• Sonuç bulunamadı

Haziran 2006 Özel Eyüboğlu Çamlıca İlköğretim Okulu Pencere Kulübü Yayınıdır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Haziran 2006 Özel Eyüboğlu Çamlıca İlköğretim Okulu Pencere Kulübü Yayınıdır"

Copied!
66
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Özel Eyüboğlu Çamlıca İlköğretim Okulu Pencere Kulübü Yayınıdır

PENCERE Haziran 2006

(2)

Sevgili Arkadaşlar,

Bu yılki dergimizle sizlere seslenebildiğimiz için çok mutluyuz. Bu sayımızla beraber yoğun ve başarılı bir yılı geride bırakıyoruz. Bu yıl tek bir sayı ile sizlere ulaştığımız için yıl boyunca çalışmalarımızı, “Pencereden Esintiler” başlığı altındaki duvar

gazetemizle sergiledik.

6., 7. ve 8. sınıflardan, yazıları ve resimleriyle dergimize katkıda bulunanlara teşekkür ederiz. Bu sayımızla da sizinle düşüncelerimizi, yazılarımızı, okuduklarımızı,

izlediklerimizi ve dinlediklerimizi paylaşıyoruz. Gelecek yıllarda yeni PENCERE’lerde buluşmak, yaşantılarınızda yeni pencereler aralamak dileğiyle...

İÇİNDEKİLER

BEN BİR ÇOCUĞUM, Yıldız Pırıltı...3

NEDİR AŞK?, Su Ersoy...3

AĞAÇLARIN YOK OLUŞU, Ebru Evren...4

İNSANLAR ÖLMESE, B. Çağlan Düz...5

BARIŞ ÇİÇEKLERİ, Bengisu Erden... 6

ÖNCE EKMEK, Cem Domaniç... 6

ÇİFTÇİ, Gün Su Apaydın...7

AĞACIM BEN AĞAÇ, Özgün Gürel...7

ANILAR VE GÜNBATIMI, Asya Borahan...8

PENCERE, Billur Bektaş...8

YALNIZ GEÇEN BİR GÜN, Berk Tosun...9

ZEYTİNİM, Can Özkan...10

BİR DÜŞ KURDUM, Neslihan Çetin...11

KUŞ OLUP UÇTU, Meltem Akalp...12

YANSIMA, Rana Kelleci...12

BİR ORMANIN HİKÂYESİ, Uğur Kiş...13

UMUT OLMASA BİLE, Ecem Orhon...14

KARLI DAĞLAR, Yiğitcan Aydın...14

HAVA ALANLARI, Fethi Soylu...15

GİZEMLİ BİR SABAH, Ece Bahadır...15

UNUTULMAYACAK BİR MANZARA, Melissa Gabay...16

KARANLIK GÖKYÜZÜ, Petek Naz Yaver...17

GÜVENME VARLIĞA DÜŞERSİN DARLIĞA, Özgün Gürel...18

FARK ETTİN Mİ?, Kadir Cem Arıkan...18

KIRMIZI ORMAN, Neslihan Çetin...19

BİR MUSİBET, BİN NASİHAT, Pınar Oral...19

SOL AYAĞI, Didem Yurdakul...20

SEVGİ ORMANI, Batuhan Özmutuş...21

YENİ BİR HAYAT, Begüm Ergin...22

NEHİR, Gün Su Apaydın...23

ÇAM AĞACI, Kağan Batuker...24

(3)

PENCERE En iyisi pencere,

Uçan kuşları görürsün hiç değilse, Dört duvarı göreceğine.

Orhan Veli Kanık

Pencere Dergisi: Özel Eyüboğlu Çamlıca İlköğretim Okulu 6. ve 7. Sınıflar Yayın Organıdır

Rehber Öğretmen: Özgül AKGÜL

HAZIRLAYANLAR:

Meltem Akalp 7-A, Merve Gürses 7-A, Çağlan Düz 7-E, Begüm Ergin 7-G, Gün Su Apaydın 7-G, Asya Borahan 6-D, Alara Kuzucu 6-E, Bengisu Erden 6-F,

Ebru Evren 6-F, Başak Övül 6-H

Resimler: 6. ve 7. sınıf öğrencileri Ön Kapak: Selin Cüceloğlu 6/D Arka Kapak: Toprak İzgi Güven 7/B

Pencere Dergisi’nde yer alan yazıların ve resimlerin her türlü yayın ve kullanım hakkı Eyüboğlu Eğitim Kurumları’na aittir.

(4)

EN ZOR OYUN, Zafer Taş...26

TELEVİZYON VE ÇOCUKLAR, Alara Ertürk...27

TELEVİZYON PROGRAMLARINDA ŞİDDET, Uğur Ünal...27

KOŞULLAR VE BİZ, Berk Baycan...28

İŞSİZLİK, Aslı Nur Özyörük...28

BÜYÜCÜNÜN OYUNU, Kadir Cem Arıkan...29

BALIK PUTAR VE KÜÇÜK KIZ, Can Güngör...30

İSTANBUL, Erinç Bilgin...32

İSTANBUL’UM, İzge Özgen...33

İSTANBUL’DA AKŞAM ÜSTÜ, Gün Su Apaydın...33

İSTANBUL VE BEN, Berk Kılıççı...34

GÜZEL İSTANBUL, İdil Kafescioğlu...34

İSTANBUL’U DÜŞÜNÜYORUM, Nazlı Avşaroğlu...35

İSTANBUL, Kadir Cem Arıkan...36

İSTANBUL’U SEVMEK, Meriç Zeynep Biçer...37

KAYIP BİR UÇURTMANIN İSTANBUL ANILARI, Fırat Akova...38

ZEYNEP İLE İSTANBUL, Alara Kuzucu...40

HAYAL Mİ, GERÇEK Mİ?, Uras Akalın...42

BERGAMA’DA BİR GÜN, Uğur Kaan Kalem...43

OLİMPOS GEZİSİ, Meriç Zeynep Biçer...44

ÇOCUKLAR ARASINDA, Ecenur Üstün...45

MARTI JONATHAN LIVINGSTON, Nazlı Avşaroğlu...46

KENYA’YA YOLCULUK, Berk Baycan...47

BEYAZ GEMİ, Yunuscan Sevimli...48

PİANO PİANO BACAKSIZ, İrem Akyüzlü...49

BEN ANADOLU, Kerin Can Dansuk...51

ATA’YA MEKTUP, Yunuscan Sevimli...53

ATA’YA MEKTUP, Neşe Gültekin...54

ATA’YA MEKTUP, Petek Naz Yaver...55

YAĞMUR ALTINDA ÇOCUKLAR, Bengisu Erden...56

LEVENT ÜZÜMCÜ’YLE SÖYLEŞİ, Meltem Akalp...57

SUNAY AKIN’LA YAŞAMDAN DAKİKALAR, Ceren Şahin...59

OPERADAKİ HAYALET, Serra Kıraç...62

GÜLEYİM Mİ? AĞLAYAYIM MI?, Ece Karaağaçlı...62

BİLMECELER, Ebru Evren...63

(5)

BEN BİR ÇOCUĞUM

Ne sorun var, Ne kafa yormak için bir şey...

Ne ekmek derdi var, Ne de “Ocaktaki yemek yandı!” endişesi...

Ben bir çocuğum Sıcacık yatağımda oyuncak ayımla yatabilecek...

Ben bir çocuğum Her şeyden bir oyun çıkarabilecek...

Ben bir çocuğum, Ninemin anlattığı masalları dinleyebilecek, Oyuncak arabamla istediğim kadar oynayabilecek, Annemin kucağına atlayabilecek...

Ben bir çocuğum,

Umutları hiç sönmeyecek, Hep hayaller kurabilecek.

Ben bir çocuğum, Asla ölmeyecek,

NEDİR AŞK? Hiç büyümeyecek bir çocuğum...

Bazen sevmektir aşk, Yıldız PIRILTI 7/E

Bazen nefret etmek, Bazen korumak, Nedir aşk?

Aslında belki yaşamak, Belki yaşamdan zevk almak, Bazen onun için ağlamak, Nedir aşk?

Görmek bile onu bazen,

Sadece âşık olmak için yeterli midir?

Yoksa onunla konuşmak mı lazım?

Nedir aşk?

Galiba anladım,

Aşkın ne demek olduğunu, Aşk hayatı paylaşmak, Onunla yaşamak...

Su ERSOY 7/F

Rana Kelleci 6/D

Alize Solakarı 6/E

(6)

AĞAÇLARIN YOK OLUŞU

İlkbahar mevsimi gelmiş, ağaçlar yeşermişti. Eda, o sabah erken uyandı.

Serçeler evlerinin etrafında ötüşüyordu. Pazar günleri Eda çok yakınında oturduğu bir ormana ağaçları seyretmek, kitap okumak ya da dinlenmek için giderdi. Bazen aynı apartmanda oturduğu, çok sevdiği arkadaşlarını da çağırır, piknik yaparlardı. O pazar sabahı yine Eda ormana gitmeye kararlıydı. İlk önce annesinden izin aldı. Kahvaltısını etti ve hiç zaman kaybetmeden arkadaşlarını aradı. Onlar da ailelerinden izin aldılar.

Eda piknik sepetini hazırladı, üstünü giydi ve topla ipini aldı. Artık gitmek için hazırdı.

Arkadaşlarıyla buluşup bisikletleriyle şarkı söyleye söyleye ormana gittiler.

Gördükleri manzara karşısında ağızları açık kaldı. Ağaçlara ne yapıyorlardı? Orman uçup gitmişti sanki... Yerine çukurlar ve yok olmuş bir orman gelmişti. Ormanın o romantik ve duygusal havası yerine acımasızlık girmişti işin içine. Eda ve arkadaşları bunun nedenini oradaki ağaçları kesen adamlardan birinden öğrendi. Sadece lunapark için güzel ağaçların kesilmesi acımasızlıktı. Lunapark yapımı için başka bir yer bulamamışlar mıydı?

Tabii Eda ve arkadaşları için lunapark çok iyi bir fikir ve hoşlarına gidecek bir şeydi; fakat onlar doğadan yanaydı. Artık orası bir orman değildi.

