer tüketici olarak

davranırlar.

(15)

Birçok karnivor ya herbivorları veya diğer karnivorları yerler, böylece sekonder veya tersiyer tüketici olarak davranırlar, sırasıyla. Örneğin; Baykuş

bitkilerle beslenen fareyi yediği zaman sekonder tüketici,

böceklerle beslenen kır faresi ile beslendiğinde tersiyer tüketici olur.

Karnivor böcekle beslenen kır faresi tersiyer tüketicidir ve kır faresi ile beslenen baykuş dördüncül (kuaterner)tüketici olur. Karnivor bir bitki örümcek sindirdiği zaman aynı anda fotosentetik üretici ve

sekonder tüketici olarak besin ağını karıştırır.

(16)

Çürükçüller (Atıklarla Beslenenler ) ve Ayrıştırıcılar Besinleri Yeniden Kullanım

İçin Serbest Bırakır

Besin ağındaki en önemli organizmalardan ikisi çürükçüller ve ayrıştırıcılardır. Çürükçüller küçük ve genellikle dikkat çekmeyen yaşam atıkları üzerinde yaşayan, dökülen dış iskeletler, dökülen yapraklar, çöpler ve ölü vücutlar, hayvanlar ve protistler

ordusudur. Toprak solucanları, akarlar, protistler, kırkayaklar, bazı böcekler ve kabuklular, nematodlar ve hatta akbabalar gibi az sayıdaki bazı büyük omurgalıların dahil olduğu çürükçül

beslenenlerin ağı, son derecede karmaşıktır.

(17)

Bu organizmalara muhtemelen yakın çevrenizde, bahçenizde ve gübre yığınlarında bol olarak

rastlanır. Bu organizmalar ölü organik maddeyi tüketirler, içinde depolanan enerjinin bir kısmını çıkarırlar ve onu daha ileri çürüme aşamasında vücutlarından dışarı atarlar. Bunların boşaltım

ürünleri diğer çürükçül beslenenler ve ayrıştırıcılar

için besin olur.

(18)

Ayrıştırıcılar sindirim enzimlerini çevreye salgılayarak

besinleri vücutlarının dışında sindiren özellikle mantar ve

bakterilerdir. İhtiyaç duydukları besinleri absorbe ederler,

geri kalan besinleri bırakırlar. Çöpünüzdeki çürümekte

olan domates veya ekmek parçaları üzerindeki siyah

lekeler veya gri tüysü yapılar mantar ayrıştırıcılardır.

(19)

Çürükçüllerin ve ayrıştırıcıların aktiviteleri ile yaşayan organizmaların vücutları ve atıkları atmosfere, toprağa ve suya iade edilecek olan CO

2

, H

2

O, mineraller ve

organik moleküller gibi basit moleküllere indirgenir.

Çürükçüller ve ayrıştırıcılar yeniden kullanım için

besinleri serbest bırakarak, ekosistemlerin besin

döngülerinde yararlı bağ oluşturur. Yaprak döken

ormanlar gibi bazı ekosistemlerde, primer, sekonder

veya tersiyer tüketicilerden geçenden daha fazla enerji

çürükçül ve ayrıştırıcılardan geçer.

(20)

Eğer çürükçüller ve ayrıştırıcılar yok olursa ne olur?

Fark edilmez olmasına karşın besin ağının bu kısmı

dünya üzerindeki yaşam için gereklidir. Onlar olmazsa, komuniteler yavaş yavaş biriken atıklar ve ölü vücutlarla örtülürler. Bu ölü vücutlar içinde depolanan besinler

toprağı zenginleştirmek üzere parçalanamaz ve tekrar döngüye giremeyecek uygun olmayan bir formda

kalırlar. Toprağın kalitesi bitki yaşamını artık

desteklemeyecek kadar fakirleşir. Bitkilerin yok

olmasıyla komuniteye enerji girişi kesilir; üst beslenme

seviyesindekiler, insanlar dahil, yok olur.

(21)

Beslenme Seviyelerinde Enerji Transferi Yetersizdir

Termodinamiğin temel kanunu, enerji kullanımının hiçbir zaman tamamen verimli olmadığını ifade eder. Örneğin;

arabanız benzinde depolanan enerjiyi hareket enerjisine çevirirken, yaklaşık %75’i anında ısı olarak kaybolur.

Aynı şey canlı sistemlerde de olur; ATP’deki kimyasal bağların kas kasılmasına güç sağlamak için ayrılması da yan ürün olarak ısı üretir, egzersiz yapanlar bunun

farkındadır. Tohumun çimlenmesi ve sperm kuyruğunun

hareketi sırasında küçük miktarda ısı açığa çıkar.

(22)

Enerjinin bir beslenme seviyesinden diğerine transferi de oldukça verimsizdir. Tırtıl (primer tüketici) domates bitkisi (üretici) yapraklarını yediği zaman, bitki tarafından tutulan orijinal (asıl) güneş enerjisinin sadece bir kısmı böcek için

kullanılabilirdir. Enerjinin bir kısmi bitki tarafından gelişme ve hayatını devam ettirme amacıyla kullanılır ve çoğu ise bu

işlemler sırasında ısı olarak kaybolur. Enerjinin bir kısmı

tırtılın sindiremeyeceği selüloz gibi moleküllerdeki kimyasal bağlara çevrilir. Böylece ilk beslenme seviyesinde yakalanan enerjinin sadece küçük bir kısmı ikinci beslenme

seviyesindeki organizma için kullanılabilirdir.

(23)

Tırtıl tarafından tüketilen enerji kısmen hareket ve ağız

parçalarının çalışmasını sağlamak için kullanılır. Bir kısmı sindirilemez dış iskelet oluşturmak için harcanır ve çoğu ısı olarak çevreye verilir. Bütün bu enerji üçüncü besin

seviyesindeki ötücü kuş için tırtılı yediği zaman

kullanılamazdır. Kuş enerjiyi vücut ısısı olarak kaybeder, daha çoğunu uçarken kullanır ve büyük bir kısmını da

sindirilemeyen tüyler, gaga ve kemiklere çevirir. Bütün bu

enerji onu yakalayan şahin için artık çok fazla kullanılamaz bir duruma gelmiştir. Yaprak döken orman ekosistemindeki

beslenme seviyeleri arasındaki enerji akışının basitleştirilmiş

modeli Şekil 3.6’da gösterilmiştir.

