• Sonuç bulunamadı

Yıldız Sarayı'nda yaşanılan bir olayın içyüzünü açıklıyoruz:Abdülhamid'i zehirlediler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yıldız Sarayı'nda yaşanılan bir olayın içyüzünü açıklıyoruz:Abdülhamid'i zehirlediler"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GÜNEŞ SAYFA 9

Dünden • Bucründen

6 MAYIS 1988 CUMA

YILDIZ SARAYI’NDA YAŞANILAN

Jjbdülhamid’i

OLAYIN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLIYORUZ..

Abdülham id etrafı morarmış sivilceyi üvey annesine gösterdi

Sırtındaki ağrıdan yakınıyordn

Y azarın

a ç ık la m a s ı

S

ULTAN Abdülhamid in,

saray hekimleri eli ile na­ sıl zehirlenmek istendiği olayı­ nı anlatan bu yazı dizisi, bir

’ araştırma ” değildir! Gerçi bazı eserlerde Sultan A b d ü lh a m id ’in zehirlenmek istendiği bir kaç satırla belirtil­ miştir ama, bu konuda tarih ki­ taplarımızda ayrıntılı bilgi yok­ tur. O günleri yaşayan saray mensuplarından bazıları, bu konu üzerinde bir iki cümle söylemişler, geniş bilgi vere­ memişlerdir. Bu nedenle- iste­ miş olsam bile- Abdülhamid Sultan in nasıl nazirlenmek is­ tendiği konusunda bir “ araş­ tırm a” yapmam, mümkün de­ ğildi.

Bu küçük yazı dizisi, ilk de­ fa gün ışığına çıkacak “ Sa­ ray Notları' ndan yararlanıla­ rak kaleme alındı. Bu notların hacmi,

1000

sahifeyi aşkındır; ve pu notlar 2. Mahmut gün­ lerinden, hanedanın ülkeden çıkanlmasına kadar geçen ta­ rih ve saray olaylarının sağlam kronolojisidir. Bu notlar, hiçbir hakikatin “nihân” olmasını is­ temeyen "takdir’ ’ yolu ile eli­ mize geçmiş bulunuyor. Ta­ mamının yayınlanması şimdi­ lik düşünülmediği için, bu not­ ların çok küçük bir bölümünü kapsayan, “ Abdülham id H an'ın hekimleri tarafından

zehirlenmek istenmesi" ola­

yını yayınlıyorum.

Konu, yeniden benim tara­ fımdan kaleme alınmıştır ama, konuşmalara, duygulara, dü­ şüncelere ilişilmemiştir. Hatta bazı cümleler bile olduğu gibi bırakıldı. Çünkü okuyacağınız bu satırlar, olayın ceryanı sıra­ sında bizzat bulunmuş, ayrın­ tılarıyla içinde yaşamış insan ve insanlar tarafından, önce ayn ayn, ‘ ‘günlük” biçiminde kaleme alındıktan sonra, bir­ leştirilerek elde edilen “ eksik­

siz m etin’’den aktarılmıştır.

Eğer ben bu vakıaya bir

“araştırmacı " olarak yaklaş- saydım. zehirleme olayını sa­

dece "Tahta geçmekte ace­

lesi olan" kişilerle. “ Ülkede

katışıklık yaratmak isteyen" yabancılar açısından incele­ mekle yetinmez; daha önce olup biten "Ali Suavi’nin sa­

ray baskınını’’ hatırlayıp, Mu- ■rad V.İ-Akıl hastası olup olma­

dığına bakmaksızın- iktidara getirmek isteyen Masonlar açısından da araştırmayı her halde ihmal etmezdim. Çünkü bugün, Abdülhamid H an’ın özel tabibi Osman Paşa’nm Mason olduğu biliniyor; ve olayların mantığı içinde başro­ lü oynayan kişinin de Osman

Paşa olduğu görülmektedir.

i.Bozdağ

NONA, etrafı morarmış sivilceyi görünce doktor çağırmak

istedi. Ama padişaha göre, kardeşi M urat’ın annesinin kulağı kirişteydi. Yabancı diplomatlar da dedikodu çıkarırlardı

ABDÜLHAMİD, üvey annelerinden Canan Kadmefendi’ye

Nona der ve özel hayatının sırlarını da yalnız ona söylerdi. Kürek kemiklerinin arasında duyduğu acıyı da ona açmıştı

Abdülhamid döneminin en önemli olayiarrndan biri ¡kinci Meşrutiyet in İlam ve Meclls-i Mebusan'ın açılışıydı. Fotoğraf, meclisin açılış törenini ve alt katın ortasındaki özel locasında töreni Izleven Abdülhamld'l gösteriyor.