Oradaki yemyeşil ağaçlar kesilmiş ve minik su kuyusu bile yıkılmıştı. Eda’nın aklına bir fikir geldi ve hemen belediyeye bir mektup yazdı. Bu mektubun pek işe yarayacağını zannetmiyordu; ama üç gün sonra belediyenin gazetede bildirdiği haberi okuyunca Eda çok sevindi. Gazetede lunapark işleminin durdurulduğu ve herkesin fidan dikmek için ormana çağrıldığı yazıyordu. Eda ormanı eski haline getirebilmeleri için herkesin çok çalışacağından emindi. Böylece orman, eski güzelliği yeniden kavuşacak; Eda ve arkadaşları gönüllerince doğanın tadını çıkarabileceklerdi.

Ebru EVREN 6/F

Asya Borahan 6/D

(7)

İNSANLAR ÖLMESE

Her zamankinden daha güzel bir gün... Güneş bana selam veriyor sanki. Şöyle bir düşe daldım. Kimse kimseyi öldürmüyor, kimse ölmüyor yani. Olumsuzlukların bana acı verdiğini herkes görüyor; fakat kimse bu konuda bir şey yapamıyordu. Yaşam bana ne oyunlar oynamıştı bugüne kadar; ama ben sabah kurduğum düşle tüm bu olumsuzlukları unutuverdim. Günün yarısından çoğunda yemek yemiyor, su içmiyordum. Adeta hayata küsmüştüm. Bir deri bir kemik kaldım; bütün bunlara rağmen düşlerim vardı... Sürekli düş kuruyordum.

Son kurduğum düş, diğerlerinden farklıydı.Olmayacak şeyler gerçekleşiyordu.

Adı üstünde düş... Ama içinde umut vardı.

“Bir gün bunlar olacak!” diyordum. İçeriye arkadaşım girmiş, beni dinliyordu; ama ben onun odaya girdiğini anlamadım. Sesli konuşmaya başlamışım: “Keşke hayat mucizelerle dolu olsa, kimse ölmese, doğal afetler olmasa, insanlar mutluluk içinde yaşasa, düşlerim gerçek olsa...’’ diyordum;

“Dünyada barış, sevgi ve mutluluk olsa... “ Lafımdan sonra arkadaşım söze başladı: “Ben de bunları hayal etmeyi severim; ama bazen hayal ile gerçek bir olmuyor. İnsanların ölmesi doğanın konunu;

bunu kabullenmeliyiz!” Ben ilk başta şaşırdım; fakat onun bu düşüncelerinin benimle aynı olması beni o günden sonra hayata bağladı.

Gerçek olması imkânsız bir düş, beni belki de hayata küsüp aç kalarak ölmekten kurtardı. Ailem durumuma çok üzülüyordu. Benim üzülmem onları benden daha fazla üzüyordu. Birlikte düş kurar olduk, mutlu olmaya başladık. Sonradan kendime acıyarak baktım da, hayata küsme nedenim o kadar saçmaydı ki; hâlbuki ölenle ölünmez. Artık böyle düşünüyorum.

Kuşlar odamın penceresine konmuş öterken, bana sanki müjdeleyici bir haber veriyorlardı. Artık her sabah güzel olacaktı, eskisi gibi... Artık üzüntü yoktu.

B. Çağlan DÜZ 7/E

Esra Zeynep Açıkgöz 6/D

(8)

BARIŞ ÇİÇEKLERİ

Barış istiyorum dağda, ovada, akarsuda...

Barış istiyorum yurtta, cihanda, insanlarda...

İstiyorum, insanlardan oluşan BARIŞ ÇİÇEKLERİNİ!

Mutlu olsun insanlar, Dünya versin el ele...

İstiyorum barışı, BARIŞ ÇİÇEKLERİNİ!

Dostluk, sevgi, kardeşlik...

Ne güzel duygular bunlar!

İstiyorum barışı, BARIŞ ÇİÇEKLERİNİ!

Bengisu ERDEN 6/F

ÖNCE EKMEK*

Önceliği okuldu aslında Neden aldınız onu okuldan?

Canını adadı okula.

Eğitimini bıraktı Evini geçindirmek için!

Kirasını ödeyemediler;

Maaşları yetmedi.

Evde kalmak için okulu bıraktı Keder içinde büyüdü.

Cem DOMANİÇ 6/E

Nurçin Liman 6/E

(9)

ÇİFTÇİ

Çiftçi mutsuzdu. Yazın ortasına kadar koruduğu ekinleri, umutları tam sonuç verecek, tam da borçlarını ödeyebilecekken onu terk etti.

Son üç yıldır olduğu gibi... Ümitsizlik içindeki çökmüş yüzüyle cansız, kurak tarlasından sıcak güneşe baktı. Bu yıl da bir şeyler yapmazsa devam edemeyecekti. Hayat daha da zor olacaktı bu gidişle. Ayakta kalamıyordu artık;

tükenmişti çiftçi.

Birden buldu umudunu. Ne olacaktı ki, gülüp geçse. Şükredeceği şeyleri de vardı. Ya eli kolu olmasaydı? Bardağın dolu kısmının farkına vardı. Kendine geldiğini hissetti. Kurak otlara baktı... Hışırdayan otların berisinde esen rüzgâr onu çağırıyordu. Yapacak başka işleri de olmalıydı; yaratabilirdi.

Bir hiç değildi asla; umut bağlayacağı, yok olmayacağı kolay şeyler bulabilirdi.

Çürüyen parmaklarının arasındaki küreğe asıldı, onu saplayıp bıraktı. Tarlanın yanındaki engebeli yola fırlattığı çakıl taşının arkasından koşmaya başladı. Tarlasını terk etti çiftçi; ama umut buldu yaşamaya.

Gün Su APAYDIN 7/G AĞACIM BEN AĞAÇ

Ağacım ben ağaç, Beni kesen kimse, Ona söyleyin

Ben olmasam o yaşamazdı.

Ağacım ben ağaç,

Bak gölgemde oturuyorsun, Tertemiz hava soluyorsun Beni kesmekle hayatına Son veriyorsun.

Ağacım ben ağaç, Unutmayın canlıyım, Bu ormana bağlıyım, Vurduğunuz baltayla beni Topraktan koparmayın.

Özgün GÜREL 6/F

Hande Dağdeviren 6/C Kübra Yaman 6/C

(10)

ANILAR VE GÜN BATIMI

O akşam, güneş batarken gökyüzünü tatlı ama o kadar da ağır, kızıl bir renk kaplamış; aralardan güneşin son; ancak aydınlık ışıkları görünüyordu. Bulutlar, sanki yağmur yağdırıp yağdırmamak üzere karar verir gibi, gökyüzünü kaplamış; insana mutluluk ve umut veren yıldızları kapatmıştı. O çıplak ağaçlar, gökyüzünden daha da ağır bir renge ve acıya bürünmüş denizin görünümünü dallarıyla örtüyordu... Ve ben denize ve sonsuzluğuna bakarken onu bir daha asla göremeyeceğimi, gülüşünün asla beni aydınlatıp rahatlatamayacağını bir kere daha anladım.

Asya BORAHAN 6/D

PENCERE Bir gün kalktım yatağımdan,

Baktım Çiçekli çerçeveli penceremden dışarı.

Görmek isterdim ormanları , Kara dumanlar yerine.

Hayalimde canlandırdım ormanları, Kırmızı, yeşil, mor...

Annem söyledi değillermiş . Ne bilebilirim ki ben onları, Kara dumanlar var yerlerinde.

Canım sıkıldı mı bakarım resimlere;

Onları sadece resimlerde görürüm:

Kâh böceklerle, kâh yağmurlarla, Dumansız dünyalarda...

İrem Arkın 6/C

(11)

YALNIZ GEÇEN BİR GÜN Bir çocuk vardı uzaktan gelen Toprağa doğru yaklaşıyordu usulca Tek başına ve yalnız,

Soğuk bir sabahta.

Elindeki tohumları, Toprağa koydu

Ne tohumlarıydı sizce onlar?

Umut ve sevgi dolu fasülye tohumları...

Uzun uzun baktı tohumlara...

Yumurcak çok üzgün ve biraz da sıkılmıştı.

Ama ne yapsın?

Bu puslu vadide bir tek teyzesi kalmıştı sağ.

Annesi de yeni ölmüştü Yumurcağın.

Ona artık teyzesi bakıyordu.

Fasulyeyi neden dikiyor diye sorarsanız, Teyzesinin fakirliğinden.

Fasulyelere inanıyordu artık;

Fasulyelerin onu hazineye götüreceğine...

Her yere dikmişti ama nafile.

Umudunu kesmeden devam etmişti dikmeye.

Üzgün ve tek başına...

Bu puslu ve sessiz vadide...

Yalnız geçen bir dakika Onun için ise koca bir gün…

Berk TOSUN 6/B

Ahmet Cem Aydın 7/A

(12)

ZEYTİNİM

O gün hava çok ama çok soğuktu. Belki de şimdiye kadarki hayatımın en soğuk günü gibi gelmişti bana.

Kar her yeri kaplamıştı. Bahçe, yollar, araçlar ve de ağaçlar beyaz yorganın altında kalmıştı sanki. Sokaklar boştu; sadece gidecek yeri olmayan kedi, köpek ve kuşlara ev sahipliği yapıyordu. Onlar da ne yapacaklarını adeta miyavlayarak ya da havlayarak kendi aralarında tartışıyorlardı. Bir anda uzakta dedemin benim için diktiği zeytin ağacını gördüm. Beyazlar içinde öyle güzel duruyordu ki...

Dedem geçen yaz bahçeye benim için dikmişti: “Sen büyüdükçe o da büyüyecek;

zeytinler verecek.” diyordu. Ağacım, öyle bir ağaçtı ki sanki dünyanın yaşama sevincini içinde taşırdı. Hele bir de bahar geldi mi güzellik konusunda onun eline su dökemezlerdi. Çiçeklerini giyip kuşanır; sanki bir renk cümbüşü yaratırdı. Yaz geldiğinde ise, o güzelim çiçekler, dünya tatlısı meyvelere dönüşür, yıl boyunca yaptığımız çalışmaların karşılığını verirdi.

Otların sarardığı zamanlar, güz gelirdi. Bütün doğa renk değiştirir sararır, kızıllaşır ve sonunda yapraklar kuruyup yok olurdu. Benim ağacım yine canlı, capcanlı orada dururdu.

Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Ağacım büyüdü, ben yaşlandım. Biliyordum o dünyanın en eski meyvesi idi ve onun yaşamı insanlar yaşadıkça devam edecekti.

Can ÖZKAN 6/F

Melis Tekin 6/E

(13)

BİR DÜŞ KURDUM

Bir düş kurdum dün yine Cıvıl cıvıl kuşlar gökyüzünde Serçe de var içlerinde,

Bütün gün şarkı söylerler bahçemde.

Bir düş kurdum dün yine

Her taraf rengârenk çiçeklerle Hepsi de ayrı güzellikte

Her yer bahar kokar onların sayesinde.

Bir düş kurdum dün yine Karşıda şırıl şırıl akan şelale İleride usulca dökülür denize Eşsiz canlılar içinde.

Bir düş kurdum dün yine

Yemyeşil bir orman, içinde çınar, meşe Ne zaman yaprakları dökülse

Sonbaharın habercisidir işte.

Bir düş kurdum dün yine Meyve fidanları bahçemde Ne zaman verseler meyve Yeriz afiyetle.

Bir düş kurdum dün yine Kıpkırmızı güneş üstümüzde Parlıyor ışıl ışıl gökyüzünde

Dünyamıza hayat veriyor sıcacık kalbiyle.

Bir düş kurdum dün yine Bir düş kurdum dün yine

Masmavi gökyüzü tepemde Çocuklar koşar oynar sevinç içinde Geceleri pırıl pırıl yıldızlar doğar içinde Eşsiz doğanın tadını çıkarırlar sessizce İçindeki oksijenle yaşarız Keşke böyle bir dünya olsa! Keşke!

Sağlıklı bir şekilde.

Bir düş kurdum dün yine Bir sürü kelebek çevremizde

Hepsinin kanatları da farklı renkte Kozadan çıkarlar ilk önce

Ama ömürleri bir gündür işte.

Kübra Yaman 6/C

Neslihan ÇETİN 6/D

(14)

KUŞ OLUP UÇTU...

Kaptan İlkan ömrü boyunca tek bir getirdiği deneyimle bu şehri çok iyi tanıyordu, insanını çok iyi biliyordu. Şehir çok küçüktü, doğal olarak herkes de birbirini

tanıyordu.

Her gece Kaptan İlkan en çok sevdiği liman lokantasına gider, insanları seyreder, gönlünce eğlenir ve muhabbet ederdi değişik değişik insanlarla. Saatlerce trafikte beklemek, yağmur altında ıslanmak zorunda olsa da giderdi liman lokantasına. Kimse neden her gün oraya gittiğini anlamıyordu, o da söylemiyordu zaten.

O, bu küçük şehirde çok seviliyor, sayılıyordu; bu liman kentinin neşesiydi adeta.

Yaşına başına bakmadan bir genç gibi olabiliyor, hiçbir derde aldırmadan mutlu yaşabiliyordu.

Şehrin insanları onun ailesi; tek varlığı da teknesiydi.

Bir akşam Kaptan İlkan her zaman olduğu gibi lokantaya gitti, oradakilere bir daha gelemeyeceğini, o kentte geçirdiği son günü olduğunu söyledi. O, başka bir şehre, başka insanları neşelendirmeye gidiyordu sanki.

O akşamdan sonra teknesi de, o da bir daha görünmedi. Kimse ondan haber alamadı.

Kuş olup uçtu sanki Kaptan İlkan...

Meltem AKALP 7/A

YANSIMA

Bir sonbahar günü

Yansır göle kızıl ağaçlar.

Güz yaprakları dökülmüş kumsala Rüzgârda uçuşan saçlara benzer;

Gerçekleşemeyen rüyalara...

Kumlar kalkmış, Yüzüme vuruyor

Gerçekleri tüm çıplaklığıyla...

Gerçekler, bazen insanın canını yakar;

Bazen mutlu eder.

Bazılarınınsa, ne gerçekler umurunda ne de yalanlar Onlar, hiçbir amacı olmayan

Hayatta güz yaprakları gibi Savrulan insanlardır...

Burcu Hadimoğlu 6/E

Uğur Kaan Kalem 7/C

(15)

BİR ORMANIN HİKÂYESİ

Bir ormanın hikâyesi bu, Çok neşeli, çok yeşil.

Ama bir gün bu orman Yok olup gitmiş

Bir kötü adam varmış, Ormanları sevmezmiş Neden kimse bilmezmiş, Niye orman sevmezmiş?

Bir gün bu ormanı bulmuş Bakmış adamlarını çağırmış Kesin bu ağaçları demiş Bütün ormanı mahvetmiş.

İki yıl sonra bir bakmış, Eli bomboş kalmış.

Neden diye sormuş?

Bunun cevabı yokmuş.

İki sene sonra,

Orman diye bir şey kalmamış.

Onun yerini

Gri dumanlar kaplamış.

Bunun cevabı şudur:

Doğal zenginliktir bu Bütün ormanlar korunmalı, Bir ormanın hikâyesi bu.

Uğur KİŞ 6/F

Gizem Aydın 7/A

(16)

UMUT OLMASA BİLE

Hep bir özlemdir, Kumsalda yürümek.

Güzel bir rüyadır, Gökkuşağını görmek.

Ulaşılmaz bir duygudur, Müziğin ritmi ile dans edebilmek.

Bir manzarayı resmedebilmek, Bir çocukla koşup oynayabilmek,

Sadece bir dilektir.

Her şeye rağmen mutluluktur, Tüm bunları gönlünde hissedebilmek…

Ecem ORHON 7/C

KARLI DAĞLAR

Doğası ile ne güzeldir karlı dağlar, Bembeyaz yer yer yemyeşil

Bulutlar toplanmış etrafına Ne güzeldir karlı dağlar…

Tam tepesinden akar Şırıl şırıl bir nehir.

Yer yer buz gibi Yer yer sıcacık;

Ne güzeldir karlı dağlar…

Yiğitcan AYDIN 7/F

Eser Çoban 7/C

(17)

Tamay Öztürk 6/E

HAVA ALANLARI

Hava alanındayım, İstanbul’da... Alana girer girmez büyük kalabalıkla ve lacivert kıyafetli polislerle karşılaştım. Aklıma bazı sözler geldi o anda. Aslında hava alanı kara bir yerdir; ama bazıları için de bembeyaz, el değmemiş bir sayfadır. Yürüdüm...

Kahverengi taş yapılı, değişik bir yerin üstünden yürüdüm, yürüdüm... Gelenler bölümünde herkes mutluydu; yakınları gelmişti. Ancak, gidiş katında ağlayanları gördüm. Yakınları gidiyordu çünkü. Çıktım hava alanından... Demir tellerin arkasına geçtiğimde kırmızı ve beyaz kuyruklu uçakları, yolcu alan rengârenk uçakları ve iniş için alçalanları gördüm. Sağ tarafa baktım; yakınları gittiği için ağlayan insanları, sol tarafa baktım; yüzlerinde tebessümle uçakların fotoğraflarını çekenleri gördüm. Kim ne derse desin böyle bir yerdir hava alanları: Her iki duyguyu da yaşatır insanlara!

Fethi SOYLU 6/H

GİZEMLİ BİR SABAH

“Pazartesi günüydü; yani hafta başı. Hava çok soğuktu. Şubat ayındaydık.

Üşümüştüm. Yataktan kalktığımda, bütün gece, camın açık kaldığını, tutulan belimin acısından anlamıştım. ‘Bugün, bir değişiklik var!’ diye düşünürken, içeriden bir çığlık geldi. Bu, kızım Merve’nin sesiydi. Ne olduğunu öğrenmek için, hızla sesin geldiği yere koştum. Acaba hırsız mı görmüştü? Yere mi düşmüştü? Çok korkmuştum; ama yine de ayaklarımı durduramıyordum. O benim kızımın sesiydi. Anlam veremiyordum. Odaya girdiğimde, kimseyi göremedim. Acaba yanlış bir odaya mı girmiştim? Bakındım. Evde hızla onu aramaya başladım. Küçük bir kız değildi; ama anne yüreği işte… Sekiz yaşında da, on beş yaşında da, yirmi yaşında da olsa, yine de benim kızımdı. Onu bulamıyordum.

Her odaya, her dolaba hatta, akla gelemeyecek yerlere bile baktım. Ona ulaşamıyordum. Bir çığlık daha duydum. Bu sefer çok uzaktan geliyordu ses. Galiba dışardan geliyordu. Üzerimdeki pijamalarla dışarı fırladım. Onu bulacaktım mutlaka.”

Yazarın notu: Bu, hastahaneden yeni çıkmış Bengi Hanım’ın bir günü. Bengi Hanım, kızını kaybetmeye dayanamaz ve akıl sağlığını yitirir. Eşini de kızı ölmeden bir ay önce kaybetmiştir. Yaşadığı zor anları bu satırlara döken kadın, şu an hayatın yaşanmaya değer olduğunu yeniden anlamış; zorluklara göğüs gerip hayata sıkıca sarılmıştır.

Ece BAHADIR 6/F

(18)

Melani Ohotski 6/D

UNUTULMAYACAK BİR MANZARA

Kuşların cıvıl cıvıl öttüğü bir ilkbahar günüydü o gün. Nazlı, odasında, sıkıcı bir gün geçiriyordu. Nazlı, adı gibi biraz nazlı; biraz da zor beğenen biriydi. Nazlı'nın bir dostu vardı: Serkan. Nazlı ve Serkan aynı sınıftaydılar.

Birden telefon çaldı. Nazlı koşa koşa salona gelip açtı telefonu. Arayan Serkan’dı.

Serkan: “Biraz dolaşalım mı? Bak hava da çok sıcak!” dedi. Nazlı biraz düşündükten sonra “Olur, tamam!” dedi ve hemen hazırlanıp dışarı çıktı. Serkan bir ağacın altında oturmuş Nazlı'yı bekliyordu. Nazlı’yla selamlaştıktan sonra Serkan: “Seni harika bir yere götüreceğim. Annemler

keşfetti burayı. Umarım sen de beğenirsin.” dedi.