(24)

Enerji Piramitleri Beslenme Seviyeleri Arasındaki Enerji Transferini Gösterir

Çeşitli komunite çalışmaları, beslenme seviyeleri

arasındaki enerji transferindeki net transferin kabaca %10 verimli olduğunu belirtmektedir, buna rağmen farklı

komunitelerin seviyeleri arasındaki enerji transferi büyük farklılıklar göstermektedir. Genel olarak, bu primer

tüketicilerde (herbivorlar) depolanan enerjinin sadece

%10’u olduğu anlamına gelmektedir.

(25)

Sırasıyla, sekonder tüketiciler primer tüketicilerde depolanan enerjinin kabaca %10’una sahip

olabilmektedir. Başka bir deyişle, bitki tarafından yakalanan her 100 kalori güneş enerjisinin sadece

yaklaşık 10 kalorisi herbivorlara geçer ve sadece 1 kalori karnivorlara aktarılır. Beslenme seviyeleri arasındaki bu verimsiz enerji transferi “%10 kanunu” olarak

adlandırılır. Tabanda en yüksek enerjiyi gösteren ve

yukarı seviyelere çıkıldıkça devamlı bir azalma gösteren

enerji piramidi beslenme seviyeleri arasındaki ilişkiyi

grafikle açıklamaktadır (Şekil 3.7).

(26)

Ekologlar bazen biomass’ı her beslenme

seviyesinde depolanan enerji ölçüsü olarak kullanırlar. Çünkü her bir beslenme

seviyesindeki organizmaların kuru vücut

ağırlıkları canlıda depolanan enerji miktarı ile

orantılıdır, bilinen bir komunitenin biomass

piramidi enerji piramidi ile genel olarak aynı

şekildedir.

(27)

Bunun komuniteler için anlamı nedir? Eğer bozulmamış bir

ekosistemde dolaşırsanız, baskın organizmaların bitkiler olduğu dikkatinizi çekecektir. Kendileri için uygun enerjiye en çok sahip olanlar bitkilerdir çünkü enerjiyi doğrudan güneş ışığından alırlar.

Hayvanların çoğunluğu bitkiler üzerinden beslenir, karnivorlar ise daha nadirdirler.

Verimsiz enerji transferinin insanların kendi besinlerini

üretimlerinde de önemi vardır. Yararlandığımız beslenme seviyesi düştükçe, daha fazla enerji bizim için kullanılabilir olur, gün

geçtikçe daha fazla insan et yerine otlarla beslenmektedir.

(28)

Verimsiz enerji transferinin umulmadık bir yan etkisi de insan üretimi toksik

kimyasal maddelerin kullanılmasıyla

ortaya çıkan biyolojik birikimdir. Yani

bazı toksik kimyasalların bizler dahil

karnivorların vücutlarında birikimidir.

(29)

Biyolojik Birikim Toksik Maddeler Beslenme Seviyelerinden Geçtikçe Gerçekleşir

1940’larda yeni insektisit DDT’nin özellikleri mucize gibi görülmekteydi.

Tropiklerde, DDT (Diklorodifeniltrikloretan) sıtma yayan sivrisinekleri öldürerek

milyonlarca hayatı kurtarmıştır. DDT’nin böcekleri yok etmesiyle artan ürün

verimliliği milyonlarca insanı açlıktan kurtarmıştır. DDT uzun ömürlüdür ve bir

kez uygulamanın öldürücü etkisi devam eder. DDT’nin pestisit özelliklerini

bulan İsviçreli kimyager Paul Müller 1948’de Tıp ve Fizyoloji dalında Nobel

ödülü ile ödüllendirilmiştir ve insanlar böceklerden kurtulunacak yeni bir

dönem girmişlerdir. Çok az kişi pestisitlerin rasgele kullanımının karmaşık

yaşam ağını bozacağını fark etmiştir.

(30)

Örneğin, 1950’lerin ortalarında Dünya Sağlık Örgütü sıtmayı kontrol altına almak için Borneo Adasını (Malezya) DDT ile ilaçlamıştır.

Çatıları örmekte kullanılan samanla beslenen tırtıl bundan nispeten etkilenmiştir ancak tırtılla beslenen yaban arısı yok olmuştur.

Kontrolsüz kalan tırtılların yediği ot çatılar çökmüştür.

DDT ile zehirlenmiş böcekleri yiyen Gecko kertenkelesi vücudunda yüksek konsantrasyonda DDT biriktirmiştir. Hem Gecko’lar hemde Gecko’larla beslenen kediler DDT zehirlenmesinden ölmüşlerdir.

Kedilerin ortadan kalkmasıyla, sıçan populasyonu artmıştır.

Kasaba, kontrolsüz sıçanların taşıdığı veba salgını tehdidiyle karşı

karşıya kalmıştır. Salgının önlenmesi için kasabaya yeni kediler

getirilmiştir.

(31)

ABD’de yaban hayatı biyologları 1950 ve 1960’larda bir çok avcı kuşun

özellikle kel kartal, karabatak, balık kartalı ve kahverengi pelikan gibi balık

yiyenlerin, populasyonlarında endişe verici düşüşler tespit etmişlerdir. Bu

en üstteki avcılar hiçbir zaman çok yaygın değillerdir ve bu düşüş

kahverengi pelikan ve kel kartal dahil bazılarını yok olmanın eşine

getirmiştir. Bu kuşların yaşadığı akuatik ekosistem böceklerin kontrolü

amacıyla nispeten düşük miktarlarda DDT ile ilaçlanmıştır. Bilim adamları

avcı kuşların vücutlarındaki DDT’nin suda bulunan konsantrasyonunun 1

milyon katı olduğunu bulduklarında çok şaşırmışlardır. Bu durum toksik

maddelerin adım adım yükselen beslenme seviyelerinde artan yüksek

konsantrasyonlarda biriktiği bir işlem olan biyolojik birikimin keşfi ile

sonuçlanmıştır. DDT 1973 yılında ABD’de yasaklanmıştır, ancak hala bazı

gelişmekte olan ülkelerde kullanılmaktadır. 1994 yılında kel kartal tehlike

altındaki türler listesinden çıkarılmıştır.

