GÜNEŞ SAYFA 9
Dünden • Bucründen
6 MAYIS 1988 CUMA
YILDIZ SARAYI’NDA YAŞANILAN
Jjbdülhamid’i
OLAYIN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLIYORUZ..
Abdülham id etrafı morarmış sivilceyi üvey annesine gösterdi
Sırtındaki ağrıdan yakınıyordn
Y azarın
a ç ık la m a s ı
S
ULTAN Abdülhamid in,saray hekimleri eli ile na sıl zehirlenmek istendiği olayı nı anlatan bu yazı dizisi, bir
’ araştırma ” değildir! Gerçi bazı eserlerde Sultan A b d ü lh a m id ’in zehirlenmek istendiği bir kaç satırla belirtil miştir ama, bu konuda tarih ki taplarımızda ayrıntılı bilgi yok tur. O günleri yaşayan saray mensuplarından bazıları, bu konu üzerinde bir iki cümle söylemişler, geniş bilgi vere memişlerdir. Bu nedenle- iste miş olsam bile- Abdülhamid Sultan in nasıl nazirlenmek is tendiği konusunda bir “ araş tırm a” yapmam, mümkün de ğildi.
Bu küçük yazı dizisi, ilk de fa gün ışığına çıkacak “ Sa ray Notları' ndan yararlanıla rak kaleme alındı. Bu notların hacmi,
1000
sahifeyi aşkındır; ve pu notlar 2. Mahmut gün lerinden, hanedanın ülkeden çıkanlmasına kadar geçen ta rih ve saray olaylarının sağlam kronolojisidir. Bu notlar, hiçbir hakikatin “nihân” olmasını is temeyen "takdir’ ’ yolu ile eli mize geçmiş bulunuyor. Ta mamının yayınlanması şimdi lik düşünülmediği için, bu not ların çok küçük bir bölümünü kapsayan, “ Abdülham id H an'ın hekimleri tarafındanzehirlenmek istenmesi" ola
yını yayınlıyorum.
Konu, yeniden benim tara fımdan kaleme alınmıştır ama, konuşmalara, duygulara, dü şüncelere ilişilmemiştir. Hatta bazı cümleler bile olduğu gibi bırakıldı. Çünkü okuyacağınız bu satırlar, olayın ceryanı sıra sında bizzat bulunmuş, ayrın tılarıyla içinde yaşamış insan ve insanlar tarafından, önce ayn ayn, ‘ ‘günlük” biçiminde kaleme alındıktan sonra, bir leştirilerek elde edilen “ eksik
siz m etin’’den aktarılmıştır.
Eğer ben bu vakıaya bir
“araştırmacı " olarak yaklaş- saydım. zehirleme olayını sa
dece "Tahta geçmekte ace
lesi olan" kişilerle. “ Ülkede
katışıklık yaratmak isteyen" yabancılar açısından incele mekle yetinmez; daha önce olup biten "Ali Suavi’nin sa
ray baskınını’’ hatırlayıp, Mu- ■rad V.İ-Akıl hastası olup olma
dığına bakmaksızın- iktidara getirmek isteyen Masonlar açısından da araştırmayı her halde ihmal etmezdim. Çünkü bugün, Abdülhamid H an’ın özel tabibi Osman Paşa’nm Mason olduğu biliniyor; ve olayların mantığı içinde başro lü oynayan kişinin de Osman
Paşa olduğu görülmektedir.
i.Bozdağ
NONA, etrafı morarmış sivilceyi görünce doktor çağırmak
istedi. Ama padişaha göre, kardeşi M urat’ın annesinin kulağı kirişteydi. Yabancı diplomatlar da dedikodu çıkarırlardı
ABDÜLHAMİD, üvey annelerinden Canan Kadmefendi’ye
Nona der ve özel hayatının sırlarını da yalnız ona söylerdi. Kürek kemiklerinin arasında duyduğu acıyı da ona açmıştı
Abdülhamid döneminin en önemli olayiarrndan biri ¡kinci Meşrutiyet in İlam ve Meclls-i Mebusan'ın açılışıydı. Fotoğraf, meclisin açılış törenini ve alt katın ortasındaki özel locasında töreni Izleven Abdülhamld'l gösteriyor.
ULTAN Abdülhamid Han sıcak bir sesle konuşarak odaya girdi:
— Çalışmaya başlam a dan sizi görmek istedim Nona!.. İşlerinize engel olmuyo rum ya!..