Nazlı biraz şaşırmıştı doğrusu; çünkü onun için, kendisini bildi bileli İstanbul'un çok çok beğendiği hiçbir yeri yoktu!

Neresi olabilirdi ki bu yer?

Otobüse bindiler. Yaklaşık yarım saat sonra vardılar Serkan’ın sözünü ettiği yere.

Nazlı gördükleri karşısında hayretler içerisinde kaldı!

Yemyeşil çimler, masmavi gökyüzü ve içini ferahlatan ağaçlar, Nazlı’nın daha önce hiç görmediği bir güzellik oluşturmuştu. Ağaçlı yolun

sonuna kadar yürüdüler; doğayı seyrettiler. Nazlı’nın annesinden aldığı iznin süresi dolmuştu; saat 5'e geliyordu. Serkan: “Geç oldu! İstersen evlerimize dönelim artık.”

dedi.

Eve dönerlerken Nazlı bir şey fark etmişti: Bu doğa harikası yerin havası şehirde yoktu! Sanki bambaşka bir yerdi burası; kendi yaşadığı çevreye benzemeyen.

Nazlı eve geldiğinde gördüklerini annesiyle paylaştı. O doğa harikası manzarayla kendi penceresinden gördüğü iç karartıcı görüntüleri karşılaştırdı... O güzel ve temiz hava maalesef yaşadığı semtte yoktu. Ne olurdu sanki, yaşadığı yer de yemyeşil ağaçlara ve tertemiz bir havaya sahip olabilseydi!!!

Melissa GABAY 6/F

(19)

KARANLIK GÖKYÜZÜ

Hava kapkaranlık, Silah sesleri kulağımda.

Hiç unutmadım ki...

Her gece açlık:

Dudaklarım, boğazım kuruyor, Bir su damlacığına muhtaç kaldım.

Her gece karatma,

Sokağa çıkamıyoruz sık sık.

Ya evi olmayanlar ne yapsın, Onlar nerede saklanacak?...

Ailesi olmayanlar ne yapsın, Onları kim avutacak,

Kollayacak, sevecek Bağrına basacak?...

Savaşın esirleriyiz biz.

Aynalar kırılmış,

Camlar desen bin parça...

Silahlardan korkuyor herkes, Bir gün ya bana gelirse, diyorlar O kurşunlar ya beni bulursa, Ne yaparım?

Silahlardan korkuyoruz;

Haklıyız da!

Bir gün gök beyaz olacak, Bundan eminim;

Ama bunu silahlar değil, Kardeşlik sağlayacak...

Petek Naz YAVER 7/E

Ceren Hazar 6/G

(20)

GÜVENME VARLIĞA DÜŞERSİN DARLIĞA

“Ya işte hayat bu.” dedi ninesi, Ayşe’ye. Ali kafasını kaldırdı, kulak kabarttı ne konuşuyorlar diye.

Ali’nin ninesi hoş kadındı. Nereden de bulurdu böyle sözleri: Güvenme varlığa düşersin darlığa. Ne demek istedi diye düşündü önce , sonra dayanamadı sordu:

-Nineciğim ne demek istedin? Merak ettim de. Ninesi güldü, başını okşadı Ali’nin ve anlatmaya başladı:

-Bir adam varmış, üç de çocuğu... Adam çok zenginmiş; çocukları da tembel...

Babalarının paralarını yer, çalışmadan yaşarlarmış. Adam ne dediyse kâr etmemiş. Gün gelmiş adamcağız ölmüş. Ölmeden önce çocuklarını yanına çağırmış ve onlara:

-Bakın çocuklar, ben çok hastayım, günlerim sayılı. Bugüne kadar size hiçbir şey söylemedim. Benim malım, param hepimize yetti; ama sizler hazır yemeğe devam ederseniz, sonunda aç kalırsınız. Unutmayın hazıra dağ dayanmaz.

Çocuklar babalarının söylediklerini anlamamışlar ve hayatlarına aynı şekilde devam etmişler. Çalışmadıkları için gün gelmiş paraları bitmiş. Yavaş yavaş mallarını satmışlar;

ama malları da tükenmiş. Zenginlik içindeki hayatları sona ermiş. İşte o zaman babalarına hak vermişler; ama ne işe yarar. Artık beş parasız, evsiz barksız kalmışlar.

-İşte, demiş ninesi. Az önce söylediğim sözler bunu anlatıyor. Sen sen ol hiçbir zaman mala, mülke güvenme. Çalış büyük adam ol. Bugünü yaşarken yarınını düşünmeyi unutma.

Özgün GÜREL 6/F FARK ETTİN Mİ?

Sen hiç fark ettin mi, Yıldızları kıskandırdığını?

Güzelliğini kıskandıklarını...

Sen hiç fark ettin mi, İçindeki derin yalnızlığı?

Denizin ortasındaki tek gemiyi, Ve üstündeki efkârlı kızı...

Sen hiç fark ettin mi,

Gökyüzünün sana ağladığını?

Kalbi kırıklar koyuna, Yelken açtığını...

Sen hiç fark ettin mi,

Güneşin gülüşünle doğup battığını?

Baharın seninle açtığını,

Yaprakların şarkınla coştuğunu....

Kadir Cem ARIKAN 6/G Can Basmacıoğlu 6/E

(21)

KIRMIZI ORMAN

Gölün kenarında kıpkırmızı bir orman Sonbaharın geldiğini belli eder, Yansıması göle vurur

İnsan kendini cennette zanneder.

Kırmızı, sarı ve turuncu, Gökkuşağı renkleri gibi.

Tertemiz hava, sıcacık güneş, Issız güzelliklere yol alır gibi.

Şehirden uzak, arabadan uzak, Kuş cıvıltıları var.

Yüksek binalardan uzak, Minicik kuş yuvaları var.

Şırıl şırıl şelale akar,

Çocuklar etrafında koşuşturur oynar Hiç bitmesin bu rüya

Hiç bitmesin bu dünya.

Neslihan ÇETİN 6/D

BİR MUSİBET, BİN NASİHAT

Çevremiz gün geçtikçe değişiyor; ama bana sorarsanız bu değişimler çok da hayırlı değiller. Bugünkü çevremizle eskisini karşılaştırdığımızda çevremizin giderek daha kirli, yaşanması güç bir hal aldığı ortada. Bence hemen önlem almaya başlamazsak çok geç olacak.

İstanbul’daki bütün sorunların kaynağı nüfus artışı. Devamlı nüfus çoğalıyor ve onlarca sorundan biri gibi görünse de, aslında bütün problemlerin temelini oluşturuyor.

Nüfus çoğalınca yeni evlere gereksinim duyuluyor; çarpık kentleşme meydana geliyor, herkes araba alıyor; egzoslarla çevremiz kirleniyor vs.

Ayrıca bu olaylar sadece İstanbul’da olmuyor ki! Bütün dünya aynı anda ozon tabakasını deliyor, çevreyi kirletiyor. Milyonlarca kişi bu durumu düzeltmeye çalışıyor;

ama bir o kadar kişi de ya çevreye karşı tamamen duyarsız ya da bu konuda bilinçli değil.

Bence bu sorunları çözmede atılması gereken ilk adım, halkın bilinçlendirilmesi!

Bilinçsiz bir halka, fabrika bacasına filtre takma zorunluluğunu getirmenin etkili

Merve Sayan 8/B

(22)

olacağını düşünmüyorum. Öncelikle toplum bu çevre kirliliğinin nereye varacağını öğrenmeli, sonra uygulama kısmına geçilmeli diye düşünüyorum. Ayrıca, okullarda da bu konudaki çalışmalara daha çok önem verilmeli. Böylece bizden sonraki nesillere de çevre bilinci aşılamış oluruz.

“Bir musibet, bin nasihattan iyidir.” atasözü bence her zaman için doğrudur;

düşünceye kadar herkes koşmaya devam eder; ama bence çevremizi içinde bulunduğu durumdan hemen kurtarmazsak, o “bir musibet”in dönüşü olmayacak!...

Pınar ORAL 6/B

SOL AYAĞI*

Biraz eksik açmıştı gözlerini, Eksik de kırpıyordu...

Öğrendiği A harfine sıkıca sarıldı ilk önce Ardından B geldi ve sonra C...

Noktalama işaretlerini de öğrenmişti.

Hepsini kullanıyordu; ama en çok soru işaretini...

Onun yeri başkaydı;

Nedeni de basitti aslında.

Ufacık kafasını,

Kocaman bir soru doldurmuştu.

Soru işareti de sıkışıvermişti oraya:

Neden?

Artık o kadar küçük değildi;

Eksikliği artık sadece gözlerinde de değildi:

Bütün vücudundaydı, bütün vücudunda.

Yürüyemiyor, konuşamıyor,

Hatta adam gibi oturamıyordu bile.

Adam dediğime bakmayın,

Değil adam, insan yerine bile konulmuyordu ailede.

Biraz durdu, Birkaç yıl kadar...

Sonra bir mucize oldu:

Sol ayağını buldu!

Didem YURDAKUL 7/C

(23)

SEVGİ ORMANI

Uzun yıllar önce şirin bir kasaba varmış. Kasabada da güleryüzlü, yardımsever insanlar yaşarmış. Bu kasabada bir de dillere destan ağaçları, renk renk çiçekleri ve gürül gürül akan bir dereyi içinde barındıran şirin mi şirin bir orman varmış. Kasabanın insanları buraya piknik yapmak için gelirler, neşe içerisinde eğlenir, bir yandan da meyve, çiçek toplarlarmış. Bu orman, halkın bir kısmının geçim kaynağıymış; çoğu insan ormandan meyve, mantar, çiçek toplar pazarda satarlarmış.

Güleryüzlü insanları ile olduğu kadar ormanı ile de meşhur olan bu kasabada yaşayan insanlar, ormanı ve içinden geçen dereyi korumayı kendilerine görev edinmişler. Ancak ormana kıyısı olan başka bir kasaba daha varmış. Orada yaşayan insanlar asık suratlı ve geçimsizlermiş. Kendi hallerinde yaşar, ormana hiç gitmezlermiş.

Hatta öyle ki, ormanın öte yanında başka bir kasaba olduğunu bile bilmezlermiş. Birkaç yıl sonra güleryüzlü insanların yaşadığı kasabanın nüfusu artmaya başlamış ve artan nüfusu karşılamaya yetecek kadar alan kalmamış.