(32)

Hem DDT hem de biyolojik birikime giren diğer maddeler onları tehlikeli yapan iki özelliğe sahiptirler:

(1) ayrıştırıcı organizmalar onları zararsız maddelere parçalayamaz – yani bu maddeler biyolojik olarak parçalanabilir değillerdir; ve

(2) bunlar yağda çözünürler ama suda çözünmezler.

(33)

Böylece, parçalanmak ve sulu üre ile dışarı atılmak yerine hayvanların vücutlarında özellikle yağda birikirler. Alt seviyelerden üst beslenme seviyelerine enerji transferinin aşırı derecede verimsiz olması nedeniyle, herbivorlar büyük miktarlarda bitkisel materyal (DDT ile ilaçlanmış olabilir) yemek zorundadırlar, karnivorlar birçok herbivor yemek zorundadırlar, bu diğer beslenme seviyelerinde de aynı şekilde devam eder.

DDT’in vücuttan atılamaması nedeniyle avcı hayvanlar yıllar

boyunca avlarından aldığı maddeleri biriktirir. Böylece, DDT en

üstteki avcılarda en yüksek seviyelere ulaşır, doğal eşey

hormonu olan östrojenin fonksiyonlarını bozup onun görevini

üstlenerek yumurta kabuğunda Ca birikimine zarar verir (avcı

kuşlarda olduğu gibi).

(34)

Günümüzde, kimyasal olarak DDT ile benzer ve onun gibi kalıcı eğilimi olan, biriken ve normal seks hormonu fonksiyonlarını bozan birçok klorlu bileşiğin etkileri hakkında artan bir ilgi vardır. Dioksin ve PCB’ ler (poliklorlu bifeniller) dahil bu kimyasallar, çeşitli endüstriyel işlemlerde üretilmektedir. Bu kirleticiler

“çevresel östrojenler” olarak adlandırılmaktadırlar

çünkü östrojen hormonunun etkilerini taklit etmekte

veya östrojenin gücünü arttırmaktadır.

(35)

• PCB’ (poliklorlu bifenil) ler transformatörler ve

kondansatörler için soğutucu ve yalıtım sıvısı olarak,

elektrik kablolarının ve elektronik ekipmanların esnek

PVC (polivnil klorür) kaplamalarında dengeleyici katkı

maddesi olarak, pestisitlerin katkı maddesi, kesme

yağlarında, alev geciktiricilerde, hidrolik sıvılarında,

contalarda, yapıştırıcılarda, ağaç cilalarında, boyalarda,

toz alma maddelerinde ve karbonsuz kopya kâğıtlarında

kullanılır. PCB üretimi 1970’ lerde yüksek olması

nedeniyle yasaklanmıştır. PCB’ ler, hayvanlarda vücutta

biriken, çevre kirliliğine yol açan, kalıcı organik kirletici

madde olarak sınıflandırılmıştır. PCB’ler kokusuz, tatsız,

berrak ile açık sarı arası renkli visköz sıvılardır.

(36)

Araştırmalar yakın zamanlara kadar bu klorlu

bileşiklerden nispeten yüksek seviyelerde içeren

büyük göller üzerinde yoğunlaşmıştır. Buralarda,

balık yiyen nehir samurlarının populasyonları birden

düşmüştür ve kel kartallar dahil balık yiyen kuşlar

deforme olmuş döller oluşturmuş veya yumurtaları

asla gelişmemiştir. Hamile sıçanlara çok küçük

miktarda dioksin verildiğinde bunların erkek

yavrularında düşük sperm sayılarına ve genital

bozukluklara sebep olmuştur.

(37)

İnsan sağlığına zararları ortadan kaldırmak ve aynı zamanda yaban hayatındaki kayıpları engellemek istiyorsak, kirleticilerin özelliklerini ve besin ağının nasıl çalıştığını anlamak çok önemlidir.

İnsanların dikkat etmesi için önemli bir neden vardır çünkü

bizler genellikle besin zincirinin üst seviyelerinde

beslenmekteyiz. Örneğin; ton balığından yapılmış bir

sandviç yediğiniz zaman, üçüncül veya hatta dördüncül

tüketici olarak davranırsınız. Buna ek olarak, uzun yaşam

süremiz bu bileşiklerin vücudumuzda toksik seviyelerde

birikmeleri için daha fazla zaman sağlamaktadır.

(38)

Besinler Ekosistemde Nasıl Dolaşır?

Güneş ışığının aksine, besinler yukardan aşağı sabit

bir akımla Dünyaya akmazlar. Pratik amaçlar için,

aynı besin havuzu 3 milyar yıldan daha uzun

zamandır yaşamı sağlamaktadır. Besinler, yaşamın

bütün kimyasal yapı taşlarını oluşturan elementler ve

küçük moleküllerdir.

(39)

Makrobesinler olarak adlandırılan bazıları, canlılar

tarafından büyük miktarlarda alınır. Bunlar su,

karbon, hidrojen, oksijen, azot, fosfor, sülfür ve

kalsiyumu içerir. Çinko, molibden, demir, selenyum

ve iyot gibi mikrobesinler ise sadece küçük

miktarlarda gereklidir. Besin döngüleri ayrıca

biyojeokimyasal döngüler olarak da adlandırılır ve bu

maddelerin komunitelerden ekosistemin cansız

kısmına ve daha sonra yeniden komunitelere

dönüşünde izledikleri yolu anlatır.

(40)

Besinlerin kaynakları ve depolanma yerleri rezervuar olarak adlandırılır.