— Engel olmak da ne demek?.. Geç, otur.. Çayı, yeni demlemiş- tim...
Abdülhamid Han’ın Nona dedi ği, babası Abdülmecit Han’ın dul zevcesi Canan Kadmefendi idi. Üvey annelerinden biriydi ama, Abdülhamid Han bu üvey anneyi oldum olası sevmiş, onda “ Arka daştan anneye k ad ar” insanlar da aradığı hasletlerin tamamını bulduğuna inanmıştı, özel hayatı nın sırlarım yalnız ona söyler, şah si tereddütlerini onunla giderir, devlet işlerinden gayri her konu yu onunla dertleşirdi. Her bakım dan severdi, güvenirdi ve ona dayanırdı velhasıl...
D illere d estan d ı
Verd-i Canan, (adı buydu da sa rayda sadece “Canan” olarak bi linirdi) Hakan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafın dan yetiştirilm işti. Pertevniyal Sultan’ın saray-dışı bir arkadaşı v a rd ı: Feriha Hanım. Canan, işte bu Feriha H anım ’ın kızıydı... F a kat Feriha Hanım, doğumdan son ra çok yaşam am ış ve öleceğini anlayınca da kızını, dostu P ertev niyal Sultan’a em anet ederek göz lerini yummuştu. Valide Sultan Canan’ı gerçekten kendi kızı imiş- cesine nazlandırarak yetiştirm iş ve oğlu Sultan Abdülaziz’le evlen dirm eyi kurmuştu. F ak at tertip, takdire uymamış. Canan, Abdüia- ziz Sultan’la evleneceğine, ağa- beysi A bdülm ecit S u lta n ’Ia
evlenmiş ve böylece saray proto- koluna girmişti.
Canan Kadmefendi’nin, söğüt yaprağından defneye kadar, bütün yeşilleri yansıtan ve insana kayna yarak bakan, güzel gözleri vardı. Uzun boyluydu. Sanya çalan kum ral saçlarında, güneşi gezdiriyor- m uş gibi b ir p a rıltı taşırd ı. Endam ına, m asalları hatırlatan bir yumuşaklık veren ince beli ile görenleri hayran eden fiziği, sa rayda dillere destandı. Gözünde, yüzünde, vücudunda mübalağa edilecek bir güzelliği yoktu ama, bunların hepsinden öyle sıcak ve sevimli bir insan doğuyordu ki, bir eşini düşünmek bile kolay değildi. Bir de bunun üzerine, herkesin derdine koşan, kolaylayan, çare bulan kişiliğini ekleyiniz; işte Verd-i Canan, bu soy bir kadındı.
Abdülhamid Han, daha çocuk ken, bu üvey anneyi pek sevmiş, ona Nona diye seslenmişti. İşte o gün bugün Abdülhamid Han’ın di linde Canan Kadmefendi’nin adı Nona idi; ve karşılaştığı bütün güçlüklerin çözümünü Nona’sm- dan beklerdi...
Oysa Abdülhamid Han’ın anne si, çok vakitsiz ölmüş, bunun üze rine babası Abdülmecit Han, Abdülhamid’i, çocuksuz eşi Peres tû Kadınefendi’ye emanet etmiş, onun nezaretinde büyümesini iste mişti. Abdülhamid Han, üvey va lidesini çok sevdiği halde, Nû- NA’sı Canan Kadmefendi’ye, ay rı bir zaafı vardı. İşte yine kendi sini biraz kırık hissettiği bir sabah, erkenden kalkıp Canan Kadınefen- di’nin dairesine gelmiş, kaynayan sem averin yanıbaşına oturarak konuşmaya başlam ıştı:
— Sırtımda ne var, bilmiyorum am a, kürek kemiklerimin arasın
da beni rahatsız eden bir şey var... Öyle, batıyor gibi, acıyor gibi bir şey... Bakar mısınız Nona...
______ A celesi yok
Canan Kadmefendi, doldurmak için eline aldığı çay bardağını ye re bıraktı:
— Sırtında mı?.. Rahatsız eden bir şey mi?.. Dur, bakayım şuna.. Sen sırtını pencereden yana ver de
bir göreyim!..
— Acelesi yok Nona, sonra ba- , karız... Hele şu çayımızı içelim...
— Yok, yok... Çay kaçmıyor... Sırtını göreyim bir!..