Kasabalılardan bazıları, uzun uzun düşündükten sonra ormandaki ağaçların bir kısmını kesip yerine evler yapmaya karar vermişler ve diğer kasabalılardan habersiz işe başlamışlar.

Kasabada yaşayan on beş yaşlarında çok akıllı bir çocuk varmış. Bu çocuk çoğu zaman ormana gidermiş. Orada kendi kendine eğlenirmiş. Bir gün bu çocuk yine okul yerine ormana gitmiş; ormanda birkaç işçiyi ölçüm yaparken görmüş. Onların ağaçları kesip yerine evler yapacaklarını tahmin etmiş. Bunun üzerine hemen koşup kaymakama haber vermiş. Kaymakam olanlara inanmamış; çünkü kendisinden habersiz böyle bir işe kalkışılacağını tahmin edememiş. O yüzden de ormana gidip orayı denetlemeye gerek görmemiş. Çocuk üzgün bir şekilde evine dönmüş.

Akşam televizyon izlerken ormanları koruma derneği başkanının konuşması dikkatini çekmiş. Ertesi gün başkanı aramış ve olanları anlatmış. Başkan da kendisini destekleyeceğini belirtmiş. Bunun üzerine birkaç gün sonra başkan ve yardımcıları çocuğun yaşadığı kasabaya gelmişler. Çocuğu bulup beraber ormana gitmişler ve suçluları iş üstünde yakalamışlar. Onlara ceza vererek işi sonlandırmışlar. Adamlar başkana hak vermişler. Aslında ormanı çok sevdiklerini, çocukluklarının burada neşe içerisinde geçtiğini; ama başka çarelerinin olmadığını söylemişler. Başkan da onlara ormana kıyısı olan diğer kasabanın topraklarından yer almaları için yardımcı olacağına dair söz vermiş ve sözünde durarak bu insanlara diğer kasabada yerleşmeleri için evler sağlamış. Zamanla güleryüzlü kasabalılar ile asık yüzlü kasabalılar arasında bir dostluk köprüsü oluşmuş ve bunun en büyük tanığı “SEVGİ ORMANI” olmuş.

Batuhan ÖZMUTUŞ 6/B

Cansu Koçak 6/E

(24)

YENİ BİR HAYAT

Burada çalışmaya başladığımdan beri çok ilginç insanlarla tanıştım. Burası güzel bir yer. Deniz ile aramda bir cadde var. Camdan baktığımda denizi ve güneşin harika bir renk karnavalı şeklinde muhteşem batışını görebiliyorum. Doğrusu bu manzara insanı büyülüyor; izleyene inanılmaz bir keyif veriyor.

Her gün güneş batarken ellili yaşlarda bir adam sahilde yürüyor. Uzaktan bakıyor olsam da bu adamın aşk acısı çekiyor olduğunu anlayabiliyorum.

Bir gün toplantıdan dolayı sekizde işten çıktım. Şakır şakır yağmur yağıyordu.

Adam yine de yürüyordu. O sırada elindeki bavulu fark ettim. Her zaman çay içtiği ve uzaktan bakan birinin bile adamın hoşlandığını anlayabileceği yabancı kadının çalıştığı lokantaya doğru yürüyordu.

Akşam, ani bir haberle ofise gelmek zorunda kaldım. İşim bittiğinde adamın hâlâ elindeki bavulla barın önünde oturduğunu gördüm. Sonunda merakıma yenik düşerek lokantaya gittim. Adamı tanıyıp tanımadıklarını, adamın sorununun ne olduğunu bilip bilmediklerini sordum. Anlattıklarına göre adamın hoşlandığı yabancı kadın dün bu saatlerde şehirden gitmiş. Adam umudunu yitirmiş olmasına rağmen, acaba gelir mi diye saat sekizden beri onu bekliyormuş...

O sırada adamın uzaklaşmaya başladığını gördüm. Kendimi tutamayıp koşarak ona yetişmeye çalıştım. Onu yakaladığımda, “Aşktan ve hayattan vazgeçmeyin!” dedim.

Adam sakince bana döndü ve “Ben bu şehirde kalırsam hep onu hatırlayacağım. Onu unutamamak bana daha çok acı verecek. Hayattan vazgeçmeyeceğim. Bu yüzden gidiyorum, yeni bir hayata…” dedi ve hüzünlü bir şarkı mırıldanarak gecenin karanlığında yok oldu.

Begüm ERGİN 7/G

İdil Peremeci 6/E

(25)

NEHİR

Nehir baharı deler, Ağaç beyaz çiçeklerini açar...

Meltemler eşliğinde nehre iner kuşlar;

Yüzerler usulca berrak nehirde.

Nehir duruldukça beyaz iri taşlar belirir;

Sığ çayların dibinde serince örter nehir onları.

Beyaz çiçekler gölgeler taşları Bulutlara benzerler.

Aralarında ufak balıklar kaçışır Uyanış döneminde.

Nehir yazı deler Dağıtır ovalara sularını, besler hep buraları.

Güneş, ağaçları terletir, Kuşlara şen şakrak şarkılar söyletir.

Kuşların şarkıları coşturur nehri Coşturur; daha mutludur

Artık manzaramız.

Nehir güz zamanı pek güzel akar burada.

Ağaç kan kızılını ve sarılarını döker nehre.

Yüzerler yüzeyde, Festival daha renklidir

Şu güz günlerinde...

Nehir kışa bakar, tutulur kalır.

Donar, kalıverir öylece...

İlk ışıklara kadar uyur, bekler baharım.

Ağaç üşür; çıplak kalır oracıkta Seyreder beyazları, kıskanır...

Gün Su APAYDIN 7/G

Türkü Hastürk 6/C

(26)

ÇAM AĞACI

Ormanın yanında, küçük bir kasabada yaşıyordum. Henüz bir çocuktum.

Dünyadan haberim yoktu. Umurumda da değildi. O zamanlar radyo diye bir icat vardı, babam akşamları onu dikkatlice dinlerdi. Ben ise, sabahtan akşama kadar ormandaydım.

Babamın ormanın yanında tarlası vardı. Babam, zamanımı ayırıp orda çalışmamı öğütlerdi; ben ise, hep ormana kaçardım. Orman varken ben ne yapacaktım tarlayı?...

Cıvıl cıvıl öten kuşları, güzel ağaçları vardı. Hele de oradaki bir çam ağacı... Tarlanın hemen yanındaki bu çam ağacını dedem dikmiş; ama dedem artık yoktu. Çok severdim dedemi. Bu çam ağacı ondan bana kalan son şeydi; o yüzden her gün gider ağacımı sular, onunla ben ilgilenirdim.

Bir gün babam göç edeceğimizi söyledi. İşler iyi gitmiyormuş; büyük şehre gidip orada yaşayacakmışız. Oranın toprağı bile altınmış. Bu bana pek inandırıcı gelmedi. Ormanı ve çam ağacını bırakmak istemiyordum; ama başka çarem de yoktu. At arabasına binip o büyük şehre doğru yola çıktık. Geri döneceğime söz verdim ağacıma.

Tekrar düşününce fark ettim ki, o kadar de kötü olmayabilirdi: Daha büyük bir şehre gidecektim. Bunun iyi taraflarının da olabileceğini düşündüm. Halbuki düşüncelerim doğru değildi: Burada değil bir orman; iki ağaç yan yana bile gelmiyordu. Burası benim için tam bir cehennemdi: Dünya sanki taşlardan ve tuğlalardan oluşuyordu. Bu, kasabama geri dönme arzumu daha çok arttırdı. Yıllar geçti, ben yeni büyük şehrimde kaldım.

Büyüyünce yuvaya dönmeye karar verdim. Bindim bir otobüse, ver elini memleket... Eski yüzleri görmek için sabırsızlanıyordum. Durağa yaklaştığımda baktım ki kasaba eskisinin iki katı olmuş. “Orman hâlâ yerindedir, bir değişim olmamıştır.” diye düşündüm. Yanılmıştım...

Eskiden benim koştuğum, dolaştığım, sevdiğim ormanın yerinde yeller esiyordu.

Onun yerine simsiyah bulutlar yaratan, insanın içini karartan bir fabrika gelmişti.

“Belki çam ağacım kurtulmuştur!” umuduyla fabrikanın etrafını dolaşıp “eskiden”

tarlanın olduğu yere geldim. Manzara korkunçtu... Tarlanın yerinde kasabanın gecekondu mahallesi; çam ağacımın yerinde de bir elektirik direği duruyordu. Bunca umutla koruduğum, sevdiğim, şehirdeyken hayal ettiğim, dedemin yadigârı olan çam ağacı, sırf bir elektirik direği yüzünden yok edilmişti. Bu görüntüler, tarifi olanaksız bir hüzünle doldurmuştu gönlümü. O gün söz verdim kendime, çam ağaçları dikecektim, dede yadigârı ağaçlarını bir hiç uğruna kaybedenler adına...

Esra Zeynep Açıkgöz 6/D

(27)

SİYAH GÖLGE

Bir güneşli günde Çocuklar bakar denize Çekerler içlerine

Gökyüzündeki o temiz, berrak havayı

Ve en son içlerinden derler:

“Ne güzel deniz, ne güzel hava!”

Mutludurlar; ama

Ardından bir merak düşer içlerine

Bu deniz, bu gökyüzü hep böyle mi kalacak?

Kimisi güneşin siyah yüzünü görene kadar oturur Ve izler, denizin üzerine düşen gölgeyi

Kimileri ise karanlık çökene kadar Gökyüzündeki yıldızlara bakar Ve derler,

“Ne çabuk değiştiniz, hep değişecek misiniz?”

Güneş batar ve giderler....

Deniz MUTLUGİL 6/G

Elif Mungan 6/H

(28)

YEMYEŞİL ORMAN

Burada her şey yemyeşil, Çiçekler açmış kuşlar uçuyor,

Minicik karıncalar görev başına koşuyor.

Ormanda hayat çok güzel,

Ağaçlar barınak, gölgesi korunak, Bu güzelliği kesmek ne büyük hata!

Haydi gelin çocuklar, bir fidan dikip Hayata renk katalım;

Bir orman yaratalım.