Başlıca rezervuarlar genel olarak canlı olmayan veya abiotik çevrededir. Örneğin;

karbonun birçok rezervuarı vardır; atmosferde

CO

2

gazı olarak depolanır, okyanuslarda

çözünmüş haldedir ve yeraltında fosil yakıtları

olarak bulunur.

(41)

Atmosfer, Okyanuslar ve Komuniteler Arasında Karbon Döngüsü

Karbon atomu zincirleri saç, kas, kan, kemik ve enzimler dahil

bütün organik moleküllerin iskeletini oluşturur. Karbon

yaşayan komuniteye üreticiler tarafından fotosentez sırasında

CO

2

’nin yakalanması sırasında girer. Karada, üreticiler

(bahçenizdeki bitkiler gibi) CO

2

’yi bütün gazların %0.036’sını

oluşturduğu atmosferden alırlar. Okyanuslardaki akuatik

üreticiler, deniz yosunu ve diatomeler gibi, fotosentez için suda

çözünmüş bol miktarda CO

2

bulurlar. Aslında, okyanuslarda

atmosferdekinden çok daha fazla CO

2

depolanmıştır.

(42)

Üreticiler CO

2

’nin bir kısmını hücresel solunum sırasında

atmosfere ve okyanusa geri verir ve geri kalanını vücutlarında

kullanırlar. İnekler, karides ve domates boynuzlu tırtılı gibi

primer tüketiciler üreticileri yerler ve onların dokularında

depolanan karbonu elde ederler. Bu herbivorlarda karbonun

bir kısmını solunumla serbest bırakırlar ve geri kalanını da

depolarlar-bu böylece beslenme seviyeleri boyunca devam

eder. Bütün canlı organizmalar sonunda ölür ve vücutları

çürükçüller ve ayrıştırıcılar tarafından parçalanır. Bu

organizmaların atıklara bağlı olan hücresel solunumu CO

2

’i

atmosfere ve okyanuslara geri verir. CO

2

bu iki büyük

rezervuar arasında serbest olarak hareket eder.

(43)

Bazı karbon döngüleri çok daha yavaştır. Örneğin;

yumuşakçalar ve deniz protistleri suda CO

2

’yi alarak

kalsiyum karbonat (CaCO

3

) oluşturmak için kalsiyumla

birleştirerek kabuklarını oluştururlar. Ölümden sonra, bu

organizmaların kabukları su altı yataklarında (tortularında)

depolanırlar, gömülürler ve en sonunda kireçtaşına

dönüşebilirler. Su üzerinden aktıkça çözünen kireçtaşı

jeolojik olaylara maruz kaldığında karbon canlı

organizmalar için bir kez daha kullanılabilir hale gelebilir.

(44)

Karbon döngüsünün bir diğer uzun süreli kısmı fosil yakıtların üretilmesidir. Fosil yakıtları jeolojik devirlerde yaşamış olan eski bitki ve hayvan kalıntılarından oluşur ve üçüncü önemli karbon kaynağını oluşturur. Bu yataklarda bulunan eski organizmaların organik moleküllerindeki karbon yüksek sıcaklık ve basınçla milyonlarca yılda kömür, petrol ve doğal gaza dönüşür. Tarih öncesi güneş ışığının enerjisi de fosil yakıtlarında tutulur.

İnsanlar bu depolanmış enerjiyi kullanmak için fosil yakıtları

yaktıkları zaman, CO

2

atmosfere salınır. Fosil yakıtların

yakılmasına ek olarak, Dünyanın büyük ormanlarının (büyük

miktarda karbonun depolandığı) kesilmesi ve yakılması gibi

insan aktiviteleri atmosferdeki CO

2

konsantrasyonunu arttırır.

(45)

Karbon Çevrimi

(46)

Azotun Başlıca Rezervi Atmosferdir

Atmosfer yaklaşık olarak %79 oranında azot gazı (N

2

) içerir ve böylece bu önemli besin için başlıca rezervdir.

Azot; proteinlerin, birçok vitaminin ve nükleik asitlerin

DNA ve RNA’nın çok önemli bileşenidir. İlginç bir şekilde

ne bitkiler ne de hayvanlar atmosferdeki bu gaz halini

kullanabilirler. Bunun yerine, bitkilere ya nitrat (NO

3

-)

veya amonyak (NH

3

) olarak verilmelidir. Ancak

atmosferik azot bu moleküllere nasıl çevrilmektedir?

(47)

Azot Çevrimi

Atmosfer Azotu

(48)

Amonyak(NH

3

), azotu hidrojenle birleştiren azot

fiksasyonu işleminden sorumlu olan bazı bakteri ve siyanobakteriler tarafından sentezlenir. Bu bakterilerin bir kısmı suda ve toprakta yaşar. Diğerleri köklerdeki özel yumrularda yaşadıkları baklagil olarak

adlandırılan bitkilerle simbiyotik birlikteliklere girerler.

Ayrıştırıcı bakteriler de ölü vücutlar ve atıklardaki

amino asitler ve üreden amonyak üretebilir. Diğer bazı

bakteriler ise amonyağı nitrata çevirebilir.

(49)

Azot oksijenle elektrik boşalmaları ve yanan ormanlar ve fosil

yakıtları tarafından birleştirilir. Bitkiler amonyak ve nitrattaki

azotu amino asitler, proteinler, nükleik asitler ve vitaminlerin

oluşturulmasında kullanırlar. Bitkilerdeki bu azot içeren

moleküller sonunda ya primer tüketiciler ya çürükçüller yada

ayrıştırıcılar tarafından tüketilir. Besin ağından geçerken

azotun bir kısmı ayrıştırıcı bakteriler tarafından yeniden nitrat

ve amonyağa çevrilecek olan atıkların ve ölü vücutların

yapısından açığa çıkar. Döngü, azotun atmosfere

dentrifikasyon bakterileri tarafından sürekli geri döndürülmesi

ile dengelenir. Islak toprak, bataklık ve deltalarda yaşayan bu

bakteriler nitratı parçalayarak azotu atmosfere geri salarlar.

