• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Sivil Topluma İlişkin Görüşler ve Siyasal Sisteme Yansımaları

3.4. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MEVCUT VE GELECEK DÖNEME

3.4.2. Türkiye’de Sivil Topluma İlişkin Görüşler ve Siyasal Sisteme Yansımaları

3.4.2.1. Türkçe Öğretide Sivil Topluma İlişkin Görüşler

Türk öğretisinde de özellikle doğu blokunun yıkılışı sonrası sivil toplum kavramı etrafındaki tartışma ve arayışların siyasal sistem bağlamında da ivme kazandığını görmekteyiz. Bu bağlamda açıklayıcı olması bakımından A. Savaş Akat’ın yaptığı sivil tanımı1 Türkiye’de de sivil toplumun çağdaş eğilimlerle birlikte anlaşıldığını göstermektedir. Akat, söz konusu kavramı, “bireyin devletten izin almadan girebildiği toplumsal ilişkiler, gerçekleştirebildiği toplumsal etkinlikler” olarak tanımlar. Yazar girişilen toplumsal etkinliğin devletin onayına gerek olmaksızın icra edilebilmesine büyük önem verir.

Akat, devlet ile sivil toplum arasında bir karşıtlık, devlet ve sivil toplumun etkinliği konusunda ters bir orantı ilişkisi kurar. Yani biri büyüdükçe diğeri küçülecektir. Yazar, sivil toplumu toplumsal alanda farklı düzeyde ele almakta, üç ayrı toplumsal düzeyde bulunması gereğine işaret etmektedir. Buna göre sivil toplumdan söz edilebilmesi siyasal, kültürel ve ekonomik düzeyde devletin iznine gerek olmaksızın örgütlenebilmek ve faaliyette bulunulabilmek koşuluna bağlıdır. Siyasal düzeyde sivil toplumun var olduğunu söyleyebilmek için siyasal katılımın, hukuk devleti ve siyasal parti kurma hakkının sınırlanmaması gerekir. Kültürel düzeyde sivil toplum, azınlıkların ana dillerini konuşabilmeleri ve eğitim gibi kültürel aktivitelerini kendi dillerinde gerçekleştirebilmeleridir. Bunun yanında devletin “resmi olarak dayattığı” bir ideolojinin veya resmi dinin olmaması gerekir. Ekonomik alanda sivil toplum özel mülkiyet ve serbest pazar ekonomisidir. Yazar yukarıda ifade edilen üç alandaki etkinliklerin toplumda yerleşmiş olması ve devletin bu alanda sınırlanmasını birbirinden ayrılmaz bir şekilde sivil toplumdan söz edebilmenin ön koşulları olarak öne sürmektedir (Afat, 1991:215).

Akat m ifade ettiği devletin resmi ideolojisi ve dininin olmama- sı koşulu Türkiye’deki sivil toplum tartışmalarında üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Konu bir yandan demokrasinin kendi kendini koruması olarak ortaya konarken diğer yandan demokrasiyi koruma adı altında liberal demokrasilerdeki toplum ve devlet anlayışının dışına kayma olduğu öne sürülmektedir. Bu tartışmanın temelinde özellikle son yıllarda yükselen etnik ayrımcılık ve gelenekseli temsil ettiği söylemini kullanan ideolojik yapılanmalara karşı duyulan kuşkular yatmaktadır. En azından konu bir boyutuyla böyledir. Fakat bu tür kuşkulan ve önemli ölçüde ülkemizde yaşanan bu siyasal tartışmalar bir başka açıdan da okunabilir. Var olan bu tablo aslında toplumsal yapıda gerçekleşen değişimin siya- sal sisteme adapte olamamasından kaynaklanan siyasal-ideolojik gerilimler olarak nitelemek gerekir. Böyle bir siyasal görüş ayrılığı ancak bütün aktörlerin çoğulcu demokrasiyi ve hukukun üstünlüğü inancını samimi bir şekilde benimsemeleri halinde kamu yararına uygun şekilde ilerleyebilir.

Çevreden yükselen yeni sosyal kesimlerin siyasal iktidarı elde etmeleri önceden hukuk kurallarının pek uygulanamadığı seçkinci bürokrat kesimlerde rahatsızlığa yol açmaktadır. Bu rahatsızlıklar toplumsal destek yoluyla bertaraf edilemediği için gelişmekte olan ülke aydınlarının tipik davranışlarımdan olan ülkeye ve rejime sadakat konusunda suçlamalar “semboller çerçevesinde” süren kısır siyasi çekişmelere kapı aralamaktadır.Diğer yandan kendi içinde demokratik davranışları hoş görmeyen grupların demokrasi ile ne ölçüde barışık oldukları da irdelenmesi gerekli bir diğer noktadır. Siyasal sistemi zorla ele geçirmeye dönük çabalar veya toplumsal şiddeti açıkça körükleyen siyasal partilerin sivil bir ruha sahip oldukları söylenemez.

