• Sonuç bulunamadı

Sivil Toplum Örgütlerinin Mevcut Durumu ve Gelecek Döneme Etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sivil Toplum Örgütlerinin Mevcut Durumu ve Gelecek Döneme Etkileri"

Copied!
67
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI KURUMSAL YÖNETİM VE LİDERLİK BİLİM DALI

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MEVCUT DURUMU VE GELECEK DÖNEME ETKİLERİ

ÖĞRENCİNİN ADI SOYADI İSMAİL ÜLKE

DANIŞMAN

Dr. Öğr. Üyesi SEMA MÜGE ÖZDEMİRAY

KONYA - 2021

(2)

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Bu projenin hazırlanmasında bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, proje içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca proje yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı İmzası

Öğrencinin

Adı Soyadı İSMAİL ÜLKE

Numarası

19840402054

Ana Bilim / Bilim Dalı SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

Programı Tezsiz Yüksek Lisans KURUMSAL YÖNETİM LİDERLİK

Projenin Adı SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MEVCUT DURUMU VE GELECEK

DÖNEME ETKİLERİ

(3)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... iii

İÇİNDEKİLER ... iv

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM TEMEL KAVRAMLAR SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE TEMEL ÖZELLİKLERİ 1.1. Sivil Toplum Kavramı, Anlayışı ve Gelişimi ... 3

1.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Anlayışı ve Gelişimi... 8

1.3. Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Nitelikleri-İşlevleri ... 8

1.3.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Nitelikleri ... 8

1.3.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının İşlevleri... 11

1.3.2.1. Siyasal İşlevler... 11

1.3.2.1.1. Yasama Alanına Etkileri... 12

1.3.2.1.2. Yürütme Alanına Etkileri... 12

1.3.2.1.3. Siyasi Partileri Etkileri... 12

1.3.2.1.4. Kamuoyunu Etkileri... 12

1.3.2.2. Kültürel İşlevler ... 13

1.3.2.3. Bireysel İşlevler ... 13

1.4. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri... 14

1.5. Sivil Toplum Örgütlerinin Değerleri ... 15

1.6. Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi ... 16 İKİNCİ BÖLÜM

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TÜRK DEMOKRASİSİNE ETKİLERİ

(4)

2.1. Demokrasi ... 17

2.2. Türk Sivil Toplum Örgütlerinin Kuruluş Amaçları ... 19

2.3. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum ve Etkileri ... 22

2.3.1. Cumhuriyet’ in İlanı Öncesi Toplumsal-Siyasal Hayat ve Sivil Toplum . 22 2.3.2. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum ... 22

2.3.2.1. Tek Partili Dönemde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi ... 24

2.3.2.2. Çok Partili Dönem ... 26

2.3.2.3. 1961 Anayasası ve Sivil Toplum ... 28

2.4. Sivil Toplum Kuruluşlarının Sorunları Ve Demokratik Sürece Olumlu Ve Olumsuz Etkileri ... 29

2.4.1. Toplumsal Açıdan Sorunları Ve Olumlu - Olumsuz Etkiler ... 29

2.4.2 Siyasal Açıdan Sorunları Ve Olumlu - Olumsuz Etkileri ... 31

2.4.3. Ekonomik Açıdan Sorunları ve Olumlu - Olumsuz Etkileri ... 33

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MEVCUT VE GELECEK DÖNEME ETKİLERİ 3.1. Mevcut Sivil Toplum Örgütlerinin Durumu ... 35

3.1.1. Dernekler ... 35

3.2. Yeni Anayasa Tartışmasına Sivil Toplum Örgütlerinin Tepkisi ... 38

3.2.1. Anayasada Sivil Toplum Kuruluşları ... 39

3.3. Sivil Toplum Örgütlerinin Geleceği ... 40

3.4. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MEVCUT VE GELECEK DÖNEME ETKİLERİ ... 41

3.4.1. Sivil Toplum Yaklaşımlarının Kesişim Noktaları ... 41

3.4.2. Türkiye’de Sivil Topluma İlişkin Görüşler ve Siyasal Sisteme Yansımaları ... 43

(5)

3.4.2.1. Türkçe Öğretide Sivil Topluma İlişkin Görüşler ... 43 3.4.2.2. T ürk Aydınlarının Kendine Has Sivil Toplum Algısı ve Geleceğe Etkisi ... 47 3.4.2.3. Sosyal Medyanın Sivil Toplum ve Kamusal Alana Kazandırdığı Yeni Boyut ... 49 3.4.2.4. Sivil Toplumun Kazandığı Yeni İçerik Bağlamında Siyasal Sistemi Yeniden Düşünmek ... 49 SONUÇ ... 55 KAYNAKÇA ... 58

(6)

GİRİŞ

Sivil Toplum örgütleri Modern manada batıdaki gelişimi ile Türkiye’de gelişimleri birbirlerinden farklıdırlar. Batı medeniyetinde özellikle İngiltere ve ABD özelinde değerlendirdiğimizde sivil toplumun gelişimi uzun bir sürece ve toplumsal gereksinime bağlıdır.

Dünyada bugünkü manada sivil toplum kuruluşları ilk defa II. Dünya savaşı sonrasında kabul edilen Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 71. Maddesinde söz edilmiştir. İlgili maddeyle Birleşmiş Milletlerin danışma amacıyla Sivil Toplum Kuruluşlarına güvenebileceği hükmü yer almıştır. Ancak dünyada sivil toplum örgütlenmeleri açısından ileri olan ülkelerde ülke çıkarları dışında savaş, yoksulluk gibi dünyanın sorunlarına aynı hassasiyetle yaklaşmadığı ortadadır. Tüketici haklarından, insan haklarına, hayvan haklarından ekolojik dengeye birçok alanda sivil toplum kuruluşlarının sayısı oldukça fazlayken, yoksulluğu giderme, savaşı önleme, silahlanmaya karşı olma gibi alanlarda etkin olan sivil toplum kuruluşları çok az sayıdadır.

Sivil toplum örgütleri demokrasinin gelişimine, demokrasi de sivil toplum örgütlerinin varlığına, derinleşmesine ve toplumsal etkisine bağlı olarak gelişme göstermektedir. Olması gereken de sivil toplumdan beklenti de bu yöndedir. Ancak Ortadoğu ülkelerinde ve Türkiye gibi ülkelerde 28 Şubat sürecinde olduğu gibi sivil toplum örgütleri devletin toplumu düzenlemede çok amaçlı bir aygıtı haline dönüşebilmektedir.

Sivil toplumun küresel ölçekte gelişmesi aynı zamanda yerel düzeyde demokrasi ve özgürlüklerin güçlenmesine katkı sağlayacak olması nedeniyle olumlu bir gelişmedir. Bu anlamda sivil toplumu kuşatarak ya da ortadan kaldırarak devletin tahakkümüne sokma amacı güden faşist ve sosyalist totaliter yaklaşımlar özgürlükçü liberal düşünce geleneği karşısında yenilmiştir. Ama bu liberal siyasal kuramın uygulandığı ülkelerin kapitalist ekonomiye dayalı kâr politikalarının insanlık tarafından ila nihaye onaylandığı anlamına gelmez.

Unutulmamalıdır ki hangi siyasal sistem olursa olsun uygulandığı her toplumda farklı şekilde somutlaşır. Demokrasinin anayasal düzeyde benimsendiği

(7)

ülkelerin bazılarında sivil rejimde kesintiler yaşanması toplumsal yapı farklarından kaynaklanır. Bununla beraber bireyin zihin dünyası kendi yaşam deneyimleri ve edindiği bilgilerle değişime uğrar. Bilgiye ulaşmanın her yönüyle mümkün olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle başka toplumların devlet ve siyaset konusundaki algıları da öğrenilebilir ve takip edilebilir hale gelmiştir. Bu nedenle siyasal sistemden toplumsal beklentiler alanında küresel bir paralellik oluşmakta olduğu söylenebilir.

Sivil toplum hayatımızda olduğu sürece birçok açıdan yarar sağlayacaktır.

Bunlar ekonomi, siyaset, toplum vb birçok değere katkı sağlamaya devam edecektir.

Gelecek dönemde sivil toplum örgütleri daha ön plana çıkacak ve toplumda söz sahibi olmaya devam edecektir. Bu tez çalışmamızda sivil toplum örgütlerinin mevcut durumu ve gelecek döneme etkileri incelemiştir.

(8)

BİRİNCİ BÖLÜM TEMEL KAVRAMLAR

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE TEMEL ÖZELLİKLERİ

Sivil toplum örgülerinin tarihsel gelişimi ve demokratikleşme sürecine olan etkileri incelendiğinden yukarda bahsettiğimiz olay gibi hep tarihsel olayların etkisi ile meydana gelmiştir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında gerek ülkemizde gerekse diğer ülkelerde yaşanılan olayların sivil toplum algısının oluşulan etkilerinin hep birlikte göreceğiz. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası dönemde sivil toplum algısı daha organize ve bilinçli olarak oluşmaya başlamıştır. İlerleyen zamanlarda bu oluşumlarının etkisi ile dünya siyaset tarihinden imparatorlukları adı verilen çağ kapanıp yerini demokrasi anlayışının bırakmaya başlamıştır. Birçok imparatorlukların bir çoğu tarihin tozlu sayfasından yerini alırken birçoğu için mutlak monarşi anlayışını temsili yönetim anlaşınca geçmiş ve imparatorluk temsili olarak kalmıştır.

Bu bölümde ilk olarak sivil toplum hakkında bilgi verilecektir. sonraki sayfalarda sivil toplumun gelişimi ve sivil toplumun anlayışı ve gelişimi, sivil toplum kuruluşu kavramı, sivil toplum anlayışı ve gelişimi, .sivil toplum kuruluşlarının genel nitelikleri – işlevleri, ve sivil toplum kuruluşlarının önemimden bahsedilip açıklanacaktır.

