• Sonuç bulunamadı

Kimden okumuştu bu sözü? Belki de bütün sözler tek bir ağızdan çıkıyordu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kimden okumuştu bu sözü? Belki de bütün sözler tek bir ağızdan çıkıyordu"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

64

Nereye gittiğini bilmeden sokaklara düşerdi. Kendine geldiğin- de banliyö trenlerinde, otobüs duraklarında, köy dolmuşlarında, gece yolculuklarında, ucuz pansiyonlarda, mahalle arası parklarda, kahve dükkânlarında, balıkçı kıraathanelerinde, dağ yürüyüşlerinde, antik kentlerde, sahil banklarında, göl kenarındaki zeytin ağaçlarının gölgesinde bulurdu kendini. Nerede değilse orada iyi olacakmış gibi gelirdi. Kimden okumuştu bu sözü? Belki de bütün sözler tek bir ağızdan çıkıyordu. Biz on- ları farklı kişilerden duyuyorduk. Kitapların da bir anlamı kalmamıştı. Söz- cükler ufalanıp dağılıyordu. Bir arınma yolculuğuna dönüşüyordu hayat ve sokakta yürürken ansızın boğazına tırmanan yangınla sığınmak için kuytu köşe bir yer arıyordu.

Türbeye de böyle girmişti. Diz çöküp alnını sandukanın üzerindeki yeşil örtüye dayadı. Usulleri bilmediğini o kadar belli ediyordu ki başkaları onu meczup zannedebilirdi.

Ayağa kalktı. Sandukanın baş ucundaki kavuğu öptü. Parmaklarını, ka- vuğun boynundaki tespihlerde gezdirdi. Tespihlerin altındaki tülbendi öptü.

Kokladı. Göz kapakları indi. Bir daha kokladı. Daha önce böyle bir koku duymamıştı. Bir şeye benzetmeye çalıştı. Olmadı. Ayakları geri geri gitti. Ar- kasını duvara çarptı. Yavaş yavaş yere çöktü. Başını önüne eğdi. Gözlerinin kenarındaki çizgiler kalınlaştı.

Biri sandukanın diğer tarafında oturduğu yerden kalktı. Onur’a yaklaştı.

Seslendi ama Onur onu duymadı. Saçları yağdan birbirine yapışmış; alnın- dan akan ter yanaklarına, oradan çenesinin altına doğru süzülmüştü. Yüzü parlıyor, yalnız kalmak için kendini oradan oraya savuran böyle bir adama göre oldukça tuhaf bir yüz ifadesiyle konuşacak biriyle karşılaşmış olmanın

Sanduka

Hasan Cüneyt BOZKURT

Türk Dili Eylül 2017 Yıl: 67 Sayı: 789

(2)

Hasan Cüneyt BOZKURT

Türk Dili 65

sevincini yaşıyordu. Günlerce ormanda tek başına yaşadıktan sonra bulun- muş biri gibiydi.

“İzinsiz girdim.” dedi.

Bir süre sesin kendisine ait olup olmadığını düşündü.

Adam, duvar diplerindeki saman yastıklardan birini aldı. Onur’un arka- sına yerleştirdi. Yanına oturdu.

“Rahat otur.” dedi.

Onur, altına aldığı ayaklarını kırmızı halıya uzattı. Başını türbenin ah- şap tavanına kaldırdı. Yukarı doğru daralarak giden ve birbiri üzerine bine- rek sekizgen oluşturan kalaslarla örülmüş tavan, kuş yuvası gibi daralıyor;

tepedeki kalın, yeşil camdan içeriye süzülen ışık, Onur’un yüzünde parlı- yordu. Yemyeşil, uçsuz bucaksız bir ormana açılan yuvadaymış gibi güvende hissetti kendini.

Epey bir zaman geçti. Güneş başka bir yere taşındı. Yüzleri birer silue- te dönüştü. Adam, kalkıp kubbeden sarkan kalın zincirli, sekiz kenarlı avi- zenin köşelerine asılmış mumlukları yaktı. Onur, bir süre susup onu izle- di. Örümcekleri uzak tutması için iki yüz yıldır küçük zincirlerle avizenin kollarında sallanan sekiz devekuşu yumurtasına ve bunların yanlarında asılı duran sekiz aynaya takıldı bakışları. Mumluklardan çıkan ışığın aynalardaki parıltısına daldı.

Duvarlardaki oyuklara yerleştirilmiş taş baskı kitapların toz ve rutubet- le karışık mürekkep kokusu hâlâ yok olmamış; kütüphaneyi andıran sessiz- lik, bu kokuyla kendini tamamlamıştı. Düzgün sıva üzerine beyaz badana ile boyanmış duvarların, bu kitaplıkları çevreleyen kısımlarında, -meyveli büyük ağaçları temsil eden- yeşil, mavi, kırmızı, kahverengi ve sarı tonlar- da süslemeler bulunuyordu. Onur; yer yer kabarmış, çatlamış ve dökülmüş olan bu süslemelerin hüznüyle sandukanın ayak ucuna yürüdü. İçinden bir insanın geçebileceği kadar oyulmuş ahşap kapağı açtı. Diz çöktü. İçerden ge- len kokuyu aldı. Kavuktakinin aynısıydı. Uzun uzun kokladı. Başını oyuktan içeriye soktu. Çevresine beton dökülmüş, üzerine de tahtadan bir sanduka oturtulmuş mezarın içini tam anlamıyla görebiliyordu artık. Cılız aydınlıkta toprak seçiliyordu. Tek bir ot bile yoktu fakat üzerine kuru çiçekler serpil- mişti. Kokuyu daha derinden aldı. Sandukadan çıktı. Kapağı kapattı.