ULTAN Abdülhamid Han sıcak bir sesle konuşarak odaya girdi:

— Çalışmaya başlam a­ dan sizi görmek istedim Nona!.. İşlerinize engel olmuyo­ rum ya!..

— Engel olmak da ne demek?.. Geç, otur.. Çayı, yeni demlemiş- tim...

Abdülhamid Han’ın Nona dedi­ ği, babası Abdülmecit Han’ın dul zevcesi Canan Kadmefendi idi. Üvey annelerinden biriydi ama, Abdülhamid Han bu üvey anneyi oldum olası sevmiş, onda “ Arka­ daştan anneye k ad ar” insanlar­ da aradığı hasletlerin tamamını bulduğuna inanmıştı, özel hayatı­ nın sırlarım yalnız ona söyler, şah­ si tereddütlerini onunla giderir, devlet işlerinden gayri her konu­ yu onunla dertleşirdi. Her bakım­ dan severdi, güvenirdi ve ona dayanırdı velhasıl...

D illere d estan d ı

Verd-i Canan, (adı buydu da sa­ rayda sadece “Canan” olarak bi­ linirdi) Hakan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafın­ dan yetiştirilm işti. Pertevniyal Sultan’ın saray-dışı bir arkadaşı v a rd ı: Feriha Hanım. Canan, işte bu Feriha H anım ’ın kızıydı... F a ­ kat Feriha Hanım, doğumdan son­ ra çok yaşam am ış ve öleceğini anlayınca da kızını, dostu P ertev­ niyal Sultan’a em anet ederek göz­ lerini yummuştu. Valide Sultan Canan’ı gerçekten kendi kızı imiş- cesine nazlandırarak yetiştirm iş ve oğlu Sultan Abdülaziz’le evlen­ dirm eyi kurmuştu. F ak at tertip, takdire uymamış. Canan, Abdüia- ziz Sultan’la evleneceğine, ağa- beysi A bdülm ecit S u lta n ’Ia

evlenmiş ve böylece saray proto- koluna girmişti.

Canan Kadmefendi’nin, söğüt yaprağından defneye kadar, bütün yeşilleri yansıtan ve insana kayna­ yarak bakan, güzel gözleri vardı. Uzun boyluydu. Sanya çalan kum­ ral saçlarında, güneşi gezdiriyor- m uş gibi b ir p a rıltı taşırd ı. Endam ına, m asalları hatırlatan bir yumuşaklık veren ince beli ile görenleri hayran eden fiziği, sa­ rayda dillere destandı. Gözünde, yüzünde, vücudunda mübalağa edilecek bir güzelliği yoktu ama, bunların hepsinden öyle sıcak ve sevimli bir insan doğuyordu ki, bir eşini düşünmek bile kolay değildi. Bir de bunun üzerine, herkesin derdine koşan, kolaylayan, çare bulan kişiliğini ekleyiniz; işte Verd-i Canan, bu soy bir kadındı.

Abdülhamid Han, daha çocuk­ ken, bu üvey anneyi pek sevmiş, ona Nona diye seslenmişti. İşte o gün bugün Abdülhamid Han’ın di­ linde Canan Kadmefendi’nin adı Nona idi; ve karşılaştığı bütün güçlüklerin çözümünü Nona’sm- dan beklerdi...

