• Sonuç bulunamadı

48. sayımızda sizlerle olmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "48. sayımızda sizlerle olmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz. "

Copied!
155
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Değerli Üyemiz,

48. sayımızda sizlerle olmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz.

Bu sayımızda, ülkemizin gündeminde olan, vergi kanunlarındaki değişikliklerin eleştirisini içeren makalesi ile Maliye Eski Bakanı sayın Zekeriya TEMİZEL’ in ve Sosyal Güvenlik Yasalarında yapılacak değişikliklere ilişkin, SSK Eski Genel Müdürü sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’ nun makalesini ve mesleki konularda diğer sayın yazarlarımızın yazılarını bulacaksınız.

Değerli Üyemiz,

Mesleki konular başta olmak üzere, ülke sorunlarına ilişkin sosyal ve ekonomi içerikli yazılarınızı bekliyoruz.

Bu sayımızın hazırlanmasında ve yazı tedarikinde bulunan Yaklaşım Yayınlarının sahibi sayın Ekrem SARISU’ ya ve Doç. Dr. sayın Şükrü KIZILOT’ a teşekkür ederiz.

Bir sonraki sayıda buluşmak üzere, başarı dileklerimizle, saygılar sunarız.

Yönetim Kurulu

(3)

FAİZ GELİRİ BEYAN EDİLMEZSE

AYŞE TEYZE VERGİDEN KURTULUYOR MU?

Zekeriya TEMİZEL Maliye Eski Bakanı

Geçen haftanın sosyal güvenlik ve tahkim ile dopdolu gündemine Ayşe teyzenin faiz vergisinden kurtarılması da girdi.

Sosyal güvenlik ve tahkim konusunda daha yeni görüş belirttiğimiz için Ayşe teyzeye yapılan iyiliği, haftanın gündemine aldık.

Faiz gelirleri bundan böyle beyan edilmeyecek, stopaj nihai vergi olacak.

Bu düzenleme yapıldığı zaman Ayşe teyze faiz vergisinden kurtulmuş oluyor mu?

Yoksa Ayşe teyzeler kullanılıyor mu?

Yeni çıkarılan yasa ile ilgili olmamamakla birlikte üzerinde çok tartışılan bir konu bu.

1993 yılının son günlerinde yapılan vergi düzenlemeleri ile 3 yıl sonra yürürlüğe girmek üzere getirilen bu hükmün başına gelenler, vergi reformununun başına gelenlerden farklı değil.

Yasaların çıkarılması o kadar önemli değil. Nasıl olsa işimize gelmeyenlerin uygulanmasına mani oluyoruz, düşüncesi hakim düşünce.

Yasa çıkalı 5 yıl olmuş.

İki yıl uygulanmış.

Şimdi kaldırılsın.

Neden?

Beyanname verme külfeti, altından kalkılamaz külfetmiş!

Otuz bin dolayındaki yüksek faiz elde eden varlıklının yılda bir kez verecekleri beyannameyi dünyanın en büyük külfeti olarak gösterip bu yükümlülüğü kaldırmaya çalışanlar, suret-i Hak’ tan görünerek, stopaj oranlarının arttırılması suretiyle Devlete daha fazla ve peşin vergi sağlayacağını da ileri sürüyorlar.

Bu kişiler iki yıldır beyanname veriyorlar. Külfet, altından kalkılamaz bir külfetmiymiş? Kaldı ki, bu kişilerin büyük çoğunluğu başka faaliyetleri nedeniyle zaten beyanname veriyorlar. Beyannamelerine bir sayfa daha eklemek o kadar zor bir yükümlülük mü?

Yasanın kapsadığı kitle itibariyle bu savın geçerlilği olamaz.

(4)

O halde gerçek neden ne?

Vergi Adaleti Rafa mı Kaldırılsın ?

Türk vergi sisteminde adaleti sağlayan hükümlerden biri, az kazanandan az, çok kazananlardan çok vergi alınmasını sağlayan müterakki (artan oranlı) vergi tarifesi. Gelirin vergilendirilmesinde sabit oranlı stopajla yetinilirse, bu adaleti gerçekleştirmek olanaksızlaşır.

Devletin kolaycılığı seçerek adaletten vazgeçmesi bile beklenemez.

O halde belirli miktarın üzerinde geliri olanlardan artan oranlı tarifeye göre vergi alınması gerekir.

Bunun için de değişik kaynaklardan elde edilen gelirlerin birleştirilerek beyan edilmesi tüm dünyanın uyguladığı bir yöntemdir.

Ekonomik faaliyetinden elde ettiği gelirleri gizleyerek kendi şahsi hesaplarında gösterenlere, “bu gelirin vergisini ödedin mi?” diye sorulmayacak. Şirketten kaçırılan gelirler bankalarda şahsi hesaplara yatırılacak, elde edilen faizler sadece %12 stopaja tabi tutulacak.

Gelirler birleştirilmeyecek, böylece %12 nihai vergi olacak Bu bile masumane bir istek olarak kabul edilebilir.

Peki paralarını off-shore bankalarda tutarak stopaja da tabi olmayanların kazancı ne olacak?

Eksik bilgi ile yada kasıtlı olarak tartışmayı saptıranlar halkın sağduyusu ile alay edenler, beyanname verme sınırını geçen onbinlerce vergi yükümlüsünün paralarını off-shore bankalarda tuttuklarını bilmiyorlar mı?

Stopaj oranları %15’e çıkarılarak devletin gelir kaybı, hem de peşin alınarak telafi edilebilirmiş!

Otuz bin dolayında ve trilyonlarca lira faiz elde edenlerden vergi almamak için beyanname verme sınırının altındaki, yüz binlerce küçük tasarruf sahibine daha fazla vergi salmanın adalete bağdaşır bir yanı var mı?

Geçen yılın verilerini dikkate alarak, konuyu açıklığa kavuşturalım.

Ayşe Teyzenin Beyannamesi Bir Araç Mı?

Emekli Ayşe teyze, 1998 yılında parasını ülkedeki bankalardan birine yatırdı ve 10 milyar lira faiz geliri elde etti. Bu gelirden % 12, yani 1,2 milyar vergi kesintisi yapıldı. Ayşe teyzenin 1998 yılında beyanname verme yükümlülüğü yok. 1,2 milyar onun nihai vergisi.

Peki Ayşe teyzenin gerçek vergi yükü ne?

(5)

1998 yılı için faiz gelirlerini enflasyondan arındırma katsayısı % 78. Yani Ayşe teyzenin gelirinin 7 milyar 800 milyon lirası enflasyondan gelmiş. Gerçek geliri 2,2 milyar lira.

Gerçek geliri 2,2 milyar lira olan Ayşe teyzeden 1,2 milyar lira vergi alınmış, vergi yükü % 54.

Vergi tarifesi değişikliğinden sonra yapılması gereken, stopaj oranlarının yükseltilmesi değil düşürülmesidir.

Vergi idaresi de bu hazırlığın içerisinde idi.

Eğer stopaj oranları, şu anda vergi dehalarının önerdiği bibi % 15 olsaydı, Ayşe teyzenin vergi yükü % 61 olacaktı (hesaplamada % 10’ luk fon payı dikkate alınmadı).

Ayşe teyzeyi büyük olasılıkla vermeyeceği beyannamenin külfeti ile korkutup vergi yükünü ağırlaştıracaklar, ancak bu uygulamadan da başkaları kazançlı çıkacak.

Kazançlı Çıkan Ali Bey

Ali bey ise parasını off-shore bankada tuttu ve 1 trilyon lira faiz geliri elde etti.

Yurtdışı sayılan bu bankadan aldığı faiz nedeniyle bir kuruş vergi kesintisi yapılmadı.

1999 yılında yürürlüğe giren gelir tanımı yürürlükte kalsaydı, Ali bey er geç kendisine, bu paranın vergisini ödedin mi diye sorulacağını bilecekti ve bu gelirini beyan edecekti.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ nin yurttaşı olan Ali beyler, dünyanın neresinde olursa olsun, elde ettikleri kazançlarını Türkiye’ de beyan etmek zorundaydı. Başka ülkelerde o kazanç için ödediği bir vergi varsa onu da mahsup etme hakkına sahipti.

Ali bey, beyanname verseydi net geliri olan 220 milyar lira üzerinden % 40 dolayında, yaklaşık 90 milyar lira vergi ödeyecekti.

Şimdi off-shore bankadan elde ettiği faiz gelirini beyan etmesi Ali beyin vicdanına, maliyenin bu beyan edilmeyen geliri yakalaması ise mucizeye kaldı.

Ali bey beyanname vermezse vergi kaçakçısı durumuna düşer.

Doğru.

Ancak şu anda tüm gücümüzle savunduğumuz ve ekonominin dinanizmini

bağladığımız kişiler göğüslerini gere gere kayıt dışı paralarının olduğunu söylemiyorlar mı?

Yani, vergi kaçakçılığı yaptık demiyorlar mı?

Bu kazançlarımızı kayıt içerisinde almaya kalkarsanız biz de paralarımızı piyasaya sokmayız hatta ülkeden kaçırırız demiyorlar mı?

Vergi kaçakçısı durumuna düştüğü için utanan yada korkan bir Allah’ ın kulu var mı?

(6)

Şimdi faiz gelirleri için beyanname verilmesin diyenler Ali beyi doğabilecek bu yükümlülükten de kurtarmanın bir yolunu bulmazlarsa Ali bey parasının izi sürülmeyecek başka bankalara kaçırmaz mı? Olan da Türk bankalarının “off-shore” larına olmaz mı?

Maliye’ nin bu kazançların üzerine gitmesi halinde buradaki paralar, izi

sürülemeyecek başka off-shore’lara hemen kaçarlar. Daha sonra da aklanmış, paklanmış bir vaziyette, onurla Türkiye’ nin kalkınmasına katılmak üzere geri dönerler ve kaynakla ilişkisi kurulamayacak bu gelirlere hiç kimse soru bile soramaz.