Gömleğini omuzlarına kadar sı yırdığı zam an, kürekkemikleri arasında küçük bir sivilcenin baş- vermekte olduğunu fark etti. Sivil cenin çevresinde, kızarıklıktan çok, m orarm ayı hatırlatan bir ha le vardı... Kadmefendi, morluğun üstüne hafifçe bastı:
— Acıyor mu Hamit?.. — Biraz!
Canan Kadmefendi, padişah’m sırtını örterken:
— Hemen Perestû Valide’ye ha ber verelim; doktorumuz Mav-o- yani, nerede ise gelsin, bu sivilceyi beğenmedim!..
Canan Kadmefendi için “ K arar vermek, "Y apm ak” demekti; fa kat padişah direndi:
Yok, yok... Hele şu çayımızı içe lim... Sonra gerekeni yaparız...
— Acele etm eyelim Nona... Mavroyani’nin çağrılışı hemen du yulur: Padişahın hastalığı, başka larının hastalığına benzemez; hem bir de Murad biraderin anne si Şevkefza Sultan gibi kulağı ki rişte bekleyenler varsa... Bir de yabancı diplomatların vesvese ve dedikokulannı koy bunun üstüne^.
Kadmefendi, padişahın üstüne gitmedi... O bir kere k arar vermiş ve yapacaktı; fakat “ k a ra r” bir idi am a, onu gerçekleştirmenin yolu bin idi... Çayı doldurdu, yer lerine oturdular.. Ancak sonra Ca n an, p a d işa h ın k onuşm asına cevap verdi:
D oktor görecek
— O söylediklerin, senin işin... Şevkefza ne düşünür, yabancı dip lomatlar ne yapar, bunları sen de ğerlendireceksin... Sen, sabahın bu saatinde bana geldin mi?.. Sır tındaki rahatsızlıktan söz ettin m i?.. Ben de sivilceyi görüp dok tor istedim mi?., öyleyse doktor gelecek ve senin sırtındaki sivilce yi görecek... Ben bana düşeni ya pıyorum, sen de, sana düşeni ya parsın...
Nitekim padişahın bütün itiraz larına rağm en, çaylarını içtikten sonra, dediğini yaptı, önce, bir kalfayı saray başhekimi Dr. Mav- royani’yi bulup padişahın dairesi ne getirm esi için gönderdi: Bir başka kalfa ile de Perestû Valide yi oğlunun dairesine davet etti.. Sonra birlikte kalktılar ve Padişah Abdülhamid’in dairesine geçtiler.
Padişahın dediği hemen çıktı; sarayda elektrik yoktu am a, ha ber elektrikten daha hızlı sarayın bütün odalarına, koridorlarına da ğılmıştı. Saray başhekimi çok geç meden padişahın dairesine girdi. Perestû Valide Sultan, Canan Ka- dınefendi, padişahın bazı Kadıne- fendileri ile ikballerinin gözleri önünde sultanı dikkatle muayene etti.
Herkes, Mavroyanı’nın ağzına bakıyordu. Fakat her zaman çal çene olan doktor, bu sefer neden se susuyor, bir şey söylememeye dikkat ediyordu:
— Bir kere de, özci tabibleri Os man Paşa hazretleri görsünler; sonra açıklam a yapalım!., deyin ce, herkes birbirinin yüzüne bak maya başladı. Minicik bir sivilce için çifte hekime ne gerek vardı?.. Yoksa Mavroyani, şahsı etrafında ehemmiyet toplamak için mi bu yola, başvuruyordu... Padişahın huzurunda oldukları halde, kadın la r arasında m ırıltılar duyuldu. Canan Kadmefendi, Perestû Vali de Sultan’ın yanında müdahale et mek istemiyor, gözleriyle Peres- tû ’yu uyarm aya çalışarak susu yordu. Sonunda padişahın sesi du yuldu:
— Osman P a ş a ’ya haber veri niz gelsin!.. Siz de hanım lar, ge zinip durmayın, yerleşin bir yer lere...
YARIN:
GÜNEŞ S AY FA 9
Dünden • Bucründen
7 MAYIS 1988 CUMARTESİ
YILDIZ SARAYI'NDA YAŞANILAN BİR
£bdülhamid’i
OLAYIN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLIYORUZ...
