• Sonuç bulunamadı

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM"

Copied!
44
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM

28-30 Ekim 2016 Şanlıurfa/TÜRKİYE

Editörler Prof. Dr. Kasım ŞULUL Doç. Dr. Atilla YARGICI Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

Bilim Kurulu

Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslâm Üniv., Hollanda) Prof. Dr. Özcan HIDIR (Rotterdam İslâm Üniversitesi, Hollanda)

Prof. Dr. Muhammed ŞİRAYDA (Necah Üniversitesi, Filistin)

Prof. Dr. Muhammed Abdu’l-latif Abdu’l-Ati (Katar Üniversitesi Şeriat Fakültesi Öğretim Üyesi)

Dr. Ahmed OMAR (İmam Muhammed Suud Üniversitesi, Suudi Arabistan) Dr. Enes İNAYE (el-Covf Üniversitesi, Suudi Arabistan)

Dr. Mahroof Athambawa, Katar Üniversitesi (Şeriat Fakültesi) Dr. Abdulkadir ÇELEBİ (İslâm Üniversitesi, Pakistan)

Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Adil BEBEK (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)

Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Süleyman Demirel Üniv.) Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi)

Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi) Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi)

(2)

2

Prof. Dr. Hikmet AKDEMİR (Harran Üniversitesi)

Düzenleme Kurulu

Doç. Dr. Atilla YARGICI (Başkan) Prof.Dr. Musa Kazım YILMAZ

Prof. Dr. Murat AKGÜNDÜZ Prof. Dr. Kasım ŞULUL Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN

Doç. Dr. Celil ABUZER Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KURT Yrd. Doç. Dr. Mahmut ÖZTÜRK

Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU Katılımcılar

Prof. Dr. Âdem APAK (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi)

Prof. Dr. Ali BAKKAL (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Fikret KARAMAN (İnönü Üniversitesi)

Prof. Dr. Kasım ŞULUL (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet AZİMLİ (Hitit Üniversitesi) Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ (Harran Üniversitesi)

Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Nihat YATKIN (Atatürk Üniversitesi) Prof. Dr. Recep ÇİĞDEM (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniversitesi)

Prof. Dr. Saffet SANCAKLI (İnönü Üniversitesi) Prof. Dr. Şadi EREN (Iğdır Üniversitesi) Prof. Dr. Tuncay İMAMOĞLU (Atatürk Üniversitesi)

(3)

3

Doç. Dr. Abdullah YILDIZ (Harran Üniversitesi) Doç. Dr. Abdulvahap YILDIZ (Harran Üniversitesi)

Doç. Dr. Ali İhsan PALA (Atatürk Üniversitesi) Doç. Dr. Atilla YARGICI (Harran Üniversitesi) Doç. Dr. Celil ABUZAR (Harran Üniversitesi) Doç. Dr. Mahmut ÇINAR (Gaziantep Üniversitesi)

Doç. Dr. Mithat ESER (Pamukkale Üniversitesi) Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR (İnönü Üniversitesi) Doç. Dr. Yunus Emre GÖRDÜK (Balıkesir Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Abdullah KARTAL (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖZ (Sütçü İmam Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vefa TEMEL (Düzce Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Avnullah Enes ATEŞ (Şeyh Edebali Ün.) Yrd. Doç. Dr. Cafer ACAR (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Cemalettin ŞEN (İzzet Baysal Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Fatma ÇAKMAK (Harran Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Furat AKDEMİR (Düzce Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Hacer ŞAHİNALP (Artuklu Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Halit BOZ (Çoruh Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. İ. Hakkı İMAMOĞLU (Karabük Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İlyas CANİKLİ (Yıldırım Beyazıt Ün.) Yrd. Doç. Dr. M. Nuri GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. M. Ali YAZIBAŞI (Kırıkkale Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nazım BAYRAKDAR (Uşak Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Recep ÖZDEMİR (Adıyaman Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Tuğrul TEZCAN (Karabük Üniversitesi)

(4)

4

Yrd. Doç. Dr. Veysel KASAR (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Vezir HARMAN (Namık Kemal Ün.) Yrd. Doç. Dr. Yakup YÜKSEL (Namık Kemal Ün.)

يرودلا نميأ .د (Artuklu Üniversitesi) نيملأا دمحم يناجتلا .د (Sudan) يطاعلا دبع فيطللا دبع دمحم .د (Katar) يلع دمحم ريكاب .د (Gaziantep Üniversitesi)

يلع نسح ليعامسإ دمحأ .د (Ankara Üniversitesi) مع ناضمر .د (Harran Üniversitesi) بيطخلا فيرش ةفيذح .د (Harran Üniversitesi) قيفوت ايركز دومحم دمحأ .د (Harran Üniversitesi)

Sekretarya

Arş. Gör. Rukiye KARDAŞ Arş. Gör. Nuriman KARAYİĞİT

Arş. Gör. Selim YILMAZ

Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslâm Sempozyumu Tebliğleri ISBN: 978-975-7113-57-7

Şanlıurfa, Aralık 2016

(5)

744

Cihad ve Dostluk BağlamındaGayrimüslimlerle İlişkilere Dair Yanlış Algılar

Cafer ACAR

Özet

Bu bildiride cihad ve şiddetin muhatabı olabilecek seçenekler bağlamında Müslüman olmayanların durumu ele alınacaktır. Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilişkilerin olumsuz şartlarda belirlenmiş sınırlayıcı boyutlarını; meveddet, velayet, velacet ve bidanet noktasında siyer açısından değerlendireceğiz. Bu ilişkilerin sınırlandırılması ve “İnsanlarla La İlahe İllallah deyinceye kadar savaşmakle emrolundum” rivayeti de göz önüne alınarak şiddetin meşruiyet zeminini Müslüman olmayanlar açısından yorumlayacağız.

Cihad ve şiddetin meşruiyeti, kimi algılarda inanç farklılığına bağlanmıştır. Bu yoruma destek olarak Siyerin en önemli kaynağı durumundaki Kur’an’dan yasaklayıcı metinler ön palana çıkarılmıştır. Bütüncül değerlendirmeler yapıldığında her tavır ve davranışın mutlak hükümden ziyade belirli prensipler üzerinden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Mamafih Siyer alanındaki okumalar hem hadis alanının hem de Kur’an perspektifinin tarihi ve sosyolojik zeminini ortaya koymaktadır.

İslamı bir şiddet dini olarak lanse etmeyi tercih edenlerin propaganda malzemesi olarak kullandığı Siyerdeki bazı anlatımlar da bu bağlamda ele alınacaktır. Özellikle, Ka’b b. Eşref’in bir şair olarak hiciv mahiyetli şiirleri nedeniyle öldürüldüğü iddiası, davet amaçlı savaş seferlerinin düzenlendiği yolundaki anlayışlar davet ile savaşı yanyana getirmenin İslam adına dünyada oluşturulmak istenen algıya nasıl hizmet ettiğini bu bildiride değerlendirmeye çalışacağız.

Esasen barış kadar savaş da insanlığın huzuru için değerlidir. Savaşı değerli kılan onun meşru olması ve bir hakkın teslimini gaye edinmesidir. Ayrıca savaşın meşru bir zeminde, meşru kurallar vasıtasıyla icra edilmesi onun ahlakını oluşturmaktadır.

Meşru olan ve ahlakı olan bir mücadele cihad vasfını hak edebilir. Tüm bu hususlara dair değerlendirmeler örnekler üzerinden tebliğ metninde yer alacaktır.

Giriş

Müslümanların gerek dini metinleri üzerinden gerekse tarihsel tecrübe bağlamında kendileri gibi olmayan veya öteki olarak vasıflandırılabilecek unsurlarla ilişkileri ilkesel düzeyde hep tartışılmıştır. Bugün de tartışmaya devam ediyoruz.

Özellikle pozitif ilişkiler kurabilmenin imkanı ve sınırları, korumacı bir kaygının kaynaklık ettiğini düşündüğümüz zeminde belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım 15

Yrd. Doç. Dr.Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

(6)

745

asırlık İslam Tarihinin, fıkıhtan kelama oradan tasavvufa kadar her aşamasında teorik düzeyde görülmektedir. Bu durumun İslamın geniş coğrafyalarda akis bulmasının süreçlerini ne derece etkilediğine dair müzakereler üretmek de bir sorumluluktur. Bu bildirinin yazanı olarak tartışmanın olumsuz yönlerine odaklanmak gerektiği kanaatindeyim. Gayrimüslimlerle dostluk meselesi de bu korumacı mantığın tezahürü olarak kategorik bir değerlendirme ile gayrimüslimlerle zinhar dostluk yasaklanmıştır.

Halbuki biz bu konuda Hz. Peygamber’in hayatında analitik diyebileceğimiz yaklaşımlar ve uygulamaların varlığına şahit olabiliyoruz.

Savaş konusunda da durumun farklı olmadığı kanaatindeyiz. İlkeler üzerinden bir şiddet ve savaş algısının olması fıtratın ve makulün gereğidir. Doğrusu Siyer’de tespit edilen uygulamalar da bu nitelik ile uyumludur.