Oysa Abdülhamid Han’ın anne­ si, çok vakitsiz ölmüş, bunun üze­ rine babası Abdülmecit Han, Abdülhamid’i, çocuksuz eşi Peres­ tû Kadınefendi’ye emanet etmiş, onun nezaretinde büyümesini iste­ mişti. Abdülhamid Han, üvey va­ lidesini çok sevdiği halde, Nû- NA’sı Canan Kadmefendi’ye, ay­ rı bir zaafı vardı. İşte yine kendi­ sini biraz kırık hissettiği bir sabah, erkenden kalkıp Canan Kadınefen- di’nin dairesine gelmiş, kaynayan sem averin yanıbaşına oturarak konuşmaya başlam ıştı:

— Sırtımda ne var, bilmiyorum am a, kürek kemiklerimin arasın­

da beni rahatsız eden bir şey var... Öyle, batıyor gibi, acıyor gibi bir şey... Bakar mısınız Nona...

______ A celesi yok

Canan Kadmefendi, doldurmak için eline aldığı çay bardağını ye­ re bıraktı:

— Sırtında mı?.. Rahatsız eden bir şey mi?.. Dur, bakayım şuna.. Sen sırtını pencereden yana ver de

bir göreyim!..

— Acelesi yok Nona, sonra ba- , karız... Hele şu çayımızı içelim...

— Yok, yok... Çay kaçmıyor... Sırtını göreyim bir!..

Gömleğini omuzlarına kadar sı­ yırdığı zam an, kürekkemikleri arasında küçük bir sivilcenin baş- vermekte olduğunu fark etti. Sivil­ cenin çevresinde, kızarıklıktan çok, m orarm ayı hatırlatan bir ha­ le vardı... Kadmefendi, morluğun üstüne hafifçe bastı:

— Acıyor mu Hamit?.. — Biraz!

Canan Kadmefendi, padişah’m sırtını örterken:

— Hemen Perestû Valide’ye ha­ ber verelim; doktorumuz Mav-o- yani, nerede ise gelsin, bu sivilceyi beğenmedim!..

Canan Kadmefendi için “ K arar vermek, "Y apm ak” demekti; fa­ kat padişah direndi:

Yok, yok... Hele şu çayımızı içe­ lim... Sonra gerekeni yaparız...

— Acele etm eyelim Nona... Mavroyani’nin çağrılışı hemen du­ yulur: Padişahın hastalığı, başka­ larının hastalığına benzemez; hem bir de Murad biraderin anne­ si Şevkefza Sultan gibi kulağı ki­ rişte bekleyenler varsa... Bir de yabancı diplomatların vesvese ve dedikokulannı koy bunun üstüne^.

Kadmefendi, padişahın üstüne gitmedi... O bir kere k arar vermiş ve yapacaktı; fakat “ k a ra r” bir idi am a, onu gerçekleştirmenin yolu bin idi... Çayı doldurdu, yer­ lerine oturdular.. Ancak sonra Ca­ n an, p a d işa h ın k onuşm asına cevap verdi:

D oktor görecek

— O söylediklerin, senin işin... Şevkefza ne düşünür, yabancı dip­ lomatlar ne yapar, bunları sen de­ ğerlendireceksin... Sen, sabahın bu saatinde bana geldin mi?.. Sır­ tındaki rahatsızlıktan söz ettin m i?.. Ben de sivilceyi görüp dok­ tor istedim mi?., öyleyse doktor gelecek ve senin sırtındaki sivilce­ yi görecek... Ben bana düşeni ya­ pıyorum, sen de, sana düşeni ya­ parsın...

Nitekim padişahın bütün itiraz­ larına rağm en, çaylarını içtikten sonra, dediğini yaptı, önce, bir kalfayı saray başhekimi Dr. Mav- royani’yi bulup padişahın dairesi­ ne getirm esi için gönderdi: Bir başka kalfa ile de Perestû Valide ­ yi oğlunun dairesine davet etti.. Sonra birlikte kalktılar ve Padişah Abdülhamid’in dairesine geçtiler.

Padişahın dediği hemen çıktı; sarayda elektrik yoktu am a, ha­ ber elektrikten daha hızlı sarayın bütün odalarına, koridorlarına da­ ğılmıştı. Saray başhekimi çok geç­ meden padişahın dairesine girdi. Perestû Valide Sultan, Canan Ka- dınefendi, padişahın bazı Kadıne- fendileri ile ikballerinin gözleri önünde sultanı dikkatle muayene etti.