1.1. Sivil Toplum Kavramı, Anlayışı ve Gelişimi

Fransızca-Latince kökenli olan “civil” kelimesinin anlamı ‘görgü kurallarını iyi bilen’ olmakla birlikte; medeni, nazik ve kibar anlamlarını da çağrıştırmaktadır (Abay, 2008:272).

Sivil sözcüğü “asker olmayan veya üniforması olmayan” olarak anlaşılır.

Sivil sözcüğünün yanına “toplum” kelimesini ekleyince, sosyolojik bir anlamayanı

“durup dururken ve iradi olarak örgüt hale gelmiş topluluklar” manasına gelir. Sosyal ve politik hareketlere bağlı “natürel hâl”den “medeniyet” hâline geçme manasında da kullanılmıştır. Sivil toplum, devlet gücü haricindeki ekonomik ve sosyal alanı belirtmek adına kullanımı sağlanan ve kendi ilkelerine göre çalışan, güç alanı hariç kendi kendini düzenleyen bağımsız alanları belirtmek için kullanılan bir ifadedir.

(9)

Genel manasıyla sivil toplum; toplumun devlet kurumları hariç kendini yönlendiren demokratik bir oluşumdur (Yılmaz, 1997: 86).

Sivil toplumu “Devlet denetimi ya da devlet baskısının ulaşamadığı ya da belirleyici olmadığı konularda, kişilerin veya zümrelerin devlet tarafından icazetname almaksızın, incelemeye tabi tutulma endişesi taşımayarak ekonomik alakaların baskısından da bağımsız hareket edebildikleri, sosyal ve kültürel etkinliklere dahil olabildikleri, gönüllülük esaslı ilişkilerin kurulduğu bir gruptur.”

diye tanımlamıştır (Yılmaz, 1997: 86-87).

Günümüzde sivil toplum, büyük amaçlar ve toplumun iyiliği için çalışan, politik olmayan, iyi niyet sahibi kişi ve kuruluşlar olarak bilinirler. Aynı zamanda bu kavram, örgütlü sosyal otoriteler manasında ve çıkar amacı gütmeksizin hizmet vermek için görev yapan sivil toplum kuruluşlarını da içerir. (Caniklioğlu, 2007: 79).

Devletin denetimi altında olmayan, kararlarını bağımsız olarak vererek toplumsal etkinliklerde bulunan bireyler topluluğudur (TDK, 2021)

Sivil toplum kavramının felsefî kökleri Antik Yunan’da Aristoteles’in çalışmalarında görülmektedir. Kavram, Aristo tarafından siyasal toplumu belirtmek için politike koinonia olarak kullanılmaktadır (Yıldız, 2004: 85).

Aslında Aristo bilinen yazıları itibariyle sivil toplum kavramını hiç kullanmamıştır. Roma hukukçularından Cicero’nun 1438 yılında yaptığı çeviri de, Aristo’nun siyasal toplum anlamında kullandığı Politike Koinonia kavramını Latinceye civitas appelator veya societas civilis olarak çevirdiği ileri sürülmüş (Cengiz vd., 2005: 223), ve bundan sonraki metinlerde de sivil toplum kavramının tarihsel kökenlerine yapılan her atıfta Aristo’nun kullandığı kavram başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir.

Sivil toplum kavramı, eski Yunan’daki ilk kullanımı ve daha sonra 18.

yüzyılda gündeme gelişi ve günümüzde tekrar popüler olması sırasında büyük değişim ve dönüşümler geçirmiştir. Sivil toplum kavramı, Eski Yunan’da ilk kullanılışından 18. yüzyıla kadar bir devletin üyesi olmakla özdeş anlamında kullanılmaktaydı ve bu dönemde sivil toplum ve devlet kavramları henüz ayrışmamıştı. Avrupa’da 18. yüzyıldan sonra başlayan sivil toplum-devlet ayrışması

(10)

sürecinin arka planında aydınlanma felsefesi, burjuvazinin doğuşunu hazırlayan ekonomik gelişmeler ve bu perspektifte oluşan siyaset anlayışının etkisinin olduğu söylenebilir. Tarihsel anlamda sivil toplum ve devletin kopuşu, serbest pazar ekonomisi anlayışıyla birlikte bireylerin ve bağımsız toplulukların, kendi kendilerine organize ettikleri ekonomik faaliyetlerini devletten ayrı düşünmeyi ve giderek hak ve özgürlükleri devlete karşı özerk bir alan olarak tanımlamalarıyla olmuştur. Öte yandan, sivil toplum-devlet ayrışması totaliter düşünce geleneğince sonuçlandırılmıştır. Bu gelenekte, sivil toplum, totaliter düşünce önünde aşılması zorunlu bir engel olarak görüldüğünden, sivil toplumun nasıl ele geçirileceği ve kontrol altına alınacağı işin odak noktasını oluşturmuştur. Günümüzde ise sivil toplum kavramı, daha fazla özgürlük ve demokrasi taleplerinin bir aracı olarak gündeme gelmektedir. Sivil toplum kavramı, geçirdiği bu dönüşümler sonucunda, devlet ile özdeş olmaktan başlayıp, bir noktada devlet ile aynı şeyin (yani modern toplumun) iki ayrı yüzü olmaktan geçti ve sonuçta devlete yardımcı veya dengeleyici bir güç noktasına geldi.1980’lerde sivil toplum kavramı, Sovyet Rusya’da ve Doğu Avrupa ülkelerinde bireysel haklara vurgudan çok devletin demokratik olarak dönüştürülmesi bağlamında yeniden canlanmıştır. Bu süreçte temel referans, bireysel haklardan demokrasiye geçiş; sivil toplumun demokratik bir toplum yaratılmasında, devlet-toplum-birey ilişkilerinin demokratik bir şekilde düzenlenmesinin sağlanmasındaki rolü olmuştur (Yıldırım, 2003: 232).

Bu canlanma, liberal demokrasinin devlet/parti ekseninde işleyen yapısının sivil topluma doğru yaygınlaşmasına yol açmış ve böylece hem sivil toplum hem de devlet demokratikleşme yoluna girmiştir. Sivil toplum kavramının tekrar gündeme gelmesinin nedeni, Orta ve Doğu Avrupa’daki gelişmelerdir. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya ve Macaristan gibi ülkelerde, sosyalizmin pratikteki yanlış uygulamalardan kaynaklanan başarısızlığı, söz konusu totaliter toplumların aydınlarını yeni meşruiyet arayışlarına itmiştir. Sivil toplum, totaliter ülkelerde aydınların bu doğrultudaki arayışlarının sonucu olarak gündeme gelmiştir (HiraŞan, 2009).

Günümüzde sivil toplumun devlet alanı dışında olduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Öte yandan sivil toplumun devlet alanı dışında olmakla birlikte devlete

(11)

karşı, zıt bir alan olmadığını da söylemek gerekir.

İlk olarak sivil toplum kuruluşları kavramları itibari ile ulusal ve uluslararası bağlamda birçok kavram ve terimle beyan edilmektedir. Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlar (Nonprofit Organizations), Hükümet Dışı kuruluşlar (Non-Governmental Organizations/ NGO's), Gönüllü Kuruluşlar (Voluntary Organizations) Üçüncü Sektör Kuruluşları (Third Sector Organizations) olmak üzere birçok kavramlarıyla kullanılmaktadır. Bu kavramlar, uluslararası ve ulusal alanda sivil toplum kuruluşun yerine çok sık kullanılan kavramlardır. STK’lar belirli bir mevzuat ve hukuki kalıba göre uyan, ortak birtakım hedefler etrafında birleşen, herhangi bir çıkar amacı gütmeyen, siyasi bir amacı taşımayan kişi topluluklarıdır. Aslında burada en temel olan değer insanların kendi özgür düşünceleriyle bir arada bulunabilmesi ve ortak bir hedeflerinin olabilmesidir. Farklı bir açıdan olaya baktığımızda ise, STK’lar alt amaçlarının ve farklı niteliklerinin olduğu ifade edilebilmektedir (Çelik, 2006: 216- 217).

STK’lar ayrıntılı, alt amaçları ile ifade edilirse; kişilerin ortak payda, ortak çıkar, ortak hedef, ortak duyarlılık, ortak bakış vb. gibi değerleri temel ögesi alarak, gönüllülük esaslı, bir arada toplanarak, devletin idari, kültürel, üretici, hukuki, organlarının dışındaki alanda meydana getirdikleri platform, sivil girişim, vakıf, dernek, ilişki ağı, veya birebir aynı yapıda oluşmak suretiyle geçici olan, enformel, ya da formel, yapılar ya da ensek örgütlenmeler olarak adlandırılmaktadır (Akatay ve Yelkikalan, 2007: 9)

Birleşmiş Milletler sivil toplum kuruluşunu ise; sivil toplum, Devletlerin ya da kişilerin ifade özgürlerine bulaşmamak şartıyla kamusal bağlamda yetkili bireyler tarafından belirli bir konuma getirilmiş, belirli bir amacı taşıyan, devletler kabul etse bile, devlet birimi tarafından ya da devletlerarası herhangi bir anlaşmayla kabul edilmemiş bir örgüt biçimidir. Yaklaşım esas olarak kurumsaldır. Uluslararasılaşma bağlamında bir anlam taşımaz (Philippe 2006: 43)

Sivil toplum kuruluşları, çıkar gruplarıyla ilgili olarak ortak yönleri bulunduran sosyal yapılar olarak bilinmektedir. Çıkar gruplarını sivil toplum kuruluşu olarak kabul etmeyen bazı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler genellikle

(12)

çıkar grupları arasında sımsıkı bir bağ olduğu ve ilişkilerini ilerlettirmek, geliştirmek ve korumak için kurulduklarından dolayı kendilerini STK olarak kabul etmeyeceklerini iddia ederler (Çelik, 2006: 218-219).

