Ahlaki gelişim süreci
Ahlaki gelişim sürecine ilişkin bilişsel yaklaşım kuramı, Kohlberg’e aittir.
Çocuklarda ahlaksal gelişimini inceleyen Kohlberg (1975), ahlaksal düşüncenin gelişiminin, (Piaget’nin kuramını temel alarak) yedi aşamada gerçekleştiğini ileri sürmüştür (Cüceloğlu, 1991, s. 353-354):
1. Aşama. Ceza ve itaat yönelimi
2. Aşama. Bireysellik, amaca yönelik değiş tokuş
3. Aşama. İyi çocuk yönelimi
4. Aşama. Yasa ve düzen yönelimi
5. Aşama. Toplumla sözleşme yönelimi
6. Aşama. Evrensel ahlak ilkeleri
7. Aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlak anlayışı
Ahlaki gelişimin, çocuğun bilişsel gelişme dönemlerine paralel bir ilişki içinde olduğu kabul edilmektedir. Ancak ahlaki gelişim yalnızca yaş ile gerçekleşen bir süreç değildir. Yetişkin oldukları halde, ahlaki gelişimini tamamlayamamış bireyleri görmek her zaman olanaklıdır. Ahlaki gelişme, yukarıda belirtilen yedi aşamanın sonunda tamamlanmaktadır.
Birey yetiştiği çevresel koşullara göre bu aşamaların bir ya da birkaçına
ulaşabilir (Aydın, 1999,52). Ahlaki gelişimin yanı sıra “ahlaksal davranışı,
yasaklanan davranışın çekicilik derecesi, bireyin içinde bulunduğu
grubun baskısı, yakalanma ihtimalinin düşük ya da yüksek olması gibi
başka faktörler de etkiler” (Cüceloğlu, 1991,354).
Etik Teorileri
Etik yargıların altında yatan nedenleri ele almak, iyinin ve doğrunun ne olduğu sorularına yanıt vermek amacıyla ortaya çeşitli teoriler çıkmıştır.
Ahlaki karar verme sürecinde yer alan etik ilkelerin, çeşitli şekillerde sınıflandığını görürüz. Bu çeşitlilik, ahlak felsefecilerinin etik yargılamaların altında yatan nedenler konusunda ortak bir görüşe sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Etik davranışın altında yatan nedenlere ilişkin çeşitli yanıtlar verilebilir. İnsanlar çıkarlarını düşünerek mi davranırlar yoksa ahlaki yükümlülük ya da görev duygusu ile mi hareket ederler? Yoksa bu nedenlerin dışında başka nedenler var mıdır?
Bu sorulara kesin yanıtlar vermek olanaklı değildir. Ancak çeşitli etik
teorileri inceleyerek, doğru yanıtlar bulunulabilir (Desensi ve Rosenberg,
1996, 53,54).
ETİĞİN TÜRLERİ
Etiğin betimleyici, normatif ve metaetik olmak üzere, birbiriyle ilişkili üç ayrı türü vardır. Betimleyici etik, insan eylemini gözlemleyerek, eylemin sonuçlarını bilimsel bir yaklaşımla tasvir ederek açıklar.
Normatif etik, ahlaki eylemler için norm ve düzenleyici ilkeler ortaya
koyar. Metaetik ise, normatif etiğin ortaya koyduğu ahlaki yargıları
analiz eder (Cevizci,2002, 6,11).
Normatif etik, etiğin en büyük çalışma alanını oluşturur. Normatif etik alanında ileri sürülmüş çok sayıda etik teori vardır. Normatif etik teoriler, kendi içinde aksiyolojik, teleolojik ve deontolojik teoriler olarak üçe ayrılır. Teleolojik etik, ahlaki eylemin değerini belirleyen şeyin eylemin sonucu olduğunu ileri sürer. Aksiyolojik etik, teleolojik etiğe yakın olmakla birlikte, ahlaki eylemin sonucunun yanında, içerdiği değerden dolayı da ahlaken doğru olduklarını ileri süren etik görüşüdür.