Öyle değil mi Ali bey?

Ülkesinden Kaçmayan Halis Beyin Durumu

Halis beyler ise hesaplarını başka türlü yaptılar.

1998’ de stopaj oranı sıfır, faiz oranı % 100 olan 1 trilyon liralık devlet tahvili aldılar.

Paralarını özellikle, Şubat vadeli tahvillere yatırdılar. Şubat 1999 tarihinde aldıkları 1 trilyon liralık faizi 2000 yılının mart ayında beyan edeceklerini düşününerek, aynı parayı, faizi ile birlikte, yeniden Devlet tahviline yatırdılar. Şubat 2000 tarihinde alacakları 2 trilyon lira faizi 2001 yılında beyan etmeyi düşünüyorlardı. Yapılan düzenlemeler açıklandığı gibi gerçekleşirse Halis bey elde etmiş olduğu faiz gelirinden bir kuruş vergi ödemeyecek.

Çünkü devlet tahvili ve Hazine Bonosu’ ndaki stopaj oranı yükseltilebilir. Ancak bu hükümler bundan sonra çıkarılacak tahviller için uygulanacağından Halis beyin 1999 ve hatta 2000 geliri bundan etkilenmez.

Zaten stopaj oranı yükselirse Halis beyler derhal faizleri yükselterek bunu devlete ödetirler.

Ali beyi ve Halis beyi bu yükümlülükten kurtaranlar, emekli Ayşe teyzenin vergi yükünü % 54’ den % 61’ e çıkararak bunu telafi edecekler.

Ayda 1 milyar lira faiz geliri elde eden kaç Ayşe teyze var.

Keşke çok olsalar.

O Ayşe teyzeler, ayda bir milyar lira faiz alsalar, bırakın yılda bir kereyi her gün beyanname vermeye razı olurlar.

Ayşe teyzeler, Ali ve Halis beylerin vergiden kurtarılması için izlenilen stratejide bir araç olarak kullanıldılar.

Belirli çıkarlar savunulabilir ama açık yüreklilikle yapılmalıdır. Hiç değilse toplum,

neyin kimin için savunulduğunu bilir.

(7)

YARIŞ ATI YETİŞTİRİCİLİĞİ ve KOŞU FAALİYETLERİNİN TÜRK VERGİ SİSTEMİ’ NDEKİ YERİ

Metin BAŞER İSMMMO Başkan Yardımcısı GİRİŞ

Yürürlükte bulunan Türk Vergi Sistemi içinde at yetiştiriciliği ve at koşturuculuğu ile ilgili olarak özel tanımlamalar ve düzenlemeler mevcut değildir.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 52. 53. ve 54. maddelerinde, zirai kazançlarda vergileme bölümünde diğer zirai faaliyetlerle birlikte ele alınmış, 01.01.1999 tarihinden itibaren yenilikler yapılarak, satış hasılatı sisteminden vazgeçilmiş, işletme büyüklüğü veya hayvan sayısı esasına göre vergileme yapılacağı belirtilmiştir.

Aşağıdaki bölümlerinde at sahipleri, at yetiştiricileri, jokeyler, antrenörler ve müşterek bahisçiler değerlendirilmiştir.

YARIŞ ATI YETİŞTİRİCİLERİ ve SAHİPLERİNİN DURUMU

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 29. maddesi aşağıdaki gibidir.

MADDE 29 : TEŞVİK İKRAMİYE ve MÜKAFATLAR

Teşvik gayesiyle verilen aşağıda yazılı ikramiye ve mükafatlar Gelir Vergisinden müstesnadır.

1- İlim ve fenni, güzel sanatları, hayvan yetiştirilmesini ve memleket bakımından faydalı olan diğer işleri ve faaliyetleri teşvik maksadıyla verilen ikramiyeler ve mükafatlar.

Bu kanun hükmü 1960 yılından günümüze kadar hiç değişmemiştir. Maliye Bakanlığı ile at sahipleri ve yetiştiricileri arasında sürekli ihtilaf konusu halinde olan bu maddeye ilişkin olarak ilk defa 31.12.1998 tarih ve 23570 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanan 219 sayılı Gelir Vergisi Genel Tebliği ile açıklık getirilmiştir.

Tebliğin ilgili bölümü aşağıdaki gibidir.

YARIŞ ATI YETİŞTİRİCİ ve SAHİPLERİNİN VERGİLENDİRİLMESİ Yarış atı yetiştirici ve sahiplerine yapılan ödemelerden (teşvik pirimi ve ikramiye gibi ödemeler dahil) Gelir Vergisi Kanunun 94. maddesinin birinci fıkrasının 11 numaralı

bendinin (a) alt bendi uyarınca Gelir Vergisi Tevkifatı yapılacaktır. İşletme büyüklüğü ölçüsünü aşmayan çiftçilere yapılan bu tür ödemelerden kesilen vergi bunların nihai vergisi olacaktır.

Yukarıda bahsedilen işletme büyüklüğü ölçüsü, iki yaşından küçük ve iş hayvanları

dışında 150 atı bulunan, biçerdöveri ve 10 yaşından küçük ikiden fazla traktörü olamayan

(8)

çiftçiler küçük çiftçi kabul edilmekte, elde edilen hasılattan %2 stopaj yapılması halinde nihai vergileme oluşmaktadır.

%2 stopaj müstahsil makbuzu ile yapılması gerekir. Müstahsil makbuzu Vergi Usul Kanunun 235. maddesinde tarif edilmiştir.

MÜSTAHSİL MAKBUZU

Birinci ve ikinci sınıf tüccarlar ile defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçiler, gerçek

usulde vergiye tabi olmayan çiftçilerden satın aldıkları malların bedelini ödedikleri sırada iki

nüsha makbuz tanzim etmeye ve diğerini ona imzalatarak almaya mecburdurlar ...

TÜRKİYE JOKEY KULÜBÜNDEN ALINAN İKRAMİYELERİN BELGELENMESİ 01.01.1999 tarihinden itibaren yarış atı yetiştiricileri ve yarış atı sahipleri TJK’ dan alacakları teşvik pirimi ve ikramiyelerden %2 Gelir Vergisi, %1 Fon Payı, %10 jokey montu,

%10 antrenör montu ve %1 seyis tazminatı fonu kesilmiş şekliyle alacaklardır. Bu vergileme nihai vergileme olacaktır (at sayısı 150.000 in altında kalması halinde).

ÖRNEK : TJK tarafından düzenlenen koşuda at sahibi Bay A’ nın atı birinci gelmiştir. Birinciye ödenecek brüt ikramiye 10 milyardır. Yapılacak kesintiler ve ödenecek net ikramiye aşağıdaki gibidir.

KAZANILAN İKRAMİYE 10.000.000.000.- TL

KESİNTİLER 2.220.000.000.- TL

- Gelir Vergisi %2 200.000.000.- TL - Fon Payı %10 20.000.000.- TL - Jokey Payı %10 1.000.000.000.- TL - Antrenör %10 1.000.000.000.- TL

TOPLAM 2.220.000.000.- TL

ÖDENECEK NET İKRAMİYE 7.780.000.000.- TL

AT SATIŞLARININ DURUMU

Vergi kanunlarında yapılan değişiklikle, mükelleflerin kazançları kaynakta aranması yerine “Nereden Buldun ?” sorusu ile tasarruf ve harcamalara kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve irat gelir sayılarak “Net artış” teorisi benimsenmiştir. Bu benimsemeye göre gelirin tanımı değiştirilerek vergisiz kazanç ve irat kalmamıştır.

At sahiplerinin, sahibi oldukları atları satmaları halinde elde edecekleri kazancın

vergilemesi söz konusu olmaktadır. Şayet satışları bir ticari şirkete veya gerçek usulde bir

gelir vergisi mükellefine; dernek veya vakfa olması halinde atı alan yukarıdakilerden biri

olması durumunda; alan müstahsil makbuzu düzenleyecek ve gelir vergisi stopajı yapacak,

satan için bu vergileme nihai vergi olacaktır. Vergi mükellefi olamayan iki kişi arasında

yapılan satışlar, Gelir Vergisi Kanununun 80. maddesine göre vergilenecektir.

(9)

Bu madde hükmüne göre vergilendirme yapabilmek için bir takvim yılı içinde elde edilen diğer kazanç ve iratlar kapsamındaki gelirin, 103. maddede yazılı tarifenin birinci ve ikinci gelir dilimleri toplamının yarısını aşması şarttır. Bu rakam 1999 takvim yılı için 3.5 milyardır. Bu maddeye göre yapılacak vergilenmeye esas olacak matrah Gelir Vergisi Kanununun 82. maddesinde açıklanmıştır. Maddeye göre satış bedeli ile alış bedeli (alış bedelini ispat etmek zorunluluğu var) arasındaki müspet fark 3.5 milyarı aşması halinde gelir vergisine tabi tutulacaktır. Alış bedeli (maliyet badeli) bilinemiyor veya tespit edilemiyorsa yasanın aynı maddesine göre bu bedel vergi Usul kanunu hükümlerine göre takdir

komisyonlarınca yapılacaktır. Atların iktisap bedeli (sahip olduğu zamanki değer) satışın yapıldığı ay hariç olmak üzere Devlet İstatistik Enstitüsünce belirlenen toptan eşya fiyat endeksindeki artış oranında artırılarak tespit edilir.

Konuyu rakamsal örnek ile açıklayacak olursak;

Bay A Ocak 1999 tarihinde tarım işletmelerinden 15.000.000.000.- Tl’ ye bir at satın almıştır. Aralık 1999 tarihinde 25.000.000.000.- TL’ ye satmıştır. Alıcı ve satıcı gerçek usulde gelir vergisi mükellefi değildir. Ocak / Kasım 1999 tarihleri arası toplam TEFE (Toptan Eşya

Fiyat Endeksi) % 60’ tır. Bay A nın vergi kanunları karşısındaki durumu aşağıdaki gibi olacaktır.