Sivil İtaatsizlik

Yasaların değişmesini isteyen veyahut şiddetsiz, vicdani, aleni ama aynı ölçüde siyasi niteliği olan yasa dışı bir eylem olarak adlandırılmaktadır (www.hukuk.gen.tr).

Bir eylemin sivil itaatsizlik sayılabilmesi için (Arslan, 2001: 56):

Hukuki ve politik sorumluluğun üstlenilmesi Hesaplanabilir olması

Yasadışı olması, Aleni olması,

Hesaplanabilir olması Şiddetin reddedilmesi

Haksızlıklara karşı olarak çifte standart kullanılmaması,

Kamu vicdanına ve ortak adalet anlayışına göre bir hareket etmesi ve çağrıda bulunması

Son olarak sivil itaatsizliğin sistemin tümüne karşı olarak değil, tekil haksızlıklara ortak bir paydada buluşmasıdır.

Gönüllü Kuruluşlar

STK’lar yukarıda belirttiğimiz gibi gönüllülük esasına göre dayalı olarak dayandığını ifade edilmiştir. Burada bir sorun ortaya çıkmaktadır. Temeli gönüllülük esasına dayanan her kuruluş bir sivil toplum kuruluşu mudur? Bu yoldan çıkarım yapmak gerekirse sivil toplum örgütleri ya da örgütü bir gönüllü kuruluştur. Lakin gönüllük esasına göre kurulan her kuruluş bir sivil toplum kuruluşu değildir.

Kamu her zaman devlet anlamında belirli bir gönderme ve vurgu yapılmaktadır. Bu kavram herkese açık kullanılmaktadır. Kamusal alan ise daha

(13)

farklı olarak adlandırılmaktadır yönetimin özel yaşamın amorfluğu ve formel yapılarıyla arasında kalan demokratlar için çok önemli bir alanı oluşturmaktadır (Canikoğlu,2007:23).

1.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Anlayışı ve Gelişimi

Sivil toplum kuruluşu ilk olarak batılı bir kavram olarak ortaya çıkmıştır.

Modern dünyamızda kazanılan mana itibariyle temeli olarak batı dünyasında 12. Ve 19 yy arasında başlandığı ve dönüşümlerin, değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan, batı dünyasında sanayi devrimi sonucu oluşan kentleşmenin birtakım sivil örgütleşmeler temelinde ortaya çıktığını ifade edilmektedir. Bu olaylar sonrası Ortaçağ’ın son demlerine doğru ise şekillenmeye başlanmış olup, giderek büyüyüp günümüze kadar gelmiş ve olgunlaşmıştır (Duman, 2003:348).

Sivil toplumun düşünsel kökeni ise Antik Çağ yaşayan ünlü Aristo, Orta Çağda yaşayan ünlü John Locke ve Thomas Hobbes yer vermişlerdir. Özellikle Sivil- Toplum ilişkileri bağlamında sivil topluma yer vermişlerdir. Düşünceleriyle o döneme damga vuran düşünürler ‘doğal hukuk’ ve ‘doğal kanun’ veya hut ‘Sosyal Sözleşme‘ geleneği ile sivil toplum ve Batı dünyasında başlayan Aydınlanma çağında kuram ve kavramlara yön veren egemen gelenek konumuna korumaktadır.

Sosyal Sözleşme ile kuramlar gelişmiş olup, bu bağlam ile birlikte artık sivil toplum kavramı yeni bir kavram olarak ortaya çıkmaya başlanmıştır (http://eprints.sdu.edu.tr/78/1/TS00247.pdf,).

1.3.Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Nitelikleri-İşlevleri

Bu başlıkta sivil toplum kuruluşlarının genel nitelikleri ve işlevlerinden bahsedilecektir.

1.3.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Genel Nitelikleri

Sivil toplum alanında var olan hizmetler, sundukları hizmetler, sundukları hedefler, oluşum biçimleri, faaliyetleri, mekânsal yayılımları, süreklilik dereceleri, kapasiteleri, bakış açıları vb. gibi değerleri birçok anlamda farklılık göstermektedir.

Bu farklı değerler sivil toplumun doğası gereğidir.

Bu farklı değişkenlikler söz konusu olunca sivil toplum zaman içerisinde yeni

(14)

şekillenmelere hep açık kapı bırakmıştır. Sivil toplum kuruluşları bu farklılığa ve çeşitliğe rağmen ortak olan bazı özellikleri vardır (Tekeli, 2002: 23).

İlgili literatürde sivil toplum kuruluşlarına atfedilmiş özelliklerden genel olarak ortak kullanıma sahip olanları; STK' ların kurumsallaşma gerekliliğini anlatan örgütlülük, STK' lara rızaya dayalı katılımı esas alan gönüllük, STK' ların toplumsal iyiye katkıda bulunmaları gerekliliğini anlatan kamu yararı gözetme ilkesi, STK' ların idari ve ekonomik olarak devletten ayrı olmaları gerekliliğini anlatan özerklik, gelir getirici faaliyetleri amaç edinmemeyi ifade eden kar amacı gütmeme ilkesi, özel alan dışında hem sivil hem de siyasal toplumu ilgilendiren yaşam düzlemi olarak bir kamu alanına sahip olma özelliği ve belli bir konuda uzmanlaşma ilkesi olarak sayılabilir. (Avcı,2007: 29). Bunların yanına şeffaflık, belirli bir uzmanlık alanına sahip olma ve yasallık ilkelerini de ekleyebiliriz. Şimdi kısa kısa bu ilkeleri açıklamakta fayda vardır.

Gönüllülük

Sivil toplum örgütlerinin temelleri olarak nitelendirildiğinde en önemli etken de katılım hakkıdır. (Çaha, 2003: 56). Bu kuruluş hiç kimseyi almaya zorlanamaz.

(Atayeter, vd, 2003:27). Temel olan kişinin kendi kişisel özgürlüğüdür. STK’lar kendi hedeflerine ve amaçlarına göre farklılık göstermektedir. STK’larda üye olmak için belli kriterler gerekirken, kuruluşa gönüllü olmak ya da kişinin kendi özgürlüğü temel olduğu vurgulanması gerekmektedir.

Türk hukukunda; Parti Kanunlarında, Sendikalar ve Dernekler kanunlarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Avrupa hukukunda sivil toplumun bağımsız v- oldukları ifade edilmiştir. Kuruluşlarda temel etkenler olan özgürlük, hürriyet, gönüllülük, bağımsızlık gibi değerler diğer bir tabirle irade etmenlerinin varlığı gerekmektedir (Yıldırım, 2003: 62).

Kamu Yararı Gözetmek

Temel amacı, toplum adına yararlı olmak, topluma birşeyler sunmak, topluma farklı görüşler katmak olan STK’lar bireylerin yaşam standartlarını, mutluluğunu, toplumda yaşanan sorunları, farklı fikirleri, refahlarını, toplumun sorunlarını çözerek toplum için doğrudan kamu çıkarına çalışan kuruluşlar olarak ifade edilmektedir

(15)

(Yıldırım, 2003: 63).

Kar Amacı Gütmemek

Sivil toplum kuruluşları gelir getirici bir toplum faaliyetinde bulunurken elde ettikleri gelirleri hiçbir şekilde üyelerine bölüştürmezler (Akatay ve Yelkikalan, 2007:25) Bu kuruluşlar profesyonel olarak yaptıkları işin gereği iş yükümlü kişilere belirli bir ücret ödeyebilirler. Bu olayda kar amacı gütmeyen bir olaydır.

Özerklik

Sivil toplum kuruluşları devletin başında bulunan iktidara karşı bağımsız ve tutarlı olması gerekmektedir. (Akatay ve Yelkikalan, 2007:25) İfade edilmek gerekmektedir ki STK’lar devlet dışında oluşmuş bir örgüttür. STK’lar verilen yetki tarafından sadece izlenebiliniz ve denetlen bilinir. Denetleme aşamasından sonra STK’lar özerk kuruluşlar olduğu için amaçları, hedefleri, faaliyetler vb. gibi değerlerde özerk olduğu söylenebilmektedir.

Bir Kamu Alanına Sahip Olma

Bir kamu alanına sahip olma, devlet, özerk ve özelden bağımsız olan kişilerin, girişimlerini içeriklerin içermektedir. Kuruluşlar bir kamu alanına sahip olmaları gerekir. Kamu alanına sahip olmayan kuruluşlar sivil toplum kuruluşu olarak sayılmamaktadır (Yıldırım, 2003: 63).

Şeffaflık

STK’lar belirli bir amaç dahilinde toplandığı için yaptığı hedeflerin toplumun yararına olup, olmadığını, bu değerlerin nasıl ve ne şekilde yapıldığı, toplumda nasıl şekillendiği, sonuçlarının toplumda nasıl bir etki uyandırdığı Sivil toplum kuruluşların en önemli değerlerindendir (Özalp, 2013).

Yasallık

Sivil toplum kuruluşları yasa dışı olmaması gerekir. Hukuk mevzuatına göre kendini şekillendirmesi ve mevzuatın kurulmasını engelleyecek bir oluşumdan kaçınılması gerekmektedir.

Bir Uzmanlık Alanına Sahip Olma

(16)

Sivil toplum kuruluşları herhangi bir konu üzerinde uzmanlaşmış ve açık olmalıdır. STK’lar bu özellik sayesinde iktidara karşı bir çatışma halinde olmasını müdahale edecektir.

1.3.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının İşlevleri

Modern toplumun vazgeçilmezi olan STK’lılar, kamusal otoriterinin eksik kaldığı yerlerde sağlık, sosyal hizmet, eğitim, gıda, kırsal- kentsel kalkınma, çevre gibi değerlerde önemli fonksiyonlar göstermektedir (Özalp, 2013).