Deontolojik etik ise, ahlaki bir eylemin doğruluğu ya da yanlışlığı
eylemin sonucundan çok onun bir takım ödev ya da kuralları uyup
uymamasına bağlı olduğunu öne sürer (Cevizci, 2002, 13-16).
1-Teleolojik Teoriler:
Bencillik (Egoism),
Yararcılık (Utilitarizm),
Durum
Etiği (Situation Ethics).
2-Deontolojik Teoriler:
Kantçı Etik (Kantian Ethics),
Altın Kural (Golden Rule),
Ross’un Koşullu / İlk Elden Ödevleri (Ross’un Prima Facia Duties).
1-Teleolojik Teoriler
Sonuçcu etik öğretiler olarak bilinen teleolojik teoriler, ahlaki eylemin değerini eylemin sonucunun belirlediğini öne sürer. Son derece iyi niyetle ya da ahlaki ilkelere uygun davranan bir kimsenin davranışı sonucunda başkalarına zarar vermesi durumunda, bu eylemin ahlaki bakından yanlış olacağını savunur. Bu teorilerin temel sorunu en yüksek iyiye ulaşmaktır (Cevizci, 2002, 15).
Teleolojik etik, ahlaki eylemin niyetinden ya da niteliğinden çok sonuçlarını vurgular. Birçok ahlaki karar teleolojik yöntemler kullanılarak verilir.
Kişi ahlaki bir problemle karşılaştığında bazı hareketlerin yarar ve zararlarını değerlendirerek, davranışın sonuçları üzerinde odaklaşır. Eğer sonuç hiç zarar vermiyorsa o zaman belki daha fazla yarar elde edilebilir. Burada neyin zarar olabileceği tartışmalıdır. Bir insanın hareketinden kaynaklanabilecek tüm olası zararların önceden görmek her zaman olanaklı değildir (Desensi ve Rosenberg, 1996, 54).
Bencillik.
İnsanın bütün çevresini kendi yararına uydurma isteği bencillik olarak kabul edilir. Bencillik, insanın korunma içgüdüsünden doğar (Hançerlioğlu, 1982, 27). Bencillik görüşüne göre, iyi olan kişinin çıkarlarını tatmin eden şeydir.
İnsanların kendi çıkarı dışında hareket etmesi az rastlanan bir durumdur. Bu görüşün şiddetli savunucuları, tüm ahlaki hareketlerimizin kendi çıkarlarımız ile yönlendirildiğini ileri sürmektedirler. Gerçeği söylemek, verdiği sözü tutmak, kopya çekmemek ve benzer davranışlar sergilenerek sağlanacak kişisel çıkarlar ve yararlar vardır. Kahramanlık, gönüllülük, hayırseverlik gibi iyi hareketler bile kişisel çıkar sağlamak amacıyla ortaya konmaktadır.
Örneğin, boğulmakta olan bir çocuğu kurtaran kişi, kahraman olarak anılmak ister ya da yüksek riskli durumlara meydan okuyarak heyecan yaşar. Bu nedenle bencillik, etik davranışların “içinde benim için ne var”
savı ile harekete geçtiğini ısrarla savunur (Desensi ve Rosenberg, 1996, 55).
Psikoloji tarihinde, psikolojik bencilliğin ilkelerini açıklayan ilk önemli kişi Hobbes’dir(1588-1679). Hobbes tüm insan davranışlarını, kişinin çıkarlarının yönlendirdiğini kanıtlamak için büyük çaba harcamıştır. Ona göre insanoğlu yaratılışı gereği bencildir ve her davranışı kişisel çıkar açısından açıklanabilir (Desensi ve Rosenberg, 1996, 56).
İnsan davranışlarının nedenleri hakkında bu tür yorumlanabilir açıklamalar psikolojik bencillik yaklaşımının yetersizliğini
göstermektedir. İnsan davranışlarını çıkar güdüsüne bağlamak
olanaklıdır ancak yeterli değildir. Çünkü bencillik insanın doğasının bir
parçası ise bu teorinin insanlara önerebileceği hiçbir şey yoktur.