ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
TÜRKTARİH KURUMUYAYlNLARı VI. Dizi -
Sayı:3a
• •
PROF. DR. SEMA VI EYICE
KÜLLİYATI I
TÜRKTARİH KURUMUNDA YAYlMLANMIŞ ÇALIŞMALARI
Derleyen SemaDOGAN
ANKARA, 2015
(Özet)
İleride daha etraflı bir şekilde işlerneyi düşündüğümüz** Bizans-İslam-Türk sanat münasebederi konusunun çeşitli meselelerine kısaca temas edecek ve bunlardan üç grup halinde topladığımız baş
lıcalarını burada belirteceğiz.
I. Bizans-İslam Sanat Münasebederi
Bizans sanatının yabancı çevrelere olan büyük tesirinden sik sık bahsedilmesine karşılık İslam
sanatının ve bilhassa Türk sanatının onun üzerine olan tesirleri etraflı bir şekilde tetkik edilmemiştir.
Daha İkonoklast'lar zamanında Bizans'a nüfuz etmeye başlayan İslam sanatı tesirleri, Theoph.ilos
zamanında Bağdat sarayının bir benzeri olarak Synkellos Ioannes'in teşviki ile 831-832'de mimar Patrisios tarafindan yapılan Bryas sarayında bir ifadesini bulmuştu. Bu saray, Bağdat'a gitmiş olan Ioannes'irı oradan getirdiği bilgilerin yardımı ile inşa edilmişti. Bugün İstanbul'da Bostancı'nın az ilerisinde Küçükyalı mevkiinde görülen büyük harabenin bu Bryas sarayı olması kanaacimize göre mümkündür. Henüz tam bir planı olmayan bu yıkıntının mevcut kısımları, erken islami sarayları
ile hayli dikkat çekici benzerlikler gösterir. Çeşitliislamı tesirler, Bizans sanatının en hiyeratik bir karakter aldığı ikinci safhası (850-1200) sırasında da devam edebilmişlerdir. Duvarları mermer kaplama, mozaik ve fresko resimler ile süslemeyi tercih ettiği bilinen Bizans sanatının, çok malıdut
ölçüde de olsa, resimli veya tezyini çiniler kullandığım, son yıllarda bulunan bazı numunelerden
anlaşılmaktadır. Hayli zamandır bilinen ve hala bir mesele teşkil etmeye devam eden Atina mer- mer levhaları ise Bizans'taki İslam tesirinin en açık delilleridir. Üzerlerinde kabartmalar olan bu
parçaların kenarlarındaki çerçeveler, kufi yazılar ile süslenmiştir. Aynı kufi yazı· taklidi tezyinata, Bizans elyazmalarında, hatta Bizans keramik parçaları üzerinde rasdamak mümkündür. Bu tesir- Ierin Bizans'anasıl girdikleri henüz kat'i olarak ayd.ınlanamadığı gibi, 1000 yılına doğru Bizans mimarisinde adeta birdenbire denilecek surette ortaya çıkan "sekiz istinatlı", "eyvarılı" ve tromp'lu kilise tipinin de hangi tesirler altinda meydana geldiği henüz anlaşılamamıştır. Bi.ı tip binaların ihtiva ettikleri Doğu mimarisine has unsurların yanısıra, aynı binaların duvarlarında gerek tuğla
dan, gerekse mermer frizler halinde yine kufi tezyinatın bulunması, Bizans'ın islamı tesiriere uzak
V. Türk Tarih Kongresi (Ankara 12-17 Nisan 1956} Kongreye Sunulan Tebliğler, Seri IX, No. 5 (1960), s. 298-302.
•• Bu yazımız ancak sathi bir özetten ibarettir. İleride aynı konuyu geniş ölçüde bir etüd halinde ve resimli olarak
yayınlamayı umuyoruz.
982 PROF. DR. SEMAVİ EYİCE KÜLLİYATI
kalamaclığına işaret eden bir keyfiyettir. İstanbul surlarının bazı tamirlerine işaret eden tuğladan harflerle meydana getirilen kitabe frizleri ile bazı binaların cephelerindeki yine tuğla yazılar da islami örneklerin tesiri altında meydana gelmiş intibaıriı bırakmaktadırlar İstanbul'daki Büyük
sarayın teşkil ettiği büyük kompleks içinde muhteşem bir pavyon olarak bilinen Moukhroutas sarayı, isminden de anlaşılacağı gibi, üzeri Selçuk türbeleri gibi sivri (mahruti) bir çatı ile örtülü bir bina idi. Mesarites'in Persikos domos (=İran evi) olarak adlandırdığı bu sarayın içi herhalde altın
yaldızlı, stalaktitlerle süslenmişti.
