• Sonuç bulunamadı

Bir zamanlar birileri için zaman

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir zamanlar birileri için zaman"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bir zamanlar birileri için zamanı bölmenin tek ölçütü olan aydınlık ve karanlık artık benim hükmümde. Gecenin üçünde, bana uyumaktan başka seçenek bırakmayan karanlığı sadece bir düğmeye basıp ortadan kaldırabilirim. Güneş ışığını çok bulduğumda ise güneş gözlüğümü takıp kendi karanlığımı yaratabilirim. Elimde şarjı bitmemiş bir cep telefonu olduğu sürece mekanın sınırlarını tanımak zorunda değilim. Veya cebimde param olduğu sürece istediğim an, istediğim sıcaklıkta ve istediğim miktarda su elde edebilirim. Önümde seçenekler sunulu oldukça canımın neyi

istediğine ben karar verebilirim ve ona sahip olabilirim. Üstelik bunların hiçbiri için hiçbir tanrıya adak adamama, saatlerce yol yürümeme, denizler aşıp keşifler yapmama gerek yok. Her biri için kendimden ve özgürlüğümden bir parça feragat etmem beni kendi günümün tanrısı yapmaya yetiyor. Ama bunlardan birinin yokluğu bile bana bedenimin kırılganlığını ve irademin acizliğini hatırlatmaya yetiyor.

“Hayat” diye adlandırdığımız, üzerinden bütün ilişkilerimizi, hayallerimizi ve kaygılarımızı şekillendirdiğimiz şey, özünde bir soyutlamadan ibarettir. Yani “hayattan” bahsederken (tıpkı tanrıdan veya zamandan bahsederken

yaptığımız gibi) çoğu durumda, deneyimlediğimizin ötesine gönderme yapan, idealleştirilmiş aşkın bir kurgudan bahsediyor oluruz. Yani “süre” ile “zaman” arasında çektiğimiz çizgiyi kendi yaşantımız söz konusu olduğunda “gündelik olan” ile “tarihsel olan” veya “hayata dair olan” arasında çekeriz. Bu ayrımı yapıp kendimizi kişisel bir tarih kurgusu veya bir hayat içerisinde tanımladığımız veya bir “anlatı” haline getirdiğimiz anda ise gündelik zeminde (kişilerle, nesnelerle veya fikirlerle) kurduğumuz ilişkileri, kendimiz için kurduğumuz o bütünsel sorgulama alanının dışına iteriz. Ve çoğu zaman, bir politik iddia benimserken veya karşımıza politik düşmanlar koyarken de yine bu suni ayrımı yapıp kendimizi gündelik olanın değil, tarihsel olanın makamına oturtmaya çalışırız.

Ancak, tercih etmediğimiz halde içerisinde yer almaya zorlandığımız ve bu yüzden de politik bir iddia ile karşısında durduğumuz hiçbir yapının kökleri gündelik hayattan uzakta değildir. Çünkü adını herkesin kendince

belirleyebileceği bu yapı doğrudan yüzleşmediğimiz pek çok kurumdan, bize üzerinde sadece spekülasyon yapma olanağı veren bürokratik ilişkilerden oluşuyor olsa da kendini somut olarak vaat ettiği ve sunduğu hayat biçiminde, özellikle de bütün kurumlarını eşgüdüm içinde hareket ettirebildiği gündelik hayatta gerçekleştirir. Kendi geçerliliğini bizlerin üstü kapalı rızası ile edinir. Biz kavgamızı tarihsel alanda sürdürürken, onun kendisini yeniden üretebildiği tek alan gündelik hayattır.

Bu yapının bize sunduğu gündelik hayat cazibesini, hassas noktalarımızı iyi bilen düşünsel arka planıyla ve bunların yarattığı ilişkiler bütünüyle artık kemikleşen ve kendi kuşaklarını yaratan bir rutinden alır. Kurumlaşmış bir sembol olan kent ve artık kenti beslemeden var olamayan kır, fiyat kataloglarının arasına sıkışan teknik, iktidar üretmedikçe hesaba alınmayan bilgi bu rutinin zemini olmuştur artık.