AT ALIŞ BEDELİ 15.000.000.000.-TL

TEFE ARTIRIMI %60 9.000.000.000.- TL (15.000.000.000 x %60)

ARTIRILMIŞ MALİYET BEDELİ 24.000.000.000.- TL

SATIŞ BEDELİ 25.000.000.000.- TL

ELDE EDİLEN KAR 1.000.000.000.- TL

Elde edilen kar 3.5 milyarın altında kaldığı için her hangi bir vergileme söz konusu değildir. Şayet satış fiyatı 33 milyar olsa idi kar 9 milyar olacaktı, dolayısıyla

9.000.0000.000 – 3.500.000.000 = 5.500.000.000 gelir vergisine tabi olacak idi.

5.500.000.000.- TL’ nin Gelir Vergisi 1.025.000.000.- TL Fon Pay 102.500.000.- TL

olmak üzere 1.127.500.000.- TL vergi ertesi yıl 3 eşit taksitte ödenecektir.

Satış işlemi bir kuruma, şirkete, derneğe, vakfa, veya gerçek usulde gelir vergisi mükellefine yapılması halindeki durum;

Vergi mükellefi olmayan at sahibi yukarıdaki kişi veya kurumlara satış yapması halinde;

SATIŞ BEDELİ 33.000.000.000.- TL

GELİR VERGİSİ STOPAJ %2 660.000.000.- TL

(10)

FON PAYI 66.000.000.- TL KESİNTİLER TOPLAMI 726.000.000.- TL

JOKEY ve ANTRENÖRLERİN DURUMU

Jokey ve antrenörler bir işverene bağlı olmaksızın çalışan bağımsız serbest meslek erbabıdırlar. 01.01.1999 tarihinden önce Götürü Serbest Meslek Erbabı oldukları kabul edilen bu kişiler için vergi kanunlarında yapılan değişikliklerle götürü usul kaldırıldığı için bunlar gerçek usulde serbest meslek erbabı konumundadırlar.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 65. maddesi serbest meslek kazancını aşağıdaki gibi tanımlamıştır.

“Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır.

Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade mesaiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyeti olmayan işlerin işverene bağlı olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.”

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi jokeyler antrenörler serbest meslek erbabı olmaları nedeniyle serbest meslek kazanç defteri tutacaklar, serbest meslek makbuzu düzenleyeceklerdir.

Türkiye Jokey Kulübü, jokeyler ve antrenörler yapmış olduğu ödemelerden (montlardan) %15 gelir vergisi, %10 fon payı, kesecektir, bu kesintiler vergi dairesine muhtasar beyanname ile bildirilip, ödemesini yapacaktır. Jokey ve antrenörler ise bu kesintileri yıllık verecekleri gelir vergisi beyannamelerinden mahsup edecekler.

SEYİS ve TARIM İŞÇİLERİNİN DURUMU

Seyis ve tarım işçilerinin durumunda eski vergi yasasına göre bir değişiklik olmamıştır. Gelir Vergisi Kanununun 23/2 maddesinde “Gelir vergisinden muaf olanların veya gerçek usulde vergilendirilmeyen çiftçilerin yanında çalışan işçilerin ücretleri gelir vergisinden istisnadır” şeklinde düzenlenmiştir. Bu işçiler için sadece SSK pirimi

ödenecektir.

MÜŞTEREK BAHİSLERDEN KAZANILAN İKRAMİYELERİN DURUMU Konu ile ilgili olarak 31.12.1998 tarih ve mükerrer sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanan 28 nolu Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu Genel Tebliğinde detaylı bir şekilde açıklanmıştır.

Söz konusu tebliğin ilgili bölümü aşağıdaki gibidir.

“Veraset ve intikal Vergisi Kanununun 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde ivazsız intikal, hibe yoluyla veya herhangi bir tarzda olan ivazsız iktisaplar olarak

tanımlanmış, aynı bendin parantez içinde de maddi ve manevi zarar karşılığı verilen tazminatların ivazsız sayılmayacağı belirlenmiştir.

Türkiye Jokey Kulübünce düzenlenen at yarışları üzerine oynayan müşterek

bahislerde; kişiler müşterek bahise katılmak için bir bedel ödemekte, tahminlerde bulunmakta

ve tutması halinde kendilerine ikramiye ödenmektedir. Ancak genellikle, bahise katılanların

(11)

ödedikleri miktar ile kazanılan ikramiyeler arasında önemli fark olmakta, dolayısıyla ivazlar arasında nispetsizlik bulunmaktadır. İvazlar arasındaki bu nispetsizlik göz önünde

bulundurularak, söz konusu ikramiyelerin ivazsız intikal kabul edilmesi ve istisna tutarını aşan kısmının vergilendirilmesi gerekmektedir.

Bu durumda, bahise katılanların kazandıkları ikramiyelerin istisna tutarını geçmesi halinde (İstisna tutarı, 1999 yılı için 213.000.000.- TL’ dir); bu tutarı, hukuken iktisap

ettikleri

tarihten itibaren bir ay içinde Türkiye Jokey Kulübünün bağlı olduğu yer vergi dairesine beyan etmeleri gerekmektedir. Ancak, Vergi Usul Kanununun 4. maddesinin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak söz konusu beyannamelerin ikramiyeyi kazananların

ikametgahlarının bağlı bulunduğu yer vergi dairesine verilmesi uygun görülmüştür.

Dolayısıyla, bahise katılanlar, kazandıkları ikramiyeleri ikametgahlarının bağlı olduğu yer vergi dairesine beyan edeceklerdir. Beyan üzerine tahakkuk edecek veraset ve intikal vergisi ise 3 yılda ve her yıl Mayıs ve Kasım aylarında olmak üzere toplam altı eşit taksitle

ödenecektir.

At yarışları üzerine düzenlenen bahislerden kazanılan ikramiyeler, Veraset ve İntikal Vergisi Kanununun 16. maddesinde tevkifat yapılacak ödemeler arasında sayılmadığından, bu ödemelerden Türkiye Jokey Kulübü tarafından herhangi bir tevkifat yapılmayacaktır.”

GENEL KURAL

Bir kazanç ve irat;

- Veraset ve intikal vergisi konusuna giriyorsa, - İstisna sınırını aşmıyorsa,

- Yasada istisna olarak sayılmışsa,

gelir vergisine göre vergilendirilmeyecektir.

SONUÇ

Yarış atı yetiştiriciliği ve koşturuculuğu, bölümler halinde detaylıca yukarıda

açıklanmıştır. Özellikle at sahiplerinin, at satışlarında dikkat etmeleri gereken hususlar ilgili bölümde örneklerle açıklanmıştır.

Müşterek bahislerde kazanılan ikramiyelerin vergilendirmesi bürokrasi yaratacaktır.

Bu hususta, kaynakta stopaj sistemi getirilmesinde fayda vardır.

(12)

GÜNDEMDEKİ REFORM, SOSYAL GÜVENLİK...

Kemal KILIÇDAROĞLU SSK Eski Genel Müdürü

1. Giriş

Türkiye’ de sosyal güvenlik sisteminin ciddi açmazlarla karşı karşıya olduğu bir gerçek. Sorun tek boyutlu olmaktan çoktan çıkmıştır. Finansman sorunundan, kurumların yeniden yapılanmasına kadar bir dizi sorun, sosyal güvenlik sisteminin bünyesinde barınmaktadır. Özellikle 1992’ den bu yana tartışılan bu sorunu artık sokaktaki yurttaş da bilmektedir. Ancak ne yazık ki, sokaktaki yurttaşın bildiği pek çok sorunu sayın Bakan yeni öğrendiğini itiraf ediyor. Doğrudur. Çünkü siyasilerimiz, oy uğruna sorun yaratma ve daha sonra içinden çıkılamaz noktaya gelinde de dışarıdan bir unsurun devreye girmesiyle sorunu – zorunlu olarak – çözme konusunda deneyim kazandılar !. İrtica konusunda askerler, sosyal güvenlik konusunda da IMF örneğinde olduğu gibi... Oysa yapılması gerekenler çok önceden biliniyordu ve Devletin arşivlerinde vardı. Örneğin SSK, emeklilik sigortasında ilk açığını 1974 yılında vermiştir. 1974’ ten önce de İLO uzmanı Zelenka 1971 yılında dönemin hükümetine verdiği raporda, yaklaşan tehlikeyi belirtmiş ve önlem alınmasını istemiştir. Ama bırakın önlem almayı, biz Zelenka’ ın raporundan sonra, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi 12 borçlanma yasası çıkardık. 1992 yılına kadar her şey günlük gülistanlık olarak kamuoyuna sunuldu. Hatta 1990’ da kriz kapıdayken , getirilen bir süper emeklilik uygulamasıyla paralar toplandı ve böylece iki yıl daha kazanılmış oldu. Aslında sorunlar hep vardı ve biliniyordu.

Ancak ısrarla kamuoyunun gündemine getirilmiyordu. 1992 yılında SSK Hazinenin kapısını çalmaya başlayınca, sorun kamuoyunun gündemine gelip oturdu. Çünkü Hazinede sosyal güvenliğe ayrılan bir para yoktu.

Emekli Sandığı ise bir kapalı kutuydu. Kaldı ki Emekli Sandığı’ nın açık vermesi çok da önemli değildi. Çünkü bu sandığın üyelerinin işvereni zaten Devletti. Bağ-Kur, en genç sosyal sigorta kuruluşuydu. Ama politikacıların. Kaynaklarını, en hızlı ve en acımasızca tükettikleri Kurum bu oldu. 1971’ de kurulan Kurum 1990’ ların başında emeklilerine maaş ödeyemez duruma geldi.

2. Bilinen Gerçekler..

SSK konusunda bilinen pek çok gerçek var. Örneğin:

 SSK Türkiye nüfusunun yarısına 7 ayrı dalda sigorta hizmeti vermektedir.

 SSK Genel Bütçeden sonra en büyük bütçeye sahip kuruluştur.