(50)

İnsanların baskın olduğu ekosistemlerde (çiftlik arazileri, bahçeler ve şehir çevrelerindeki yeşillikler gibi) amonyak ve nitrat kimyasal gübrelerle sağlanır. Bu gübreler – sebzelerinizi dikmeden önce bahçenize serptikleriniz gibi - fosil yakıtlardaki enerjiyi kullanarak yapay olarak atmosferik azotu fikse etmek için üretilir. Aslında, insan aktiviteleri günümüzde azot döngüsü üzerinde etkindir. Fosil yakıtları yakarak, ormanları yakarak ve azot depolayan sulak alanları kurutarak, baklagilleri yetiştirerek ve gübreleri üreterek insanlar her yıl tahminen 140 milyon ton azotu gaz halinden amonyak veya azot oksit (oksijene bağlı azot) haline çevirmektedir.

Doğal işlemler yıllık 90 milyon-140 milyon ton azotu kullanmaktadır.

Çeşitli azot oksit tipleri küresel ısınmaya katılmakta, koruyucu ozon

tabakasına zarar vermekte ve yağışları asidik hale getirmektedir.

(51)

Fosforun Başlıca Rezervi Kayadır

Fosfor, enerji transfer molekülleri (ATP ve NADP), nükleik asitler ve hücre zarındaki fosfolipidler dahil biyolojik moleküllerin önemli bir bileşenidir. Ayrıca omurgalıların diş ve kemiklerinin başlıca bileşenidir.

Karbon ve azot döngülerinin aksine fosfor

döngüsünün atmosferik bileşeni yoktur.

(52)

Fosforun ekosistemdeki rezervi fosfat formunda oksijene

bağlandığı kayadır. Fosfat bakımından zengin kaya açığa çıktığı

ve aşındığında yağmur suyu fosfatı çözer. Çözünmüş fosfat

bitkilerin köklerinden ve fotosentetik protistler ve

siyanobakteriler gibi diğer ototroflar tarafından biyolojik

moleküllerin yapısına katıldığı yerlere absorbe edilir. Fosfor bu

üreticilerden besin ağlarına geçer. Her seviyede artan fosfat

boşaltımla dışarı atılır. En sonunda, ölü vücutlarda kalan fosfor

ayrıştırıcılar tarafından fosfat formunda toprak ve suya geri

döndürülür. Daha sonra ototroflar tarafından yeniden absorbe

edilebilir veya sedimente bağlanır ve en sonunda tekrar kayalara

dönmüş olur.

(53)

Tatlı suda çözünmüş fosfatın bir kısmı okyanuslara taşınır. Her ne kadar bu fosfatın çoğu deniz sedimentine katılsa da, bir kısmı denizdeki üreticiler tarafından absorbe edilir ve en sonunda omurgalıların ve balıkların vücuduna katılır. Bunların bir kısmı daha sonra büyük miktarda fosforu boşaltım yoluyla karaya bırakan deniz kuşları tarafından tüketilir. Eskiden deniz kuşları tarafından Güney Amerika kıyılarında biriktirilen gübreler işlenmiş olup bunlar dünyanın en önemli fosfor kaynağını sağlamıştır. Fosfat bakımından zengin kaya da işlenir ve fosfat gübrelerin yapısında kullanılır.

Gübrelenmiş alanlardan sürüklenen toprak, göllere, akarsulara ve

okyanuslara büyük miktarlarda üreticilerin gelişimini uyaran fosfat

taşır. Göllerde, karadan gelen fosfor bakımından zengin sızıntılar

gölün doğal komunite ilişkilerini bozan alg ve bakterilerinin aşırı

artışını uyarır.

(54)

Fosfor Çevrimi

(55)

Suyun Çoğu Su Döngüsü Sırasında Kimyasal Olarak Değişmeden Kalır

Su döngüsü veya hidrolojik döngü bütün diğer besin

döngülerinden suyun döngü boyunca su olarak kalması ve

yeni moleküllerin sentezinde kullanılmaması bakımından

farklıdır. Suyun başlıca kaynağı dünya yüzeyinin ¾’ünü

kaplayan ve kullanılabilir suyun % 97’ sini içeren

okyanuslardır.

(56)

Hidrolojik döngü suyu buharlaştıran güneş enerjisi

tarafından ve suyu yağış olarak (yağmur, kar, çiğ ve

sulu sepken) dünyaya geri döndüren yer çekimi

tarafından devam ettirilir. Buharlaşmanın büyük bir

kısmı okyanuslardan gerçekleşir ve suyun çoğu

doğrudan okyanuslara yağışla döner. Suyun karaya

düşüşü değişik yolar izler. Suyun bir kısmı toprak,

göller ve akarsulardan buharlaşır. Bir miktar su

karalardan okyanuslara akarken, küçük bir miktar da

yer altı rezervlerine girer.

(57)

Canlıların vücutlarının kabaca %70’ i su olduğu için,

hidrolojik döngüdeki suyun bir kısmı ekosistemlerin

canlı komunitelerine girer. Bitkilerin kökleri ile

absorbe edilir ve bunun büyük kısmı bitkilerin

yapraklarından atmosfere geri buharlaşır. Küçük bir

miktar fotosentez sırasında yüksek enerjili

moleküller üretmek için CO

2

ile birleştirilir. En

sonunda bu moleküller hücresel solunum sırasında

parçalanır ve su çevreye geri verilir. Tüketiciler suyu

besinlerinden veya içerek alırlar.

(58)

İnsan populasyonu arttıkça, insanların suya olan ihtiyaçlarının arttığı Dünyanın bir çok yerinde tatlı su kıtlığı başlar. Bu kıtlık ürünleri yetiştirme yeteneğini sınırlar; günümüzde tarım alanlarının yaklaşık

%16’ sı en azından kısmen sulamaya bağlı haldedir. Temiz tatlı suyun

azlığı insanların güvenilir olmayan sulara içme suyu olarak bel

bağlamaları insan sağlığını tehdit etmektedir. ABD’de bile, çiftçiler

ekinlerini sulamak için yeniden yerlerine koyulması imkansız olan

büyük yer altı su havuzlarını kullanmaktadırlar. Günümüzde Dünya

genelinde her yıl 500 büyük baraj tamamlanmaktadır. Her ne kadar

nehirlere baraj yapmak tatlı su depolanmasını mümkün kılsa da, nehir

ekosistemleri ile beraber olan komuniteleri ve doğal taşkın ovalarını

bozar.