Sosyal hizmet alanı gereği itibarı ile sokak çocukları, kimsesiz çocuklar, sosyal yardıma muhtaç aileler, engellilerin korunması, yaşlıların bakımı gibi alanlarda söz sahibidir. Bu alanlara söz sahibi olan sosyal hizmet bir öncülük etmesi gereken bir kuruluş varsa, STK’lar buna öncülük etmektedir. Sivil toplum kuruluşları sürekli olarak farklılık göstermektedir. Demokratik yapıya sahip olan ülkeler, kamu sektörü ve özel sektör kuruluşları zayıf olduğu noktalarda ise STK’lar devreye girdiğini ve canlandığı görülmektedir. STK’lılar ülkelerinde kendilerine has bir yapılarının olduğunu, farklı fonksiyonlarının olduğunu göstermektedir. (Yıldırım, 2003:72-74).

Sivil toplum kuruluşları siyasal iktidarlar baskın ve etkileme gücüne sahiptirler. Birey ile devlet arasında adeta bir köprü vazifesi görmektedir. Sivil toplum kuruluşları hükümetin uyguladığı politikaları eleştirip, topluma iletme ve duyurma görevini yaparlar. Aynı zamanda STK’lılar toplumun isteklerini, düşüncelerini, hatalarını ve düşüncelerini politikacılara iletme görevini de üstlenmektedir (Kabasakal, 2008:32). Sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini siyasal, kültürel ve bireysel başlıkları altında toplayabiliriz.

1.3.2.1. Siyasal İşlevler

Sivil toplum kuruluşları katılımcıların düşüncelerini, eylemlerini ve değerlerini demokratik yönden biçimlendirmeleri ve buna bağlı olarak sivil toplumun temel öznesi olan "aktif yurttaş" ile siyasal partilerin demokratikleşmesinden yönetimin şeffaflaşmasına, insan haklarından yasal reformların takipçiliğine kadar pek çok konuda doğrudan etki gösterebilmektedirler (Avcı,2007: 30).

STK' lar yukarıda belirttiğimiz amaçlar doğrultusunda ki kendi istem ve

(17)

amaçlarını iktidara iletme ve kabul ettirme konusunda zaman zaman siyasal ilişkiler içerisine girebilmektedirler.

1.3.2.1.1. Yasama Alanına Etkileri

Sivil toplum kuruluşlarının yasama alanına yönelik ilgileri, kendilerine dönük çalışmaların yapıldığı dönemlerde ortaya çıkmaktadır. STK' lar kendilerini ilgilendiren konularda sürekli bilgi topladıkları, araştırma yaptıkları, yayın çalışmalarında bulundukları için kendilerini ilgilendiren yasa tasarılarının hazırlanmasında ve teknik bilgi sağlamada güçlü katkıları olmaktadırlar (Yıldırım, 2003:80-81).

1.3.2.1.2. Yürütme Alanına Etkileri

Sivil toplum kuruluşları hükümetin gerçekleştirdiği uygulamalara karşı bir ara yüzey olma işlevini görmektedir. İdare aygıtının uygulamaya koyduğu politikaların STK' lar tarafından daha kolay benimsenmektedir. Bununlar birlikte bazı olumsuz politikalar da STK'ların muhalefeti sonucunda uygulamadan kaldırılabilmektedir.

(Kabasakal, 2008: 38).

1.3.2.1.3. Siyasi Partileri Etkileri

Demokratik rejimlerde iktidarı etkilemenin en hızlı ve kolay yolu siyasi partilerdir. Bu yüzden siyasi istekleri olan sivil toplum kuruluşlarının siyasi partilerden uzak kalması söz konusu değildir.

Sivil toplum kuruluşları doğrudan politikayla ilgilenmeyi amaçlamadıkları halde çoğu zaman devletin ekonomik ve sosyal görevler üstlenmeleri nedeniyle politik alanla ilişki ve destek ihtiyaçlarını göz ardı edememektedirler. (Kabasakal, 2008: 35).

1.3.2.1.4. Kamuoyunu Etkileri

Kamu çıkarını ilgilendiren bir konu üzerinde hakkında halkın genel kanaat ve düşünceleri anlamına gelen kamuoyu; sivil toplum kuruluşları açısından büyük önem arz etmektedir. Kamuoyu oluşturmak ya da etkilemek için yeni bilgiler sunarak çeşitli faaliyetler gerçekleştirme amacında olan STK' lar bunları yapmak için çeşitli şekillerde araçlar kullanırlar. Çeşitli yayın araçlarını kullanarak, reklamlar yaparak

(18)

bu etkinlikleri gerçekleştirirler. Gerektiğinde kapı kapı dolaşmayı bile tercih edebilirler.

Ayrıca STK' lar kamuoyunu etkilemek için sosyal faaliyetlerde ve sosyal yardımda bulunan, fakirlere çeşitli yollarla yardım eden, kurs, seminer, konferans düzenleyen, propaganda ve tanıtım gezileri düzenleyen kuruluşların sayısı oldukça yüksektir (Yıldırım, 2003: 84).

1.3.2.2. Kültürel İşlevler

Bireyin sosyal hayatı büyük ölçüde yaptığı örgüt ya da gruplar referansıyla mana kazanmaktadır. Modernleşen toplumlarda STK’lar bireyleri kendi başlarına hareket edebilen bir anlayıştan çıkarıp, gruplar halinde hareket eden ve grup iç dinamiği haline getirir. Toplumsal ve bireysel yaşamına mana ifade etmektedir.

Toplumda birçok kültürel araç bulunmaktadır. Demokrasi kültürü ise bu kültürlerden destek almaktadır. STK’lar birçok farklı kültürdeki kişilerden oluşmaktadır. Üyelerle grup kültürü paylaşma, hal ve hareketleriyle diğer grup üyelerine hesaba katma deneyimi kazandırma, ortaklaşa hareket etme gibi değerlerle katılımcı kültürel işlevlerinin kapılarını açmaktadır.

Sivil toplum kuruluşları toplum içerisinde sorunlar çözüm bulabilme ya da sorunlar farklı bakış açısı kazandırabilme, sorunlara önerileri bulundurma, sorunlar için çok yönlü alternatifler kazandırabilmek için çok önemli bir fonksiyon görevi sunar (Yıldırım, 2003:88).

1.3.2.3. Bireysel İşlevler

Sivil toplum kuruluşları bütünüyle gruplarla çoğulculuk faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Aynı zamanda STK’lar bireysel fonksiyonda da bir işlev gerçekleştirir. Sivil toplum kuruluşları bireysel iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesinde çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Üyelerin tek başlarına ulaşamadıkları hedeflere grupla ulaşabilmekte, bu yolla kendi eksiklerin grup aracılığıyla tamamlatmaktadır. Güven, sağlıklı ve etkin olan bilgileri elde etmekte ve algı, değer ve duygularını incelemekte, doğruluğunu ve gerçekliğini kontrol etme imkanına ulaşmaktadır. (Yıldırım, 2003:91).

(19)

Sivil toplum kuruluşları yapmış oldukları sağlam, güvenilir ve verimli çalışmalar sonucunda yeni lider olan insanlar ortaya çıkarmaktadır. Bu yoldan çıkarım yapılmak istenirse kişi kendini çok iyi geliştirmesine ve kendine bilgi, beceri ve değer elde edilmesine büyük bir etken yapabilmektedir.

Sivil toplum kuruluşları sosyo-ekonomik açıdan birçok fonksiyona sahip olduğunu ifade edebilmekteyiz. Özellikle devletin toplumdaki halka inebilmek için STK’lılardan yardım alarak, onun potansiyeli kullanarak işbirliğine girerler. Sadece devlet alanında da çalışmayan STK’lılar yerel anlamda da fonksiyonu olduğu ifade edebilmektedir.

1.4. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri

Sivil toplum örgütleri Türkiye'nin orijinal şartları dairesinde değerlendirilmesi gerekir. Bu yaklaşım, sivil toplumun meydana gelmesinde yerine getirilecek temek şartların nasıl geliştirileceğine vuzuh getirir.

Türkiye' de STK' lerin gelişim tarihini incelediğimiz kısımda gelişimi Osmanlı kültürüyle başlayan sivil toplumun Batı'daki örnekler gibi devletten bağımsız olmadığını gözlemledik. Osmanlı' dan sonra Cumhuriyet döneminde de süregelen bu kültür, günümüzde Batı'daki anlamını taşımasa da Türkiye koşullarında kendine belli bir anlam ve amaç yükleyerek hayatımızda fazlasıyla yer edinmiştir.

STK yapıları dünyada olduğu gibi Türkiye' de sundukları hizmetler, devamlılıkları, faaliyet yayılımları, vb. büyük çok yönlülükler söz konusudur.

Türkiye' de sivil toplum; vakıfları, dernekleri, sanayi ve ticaret odaları, meslek örgütlerini, sendikaları ve vatandaş girişimlerini kapsar. (Akatay ve Yelkikalan, 2007:164-166). Dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek kuruluşları, vd. kar amacı gütmeyen örgütlenmelerdir.

Türkiye' de sivil toplum örgütleri hukuki yapıları yönünden incelendiğinde, ezici örgütlenme biçiminin dernekleşme olduğu görülmektedir. (Canikoğlu, 2007:

189).Derneklerin ardından ikinci sırada vakıflar, daha sonrada meslek kuruluşları yer almaktadır.

Türkiye' de STK' lar, genellikle kendi insiyatifleriyle kurulmaktadırlar. Kamu hukukuna tabii meslek kuruluşlarında denetim doğrudan olmakta ve - eğitime,

(20)

kültüre, ekonomiye, sosyal ve siyasi hayata katkı sağlama misyonunda olan – bazı vakıflarsa devlet eliyle kurulmaktadır. Batı' da tamamen kamu hukukunun dışında olan STK' lar, ülkemize kamusal alan ile iç içedir. (Akatay ve Yelkikalan, 2007:166- 167)

1.5. Sivil Toplum Örgütlerinin Değerleri

Bu başlıkta STK’lerin en önemli değerleri bahsedilecektir.