 SSK kuruluş yasasında “idari ve mali açıdan özerk bir kuruluş” olarak tanımlanmasına

karşın, bugün ne idari ne de mali özerkliği olmayan bir kuruluştur. Bu ilke Emekli

Sandığı ve Bağ-Kur içinde geçerlidir. Üç sosyal güvenlik kuruluşuna da atamayla

gelenler egemendir. Kurumların asıl sahipleri olan, pirim ödeyen sigortalıların söz hakkı

sınırlıdır.

(13)

 SSK’ da genel müdürlerin ortalama görev süresi 1 yıl yedi aydır. Makamına oturan Genel Müdür çevresini tanımadan görevden alınmıştır. Bu durum Emekli Sandığı ve Bağ-Kur içinde geçerlidir.

 SSK hastaneleri bugün, Sağlık Bakanlığı standartlarına göre 21.000 eksik kadro ile çalıştırılmaktadır. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki, hastanede ne kadar kötü hizmet verilirse muayenehaneler o kadar iyi çalışacaktır. Ve “SSK Hastaneleri iyi çalışmıyor.

Bunları özelleştirelim” söylemlerine haklılık kazandıracaktır. Oysa 1996 verilerine göre Sosyal Sigortalar Kurumunda sigortalı başına 43.8 dolar sağlık harcaması yapılırken, bu rakam Bağ-Kur’ da 54.5 dolar, Emekli Sandığında ise 224.2 dolardır. Türkiye’ de kişi başına ortalama sağlık harcaması ise 114.2 dolardır. Özelleştirme şampiyonlarının öncelikle bu gerçekleri görmeleri gerekir. Daha açık bir söylemle SSK 1996 yılında Emekli Sandığı gibi sağlık hizmeti üretmeyip, dışarıdan satın alsaydı Hazineden ayrıca 351 trilyon liralık katkı yapmasını isteyecekti.

 SSK yatırımlarında özerk değildir. Yatırımların yapılacağı yeri ve yatırım ödeneklerini sonuçta Yüksek Planlama Kurulu karara bağlar. O nedenledir ki, SSK yatırımları, gerçek gereksinmelerin olduğu yerlere değil, sayın bakanların seçim bölgelerine yapılır.

Örneğin, İstanbul’ un nüfusu son 10 yılda olağanüstü artarken bu süre içinde SSK sağlık tesislerinin yatak kapasitesi artmamıştır. Oysa İstanbul nüfusunun yaklaşık %80’ i sigortalıdır. Bu çarpık yapı Emekli Sandığı ve Bağ-Kur içinde geçerlidir.

 Sosyal Güvenlik Kuruluşları 1980 sonrası çıkarılan “tasarruf genelgelerinin” kurbanı olmuşlardır. Kurşun kalem almak için dahi Başbakanlıktan izin alma zorunluluğu getirilmiştir. Öyle ya bu kuruluşların “idari ve mali” özerklikleri vardı!. Harcama kapıları kapanan bu kuruluşların hizmet kaliteleri özellikle ve bilinçli olarak düşürülmüştür. İzin almadan kurşun kalem almanın hesabı sorulurken, dışarıdan trilyonlarca liralık hizmet almanın bırakın hesabının sorulması, bu da bilinçli olarak özendirilmiştir.

 Sosyal Güvenlik Kuruşlarının birikimlerini yıllar yılı Devlet kullanmıştır. SSK’ dan bir örnek vermek gerekirse, 1970 – 1994 yılları arasında, Kurum birikimlerini enflasyonun 5 puan üzerinden değerlendirebilseydi, 1994 yılı sonunda Kurumun kasasında 11.7 milyar dolar para olacaktı. Ama maalesef düşük faizli Devlet tahvili ve Hazine Bonosuyla Kurumun kaynakları hızla tüketilmiştir. Halen SSK topladığı pirim ve diğer gelirlerini Ziraat Bankasının vadesiz hesabına sıfır faizle yatırmak zorundadır. Bütçe yasasına konulan ve açıkça Anayasaya aykırı olan bu düzenlemeyle SSK kaynakları sıfır faizle kullanılmaya devam edilmektedir. Bu düzenlemede maalesef sol bir partinin Maliye Bakanınca gerçekleştirilmiştir.

 Bugün SSK ve Bağ-Kur Genel Sağlık Sigortasını uygulayan kuruluş durumundadır.

Örneğin, SSK diyaliz hastalarının %86’ sına tek başına bakmaktadır. Diğer tüm pahalı tedavilerin yarısından fazlasını SSK finanse etmektedir.

 SSK Hastanelerinde yatak başına yılda 42.4 hasta tedavi görürken, bu rakam üniversite

hastanelerinde 20.6, Devlet hastanelerinde 35.8’ dir. Başka bir deyişle SSK hastanelerinde

bir yatakta yıllık bakılan hasta sayısı Üniversite hastanelerinden %105.8 daha fazladır.

(14)

 SSK Türkiye’ de konut sorununun çözümüne en etkili katkıyı yapan kuruluştur. On binlerce işçi ailesini konut sahibi yapmıştır.

 Bilinen bir diğer gerçek ise, oransal olarak SSK’ nın mali durumunun diğer iki sosyal güvenlik kuruluşundan daha iyi olmasıdır.

 Sosyal Güvenlik Kuruluşları, siyasilerin rahatlıkla at koşturdukları bakir bir alan durumundadır. Halen de öyle görünmektedir. Bunun en somut örneği ise Bağ-Kur’ dur.

Bağ-Kur en genç sosyal sigorta kuruluşudur. 1971 yılında kurulmuştur. Birikimlerinin çok iyi olması nedeniyle bir dönem ikinci boğaz köprüsünün yapına talip olmuştur. Ama aynı Bağ-Kur, oy avcılığı uğruna ilk batan kuruluş olmuştur.

 Siyasal müdahalelerin bir diğer örneği de, bu kuruluşların kaynaklarına göz dikerek,

“sosyal sigorta ilkelerine aykırı” bir şekilde, bu kuruluşların kaynaklarının pirim karşılığı olmayan ödemelere tahsisidir. “Sosyal yardım zammı” uygulaması bunun en somut örneğidir. Üç sosyal güvenlik kuruluşu da yıllar yılı, karşılığında pirim almadan, birikmiş kaynaklarını sosyal yardım zammı adı altında ödemişlerdir. Oysa bu ödemelerin kaynağının Genel Bütçe olması gerekirdi. Çünkü bu kuruluşlar birer “sosyal yardım kuruluşu” değil, “sosyal sigorta” kuruluşudurlar. Ama ne acıdır ki, bu gerçek bilindiği halde SSK ve Bağ-Kur, bu ödemeyi halen yapmaktadır.

 Sosyal Sigortalar Yasasında 1994 yılında yapılan bir değişiklikle ölçümleme uygulamasına son verilmiş ve böylece inşaat sektöründe kayıt dışı istihdamın yolu açılmıştır. O kadar ki, 20 katlı bir binayı yapan müteahhidin “binayı yaparken hiç işçi çalıştırmadım” söylemine karşılık, İdareye bu söyleme uyma dışında, hiçbir yaptırım olanağı bırakılmamıştır. Daha da acısı, 1982 – 1994 yılları arasında “bir tek” sigorta müfettişi dahi Kuruma alınmamıştır.

1. Sosyal Tarafların Sorumluluğu...

Sosyal güvenlik sisteminde değişiklik yapmak, vergi sisteminde değişiklik yapmaktan çok daha zordur. Çünkü bu sistemin tarafları oldukça güçlüdür. İşçi ve işveren sendikaları, gibi örgütler, seslerini çok daha güçlü olarak çıkarabilmektedirler. Bu nedenledir ki, sosyal içerikli yasalar öncelikle “Ekonomik ve Sosyal Konsey” de görüşülür. Ekonomik ve Sosyal Konsey’ in özelliği, sosyal tarafları doğrudan ilgilendiren konularda, Hükümetle uzlaşma sağlamaktır. Çünkü uzlaşılan konuların Parlamentodan sorunsuz geçme şansı çok yüksektir.

Türkiye’ de oluşturulan Ekonomik ve Sosyal Konsey’ in ciddi bir yasal dayanağı yoktur. Bir Başbakanlık genelgesiyle oluşturulmuştur. Oluşturulan Konsey’ de sosyal tarafların ağırlığı yeterli düzeyde değildir. Üyesi olduğumuz OECD ülkelerinde ise Ekonomik ve Sosyal Konsey’ lerde sosyal taraflar ağırlıktadır. Pek çok konuda olduğu gibi, Türkiye bu konuda da istisnadır.

Ekonomik ve sosyal Konsey’ lerin oluşturulmasındaki ana neden, sosyal tarafları sorumluluğa

ortak demektir. Bu ortaklığın gerektirdiği sorumluluk hükümetleri rahatlatmaktadır. Çünkü,

hükümetler, seçimlerde kendileri için risk oluşturacak konularda sorumluluğu geniş bir

tabanla paylaşmış olmaktadırlar. Kuşkusuz böyle bir ortamda sosyal taraflar görüş bildirirken,

ülkenin içinde bulunduğu koşulları dikkate almak zorundadırlar. Bir diğer anlatımla,

gerektiğinde özveride bulunmayı göze almak zorundadırlar. Bu özverinin sosyal taraflar

arasında dengeli olması gerektiği açıktır. Türkiye’ de politikacılar uzun yıllar Ekonomik ve

(15)

Sosyal Konseylere gereksinme duymadıkları (!) için, sorunları çözme konusunda ciddi adımlar atamamışlardır. Umarız ki bundan böyle sorunlar daha ciddi olarak ele alınır ve çözümlenir.

2. Ne Yapılmalı ?

Sosyal güvenlik kuruluşlarının ve sosyal güvenlik sisteminin rehabilitasyona

gereksinmesi olduğu bir gerçek. Ancak bunun toplumda ciddi dalgalanmalara yol açmadan yapılması gerekiyor. Derinleşen bu sorunun çözümünde toplumsal uzlaşma aranmalıdır.