Idilediler
Padişahın sağlık durum u endişe verici boyutlara yükseldi
Hastalık hakeri ucaya yayıldı
Sultan Abdülhamld Cuma namazını kılmak İçin gidiş ve gelişinde düzenlenen selamlık resmine katılanları selamlıyor.
A
Z sonra padişahın hususi tabibi Osman Paşa, göğsündeki nişanlan sallayan büyük soluk larla odaya girdi ve meslekdaşıyla birlikte, sultanın sır tındaki sivilceyi dikkatle muayene etti. Osman Paşa da kesin bir karara varamamış olacak ki, doktorlar kısa bir istişareden sonra, şöyle ko nuştular:
—Ehemmiyetli görünmüyor ama, dikkat ister, ihtiyatlı olmak şart! Dinlenmelisiniz! Mutlak bir istiraha ta çekilmelisiniz efendimiz!
Abdülhamit Han, gözleriyle ilkin Canan’ı, sonra Perestû’yu aradı;
yüzlerinde bir şeyler okumak istiyor gibiydi. Perestû, büyük olaylar kar şısında her zaman olduğu gibi karar sız, Canan her zaman olduğu gibi, kararlıydı. Perestû Valide’nin ceva bını beklese, gereğinden fazla şişmiş hava daha da ağırlaşacak, belki de zararlı hale gelecekti. Canan önem siz bir şey söylüyormuş gibi konuş
tu:
—İrade ederseniz, doktorlar teda viye başlasınlar, biz de dağılalım, böylece istira h a t buyurmuş olursunuz...
Yapılması gereken de oydu, ilaçlar geldi, merhem karıldı, oda- dakiler dışarı çıkarıldıktan sonra, si vilcenin bütün çevresine dikkatle sü rüldü. Bütün bu işlerin oluşmasını Canan her zamanki uysal metotlar la sağlamıştı. Fakat işlerini bitiren doktorların gitmesini beklerken, on ların çifte tabib olarak nöbete kala caklarını öğrendiği zaman, çok şa şırdı. Bir küçük sivilcenin başında iki koskoca doktorun sürekli nöbet tutmasını, havsalası almamıştı. Ama sesini çıkarmadı. Doktorları yan odaya yerleştirdi; isteyen kadın lar, yün işleri ellerinde, padişahın yattığı odaya atılmış şilteler üstüne serpildiler; bir taraftan kadınların mırıl mırıl konuşmaları, bir taraftan kaynayan ıhlamurun odayı kaplayan kokusu padişahı çok rahatlatmıştı. Alevrin Hanım, eline “ Kırmızı Değirmen” romanını alıp ılık bir ses le okumaya başlayınca, Abdülhamit Han uyuyuverdi..
Soğuk b ir ay ran
Canan Kadmefendi, bir taraftan örgüsünü ilerletiyor, bir taraftan mı rıl mırıl konuşuyor, bir taraftan da gözucu ile padişahın uyumasını göz lüyordu. Sultanın yüzü pembeleş mişti. Alnında da ince bir ter belir tisi vardı. Ara-sıra başını iki yana çeviriyor, dudakları ikide birde kı pırdıyordu. Bir iki küçük hareketten sonra gözlerini açınca, çevresine kıpkırmızı bakmasıyla, Canan'ın ba- şucuna yerleşmesi bir oldu; gözlerin böylesine kızarmasını Canan hiç be ğenmemişti! Elini alnından geçire rek sordu:
—Nasılsın yavrum!
—Soğuk bir ayran içsem, iyi gele cek gibi...
—Kendini fena mı hissediyorsun da, “Bir ayran içsem iyi gelecek” di yorsun? Şimdi istetiriz, getirirler.. Padişah, cevap vermedi. Az son ra Sırrı Cemal Kalfa ayran sürahi
siyle kapıda görününce, “geldi işte” dedi ve iştahla üstüste iki bardak iç ti. Ellerinin titrediğini hemen herkes görmüş ve endişelenmişti. Salime Kadmefendi, sabunlu bezle ağzını si liyor, Alevrin Hanım, yumuşak yas tıkların üzerine pek halsiz yığılmış olan padişahın alnına sürekli ıslak bez yetiştiriyordu. Canan:
—Uykusuz değilsin ama, neden öy le oradan oraya yığılıyorsun? diye sorunca, Hakan nefesle konuşarak fısıldadı:
—Herhalde ilaçlardan Nona, ya tak, sanki altımdan kayıyor!