Gönüllü Bir Hizmet Olması

Sivil toplum örgütleri; bireylerin üye olmada seçme haklarının olmadığı ve doğuştan ya da miras gereği bağlı olduğu aile, aşiret ya da kabile gibi akraba olan gruplardan farklıdır. Bundan dolayı sivil toplumdaki ilişki tarzları bir grup gönüllü olan yani bireylerin sırf istekleriyle düzenlenen kuruluşlar çerçevesinde olmaktadır (Abdussadık, 2007:72-73).

Sistemi

Sivil toplum düzenli bir topluluktur. Bu yönüyle o genel olarak toplumdan farklıdır. Çünkü o, programlı bir şekilde çalışan ve mantıksal ölçülere boyun eğen bir dizi örgüt ya da kurumları bir araya getirmektedir. Bireyler ve gruplar onun üyeliğini sırf kendi iradeleriyle kabul etmektedirler. Fakat bu kabul anlaştıkları şart ve kurallarla olmaktadır (Abdussadık, 2007:72-73).

Rolü

Sivil toplum örgütleri; gönüllü, düzenli ve çoğulcu kurumsal oluşumlardır.

Ortak amaç ve çıkarları gerçekleştirmeye çalışır. Bunlar o oluşumlara intisap eden unsurlarla ilgili ya da tüm toplumu veya büyük çoğunluğunu ilgilendiren çıkarlar olabilir (Hayri el-Vekil, 2007: 23)..

Kazançsız Örgütler Olması

Sivil toplum örgütleri kar amacı gütmeyen örgütlerdir. Her ne kadar bazı örgütler kazanç elde etse de bu kazançların, maliyetler düzeyinde en alt sınırda olması gerekir. Aynı şekilde üyelerin yararına harcanmaması gerekir. Fakat örgütün amaçlarını gerçekleştirmek ya da bu kazançları gerçekleştirmedeki genişliğin yararı için harcanması gerekir.

(21)

Devlet ve Sivil Toplum Kuruluşları arasındaki ilişkisi

Devlet ve sivil toplum arasındaki ilişki aslında tamamlayıcı ve karşılıklı olarak rolleri paylaşma ilişkisidir. Çelişki ve husumet ilişkisi değildir. Sivil toplum;

tüm taraf ve grupların kendi rollerini yerine getirme keyfiyetini düzenleyen hakları için bir sistem koyarak ayakta durma şartlarını sağlamaya çalışan yeni devlet görünümlerinden biridir. Aynı şekilde sivil toplum, koyduğu tüzüklerle, ekonomik, sosyal ve eğitimsel temel görevlerini yerine getirmede devlete dayanıyor. Devlet ve sivil toplum birbirine bağlıdırlar. Hatta sivil toplum, devlet gücünün ürünüdür. Güç dengesini sağlamak içindir. Sivil toplum örgütleri batıda develi çöktürmek için gelişmedi. Bilakis ona paralel bir gelişmesinin neticesidir. Aynı şekilde devlet, uygulamaya elverişli açık yasalar koymak ve sivil toplum örgütlerine teşvikler sunarak onların güçlenmesine ve sağlıklı bir sivil toplum örgütünün ilerlemesine katkıda bulunabiliyor. Buna karşılık olarak devlet, politikalar koyma ve yürütmeye kadir birbirine bağlı organlara sahip olduğu zaman sivil toplum örgütleri, politika koymaya ortak olmada daha etkin olabiliyor (Şükür, 2003:20).

1.6. Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi

Günümüzde sivil toplum, Sovyetler ve Doğu Avrupa’daki merkezi bürokratik devlet yapılarının başarısız olması ve çökmesiyle güçlenmiştir İkinci Dünya Savası’nın ardından meydana gelen enternasyonal kurum ve kuruluşlar, devletlerin belli ve sonuncu güçtür anlayışını yok ederek, sivil gelişimi destekler yönde girişimler yapmışlardır. Devlet yapılarının başarısızlığının sonucu farklı değerlerin yavaş yavaş ortaya çıkmasıyla kişi ve kişilerin yaptıkları sosyal faaliyetlerin önemi artarak, çıkara bağlı olmayan sivil toplum kuruluşlarının doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlar sayesinde günümüzde ve globalde insan hakları, demokrasi, çevre, nükleer güç ve barış hareketi gibi sivil toplum kuruluşları doğmuş; devletleri ve kendi kamuoyunu etkileyip onları yönlendirmeye de başlamıştır.

(Yılmaz,2001:328-329).

Sivil toplum bugün terim anlamıyla, siyasi otoritenin baskısından kurtulan bir toplumu ifade eder. Bu hâl toplumdaki âdilâne yapının devletin kurumları dışında toplum tarafından da yönlendirmesi anlamını taşır. (Yılmaz, 1997:86).

(22)

Cumhuriyet ve sivil toplum, kanunname ve tüze standartları gerektirdiği için birbirine bağlanırlar. Bu zorunluluk, iki mecranın birbirlerine olan haklarını ve sorumluluklarını belirlemektedir. Sivil toplum sadece devlet otoritesini sınırlamaz.

Devlet ötesi hukuk kurallarına uyduğu müddetçe sivil toplum için yasallık temelini oluşturur. Devletin oluşturduğu yasal nizamın yaptığı hudutları belirli sivil toplumun amacı, devlet otoritesine çökmek de değildir. (Yılmaz, 1997: 86).

Sivil toplum lideri, yönetici ve bürokratların yaptırım gücüne karsı toplumu korur. Çoğulcu bir yapının kendilerini hür olarak ifade edebilecekleri bir hürriyet alanı, modern ve âdilâne bir anlayışın vazgeçilmez parçalarıdır. Sivil toplum kuruluşları çağımız demokrasilerde bu amacı yerine getirmek için görev almışlardır.

Savunmuş oldukları istekler yalnızca yönetime yardım eden bir araç olmamakla birlikte siyasetin topluma rağmen değil, toplum için yapılmasını sağlamak üzere, varlık ve işlevleriyle temel alan bir hedeftir. (Tagma, 2000: 61-62).

Sivil toplum kuruluşlarının demokrasi ile anlam kazanması ve demokrasinin katılım sorununu ortadan kaldırmasının yanında, sivil toplum örgütlerinin önemini artıran diğer nedenler ise kendi özelliklerinde saklıdır. Demokrasi araçlarının yüksek zaman ve işletim maliyetleri, pratiklik ve karar alma süreçlerindeki oluşan gecikmeler, sivil toplum kuruluşları tarafından üstlenilip minimize edilerek, daha geniş bir uygulama alanı yaratılmaya çalışılmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN TÜRK DEMOKRASİSİNE ETKİLERİ 2.1. Demokrasi

Demokrasi kelimesinin kaynağı Yunan diline dayanır. Fakat Türkçe’ ye Fransızcadan geçmiş bir kavramdır. Bu kavram ‘demos’ (halk) ve ‘kratos’

(egemenlik) kelimelerinden oluşmuştur. Demos kelimesi aynı zamanda yoksul halk ve vatandaşlık anlamlarına da gelmektedir (TDK, 2021),

Eski zamanlardaki bu tür farklı tanımlar demokrasi kavramının da birçok

(23)

tanımının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Günümüzde de kesin bir tanımı yoktur.

Buna sebebiyet veren 2 önemli husus daha vardır: Sebeplerden ilki demokratik olmayan hükümetlerin uluslararası ilişkilerde daha etkin olabilme amacı ile kendilerini bu kavram ile özdeşleştirme çabaları. Marksist demokrasi buna örnektir.

Bir diğer sebep ise genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılmasıdır (http://www.demokrasidebirlik.org.tr, 2021).

Demokrasi kavramı sadece belli bir grubun ya da bir kişinin yönetimini değil halkın yönetimini vurgular. Demokrasi; çoğunluğun yönetimi, fırsat eşitliğini sağlayan yönetim ve fakirin yönetimi gibi çeşitli tanımlamaları barındırır kendi içinde. Genel olarak kabul gören tanımı ile demokrasi; tüm üye ve vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasının şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir Demokrasi, etkin siyasal makamların, düzenli aralıklarla tekrarlanan, birden fazla siyasal partinin katıldığı muhalefetin iktidar olma şansına sahip olduğu serbest seçimlerle belirlendiği ve temel kamu haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olduğu bir rejimdir. Abraham Lincoln 1864 yılındaki bir röportajında demokrasiyi şöyle tanımlamaktadır: ‘Demokrasi, halkın halk tarafından halk için yönetimi demektir’. Zaten demokrasiye göre egemenliğin sahibi halktır ve siyasal iktidarı belirlemede en önemli unsur seçimlerdir. Halk, kendilerini temsil edecek kişileri adil ve eşit bir ortamda seçimler yoluyla siyasi partiler arasından yönetime gelecek kişiler seçilir (Yıldırım, 2003:116).

Demokratik toplumlarda halk yöneticilere kendilerini yönetmesi amacıyla vekalet vermektedir. Yani yöneticiler herhangi bir işlem yaptıklarında ya da hizmet yürüttüklerinde yasalara uygun hareket etmek zorundadırlar. Aksi taktirde halkın denetimine tabii olacaklardır. Bu denetim de keyfi yönetime engel oluşturan önemli bir husustur.

Demokrasilerde çoğunluk belirleyici bir unsurdur. Çoğunluğun bir süre sonra bağımsız bir güç haline gelmesi ve insan haklarına karşı tehdit oluşturan bir durum haline gelmesi ihtimali yönetimleri azınlık görüşlerine karşı da duyarlı duruma getirir. Bundan dolayı demokrasilerde ayrım gözetilmeden bir yönetim söz konusudur.