Özgün GÜREL 6/F

EN ZOR OYUN Hayat en zor oyundur;

Bizi gerçeğe götüren tek yoldur.

Düştük mü ağlatan, Kalktıkça güldüren Tek umuttur.

Gerçek düşüncelerimiz Olgu ve görüşlerimiz, hepsi bu oyunda ortaya çıkar;

Bundan eminiz.

Kimileri kazanır; kimileri kaybeder Ama emin olun ki biz, oyunu değiştirecek

Hamlelerden biriyiz!

Zafer TAŞ 6/H

Melani Ohotski 6/D

Berk Utku 7/B

(29)

TELEVİZYON VE ÇOCUKLAR

Hepimizin bildiği gibi, son birkaç yılda televizyon programlarında şiddet, aksiyon ve savaş sahneleri çok artış göstermiştir. Bu tarz filmleri seven insanlar çok olduğu için program yapımcıları bu sahnelerin insanları ne kadar etkileyeceğini düşünmeden hareket etmekte; fakat bu programlar özellikle çocukları olumsuz yönde etkilemektedir.

Televizyon programlarındaki kahramanları kendilerine örnek alan çocuklar gördüklerini arkadaşları üzerinde denemeye çalışmaktadır. Aynı zamanda, bu tarz programlar onları psikolojik olarak da etkilemektedir. Şiddet içerikli filmleri seyreden çocuk, kavga etmeye yönlendirilmekte ve böylece bir başkasına zarar verebilmektedir.

Şiddet içerikli programlar sadece çocukları etkilemekle kalmamakta, aynı zamanda yetişkinleri de etkilemektedir. Şiddet içerikli filmleri seyreden bir yetişkinin de kavga etmeye yöneldiği görülmektedir.

Şiddet içerikli film oranının azaltılması ve geç saatlerde yayınlanması; güzel mesajlar veren ve insanları psikolojik olarak olumsuz yönden etkilemeyecek film oranının çoğalması gerekmektedir. Bu şekilde, özellikle çocukların bu tarz filmleri izlemeleri engellenebilecek ve karşılaşılabilecek psikolojik sorunların önüne geçilecektir.

Televizyonun yol açtığı sorunların engellenmesinde ailenin de önemli bir rolü vardır. Aile, çocuğunun kendisini olumsuz yönde etkileyecek, onu kötü yönlendirebilecek filmleri izlemesini engellemelidir. Aynı zamanda ailelerin, çocuklarına iyi örnek olmaları da gerekmektedir.

Televizyonun çocuklar üzerindeki bu etkileri göz önünde bulundurulur, bunun için önlemler alınırsa, çocuklar daha sağlıklı ve mutlu yetişebilir.

Alara ERTÜRK 6/F

TELEVİZYON PROGRAMLARINDA ŞİDDET

Son günlerde insanların sokak ortalarında kavga etmesi ya da insanlara zarar veren diğer davranışların birçoğu, televizyon programlarındaki şiddet içeren görüntülerden kaynaklanmaktadır.

Şiddet görüntüleri içeren programların başında bazı diziler gelmektedir.

Bıçaklar, silahlar, her türlü yaralama araçları; hem insanlara fiziksel zarar vermekte hem de çocukların ruh sağlıklarını bozup onları silaha yönlendirmektedir. Çocuklar, televizyondan bu araçların kullanımını öğrenip gördüklerini maalesef gerçek hayatta uygulamaktadırlar.

Çocuklar kendilerini, izledikleri sinema filmindeki karakterlerin yerine koymakta ve onların hareketlerini yapmaktadırlar. Bu da, yaralanmalara yol açabilmektedir.

Çocukların yanlış kişileri örnek almaları sonucunda; şiddete yönelme, tehdit etme, düşmanlık gibi durumlar ortaya çıkmaktadır.

Sonuç olarak, çocukları yanlış davranışlara yönlendirdiği, onları olumsuz etkilediği için televizyondaki şiddet içerikli programlar kaldırılmalıdır.

Uğur Ünal 6/F

(30)

KOŞULLAR ve BİZ

Yaşamımızda, hayat koşulları ve ilişkilerimiz önemli yer kaplar. Bunların olumlu olması, bizim başarımızı arttırırken olumsuz olması ise, başarımızı düşürür. Buna örnek olarak da Mürşid Efendi’nin yaşadıkları gösterilebilir.

Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” adlı eserinde Mürşid Efendi, tayininin çıktığı Anadolu illerinde lüks bir hayat sürerken evlenip İstanbul’a geldiğinde burada vasat bir hayat onu beklemektedir. O zamanlarda iller arası ekonomik farklılıklar, Mürşid Efendi’nin lüks bir hayat yaşarken vasat bir hayat sürmesine neden olmuştur.

Hayatımızda ilişkiler de çok önemlidir. Mürşid Efendi tayini çıktığı Anadolu illerinde herkese borçlanmıştır. Mürşid Efendi’nin borç alması; her ne kadar istenmeyen bir durum da olsa, Anadolu’da herkesten borç alabildiğini göstermiştir.

Ancak, Mürşid Efendi ne zaman İstanbul’a gelir; hayatı değişir. Anadolu illerinde herkesten borç alabilirken İstanbul’da borç alacak kimse bulamamıştır; birisine borçlansa bile kısa süre içinde ödeme zorunluluğunda kalmıştır.

Yaşamda tanınmak da önemli bir etkendir. Anadolu illerinde herkes tarafından tanınan Mürşid Efendi, herkesle iyi ilişkiler içindedir. İstanbul’a geldiğinde ise, kimse tarafından tanınmamakta, kimseyle iyi ilişkilerde bulunamamaktadır.

Sonuç olarak, yaşadığımız çevre, hayat koşullarımız ve insan ilişkilerimiz; hayat başarımızı etkileyecek önemli unsurlardandır. Mürşid Efendi gibilerin günümüzde de aynı sorunları yaşıyor olması yadsınamayacak bir gerçektir.

Berk BAYCAN 7/F

İŞSİZLİK

Ülkemizde, yetmiş milyon insanın birçoğunun yaşadığı işsizlik sorunu, kitaplarda da görülebilir.

Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” eserindeki Mürşid Efendi, işi ve parası olmadığından, gururuna yenildiği için eve gidip çocuklarını göremez. “Parasız, işsiz bir erkeğin akşam eli boş evine dönmesinin ne olduğunu mümkün değil tahmin edemezsin.”

cümlesi, Mürşid Efendi’nin bu konudaki düşüncelerini yansıtır. Mürşid Efendi, ailenin parasını genellikle evin erkeği kazandığı için, gururundan evine gidememektedir.

Türkiye’deki işsizlik sorunu günümüzün bir gerçeğidir; bugün de Mürşid Efendi gibi çalışıp para kazanamadığı için ailesinin yüzüne bakmaya çekinen insanlar vardır. Bu nedenle, bu sorun bir önce yeni iş olanakları yaratılarak çözülmeli ve toplumumuzun rahat bir yaşam sürmesi sağlanmalıdır.

Aslı Nur ÖZYÖRÜK 7/F

(31)

BÜYÜCÜNÜN OYUNU

Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu darıdan çokmuş, biz bilmeyiz Allah bir yarattığı kulun yapısını, açalım yeni bir masalın kapısını, herkes ömrünce yaşayıp göçer, bize mi verecekler dünyanın tapusunu. Ülkenin birinde, odunculuk yapan iyi yürekli; ama yoksul bir delikanlı varmış. Aynı ülkede yaşayan ve güzelliği dillere destan bir eşraf kızıyla birbirlerini çok sevip evlenmişler. Onlar mutluluk içinde yaşarken genç kızın güzelliği ülkenin kötü kalpli büyücüsünün kulağına gitmiş. Her güzel şeye büyüleriyle sahip olmaya çalışan kötü büyücü, bir yolunu bulup bu genç kıza da sahip olmaya karar vermiş.

Kafasında kurguladığı hain planları hemen uygulamaya koyan büyücü, bir büyü yaparak kendisini tıpatıp yoksul delikanlıya benzetmiş. Ertesi gün, güzel genç kızın yaşadığı köye varan büyücü , delikanlının odun kesmek için ormana gitmesini fırsat bilip genç kızın kapısını çalmış. Kapıyı açan güzel kız, kocasının geri döndüğünü sanmış ve büyücüyü eve almış. Çok geçmesen baltasını evde unutan delikanlı eve dönmüş.

Delikanlıya kapıyı açan genç kız, bir içeriye bir kapıya bakıp ne yapacağını şaşırmış.

Büyücü, yerinden fırlayıp kızın yanına gelmiş ve: “ Senin gerçek kocan benim. Kapıdaki bir sahtekâr olmalı! Hemen kov gitsin!” demiş. Asıl koca : “Gerçek kocanı tanımadın mı?

Sahtekâr olan o.” diye cevap vermiş. Kime inanacağını şaşıran genç kız, ikisini de yanına alıp köyün ak sakallı bilgesine götürmüş. Bilge de biraz düşünmüş ve : “Her ikiniz de vereceğim çuvalı ormana kadar götürüp geri getireceksiniz.” demiş. Ağır çuvalı önce delikanlı sırtına almış, ormana götürmüş. Dönüşte yorgunluktan bitmiş bir halde kendi kendine: “Nereden geldi bu iş başıma? Ama olsun, karımı kaybetmemek için bu çuvalı on kez daha getirip götürmeye razıyım.” demiş. Taşıma sırası kendine gelen büyücü, çuvalı yüklenmiş ve yolda: “ Bu çuval da ne kadar ağırmış! Ama o dünya güzeli kızın benim olması için daha ağırını bile taşırım.” diye söylenmiş.

Ağır çuvalda yaşlı bilgenin yardımcısı varmış. Dönüşte duyduklarını bilgeye anlatmış. Bunun üzerine bilge de, ikiz gibi duran delikanlı ve büyücüye dönerek ikinci testi geçenin genç kızı alıp gidebileceğini söylemiş ve elinde duran küçük şişeyi göstererek: “ Kim bu şişenin içine girebilirse, genç kızın kocası odur.” demiş.