Kadınefendinin kaşları çatıldı. —Bir merhem bu tesiri vermeme li... Anlayamıyorum...
—Nona, bana ne oluyor dersin? Canan, durup dururken hastayı endişelendirdiğinin farkına vardı. Boş bulunmasına kızdı; daha dikkat li olmalı, hastayı üzecek, endişelen direcek sözlerden, hareketlerden uzak durmalıydı.. İlk sözünü yalan lar gibi konuştu:
—Unutuyoruz; her çıban kana ze hir verir; bu da insanı halsiz düşü rür! Merak etme, yarına bir şeyin kalmaz, geçer!
Padişah tekrar uyuyunca hanım lar, "O rahatsız olmasın” diye yan odaya geçtiler. Canan ve Perestû kaldı. Çevrenin boşalmasından ya rarlanan Canan, Perestû’ ya yüreği ni açtı:
—Bu uyku hoşuma gitmiyor! Ne derseniz deyin, böylesine uyuyacak kadar yorgun ve hasta olamaz!
Bunun üzerine Perestû Valide Sul tan, hekimleri getirtip yeniden bir muayene yaptırdı. Fakat doktorlar, ilk düşüncelerinde direndiler ve bu hastalık tablosunun normal olduğu nu tekrarladılar. Canan, doktorların
konuşmalarını, boş gözlerle dinledi. Çıkıp odalarına çekilince de Valide Sultan’a bir şey söylemedi, fakat doktorların dediklerine inanmamış tı, “ Beni duygularım aldatmaz; bu işde bir iş var” diye düşünüyordu.
Padişahın hastalığı güya gizli tu tuluyordu ama, sarayda duymayan kalmamıştı. Kalfalar, cariyeler, hiz metkârlar haberi birbirlerine alıp verirken o kadar bozuyorladı ki, ko ridorun bir ucunda söylenmiş “biraz ateşi varmış” sözü, koridorun sonu na ulaştığı zaman, “ölüm yatakları na serilmiş” biçimine dönüşüyordu. Bu yüzden sarayı bir koşuşma, bir kaynaşma sarmıştı. Çırağan Sara- yı’nda oturan Sultan Murad, belki henüz duymamıştı ama, annesi Şev- kefza Valide Sultan çoktan haber al mış, antenlerimiz, sarayın bütün kö şelerine çoktan ulaştırmıştı. Nite kim, ayranı getiren Sırrı Cemal Kal fa, koridordan geçerken iki kalfanın şöyle konuştuklarını duymuştu:
—Efendimiz aniden hastalanmış.. —Hastalıklar daima âni olur. —Ne olacak dersin?
—Çırağanda’ki efendimiz, yerine dönecek!
—Ama “o hasta” diye, veliahdı pa dişah yaparlarsa?
—Hiç bir şey değişmez. Veliahd Reşat Efendi, Sultan Murad ve çev resine karşı çok dosttur!
Sırrı Cemal Kalfa bu konuşulanla rı duymuştu ama, konuşanların kim liklerini bir türlü çıkaramamıştı. Daha yavaş yürüyüp, yanlarına da ha sokulsa, belki kim olduklarını an layabilirdi ama, bu sefer de konuş ma yarıda kesilirdi.. Bu yüzden ko nuşanları dinlemekle yetinmiş ve bir
fırsatını bulunca duyduklarını oldu ğu gibi Canan Kadınefendiye du yurmuştu..
Üzüldü Canan bu konuşmalar dan... Çok da endişelendi. Sultan Ab- dülaziz’le birlikte yaşadıkları facia geldi gözlerinin önüne.. Kamçı gibi inen bir yağmurun altında, Dolma- bahçe’den kayıkla uzaklaştırılıyor lar... Her şey o kadar apansız olmuş ki, bazı kadınefendiler başlarını ör tecek bir şal almaya bile vakit bu lamamışlar.. Ya da akıl edememiş ler.. Titriyorlar yağmur altında, bir birlerine sokularak... Hasta yatağın dan sürüp çıkarılmış Neşerenk Ka dmefendi, rakkas gibi ayakta salla nıyor; ha düştü, ha düşecek! Canan kendi şalını uzatıyor ona:
—Hadi, sarın diyor kalıncadır, sı cak tutar!