(24)

Devletlerde demokrasinin oluşabilmesi için bazı araçlara gerek duyulur.

Bunlar:

x Parlamento x Siyasi Partiler x Anayasa

x Sivil Toplum Örgütleri

x Kolluk Kuvvetleridir (Yıldırım, 2003:116-117).

2.2. Türk Sivil Toplum Örgütlerinin Kuruluş Amaçları

Sivil toplum, kentleşme kavramıyla paralel gelişir. Vatandaşı eşit ve özgür birey olarak, siyasi faaliyete katan medeniyet kavramı ise; demokrasinin gelişimi süreciyle alakalı anlam ve amaç bugün ulaştığı gelişmişlik seviyesinden önceki bir süreçte aranır. (Canikoğlu, 2007:92). Meşrutiyet ise devlet, sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişkiye canlılık katan kavramdır. Demokrasinin doğuşu ve kurumsal olmasından dolayı otoriter bir sivil toplum oluşumu gereklidir.

Siyasî güç karşısında mülkiyet ve hürriyetlerin konfirmasyonu ve uygulanması, sivil toplumun kurumsallaşmasıyla gerçekleşir. (Aktan, 2005:13).

Sivil toplum demokrasi kavramıyla çağdaş bir anlam kazanmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının mevcut olduğu ve otoriter güç olduğu toplumlarda demokratikleşme süreci daha sağlam temellere dayanmaktadır. (Çaha, 2000: 34).

Demokrasinin şekil şartıyla yaşanmadığı toplumlardaysa sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının yaşaması çok zordur. Siyasal yapı kurumları, değerleri ve normlarıyla sivil toplum kuruluşlarının gelişimine etki eder. Günümüzde bir ülkede, demokrasideki değişimi anlamak için sivil toplum kuruluşlarının sayısı, üye sayıları, demokrasinin orada yürütülme imkanının mümkün olma derecesini anlamaya yardım eder. (Bayraktar, 2005: 12).

Demokrasi, devletin gücü ile yurttaşlarının haklarını koruduğu siyasal bir alan oluştuğunda var olmaktadır. Yalnız bu anlayış halk ve otorite arasında dolaysız bir entegrasyon fikrine karşı çıkar. Zira toplum yönetemez sadece toplum adına

(25)

konuşanlar yönetir. Buna yanıt olarak hükümet sadece halkın taleplerinin bir anlatımı değildir. Aynı zamanda siyasal birliği sağlayıp temsil etmeli ve dış dünyaya karşı savunmalıdır. Demokrasinin mevcudiyeti için devleti özel yaşamdan ayıran uçuru- mun siyasal kurumlar ve yasalar aracılığıyla tanımlanıp güvence altına alınması gerekir. (Çaha, 2000: 34-36).

Sivil toplum kuruluşlarının hangi demokrasilerde olacağını öğrenmek adına farklı âdilâne temellerin meydana gelmesi gerekir. Bu âdilâne temellerden birincisi laikliktir. Burada adı geçen laiklik kavramı ile birey-toplum-devlet ilişkilerinde dini tüm kaynakların ve etkileşimlerin ortadan kaldırılıp; her bir öğenin mülkiyet, misyon ve güç alanının belirlenip, gerçek sınırların korunması olarak bellenmelidir.

Cumhuriyet ve sosyal gruplar, kişilerin dini seçimleriyle ilgilenmekten vazgeçmeleri, tüm inançlara karşın eşit mesafede durmaları, kişilerin hareket ve bağımlılıklarının da dini kaynaklara dayanmaması anlamını içerir. İstisnaî özgürlüğün basamaklarından en mühimi laikleşme dairesinde şekil alan siyasal kurumlarda ferdî şuur, laik olmadığı müddetçe özgürlükten bahsedilmesi imkansızdır. Önemli olan ikinci şart ise vatandaşın belirlenmesidir. Bahsedilen durum çoğulcu demokrasiyi mümkün hale getiren unsurların başında gelir. Demokrasi, kişi ve vatandaş kimlikleri üzerinde anlam kazanır. Başka bir unsuruysa sivil toplumun oluşumudur. Devletin mukaddes bir devlet olması ve bu arada vatandaşların kendi problemlerini gönüllü kuruluşlar kanalıyla çözecekleri, devlet haricindeki örgütlenme alanının çizilmesi, demokratik temelin oluşumunda eş zamanlı olacak şekilde olması zorunlu ve birbirini tamamlayan şartlardır. Bu şartlarla meydana gelen bir demokrasi, toplum içinde hakların pazarlık alanı işlevini de yapar. (Canikoğlu, 2007:53-54).

Âdilâne olan her ülkede küçük elemanlara da ihtiyaç vardır. Meselâ, be- lediyeye en küçük ülkelerde dahi hacet duyulur. Dünya çapında büyüklüğü ne boyutta olursa olsun, farklı bağımsız birliklere ve organizasyonlara hacet vardır. Bu durum da çoğul bir sivil topluma delalet eder. (Dahl, 2001:11).

Toplum denetlemesi ve siyasal birlik, herhangi siyasal karar alma mekanizması tarafınca işlevsel hale geçirildiğinde; siyasal karar alma aygıtı da o kadar demokratik nitelendirilir. Toplum denetimi, bir taraftan toplumun katıldığı özgür tercihler ve sivil toplumun baskısı yoluyla diğer taraftan da halk adına hareket

(26)

eden yasama organı, mahkemeler, mali denetçiler, basın ve sivil toplum örgütleri gibi aygıtlarla hayata geçirilir. Bu sebeple devlet merkezi seviyesinde halk denetimi, doğrudan karar alma süreciyle alakalı değildir. Karar alıcılar üzerindedir. (Tosun, 2005: 29).

Sivil toplum örgütleri ve devlet alakasında köklü bir iyileşmeye gidilmesi devletin demokratik hale getirilmesi ve eşit vatandaşların devleti, haline gelmesi arasında bir bağlantı vardır. Stk ve devlet ilişkisi, kültürel alışkanlıkların değiştirilmesi, örgütlenme, düşünce özgürlüklerine getirilen yasaklar gibi konuların yok edilmesinden sonra daha verimli ve olumlu bir düzeyde seyreder. Bu süreç kolay değildir ve stkların; devletle alakası kısa ve orta vadede farklı düzenlemeler yapılarak daha kolay geçirilebilir. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşları ve devlet ilişkilerinde keyfi her çeşit politik ayrımcılığa son verilmesi lazımdır. Devletin sözde sivil toplum kuruluşları kurma ve bazı sivil toplum kuruluşlarının yönetim kurullarında devlet görevlilerine ayrılan hisselerden faydalanması hem etik değildir hem de demokrasinin gelişimi için olumsuzdur. Hükümet, özel departman ve sivil toplum kuruluşları verimli ilişki için kendi bağımsız gelişimlerini devam ettirmeli ve aralarında somut projelerle ortaklık yapmalıdırlar. Devlet yapacağı işlerde, alanıyla alakalı sivil toplum kuruluşlarından bilgi alarak, onların kararlara katılımını sağla- malıdır. Kamuoyuna bu uygulamalardan bilgi verilmesi sivil toplum kuruluşları ve devlet ilişkisinin daha dengeli olmasına olanak tanımaktadır. (Silier, 2001: 4).

Kişilerin tümü hedeflerine ulaşmak adına emek verirler. Demokrasi ve sivil toplum kuruluşları, kişilerin birbirlerini yok etmek ya da sınırlamak değil, gelişim ve zenginleştirmeye yardım eder. Bundan dolayı sivil toplum aynı zamanda “siyasal iktidarın otoritesinden kurtulabilen ve kendi kurumlarını oturtabilen bir toplum”

olarak da tanımlanır. Örgüt yapıları kurulu bir toplumu muhafaza eden ve geliştiren çevrenin iç içe oluşturulması sivil toplum kuruluşlarını ve demokrasiyi ortak bir paydada birleştirir. (Canikoğlu, 2007:53-54).

Sivil toplum kuruluşlarının demokrasisini üstlendiği vatandaşlar arasındaki demokratik bedellerin savunulması, temsili olmayan azınlık gruplarının taleplerini söylemek kısaca azınlık haklarının güçlendirilmesi, katılımcı bir demokrasinin sağlanması gibi fazlaca rolü bulunur. Sivil toplum kuruluşları hükümet ve vatandaş

(27)

arasında bir köprüdür. Karşılıklı iletişimi sağlar ve demokrasinin daha iyi işlemesine yardım eder.

2.3. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum ve Etkileri

2.3.1. Cumhuriyet’ in İlanı Öncesi Toplumsal-Siyasal Hayat ve Sivil Toplum

II. Meşrutiyet dönemi, monarşi kurumu üzerine doğrudan etkili olmuş, monorşi sınırlanmakla kalmamış, kurum olarak hem varlığı hem de saygınlığı oldukça zarar görmüştür. Mutlak bir hükümdarın meşruti düzene dönmeye zorunlu bırakılması(1908) sonra milletin temsilcilerine tahtından indirilmesi(1909), yerine gelen hükümdarın silik bir kişilik sahibi olması ve padişahın ulusal kurtuluş hareketine karşı tavır alması olayları, saltanatın yıpranmasına neden olmuş ve yüzyıllardır süre gelen dokunulmazlık ve kutsallık niteliklerinin son bulması sonuçlarını ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyetin ilanı sırasında ise kuvvetli bir direnme ile Genç Osmanlılar ile başlayan ve Jön Tükler (II. meşrutiyet) ittihat ve terakki çizgisini takip eden reform süreci içerisinde batılı bir ideoloji olan pozitivizm önem kazanmıştır. Pozitivist anlayışı, Jön Türk ideolojisinin kemalizm tarafından devraldığı düşünce mirasının en önemli öğesidir (Erdoğan, 2001:1004).