İslamın aziz peygamberi Hz. Muhammed as nitelikler ve davranışlar üzerinden insanları değerlendirmiştir. İnsanları İslamın dairesine davet etmiş, olabildiğinde geniş bir iletişim ağı açmıştır. Pozitif yaklaşımları her daim olumlu karşılamış, düşmanca tutumları değiştirmek için çaba sarfetmiştir.

Bildirimiz bu çerçeveye dair örnekleri ön plana çıkaracaktır.

Sevgi ve Dostluğun Muhatabı Olarak Gayrimüslimler I. Dostluk Konulu Çalışmalarda Tanıtılmış Kavramlar

1. Haden, Ahdan: Arkadaş ve dost şeklinde tercüme edilmiştir.1 Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında açık bir kullanım söz konusu değildir. Bununla birlikte yakın dost, arkadaş, gizli dost anlamında evli kadınların “ahdan” edinmemesi çerçevesinde iki ayette geçmektedir.2

2. Karîn: Eş, dost, arkadaş, gibi anlamlara gelir.3 Kur’an’da ise, kâfirlerin kendi aralarındaki dostlukları ve kıyamet günü dostlarını (karîn) yanlarında bulamayacakları ve bu dostluktan pişman olacakları sadedinde yer almıştır.4 Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki dostluk bağlamında kullanılmamıştır.

3. Refîk: Yoldaş, refakatçi, arkadaş ve dost anlamlarına gelir.5 Kur’an’da bu anlamıyla tek yerde geçmekte olup6 Allaha ve Resulüne itaat edenlerin şehidler, sıddikler ve salihlerle beraber olacakları, bu arkadaşlığın (refîk) ne güzel olduğunu beyan sadedinde zikredilmiştir. Gayrimüslimlerle ilişkiler bağlamında kullanılmamıştır.

1İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfî, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1994, “hdn” md.

2 Nisâ, 4/25; Mâide 5/5.

3İbn Manzûr, “k-r-n” md.

4 Nisâ, 4/38; Saffat 37/51; Fussilet 41/25; Zuhruf 43/36, 38; Kâf 50/23,27.

5İbn Manzûr, “r-f-k” md.

6 Nisâ, 4/69.

(7)

746

4. Sadîk: Arkadaş, dost anlamına gelen bir kelimedir.1 Kur’an’da bir ayette geçer.2 Aynı ortamda yemek yemesinde mahsur olmayanlar zikredilirken bu kelime kullanılarak müminlerin dostlarla da (sadîk) bir arada yemek yemelerinde mahsur olmadığı ifade edilir.

5. Sahib: Arkadaş, dost, taraftar, sahib, eş gibi anlamlara gelir. Çoğulu

“ashab”dır. Daha çok yol arkadaşı, aynı ideale sahip insanlar için kullanılmıştır.3 Kur’an’da yakın arkadaş (sahib-i cenb) kavramından4 hareketle arkadaşlığın ya da sahibiyyet ilişkisinin derecelerinden bahsetmek mümkündür. Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplum açısından onların sahibi5 yani arkadaşı olarak vasıflandırılmıştır. Bu durumda kâfirler arasında yaşayan bir müminin, onların “sahibi” olarak nitelendirilmesi mümkündür. Yine şeytanların ayarttığı kimseyi doğru yola çağıran arkadaşlardan bahsedilmesi,6 farklı dinî yönelimlerdeki insanların sahibiyet ilişkisine işaret edebilir.

Musa’nın iman etmiş arkadaşları için de “ashab-ı Musa” denmesi aynı minvalde bir başka ifadedir.7 Buradan kavramın gayrimüslimlerle sahibiyet ilişkisine dair örneklere işaret ettiğini düşünebiliriz.

6. Hamîm: Farklı anlamları olmakla birlikte konumuz açısından yakın arkadaş ve dost manasına gelir.8 Kur’an’da daha çok arkadaş edinilen kimsenin vasfı olarak zikredilir.9 Kafirlerin ahiret hayatında yakın bir dost (hamîm) bulamayacaklarına işaret edilir.10 Ayrıca yapılan iyiliklerle, düşmanın dosta dönüşebilmesi için adavet ve velâyet ilişkileri bağlamında velâyetin bir sıfatı olarak hamîm kavramı kullanılmıştır.11 Kavram, düşmanı hamîm bir dosta (veli) dönüştürmenin formülü olarak güzel muamele yapılması önerilirken kullanılmıştır. Tek başına bu kavramın kullanıldığı ayet bile, gayrimüslimlerle ilişkilerin dostluk zemininde her zaman yürütülmesi gerektiğine işaret etmeye yetebilir. Tabii ki imkanlar ölçüsünde bu gerçekleşecektir.

7. Halîl: Dost ve arkadaş anlamına gelir. “Hulletün” kelimesi de dostluk ve arkadaşlık şeklinde tercüme edilmiştir.12 Kur’an’da Müslümanların gayrimüslimleri dost edinmesi bağlamında değerlendirilebilecek tek ayette geçmiştir.13 Burada Müşriklerin Hz. Peygamberi fitneye düşürerek “halîl” edinmeleri ile ilgili bir tehlikeden bahsedilmektedir. Bu kelimenin Kur’an’da ilişkilendirildiği diğer ayetler14 daha çok

1İbn Manzûr, “s-d-k” md.

2 Nisâ, 4/61.

3İbn Manzûr, “s-h-b” md.

4 Nisâ 4/36.

5 Sebe’, 34/46; Necm 53/2; Tekvîr 81/22; Tevbe 9/40; A’raf 7/184.

6 En’am 6/71.

7 Şuarâ, 26/61.

8İbn Manzûr, “h-m-m” md.

9 Şuarâ, 26/101.

10 Gafîr 40/18; Hakka 69/35; Mearic 70/10.

11 Fussilet 41/34

12İbn Manzûr, “hll” md.

13 İsra 17/73.

14 Bakara 2/254; Nisa 4/125; Furkân 25/28; Zuhruf 43/67.

(8)

747

dinle ilgili iç konularda ve ahiretle ilgili bağlamlarda geçmektedir. Dolayısıyla normal şartlarda gayrimüslimlerle olabilecek bir dostluktan bahsedilmemiştir. Müşriklerle yakın ilişkiler kurmaya çalışması Hz. Peygamber’in gayet doğaldı. Ancak davete karşı çıkan ve düşmanca tavırlar içinde olanların ona dost (halil) olması için Hz.

Peygamber’in onların yaptıkları hilelere kapılmasını bekliyorlardı. Allah bu duruma karşı Hz. Peygamber’i uyarmıştır.1

8. Aşîr: Eş, zevce, kardeş ve akraba gibi anlamlara gelir.2 Kur’an’da bu kelime ve müştakları birçok ayette geçmekle birlikte; akraba ve yakın iletişimde bulunulan kimseler anlamında tek ayette geçer.3 Ayet, düşman olan kişilere karşı yakın akraba da (aşîr) olsa meveddet beslenmemesi bağlamında bir emir içerir. Kavram kişinin korunmasını da temin eden akrabalar için kullanılmıştır.4 Meveddet olgusu velâyetin tezahürü olarak yorumlanabilir.

9. Meveddet/Vedûd: Arzu etmek, sevmek, hoşlanmak gibi anlamları olan fiil kökü, müştaklarında, dostluk ve arkadaşlık kurmak anlamına gelir.5 Vedûd; seven, aşırı düşkün olan demektir. Allah’ın bir sıfatı olarak Kur’an’da yer alır.6 Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında bu kelimenin kullanımı7 gayrimüslimlerin Allah’a ve resulüne düşmanlık etmeleri halinde onların yakınlığı ne olursa olsun aradaki dostça davranışın sembolü olan sevgi bağının (meveddet) kesilmesi ile ilgilidir. Bu kelimenin müştaklarından olan ve Türkçede de kullandığımız meveddet kelimesi, gayrimüslimler ile Müslümanlar arasındaki sevgi ilişkisi bakımından Hıristiyanların olumlu ve yakın pozisyonuna işaret sadedinde kullanılmıştır.8 Ayetin bizatihi kendisi Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki sevgiyi değerlendirmekte ve Hıristiyanları daha yakın ve olumlu bir noktaya oturtmaktadır. Ve bir red söz konusu değildir. Bu bağlamdaki ayetler incelendiğinde, Allah ve Resulüne düşmanlık yapanlara9 ve putlara karşı duyulan sevginin10 yasaklanmış olduğunu görüyoruz. Buna mukabil düşman olanların da savaş ve benzeri durumlar dışında kazanılması adına iyiliğin yaygınlaştırılarak onların da sevilen dostlar (veliyyün hamîm) haline dönüşmesi11 bir hedef olarak müminlerin önüne konulmuştur. Meveddet kavramı ile ilgili bağlantılı bir kavram

1 http://mushaf.diyanet.gov.tr/#

2el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-esasi, Komisyon, el-Münazzametü’l-Arabiyyetü li’t-terbiyeti ve’s-sekafeti vel ulum, by. Ty. “aşr” md.

3 Mücadele 58/22.

4 İbn İshak, Hz. Peygamber’in Hayatı ve Gazveleri, Çev: Ali Bakkal, İlkharf Yay. İstanbul 2013, s. 259;

İbn Hişam, İslâm Tarihi- Siret-i İbn Hişam tercemesi, Çev: Hasan Ege, Kahraman Yay. İstanbul 1994, II, 364.