Adam, köşedeki testiden bir kupa su doldurdu. Onur’a uzattı. Onur, bir dikişte içti. Bir daha verdi. Bir daha içti. Saman yastıklara yaslandılar.

(3)

Sanduka

66 Türk Dili

Giriş kapısından içeriye dolan rüzgâr, duvara çivilenmiş şamdana dalga gibi vuruyor, gövdesinden taşarak damla damla çanağını dolduran kalın, be- yaz mumun kararmış fitilini titretiyordu.

Karanlığa düşen yorgun ışık; boyası dökülmüş ahşap çerçevelerin için- de, yeşil-mavi saç örgüsü kuşaklarla renklendirilmiş hat yazılarında saman alevi gibi parlayarak uzayıp kısalan gölgeler yarattı. Onur, bu çerçevelerin köşelerine asılmış bir tespihe uzandı. Boğulmak üzere olan birine atılan ipe tutunur gibi avuçlayıp aldı.

“Zeytin mi bu?” dedi damar desenli tanelere gözlerini yaklaştırarak.

Olgunlaşıp siyahlaşan yabani zeytinlerin toplanıp ovularak etli kısmın- dan ayrıldığını, sıcak suyla yıkandıktan sonra ortasından bir iğneyle delin- diğini, zımparalanıp cilalandığını, üst üste bağlanmış üç büyük çekirdekten oluşan imameden başlayarak küçükten büyüğe milim milim artan boyutlar- da dizildiğini, her otuz üç çekirdekte bir durak denilen iri taneler geçirildi- ğini, ikinci duraktan sonra tanelerin büyükten küçüğe sıralanarak imameye kadar bir süzme oluşturulduğunu anlattı adam.

Onur, yavaş yavaş tespihi çekmeye başladı.

“Deniz gibi yükselip alçalıyor.” dedi.

“Hayat gibi.” dedi adam.

Hüzünlü suskunluk uzayıp giderken bir ara elini belinden gömleğinin içine soktu Onur. Derisini sıyırıp atmak ister gibi tırnaklarıyla sırtını ka- şıdı. Kemikleri derisini yırtacak kadar seçilebiliyordu. Toparlanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Odada volta atmaya başladı. Göğsü geniş nefeslerle kabarıyor, arada bir odanın karanlık köşelerinde baştan ayağa gölgeye dönüşüyordu.

Adamın varlığını bile unutmuştu.

Hızla türbenin kapısına yürüdü.

Üzerindeki enkazdan, tuğlalardan, kalaslardan kurtulmaya çalışır gibi bir yorgunluk çökmüştü yüreğine. Düşünmek için soluğu kalmamıştı. Alt dudağını dişleri arasında eziyor, ciğerlerinde kalan son hava kabarcıkları göğüs kafesini parçalayıp dudaklarını titreten bir korkuyla dışarı fırlıyordu.

Arkasını döndü.

Gözlerini duvarlarda, yastıklarda, pencere oyuklarında, kubbede gez- dirdi. Az önce içini daraltan düşüncelerin belleğinde izi bile kalmamıştı.

(4)

Hasan Cüneyt BOZKURT

Türk Dili 67

Uyurgezer insanlara benziyordu. Ellerine dolan karanlıkla ürperiyor, hiçbir ışık aklını aydınlatmaya yetmiyordu. Havayı gerip genişletmek istercesine kollarıyla tuhaf hareketler yapıyor, gırtlağını zorlayan kısık ama güçlü bir sesle “Neredesiniz?” diye fısıldıyordu.

Bakışları, türbenin her noktasını son bir kez santim santim taradı. Boy- nunu ufaltıp adımlarını daraltarak sandukaya doğru yürüdü. Küçük kapağı açtı. İçeri baktı. Kimse yoktu. Nefesi ağzında kaldı. Sessizliği dinledi. Doğ- rulup usulca kapağı kapattı. Sandukadan çıkan kokuyu derin derin kokladı.

Referanslar

Benzer Belgeler

şiirmiş kuyulara sığmayan artık ne yaşasam çıkmaz bu boya bu çoğulluk bu yılan zehri ey geç kalmışlığın hüznü yetmez mi.

Alyanslar da söz yüzükleri gibi taşsız olarak üretilir, fakat söz yüzüklerine göre daha gösterişli, ağırdırlar.. 3-Tek Taş Yüzükler: Kıymetli

• Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez... 05.00

Çalışmada Klasik Türk Edebiyatı’nda sevgilinin güzellik unsurlarından olan saç, kaş, kirpik ve hat üzerinde durularak, bu unsurları tavsif etmek için

Bunların yanı sıra, her haftanın Cuma ve Pazartesi günlerine bağlayan geceler ile Mevlid gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı geceleri, Muharrem ayının ilk

Göz/yüz koruması Özel koruyucu ekipmana gerek yoktur Ellerin korunması Özel koruyucu ekipmana gerek yoktur Cildin ve vücudun korunması Özel koruyucu ekipmana gerek yoktur

12 YENİ BÜFE DAHA Ankara Halk Ekmek Fabrikası, ekmek ihtiya- cını en yüksek oranda karşılayabilmek için biri yeni olmak üzere toplam 12 satış büfesi- nin daha

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar Dergah Yayınları 12