2.3.2. Cumhuriyet Döneminde Sivil Toplum

Genç Osmanlılar ile başlayan ve Jön Türkler (II. Meşrutiyet) ittihat ve terakki çizgisini takip eden reform süreci içerisinde batılı bir ideoloji olan pozitivizm önem kazanmıştır. Pozitivist anlayışı, Jön Türk ideolejisinin kemalizm tarafından devraldığı düşünce mirasının en önemli öğesidir. Kemalizmin hedefi olan “ muasır medeniyet”in temel öğeleri olarak karşımıza çıkan bilim ve teknoloji, pozitivist boyutuyla genel ve özel olmak üzere iki başlıkta toplayabileceğimiz sonuçları ortaya çıkmıştır. Osmanlı imparatorluğu’nun çöküşü, kurtuluş savaşı ve ardından kurulan cumhuriyet rejiminin tek parti yönetimi, merkezi devletin yapısını değiştirmemiş, 1920’lerin iktisadi yapısında ve iktisadi gelişme anlayışında değişmelerin ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Liberal ekonomiye dayalı bir gelişme modeli ve Lozan Antlaşmasının sonuçlarında olan gümrüklerin serbestliği, kapitalizmin ve bireysel ekonomik girişimin gelişmesine sebep olmuştur. Ulusal tercihler, yerli

(28)

girişimciler açısından teşvik sağlarken, gönüllü bireysel iktisadi hareketle ve buna bağlı olarak iktisadi hayat sivil toplumun yeniden şekillendirilmesinde önemli bir adım oluşmuştur (Özbudun, 1975:37).

İttihat ve Terakki’nin 1913 yılından sonra mutlak iktidarı döneminde “milli ekonomi” politikası uygulaması ve Türklerin burjuvalaştırılması çabaları oldukça başarılı sonuçları vermiştir. 1917 yılına gelindiği zaman Türklerin hakim güç konumunda olduğu bir “milli ekonomi” ve yeni bir sınıf olarak “Türk burjuvazisi”

doğmuş bulunmaktaydı. 1918-1921 yılları arasında sivil toplum kurumları, imparatorluktan ulus-devlete geçiş süreci içerisinde karşılıklı etkileşimde olmuşlardır. 1913-1918 yılları arasında ittihat ve terakki fırkası’nın, dernekleri kurulması ve işleyişini denetim altında tuttuğu, aynı zamanda da çok az sayıda dernek kuruluşuna izin verdiği görülmüştür. Var olan derneklerin denetimlerini de gerçekleştiren ittihat ve terakki fırkası, paramiliter bir dernekleşmeyi de teşvik etmiştir. Dünya Savaşı’nın çıkması da sivil toplum örgütlerinin kurulmasına ciddi bir darbe olmuştur (Feroz, 2001:64).

1.Dünya Savaşı’nın ardından, Osmanlı Devleti’nin gerek toplum yapısı gerse siyasal yapısında büyük ve köklü değişimler yaşanmıştır. Ulusal devlet, ulusal toplum ve anavatan kavramları bu dönemde olgunlaşmış, ulusal ve bağımsız bir toplumun ve devletin kurulması zorunlu ortaya çıkmıştır. Mütareke dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, şartlar yeni siyasal yapılanmalar da meydana getirmiştir.

Mustafa Kemal’in önderliği öncesinde ve sonrasında, tamamıyla sivil toplum inisiyatiflerinden doğan, iktidar olma, devlet olma eğilimleri gösteren yerel kongre hareketleri, bu yoldaki ilk adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nda sivil direniş merkezleri olarak karşımıza çıkan illerin, Osmanlı’nın gelişmiş kültür ve ticaret merkezleri olması dikkate alınması gereken bir noktadır. İzmir, Edirne, Ankara, Kastamonu, İskenderun, Erzincan, Trabzon gibi merkezler, ticaret bakımından gelişmiş olmalarının yanı sıra dernekleşmelerin de yoğun olduğu yerlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, 1918- 1922 yılları arasında faaliyet gösteren sivil toplum kurumlarının katkısı göz ardı edilmemelidir. 1918 yılından itibaren toplanmaya başlayan yerel kongreleri, devletleşme çabalarının başlangıcı

(29)

olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır.Dönemin olumsuz şartları Mustafa Kemal’in önderliğinde yerel örgütlenmelerin birleştirilerek bir güç haline getirilmesiyle aşılmıştır (Feroz, 2001:66).

2.3.2.1. Tek Partili Dönemde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi

Türkiye’de devlet geleneğinin oluşumu açısından tek parti dönemi önemli bir aşamadır. Geleneksel Osmanlı yapısından sonra modern bir toplum ve devlet yapısına geçiş ve bu amaca yönelik yeniliklerin yapıldığı bir dönemdir. Devletin meşrutiyet temelleri yeniden biçimlenirken toplumun devlet karşısındaki konumu ve devlet ile toplum arasındaki alanın özellikleri de değişiyordu. Osmanlı devletinden devralınan devlet nitelikleri 1921 tarihli teşkilat-ı esasiye kanunu ile bütünüyle değişmiştir. Meşruti sistemin yerini, bütün yetkilerini büyük millet meclisine veren halk egemenliğine dayalı cumhuriyet sistemi almıştır. Devlet-padişah anlayışı teşkilat-ı esasiye kanunu ile yerini devlet- ulus anlayışına bırakmıştır. 1924 Anayasası’nın getirdiği birtakım yenilikler sivil toplumun oluşması için gerekli olan zeminin hazırlanmasında önemli gelişmeler olmasına rağmen yeterli değildi.

Demokratikleşme ve modernleşme çabaları sürekli olarak yasal düzenlemelerle sağlanmaya çalışmış, bu sürecin sonunda da sivil toplumdan çok, bürokratik toplum denilebilecek yeni bir modele varılmıştır (Gencay, 1986:74).

Devlet elitlerinin egemenliği altındaki tek partili yıllarda devlet-toplum ilişkisinin temel belirleyenleri; siyasal alanda tek parti yönetimi, ekonomik alanda devletçilik politikası, toplumsal alanda ise devam eden modernleşme sürecidir.

Siyasal ve toplumsal alana yönelik düzenlemelere egemen olan ilke laiklikti. Tek partili döneme damgasını vuran CHP ve onun 1930’lardan başlayarak uyguladığı ekonomideki devletçilik politikasının birincil amacı; Osmanlıdan devralınan kozmopolit miras üzerine, ulus devletler çağına uyan yeni bir ulus devleti kurgulamaktı. Bu süreçte devlet, hem ulusal sermaye birikimini sağlayacak ulusal ekonomi politikalarını uygulama, hem de toplumsal çatışmaları kontrol altında tutma görevini büyük bir titizlikle yerine getirmiştir. Ulusal iktisat ideolojisi ile bir yandan devlet bürokrasisinin öncü rolü iktisadi alana yayılırken, diğer yandan milli burjuvazinin doğmasına yardım etmiştir (Taner, 1994: 24).

(30)

Tek partili dönemde sivil toplum-devlet ilişkisi açısından bakıldığında, 1924 Anayasası’nda, dernek kurma özgürlüğünün ancak kanun ile sınırlandırılabileceği belirtilirken, 1938 yılında cemiyetler kanunu ile dernek kurma izne bağlanmış, dernek kapatma yetkisi de yürütme organına verilmiştir. 1925 yılında Şeyh Sait Ayaklanması’nın hemen ardından çıkarılan takrir-i sükun kanunu’na dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir dönüm noktasını oluşturmuş aynı zamanda da CHP’nin yirmi beş yıl sürecek olan otoriter yönetiminin de başlangıcı oluşmuştur.

Aynı zamanda bu kanun ile basın ve düşünce özgürlüğüne de kısıtlama getirmiştir.

Tevhid-i efkâr, istiklal, tanin, vatan, aydınlık, orak-çekiç ve sebilurreşat gibi İstanbul kökenli gazeteler ve dergiler kapatılmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda sivil toplumun gelişimi de sekteye uğramıştır (Toksöz, 1993:1827)

Tek partili dönemde özellikle 1926 yılı sonrasında CHP’nin mutlak egemenliği sonrasında sivil toplum kurumlarının oluşturduğu özerk alanlar ortadan kalkmaya başlamıştır. Tek parti yönetimi, hukuki düzenlemelerle sivil toplum kurumlarına özerk alan bırakılma çalışılmıştır. Yine bu dönemde sivil toplum kurumlarının gelişiminde bir duraksama ve sayılarında düşme görülmüştür. Yapılan hukuki düzenlemeler ile meslek ve esnaf örgütleri denetim altına alınmıştır. Dini örgütlenmelerin ve tarikatların engellenmesi amacıyla tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Takrir-i Sükun Kanunu ile de sivil örgütlenme çalışmaları önemli bir darbe almıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetime hakim olmasından sonra, dernekleşme oranında düşüş başlamıştır. Tek parti yönetimi kendisinin yan kuruluşu olmayan sivil toplum kurumlarının tasfiyesi yoluna gitmiştir. Osmanlıdan itibaren süregelen Türk ocakları, Türk kadınlar birliği ve mason derneği gibi dernekler tasfiye edilenlerden bazılarıdır (Çaha, 2011:202)

Kazancıgil’e göre 1946’ya kadar Kemalist rejimin temel direği olan milli burjuvazi yaklaşımı devlet seçkinlerinin sivil topluma egemen olmalarını öngörmekte, fakat aynı zamanda da diyalektik bir süreç içinde burjuvazinin de güçlenmesini içermekteydi. Devletin toplumu bu denli sarıp sarmaladığı bir ortamda sivil toplumun kendine doğal gelişme alanları yaratabildiğini ileri sürmek oldukça güçtür.