5İbn Manzûr, “v-d-d” md.

6 Hud 11/90; Buruc 85/14.

7 Mücadele 58/22; Mümtehine 60/1.

8 Maide 5/82; krş. Kemal Polat, “İslâmî Perspektiften Hıristiyanların Müslümanlara “daha yakın” Olması Meselesi”, EKEV Akademi Dergisi, yıl: 12, Sayı: 34, Kış 2008, s. 73.

9 Mücadele 58/22; Mümtehine 60/1.

10 Ankebût 29/25.

11 Mümtehine 60/7.

(9)

748

olarak velî kelimesi kullanılmıştır. Velî edinmenin göstergesi olarak meveddet kelimesi tercih edilmiştir.1 Bunun niye olmaması gerektiği de ayetin devamında düşmanlık, insanları yurdundan çıkarmak ve onlara destek vermek şeklinde açıklanmıştır.2

10. Bidâne: İç, dâhil, elbisenin iç tarafı, çevre, arkadaş gibi anlamlara gelir.3 Kur’an’da konumuz açısından bu kelime sadece bir yerde bu formda gelmiştir.4 Ayette Müslümanlara kin ve nefret besleyen, fenalık düşünen kimselerle “bidâne” ilişkisi kurulması yasaklanmaktadır. Genelde sırdaş diye tercüme edilmiş olmakla birlikte yakın arkadaş, samimi dost anlamı da kabul edilebilir. Velî kavramını anlamada yardımcı olabilecek kavramlardan biridir.

11. Habîb: Sevilen, arkadaş, sevgili gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu formda geçmemekle birlikte bu kelimenin fiil sigasında; münafıklarla Müslümanlar arasındaki sevgi bağlamında tek ayette geçer.5 “Bidane” ile ilgili ayetin akabinde geçen bu ayette, aynı şekilde Müslümanların kendilerini sevdiği halde Müslümanları sevmeyen, kin ve nefret besleyenlere (münafıklara) karşı uyarı vardır.

12. Velîce: Bir yere girmek, nüfuz etmek anlamına gelen bu kelime, yer alan kalıbıyla dost ve kalbin en derin noktası anlamına gelir.6 Konumuz açısından Kur’an’da sadece bir ayette geçer.7 Gayrimüslimlerin müminler tarafından “velîce” edinilip edinilmediğini ayırt etmeden müminlerin bırakılmayacağı ifade edilmektedir. Savaşla ilgili bir bağlamda zikredilmiştir. Savaşta velîce edinmek yasaklanmıştır. Kelime, ayetin tercümelerinde sırdaş olarak yorumlanmıştır.8

13. Velî: Gayrimüslimlerle dostluk konusunun en önemli ve en yaygın kullanıma sahip kavramı velî kelimesidir. Konuyla ilgili çalışmalar da bu kavram üzerinden yapılmıştır. Bu kelimenin, yakın olmak, dost olmak, kaçınmak, sorumluluk yüklenmek ve yüklemek gibi anlamları vardır.9 Çoğulu “evliya” şeklinde gelir.

Kur’an’da çok sayıda kullanımı vardır. Konumuz açısından en önemli yönü ise

“insanların dünyada ve ahirette veleyet açısından ilişkilerine” dair çok sayıda önermeler içermesidir. Velâyet ilişkisinin yasaklandığı ayetlerde de bunun nedenler açıklanmaktadır.

II. Dostluk Konulu Çalışmalarda Tanıtılmayan Kavramlar

1. Akraba: Kan bağı ile yakınlığı bulunanlar için kullanılan bir kelimedir.

Arapçada daha çok “zi’l-kurba” kelimesi ile ifade edilir.10 Yine bu anlamda “karabe”

1 Mümtehine 60/1.

2 Mümtehine 60/1.

3İbn Manzûr, “bdn” md.

4 Âl-i İmrân 3/118.

5 Âl-i İmrân 3/119.

6İbn Manzûr, “ v-l-c” md.

7 Tevbe 9/16.

8 Kur’an-ı Kerim Meali, hz. Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, DİB yay. Ankara 2002.

9İbn Manzûr, “v-l-y” md.

10İbn Manzûr, “k-r-b” md.

(10)

749

kelimesinin de kullanıldığı vakidir.1 Gayrimüslimlerle ilişkiler sadedinde iki ayette göze çarpar. Birincisinde yakın akraba da olsa müşrikler için istiğfarda bulunmanın doğru olmayacağı belirtilmiştir.2 Bir diğeri ise Hz. Peygamber’in müşriklerden beklentisinin ancak akrabalık hakkı olarak bir yakın ilgi ve alaka olduğudur.3 Dini planda safların net bir şekilde ayrıldığı görülürken insani ilişkiler bağlamında bir süreklilik ve bu sürekliliği sağlayan davranışlar söz konusudur.

2. Asabiyet: Konumuz açısından kelimenin anlamı, akrabalıktır. Birlik ve grup anlamına da gelir.4 Kur’an’da, konumuzla ilgili bir bağlam olamamakla birlikte gayrimüslimlerle ilişkiler açısından siyer alanında önemli bir kavram olarak yer almıştır.5 Mekke döneminde bazı müşriklerin Müslümanlara yönelik olumlu ve koruyucu tavırlarının temel motivasyonu bu kavram üzerinden açıklanmıştır.6

3. Aybetü Nush: Özel bir deyim olup, sırdaş anlamında kullanılmıştır.

Kur’an’da bu kavram geçmez. Siyer kaynaklarında geçer. Huzaa kabilesinin müşriği ve müslümanı ile Hz. Peygamber’in sırdaşı (aybetü nush) olduğu ifade edilmiştir.7 Konumuz açısından bu kavram önemlidir. Bu kavram müşrik de olsa düşmanlık etmeyenlerin sırdaş edinilmesine ilişkin risalet dönemine atıfta bulunan bir kavramdır.

4. Civâr: Komşuluk etmek, yakınlık kurmak, korumak, himâye etmek anlamlarına gelir.8 Siyasî anlamı daha yaygın bir kullanıma sahiptir. Kur’an’da;

Müslümanların münafıklarla bir arada komşu ve dost olarak kalabilmeleri için karşılıklı davranışların komşuluk gereklerine uyması gerektiği bağlamında geçmektedir.9 Yine müşriklerden herhangi bir kimse yakınlık (civâr) taleb ederse ona da gereken kolaylığı göster ki Allah’ın kelamını dinlesin denilmektedir.10 Aynı şekilde yakın olan komşulara iyilik yapma emri bağlamında,11 savaş zamanında şeytanın kafirler safında bir koruyucu (câr) olması bağlamında12 kullanılmıştır. Velî kavramının da benzer formda kullanımları dikkate alındığında velî ve câr kavramının ortak bir zeminde ilişkili olduğu söylenebilir.

Civâr nitelikli ilişkilerin Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında yasaklanması söz konusu değildir.

5. Emân: Civâr kavramının eş anlamlısı bir kelime olarak güven, güvene almak, güvence vermek gibi anlamları vardır.13 Kur’an’da geçmemekle birlikte siyer

1 Krş. İbn İshak, 8.

2 Tevbe 9/113

3 Şurâ 42/23

4İbn Manzûr, “a-s-“ md.

5 İbn Hişam, II, 384.

6 Vakidî, I, 169, II, 139.

7 İbn Hişam, Siret, III, 81; Buhâri, “Şurût”, 15; Ahmed b. Hanbel, IV, 329.

8İbn Manzûr, “c-v-r” md.

9 Ahzab 33/60

10 Tevbe 9/8.

11 Nisâ, 4/36.

12 Enfal 8/48.

13İbn Manzûr, “e-m-n” md.

(11)

750

kaynaklarında çokça rastladığımız bir kelimedir.1 İslâm öncesi cahiliye toplumunda da carî olan siyasî bir uygulama olarak İslâm döneminde de varlığını sürdürmüştür.2 Dostluğun ve iyi niyetin göstergesi olarak yorumlanabilir.

6. Halîf: Yemin etmek anlamına gelen bu kelime, Müfaale babında karşılıklı anlaşmak, yeminleşmek, ittifak yapmak anlamına gelir.3 Özellikle Cahiliye ve Risalet döneminde kabilelerin birbirlerine karşı güvende olmalarını ve destekçi olmak üzere yapılan anlaşmaları ifade eder. Kur’an’da bu anlamıyla yer almayan kelime, siyer kaynaklarında her kabilenin anlaşmalısı olmak anlamında çok yer de geçer.4 Böylece o kabilenin mevlası olmuş olur.5 Bu da dostluğun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Hicret eden müslümanlar Medine’de öncelikle haliflerinin yanına yerleşmişlerdir.6 7. Himâye: Korumak, savunmak, velâyet gibi anlamlara gelir.7 Civâr ve emân uygulamasının bir türü olarak kabul edilebilir.8 Elbette istisnaları olmakla birlikte bu uygulama dostluğun bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Kur’an’da gayrimüslimlerle ilişkiler bağlamında bir kullanımını tespit edemedik. Ancak siyerde karşılığı olan bir kavramdır.9 Gayrimüslimler ve Müslümanlar arasında karşılıklı himâye örnekleri hem Mekke döneminde hem de Medine döneminde mevcuttur.10

8. İll ve Zimmet: Muahede, anlaşma, akrabalık gibi anlamlara gelir.11 Konumuz açısından Kur’an’da iki ayette peş peşe yer almıştır.12 Burada müminlere karşı herhangi bir akrabalık ve anlaşma hukukunu gözetmeyenlerin böyle bir beklenti içinde olmamaları gerektiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla böylesi bir akrabalık ve dostluk hukukunun karşılıklılık ilkesi üzerinden gerçekleşmesi gerektiği ifade edilmiş olmaktadır.