Kısaca işaret ettiğimiz şu birkaç misal, umumiyede zannedildiği gibi yalnız Bizans'tan İslam ale- mine
değil,
fakat aksine,İslam
aleminden deBizans'abirtakım
sanattes~lerinin
nüfuz edebildiklerini göstermektedir.· II. Tti.rk Mimarisi ve Ayasofya
· Sık sık tekrarlanan Ayasofya'nın !urk cami mimarisine tesiri meselesine gelince, bu hususta şunla
ra işaret edebiliriz: Ayasofya, VI. yüzyıla, yani Bizans sanatının ilk safhasının başlarına ait bir abidedir.
Birçok unsurları Bizans'tan fazla Geç İlkçağ'a aittir. Kısacası, Ayasofya Antik unsurların birleştiril
mesi ile yeni bir görüşe göre meydana gelmiş bir tecrübe ve intikal devri yapısıdır. SafBizans karakte- rini haiz olmadığı gibi, bin y,;ıla yakın bir hayatı olan bu sanatın safbir temsilcisi de sayılamaz. Bizans sanatı Ayasofya'daki mimari ·tipi ne devam ettirmiş ne de, küçük ölçüde bile olsa, tekrarlamak yoluna
gitmiştir. Ay:ısofya, Bizans sanatının bütünü içinde tek kalmıştır. Bizans mimari tekimillüne bir ba- samak olmadığına göre, içinde oiıun bulunduğu bir sanat geleneğinin Osmanlı-Ttirk sanatındaki de-
vamından bahsetmek doğru olamaz. Yalnız şu var ki, Ayasofya yeni bir abidevi mimari kompozisyon aranması yolunda yapılan, bütün medeniyetlere şamil tecrübeler zincirinin bir halkasıdır. Bu zincirin
diğer halkaları da Osmanlı-Ttirk selatin camileridir. Ayasofya ile bunlar arasında olan münasebet, bu Bizans abidesinin yeni tipler arayan Ttirk mimariarına bir nevi mimari tarihi dokümanı teşkil
etmesinden ibarettir. Bayazıd Camii'nde ori~ şemasının...,~ir benzerinin kullanılmış olması, Tti.rk ınİ
marisinin XIV-XV. yüzyıllardaki süratli gelişmesinin böyl€ bir tipe kendiliğinden ulaşmış olmasın
dandır. Samanoğlu türbesi, İsfahan'da Sultan Melikşah'ın Mescid-i Cuma'ya ilave ettirdiği muhteşem maksure, Dunaysir'de Ulu Cami veya Manisa Ulu Camii, Ttiikierin hakim bir büyük kubbeye olan sevgilerinin açık delilleridir. Kademeler halinde, önce tek kubbe, yan kanatlı tek ku b be sonra bir yarım
kubbenin desteklediği tek kubbe, nihayet, Ayasofya'da olduğu gibi, iki yarım kubbenin desteklediği
tek kubbe inşasına ulaşan Tti.rk mimarları, çok kısa bir zaman içinde de bunu üç yarım kubbenin
desteklediği tek kubbe şekline ve oradan da dört yarım kubbenin desteklediği tek kubbe sistemi gibi ideal bir yapı şekline telcimili ettirebilmişler ve burada da kalmayarak, neticede Edirne Selimiye Ca- mii'nde, yaratılabilecek en ideal şekli vermişlerdir. Ve bütün bu gelişme azami iki yüzyıllık bir süre içinde cereyan edebiimiş tir. Ayasofya'yı görüp de ona benzer eserler meydana getirdikleri iddia edilen Ttirk mimarlarının, o derece yabancı eserlerin tesiri altında kaldıkları takdirde, 1430'da feth edilen Selanik'teki meşhur Hagios Georgios rotunda~ının da aynı derecede tesiri altında niçin kalmadıkları
sorulabilir. 1590/91 de Hortaci Süleyman Efendi Camii olan bu eski Roma türbesi (İmparator Ga- lerius'a ait) 6, 30 m. kalınlığındaki yuvarlak bir duvara binen 24,15 m. çapındaki kubbesinin bütün başınetine rağmen Ttirk mimarisine hiç tesir edememiştir. Bu da göstermektedir ki Osmanlı-Ttirk mimarları ilk temas ettikleri yabancı muhitlerin muhteşem abidelerinin taklidini meydana getirmeye
hevesleİımekten ziyade, Asya'dan beri, sahip oldukları bütün topraklarda tatbik ederek, geliştirerek
getirdikleri bir mimari geleneğin en mükemmel şekle ulaşmasına çalışıyorlardı. Eğer Ayasofya gibi bir eser meydana getirmek nihai gaye olsaydı, onun benzeri olan şemada kalabilirlerdi. Ayasofya şeması
basilika planından hareket edilerek bulunmuştu. Halbuki aynı neticeye Tt.irk mimarları, basilika'nın
tamamen aksi olan enine olan normal bir cami mekanından gelmişlerdir. •
III. Bizans Mimarisinin Tlirk Sananiıda Devamı
Bazı sanat tarihlerinde ise Osmanlı cami mimarisinin hatta bazı hallerde umumi rnimarinin, Bi- zans sanat geleneğinin devarnını teşkil ettiği ve bunda Fetih'ten sonra kendilerinden istifade olu- nan Bizans'lı ustaların payının büyük olduğu ileri sürülmüştür. Bizans sanatının son parlayış safhası
1261'den 1453'e kadar sürmekle beraber, bu Rönesans'ın merkezi olan İstanbul'da sanat faaliyeti ancak XIV. yüzyılın ortalarına kadar devam edebilrniştir. Burada, 1350'den sonra, bir yüzyıl içinde belli başlı
bir mimari eser meydana getirilmediği de bilinir. Şu halde, bir yüzyıllık, yani 2-3 nesillik bir kesintiden sonra, bir sanat geleneğinin yabancı bir çevrede birdenbire tesirlerini göstermiş olacağına inanmak çok zordur. Diğer taraftan, Bizans sanatının son safhasının mimari karakteri, plan, organlar, mekan anla-
yışı, ceph~ ve dış görünüş bakımından Osmanlı mimarisinin aynı devirdeki esaslarından olduğu kadar, Fetih'ten sonrakilerden de farklıdır. Bizans sanatının son safhasının karakteri açıkça şunu göstermek- tedir ki, Bizans sanatı ile Osmanlı-Ttirk sanatı arasında bir ternacliden (continuite) bahsedilemez.