İyi yürekli delikanlı, şişenin içine giremediği için perişan olmuş. Kötü büyücü ise, büyülü bir söz söyleyip şişenin içine girivermiş. Bunu bekleyen bilge, elindeki tıpayla şişeyi kapatıp büyücüyü şişeye hapsetmiş.

Bütün ülke, büyüleri bilgenin tılsımlı şişesinden çıkmaya yetmeyen kötü büyücüden kurtulmuş. Birbirini çok seven güzel kız ile oduncu delikanlı hayat boyu mutlu yaşamışlar.

Kadir Cem ARIKAN 6/G

Alize Solakarı 6/E

(32)

BALIK PUTAR VE KÜÇÜK KIZ

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, deve tellal iken pire berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir zamanlar annesi ve babası ölmüş altı kız kardeş varmış. Bu kız kardeşler Batı denizindeki bir adada yaşarlarmış. Burada her zaman yaz mevsimi hüküm sürermiş. Büyük kardeş herkese görev verirmiş. Her zaman zor işler küçük kardeşe verilirmiş; çünkü büyük kardeşleri onu pek sevmezlermiş. Büyük kardeş onu her zaman sık ve dikenli çalıların, ağaçların sardığı ormana odun kesmeye gönderirmiş. Yemek yaptıkları ateşi hiç söndürmezlermiş; çünkü ateş yakmak onlar için çok zormuş.

Bir sabah küçük kardeş, arkasında odun yüküyle ormandan eve dönüyormuş. Küçük kız, her gün bir ağaca yaslanır, dinlenmek için uyurmuş; fakat bir gün uyuyamamış; çünkü yanından geçtiği ırmak ona çekici gelmiş. Bir ağaca yaslanıp ırmağı izlemeye başlamış; ancak renkli bir balık birden havaya sıçramış.

Balığın üzerinde birçok renk varmış. Küçük kız balık tekrar sıçrasın diye ümit etmiş.

Balık bir daha sıçrayınca elini uzatıp balığı tutmuş. Kız, ismi Putar olan balığı, oradaki bir mağaranın önündeki gölcüğe bırakıp eve gitmek için oradan ayrılmış; fakat Putar kendisini burada çok yalnız hissetmiş...

Küçük kız eve geldikten sonra yemeğinin yarısını yemiş, kalanını da Balık Putar’a götürmüş. Küçük kız: “Bak seni unutmadım yarın sana biraz daha yiyecek getireceğim.”

demiş ve oradan ayrılmış. Balık Putar, pirinç tanelerini çok beğenmiş ve onları afiyetle yemiş.

Günler geçiyormuş ve küçük kız yemeğinin yarısını hep Balık Putar’a götürüyormuş. Balık şişmanladıkça şişmanlamış; kız da zayıfladıkça zayflamış. Ablaları bir gün küçük kardeşlerinin zayıflıktan öleceğinden ve onun yaptığı zor işlerin kendilerine kalacağından korkmuşlar. Bu nedenle, günlerden bir gün, kız kardeşlerden biri küçük kızın peşinden gitmiş. Küçük kız, balığın yanına gelince onu şarkıyla çağırmaya başlamış. Diğer kardeş küçük kızın kendi yemeğini Balık Putar’a verdiğini görmüş ve bu olayı diğer kardeşlerine anlatmış.

Acımasız ablalar, olanları öğrendikten sonra küçük kızı ormanın en uzak bölgesine göndermiş; Balık Putar’ı da yakalayıp ateşte pişirmiş ve bir güzel yemişler.

Birkaç gün sonra balığı yerinden göremeyen küçük kız içinde büyük bir üzüntüyle evine gitmiş ve çok derin bir uykuya dalmış. Sabah olunca küçük kız, kırmızı horozun ötüşüyle uyanmış. Kırmızı horoz olan biteni ona anlatmış. Küçük kız, küllerin arasında Putar’ın bütün kılıçlarını bulmuş ve şarkı söylemeye başlamış: “Putar’ın yattığı yerde bir ağaç

İrem Arkın 6/C

(33)

Yaşadığı bu olaydan sonra küçük kız daha güçlü ve daha dirençli olmuş. Balık Putar’ın kılıçlarının olduğu yerde de yeşil bir ağaç bitmiş. Küçük kız her gün o ağacın altında dinlenir ve küçük balığı hatırlarmış. Bu ağacın yaprakları ipekten, çiçekleri altından, meyveleri pırlantadanmış.

Bir gün, kuvvetli bir rüzgâr esmiş ve ağacın ipek yaprağını başka bir adaya götürmüş. Bu adanın prensi yaprağı fark edince gece gündüz yaprağın ağacını aramaya başlamış. Altı kardeşin olduğu adaya gelmiş ve diğer kız kardeşlere bu ağacı sormuş.

Kızlar ağacın nerede olduğunu bilememişler.

Prens ormanda dolaşırken orada ağacı görmüş. O sırada ağaç eğilmiş; küçük kıza meyvesinden veriyormuş. Bunu gören prens, küçük kıza âşık olmuş; kızı ülkesine götürüp ailesi ile tanıştırmış.

Prens ile küçük kız o adada evlenmişler ve oraya Putar Adası denmiş. Küçük kız ve prens sonsuza dek mutlu bir şekilde yaşarlarken diğer kardeşler, kendi işlerini kendileri yapmayı öğrenmişler.

Gökten üç elma düşmüş; biri prense, diğeri prensese, üçüncüsü de siz okuyanlara... Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Can GÜNGÖR 6/B

Nurçin Liman 6/E

(34)

İSTANBUL

Sana bakıyorum İstanbul, Göklerinden ve yüksek tepelerinden, Sana bakınca kendimi görüyorum Masmavi ve ayna gibi denizinden.

Seni dinliyorum İstanbul, Duyuyorum, Arabaların, vapurun ve rüzgârın sesini.

Seni özlüyorum İstanbul, Çünkü sendeki olanaklar

Başka bir yerde yok Ve o hoş manzaran olmadan

Yaşayamıyorum.

Seni hissediyorum İstanbul, Kanlıca’daki yoğurdun, Kavak’taki balığın ve Şile’deki güneşin ile.

Sanki deniz seni ikiye ayırmış, Asya’nın ve Avrupa’nın kültürünü

Öğreneyim diye...

Önümde açık kolları ile boğaz, Arkamda adalara bakıyorum.

Asya’dan Avrupa’ya bakınca Sanki kendimi görüyorum.

Erinç BİLGİN 6/G

Sine Ustaoğlu 6/A

(35)

İSTANBUL’UM

Türkiye’de buldum evimi

İçinde sağlık ve mutluluk olan bu şehri.

Adı İstanbul’muş oysa ki,

Ben “melekler şehri” sanmıştım kendisini.

Başladım yolculuğuma buradan, Kalmadı gezmediğim yer en ufaktan, En küçük Kız Kulesi’nden,

En büyük Anadolu Hisarı’na.

Turistleri görünce karşımda, Sevindim birden şehrim adına.

Rehberlerimiz de yardım edince yabancılara, Birden gururlandım burada yaşadığıma.

En çok sevdiğimsin,

Görmeden duramadığım tek yersin.

Sen benim evimsin,

Merak etme, hep kalbimdesin.

İzge ÖZGEN 6-G

İSTANBUL’DA AKŞAMÜSTÜ İstanbul’da akşamüstü, Serin ama sıcak Romantik kırmızılar Herkesin içini ısıtacak.

Sıra sıra çıplak ağaçlar Yansıyan ışığı perdeler...

Pembeler arasında sarı güneş.

Gülümser dağlara.

Ufukta dans eden dalgalar, Rüzgâra fısıldar.

Hoş gölgeler üstünde Beyaz martılar güneşe akar.

Güneş süzülür sahilde Dalgalarla yuvarlanır.

Birbirinin üstüne binmiş hazin dalgalar O akşam sahili arar.

Gün Su APAYDIN 7/G

İmge Kızıltan 6/A

Miray Zeynep Özbay 6/A

(36)

İSTANBUL VE BEN İstanbul denince, Trafiği gelir aklıma.

Her akşamüstü,

Babalar eve stresli gelir adeta.

İstanbul denince,

Haydarpaşa gelir aklıma.

Her gün aynı trenler, Gelip gider adeta.

İstanbul denince, Boğazı gelir aklıma.

Hem huzur, hem sessizlik!

Keşke her yer böyle olsa.

İstanbul denince, Kadıköy gelir aklıma.

Her gün aynı insanlar İstanbul’u dolaşır adeta.

Berk KILIÇÇI 6/G

GÜZEL İSTANBUL Güzel İstanbul, Canım İstanbul,

Nereye gittin?

Seni aradım her yerde, Yoktun İstanbul.

Canım İstanbul, Sen yaşattın anılarını tek başına, Ayakta kaldın, Asırlarca Sen ki onlarca uygarlık, Sen ki yüzlerce şehirsin.

Güzel İstanbul, Kimi hatırlar senin değerini,

Kimi unutur seni.

Hasibe Aslandağ 6/G

(37)

İSTANBUL’U DÜŞÜNÜYORUM

İstanbul’u düşünüyorum!

Vapurların düdüklerini dinliyorum.

Mutlulukla koşturan çocukların, Sevinç çığlıklarını duyuyorum...

İstanbul’u düşünüyorum!

Martılar eşliğinde, iskelede Denizi seyrediyorum.

Bir tarafımda yalılar, Diğer tarafımda insanlar

Hepsinin düşüncesi aynı;

“Unutulmaz İstanbul’da akşamlar...”

İstanbul’u düşünüyorum!

Taksim Meydanı’nda;

Kalabalığı fark ediyorum.

Tramvay’da çocuklar, Telaşlı insanlar Hepsinin yüzlerinde,

İstanbul’da yaşamanın mutluluğu var...

Nazlı AVŞAROĞLU 7/F

İdil Peremeci 6/E

(38)

İSTANBUL

Bir şehir düşünüyorum, Soğuk kış günlerinde...

Rüzgârın kemanını çaldığı, Yağmurun şarkı söylediği,

Pencereler önünde...

Bir şehir düşünüyorum, Kilisesi, camisiyle...

Ayasaofya’sıyla, Sultanahmet’iyle, Kahvesiyle, balık ekmeğiyle...

Bir şehir düşünüyorum, Adalarıyla, çay bahçeleriyle...