9. Ühuvve: Kardeşlik anlamına gelir. Bu kan bağı ile gerçekleşen bir kardeşlik olduğu gibi kabile, coğrafya, değer kardeşliği şekillerinde de olabilir.13 Konumuz açısından dikkat çekici ayetler vardır. Peygamberler, iman etmemiş kavimlerinin kardeşidirler.14 Küfür durumunda baba ve kardeşlerle velâyet ilişkisinin kesilmesi,15

1 Örn. bk. İbn Hişam, IV, 31.

2 Nebi Bozkurt, “Emân”, DİA, Ankara 1995, XI, 77.

3İbn Manzûr, “h-l-f” md.

4 İbn Hişam, II, 140.

5 Nadir Özkuyumcu, “hilf”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 29.

6 İbn Hişam, II, 140.

7İbn Manzûr, “h-m-y” md.

8 Krş. Nebi Bozkurt, “Himaye”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 51.

9 İbn Hişam, IV, 62.

10 İbn Hişam, II, 176.

11İbn Manzûr, “i-l-l” md.

12 Tevbe 9/8, 10.

13 Mustafa Çağrıcı, “Kardeşlik”, DİA, Ankara 2001, XXIV, 589.

14 A’raf 7/65, 73, 85; Hud 11/50, 61, 84; Neml 27/45; Ankebût 29/36; Şuarâ 26/106, 124, 142, 161; Kaf 50/13.

15 Tevbe 9/23.

(12)

751

inkarcılarla iman edenlerin kardeşliği1 münafıklarla müminlerin kardeşliği2 yine müminlerle ehl-i kitabın kardeşliği3 bu bağlamda karşımıza çıkmaktadır.

10. Kefîl: Sorumlu, garantör, anlamına gelen bir kelimedir.4 Müslümanlarla gayrimüslimler arasında cereyan eden kefalet ilişkileri siyerde karşılaşılan bir durumdur.5 Kur’an’da bu anlamıyla yer almaz.

11. Nedîm: Arkadaş, dost yaren anlamındadır.6 Kur’an’da gayrimüslimlerle bu bağlamda geçmese de siyer kaynaklarında geçmektedir.7

12. Ülfet: Konumuz açısından Türkçeye samimi, senli benli olmak, sevmek gibi anlamlarla tercüme edilmiştir.8 Kur’an’da iki yerde müminlerin arasına ülfeti Allah’ın yerleştirdiğine dair ontolojik bir hatırlatmada yer almıştır.9 Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında bir anlatım olmamakla birlikte, zekat verilecek kişiler arasında, zikredilen

“kalbleri ısındırılacaklar” (müellefe-i kulüb) diye bir kesimin zikredilmesi10 ve bu kişilerin henüz müslüman olmamış olmaları, dönemin gayrimüslim-müslüman ilişkilerine dair fikir vermektedir.

13. Vefa: Türkçe sözlüklerde sevgi ve dostluk bağı, verilen söze bağlı kalmak, sözün gereğini yerine getirmek manası verilmiştir.11 Vefa dostluğun sembolü olarak ele alınabilecek bir kavramdır. Arapça sözlüklerde de benzer anlamlar vardır.12 Kur’an’da çoğunlukla iyi kötü her ne yapılırsa bunların karşılığının verileceği (ifa) ve ahde vefa bağlamında kullanılmıştır.13 Hz. İbrahim vefalı bir peygamber olarak tanımlanmıştır.14 Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki dostluk açısından kavramın yararlanılabilecek yönü, anlaşmalara sadakattir. Ya da geçmişte olan ve yaşanan dostlukların hatırını saymaktır. Siyer alanında Türkçemizde kullanmış olduğumuz vefanın belki kelime olarak değil ama muhteva olarak çok değerli olduğunu ve Hz.

Peygamber’in kendisine ve Müslümanlara yapılan hiçbir iyiliği yerde bırakmamaya özen gösterdiğini söylemek mümkündür. Benî Kureyza vakasında hükümden istisna edilenler için kullanılan kelime budur.15

Mekke Dönemi Müslüman-Gayrimüslim İlişkilerinde Dostluk

1 Âl-i İmrân 3/156.

2 Âl-i İmrân 3/168; Ahzab 33/18.

3 Haşr 59/11.

4İbn Manzûr, “k-f-l” md.

5 İbn Hişam, II, 107.

6İbn Manzûr, “n-d-m” md.

7 İbn Hişam, III, 317.

8İbn Manzûr, “e-l-f” md; Krş. Mustafa Çağrıcı, “Ülfet”, DİA, İstanbul 2012, LXII,286-287.

9 Al-i İmran 3/103; Enfal 8/63.

10 Tevbe 9/60.

11 TDK, “Vefa” md.

12İbn Manzûr, “v-f-y” md.

13 Örn. bk. Bakara 2/272; Âl-i İmrân, 3/57, 161; Hud, 11/15; Nur, 24/25, 39.

14 Necm, 53/36-37.

15 İbnHişam, III, 328.

(13)

752

Hz. Muhammed’in nübüvvet görevini yüklenmesiyle başlayan davet, önce Hz.

Peygamber’in ailesi ve akrabalarına sonra da tüm Mekke ve civâr coğrafyaya yönelmiş idi. Muhatapların İslâm davetine tepkileri de farklı olmuştu. Bu tepkiler dört başlık altında toplanabilir:

a. Müslüman olanlar, b. Çekimser kalanlar,

c. Müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber ve Müslümanları himâye edip onlara destek olanlar,

d. Muhalefet edip düşmanlık yapanlar,

Müslüman olanların, dostluk kurulacak gruplar içinde yer aldığı aşikârdır.

Çekimser durumda kalanlar ise davete katılmaya en müsait olanlardır. Dolayısıyla onlar kendi haline bırakılmamış özel ilgi ve alaka gösterilmeye çalışılmıştır. Himâye edenlere gelince, bunlar ya insanî olarak ya da yakın akrabalık ve asabiyyet gibi nedenlerle, Hz.

Peygamber’i ve Müslümanları zor zamanlarda korumuşlardır. Bunlarla da dostane ilişkiler kurulmuştur. Dördüncü tabakaya gelince onlarla ilgili Hz. Peygamber, ilişkilerin en yüksek seviyede olmasına özen göstermiş ve daveti duyurmaya çalışmıştır.

Onların taşkınlıkları karşısında sabır ve bağışlama tavsiye edilmiştir.1 Bununla birlikte hakaretvarî konuşma ve davranış durumlarında ise bir başka konuya geçinceye kadar o meclisin terk edilmesi2 ya da onlardan yüz çevirmek, onların davranışlarını sorun etmeden mesafeyi korumak önerilmiştir.3

Mekke döneminde Hz. Peygamber ve Müslümanların, gayrimüslimlerle dostane ilişkilere olabildiğince açık oldukları hatta muhtaç oldukları görülmektedir. Ancak kimi gayrimüslimlerin dostça olmayan muameleleri karşısında dengeli mesafe konulmakla birlikte fırsat buldukça olumlu ilişkiler kurularak İslâm’ın tanıtımı ve davet faaliyetlerinin yürütülmesine gayret edildiği gözlemlenmektedir. Allah Resulü ‘nün bu dönemde müşriklerle dostça ilişkiler içinde olmak istediğini söyleyebiliriz.

Mekke döneminin ilk yıllarında Müslümanlarla muhaliflerin, sosyal bir tabaka olarak bütünüyle ayrışma içinde olmadıkları görülmektedir. Bu nedenle olsa gerek ilişkilerde iç içelik Habeşistan hicretine kadar devam etmiştir. Habeşistan hicreti, risaletin beşinci yılında gerçekleşmiştir.4 Bu hicret müslüman ve gayrimüslim sosyolojik yapılarının netleştiğinin en somut göstergesidir. Bu dönemde Müslümanların

1 Örn. bk. Tâha 20/130; Sad 38/17; Kâf 50/39.

2 En’âm 6/68.

3 En’âm 6/68, 81; Araf 7/199; Tevbe 9/90.

4 İbn İshak, s. 249; İbn Hişam, I, 344; İbn Sa’d, Muhammed b. Sad b. Müni’ ez-Zühri, Tabakatü’l-Kübrâ, hzr. Riyad Abdülhadî, Daru ihyai türasi’l-Arabî, Beyrut ty., I, 203-4; Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b.

Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, Darü’l-fikr, ty., s. II, 222;

İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el-Kamil fi’t- Tarih, trc. M. Beşir Eryarsoy, II, 77;

(14)

753

bazı müşriklerle yakın dostluk ve işbirliği, karşılıklı destek ve iyi muamele ilişkilerinin devam ettiğini müşahede ediyoruz.

Şüphesiz ki bu dönemde müslüman olmamış toplum unsurlarıyla bireysel planda iyi ilişkilerin öncülüğünü yapanlar vardı. Ebû Talib bunlardan biridir. Mekke döneminin on yıla yakın zaman diliminde hem Hz. Peygamber’in hem de Müslümanların himâyesini zor şartlarda üstlenmiştir.1 Beraberinde ona destek olan başka müşrikler de vardır. Müslümanlar Şi’bu Ebî Talib denilen bölgeye çekilmek zorunda kalınca, Ebû Talib buraya Müslümanlarla birlikte Müslümanları himâye eden müşrikleri de dahil etmiştir.2 Üç yıllık zaman diliminde bu insanlar, dostluğun belki de en ileri türlerini bir arada yaşayarak göstermişlerdir. Dolayısıyla Ebû Talib mahallesinin; müslüman-müşrik dostluğunun ve dayanışmasının yaşandığı bir mekân olarak anlaşılması mümkündür.

Burada yaşanan iletişimin mahiyetine asabiyet konulsa bile Türkçede dostluk dediğimiz ilişki biçiminin farklı dini müntesipler arasında yaşanması bizim için önemlidir. Zira akrabalık da olsa ilişkilerin sınırlandığı durumlara ileride işaret edileceği üzere rastlamaktayız.

Hz. Peygamber ve Müslümanlar, müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Leheb’in desteğini de kısa bir süre görmüştür.3 Yine Utbe b. Rebîa da Hz. Peygamber’i himâye etmiştir. Pek yaygın bir bilgi olmamakla birlikte Hz. Peygamber’in “Ebû Talib’ten sonra beni en çok koruyan Utbe b. Rebîa’dır” dediği rivayet olunmuştur.4 Utbe’nin Hz.

Peygamber’e sürekli “yeğenciğim” şeklindeki hitap tarzı ile şefkatini ifade ettiği aktarılmıştır. Bilindiği üzere Utbe, Bedir savaşında öldürülenlerden biridir.5 Peygamberimizin bir diğer amcası Abbas da hicrete kadar ona destek olan ve kollayan bir rol üstlenmiştir. Henüz müslüman olmamış olan Abbas, Hz. Peygamber’in hayatında önemli bir başka hami ve dosttur. Müslümanlar da bundan yararlanmıştır.6 Abbas Bedir’de müşriklerin safında yer almış ve esir düşmüştü. Hatta Hz. Peygamber’in Bedir savaşında karşılaşılması halinde öldürülmemesini emrettiği kişiler vardır. Abbas bunlardan biridir. Bir diğeri ise Ebû’l-Bahterî idi. Kimi Müslümanlar buna itiraz etmişlerdi.7

Habeşistan hicretine karar verilirken, Habeşistan kralının dostluğuna ve adaletine güvenilmesi,8 aynı zamanda Müslümanların da onlara karşı hissettiği dostluğu ve minneti gösterebilecek bir örnektir. Müslümanlar orada dostça bir muamele ile

1 İbn İshak, 222; İbn Hişam, I, 284; İbn Sa’d, I, 202.

2 İbn İshak, 222, Krş. 331; İbn Sa’d, I, 188; Vakidî, II, 828.

3 İbn Sa‘d, I, 93; krş. Mehmet Ali Kapar, “Ebû Leheb”, DİA, Ankara 1994, cilt: 10, sayfa: 178-179.

4 İbn İshak, 284, 286; Adnan Demircan, “Utbe b. Ebî Rebia”, DİA, İstanbul 2012, 42, 236.

5 Demircan, 42, 235-236.

6 İbn Hişam, II, 63

7 İbn Hişam, II, 364.

8 İbn İshak, 249.

(15)

754

karşılaştıkları için Hudeybiye anlaşmasına kadar orada kalabilmişler,1 kimileri orada vefat etmiş, kimi çocuklar orada doğmuştur. Bu aynı zamanda Müslümanların da onlara karşı bir muhabbetinin oluşmasına vesile olmuştur. Hz. Peygamber bu dostça muamele nedeniyle Habeşistan Necaşi’sini hep hayırla yad etmiştir.2 Hıristiyanlığa geçen, Ümmü Habibe’nin kocası Ubeydullah b. Cahş’ın durumu dikkat çekicidir. Onun din değiştirmesinde .

Yine bu dönemde Müslümanlara ve onlara destek olan kimi müşriklere karşı Kureyş’in almış olduğu ambargo kararını delmek ve böylece bu uygulamadan mağdur olan insanlara destek olmak için çabalayan müşriklere rastlıyoruz.3 Bu Müslümanlara olan dostça davranışın ve vicdani hassasiyetin bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir.

Hz. Peygamber de bu insanlara karşı bir vefa duygusu içinde olmuştur. Muhatap olduğu insanları, dini durumuna göre değil Müslümanlara ve İslâm davetine karşı düşmanca ya da dostça davranıp davranmadığına göre değerlendirmiştir. Bunun tespitini Bedir’e katılan bazı müşrikler hakkında “onlar zorla getirilmişlerdir” diyerek yapmıştır.4 İyilik gördüğü herkese bir şekilde iyiliğinin karşılığı olan dostça bir vefa göstermiştir. Bunun da karşılığını almıştır. Bu vefayı ve iyi muameleyi görenlerin çoğunluğu müslüman olmuştur.

Müslümanların karşılaştıkları zorluklar nedeniyle hicret etme noktasına gelmeleri ve değişik nedenlerle hicretten vazgeçip Mekke’ye dönmek durumunda kaldıkları zamanda yine dostça muamelede bulunan kimi müşriklerin himâye, emân ve civârıyla Mekke’ye girdiklerini biliyoruz. Hz. Peygamber’in Taif dönüşünde Mekke’ye Mut’im b. Adiy’in himâyesi ile girmesi, Ebû Bekr’in Medine’ye hicret girişiminden vazgeçip İbn Düğunne’nin himâyesiyle tekrar dönebilmesi, sembol mahiyetinde dost davranışı muamelelerdir. Müslümanlar onların bu dostça davranışlarını unutmamışlardı.

Hz. Peygamber’in Taif’te Utbe ve Şeybe kardeşlerin bağına sığınması orada Addas’ın dostça ikramını kabul etmesi bunun karşılığında ona iltifat edip karşılık vermesi onun müslüman olması ile sonuçlanmıştır. Addas onları Bedir’e katılmaktan da vaz geçirmeye çalışmıştı5 Tüm bu hadiseler Mekke dönemi Müslüman gayrimüslim dostluklarına dair örnekler olarak görülebilir.

Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekr’in hicretine refakat ederek kılavuzluk yapan Abdullah b. Ureykıt bir müşrik idi. İbn Hişâm onun Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekr’e eşlik etmesini “sahib” kelimesi ile ifade etmiştir.6 Aynı kelime Hz. Ebû Bekir’in Hz.

1 İbrahim Sarıçam, “İlk İslâm Toplumunda Bir Arada Yaşama Tecrübesi”, İslâm Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi, TDV Yay. Ankara 2009.

2 İbn İshak, 302.

3 İbn İshak, 224-228.

4İbn Hişam II, 365; İbn Sa’d,II, 23; IV, 10; Mustafa Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil Yayınevi, İstanbul ty., IX, 153.

5 İbn Hişam, II, 78; Vakidî, I, 22-23.

6 İbn Hişam, II, 152.

(16)

755

Peygamber açısından durumu için de kullanılmıştı.1 Bu da bazı kavramların müslüman ve gayrimüslim ayrımı olmaksızın vasıflar ve davranışlara göre şekillendiğini göstermektedir.2 Böylesine riskli bir yolculukta bir müşriğin refakati ve kılavuzluğu da göz ardı edilmemelidir. Bunlar insanî, dostça ilişkilerin, güvenin var olduğu durumlarda görülebilecek davranışlardır. Hz. Peygamber’in hicretinden çok sonraki bir zamanda kızı Zeyneb’in, hicrete karar verdiğini anlayan ve henüz müslüman olmamış olan Ebû Süfyan’ın karısı Hind bint. Utbe, ona yardımcı olmayı teklif etmiş ve erkekler arasında olan hadiselerin kadınlar arasına giremeyeceğini belirtmiştir.3

Tüm bu anlatımlardan anlaşılmaktadır ki Mekke döneminde Müslümanlar ile kimi gayrimüslimler arasında dostça ilişkiler hep devam etmiştir. Bunda bir sakınca da görülmemiştir. Dostluğun en ileri merhalesi olarak yorumlanabilecek evlilikler yaşanmaya devam etmiştir. Evlilik hukukuna aykırı davranışlar olmadıkça evlilikler bozulmamıştır. Nihayet bu dönemdeki müslüman gayrimüslim dostluklarında temel kriterin iyi niyet ve güven olduğu söylenebilir. Dostça ilişkiler bu dönemde daha çok gayrimüslimlerden (müşrikler) Müslümanlara yönelik bir belirginliğe sahiptir. Bu dostluklar sayesinde hicret ortamı oluşuncaya kadar Müslümanlar kendilerini koruyabilme imkanı bulmuşlardır. Çoğunluk olmamakla birlikte etkili bir müşrik topluluğu saikleri farklı da olsa müslümanlara sahip çıkmıştır.