Diğer taraftan, Ttirklerin fethettikleri yerlerde cami olarak kullandıkları yerli ibadet yerlerini, hiç değilse kendi üslı1plarında bir kılıfia gizlediklerini biliyoruz. Hindistan'da bir Cayna tapınağının dışı
na yapılan sivri kemer li bir duvar onu Kuvvet-iii islam Camii haline getirdiği gibi, Edirne'de mahiyeti meçhul geç Antik veya Bizans devrine ait bir bina (belki türbe veya kilise?) iç ve dışını tamamen
değiştiren duvar inşaatı ile Yıldırım Bayezid Camii haline gelmişti. Bizans devrine ait bir binanın
tamamen Tt.irk üslılbunda bir kılıf içinde gizlenmesinin en karakteristik misallerinden biri de belki mimar Hayrettın'in elinden geçmiş olan İstanbul'da Koca Mustafa Paşa Camü'dir. Bütün bu misaller ve daha birçokları göstermektedir ki, eğer bir continuite, bir sanat zevki ternaclisi mevcut olsa, bu gibi
değişikliklere lüzum kalmaz, eğer lüzum olsa bile bu ekler aşağı yukarı aynı hususiyederle yapılırdı.
Halbuki elemanları Bizans sanatından farklı olan Osmanlı-Ttirk sanatı, onun herhangi bir eserini kullandığında kendi özelliklerini ısrarla ona kabul ettirebilecek kudrete sahipti. İstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesindeki mermer çeşme (inv. no. 321 7) bu fikri açık bir şekilde gösteren bir eserdir. Bu- rada Bizans üslılbunda kabartmalarla süslü m ermer bir eserin, tamamen Tt.irk üslubunda bir üst kısım ilavesi ile güzel bir Ttirk çeşmesine İstihalesi görülür.
Ancak her iki sanatın da biribirierine ufak ölçüde tezyini veya inşai bilgileri intikal ettirdikleri de
muhakkaktır. Biribirinden umumiyede zannedildiği gibi aşılmaz perdeler ile tecrit edilmiş olmayan her iki medeniyetin, bazı teknik bilgileri şu veya bu şekilde karşı tarafa adayabilmiştir. Anadolu bey- liklerinin bazılarındaki resimli sikkeler bunun en tanınmış delilleridir. Palaiologos'lar devri mimari- sinde gördüğümüz ve kemerlerde üç tuğla bir taş tertibi ile yapılan inşaat, erken Osmanlı mimarisinde de mevcut olduğu gibi, Mimar Sinan yapılarında da kullanılmıştır. Buna karşılık, Ttirk sanatının bir
özelliği olarak tanınart· kı:rık sivri kemer de Bizans mimarisine girerek, Fethi ye C. (Pammakaristos
manastırı kilisesi), Ka'riye Camii'nin (Khora manastırı kilisesi) her ikisi de XIV. yüzyılın ilk çeyreğine
ait tek binalarında kullanılmıştır.
984 PROF. DR. SEMAVİ EYİCE KÜLLİYATI
Bizans-İslam-!urk sanat münasebetlerinin ancak umumi bir şemasını verdiğimiz bu etüd, öyle umuyorurn ki, şimdiye kadar üzerinde hiç durulmamış veya ancak tek taraflı olarak durulmuş bir konunun ana çizgilerini belirtmiş olmaktadır. Her iki medeniyete de ait çeşitli eserlerin şimdiye kadar
olduğundan çok daha etrafu bir surette tanımasından sonradır ki, burada temas ettiğimiz bu sanat meseleleri nihai izahlarını bulmuş olacaklardır.
;