Bu rutin, hayatın idamesi için gerekli nesneleri ve olanakları yani belirli ve öngörülebilir bir akışı garanti altına alır. Öngörülebilirliğin yarattığı hayata dair güven duygusu -ki bu güven duygusunun bir ihtiyaçtan çıktığını ve durumları öngörüp önceden meşrulaştırmak üzerine kurulu hukukun veya küresel para akışının bilgisini üreten iktisadın da bu ihtiyacın bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür- temel güdü olan varlığını idame güdüsünü tatmin eder ve rahatsız olmak için pek rasyonel sebep kalmaz. Rahatlığın rehaveti ise yarattığı körlük ve bu yapıya ölçüsüz bağlılık ile yapının devamlılığına uygun bir zemin hazırlar.

Körlük, gündelik hayatını tüketerek ve tükettiği üzerinden var eden bizler ile tüketilen nesne arsındaki ilişkide ortaya çıkar. Tarih ve dünya coğrafyası üzerinde ifade ettiği anlamdan yalıtılmış, üretim sürecinde girdiği ve yarattığı sosyal gerçekliklerden kopuk, döngünün bütününde işgal ettiği yer konusunda bir fikir vermeyecek halde önümüze sunulan nesneyi tükettiğimiz anda bu döngünün bütün oluşum sürecini ve yarattığı yabancılaşmalar ağını en baştan yeniden meşrulaştırırız. Elektrik ile aramızdaki ilişki sadece duvardaki düğme değildir. O düğmeye basıldığı anda bütün bir enerji sorunu, o enerjinin üretimindeki ve bölüşümündeki tahakküm ilişkisi, bu ilişkinin getirdiği yabancılaşma yeniden geçerlilik kazanır. Bir müzik cd'sini dinlerken cd'nin ve içindeki müziğin elimize geçiş sürecinde geçirdiği aşamaları, pazarlama evrelerini, para ilişkileri arasında kendini var etmeye çalışan müzisyeni görmez, sadece müzikle baş başa olduğumuzu sanırız. Tükettiğimiz bir bardak suyun içinde bilmediğimiz, asla da göremeyeceğimiz kaç coğrafyanın tortusunun bulunduğundan bi haberizdir v.s.

Bütün bunlar göz ardı edildiğinde zamanda ve mekanda taşıdığı anlamdan koparılarak önümüze konulan tüketim nesnesi bizim gözümüzde salt bizim için, bizim hayatımızı kolaylaştırmak için yaratılmış birer konfor aygıtı haline

(2)

gelir. Ve dünyayı, tükettiği oranda tanıyan, merkezine kendisini koyan, zamanı ve mekanı kullandığı kadarından ibaret sanan bizler için yaşama ve onun devamlılığına dair bir sorumluluk taşımak anlamsızlaşır. Daha özgür yaşamak, iktidar üretmeyen ilişkiler kurmak, tutkularımıza ihanet etmemek için hemen bugün buradan başlaması gereken toplumsal dönüşüm, kaybettiğimiz bu sorumluluğa sahip çıkmadan gerçekleşemez. Doğa ile salt tüketim düzeyinde ilişki kuruyorken ve bu tüketimin bilincine varamamışken sahici bir sorumluluğa sahip olmamız da mümkün değildir. Gündelik hayat rutinine teslim olmanın getirdiği ikinci ana sorun ise bu hayatın pratik koşullarına tutsakmışçasına bağlanmak, adapte olmak ve artık bu koşullar olmadan gerçek anlamda varolamamak hissidir. Kendi ürettiğimiz nesne, kendimizi tanımlama aracı haline gelmenin çok ötesinde artık vücudumuzun bir uzvu, bedenimizin tamamlayıcı bir uzantısı haline gelir. Cep telefonu mesela... Artık hayatımızı kolaylaştıran bir iletişim cihazı olmaktan çok uzak olan bu nesne birkaç sene gibi çok kısa bir süre içerisinde gündelik hayatımızı üzerinden kurduğumuz, eksikliği halinde kendimizi eksik hissettiğimiz bir organ haline geldi.