Medine Dönemi Müslüman-Gayrimüslim İlişkilerinde Dostluk

Medine’ye hicretle birlikte yapılan sözleşme, İslâm Tarihi açısından olduğu gibi, gayrimüslimlerle bir arada yaşama ve dostluk açısından da başlı başına bir fenomendir.

Bu konu üzerine söylenenlere çok çalışılmış olması münasebetiyle girmeye gerek görmüyoruz. Ancak konumuz açısından nadiren vurgusu yapılan bazı hususlara işaret etmemiz gerektiği kanaatindeyiz.

Hz. Peygamber, Medine’ye gelince öncelikle Yahudiler, müşrikler ve diğer unsurlarla karşılıklı sorumlulukların yüklendiği “vesika” yazdırmıştır.4 Bu vesikanın konumuz açısından ilan ettiği en önemli husus; Medine’de yaşayan insanların, müslümanıyla, yahudisiyle, müşriğiyle tek bir ümmet olduğudur.5 Artık tek bir toplum ve tek bir ümmet olarak ilan edilen bu yapıda yer alan insanların birbirini sevmesi, muamelatta bulunması, evlenmesi gibi hususlar teferruat haline gelmiştir.

Medine hicretiyle Müslümanların sosyal bir tabaka olarak bu coğrafyada varlıklarının tanınması mümkün olmuştur. Gayrimüslimlerle ilişkilerin ana karakterleri de bu sosyal yapılanmasını tamamlamış ve siyasî kimliğini elde etmiş olan Müslüman toplumun, muhataplarıyla aynı zemin üzerinden ilişkilere girmiş olmaları ile inşa

1 İbn Hişam, II, 94.

2 Polat, 20.

3 İbn Hişam, II, 395.

4 Vesika olarak tercüme ettiğimiz kelime “kitab” metinde . İbn Hişam, II, 209

5 İbn Hişam, II, 210; İbn Sa’d, I, 238.

(17)

756

edilmiştir. Savaşlar, barışlar ve bir arada yaşama anlaşmaları; siyasî ve sosyal yapılar üzerinden kurulmuştur. Kişiler ve bireysel ilişkiler üzerinden kurulmamıştır. Velâyet, bidâne, velîce gibi ilişkilerin mahiyetine dair düzenlemeler, bu bağlamdaki sosyal ve siyasal yapıyı olumsuz etkileyebilecek durumlarda gündeme gelmiştir. Kamuyu ilgilendiren ve bireysel boyutu aşan alanlarda düzenleme getirilmiştir. Sosyal ve siyasi yapıyı, organizasyon bazında etkileyen hususlar dışındaki bireysel ilişkiler ve tasarruflar alabildiğine esnek bir görünümdedir. Dostlukla ilişkilendirilebilecek kavramları göz önüne aldığımızda bireysel planda olup kimi zaman toplumu da bağlayan bazı davranışların rahat bir şekilde icra edilebildiğini ve Hz. Peygamber nazarında bunların bir sorun teşkil etmediğini söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’in Yahudi Muhayrik, hakkındaki sözü de1 bu minvalde anlaşılmalıdır. Uhud’da Müslümanların safında savaşmış ve burada öldürülmüştü. Hz. Peygamber onun hakkında “Yahudilerin hayırlısı idi” demiştir. Malum Uhud savaşına gelinceye kadar Beni Kaynuka ve bazı yahudi ileri gelenleriyle ciddi sorunlar yaşanmıştı. Buna rağmen kimi Yahudilerle iyi ve dostça ilişkilerin kurulmuş olması anlamlıdır.

Hz. Peygamber’in Medine döneminde duruma göre sırlarını paylaştığı gayrimüslimler de vardı. Huzaa kabilesi ile ilgili “onların müslümanı ve müşriği ile Hz.

Peygamber’in sırdaşı (aybetü nush)” olduğu ifade edilmiştir.2 Bunun mahiyetine ilişkin detaylı anlatımlar olmamakla birlikte tespitin önemli olduğu aşikârdır.

Dostluk bağlamında en ileri nokta diyebileceğimiz gayrimüslimlerle evlilik de bu bağlamda ele alınmalıdır. Evlilikten öte dostluk olabilir mi. Hz. Peygmaber’in kızı Zeyneb Ebu’l-As ile evli idi. Müşrik olmasına rağmen Zeyneb’in Ebû’l-As ile evliliğinin eski nikâh üzere devam etmesi, gizlice Medine’ye geldiğinde Zeyneb’in onu himâyesine alması, Hz. Peygamber’in bunu onaylaması3 bu anlamda dostluk boyutlarını da aşan durumlar olarak değerlendirilebilir. Daha önce Ebû’l-As, Bedir esirleri arasında iken, Zeyneb Mekke’den onun fidyesini göndermiş ve eşini kurtarmıştı. Gönderilen fidye Hz. Peygamber’in ona hediye ettiği gerdanlık idi. Hz. Peygamber bunu görünce müteessir olmuş ve Ebû’l-As’ı serbest bırakmıştı. Bu kararı alırken de sahabenin onayını almıştı.4 Benzer durum İkrime b. Ebî Cehil ve Safvan b. Ümeyye’nin hanımları ile ilgili de söz konusu olmuştur. Ümmü Hani’nin kocası da müşrik idi ve bu hal üzere ölmüştü. Müşrik olma durumu devam etmesine rağmen bu nikâhların baki olduğunun

1 İbn Hişam, II, 192.

2 Sırdaş kelimesinin karşılığı olarak, “Aybetü nushin” ifadesi kullanılmış, krş. İbn Hişam, 3/136-7; Arb:

3/81; Buhari, şurut, 15; Ahmed b. Hanbel, 4/329; krş. Ahmet Önkal, “Huzaa”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 431-433.

3 İbn Hişam, 2/392-8; İbn Sa’d, VIII, 36; Aynur Uraler, “Zeyneb”, DİA, İstanbul 2013, 44, 357; Talat Sakallı, “Ebu’l-As” DİA, İstanbul 1994,

4 Vakidî, II, 204; Abdullah Aydınlı, “İkrime b. Ebî Cehil”, DİA, İstanbul 2000, XXII, 42-43; Mehmet Ali Kapar, “ Safvan b. Ümeyye” DİA, İstanbul 2008, 35, 486-487.

(18)

757

ifade edilmesi,1 bu süreçte himâyeye alınmaları olumlu ilişkilerin; farklılıklara rağmen bir tehdit unsuru oluşturmadıkça devam ettiğinin somut örneklerindendir.

Hz. Peygamber’in insanları değerlendirirken yüksek bir vefa ve ince bir dikkat sergilediğine şahit oluyoruz. Onun insanlar hakkında genellemeci bir anlayışa sahip olmadığını söylemeliyiz. Risalet’in başlangıcından on üç yıl sonra, bir hesaplaşma olarak karşı karşıya gelmiş olduğu Bedir’de müşriklerin ordusunda yer alan bazı kişilerin yakalanması durumunda öldürülmemesini istemesi dikkate değerdir. Bunların isimleri sıralanmıştır. Daha önce ifade edildiği üzere Abbas, Ebû’l-Bahterî bunlardandı.2 Buna mukabil müslüman olduğu halde hicret etmeyen ve Bedir’de müşriklerin safında öldürülen gençlerden bahsedilmektedir.3 Bunlarla ilgili Hz. Peygamber’in bir uyarısının olmaması dikkat çekicidir. Öyleyse dostluğun ölçütü inanç olmasa gerektir. Belirleyici olan davranışlardır.

Bedir’de Abdurrahman b. Avf, “dostum” dediği Ümeyye b. Halef’i esir almış ancak Bilal b. Rabah onun önceki eziyetleri sebebiyle öldürülmesine neden olmuştu.

Abdurrahman bu duruma üzülmüştür.4 Ümeyye için Abdurrahman’ın dostum ifadesi kullanması meselenin sahabe nazarında nasıl anlaşıldığını fark etmemiz bakımından önemlidir. Eski ilişkilerin henüz bütünüyle etkisini kaybetmediğinin ve din farklılığının mutlak düşmanlık anlamına gelmediğini gösterebilir.

Yine haklarında ölüm kararı verilmiş olmasına rağmen Abdullah b. Sad b. Ebî Serh,5 İkrime b. Ebî Cehil,6 Safvan b. Ümeyye7 fetih sonrası müslüman olmadıkları halde bağışlanan ve dostça muamele edilen insanlardandır. Abdullah b. Hatal’ın iki şarkıcısından biri de aynı şekilde affedilmiştir.8 Hatta muhalefetin en azılıları; Ebû Süfyan, Hind b. Utbe9 Hz. Peygamber tarafından iyilikle muamele edilen kişilerdendir.