(59)

SU ÇEVRİMİ

(60)

Asit Yağmurlarına ve Küresel Isınmaya Ne Sebep Olur?

Modern toplumu kuşatan çevre sorunlarından çoğu insanların ekosistemlerin fonksiyonlarına müdahaleleri sonucu ortaya çıkmaktadır. İlkel insanlar;

sadece güneşten gelen enerji akışıyla varlıklarını sürdürürlerdi ve besin döngülerine yeniden katılacak

atıklar üretirlerdi. Ancak populasyon arttıkça ve teknoloji

ilerledikçe, insanlar bu doğal işlemlerden gün geçtikçe

daha bağımsız davranmaya başladılar.

(61)

Kurşun, arsenik, kadmiyum, civa, petrol ve uranyum gibi

doğal ekosistemlere yabancı ve içlerindeki canlıların çoğuna

toksik olan maddeleri çıkarıp kullandılar. Fabrikalarda daha

önce Dünyada hiç var olmamış pestisitler, solventler ve bir

çok yaşam formu için zararlı diğer endüstriyel kimyasallar

gibi maddeler sentezlendi. Ciddi anlamda 19. yüzyılın

ortalarında başlayan Endüstriyel Devrim ısı, ışık, ulaşım,

endüstri ve hatta tarım için fosil yakıtlardan (güneş yerine)

elde edilen enerjiye olan bağımlılığımızın aşırı derecede artışı

ile sonuçlanmıştır. Ayrıca endüstriyel işlemler besin

döngülerinin ürettiğinden daha verimli bir şekilde besin

üretmektedir.

(62)

İnsanların fosil yakıtlara olan bağımlılığının doğrudan sonucu olan iki global çevre sorunu:

Asit Yağmuru ve Küresel Isınma.

(63)

Azot ve Sülfür Döngülerinin Aşırı

Yüklenmesi Asit Yağmuruna Neden Olur

Her ne kadar volkanlar ve sıcak su kaynakları

atmosfere SO

2

(Kükürt Dioksit) salsa da, insanın

endüstriyel aktiviteleri atmosferdeki SO

2

’ nin %90’ ını

karşılar. Özellikle gelişmiş ülkelerde her yıl tonlarca

NO (azot oksit) araçlardan, enerji santrallerinden ve

endüstriden etrafa dağılmaktadır.

(64)

Bu maddelerin aşırı üretiminin 1960’ların sonunda büyüyen çevresel

bir tehdidin nedeni olduğu anlaşılmıştır: asit yağmuru veya daha

kesin bir tanımlamayla asit depolanması. Atmosferde su buharı ile

birleşerek, azot oksitler (NO) nitrik asit (HNO

3

) ve kükürt dioksit (SO

2

)

de sülfürik aside (H

2

SO

4

) çevrilir. Günler sonra ve kaynaktan yüzlerce

veya binlerce kilometre uzakta, asit serpintisi olur, ya yağmurda

erimiş olarak ya da mikroskobik küçük partiküller halinde. Asitler

aşındırıcıdır, heykelleri ve binaları aşındırır, ağaçlara ve ekinlere zarar

verir, gölleri cansız hale getirir. Hem sülfürik asit hem de nitrik asidin

su buharında solüsyon oluşturmasına rağmen, sülfürik asit ayrıca

kuru koşullar altında partiküller de oluşturabilir. Havada bulut gibi

görülebilen bu partiküller yağmur, kar ve sis olmaksızın bile yere

inebilirler. Asit depolanması terimi çevreye hem ıslak hem de kuru

saldırıları anlatmak için kullanılır.

(65)

Asit Depolanması Göller, Çiftlikler ve Ormanlardaki Yaşama Zarar Verir

Asit yağmurları bir çok ülkede göllerin ve havuzların bir kısmını balıkların barınamayacağı kadar asidik yapmıştır.

Ancak balıklar ölmeden önce, onların bağımlı olduğu besin

ağı zarar görmüştür. İlk önce midyeler, kerevit, salyangozlar

ve böcek larvaları ölmüş, daha sora amfibiler ve en sonunda

da balıklar ölmüştür. Sonuç kristal –temiz göl –oldu, güzel

ama ölü. Böcek larvalarının ve yumuşakçaların yok olması

onlarla beslenen kara ördek populasyonunda muhtemelen

dramatik bir azalmayla sonuçlandı.

(66)

Asit yağmuru sadece göller için tehdit değildir.

Laboratuar koşullarında son yapılan çalışmalar asit yağmurunun bir çok tarım ürününün gelişimini ve verimliliğini de etkilediğini ortaya koymaktadır.

Toprağın içlerine doğru sızan asidik su kalsiyum ve potasyum gibi gerekli besinleri ortamdan uzaklaştırır.

Asit depolanması ayrıca ayrıştırıcı mikroorganizmaları

da öldürebilir, böylece besinlerin toprağa geri

dönmesini engeller. Zehirlenen ve besin sıkıntısı çeken

bitkiler enfeksiyon ve böcek saldırılarına açık

(savunmasız) hale gelirler.

(67)

Asit depolanması organizmaların alüminyum, kurşun, civa ve kadmiyum dahil nötr pH’lı suya oranla asidik suda çok daha fazla çözünen toksik metallerden etkileşimlerini arttırmaktadır.

Alüminyum bitki gelişimini engelleyebilir. Asidik göller ve akarsularda, çevredeki toprak ve kayadan çözünen alüminyum balıkların solungaçlarında mukus birikmesine neden olur, balıkları boğar. Bazı evlerdeki içme suyunun eski boruların kurşun lehimlerinden asitli suyun çözdüğü kurşunla tehlikeli oranda kontamine olduğu bulunmuştur. Asitli su kaynakları asiditeye karşı kimyasal olarak işlemden geçirilmek zorundadır.