Herkes, Mavroyanı’nın ağzına bakıyordu. Fakat her zaman çal­ çene olan doktor, bu sefer neden­ se susuyor, bir şey söylememeye dikkat ediyordu:

— Bir kere de, özci tabibleri Os­ man Paşa hazretleri görsünler; sonra açıklam a yapalım!., deyin­ ce, herkes birbirinin yüzüne bak­ maya başladı. Minicik bir sivilce için çifte hekime ne gerek vardı?.. Yoksa Mavroyani, şahsı etrafında ehemmiyet toplamak için mi bu yola, başvuruyordu... Padişahın huzurunda oldukları halde, kadın­ la r arasında m ırıltılar duyuldu. Canan Kadmefendi, Perestû Vali­ de Sultan’ın yanında müdahale et­ mek istemiyor, gözleriyle Peres- tû ’yu uyarm aya çalışarak susu­ yordu. Sonunda padişahın sesi du­ yuldu:

— Osman P a ş a ’ya haber veri­ niz gelsin!.. Siz de hanım lar, ge­ zinip durmayın, yerleşin bir yer­ lere...

YARIN:

(2)

GÜNEŞ S AY FA 9

Dünden • Bucründen

7 MAYIS 1988 CUMARTESİ

YILDIZ SARAYI'NDA YAŞANILAN BİR

£bdülhamid’i

OLAYIN İÇYÜZÜNÜ AÇIKLIYORUZ...

Idilediler

Padişahın sağlık durum u endişe verici boyutlara yükseldi

Hastalık hakeri ucaya yayıldı

Sultan Abdülhamld Cuma namazını kılmak İçin gidiş ve gelişinde düzenlenen selamlık resmine katılanları selamlıyor.

A

Z sonra padişahın husu­si tabibi Osman Paşa, göğsündeki nişanlan sallayan büyük soluk­ larla odaya girdi ve meslekdaşıyla birlikte, sultanın sır­ tındaki sivilceyi dikkatle muayene etti. Osman Paşa da kesin bir kara­

ra varamamış olacak ki, doktorlar kısa bir istişareden sonra, şöyle ko­ nuştular:

—Ehemmiyetli görünmüyor ama, dikkat ister, ihtiyatlı olmak şart! Dinlenmelisiniz! Mutlak bir istiraha­ ta çekilmelisiniz efendimiz!

Abdülhamit Han, gözleriyle ilkin Canan’ı, sonra Perestû’yu aradı;

yüzlerinde bir şeyler okumak istiyor gibiydi. Perestû, büyük olaylar kar­ şısında her zaman olduğu gibi karar­ sız, Canan her zaman olduğu gibi, kararlıydı. Perestû Valide’nin ceva­ bını beklese, gereğinden fazla şişmiş hava daha da ağırlaşacak, belki de zararlı hale gelecekti. Canan önem­ siz bir şey söylüyormuş gibi konuş­

tu:

—İrade ederseniz, doktorlar teda­ viye başlasınlar, biz de dağılalım, böylece istira h a t buyurmuş olursunuz...

Yapılması gereken de oydu, ilaçlar geldi, merhem karıldı, oda- dakiler dışarı çıkarıldıktan sonra, si­ vilcenin bütün çevresine dikkatle sü­ rüldü. Bütün bu işlerin oluşmasını Canan her zamanki uysal metotlar­ la sağlamıştı. Fakat işlerini bitiren doktorların gitmesini beklerken, on­ ların çifte tabib olarak nöbete kala­ caklarını öğrendiği zaman, çok şa­ şırdı. Bir küçük sivilcenin başında iki koskoca doktorun sürekli nöbet tutmasını, havsalası almamıştı. Ama sesini çıkarmadı. Doktorları yan odaya yerleştirdi; isteyen kadın­ lar, yün işleri ellerinde, padişahın yattığı odaya atılmış şilteler üstüne serpildiler; bir taraftan kadınların mırıl mırıl konuşmaları, bir taraftan kaynayan ıhlamurun odayı kaplayan kokusu padişahı çok rahatlatmıştı. Alevrin Hanım, eline “ Kırmızı Değirmen” romanını alıp ılık bir ses­ le okumaya başlayınca, Abdülhamit Han uyuyuverdi..