Peygamberimiz Halid b. Velîd’in dostça olmayan bir şekilde savaşmayanlarla savaşmasını hoş görmemiş ve mağdurların diyetlerini ödemiştir.10

Hz. Peygamber’in sütkardeşi olduğu anlaşılan ve müslüman olduğuna dair bir kayıt bulunmayan Şeyma da lütuf ile muamele görmüştür. Hatta Hz. Peygamber ona

“arzu ederse yanlarında kalabileceğini kendisine ikram ve izzette bulunacağını” vaat etmiştir.11 Benî Kureyza savaşçılarının öldürülmesi kararı verildiğinde bile bundan

1 İbn Hişam, 4/81, 84; krş. Aydınlı, XXII, 43; Kapar, “Safvan b. Ümeyye”, 35, 486.

2 İbn Hişam, II, 364-5; İbn Sa’d, II, 23, IV, 10.

3 Vakidî, I, 51; İbn Hişam, II, 379.

4 Vakidî, I,60;İbn Hişam, II, 367; krş. Mehmet Bahauddin Varol, “Ümeyye b. Halef”, DİA, İstanbul 2012, 42, 305-306

5 İbn Hişam, IV, 69; Mustafa Fayda, “Abdullah b. Ebû Serh”, DİA, İstanbul 1988, I, 130-131,

6 İbn Hişam, IV, 71

7 İbn Hişam, IV, 80.

8 İbn Hişam, IV, 71.

9 İbn Hişam,IV, 52-53; Yaşar Kandemir, “Hind bint. Utbe”, DİA, İstanbul1998, XVIII, 64-65.

10 Vakidî, II, 838; İbn Hişam,IV, 97; Mustafa Fayda, “Halid b. Velid”, DİA, İstanbul 1997, XV, 289-292.

11 İbn Hişam, IV, 137; Levent Öztürk, “Şeyma”, DİA, İstanbul 2010,39, 98-99.

(19)

758

istisna edilerek bağışlananlar olmuştur.Benî Kureyza ile ilgili süreç devam ederken, Hz.

Peygamber’e ihanet (gadr) etmekten imtina eden, Amr b. Suda’ el-Kurazî bağışlanmıştır. Bunun sebebini yine Hz. Peygamber açıklamış ve onun için, “Allah onu vefası nedeniyle kurtardı” demiştir.1 Sakif kabilesinin malları dostluk göstergesi olarak bağışlanmış ve ellerinde bırakılmıştır.2 Adiy b. Hatim’in kız kardeşine de lütuf ve ikram da bulunulmuştur.3 Bunların tamamı dostça davranışlar olarak değerlendirilmelidir. Bir merhamet ve sevgi eseri olarak yapılan davranışlardır.

Hz. Peygamber’in Hayber Yahudilerine alışılagelmişin dışında muamele ederek mallarını ellerinde bırakıp orada yaşamalarına müsaade etmesi ve vergi ile merkeze bağlaması4 iletişim kanallarını açık tutup iyilikle muamele etmesi bir peygamberin ve ashabının dostça muamelesinden başka bir şey değildir. Merhamet ve savaş peygamberinin savaş olmayan zamanlarda dostluğun zirvesi olarak merhametinin tecellisini gündeme getirmesi olarak görülmelidir.

Hz. Peygamber’in Uhud savaşına giderken Medineli müşriklerden ödünç olarak silah ve mühimmat alması5 aslında karşılıklı bir vefanın ve ahdin göstergesidir. Ubeyde b. Haris seriyyesinde hedefteki bölge halkından müşriklerin kendi kavimlerinden ayrılıp Müslümanları himâye ettikleri rivayet edilmiştir.6 Bu da düşmanlık olmadığı zaman dostane ilişkilerin her zaman olabilceğini gösteren bir başka örnek olarak değerlendirilmelidir. Bu örnek, Medine döneminde müşriklerden de Müslümanlara yönelik himâye ve dostça muameleler olabildiğini göstermektedir. Kuzman da aslında nifak ile itham edilen biri olmasına rağmen Uhud’da Müslümanların safında savaşmıştır.7 Bunun bireysel plandaki ayrıntılarında farklı yorumlar olmakla birlikte onun Uhud’da Müslümanların yanında yer alması ilişkilerin niteliğine dair bir başka örnektir.

Risalet Döneminde Dostlukların Kesilmesi

Risalet döneminde gayrimüslimlerle yaşanan dostça ilişkilere dair bazı örnekleri paylaştıktan sonra bu bölümde, yasaklanan dostlukları ele alıp makalemizi tamamlamak istiyoruz.

Dostane ilişkilerin yasaklanması ile ilgili dört ana kavram öne çıkmaktadır.

Bunlar velâyet, bidâne, velîce ve meveddet/muhabbet kavramlarıdır. Kavramların tanımı ve ilk elden analizleri ilgili bölümde yapıldığından tekrar burada yer vermek yerine ilişkilerin yasaklandığı bağlamı ele almanın daha faydalı olacağı kanısındayız.

1 İbn Hişam, III, 328; Casim Avcı, “Benî Kurayza”, DİA, İstanbul 2002, XXVI, 431-432.

2 İbn Hişam,IV, 174; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakif”, DİA, İstanbul 2009, 36, 10-11.

3 İbn Hişam,IV, 311-2.

4 İbn Hişam, III, 484.

5 İbn Hişam,IV, 112.

6 İbn Hişam, II, 176.

7 İbn Hişam, III, 118.

(20)

759

Velâyet ilişkisinin yasaklandığı ayetlerde iki şey dikkat çekmektedir. İsimler ve sıfatlar. İsimler söz konusu olduğunda veli edinilmesi yasaklananlar: kafirler,1 şeytan,2 Yahudiler ve Hıristiyanlardır.3 Müslüman olanlardan ise hicret etmeyenlerle velâyet ilişkisi kesilmektedir.4 Sıfatların dile getirildiği ayetlerde dost edinilmesi yasaklananlar ise; Allah’ın gazab ettikleri,5 düşman olanlar,6 zalimler,7 sizi dininizden döndürmek isteyenler,8 dininizi alaya alanlardır.9 Bir de bu kategorizasyona, veli edinmeme emrinin sebebinin açıklandığı ayetleri eklemek gerekir. Bu ayetler dostluğa dair ölçüyü belirleyen ayetlerdir. Bu durumlarda dostluk yasaklanmıştır. Örnek olarak şeytanı velî edinmek yasaklanmıştır. Zira şeytan, dostunu sapıklığa düşürür,10 ve düşmandır.11 Kafirler veli edinilmemelidir zira onlar düşmanlık yapmışlar, müminleri ve peygamberi sırf inandıkları için yurtlarından çıkarmışlardır.12 Bu nedenle zalimler birbirinin velisidir.13 Müslümanlar bu kurallara riayet etmez ise içinde yaşadıkları toplumda fitne ve fesat çıkabilecektir.14

Velî edinme ile ilgili ayetler bir arada değerlendirildiğinde anlaşılan odur ki, velî edinmenin yasaklanma sebebi: müminler aleyhindeki davranışlardır. Yoksa inançlar değildir. Allah inanç kategorisi olmaksızın insanlara karşı iyi davranmayı öğütleyip güzel ilişkiler kurmayı yasaklamamıştır.15 Aksi halde bunun bir hikmeti olmazdı. Zira her inanç kesimine açık bir davetin nihayetinde beklenen, güzel bir dostluk ve samimiyettir.16 Uzak duruluması gerekenler ise düşmanca davranışlar içine girenlerdir.17

Velî edinmenin tezahürü diyebileceğimiz bidâne,18 velîce19 ve muhabbet/meveddete20 ilişkin sınırlamalar da bu bağlamda ele alınması gerekir. Bidâne edinmenin yasaklandığı ayette yasağın sebebi zaten açıklanmıştır. Kötülük etmekten geri kalmayan, nefreti ve hıncı dışa yansıyan ve sizin sıkıntıya düşmenizi isteyenleri

1 Âl-i İmrân, 3/28; Nisâ, 4/144; Mâide, 5/81.

2 Nisa, 4/76.

3 Mâide, 5/51.

4 Enfal, 8/72.

5 Mümtehine, 60/13.

6 Mümtehine, 60/1.

7 Casiye, 45/19.

8 Nisâ 4/89.

9 Maide, 5/57.

10 Hac, 22/4.

11 Kehf, 18/50.

12 Mümtehine, 60/1.

13 Maide, 5/51.

14 Enfal, 8/73.

15 Mümtehine, 60/8.

16 Mümtehine, 60/7.

17 Mümtehine, 60/9.

18 Âl-i İmrân, 3/118.

19 Tevbe, 9/16.

20 Mümtehine, 60/1.

(21)

760

bidâne edinmeyin denmiştir. Velîce edinmede ise ayetin bağlamı savaş ve cihaddır.1 Cihad edenle, kafirleri velîce edinenlerin belli olmasına dair murad-ı ilahiye işaret vardır. Muhabbet ve meveddet ilişkisinin sınırlandırılması da yine düşmana karşı böyle bir iletişim içine girmeyi ifade etmektedir.2 Velî edinmenin istisna olarak düşman da olsa izin verildiği bir ayete de3 işaret etmekte fayda vardır. Bunun da amacı korunmadır.