Sivil toplum arayışında ekonomik gelişmemişlik ve entellektüel sığlık hemen her görüşü kısa sürede gerçek özünden uzaklaştırmakta ve konu bir siyasal sistem krizi olarak değerlendirebilmektedir. Yine de Türkiye’de sivil toplum hakkında yaşanan düşünsel gel-gitlerin konu hakkında etkili bir fikri tartışma ortamı sağladığı yadsınamaz.

Sivil toplum kavramı kimilerince ideal bir devlet-toplum modeli olarak ele alınmaktadır. Bazı yazarlar da sivil toplumu sadece bir sosyolojik analiz aracı olarak

görmektedir. Sivil toplumu analitik bir model olarak ele alan yaklaşım buradan hareketle batılı olmayan toplumlara, toplumsal ve kültürel yapı özellikleri göz önüne alındığında demokratik bir potansiyele sahip olmadıkları savını öne sürer. Yani bir toplumun yapısal özellikleri o toplumda demokratik- sivil bir toplumsal yapılanmaya gidilip gidilemeyeceğinde bir ölçek olarak kullanılmaktadır. Bununla beraber sivil toplum kavramının bağımsız bir kategori olarak ele alınmasına karşı çıkan ve bu kavramı içerikten yoksun niteleyenler de bulunmaktadır696. Bu çalışmada yer verilen çok farklı görüşler sivil toplum kavramı ve bu kavramın kapsamı üzerinde tam bir görüş birliği sağlamanın zorluğunu göstermektedir. Ancak sivil toplum bugünden yarma kadar ulaşılabilecek bir toplumsal tablo değildir. Bu anlamda bir toplumun dünyayı algılama karmaşıklığı dikkate alındığında sivil toplumun sadece felsefi tartışmalarla üretmekten öte bir şey olduğu itiraf edilmelidir.

Öğretide Şerif Mardin, sivil toplum kavramının üç ayrı boyutuna dikkat çeker. Buna göre ilk boyut uygar olmak anlamında sivil toplumdur. Burada çağdaş liberal batı demokrasileri ve ileri devletler ile sivil toplum arasında bir aynılık kurmak söz konusudur denilebilir. İkinci boyut, Batı Avrupa’da cereyan eden sosyal tarih alanındaki ilerlemelerin bir sonucu olarak sivil toplumdur. Mardin, böylece sivil toplumun öğretide hakkında geniş bir uzlaşma bulunan bir yönüne değinmektedir. Sivil toplumun üçüncü boyutunun tarih felsefesi alanındaki sivil toplum görüşü olduğuna işaret etmektedir697. Mardin’in bu görüşü Adam Ferguson’un görüşleri ile benzeşmektedir.

Türkiye’de sivil toplum konusunda tartışılan bu görüşler özellikle demokratikleşme çerçevesinde sürmektedir. Sistemin demokratikleşmede istenen düzeyde bulunup bulunmadığı konusunda aydınlar arasında haklı tereddütler sürmektedir. Bu konuda özellikle düşünce özgürlüğü konusunda yaşanan sorunlar öne çıkmış gözükmektedir. Bunun yanında yükselen etnik akımlar ve demokratik sistemle nihai hedefte mutabık olmadığı öne sürülen ideolojik-din- sel yapılar çevresindeki tartışmalar da dikkat çekicidir.

28 Şubat 1997’de gerçekleşen hükümetin istifası ile sonuçlanan postmodem askeri müdahale elitlerin sivil toplumu biçimlendirmeyi de amaçlayan bir girişimiydi. Bu girişimin yüksek yargı ve bürokrasiden açık destek görmesi Türk

toplumunda sivil toplumun özgürlük alanının hala iğreti konumdan kurtulamadığının bir kanıtıdır. Bu konuya bir başka açıdan bakıldığında sivil ve askeri bürokrasinin kendini sivil otoriteye fazlaca bağlı hissetmediği söylenebilir. Bir başka ifade ile yüksek askeri bürokrasi Türk siyasal sisteminde politik arenanın baş aktörleri arasındaki yerini muhafaza etmektedir. Türk siyasal hayatında ordu, demokratik örgütlenmenin yeterince gelişmediği bir ortamda köklü bir kurum olmasının avantajlarından yararlanmaktadır. Ordunun siyasette etkin rol oynamasının bir nedeni de siyasal rekabete girişen siyasi partiler başta olmak üzere diğer siyasi aktörlerin iktidara gelme mücadelesinde halk desteğine yeterince inanmamalarıdır.