Soğuk b ir ay ran

Canan Kadmefendi, bir taraftan örgüsünü ilerletiyor, bir taraftan mı­ rıl mırıl konuşuyor, bir taraftan da gözucu ile padişahın uyumasını göz­ lüyordu. Sultanın yüzü pembeleş­ mişti. Alnında da ince bir ter belir­ tisi vardı. Ara-sıra başını iki yana çeviriyor, dudakları ikide birde kı­ pırdıyordu. Bir iki küçük hareketten sonra gözlerini açınca, çevresine kıpkırmızı bakmasıyla, Canan'ın ba- şucuna yerleşmesi bir oldu; gözlerin böylesine kızarmasını Canan hiç be­ ğenmemişti! Elini alnından geçire­ rek sordu:

—Nasılsın yavrum!

—Soğuk bir ayran içsem, iyi gele­ cek gibi...

—Kendini fena mı hissediyorsun da, “Bir ayran içsem iyi gelecek” di­ yorsun? Şimdi istetiriz, getirirler.. Padişah, cevap vermedi. Az son­ ra Sırrı Cemal Kalfa ayran sürahi­

siyle kapıda görününce, “geldi işte” dedi ve iştahla üstüste iki bardak iç­ ti. Ellerinin titrediğini hemen herkes görmüş ve endişelenmişti. Salime Kadmefendi, sabunlu bezle ağzını si­ liyor, Alevrin Hanım, yumuşak yas­ tıkların üzerine pek halsiz yığılmış olan padişahın alnına sürekli ıslak bez yetiştiriyordu. Canan:

—Uykusuz değilsin ama, neden öy­ le oradan oraya yığılıyorsun? diye sorunca, Hakan nefesle konuşarak fısıldadı:

—Herhalde ilaçlardan Nona, ya­ tak, sanki altımdan kayıyor!

Kadınefendinin kaşları çatıldı. —Bir merhem bu tesiri vermeme­ li... Anlayamıyorum...

—Nona, bana ne oluyor dersin? Canan, durup dururken hastayı endişelendirdiğinin farkına vardı. Boş bulunmasına kızdı; daha dikkat­ li olmalı, hastayı üzecek, endişelen­ direcek sözlerden, hareketlerden uzak durmalıydı.. İlk sözünü yalan­ lar gibi konuştu:

—Unutuyoruz; her çıban kana ze­ hir verir; bu da insanı halsiz düşü­ rür! Merak etme, yarına bir şeyin kalmaz, geçer!

Padişah tekrar uyuyunca hanım­ lar, "O rahatsız olmasın” diye yan odaya geçtiler. Canan ve Perestû kaldı. Çevrenin boşalmasından ya­ rarlanan Canan, Perestû’ ya yüreği­ ni açtı:

—Bu uyku hoşuma gitmiyor! Ne derseniz deyin, böylesine uyuyacak kadar yorgun ve hasta olamaz!

Bunun üzerine Perestû Valide Sul­ tan, hekimleri getirtip yeniden bir muayene yaptırdı. Fakat doktorlar, ilk düşüncelerinde direndiler ve bu hastalık tablosunun normal olduğu­ nu tekrarladılar. Canan, doktorların

konuşmalarını, boş gözlerle dinledi. Çıkıp odalarına çekilince de Valide Sultan’a bir şey söylemedi, fakat doktorların dediklerine inanmamış­ tı, “ Beni duygularım aldatmaz; bu işde bir iş var” diye düşünüyordu.

Padişahın hastalığı güya gizli tu­ tuluyordu ama, sarayda duymayan kalmamıştı. Kalfalar, cariyeler, hiz­ metkârlar haberi birbirlerine alıp verirken o kadar bozuyorladı ki, ko­ ridorun bir ucunda söylenmiş “biraz ateşi varmış” sözü, koridorun sonu­ na ulaştığı zaman, “ölüm yatakları­ na serilmiş” biçimine dönüşüyordu. Bu yüzden sarayı bir koşuşma, bir kaynaşma sarmıştı. Çırağan Sara- yı’nda oturan Sultan Murad, belki henüz duymamıştı ama, annesi Şev- kefza Valide Sultan çoktan haber al­ mış, antenlerimiz, sarayın bütün kö­ şelerine çoktan ulaştırmıştı. Nite­ kim, ayranı getiren Sırrı Cemal Kal­ fa, koridordan geçerken iki kalfanın şöyle konuştuklarını duymuştu:

—Efendimiz aniden hastalanmış.. —Hastalıklar daima âni olur. —Ne olacak dersin?