Harem’de “ Kız Kulesi”

Boğaz’dan kalkan gemileriyle...

Bir şehir düşünüyorum, Görülmemiş güzellikleri,

Tarifsiz yerleriyle, Adı İstanbul olan...

Kadir Cem ARIKAN 6/G

(39)

İSTANBUL’U SEVMEK

Öyle sevmişim ki, Kuş olmuş, açmışım kanatlarımı Süzülüp inceden Delip geçmişim gökyüzünü.

Aşıkmışım, susmuşum...

Haykırsam, yankılanacakmış sesim yedi tepede;

Ama martıları korkutmak Gelmemiş içimden...

Güzelmişim, hem de fazlasıyla Ağlatmışlar, çatılmış kaşlarım...

Görmesin beni İstanbul; o da üzülmesin diye Ellerimle gizlemişim yüzümü...

İstanbul’a benzemek istemişim Martılar salmışım gün batımına Aşk acısı nakşetmişim her gencin bağrına;

Ama kendimi kahrolmaktan alamamışım...

Yağmur olmuş gözyaşlarım Yollardaki çukurlara dolmuş damlalarım Martılarım ıslanmış, üşümüş kedilerim Üzülmeyen bir şairlerim kalmış.

İstanbul’u sevmişim Şaşkınlığım susturmuş beni Lanetlemiş suskunluğumu İstanbul

Martı olmuşum, şair olmuşum İstanbul’a dair her şey olmuşum da Bir İstanbul olamamışım.

Meriç Zeynep BİÇER 7/C

Lâle Dong 6/A

(40)

KAYIP BİR UÇURTMANIN İSTANBUL ANILARI Gökyüzüne bak evlat,

Ben gökyüzünde Kırmızı ve eski,

Bir İstanbul uçurtmasıyım!

İstanbul'da görmediğim yer yok, Kız Kulesi'nde Nâzım,

Sokaklarda arnavut kaldırımları vardı.

Yerebatan'dan demir para,

Galata'dan taze balık toplarım çocuk!

Ayasofya'yı karış karış gezdim evlat, Dolmabahçe'yi hüzünle doldurduklarında, 10 Kasım'dı İstanbul'da!

Sorma çocuk sorma, çok dertliyim, Kadiköy'deki Boğa'nın

Keskin bakışlarından kaçıyorum;

Kayıp bir uçurtma edasıyla!

Oktay Rifat'ın güverciniyle tanıştım İstanbul meydanlarında,

Güvercin ne diye sorma çocuk,

Dilara Erol 6/G Asya Borahan 6/D

(41)

Kukuletalı palyaçolardır en sevdiklerim, Horoz şekerleriyle Sirklerde tango yaparlar!

Moda İskelesi'nde Akordeon seslerine de karıştım,

Sessizce uyuyakaldığım da oldu Denizin ılık yorganında.

Kışın İstanbul beyaz bir gelindir, Yazın briyantin sürülmüş bir tutam sarı saç, Dört mevsim İstanbul'un hali bir başka oluyor evlat!

Kör maniciler vardır İstanbul'da, Beyaz tavşanlarıyla, Bir avuç talih dağıtırlar İstanbul'a.

Sen kimsin diye sorma evlat, Ben gökyüzünde Kırmızı ve eski, Kaybolmuş bir İstanbul uçurtmasıyım!

Fırat AKOVA 7/D

Dilara Erol 6/G

(42)

ZEYNEP İLE İSTANBUL

5. sınıfa giden Zeynep çok meraklı ve başarılı bir öğrenciydi. Türkiye’nin tarih ve turizm bakımından zengin olan şehirlerinden biri olan İstanbul’da yaşıyordu.

Bir gün Zeynep okula geldiğinde öğretmenin elinde bir zarf gördü. Merak içinde zarfa baktı. Öğretmeni zarfı açıp: ’’Yabancı ülkelerden misafirlerimiz var. Kim gönüllü olarak misafirlerimizi evinde ağırlamak ister?’’ diye sorunca Zeynep hemen elini kaldırdı. Misafir öğrenci ağırlamak

isteyenler, öğretmenlerinin uzattığı kutudan birer kâğıt çektiler. Zeynep’e İngiltere’den Clara adlı bir kız çıktı.

Zeynep çok mutluydu ve mutluluğunu eve dönünce ailesiyle paylaştı. Bir hafta sonra Clara evlerine geldi ve Zeynep’in en büyük dileği gerçekleşmiş oldu: Yabancı arkadaşına İstanbul’u gezdirecekti.

Zeynep ve Clara ilk gün İstanbul’un tarihi yerlerini gezdiler. İlk olarak Dolmabahçe Sarayı’na gittiler.

Zeynep, Clara’ya Atatürk hakkında

bilgiler verdi. Atatürk’ün neden yurdumuz için önemli birisi olduğunu anlattı. Clara Dolmabahçe Sarayı’na hayran kaldığını sık sık Zeynep’e söyledi. Daha sonra 1500 yıl önce yapılmış olan Ayasofya’ya gittiler. İçeri girdiklerinde duvarların ve tavanların mermer ve mozaiklerle kaplı, rengârenk bir görünüşte olduğunu gördüler. Bundan çok etkilenen Clara’nın üçlü figürler halinde bulunan üç farklı mozaik pano dikkatini çekmişti ve uzun süre panolardan gözünü alamadı. Oradan çıktıktan sonra Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından biri olan Sultanahmet Camii’ne gittiler. İçeri girdikleri zaman camiyi üç taraftan çevreleyen balkonların duvarlarının İznik çinileri ile süslü olduğunu gördüler. Zeynep de, Clara da süslü balkonlara dalıp gittiler. Diğer tarafta ise sultanların balkonları vardı ve 200 pencereyle aydınlatılıyordu; çok göz kamaştırıcıydı.

Sultanahmet Camii’nden çıktıkları zaman o kadar çok yorulmuşlardı ki, hem oturup biraz dinlenmek hem de bir şeyler atıştırmak için bir yer aradılar. Zeynep’in aklına bir fikir geldi: Sultanahmet Köftecisine gidebilirlerdi. Hem yemek yiyeceklerdi, hem de Zeynep Clara’ya İstanbul’un meşhur köftecilerinden birini göstermiş olacaktı.

Karar verdikten sonra Sultanahmet Köftecisine gittiler. İçerisi o kadar kalabalıktı ki, boş masa bulmaları çok zor oldu. Daha sonra çok lezzetli köftelerini afiyetle yediler.

Yağmur Yenigün 6/A

(43)

Sabahın ilk ışıklarında Zeynep’le Clara kalktılar. Zeynep’in amcası onları Boğaz’da vapur gezisine çıkaracaktı. Bu yüzden ikisi de çok heyecanlıydı. Clara, Zeynep ve amcası Eminönü’nden vapura bindiler. Çok güzel bir deniz manzarası vardı. Boğaz’ı geçerken Kız Kulesi’ni, Galata Kulesi’ni, Beylerbeyi ve Dolmabahçe Sarayı’nı, Rumeli ve Anadolu Hisarlarını gördükten sonra vapur, Kanlıca iskelesine yanaştı ve orada meşhur Kanlıca yoğurdundan yediler. İstanbul’a gezerken adalara gitmeden olur mu? Adalara da gittiler. Orada faytona binmek istediler; ama Clara atlardan korktuğu için ilk önce binmek istemedi. Ancak, Zeynep onu ikna etti ve faytona bindiler ve de çok eğlendiler.

Akşam gün batımında, deniz kenarında Clara çok lezzetli balıklarımızın tadına baktı.

Artık vapurla evlerine dönme vakti gelmişti.

Sonraki günler ise, Miniatürk, Rahmi Koç Müzesi, Tatilya ve değişik alışveriş merkezlerine gittiler ve Clara oralardan arkadaşlarına ve kendine hatıra eşyaları aldı.

En çok da mavi nazar boncuklarını sevdi. Bir hafta çok çabuk geçti ve Clara’nın ülkesine dönme vakti gelmişti. Zeynep, kendisini hatırlatması için boncuklardan yaptığı kolyeyi Clara’ya verdi. Clara, kolyeyi çok beğendi ve Zeynep’in bu hediyesine çok sevindi. İkisi de birbirleriyle o kadar iyi arkadaş olmuşlardı ki, ayrılırken her ikisi de ağladı;

birbirlerine mektup yazacaklarına söz verdiler. Şimdi ikisinin de odasını, unutulmaz İstanbul gezisinde çektirdikleri fotoğraflar süslüyor...

Alara KUZUCU 6/E

Meriç Zeynep Biçer 7/C

Referanslar

Benzer Belgeler

Kuş gribi virüsü, do- muz gribi virüsü ve insan influenza virüsleri- nin bir karışımı olan H1N1 domuz gribi virü- sü, Nisan 2009’da ani bir değişim

Fouchier’e göre bu iki mutasyon ve başlan- gıçta kasıtlı olarak oluşturulan üç mutasyon, yani toplamda sadece beş mutasyon, virü- sün deneyde kullanılan kokarcalar arasında

Kanser gen tedavisinde onkolitik ajan olan virüslerin vektör olarak kullanımı çok iyi bilinmesine rağmen, bugüne kadar bakterilerin antikanser potansiyeli ile ilgili fazla

Kuloğlu gönüllü kuvvetle­ rinin teslihi için muhafaza edilen 40-50 bin kadar Martin ve Schnei- der tüfekleri yeni sisteme tahvil vesilesiyle ve İtalyanların

Millî devletlerin yönetiminin bile ne kadar zor olduğunun anlaşıldığı bu günler­ de, Balkanlar ve Ortadoğu gibi patlamaya hazır kazanlar üzerinde oturarak geçirilen bir

Araştırmada, problem çözme testinden alınan puanlara göre kalibrasyon puanları incelendiğinde, doğrulanmış test kalibrasyonu puanlarının problem çözme başarı

Makalelerde, Sibirya’da bulun- mufl 27.000 y›ll›k mamut kal›nt›lar›ndan, bol miktarda ve sa¤lam olmak üzere, hem çekirdek DNA’s›, hem de mitokondriyal DNA elde

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un, Selvi Boylum Al Yazmalım adlı uzun öyküsü ile aynı adla Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğinde ve Ali Özgentürk’ün senaryosu