(31)

Devlet-sivil toplum açısından dönemi değerlendirdiğimizde, 1924 Anayasasın da dernek kurmanın izne bağlanarak, dernek kapatma yetkisinin yürütme organına verildiğini görmektedir. Sendikalar konusunda da anayasa izin verici olmakla birlikte, 1936 tarihli iş kanunu uygulama alanına giren işyerlerinde grevi yasaklayıcı hükümler getirmiştir. Tek parti döneminin devlet-sivil toplum ilişkileri açısından temel belirleyen 1925’de patlak veren Şeyh Sait isyanı olmuştur. Türkiye’de sivil toplum, batılılaşma yöneticilere ait bir ideal olmuş, oluşumunun sağlanması için topluma özerklik verilmesi tehlikeli görülmüş, dolayısıyla sivil toplum yapıları kimsen yerleştirilebilmiştir. Sivil toplumdan çok bürokratik toplum olarak nitelendirilebilecek yeni bir toplum modeli ortaya çıkmıştır. Tek partili dönemdeki modernleşme çabaları, bu durumun nedeni olarak görülmüştür. Tek partili döneme bu açıdan bakılacak olursa, demokratikleşme ve sivil toplum çabalarının sonucunda ulaşılan Cumhuriyetin ilk dönemi olduğu, daha sonraları çok partili dönemin sivil ve siyasal yapısının hazırlayıcısı olduğu söylenebilir (Tosun, 2001:268).

Tek parti döneminin özellikle ilk on yılı içerisinde ekonomik, kültürel, ideolojik, toplumsal ve siyasal boyutta yeniden yaratılan toplumun yeni görüntüsüne ve kalıbına alışabilmesi, uyum sağlaması sancılı olmuştur. Küçükömer’e göre, Türkiye’nin modernleşme tarihi boyunca bürokrasinin batılılaşma ve sivil toplum yaratma yönündeki çabaları “yerli üretim tarzından kopuk yada onla bütünleşemeyen sözde kültür devrimi” olarak kalmıştır. Toplumsal muhalefetin daha çok İslami bir görünümde ortaya çıkması aldatıcı olup arakasındaki bu gerçeğe eğilmek gerekmektedir. Bu üstten ve toptan yenilenme nedeniyledir ki, sivil toplum

“batılılaşmacı yönetici kadroların ideali olmakla birlikte, onun ortaya çıkması için topluma verilmesi gereken özerklikte tehlikeli görülmüş ve sonuç olarak sivil toplum yapıları Türkiye de ancak kısmen yerleşebilmiştir (Tosun, 20021:268-269).

2.3 2.2. Çok Partili Dönem

1946 ve sonrası dönem, Tanzimat, birinci ve ikinci meşrutiyet ve tek partili dönemde temelleri atılan demokrasinin ve sivil toplumun yeniden biçimlenmeye başladığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. 1939’da devlet tarafından kurulan basın birliği, 1946’da dağılmış, gazeteciler cemiyeti kurulmaya başlamıştır. Devlet, basının kamuoyu oluşturma işlevi üzerindeki baskısını kaldırdıkça sağ, sol ve liberal

(32)

eğilimler tekrar güçlenerek, partileşme başlamıştır. Çok partili dönem ile birlikte sivil toplum açısından da yeni bir dönem başlamıştır. Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle birlikte tek parti döneminde yasak getirilen sivil toplum unsurları tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Tekrar ortaya çıkan sivil toplum unsurlarının ardından öncelikle dini gruplar, işveren kesimi, işçi sendikaları, köylü grupları ve medya gelmekteydi. Tek parti döneminde sivil toplum alanının göstergesi laiklik iken, çok partili dönemde anti-komünizimdir (Çaha, 2011:237).

İkinci dünya savaşı sonrası uluslararası ortamın da etkisiyle “tek partinin baskı ve yetersizliklerinden bunalmış bulunan Türkiye’de demokratikleşmeyi ve sivil toplum arayışlarını birdenbire yepyeni boyutlara ulaştıran muhalefet, basının nitelik ve nicelikçe hızla gelişmesine yol açmıştır. 1946 sonrası dönem, Tanzimat, meşrutiyet ve tek partili dönemde tohumları atılan ancak yeterince gelişemeyen demokrasinin sivil toplumun yeni bir formasyonla biçim kazanmaya başladığı dönemdir.

1946-1950 yılları arasısında, tek partili dönemden, çok partili döneme geçiş sürecinde dernekleşme oranında oldukça büyük bir artış görülür. 1948 yılında İstanbul’daki dernekleşme, Türkiye genelindeki dernekleşmeden oldukça farklı bir görüntü sergilemektedir. Çok partili döneme geçildikten sonra İkinci Cemiyetler Kanunu’nun yürürlüğe konması ve 1950’de iktidar değişikliği sonucunda, daha özgür bir ortamın oluşması Türkiye genelinde de dernekleşmelerin hızlanmasını sağlanmıştır. Sendikalarda, dernekleşmede olduğu gibi bir gelişme gösterir. Çok partili hayata geçiş ile beraber sendika üyesi olan işçi sayısında fark edilir bir artış olmuştur. 14 mayıs 1950 seçimlerinden sonra demokrat parti ezici bir üstünlükle, on yıl sürecek iktidara sahip olmuştur. Demokrat parti, iktidarını ilk yıllarında egemen olan özgürlük ve serbestlik havası yerini, ekonominin kötüye gitmesiyle beraber, muhalefetin yasal veya idari yöntemlerle susturulması için çabalar aramaya bırakmıştır. Siyasal partililer, basın, sendikalar, üniversiteler v.b yasal yollarla baskı altına alınmaya çalışılmıştır (Akal, 1992:23).

Demokratik parti, kendisine karşı yürüten her türlü muhalefeti kontrol altında tutmak, muhalefetin faaliyetlerin hakkında bilgi sahibi olmak için “tahkikat komisyonları” kurmuştur. Tamamı demokrat partililerden oluşan bu komisyon,

(33)

meclisin ve mahkemelerin yetkililerin geride bırakan ve bizzat anayasanın ihlali olan olağanüstü bir yetki verilmişti (Feroz, 1994:86).

1954-60 arası yaşanan ekonomik sıkıntıların aşılamaması üstelik bunların siyasal krizi beslemesi sonucunda devletin sivil toplum üzerindeki denetimini arttırarak haklar alanında bir takım kısıtlamalara gittiği görülmektedir.Çok partili hayata geçiş toplumsal yapının değişmesinde ve sivil toplumun gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak, demokrat parti döneminin en önemli sorunu hoşgörü eksikliği olmuştur. Demokrasi, çoğulcu bir yöntem olarak değil, parlamento çoğunluğuna sahip olanın istediğini yapabileceği şeklinde algılanmıştır. Dolayısıyla da çok partili hayata geçişte amaçlanan, demokratik ortam yaratılması gerçekleştirilememiştir.

1924 Anayasası’nı merkeziyetçiliğe neden oluyor diye eleştiren demokrat parti, iktidara gelince, 1924 Anayasası’nın merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelik maddeleri kendi çıkarlarına göre kullanmışlardır. (GÖNENÇ, 2001:42)

Kentlerin gecekondu aracılığıyla büyümesi sonucunda, kentlerde merkez ve çevre kültürünün çatışması Türkiye de kendine has bir sivil toplumun oluşmasında önemli bir aşamadır. Batı’da sivil toplum, kentli medeni hayatın esas belirleyicisi iken ülkemizde sivil toplum kentlerin biraz köyleşmesi, köylülerin ise kentleşmemesinden etkilenmiştir.

2.3.2.3. 1961 Anayasası ve Sivil Toplum

1961 Anayasasının yapımına belirli ölçülerde de olsa sivil katılımın sağlandığı söylenebilir. Yeni anayasa ile bir önceki dönemi niteleyen, çoğunluk diktasını engellemek, yürütmenin dengelenmesini eylem ve işlemlerin denetlenmesini sağlamak için çift meclisli bir parlamento ile “yasama ve yürütmeden bağımsız bir yargı ve anayasa mahkemesi oluşturuldu”. Üniversiteler ve kitle iletişim kurumlarına sağlanan özerklik, özgürlüklerin alanının genişletilmesi ve anayasal güvenceye kavuşturulması devlet ile sivil toplum arasındaki ilişkinin demokratik bir temele oturtulması açısından önemli bir gelişmedir. (Kalaycıoğlu, 1998:119).

Sivil toplumun unsurlarının bu dönemde devletle olan ilişkilerini genel olarak değerlendirdiğimizde, 1961 sonrasının “düzen” anlayışı Türkiye de sorunların ancak bir “yeniden bürokratikleşmeyle” çözülebileceğine dayanıyordu. Bu yaklaşımın

Referanslar

Benzer Belgeler

Yeni Anayasa tartışmalarının gündeme gelmesinin ardından bir araya gelen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (D İSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu

Araştırma bulguları görüşülen sivil toplum kuruluşlarının kurumsal yapı özellikleri ve örgütlenme biçimleri, kuruluş süreci ve yönetim faaliyetleri, kuruluş amacı,

İstiyor  olmak

[r]

Bu çalışma, TRA2 bölgesinde yer alan Ağrı, Ardahan, Iğdır ve Kars illeri ile bu illere bağlı ilçelerde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları kapasite ve profilinin

Bu çalıĢmada DA motorunun zaman sabitesi dikkate alınarak her 1 ms’de bir performans eğrisi üzerinden ölçüm yapılarak motorun gerçek hızı ile referans

Erdoğan'ın sivil toplum örgütlerinin ortak bir metinde uzlaşmaları halinde öneriyi değerlendireceklerini söylemesi üzerine çal ışmalara başlayan örgütler, Türkiye Odalar

Türkiye’de faaliyet gösteren bu tarz gönüllü kuruluşlar ile diğer sivil toplum kuruluşlarını hukuki düzenlemelerine göre; dernekler, vakıflar, meslek örgütleri