Sorun sadece ve sadece ekonomik boyutuyla ele alınmalıdır. Çünkü sosyal güvenlik sisteminin merkezinde insanın var olduğu unutulmamalıdır. Sosyal tarafların görüş ve önerilerini dikkate almadan bir oldu – bitti havası içinde yasal düzenlemeler yaşama geçirilirse, daha ciddi toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu nedenledir ki, sosyal güvenlik sisteminde tek boyutu radikal düzenlemelerden kaçınılmalıdır.

3. 102 Sayılı İLO Sözleşmesi

Sosyal güvenlik sisteminin bir diğer özelliği de, bu sistemin bir zincirinin halkaları gibi birbirini tamamlamasıdır. Sistemdeki eksiklik, sosyal sigorta uygulamalarında ciddi zaaflara yol açmaktadır. Örneğin; Türkiye’ de bir “aile yardımları sigortası” nın olmayışı, bu işlevin sosyal sigorta kurumları tarafından yapılmasına yol açmıştır. Oysa Türkiye 102 sayılı İLO sözleşmesini imzalamıştır. Bu sözleşmeye göre Türkiye, iki dalda daha sigorta hizmeti vermeyi taahhüt etmiştir. Bunlardan biri, işsizlik sigortası, ikincisi ise aile yardımlarıdır.

4. Sistemin Can Damarı, Özerklik...

Sosyal güvenlik kuruluşlarının, idari ve mali açıdan, gerçekten de özerk hale

getirilmesinde bugün için bir görüş birliği vardır. Dolayısıyla bu konunun öncelik ve ivedilikle yasalaştırılması gerekmektedir. Bunun alt yapısı da hazırdır. Eksik olan siyasal iradedir. Sayın Okuyan, bu konuyu çözerse asıl o zaman tarihe geçecektir. Çünkü bir politikacı için asıl zor olan budur. Sayın Bakan nasıl, 1950’ lerdeki emeklilik yaşını istiyorsa, Kurumlarda ilk kuruluş yasalarında yer alan özekliklerini istiyorlar. Özerk olmanın faturasını bu kuruluşlar çok ağır bir şekilde ödediler. Kuşkusuz burada kastedilen özerklik, başına buyruk olma anlamında yorumlanmamalıdır. Özerk yönetimim aynı zamanda ciddi bir denetimi içerdiği de unutulmamalıdır. Bu kuruluşların özerk olması, aslında sosyal taraflara daha büyük sorumluluklar yükleyecektir. Çünkü, sosyal taraflar, kötü yönetimin sorumlusu olacaklardır.

5. Sorunsuz Bir Reform İçin...

Sosyal güvenlik kuruluşlarının özerkliği yanında, Sosyal sigorta sisteminde yapılacak Düzenlemelerde, kanımızca şu konuların birlikte ele alınıp, tek tasarı olarak parlamentoya sunulmasında yarar vardır.

1- Bugünkü emeklilik yaşının savunulacak yönünün olmadığı kanısındayız. Sosyal taraflarda

bu konuda farklı düşünmüyorlar. Ancak yaş yükseltilirken, başka önlemlerin alınması

gereği de açıktır. Aşağıda belirtilen asgari düzenlemeler yapılmadan, salt emeklilik

yaşıyla oynanması sorunu çözmez, sadece gündeme yeni sorunlar getirir. Bu nedenle

başta emeklilik yaşı ve geçiş süresi olmak üzere, yapılacak değişikliklerde toplumsal

(16)

uzlaşma sağlanmalıdır. Bunun için “Ekonomik ve Sosyal Konsey” e büyük görevler düşmektedir.

2- Emeklilik yaşı ile birlikte, “işsizlik sigortası” da aynı pakette yer almalıdır. İşsizlik sigortasının iki yönlü işlevi olacaktır. Bir yandan kişiye işsiz kaldığında belli bir ekonomik güvence sağlayacaktır. Öte yandan kayıt dışı istihdamı büyük ölçüde önleyecektir. Çünkü, kişi işsiz kaldığında, belli koşullarda işsizlik sigortasından gelir elde edeceğini bilirse, işveren üzerinden sigortalı olmak için baskı kuracaktır.

3- Sendikalaşma 1980’ den bu yana sürekli kan kaybetmektedir. Oysa demokrasinin kurumlaşmasında bu örgütlerin büyük rolü vardır. Sendikalaşma beraberinde toplu pazarlığı da getirdiğinden kayıt dışı istihdam biraz daha daralacaktır. Bu nedenle, parlamentoya sunulacak tasarını içine, en azından sendikalaşma ile ilgili “iş güvencesi”

hükümleri konulmalıdır.

4- Kuşkusuz, sade yurttaştan bu kadar özveri beklenirken, parlamenterler, “kıyak emeklilik” gibi bir uygulamayı gündeme dahi getirmemelidirler. En azından bunun sözü verilmelidir.

5- Sosyal güvenlikle ilgili parlamentoya gönderilecek tasarıların ekinde, en az yirmi yıllık

bir aktüerya hesabının bulunması zorunluluğu getirilmelidir. Bu hesabı, Kurum dışından

bağımsız kuruluşların yapması ilkesi benimsenmelidir. Böylece yapılan bir yasal

düzenlemenin, gelecekte bu kurumların üzerinde ne tür sonuçlar doğuracağını, tasarıyı

yasallaştırırken tüm parlamenterler görmüş olacaktır.

(17)

İŞTİRAK HİSSELERİNE ÖDENEN FAİZLER VE KUR FARKLARI

Şükrü KIZILOT* I- GİRİŞ

vergi uygulamasında, duraksamaya düşülen konulardan biri de, iştirak hisseleri nedeniyle ödenen faizler ve kur farkları ile ilgilidir. Bir serma- ye şirketinin, başka şirketlere ait hisseleri satın alarak, o şirkete iştirak etmesi sırasında, iştirak hissesi bedelinin döviz cinsinden ya da dövize endeksli olarak veya bankadan TL kredisi kullanılmak suretiyle borçlanılması nedeniyle, ödenen ya da yıl sonunda ortaya çıkacak olan kur farklarının, hisselerin alış be- deline mi dahil edileceği yoksa doğrudan gider mi yazılacağı, uygulamada tartı- şılan konular arasındadır.

Bu aşamada, olayın birkaç yönden açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Bunlar;

- Bir başka şirkete iştirak edilmesine bağlı kur farkları ve faizlerin, alış bedeli- nin bir unsuru olarak kabul edilip edilmeyeceği,

- Ayrıca aktifleştirme yoluna gidilip gidilmeyeceği,

- Kur farkları ve faizlerin gider sayılması halinde matrahtan indirilip indirileme- yeceği,

- Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinin son fıkrasında;

“Kurumların, kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarına ilişkin öde- melerin, kurum kazancından gider olarak indirilmesi kabul edilmez”

şeklindeki hükmüne istinaden, sözkonusu kur farkları ve faizlerin “kanunen kabul edilmeyen gider” sayılıp sayılmayacağı konularına ilişkindir.

Aşağıda, konu bu yönleriyle ele alınacak ve konuya ilişkin Danıştay Kararları ve Maliye Bakanlığı Özelgeleri (muktezaları) de belirtmek suretiyle açıklanacaktır.

II- KUR FARKI VE FAİZLERİN, ALIŞ BEDELİNİN UNSURU OLMA, AKTİFLEŞTİRME VE GİDER KAYDEDİLME DURUMLARI

A- ALIŞ BEDELİNİN UNSURU OLMA DURUMU

Vergi Usul Kanunu’nun 279. maddesinde “Türk ve yabancı esham ve tahvi- latın alış bedeli ile değerleneceği” hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, vergi hu- kukumuza 1964 yılında 685 Sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle gelmiştir. An-

* Gazi Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü Öğretim Üyesi, Gazi Üniversitesi Maliye ve Vergi Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

V

(18)

cak, değerleme ölçüsünün “borsa rayici” olarak belirlendiği değişiklik öncesi hükmünde de, borsada rayici bulunmayan hisse senedi ve tahvillerin alış bedeli ile değerleneceği belirtilmişti. Başka bir anlatımla, alış bedeli, değerleme ölçüsü olarak Vergi Usul Kanunu’nda 1950 yılından bu yana yer almaktadır. Buna rağmen değerleme ölçülerinin sayıldığı ve tanımının yapıldığı 261-268. madde- lerde “alış bedeli”nden söz edilmemektedir. Başka bir anlatımla alış bedeli, 1950’den bu yana yasal bir tanıma bağlanmış değildir.

Vergi Usul Kanunu’nun 262. maddesinde maliyet bedeli, “iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetiyle yapılan ödeme- lerle bunlara müte-ferri bilumum giderlerin toplamını ifade eder” şeklinde ta- nımlanmıştır. Buna göre, alış bedelinin maliyet bedelinden farklı olarak iktisaba (satın almaya) bağlı giderleri kapsamadığının kabulü gerekmektedir. Böyle olunca, alışa bağlı faiz ve kur farkı gibi giderlerin hisse senedinin satın alma be- deline dahil edilmeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Aslında, değerleme ölçüsü maliyet bedeli olan emtia ve sabit kıymetlerde dahi anılan giderler “iktisap bedeline ilişkin gider” olarak gözönüne alınmamaktadır.

Emtiada, faiz ve kur farklarından emtia maliyeti ve dönem sonu stoklarına pay ve- rilmesi gerektiği esasında inceleme bazında yapılan uygulamalar yargı mercilerin- ce onay görmemiştir. Sabit kıymetlerde de idarenin Genel Tebliğ bazındaki açık- lamalar, yalnızca ilk iktisap yılındaki faiz ve kur farklarının maliyete katılacağı, sonraki yıllara ait olanların maliyete katılması ve doğrudan gider yazılması husu- sunda mükelleflerin seçimlilik hakkına sahip oldukları şeklindedir (1).