Asitli sulardaki balıkların vücutlarında beslenme seviyelerinden

geçtikçe biyolojik birikime sebep olacak tehlikeli seviyede

kurşun bulunmuştur.

(68)

Karbon Döngüsüne Müdahale Küresel Isınmaya Neden Olur

345-280 milyon yıl kadar önce, çok büyük miktarda karbon

Karbonifer periyodun sıcak ve nemli koşulları altında

bitkilerin ve hayvanların vücutları sedimentlerin içine

gömülüp parçalanmadan kurtulunca, karbon döngüsünden

çıkmıştır. Zaman geçtikçe, ısı ve basınç bu vücutları kömür,

petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlara çevirmiştir. İnsan

müdahalesi olmadıkça, bu karbon milyonlarca yıl boyunca

el değmeden kalır.

(69)

Bununla beraber, özellikle Endüstri Devriminden

sonra bu yakıtlar içinde depolanan enerjiye artan bir

bağımlılığımız oldu. Bunları fabrikalarımızda

yaktıkça, atmosfere CO

2

saldık. 1850’ den beri,

atmosferin CO

2

içeriği 280 ppm’ den 360 ppm’ e

çıkmıştır, %25’ den daha fazla bir artış. Bu artış yıllık

1.5 ppm’ lik bir hızla devam etmektedir. Fosil

yakıtların yakılması bu artışın en büyük nedenidir.

(70)

İkinci önemli atmosferik CO

2

kaynağı her yıl milyonlarca

hektarlık ormanların kesilmesidir. Ormansızlaşma

özellikle kullanılabilir tarım alanlarını arttırmak için

yağmur ormanlarının hızla yok edildiği tropiklerde

gerçekleşir. Bu ormanlardaki büyük ağaçlarda

depolanan karbon kesimden sonra özellikle yanmayla

atmosfere geri döner. Son 200 yıl boyunca,

ormansızlaşma ve fosil yakıtların yakılması gibi insan

aktiviteleri şu an Dünya üzerindeki canlılarda

depolanmış olandan çok daha fazla CO

2

açığa

çıkarmıştır.

(71)

Sera Gazları Atmosferde Isı Tutarlar

CO

2

hala Dünya atmosferinin sadece küçük bir kısmını kapsar, yaklaşık

%0.036. Bununla beraber, CO

2

onu şu an işlediğimiz konunun yapı taşı yapan önemli bir özelliğe sahiptir: ısıyı tutar. Atmosferik CO

2

seradaki cam örtü gibi davranır, güneş ışığı şeklinde enerjinin girmesine izin verir ancak bu enerji ısıya çevrildiğinde onu absorbe eder ve tutar.

Metan, kloroflorokarbonlar (CFC’ler), su buharı ve azot oksitler dahil

birçok diğer sera gazları da bu özelliğe sahiptir. Sera gazlarının güneş

enerjisini Dünya atmosferinde ısı olarak tutabilme özelliği olan sera

etkisi doğal bir olaydır. Atmosferi nispeten sıcak tutarak, Dünya

üzerindeki yaşamın bildiğimiz tarzda olmasını sağlar. Bununla beraber,

insan aktiviteleri doğal sera etkisini arttırarak, küresel ısınma dediğimiz

durumu oluşturur.

(72)

Tarihsel sıcaklık kayıtları 1860 yılından beri

atmosferdeki CO

2

ve metan (CH

4

) seviyelerindeki

artışa paralel olarak küresel sıcaklıkta 0.5-0.7

o

C’ lik

bir artış olduğunu ortaya koymaktadır. 1980’ ler

kayıtlardaki en sıcak 10 yıllık periyottur: 1987 ve

1998 arasındaki 12 yıl, yüksek sıcaklık kayıtlarının

tespit edildiği 10 yıllık dönemi kapsar, 1998 şimdiye

kadar kaydedilmiş en yüksek ortalama küresel

sıcaklığın ölçüldüğü yıldır.

(73)

Artan buharlaşmanın neden olduğu bulut örtüsü,

CO

2

artışından kaynaklanan net primer verimlilikteki

muhtemel artış ve okyanus rezervinin kesin olmayan

CO

2

absorbsiyon yeteneği gibi birçok etkileşimli

faktörler geleceğe ait iklim tahminlerinin zor

olmasına ve kesin olmamasına neden olmaktadır.

(74)

Bununla beraber, birçok bilim adamı küresel ısınmanın 21.

Yüzyılın sonuna kadar ortalama Dünya sıcaklığında 1.5-4.5

o

C’lık artışa neden olacağına inanmaktadır. Bu aralık çok fazla gibi görünmemektedir, ancak ortalama sıcaklık 20.000 yıl önceki son Buzul Çağı sırasındaki tepe noktasında günümüzdekinden sadece 5

o

C düşüktü. Son Buzul Çağından beri oluşan sıcaklık artışı Kuzey Amerika’ da orman türlerini aşırı derecede değiştirmiş ve kıyıların yaklaşık 100 mil içeri girmesine sebep olacak şekilde okyanusların yükselmesine neden olmuştur.

Küresel ısınmanın sonucu olarak, gelecek 100 yıl içinde Dünya,

Dünya tarihinde meydana gelen en hızlı iklim değişikliği ile, son

1 milyon yılda olduğundan daha sıcak olabilir.

(75)

Küresel Isınmanın Ciddi Sonuçları Olabilir

Kolorado Üniversitesi Arktik ve Alpin Araştırma Enstitüsünden

jeokimyacı James White’ın ifade ettiği gibi, “eğer Dünyanın bir

kullanma kılavuzu olsaydı, iklimle ilgili bölüm sistemin fabrikada

optimum düzen için ayarlandığı böylece düğmelere dokunulmaması

gerektiği uyarısı ile başlayabilirdi”. Kutuplardaki buz örtüsü ve buzlar

eridikçe, okyanus suları atmosferik ısınmaya tepki olarak genleştikçe,

deniz seviyeleri yükselir. Deniz seviyesindeki dramatik artış kıyı

şehirlerini tehdit eder ve kıyılardaki sulak alanları su basar. Bu tehdit

altındaki ekosistemler populasyonları ciddi şekilde azalacak olan bir

çok kuş, balık, yengeç ve karides türünün üreme yerleridir.