Sivil örgütlenme konusunda yüksek sesle ifade edilen fikirler Türkiye’de toplum-devlet ilişkisi tartışmalarının odak noktasına yerleşmiştir. Toplumdaki farklılıkların hoş görülmesi liberal demokrasinin hoşgörü sınırları içinde kaldığı sürece mümkündür. Bu bağlamda insan haklarına saygılı demokratik rejimle bir arada yaşamayı benimseyen örgütlenmeler ile demokratik sistemi yok etmeyi amaçlayan oluşumları birbirinden ayırmak gerekir.

Günümüz Türkiye’sinde sivil toplum konusundaki görüşler de bir yakınlaşma eğilimi içindedir. Artık demokratik bir toplumun sivil örgütlenmeden ayrı düşünülemeyeceği ortaya çıkmıştır. Bununla beraber sivil örgütlenmelerin demokratik sistemle uyumlu hale gelmesi, sivil toplumdan beklenenin elde edilmesi için hayati öneme sahiptir. Bunun için sivil toplumsal örgütlenmenin önündeki yasal engellerin kaldırılması gereklidir. Bu nedenle sivil örgütlenmelerin serbestçe faaliyette bulunabileceği koşulların daha da geliştirilmesi zorunludur. Ancak kamu otoritesince kurdurtulan ve finanse edilen sivil görünümlü örgütler demokrasinin gelişmesi ve çoğulcu toplumun kökleşmesine katkı sağlamaz. Aksine otori- terleşmenin sivil kanadı işlevi görür. Bu tarz örgütlenmeler sivil topluma en az illegal örgütlenme ve gizli ajandaya sahip yapılar kadar zarar verir.

Özellikle düşünce özgürlüğünün sivil örgütlenmenin gelişmesi ve demokrasinin kurumsallaşması için zorunlu olduğu ifade edilmelidir. Ancak sivil toplum örgütlerinin kendilerinden beklenen işlevleri yerine getirmeleri için bu örgütleri ilgilendiren bir temel koşulun da yerine getirilmesi gerekir. Bu temel koşul sivil örgütlenmelerin kendi içyapılanna ilişkindir. Bu sivil örgütlerin demokrasiyi

birbirleriyle ve kendi içlerindeki ilişkilerinde özümsemiş olmaları gerekir. Sistemin

dışındaki, demokratik sistemde meşm karşılanmayan bir amacın

gerçekleştirilmesinde örgütlenme özgürlüğü bir araç olarak kullanıldığında artık başka bir durum söz konusudur.

Sivil örgütlenmenin kurallarının demokratik bir toplumda katılımı arttırmayı hedeflediği gözden kaçırılmamalıdır. Bunun için de baskıcı yaklaşımlardan uzak, demokratik hoşgörü kültürünü benimsemesi gerekir. Bu özümseme hem devletçe hem de sivil örgütler açısından zorunludur.

3.4.2.2. T ürk Aydınlarının Kendine Has Sivil Toplum Algısı ve Geleceğe Etkisi

Türkiye’de sivil toplum konusunda geliştirilen sol tezler, daha çok Gramsci çizgisindedir. Türk solu sivil toplumun siyasal toplumu aşındıracak kadar genişleyeceğini düşünürken, liberal tezin aynı zamanda mülkiyet ilişkisi ve sınıf çatışmalarını gizlediğini de öne sürmektedirler. Sivil toplumcu sağ tezler ise devleti yeni baştan düşünmeyi becerememekte, bütün dikkatini toplumsal düzeye çevirmiş görünmektedir. Oysa devlete ilişkin köklü yapısal ve ideolojik değişiklikler önermeden sivil toplumu hayal etmek zordur.