Yukarıda yapılan açıklamalardan da fark edileceği gibi, hisse senedi alımına bağ- lı olarak sonradan doğacak faiz ve kur farklarının, alış bedelinin bir unsuru olarak gözönüne alınması mümkün değildir. İzleyen sayfalarda yer verilecek olan Maliye Bakanlığı Özelgesi de bu görüşü doğrulamaktadır.

B- AKTİFLEŞTİRME DURUMU

Kur farkı ve faiz şeklindeki giderlerin, hisse senedi alış bedelinden ayrı olarak ak- tifleştirilmesi, bunların Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinin son fıkrası uyarınca “kanunen kabul edilmeyen gider” sayılacak olmasının alternatif çö- zümü niteliği ile ele alınabilir. Burada sözü edilen giderler, “temettü geliri- iştirak kazancı”na bağlı sayıldığında 8. maddesinin son fıkra hükmü kapsamında değerlendirilebileceği düşünülebilir. Oysa hisse senetleri bir süre sonra satıldığın- da, satış kazancı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun geçici 23/a maddesindeki özel du- rum hariç, genel rejim uyarınca vergilenecektir. Bu takdirde ise, faiz ve kur farkı giderlerinin indirim dışı bırakılması sözkonusu olamaz. Başlangıçta yapılacak ka- nunen kabul edilmeyen gider değerlemesi ile, matrahtan indirim bu halde dahi gerçekleştirilmeme durumuna girer.

(1) Bkz. 163 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (21.11.1989 tarih ve 20349 Sayılı Resmi Ga- zete’de yayımlanmıştır).

(19)

Faiz ve kur farkları, iştirakin satın alma bedeline, en azından sabit kıymetlerde ol- duğu gibi ilk yıl itibariyle dahi, Vergi Usul Kanunu’nun 279. maddesinde bu yön- de bir hüküm olmadığı için katılmamaktadır. Bunların, bir yönü ile satın alma be- deli içinde aktifleştirmeden farklı sayılabilecek olan bağımsız olarak aktifleştiril- mesine olanak verecek yasa hükmü ise hiç yoktur. Öte yandan Maliye Bakanlı- ğı’nın faiz ve kur farklarını gider sayan ve izleyen sayfada yer verilecek olan özelgeleri, bu konudaki duraksamaları zaten ortadan kaldırmaktadır.

C- KUR FARKI VE FAİZLERİN DOĞRUDAN GİDER YAZILMASI

Başka şirketlere ait hisselerin alınması nedeniyle ödenen kur farklarının, doğru- dan gider yazılıp yazılamayacağı konusunda, hem Maliye Bakanlığı’nın Özel- geleri (muktezaları), hem de Danıştay’ın çeşitli kararları vardır.

Aşağıda, bunların her ikisine de, ayrı ayrı yer verilmiştir.

1- Maliye Bakanlığı’nın Görüşü

Maliye Bakanlığı’nın görüşü, başka şirketlere ait hisselerin alınması nedeniyle borçlanılan tutar üzerinden ortaya çıkan “kur farklarının ve faizlerin doğru- dan gider yazılabileceği” şeklindedir.

Maliye Bakanlığı’nın konuya ilişkin Özelgesi’ne (2) göre;

“...başka bir şirkete ait hisselerin alınması sırasında, iştirak hissesi bedelinin döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak borçlanılması durumunda ödenen yahut yıl sonunda borçların değerlemesinin yapıldığı tarihte ortaya çıkacak kur farklarının hisselerin alış bedeline dahil edilip edilmeyeceği hususunda, kur farklarının borcun fer’i değil, asli unsuru olduğundan ba- hisle iştirak hisselerinin alış bedeline dahil edilebileceği yönünde görüş bildirdiğiniz anlaşıl- mıştır.

Bilindiği gibi, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun iktisadi işletmelere dahil kıymetleri değer- lemeye ilişkin II. bölümünün Menkul Kıymetler başlıklı 279. maddesinde Türk ve yabancı esham ve tahvilatı alış bedeli ile değerlenir hükmü yer almıştır.

Buna göre, ödemeler veya dönem sonu değerlemeleri sırasına ortaya çıkan kur farklarının sözkonusu iştirak hisselerinin elde edilme maliyetine eklenmeyip, dönem giderlerine intikal ettirilmesi gerekmektedir.”

Maliye Bakanlığı’nın yukarıdaki Özelge’de belirtilen görüşü öteden beri devam etmektedir. Örneğin, aynı konudaki bir başka Özelge’si de (3) aşağıdaki gibidir.

“Verilen dilekçeden; dövize bağlı satış kredisi ile satın aldığınız (... A.Ş) iştirak hisselerinin ödemeler veya dönem sonu değerlemesi sırasında oluşan kur farklarının ne şekilde değerle- neceğinin sorulduğu anlaşılmıştır.

(2) M.B.’nin 04.05.1998 tarih ve B. 07.0.GEL.0.29/2948-279-31/016241 Sayılı Özelgesi (Özelge’nin tam metnine, Yaklaşım’ın elinizde bulunan Sayısı’nın “Özelgeler ve İç Genelgeler” bölümünde yer veril- miştir.

(3) M.B’nin 14.07.1995 tarih ve B.07.0. GEL.0-25/2948-279-15 Sayılı Özelgesi

(20)

213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun iktisadi işlemlere dahil kıymetleri değerlemeye ilişkin II.

bölümünün Menkul Kıymetler başlıklı 279. maddesinde Türk ve yabancı esham ve tahvilatı alış bedeli ile değerlenir hükmü yer almıştır.

Buna göre ödemeler veya dönem sonu değerlemeleri sırasında ortaya çıkan kur farklarının söz konusu iştirak hisselerinin elde edilme maliyetine eklenmeyip, dönem giderlerine intikal ettirilmesi gerekmektedir.”

Maliye Bakanlığı’nın, hisse senetlerinin satın alınmasından sonra doğan finans- man giderlerinin, “gider olarak muhasebe kayıtlarına intikal ettirilmesi gerekti- ği” konusundaki Özelgesi (4) de aşağıdaki gibidir.

“213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun iktisadi işletmelere dahil kıymetleri değerlemeye ilişkin II.

bölümünün Menkul Kıymetler başlıklı 279. maddesinde “Türk ve yabancı esham ve tahvilatı alış bedeli ile değerlenir.” hükmü yer almıştır.

Buna göre şirketinizce satın alınan hisse senetlerinin alınmasından sonra doğan finansman giderlerinin gider olarak muhasebe kayıtlarına intikal ettirilmesi gerekmektedir.”

Görüldüğü gibi, Maliye Bakanlığı iktisap yılı itibariyle dahi aktifleştirme olana- ğı tanımından ya da mükellefe, sabit kıymetlerde olduğu gibi, seçimlik hakkı da verilmeden, faiz ve kur farkı giderlerinin doğrudan gider kaydedilmesi görü- şündedir.

Hemen belirtelim, Maliye Bakanlığı’nın yukarıdaki Özelgeler’i vergi uygula- maları ile ilgilidir. Mali bilanço açısından aksine bir uygulama yapılması, vergi ziyaı doğurmadığı sürece, sözkonusu olabilir.

İştirak edinilmesine bağlı kur farkı ve faizler mali bilanço ve vergi matrahının tespiti bakımından gider yazılacak olmakla beraber, istendiğinde ticari bilanço açısından aktifleştirilmemesi için neden yoktur. Büyük boyutlu alışlarda kur farkı ve faizlerin gider kaydedilmesinin önemli zararlar doğmasına yol açması, hatta bu yüzden kurumun Türk Ticaret Kanunu’nun 324. maddesi kapsamına girmesi sözkonusu olabilir. Ticaret Kanunu açısından yapılacak değerlemede esas alınacak ticari bilanço düzenlenmesinde, vergi matrahından indirilen söz- konusu giderlerin aktifleştirilmesi bu sakıncayı önleyecektir.

2- Danıştay’ın Görüşü

Şirketin, iştirak hissesi alımında kullandığı banka kredileri için ödenen faizin, öz- sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz niteliğinde olmaması nedeniyle, gider olarak yazılmasının mümkün olduğu, konusunda Danıştay’ın çeşitli ka- rarları vardır.

Danıştay’ın bu konudaki bir kararının (5) sonuç kısmı aşağıdaki gibidir.

(4) M.B Özelgesi (Muktezası), 04.12.1997 tarih ve 29/2948-279/21/04013 (Özelge’nin tam metnine, Yaklaşım’ın elinizde bulunan Sayısı’nın “Özelgeler ve İç Genelgeler” ile ilgili bölümünde yer ve- rilmiştir.

(5) Dn. 4.D. 23.11.1994 tarih ve E. 1994/4049, K. 1994/1559 (Karar’ın tam metni için bkz. Şükrü KIZILOT, Danıştay Kararları ve Özelgeler, Cilt: 3, s. 471-472

(21)

“Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 15/1. maddesinde; öz sermaye üzerinden ödenen veya hesap- lanan faizlerin, kurum kazancının tespitinde indirim kabul edilmeyeceği belirtilmiş, aynı Kanun kurum kazancının tespiti esasları yönünden 13. maddesiyle yollama yaptığı Gelir Vergisi Ka- nunu’nun 41/3. maddesinde de, teşebbüs sahibinin işletmeye koyduğu sermaye için yürütüle- cek faiz ödemelerinin gider olarak indirilmesinin kabul edilmeyeceği hükmüyle paralellik sağ- lanmıştır.