Dolayısıyla çerçeve gayet açık ve nettir.

Son başlık altında ifade edilen ayetlerin siyer kaynaklarında konumlandırıldığı bağlamda yine savaşlar vardır.4 Ayetlerin siyer alanında nasıl anlaşılmış olduğunu da gösteren bu durum nüzul ortamlarına işaret eder. Hem Abdullah b. Übeyy’in Benî Kaynuka’nın avukatlığına soyunması,5 hem de Hatıb b. Ebî Beltâ’nın Kureyş’e mektup yazarak Hz. Peygamber’in Mekke’ye doğru yola çıkacağını haber vermek istemesi üzerine bu uyarıların yapıldığının aktarılması6 dikkat çekici olup temel yorumumuza kaynak teşkil etmektedir.

Hicret etmeyen Müslümanlar da; güçlendirilmesi gereken bir zamanda müslüman toplum içinde yer almayarak dostça davranış içine girmediklerinden Müslümanlarla olan velâyetlerini ve dostluklarını kaybetmişlerdir. Bu bağlamda Müslümanların ilişkilerini askıya aldıkları şu üç örneğe işaret etmek istiyoruz.

Bunlardan birincisi Müslüman oldukları halde hicret etmeyen Mekke’deki kimi Müslümanlarla aradaki dostluk ve velâyetin kesilmesidir.7 İkincisi Tebük gazvesine mazeretsiz olarak katılmayan bazı Müslümanlarla ilişkinin kesilmesi, üçüncüsü ise münafık olarak vasıflandırılan kimi insanların bizzat Kur’an tarafından “rics” olarak isimlendirilerek onlarla irtibatın kesilmesidir.8 Bu örneklerden Müslüman kimliğine sahip kimselerle de gerektiğinde dostluğun kesilebileceğini anlıyoruz. Yani müslüman toplumun genelini ilgilendiren tehlikeli zamanlarda birlik ruhuna uygun davranmayanların müslüman da olsa, müminlerle bağının kopacağını ortaya koymaktadır. Yine Müslümanlardan iki grubun birbiriyle savaşmak durumunda kalması ile ilgili ayetler de9 dostluğun böylesine durumlarda kendiliğinden kalkacağına işaret etmektedir.

Velâyet ve benzeri ilişki biçimlerinin yasaklandığı bağlamlarda dikkat çeken bir özellik de yasaklamaların toplumun genel durumu ile ilgili konularda söz konusu olmasıdır. Bir başka ifadeyle savaş zamanlarında, Müslüman topluma zarar verebilecek

1 Tevbe, 9/14-15.

2 Krş. Mümtehine, 60/1.

3 Âl-i İmrân, 3/28.

4 Örn: Mümtehine 60/1. Ayet, Hatıb b. Belta’nın Mekke seferini Kureyşe ulaştırmak üzere mektup yazması nedeniyle nazil olmuş ve dostluğun bu şekli yasaklanmıştır. Krş. Vakidî, 3/31-33.

5 İbn İshak, s.418-9.

6 İbn Hişam, IV,55.

7 Nisa 4/97; bkz. İbn İshak, s. 411.

8 İbn Hişam, IV, 215.

9 Enfal 8/9

(22)

761

durumlarda bu tür ilişkiler yasaklanmaktadır. Buna mukabil hem gayrimüslimlerle hem de münafıklarla bireysel planda evliliklerden, bağışlamaya, vefa ve iyilik göstermeye varıncaya kadar çok sayıda dostun dosta yapacağı örnek davranışlara siyerde rastlanmaktadır

Meşru Savaşın Muhatabı Olarak Gayrimüslimler Risalet Döneminde Muhataplar ve Savaşlar Müşrikler

İslam’ın doğduğu coğrafyanın merkezi Mekke idi. Şehrin yönetimi Kureyş kabilesindeydi.1 Bu dönem Mekke’sinde hâkim zihniyet, şirk üzere inşa edilmişti.

Davetin ilk muhatabı olan müşrikler, Medine döneminde yaşanan savaşların da en önemli tarafı idi.2 Özellikle Kureyş’e mensup müşrikler en sert direnişi gösterenlerdi.

Bunun sebebi, İslam davetinden en çok onların etkilenmesi olsa gerektir. Kureyş’in bu tutumu, iletişim içinde oldukları Yahudiler ve Bizans-Müslüman ilişkilerini de olumsuz etkilemiş olmalıdır.3 Hz. Peygamber, nübüvvet enerjisini yoğunluklu olarak bu muhatap kitlesine harcamıştı. Savaşların ekserisi müşriklere yönelikti. Araplar da çoğunlukla müşrik bir geleneğe sahipti.4 Mekkeli müşriklere ve onların tesirinde kalan müşrik kabilelere yönelik savaşlarda hicret öncesi oluşan savaş şartları belirleyici olmuştur.5

Müşrikler, Mekke’deki 13 yıl boyunca huzurlu bir yaşam ortamını Müslümanlara çok görmüşlerdir. Hicret edilen bölgelerde de onları rahat bırakmamışlardır. Habeşistan hicreti sonrasında oraya bir müşrik heyet göndererek barınmaları engellenmeye çalışılmıştır.6 Taif’e haber gönderilerek oradaki müşrikler tahrik edilmiş7 ve nihayet Medine’ye hicret sonrasında da benzer davranışlara tevessül etmişlerdir. Medine’ye hicret edenler açık bir şekilde tehditlere maruz kalmış8 bu aynı zamanda Müslümanların Mekke müşriklerine karşı bir tavır ortaya koymalarını zorunlu

1 Nebi Bozkurt, M. Sabri Küçükaşçı, “Mekke”, DİA, Ankara 2003, XXVII, 555; Casim Avcı, “Kureyş”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 442.

2S. Özdemir, s. 7-9.

3 Hicret dönemlerinde Mekkeli Müşriklerin Hem Habeşistan’a heyet göndermesi hem de Medine hicreti sonrasında Medine Yahudilerine yazdığı ifade edilen mektuplar bu bağlamda fikir verebilir. Bk. İbn Habib, Muhammed, Kitabü'l-Muhabber, thk Eliza Lichten-Stadter, Haydarabad, 1942, s.271; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi -Hayatı ve Faaliyeti-, Çev. Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul 1993, l, 217; Talat Koçyiğit, "Abdullah b. Übeyy b. Selül", DİA, İstanbul1988, I, 140; S.Özdemir, s. 18.

4 Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, sdlş: Mahfuz Söylemez-Mustafa Hizmetli, Ankakar 1997, s. 40; Mustafa Çağrıcı, “Arap (İslam’dan Önce Araplar’da Din), DİA, Ankara 1991, III, 316-321; Ahmet Çelebi, İslam Öncesi Mekke, ve Tarih Anlayışımız, Seriyye Kitapları, çev. Hasan Fehmi Ulus, İstanbul 1997, s. 175; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Kinde”, DİA, İstanbul 2002, XXVI, 37-38;

Adnan Demircan, Cahiliye Arapları, Beyan Yayınları, İstanbul 2015, s. 61.

5 Ebû Davud, “Harac”, 22; krş. Cafer Acar, “Risalet Dönemi Savaşlarının Başlamasında Mekke Döneminin Rolü”, Gaziosmanpaşa Ünv. İlahiyat fakültesi Dergisi, c.2 sayı: 1, 2014.

6 İbn Hişam, II, 7.

7 İbn Hişam, II, 47.

8 İbn Habib, 271.

Referanslar

Benzer Belgeler

Şükranla ilgili çeşitli çalışmalar yapan ve şükranın da diğer bazı pozitif duygular gibi bireyin düşünce ve davranış repertuarlarını genişleterek bireyin iyi

doğrultusunda yaşayan ve aynı zamanda mezhebi temsil eden bir topluluktur. Özellikle temsil boyutu mezhebin varlığı ve sürekliği için hayati önemi haizdir. Nitekim

Türkçe ilk Kur’an çevirilerinde pänd turur (F.); ol Ķur’ān Ǿibret erür pārsālarġa yaǾnį pend erür (Ar.+F.); ögütlemek (T.); Ķurǿān naśįĥatdur (Ar.);

Bu tebliğimizde “Dünya ve Âhiret Dengesi” başlığı altında İslam’ın konuyla ilgili tutumu ele alınacaktır. Bu anlamda dünya ve âhiret kavramlarının

Peygamber örnekliğinde, îmanın hakikatine ermeye ve iyi bir Müslüman olmaya tâlib olan kişi, ferâset ve basiret sahibi mü’min kişi, anlatan ve anlayan

Medd-i Lâzım Harfi Müsakkale: Med harfinden sonra med sebebi olan lâzımî sükûn ayrı bir harfte şeddeli olarak gel- mesiyle oluşur2. Örnek: ( ْمي ِ ّملآ ْفِلَأ )

1-…… Dünya iç gezegene örnektir. 2-…… Astroit kuşağı Jupiter ile Satürn arasındadır. 3-…… Merkür’ün kalın bir atmosferi vardır. 4-…… Venüs’ün dönüş

Akif, Aile Hayatı, İlmihal II İslam ve Toplum, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006. Aydın Mehmet Akif, Aile, İslam Ansiklopedisi, TDV