(76)

Isınma eğiliminin bir diğer önemli sonucu da sıcaklığın

küresel dağılımındaki ve yağışlardaki sapmadır. Çok

küçük sıcaklık değişiklikleri bile tahmin edilemez bir

şekilde yağış özelliklerini değiştiren başlıca hava ve

okyanus akıntılarının yolunu değiştirebilir. Günümüzde,

sadece sulamanın yardımıyla kullanılan topraklar tarım

için çok kurak hale gelebilir. Diğer alanlar şu an

aldığından daha fazla yağış alabilir. Tarımsal bozulma

açlığın hemen hemen eşiğinde olan insan

populasyonları için felaket olacaktır.

(77)

Küresel ısınmanın ormanlar üzerindeki etkisi çok derindir. Ağaç

türlerinin dağılımı ortalama yıllık sıcaklığa çok hassastır ve

küçük değişiklikler ormanlarımızın yayılışını ve tür içeriğini

ilginç bir şekilde değiştirebilir. Birleşmiş Milletlerin sponsor

olduğu Inter-governmental Panel on Climate Change (IPCC)

(Hükümetler-arası İklim Değişikliği Paneli) şu anki tahminlerin en

uç sonucu olarak; küresel ısınma ABD’ nin doğusundaki

Angiosperm ağaçlarından oluşan ormanların ortadan kaldıracak

ve bu ormanların yerini çayırlar ve çalılıklar alacaktır. IPCC

paneli ayrıca sıtma gibi insan sağlığı üzerinde doğrudan etkileri

olan tropik hastalıkları taşıyıcı organizmaların yayılışının

artacağına dikkat çekmektedir.

(78)

Her ne kadar senaryo umutsuz görünse de, Küresel Dünya Zirvesi Konferansları, Aralık 1997’de Japonya Kyoto’da yapılan gibi, umut ışığı sunmaktadır. Burada 160 ülkenin temsilcileri amacı CO

2

emisyonunu azaltmak olan antlaşma sunmuşlardır. Antlaşma endüstrileşmiş ülkelerin 2012 yılına kadar 1990 yılındaki CO

2

emisyon seviyelerinin yaklaşık %5 altına düşmelerini öngörmektedir. Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler Kyoto Antlaşması kapsamına girmemektedir.

Bir çok gözlemci antlaşmanın getirdiği faydaların bu ülkeler gibi

endüstrileşme ve yaşam standartlarını arttırma çabaları altında

ezileceğini düşünmektedir. CO

2

emisyonunun küresel azalmasına

engellerin önemli olmasına rağmen, Kyoto’daki gibi küresel

konferanslar küresel ısınmanın Dünya çapında dikkat çektiğinin ve

sonuçlarının önemsendiğinin, değişimin ilk basamakları olduğunun

kanıtıdır.

(79)

Bireyler olarak hem asit yağmurlarını hem de küresel ısınmayı

azaltmaya nasıl yardımcı olabiliriz? Yakıt tüketimi az olan arabalar

kullanarak CO

2

emisyonunu önemli oranda düşürebiliriz, toplu taşım

araçlarını kullanabiliriz. Fosil yakıtların yakıldığı enerji santrallerinde

elektrik üretilirken yüksek miktarlarda CO

2

, SO

2

ve azot oksitleri

oluşur. Elektrik tasarrufu için, yüksek randımanlı aletler

kullanabiliriz, akkor ampulleri florosan ampullerle değiştirebiliriz ve

kullanılmayan ışıkları kapatabiliriz. Evlerimizin yalıtımı yakıt

tüketimini büyük oranda azaltabilir, yeni evlerde güneş enerjisi

özelliklerinin yaptığı gibi. Geri dönüşüm de önemli bir enerji

tasarrufu yöntemidir. Ayrıca, ağaçlandırma çalışmaları ile hem

tropik yağmur ormanlarında hem de yerel çevremizde ağaçları

yerlerine koyabiliriz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Primer infertilite grubunda in- fertilite süresi ile IIEF skorları arasında negatif korelasyon mevcut iken, sekonder infertil grupta anlamlı korelasyon saptanmadı.. SONUÇ:

Bu yazýda yenidoðan döneminde tuz kaybý ile giden Prune- belly sendromunda sekonder olarak geliþen geçici psödohipoaldesteronizm ve ailevi özellikteki primer

• Korteks: lenfosit, plazma hücreleri,makrofajlar • Medulla: lenfoblast ve lenfositler • Neonatal bursektomi-humoral bağışıklık kaybı • Görevi: -öncü B hücrelerinin

Olgulara ait beyin omurilik s›v›s› (BOS) aç›l›fl bas›nc› ve BOS analizi sonuçlar›, beyin ve spinal MRG ve radyoizotop sisternografi bulgular› ince- lendi, klinik izlem

Sonuç olarak primer MVP'li olgularda kontrollere ve sekonder (romatizmal) MVP'ye göre daha sık kompleks VA ve geç potansiyel saptandı.. Primer MVP'de saptanan GP'lerin

Türkiye ormanlarını beton çölüne dönüştüren 2634 sayılı Turizm Yasası ile uzun yıllar hiç kimsenin baş edemediğini söyleyen Sönmez ışık, AKP'nin de Temmuz

Orman Bakanlığı'nın 'bilinen' verilerine göre; Türkiye'de 1937 ile 2005 yılları arasında mahkemeye intikal ettirilen orman arazisi i şgaline ilişkin suç sayısı 657 bin 402..

Sekonder metabolitler, m.o üremesinin sonlarına doğru genelde durgunluk fazında üretilirler ve m.o’nın gelişme ve üremesi için gerekli ürünler değildirler... Primer-