Hayatımızı ürettiklerimiz üzerinden şekillendirmek ve kurallarımızı bunlar üzerine inşa etmek, bir güç ve para döngüsünün hayatlarımızı işgal etmesine olanak veriyorsa bu suiistimal bizi her adımda kendimize biraz daha yabancılaştıracak ve kendini var etmek için sadece tüketmek zorunda olan parazitlere dönüştürecektir. Suni fiziksel yaşam koşulları elde olmadan var olmanın içi doldurulamıyorsa gerçek anlamda bir özgürlükten bahsedebilir miyiz? Bu koşullu varoluş fikri özü gereği "doğaya rağmen" gerçekleşmek ve her adımında doğadan yalıtılmışlığı

perçinlemek zorundadır. Bu yalıtılmışlığın bir sonu var mıdır? Girdiğimiz tüketim ilişkilerine dair bilincin yanı sıra bu ilişkilerin git gide silikleşen tarafı olan kendimize ve dolayısıyla yaşama dair bilinci ve bu bilincin getirdiği değeri elde etmek zorundayız. Zira yaşama biçeceğimiz bu değer dönüşümün ölçütü olacaktır.

Sorunlar önümüzde gayet net dursalar da doğrudan bir sorumluya işaret etmiyorlar. Suçluyu

emperyalizm/kapitalizm/sermaye diye belirleyip çözümü de her şeyi kendiliğinden halledecek bir devrime havale etmek bu koşullarda medet umamayacağımız bir kolaycılığa düşmek anlamına gelir. İçinde yer aldığımız döngü, kendini meşrulaştırırken bizlerin ihtiyaçlarına gönderme yapar. Bu, yaptığı işin vitrinindeki masumiyeti garanti altına alır. Ve pek doğal olarak kendi kuşaklarını en iyi kullanacağı şekilde yetiştirmesini sağlar. Ancak bütün bunlar, sorunun bizlerin duruşundan beslenmediği anlamına gelmez. Bilinçten yoksun bir duruş, pasiflğiyle bütün tahakkümü meşrulaştıracaktır. Ve bu yazının amacı samimiyetsizce uygarlığın inkarını talep etmek değil, uygarlığın geçirmesi gereken dönüşüm için gerekli ilk adıma, bireysel gündelik yaşantı ile bu yaşantıyı sunan mekanizma arasındaki ilişkinin bilincine varılmasına katkıda bulunmaktır.

Çünkü şu günden itibaren, tarihsel olan ile gündelik olan arasında bir sınır çekip hiçbir şey yapmadan sadece gündelik hayatı devam ettirmek bile politik bir anlam taşımaktadır. Ve kasıtlı olmasa bile kendi “hayatlarımızı” içinden

çıkarmaya çalıştığımız o ilişkiler ağını en baştan yeniden yaratacaktır. Ölçütü yaşamın devamlılığı olan bir yol için ilk adım belki de, gündelik hayatta üzerinden kendimizi var ettiğimiz ilişkilerin içerdikleri saklı anlamları deşifre etmeye başlamak olacaktır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ülkemizdeki duruma bakıldığında; Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması (KYAİŞA) 2008’e göre %39 olarak saptanan fiziksel şiddet yaygınlığı, 2014

Doza bağlı olarak atrial fibrilasyon, atrioventriküler blok gibi kardiyovasküler sistem bulguları, solunum depresyonu, hipoksi, pnömoni ve pulmoner ödem gibi solunum

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

2003 yılında Dokuz Eylül Üniversitesinde Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık programında yüksek lisans eğitimini tamamlayıp doktora eğitimine başladığında Dokuz

Kepler 20 yıldızı Güneş kadar parlak olmasına kar- şın, yeryüzünden çıplak gözle görülemeye- cek kadar uzak.. Yıldızı görebilmek için en azından 15 cm çaplı

Cuddy’nin yaptığı araş- tırmada rastgele iki gruba ayırılan katılımcılar fark- lı vücut duruşlarını birer dakika boyunca sergilemiş ve her duruş sonrası kendilerini

Yürüttüğümüz çalışmalarda kullan-at tipi elektrokimyasal ölçüm cihazları geliştirerek bazı kalıtsal ve bulaşıcı hastalıklar ile gıda ve çevre sağlığına

Müşterinin taşımak istediği bilgi, gelişen geniş band teknolojileri ile paralel olarak, uzak ara iletim sistemlerinde daha yüksek iletim kapasitesine ihtiyaç duyuyorsa,