Öz sermaye üzerinden ödenen faizlerin matrahtan indirilemeyeceği kuralı kurum ortak veya sahiplerinin koydukları sermayenin kar payı dışında nemalandırılmasının münkün olmadığını ifade eder. Dava konusu olayda tenkit konusu yapılan kredi faizlerinin kurumun bilanço karı yanında tahvil ihracıyla sağlanan dış kaynaklarla beraber bankalardan temin edilen krediler- den ileri geldiği ihtilafsızdır. Buna göre karşılıklı ortak ilişkileri mevcut olsa bile faizlerin mün- hasıran öz sermayenin nemalandırılmasına yönelik olduğu söylenemez. Söz konusu iştirak hissesi alımlarının, şirketin ana sözleşmesinde belirtilen amaçlara yönelik ve Ticaret Kanunu hükümlerine aykırılık göstermeksizin yapıldığı açıktır. Kaldı ki ilgili yıl bilançosunun incelen- mesiyle şirketin karlılık gösteren en büyük faaliyetinin bu hisse alımlarına ilişkin olduğu gö- rüldüğüne göre, asıl faaliyet konusunun imalat amacına yönelik olduğunu söylemek ve buna göre değerlendirme yapmak mümkün değildir. Sözkonusu faizlerin, normal ve mutad ticari ilişkilerden kaynaklanması yanında şirketin ana sözleşmesine ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 40/1. maddesinde belirtilen ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi amacına uygun bir ödeme olması nedeniyle genel gider olarak dikkate alınmasında kanuna aykırılık bulun- mamaktadır. Kredi faizlerinin genel gidere yazılıp imal edilen mal maliyetine intikali suretiyle kayıtlanmış olmasında da idare aleyhine sonuç doğurucu bir durum söz konusu değildir.

Danıştay’ın bu konudaki bir başka Kararı’nın (6) özeti aşağıdaki gibidir.

“Şirketin iştirak hissesi alımlarında kullandığı banka kredileri için ödediği faizlerin, normal ve mutad ticari ilişkilerden kaynaklanan ve şirketin ana sözleşmesiyle Gelir Vergisi Kanu- nu’nun 40/1. maddesinde belirtilen amaca uygun nitelikte bir ödeme olması nedeniyle ge- nel gider olarak dikkate alınmasında kanuna aykırılık yoktur.”

Yukarıdaki Danıştay Kararları’nın incelenmesinden de fark edileceği üzere; her- hangi bir kıymet iktisabına bağlı olarak doğan kur farkı ve faiz, işletmenin borcu- nu artırmaktadır. Dolayısıyla değerleme kıymetlerle değil fakat borçlarla ilgili- dir. Durum böyle olunca da Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. maddesinin birinci bendi uyarınca gider yazılması gerekmektedir.

SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalardan ve dayanağı olan Maliye Bakanlığı Özelgeleri ile Danıştay Kararları’ndan da fark edileceği üzere, başka şirketlere ait hissele- rin alınması nedeniyle ödenen faizlerin ve kur farklarının, doğrudan gider kaydedilmesi mümkündür.

Bu arada; ticari bilanço açısından, aktifleştirilmesine engel bir durum yoktur.

Ancak kurumlar vergisi beyannamesi verilirken, bu durum gözönüne alınarak, mali karın bulunacağı kuşkusuzdur.

Halka açık anonim şirketlerde ise, SPK Seri XI, No: 1 Sayılı Tebliğ’in, Seri XI, No: 14 Sayılı Tebliğ ile değişik 29. maddesinin hükümlerinin de, ayrıca gözönüne alınması gerekmektedir.

(6) Dn. 4.D., 23.11.1994 tarih ve E. 1996/4050, K. 1994/5557

(22)

ÜÇER AYLIK GEÇİCİ VERGİ UYGULAMASI VE MENKUL KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ

I- GİRİŞ

irai kazanç, serbest meslek kazancı, ücret, menkul ve gayrimenkul ser- maye iratlarının genel olarak tevkifat esasına göre vergilendirilmesi, ti- cari kazancın ise (yıllara yaygın inşaat işleri hariç) tevkifat dışında tu- tulması; yüksek enflasyon olgusunu yaşayan ülkemizde, ticari kazançlar üzerinden alınan efektif vergi yükünü hafifletmektedir. Bu olgu haklı olarak vergilemede eşitlik ilkesi yönünden eleştiri konusu edilmektedir. Mükellefler arasındaki nominal vergi yükünü efektif vergi yüküne yakınlaştırmak için tevki- fat dışında kalan ticari ve mesleki kazançların enflasyon dönemlerinde farklı bir vergileme rejimine tabi tutulması zorunluluğu vardır. Tevkifat yoluyla vergi- lendirilen kazanç ve iratlar ile tevkifat dışı kalan serbest meslek kazancı ve tica- ri kazançtaki efektif vergi yükünü belli oranda dengelemenin en tutarlı yöntemi geçici vergi uygulaması olarak görünmektedir. Geçici vergiye karşı yapılan eleştirilere karşın hükümetlerin bu uygulamadan vazgeçmeleri mümkün görün- memektedir.

II- ÜLKEMİZDE UYGULANAN GEÇİCİ (PEŞİN) VERGİ UYGULAMALARI

Ülkemizde bugüne kadar uygulanan geçici veya peşin vergi uygulamaları şun- lardır:

- Komisyon takdirine dayanarak peşin vergi tespiti (24.12.1980 tarih ve 2361 Sayılı Kanun)

- Geçmiş yıla ait gelir ve kurumlar vergisinin %30’u olarak hesaplanan ancak alt ve üst limitleri yasada belirtilen geçici vergi uygulaması (31.12.1981 tarih ve 2574 Sayılı Kanun)

- Katma değer vergisi baz alınarak dahili tevkifat usulüne göre peşin vergi tespiti (3239 Sayılı Kanun ile 01.01.1986 tarihinden itibaren uygulamaya sokulmuştur).

Önceki dönem gelir ve kurumlar vergisinin esas alındığı geçici vergi uygulama sı (3505 Sayılı Kanun ile 01.01.1994 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir).

İsteğe bağlı olarak üçer aylık dönem kazançları üzerinden geçici vergi hesap- lanması (İhtiyari).

Z

Sakıp ŞEKER *

* Maliye Bakanlığı E. Gelirler Baş Kontrolörü, YMM

(23)

Zorunlu olarak üçer aylık dönem kazançları üzerinden geçici vergi hesaplanma- sı (4369 Sayılı Yasa ile 01.01.1999 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.) Görüleceği üzere 4369 Sayılı Yasa uyarınca 01.01.1999 tarihinden itibaren yü- rürlüğe giren üçer aylık geçici vergi uygulaması 6. değişikliktir.

Peşin olarak şunu belirtmeliyiz ki, adil bir geçici vergileme yöntemi yoktur.

Çünkü gelir bir yıllık faaliyetin sonucunda tespit edilir. Bu nedenle dönem için- de hangi yöntem uygulanırsa uygulansın vergilemede gerçek adaleti sağlamak mümkün değildir. Bu yazımızda 4369 Sayılı Kanun ile 01.01.1999 tarihinden yürürlüğe giren “zorunlu üçer aylık geçici vergi uygulaması”nın, yürürlükten kaldırılan önceki yılın gelir veya kurumlar vergisi esas alınarak hesaplanan ge- çici vergi uygulamasından daha adil olup olmadığını ve yeni yöntemin uygula- ma esaslarını açıklamaya çalışacağız.

III- GEÇİCİ VERGİNİN KAPSAMI

4369 Sayılı Kanun ile GVK’nın mükerrer 120 ve KVK’nın 25. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişikliklerle de geçici verginin kapsamına giren mü- kellefler değişmemiştir. Kapsama girenler şunlardır:

- Bilanço veya işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari kazanç sahipleri, - Serbest meslek kazanç sahipleri,

- Kurumlar vergisi mükellefleri (Dar mükellefler dahil) Kapsama girmeyenler ise şunlardır:

- Zirai kazanç sahipleri,

- Basit usulde vergilendirilen ticari kazanç sahipleri,

- Ücret, gayrimenkul sermaye iradı, menkul sermaye iradı ve diğer kazanç ve irat sahipleri,

- GVK’nın 42. maddesi kapsamına giren yıllara yaygın inşaat ve onarma işleriy- le uğraşan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri,

- Geçici yetkili noter yardımcıları,

- Özel veya münferit beyanname vermek durumunda olan dar mükellefler, - Adi ortaklıklar, kollektif şirketler ile adi komandit şirketler (Ancak, bu şirket- lerin ortaklarının şirketten aldıkları kazançlar şahsi, ticari veya mesleki kazanç sayıldığından, söz konusu şirketlerin ortakları geçici verginin mükellefidirler).

A- YILLARA YAYGIN İNŞAAT VE ONARMA İŞİ YAPANLARIN DÖNEM İÇİNDE GEÇİCİ KABUL TUTANAĞI İMZALAMASI

(24)

Yıllara yaygın inşaat ve onarma işleri geçici vergi kapsamına girmediğine göre dönem içinde geçici kabulü yapılan işlerden elde edilen kar veya zararın geçici vergi matrahı ile iliş-kilendirilmesi bize göre doğru değildir. Bu durumdaki işlerin vergisi tevkifat yoluyla daha önce alındığından, bunların dönem sonunda dönem kazancı içinde değerlendirilmesi gerekir.

Öte yandan, inşaat işlerinin özelliği bakımından aynı takvim yılı içinde başlayıp biten işlerde iş devam ederken üçer aylık dönemlerde kazancı tespit etmekte güçlükler vardır. Bize göre, bu durumda olan mükelleflere, düzenledikleri fatu- ra tutarının %5’i gibi bir oranın geçici vergi olarak beyan ettirilmesi daha pratik sonuç verebilir.

B- YILLARA YAYGIN İNŞAAT İŞİ İLE DİĞER İŞLERİ BİRLİKTE YAPANLARIN DURUMU

Yıllara yaygın inşaat işi ile diğer işleri birlikte yapanlar, diğer işlerden elde edi- len kazancı ayrı hesaplarda izleyerek üçer aylık kazançlarını tespit etmek ve ge- çici vergi beyan etmek zorundadırlar.