—Çırağanda’ki efendimiz, yerine dönecek!

—Ama “o hasta” diye, veliahdı pa­ dişah yaparlarsa?

—Hiç bir şey değişmez. Veliahd Reşat Efendi, Sultan Murad ve çev­ resine karşı çok dosttur!

Sırrı Cemal Kalfa bu konuşulanla­ rı duymuştu ama, konuşanların kim­ liklerini bir türlü çıkaramamıştı. Daha yavaş yürüyüp, yanlarına da­ ha sokulsa, belki kim olduklarını an­ layabilirdi ama, bu sefer de konuş­ ma yarıda kesilirdi.. Bu yüzden ko­ nuşanları dinlemekle yetinmiş ve bir

fırsatını bulunca duyduklarını oldu­ ğu gibi Canan Kadınefendiye du­ yurmuştu..

Üzüldü Canan bu konuşmalar­ dan... Çok da endişelendi. Sultan Ab- dülaziz’le birlikte yaşadıkları facia geldi gözlerinin önüne.. Kamçı gibi inen bir yağmurun altında, Dolma- bahçe’den kayıkla uzaklaştırılıyor­ lar... Her şey o kadar apansız olmuş ki, bazı kadınefendiler başlarını ör­ tecek bir şal almaya bile vakit bu­ lamamışlar.. Ya da akıl edememiş­ ler.. Titriyorlar yağmur altında, bir­ birlerine sokularak... Hasta yatağın­ dan sürüp çıkarılmış Neşerenk Ka­ dmefendi, rakkas gibi ayakta salla­ nıyor; ha düştü, ha düşecek! Canan kendi şalını uzatıyor ona:

—Hadi, sarın diyor kalıncadır, sı­ cak tutar!

Fakat subaylardan biri şah çeki­ yor, “Ne var içinde bakalım mücev­ her mi?” Sonra gülüyorlar, avurtla­ rını şişire şişire, katıla, katıla gülü­ yorlar: Sanki bunlar Müslüman de­ ğil, sanki bunlar Osmanlı değil, pa­ dişah haremini soyuyor ve soru­ yorlardı:

—Ne var içinde bakalım, mücev­ her mi?

—Mücevher, mücevher!

Sultan M u rad korkusu

Sultan Abdülaziz, 3. kayıkta ayak­ ta duruyor: Dimdik, kıpırdamadan, olup bitenleri, anlamayan gözlerle seyrediyor gibi, anlamsız; yüzünde donmuş bir öfke olup bitene; yaşa- sa, bir daha kıyamete kadar unut­ mayacağı bu olup bitene... “Rab- bim” diyor Canan Kadmefendi,

“Gösterme bir daha... Bir daha sa­ kın gösterme; imanımı kaybede­ rim !”

Sonra, korunma ihtiyacı duymuş olacak ki, rahatsız soluklarla uyu­ makta olan hasta padişaha sokulu­ yor; yatağın başucunda kıpırdama­ dan duruyor öylece ve düşünüyor: “Akıl Hastası Sultan Murad, bir şey yapamaz, hayır! Ama annesi, ama annesi Şevkefza? Evet, o kadından korkulur! Hırsı, aklından büyüktür çünkü... Yapmayacağı yoktur! Oğ­ lunun hasta olduğunu... Akıl hasta­ sı olduğunu bile bile, gözünü tahta dikm iş... “ Ç aldılar oğlumun padişahlığım” deyip geziyor ortalık­ ta... Şimdi Padişah Abdülhamid’in hastalandığını işitince, yine Valide Sultan olmak hayali ile ortalığı kırıp geçirecektir..”