Türkiye’de sivil toplumun bir amaca dönüşmesi toplumun Batılı anlamda uzlaşmacı bir sivil toplum anlayışını özümsediğinin tam olarak bir göstergesi sayılabilir mi? Bu sorunun cevabı kolay değildir. Elbette demokrasi gerçek anlamda sivil toplumda yaşam alanı bulabilir. Ancak bunu tam olarak söyleyebilmek için sivil topluma yönelen grupların aynı zamanda sivilliği ve uzlaşmayı özümsemiş olmaları gerekir. Kendini sivil toplumcu olarak sunan toplulukların içyapısımn demokrasiyi ne kadar özümsedikleri burada önem kazanır. Dini ya da etnik talepleri ortaya koyan grup ya da kitlelerin çoğunun iç ilişkilerinde üyelerinin eleştirilerine kapalılığı bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Özellikle şiddet kullanmayı amaçlarına ulaşmakta bir araç olarak gören yapıları demokratik toplum ile bir arada düşünmek mümkün değildir. Çünkü sivil toplumun güçlü olduğu toplum aynı zamanda farklı yaşam biçimleri arasında geçişenliğin hem kuramsal hem de fiilen engellenmediği bir sosyal sistemdir.

Özellikle 1990 sonrası sivil toplumculuğa yönelen toplulukların, grupların, Batı örneğinden farklı öğeler içerdiği göze çarpmaktadır. Batıda sivil toplum talebi bireylerden oluşan gruplarca dile getirilir. Türk toplumunda sivil toplumun oluşumu için zorunlu koşullardan ekonomik gelişme ve özellikle kent nüfusunun artışı biçimsel bir paralellik göstermektedir. Fakat ekonomik gelişme bireyi çevreleyen geleneksel sosyal bağları henüz tam olarak çözmemiştir. Kentlerde hemşerilik bağları bireyin sosyal kimlik kazanmasında pekiştirici bir rol oynar. Yani geleneksel bağların kırılması değil bir nevi güçlenmesi söz konusudur. Bu durum başta İstanbul olmak üzere hemen bütün büyük kentlerde göze çarpmaktadır. Hemşerilik bağları bireyin kapitalist rekabetten kaçmak için yararlandıkları bir sığmak konumdadır. Böylece ortaya popüler bir kültür çıkmıştır. Bu popüler kültür hem Gramsci’ci anlamda devlet hegemonyasına bir direnç hem de hegemonyayı zamanla onaylama yeteneği içermektedir. Aydınlar popüler kültürün hegemonya karşısında gösterdiği direnci sivil toplum olarak yorumlamaktadır.

Sarıbay, seçkinlerin kentleşmeyle beraber şehirlere taşman hem- şericilik duygusunu sivil toplum olarak yorumlamalarını popülizm sayar. Çünkü söz konusu seçkinler devletin hegemonyası dışına çıkmayı, devlet hegemonyası dışında kalan her kesimin hegemonyaya direnç göstermesini sivil toplumdaki demokratlık için yeterli saymaktadırlar. Böyle bir düşünüş biçiminin kökeni tek parti dönemine kadar uzanır. Gerçekten bu dönemde de köye özgü olanların melankolik bir şekilde yüceltilmesi seçkinler arasında yaygındı. Politikacıların vermeye çalıştıkları “halkın devleti-halkın hükümeti” söylemi bu popülist toplumsal kültür ile siyasal popülizmi birleştirmiştir. Bu birleştirme devletin kurum olarak toplum nezdinde onaylanmasını sağlamaktadır2. Böyle bir kesişmenin bir devlet toplum ayrışmasından çok devlet ile toplumun kaynaşması işlevi gördüğü öne sürülebilir. Ancak bunun iki istisnası söz konusudur. Bunlar etnik ayrılıkçılık akımı ve dinsel cemaatlerdir. Bu ikisi devleti kendisiyle bütünleşecek bir olgu olarak kabul etmemektedirler.

Sivil toplumdaki genişleme sivil toplum kuruluşlarının toplumun hemen her kesimindeki örgütlü faaliyetlerle kendini göstermektedir. Bunların sivil toplum kurumu olarak kabul edilmesi siyasal sistemle birlikte yaşamayı göze almaları

koşuluna bağlıdır. Ancak siyasal sistem de uluslararası toplumda oluşan gelişmelere kendini adapte etme zorunluluğu duyar.

3.4.2.3. Sosyal Medyanın Sivil Toplum ve Kamusal Alana Kazandırdığı Yeni Boyut

İnternet teknolojisinin gelişmesi devlet ve topluma ilişkin klasik tanımlamaları yeniden gözden geçirmeye zorlayacak cinstendir. Çünkü sosyal medya ortamı artık siyasi sınırları aşan bir toplum olgusu ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda baskıcı rejimlerin işinin artık daha zorlaştığını kabul etmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle artık sosyal medya ortamı da ayrı bir düzeyi ifade etmek üzere yeni bir kamusal alan anlamına gelmektedir. Ancak bu kamusal alanda sadece yurttaşlar etkin değildir. Artık ulusal sınırlar dışından da bu kamusal alana katılım mümkündür. Böyle bir gerçeklik beraberinde hem ulusal sivil toplum için bir güçlenme anlamına gelir. Hem de sivil toplumun yabancı, yurttaşın mensubu olduğu topluma ilişkin kaygılara yabancı sivil ruha aykırı girişimlere kapı aralama anlamına gelebilir.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın sosyal medya ortamı yanlış yönlendirilme riski ile karşı karşıyadır. Bu tehlike ancak yurttaşlık bilinci ile en aza indirilebilir. Fakat böyle bir riskin mevcut olması bu toplumla boyutun görmezden gelinmesi için bir sebep olamaz. Aslında gelişen internet teknolojisi bir bakıma doğrudan demokrasiyi mümkün kılma aracı oalrak da görülebilir. Bu olasılık gerçekleştiği oranda artık siyasete ilişkin etkileşimin de köklü bir dönüşüme uğradığı söylenebilir. Sosyal medyanın siyasetin bileşenlerini değiştirdiği 2013 yılında yaşanan Gezi Parkı Olayları daha açık olarak hissedilmiştir ( Gezi Parkı Olayları, 2013:211)

Olayların henüz başlamadan küresel medya kuruluşlarınca “canlı” olarak yayınlanması sosyal medya açısından küresel yönlendirme olasılığının ne kadar yüksek bir olasılık olduğu hususunda yeterince dikkat çekicidir.

3.4.2.4. Sivil Toplumun Kazandığı Yeni İçerik Bağlamında Siyasal Sistemi Yeniden Düşünmek

Liberal sistem açısından bakıldığında 20. yüzyıl başında kendiliğinden gerçekleşeceği öne sürülen hak ve özgürlüklerin kullanımında yaşanan hayal kırıklığı, devlet-toplum ilişkisinin yeniden belirlenmesini zorunlu kılmıştır. Bu hayal

kırıklığı sosyal devletle bir ölçüde kısmen başarıyla aşılmıştır. Fakat geride bıraktığımız yüzyıl aynı zamanda sosyal devletin dayandığı temel öğelerden ba-zılarının da tartışılır hale gelmesine tanıklık etmiştir.

Liberal devletten sosyal refah devletine geçişle birlikte genel oyun yaygınlaşması, hak ve özgürlükleri toplum tabanına yayma çabaları, ulus devlet ile birlikte oluşan yurttaşlık düşüncesi gibi temel kavramların yetersizliği öne sürülerek sorgulanır hale gelmiştir. Genel oyun yaygınlaşması siyasal katılım aracı olarak artık yeterli görülmemektedir. Toplumdaki alternatif yaşam biçimlerinin de siyasal otoritece meşru karşılanması talebi özellikle sosyal refah toplumlarda yükselen bir istem haline gelmiştir. Bir başka deyişle sadece ulus devletin bir yurttaşı olarak hak ve özgürlüklerden yararlanmak yeterli görülmemektedir. Toplumu oluşturan bireyler devletin kavrayıcılımdan sıyrılmaya ve kendi yaşam biçimlerini kurmaya yönelmişlerdir. Uluslararası ekonominin, özellikle de derinleşen küreselleşmenin, ulusal kurumlan ve yapıları nasıl şekillendirdiği ve dönüştürdüğü, parçalayan mı yoksa birleştiren bir rol mü oynadığı 1970’lerden beri sosyal bilimcilerin irdelemeye devam ettikleri bir husustur (Özel, 2013:226).

Günümüzdeki teknolojik ilerlemeler özellikle elektronik haberleşme alanındaki yeni gelişmeler bireye ulus devletin sınırlarını aşma duygusu vermektedir. Özellikle küreselleşme bireyde kendini sadece içinde yaşadığı ulus devletin oluşturduğu, kendi toplumu ile değil uluslararası toplulukla da bütünleşebilme duygusu uyandırmaktadır. Böylece bir uluslararası boyutlu sivil toplumdan ve evrensel anlamda yurttaştan söz edilir hale gelinmiştir.. Çünkü artık ulus devlet mantığı ile kendi kendine yeten toplum değil diğer toplumlarla iç içe ilişkileri bulunan birey söz konusudur. Bu nedenle sivil toplum uluslararası ilişkilerle iç içe bir konum kazanmıştır. Artık sivil toplumun küreselleşmesinden söz edilmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri dünyanın her hangi bir yerinde cereyan eden bir gelişmenin eskiye oranla daha hızlı bir şekilde dünyanın diğer bölgelerini etkilemesidir (Silier, 1998:119).

Ancak bu durumun her toplum için dünya halklarının aynı duygularla harekete geçtiği anlamına gelmez. Bazı sorunlar gelişmiş dünya tarafından bir türlü duyulamamakta, ön yargılardan kurtulmak mümkün olmamaktadır. Gerçeği güçlü

devletler ötekileştirdikleri toplumlardan ve siyasi yönetimlerden egemen konumdaki devletlerin siyasi menfaatleri lehine ön yargılarını terk etmelerini dayatmaktadır.

Başlangıcında bulunduğumuz 21. yüzyılda devlet ve toplum iç içeliği karmaşıklığını korumaktadır. Artık ulusal sınırlarda biten bir devlet-toplum ilişkisinden değil uluslararası bir sivil toplumdan söz edilir hale gelmiştir. Devlet dışı gönüllü kuruluşlar bunun en somut kanıtlarından biridir. Bu kuruluşların siyasal partilerden bağımsız bir konumda olmaları yürüttükleri faaliyetlerin farklı bir gözle değerlendirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte insan haklarının uluslararası düzeyde kabul görmesi de devlet-toplum ilişkisinin artık ulus devlet anlayışının sınırlarını zorlamaya başladığını göstermektedir (Silier, 1998:134).

Sosyal devlet, uzun dönemde bütün vaatlerini yerine getiremeyeceğini hissettirmektedir. Bu takdirde toplumsal dayanışma duygusu örselenecek, sistemin meşruiyeti bir de buradan darbe yiyecektir. Kamusal alanda iki klasik faktör-sosyal devlet ve siyasal partilerin- boşalttığı alanı doldurmak üzere yeni aktörler tasavvur etmek gerekecektir; en azından eski aktörlere yeni roller biçmek gerekecektir. Böyle bir ihtiyaç, sivil toplum kuruluşlarına olan ilgiye3 haklılık kazandırmaktadır. Bu yeni gelişme eğilimini devlet karşısında daha özgür yurttaşlardan oluşan bir toplum kurma şansı olarak değerlendirmek gerekir. Bununla beraber böyle bir tespite varmak sivil toplumun gelişip serpildiği toplumların diğer dünya bölgelerini etki altına almalarının sadece etik amaçlara hizmet etmekten ibaret olmadığını gözden kaçırmayı gerektirmez (Aydın, 1997:69-78).

Büyük sermaye önemli oranda küreselleşmiştir. Avrupa’da ulus devlet, egemenliğinin bir kısmını Avrupa Birliği üst birimlerine, bir kısmını ise alt (yerel) birimlere aktarmıştır. Ortaya çıkan bu yeni tabloda halkı temsil edenler sadece seçim dönemlerinde değil sürekli bir şekilde eleştirilmesi ve sorgulanması gereği doğmuştur. Bu durum sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç gösterir. Diğer yandan üst-varlıklı sınıfların küreselleşerek ulusal devletin etki alanından çıkması, alt sınıfları temsil eden sendikalar gibi örgütlerin gücünün erimesi, orta sınıfın STK’lar aracılığıyla etkinliğini arttırmasını kolaylaştırmaktadır4.

3 Uğur, Aydın, “Yeni Demokrasinin Yeni Aktörleri: STK’lar” in: Taciser Ulaş, s.77. 4 Yerasimos, agm, s. 14.

Diğer yandan uluslararası hükümet dışı kuruluşlar, her alanda hükümetleri ve ulusal düzeydeki sivil toplum kuruluşlarını etkilemekte ve onlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bu nedenle uluslararası ilişkiler yeni boyutlar kazanmıştır. Önceden siyasal ilişkiler sadece diplomatik temsilcilikler aralığıyla yürütülürdü. Şimdi bunun yerini küresel sivil kuruluşlar almıştır. Bundan dolayı güçlü ülkelerin siyasal çıkarlarını yaymasında da bu kuruluşlar rol almaktadır. Bütün bunlara karşılık cılız ulus devletler bu küresel etkileşimde yeterince rol alamamaktadır. Çünkü bu devletlerde çoğu zaman örgütlenme bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. Böyle olunca bu ülkelerde ancak etnik ya da dini amaçlı marjinal gruplar

Benzer Belgeler