IV- GEÇİCİ VERGİNİN HESABI VE BEYANI

Geçici vergi, Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari veya mesleki kazancın tespitine ilişkin hükümlere göre indirim ve istisnalar ile Vergi Usul Kanunu’nun değerle- meye tabi hükümleri de dikkate alınarak cari yılın üçer aylık kazançları üzerinden hesaplanacaktır. Kurumlar vergisi mükellefleri de kurum kazancının tespitine iliş- kin hükümleri dikkate alarak üçer aylık dönem kazançlarını hesaplayacaklardır.

Geçici vergisinin hesabında yıllık kazancın hesabında kullanılan bütün değer- leme hükümleri uygulanabilecektir. Geçici verginin hesabında dikkate alınabi- lecek bazı değerleme, indirim ve istisna hükümleri aşağıda belirtilmiştir.

- Senede bağlı alacak ve borç senetlerinin reeskonta tabi tutulması, - Şüpheli alacak karşılığı ayırma,

- Yeniden değerleme yapma, - Amortisman hesaplama,

- Geçmiş yıl zararlarının indirimi,

- Stok değerleme yöntemlerine göre stok maliyetlerinin uygun maliyet yöntemi- ne göre hesaplanması,

- 4325 Sayılı Kanun kapsamına giren mükelleflerde geçici verginin hesabında olağanüstü hal bölgesi ve kalkınmada öncelikli bölgelerdeki yatırımlarda söz konusu indirim veya istisnanın uygulanması,

(25)

- Yatırım indirimi istisnası (Fiilen harcamanın yapılması gerekmekte olup, ön- ceki dönemlerde yapılan harcamanın kullanılmayıp sonraki döneme devreden tutarlar endekslemeye tabi tutulabilir. Endekslemede dikkate alınacak üçer aylık oranlar Maliye Bakanlığınca tespit edilecektir).

- Bağış ve yardımların ve sigorta primlerinin indirilmesi, - Yenileme fonu hesaplanması,

- Maliyet artış ve gider artış fonunun hesaplanması.

Geçici vergi kümülatif esasa göre hesaplanacaktır. Diğer bir ifade ile, örneğin Nisan/Haziran dönemine ait kazanç, Ocak/Haziran dönemine ait 6 aylık vergi- den Ocak/Mart dönemine vergi indirilerek bulunacaktır. Örneğin 1. dönemin karlı, 2. dönemin zararlı, 3. dönemin karlı olması halinde, 3. dönem matrahının hesabında 2. dönem zararı ile birlikte 1. dönem beyan matrahının da mahsup edilmesi gerekir. Örnek

Dönemler

Kümülatif Kazanç

Mahsup Edilecek Önceki Dönem Be-

yan Kazancı Geçici Vergi Matrahı

Hesaplanan Geçi- ci Vergi Tutarı

I 01.01.1999-31.03.1999 (+) 1.000.000.000 1.000.000.000 250.000.000

II 01.01.1999-30.06.1999 (–) 5.000.000.000 1.000.000.000

III 01.01.1999-30.09.1999 (+) 2.500.000.000 1.000.000.000 1.500.000.000 375.000.000

IV 01.01.1999-31.12.1999 (+) 2.000.000.000 2.500.000.000

2.500.000.000 625.000.000

Buna göre işletmenin yıllık kazancı 2.000.000.000 TL olduğu halde 1. ve 3. dö- nemlerdeki karı nedeniyle ödediği geçici vergi 625.000.000 TL olmuştur. Bu kazanç üzerinden hesaplanması gereken kurumlar vergisi ise 2.000.000.000 x

%30 = 600.000.000 TL’dir. Fazla ödenen (600.000.000 - 625.000.000=) 25.000.000 TL’nin kurumlar vergisi beyannamesinin verildiği tarihte mükellefe iade edilmesi veya vadesi gelen borçlarına (örneğin fon payına) mahsup edilme- si gerekir. Bu örnekte mükellef gerçek kazancından fazla geçici vergi ödemiş olmaktadır. Böyle bir olasılık üçer aylık dönem kazancı üzerinden hesaplanan geçici vergileme yönteminin zaafıdır. Yürürlükten kaldırılan yöntemde ise ön- ceki yıl kazancı, sonraki yıl kazancının gerçekleşeceğine karine teşkil etmek- teydi. Karineye dayanan eski yöntemin ait üç aylık geçici vergide ideal bir yön- tem olmadığı açıktır.

Yukarıdaki kazanç gelir vergisi mükellefi tarafından elde edilmiş olsaydı, he- saplanması gereken geçici vergi tutarı (2.500.000.000 x %15=) 375.000.000 TL olacaktı.

(26)

Üçer aylık dönem kazancı üzerinde, kümülatif esasa göre hesaplanan geçici vergi, üçer aylık dönemi izleyen ikinci ayın 15. günü akşamına kadar gelir veya kurumlar vergisi yönünden bağlı olunan vergi dairesine geçici vergi beyanna- mesi ile beyan edilir ve aynı süre içinde ödenir. İlk geçici vergi ödeme tarihi 15 Mayıs 1999’dur.

V- ÜÇER AYLIK GEÇİCİ VERGİNİN MUHASEBE KAYDI

Mükellefler, üçer aylık geçici vergi beyannameleri üzerinden tahakkuk ettirilen geçici vergileri aşağıdaki gibi muhasebeleştireceklerdir.

1 _________________________________ / __________________________________

193 PEŞİN ÖDENEN VERGİ VE FONLAR 625.000.000 10 Geçici Vergi

360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 625.000.000 10 Ödenecek Geçici Vergi

_________________________________ / __________________________________

ÖRNEK

1999 yılına ilişkin bilgiler şöyle olsun:

Kurumlar Vergisi ... 600.000.000 TL Fon Payı ... 60.000.000 TL Kurum Stopajı (%10) ... 134.000.000 TL Fon Payı ... 13.400.000 TL

Hesap dönemi sonunda, beyan edilip ödenen geçici vergi dönem kazancı üze- rinden hesaplanan kurumlar vergisi, gelir vergisi ve fon payından aşağıdaki gibi mahsup edilir. Geçici vergi öncelikle kurumlar vergisine mahsup edilir. Artan kısım diğer vergi borçlarına mahsup edilir. 193 No.lu hesap tutarından aktarıla- cak tutar, 371. No.lu hesabın tutarından fazla olamaz. Fazla kısım 193 No.lu he- sapta bırakılır.

(27)

2 _________________________31.12.1999 ____________________________

691 DÖNEM KARI VERGİ VE DİĞER YASAL

YÜKÜMLÜLÜKLER KARŞILIĞI 807.400.000 01 Kurumlar Vergisi 600.000.000

02 Fon Payı 60.000.000

03 Stopaj GV 134.000.000

04 Fon Payı 13.400.000

370 DÖNEM KARI VERGİ VE DİĞER YASAL

YÜKÜMLÜLÜKLER KARŞILIĞI 807.400.000 01 Kurumlar Vergisi 600.000.000

02 Fon Payı 60.000.000

03 Stopaj G.V. 134.000.000

04 Fon Payı 13.400.000

3 _________________________________ / __________________________________

371 DÖNEM KARINDAN PEŞİN ÖDENEN

VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER 625.000.000 01 Kurumlar Vergisi 600.000.000

02 Fon Payı 25.000.000

193 PEŞİN ÖDENEN VERGİ VE FONLAR 625.000.000

01 Geçici Vergi 625.000.000

_________________________________ / __________________________________

4 ______________________________30.04.2000__________________________________

370 DÖNEM KARI VERGİ VE DİĞER YASAL

YÜKÜMLÜLÜKLER KARŞILIĞI 807.400.000 01 Kurumlar Vergisi 600.000.000

02 Fon Payı 60.000.000

03 Stopaj G.V. 134.000.000

04 Fon Payı 13.400.000

371 DÖNEM KARININ PEŞİN ÖDENEN

VERGİ VE DİĞER YÜKÜMLÜLÜKLER 625.000.000 01 Kurumlar Vergisi 600.000.000

02 Fon Payı 25.000.000

360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 182.400.000

02 Fon Payı 35.000.000

03 Stopaj G V 134.000.000

04 Fon Payı 13.400.000

_________________________________ / __________________________________

Mükellef, kurumlar vergisinden arta kalan geçici vergiyi diğer vergi borçlarına is- tediği şekilde mahsup edebilir. Geçici vergi, gelir veya kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere ödenen bir vergi olduğu için mahsup fazlasını henüz vadesi gelme- yen stopaj gelir vergisi ve fon payı taksitlerine mahsup talep etmeyip iadesini de talep edebilir. Buna yasal bir engel yoktur. Ancak bu konuda Tekdüzen Muhasebe

Referanslar

Benzer Belgeler

Hükümlerinin Uygulanması (2008)” başlıklı yayının göz önünde tutulmasında yarar vardır. HAZİNE ALEYHİNE SONUÇ VEREN DÜZELTME BEYANNAMELERİ HAKKINDA MÜKELLEFLER

Noterler veya noterlik görevini ifa ile mükellef olanlar tarafından tasdik edilen belgeler ve defterlere ilişkin bildirimler, turizm organizasyonu faaliyetinde bulunan

Elektronik Ortamda Beyanname Verilmesi Mecburiyetine Uyulmaması Halinde Kesilecek Özel Usulsüzlük Cezası

Söz konusu Kanunun 5228 sayılı Kanunun 2 8 inci maddesiyle değişik mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendine göre Maliye

aa) Basit ortalama yöntemi; gelir tablosu kalemleri ile stokların düzeltmede esas alınacak tarihlere bağlı kalınmaksızın dönem ortalama düzeltme katsayısı ile

213 sayılı Kanunun 359 uncu maddesinde yazılı suçlara ilişkin yürütülmekte olan soruşturma veya kovuşturmalarda mütalaaya konu fiilin, hakkında soruşturma

beyanname ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu uyarınca verilmesi gereken aylık prim ve hizmet belgesinin

19.02.2011 tarihli ve 27851 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 405 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile 340 sıra No’lu VUK Genel Tebliğinde değişiklik