Canan Kadmefendi’nin içinde bo­ caladığı duygularını biriyle paylaş­ mak ihtiyacı vardı... ince örgü için gözlüğünü arar gibi, bu ince düşün­ celeri için de Salime Kadınefendi’yi aradı ve bitişik odada olduğunu ha­ tırlayınca, gitti yanma... Ne kadar çok severdi bu Salime Sultanefendi’- yi.. Hemen hemen aynı yaşlarday­ dılar.. Salime, Canan'dan bir yıl ön­ ce evlenmişti Abdülmecit’le.. Canan, Salime’nin üstüne gelmişti.. Hem de arkadaş oldukları, birbirlerine rakip olmayacakları konusunda sözleştik­ leri halde! Ama o kadar birbirleri­ ne düşkündüler ki, birkaç gün mü, birkaç hafta mı buruk yaşadıkları­ nı şimdi hatırlamıyorlar bile... Etle tırnak gibi kenetlenmişlerdi yürek­ ten içiçe yaşıyorlardı..

Canan Kadmefendi, o pratik üslu­ bu ile birkaç cümlede anlatıvermişti durumu Salime’ye... ’Madem ki Ha- mit hasta, kendileri ne yapabilirler­ di?”

Ölçtüler, biçtiler, tarttılar, sonun­ da daha dikkatli olmaya, nöbetle uyumaya karar verdiler... Hamit (Sultan Abdülhamit) zaten sarayın içinde ve dışında gereken önlemleri almış, gözetimi güvendiği ellere bı­ rakmıştı. Kaldı ki hastalık daha dı- şarda duyulmamıştı. Hükümet bile durumu ya biliyor, ya bilmiyordu! Şimdilik tehlike sarayın içindeydi.

Veliahdlık, Mehmet Reşat efendide idi. 5. Mehmet unvanıyla tahta geç­ mesi beklenen Mehmet Reşat efen­ di aslında sessiz sedasız, kendi ha­ linde, çilesini doldurmuş sakin bir mevlevi görünümündeydi ama, ne­ dense padişahlığı pek sevmezdi. Bir kaç kere yakın bildiklerine “Sultan Murad’m hakkı yendi” dediği duyul­ muştu. Çevresinin de düşünceleri bu doğrultudaydı. Böyle olunca, bu ai­ leyi gözlemek de Canan’la Salime’­ ye düşüyordu.. Nitekim, koridorda birbirleriyle dertleşen kalfaların biri Şehzade Mehmet Reşat için: “O Sul­ tan Murad’a ve etrafındakilere dost­ tur; değişen bir şey olmaz” demiş­ ti. Bu cümleden şu anlam çıkıyordu: “ Ha Mehmet Reşat padişah olmuş, ha Murad; farketmez.. Çünkü Meh­ met Reşat, Murad ve çevresinin dos­ tudur!”

YARIN:

PADİŞAH ÇIRPINIYORDU

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Titan’›n Atmosferi Eski Dünya Atmosferi Gibi NASA araflt›rmac›lar›, Satürn’ün uydusu Ti- tan’›n atmosferindeki organik sisin, Dünya- m›z›n ilk zamanlar›nda

rın iyiliği için bütün hayatı boyunca mücadele eden Sai- vet Lütfi Tozan’a, bu çabalâ- :| nndan dolayı ayrıca Malta Şö­.. valyeleri Birliği de bir

hepimizin millet olarak aynı olduğumuz birbirimizden üstünlüğümüzün olmadığına vurgu yapılmaktadır. 9,75 Santimetrekare romanında Zinar’ın sürekli unutmak

(10) Bu yönerge ile kapsanan hukukçuların, özellikle kendi Ana Üye devletinin hukuku, topluluk hukuku, uluslararası hukuk ve ev sahibi üye devlet hukuku

In conclusion, the present study demonstrated that baicalein induces hydroxyl radical formation via 12-LOX and induces semiquinone radical formation via PGHS-peroxidase in

臺北醫學大學今日北醫:

Arada bir B mezonu kendili¤inden, çok büyük kütleli iki parçac›¤a bozunuyor: maddenin en temel bileflenleri olan kuarklar›n alt› çeflidinden en a¤›r› olan bir “üst”

Lâkin, İstanbul'da Alman hastahanesinden Frakn- fu rt'ta ki Kurhaus'lara kadar devam eden bütün tedavilerin hiçbiri kâr et­ medi ve Haşim, her yanından hayata