Fakat subaylardan biri şah çeki yor, “Ne var içinde bakalım mücev her mi?” Sonra gülüyorlar, avurtla rını şişire şişire, katıla, katıla gülü yorlar: Sanki bunlar Müslüman de ğil, sanki bunlar Osmanlı değil, pa dişah haremini soyuyor ve soru yorlardı:
—Ne var içinde bakalım, mücev her mi?
—Mücevher, mücevher!
Sultan M u rad korkusu
Sultan Abdülaziz, 3. kayıkta ayak ta duruyor: Dimdik, kıpırdamadan, olup bitenleri, anlamayan gözlerle seyrediyor gibi, anlamsız; yüzünde donmuş bir öfke olup bitene; yaşa- sa, bir daha kıyamete kadar unut mayacağı bu olup bitene... “Rab- bim” diyor Canan Kadmefendi,
“Gösterme bir daha... Bir daha sa kın gösterme; imanımı kaybede rim !”
Sonra, korunma ihtiyacı duymuş olacak ki, rahatsız soluklarla uyu makta olan hasta padişaha sokulu yor; yatağın başucunda kıpırdama dan duruyor öylece ve düşünüyor: “Akıl Hastası Sultan Murad, bir şey yapamaz, hayır! Ama annesi, ama annesi Şevkefza? Evet, o kadından korkulur! Hırsı, aklından büyüktür çünkü... Yapmayacağı yoktur! Oğ lunun hasta olduğunu... Akıl hasta sı olduğunu bile bile, gözünü tahta dikm iş... “ Ç aldılar oğlumun padişahlığım” deyip geziyor ortalık ta... Şimdi Padişah Abdülhamid’in hastalandığını işitince, yine Valide Sultan olmak hayali ile ortalığı kırıp geçirecektir..”
Canan Kadmefendi’nin içinde bo caladığı duygularını biriyle paylaş mak ihtiyacı vardı... ince örgü için gözlüğünü arar gibi, bu ince düşün celeri için de Salime Kadınefendi’yi aradı ve bitişik odada olduğunu ha tırlayınca, gitti yanma... Ne kadar çok severdi bu Salime Sultanefendi’- yi.. Hemen hemen aynı yaşlarday dılar.. Salime, Canan'dan bir yıl ön ce evlenmişti Abdülmecit’le.. Canan, Salime’nin üstüne gelmişti.. Hem de arkadaş oldukları, birbirlerine rakip olmayacakları konusunda sözleştik leri halde! Ama o kadar birbirleri ne düşkündüler ki, birkaç gün mü, birkaç hafta mı buruk yaşadıkları nı şimdi hatırlamıyorlar bile... Etle tırnak gibi kenetlenmişlerdi yürek ten içiçe yaşıyorlardı..
Canan Kadmefendi, o pratik üslu bu ile birkaç cümlede anlatıvermişti durumu Salime’ye... ’Madem ki Ha- mit hasta, kendileri ne yapabilirler di?”
Ölçtüler, biçtiler, tarttılar, sonun da daha dikkatli olmaya, nöbetle uyumaya karar verdiler... Hamit (Sultan Abdülhamit) zaten sarayın içinde ve dışında gereken önlemleri almış, gözetimi güvendiği ellere bı rakmıştı. Kaldı ki hastalık daha dı- şarda duyulmamıştı. Hükümet bile durumu ya biliyor, ya bilmiyordu! Şimdilik tehlike sarayın içindeydi.
Veliahdlık, Mehmet Reşat efendide idi. 5. Mehmet unvanıyla tahta geç mesi beklenen Mehmet Reşat efen di aslında sessiz sedasız, kendi ha linde, çilesini doldurmuş sakin bir mevlevi görünümündeydi ama, ne dense padişahlığı pek sevmezdi. Bir kaç kere yakın bildiklerine “Sultan Murad’m hakkı yendi” dediği duyul muştu. Çevresinin de düşünceleri bu doğrultudaydı. Böyle olunca, bu ai leyi gözlemek de Canan’la Salime’ ye düşüyordu.. Nitekim, koridorda birbirleriyle dertleşen kalfaların biri Şehzade Mehmet Reşat için: “O Sul tan Murad’a ve etrafındakilere dost tur; değişen bir şey olmaz” demiş ti. Bu cümleden şu anlam çıkıyordu: “ Ha Mehmet Reşat padişah olmuş, ha Murad; farketmez.. Çünkü Meh met Reşat, Murad ve çevresinin dos tudur!”
YARIN:
PADİŞAH ÇIRPINIYORDU
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi