KONU 14
UYGARLIK VE İLETİŞİM KURAMLAR
Uygarlıklar sosyal bilimlerdeki çeşitli disiplinlerce farklı biçimde ele alınır. Harold A. Innis, uygarlık tarihini iletişim bakımından ele alır. Innis, tarih boyunca kurulan çeşitli uygarlıkları ve bunların herbirinde öne çıkan iletişim düzenini inceler.
Innis’in iletişimle ilgili kitapları İmparatorluk ve
İletişim Araçları (1950) ve İletişimin Yanlılığı (1951) adlarını taşır.
Aslında iktisatçı olan Innis’in iktisata ilişkin çalışmaları gayet rahat okunabilirken iletişime dair çalışmaları
çelişkilerle dolu ve karmaşıktır. Bu karmaşık üsluba ilişkin olarak iki açıklama getirilmektedir.
Bir grup, kanser olan Innis’in eserlerini tamamlamak için çalakalem yazdığını ve açıklığa dikkat etmediğini vurgular.
Bir başka grupsa, Innis’in Antik Yunan’daki tartışma
geleneğinin hayranı olduğunu belirtir. Özellikle de Innis’in Platon’un sonuç çıkarmayan, aksine tartışma yaratan
üslubuna hayran olduğunu vurgular. Dolayısıyla Innis’in bir kez okunduğunda anlaşılan, hemen sonuca varılan bir metin üretmek yerine sürekli tartışmaya açık olan ve
sonuca varmayan bir metin yazmak istediği ifade edilir.
Innis, uygarlıkları uzam ve zaman yanlısı olarak iki kategoriye ayırarak inceler:
Uzam yanlısı uygarlıklar: Geniş coğrafyalarda hâkimiyet kurarlar. Hafif ve kolay taşınabilen iletişim araçları bu uygarlıklarda başkentteki merkezi otorite ile ona bağlı uzak yerlerin
yöneticisi bürokratlar ve toprakları genişletmek amacıyla fethe giden komutanlar arasında hızlıca iletişim kurulmasını sağlar. Somut bir örnek
verecek olursak, papirüs uzam yanlısı bir iletişim aracıdır.
Zaman yanlısı uygarlıklar: Daha küçük toprak
parçalarında hüküm sürmelerine rağmen varlıklarını uzun süre boyunca korumaya odaklanırlar. Ağır,
kolay taşınamayan ve zamana meydan okuyan kalıcı iletişim araçları ebedi hayatı ve sonsuz hanedanlığı vurguladıkları için bu uygarlıklar için daha uygundur.
Sözgelimi Mısır’da iktidarı tanrıya dayanan
firavunun ölümsüzlüğünü vurgulayan piramitler inşa edilmesi zaman yanlısı bir uygarlığın iletişim aracı
sayılabilir. Bu noktada Innis için mimarinin 6 bin yıl boyunca (matbaa bulunana kadar) insanlığın en büyük ‘elyazısı’ olduğunu belirtmek gerekir.
Uzam yanlısı uygarlıklarda imparatorun şahsında
somutlaşan emperyal iktidar daha dünyevi ve laikken, iktidarın kaynağının dünyevi olmadığı dini nitelikli
zaman yanlısı uygarlıklarda, iktidarın sonsuzluğunu ve geleneği vurgulayacak şekilde taş ve kilden katedraller, camiler, piramitler, heykeller ve figürler yapılır, mesajlar zamana direnecek kaidelere ve lahitlere yazılır. Bu tür ağır ve kalıcı medyalar, yüzyıllara direnerek, mesajları uzun bir süre iletmeyi sürdürseler de, geniş coğrafyalara taşınamazlar. Bu yüzden uzam yanlısı uygarlıklardaki
merkezileşmenin aksine zaman yanlısı uygarlıklarda ademi-merkeziyet öne çıkar. İktidarın kaynağı dünyevi olmadığından ruhban sınıfı baskın konumdadır.
Diğer taraftan kimin kullanımında olduklarına da
bakarak iletişim araçlarını uzam ve zaman yanlılığıyla ilişkilendirebiliriz. Buna göre taş ve hiyerogliflerin
zaman yanlılığı sadece zamana direnmelerinden değil, herkesin kolayca kullanımına açık olmayıp, uzun bir eğitim almış ruhban sınıfı üyelerince
kullanılabilir olmalarından kaynaklanmaktadır. Oysa uzam yanlısı kâğıt ve alfabe çok daha fazla insanın kullanımına açıktır. Toplumsal bilgi/mesajlar böylece daha geniş kesimlerin erişimine açıldığından ruhban sınıfı ve dini mesajlar ağırlıklarını kaybeder, daha laik bir anlayış hâkim olur.
Karşılıklı Belirlenim, Bilgi Tekeli ve Denge Arayışı Uygarlığın yapısıyla iletişim araçları arasında
karşılıklı bir belirlenim ilişkisi söz konusudur.
Uygarlık uzam yanlılığı gösteriyorsa, onun
ihtiyaçlarına en iyi yanıt verecek olan iletişim araçları, yani uzamsal iletişim araçları baskın konuma gelir. Baskın konuma gelen iletişim araçları da o uygarlıkta zaman yanlılığını ifade etmek için kullanılamaz; bu nedenle uzam
yanlılığını destekler. Yani karşılıklı olarak birbirlerinin varlığını desteklerler.
Dolayısıyla bir uygarlıkta tek bir başat iletişim aracı varsa, buna bakarak sadece belli bir türde bilginin (uzamsal ya da zamansal) geçerli olduğunu, belli bir toplumsal kesimin
(imparatorun ya da ruhban sınıfının) hâkimiyetinin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durumda diğer taraf kendisini ifade edecek imkânlardan yoksundur ki, Innis bunu “bilgi tekeli” kavramıyla ifade
eder. Bilgi tekeli söz konusu olduğunda uygarlıkların
esnekliklerini kaybettiğini, çatışma ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu da ekler. Zira kendilerini ifade etme imkanından yoksun olanlar tekel/sistem dışında örgütleneceklerdir.
Kendi bilgilerini üretecekler ve bu bilgiye uygun kendi medyalarını geliştireceklerdir. Yeterince güçlendikleri zamansa kendilerini kenara iten tekele saldıracaklardır.
Innis’e göre yapılması gereken uzam ve zaman yanlılıkları arasında bir denge tutturmaktır.
İstikrarlı bir toplumun yolu buradan geçmektedir.
Yani bir başka deyişle toplumdaki bir tür yanlılığın diğerini ezmesinin önüne geçilmelidir. Farklı türde bilgiler ve medyalar bir arada bulunmalıdır. Bu
noktada örnek teşkil eden bir uygarlık Bizans’tır.
Bağlamın Önemi
Buraya kadar anlatılanlara bakarak, parşömen, kil ve taşı zaman yanlılığıyla, papirüs, matbaa, kâğıt ve alfabeyi uzam yanlılığıyla ilişkilendirebiliriz.
Ancak bir kesimin zaman veya uzam yanlığı, bir
iletişim aracının uzamsal veya zamansal olması her daim aynı şekilde gerçekleşmez ve bağlama
bağlıdır. Bir iletişim aracı kendiliğinden uzamsal ya da zamansal değildir; aynı iletişim aracı bir uygarlıkta uzamsal, başka uygarlıkta zamansal olarak kullanılabilir.
Dolayısıyla bir medyaya bakarak onu hemen uzamsal ya da zamansal diye nitelendirmek yanlıştır. Yapılması gereken o medyayı kendi
bağlamına yerleştirmek ve orada uzam yanlılığını mı, yoksa zaman yanlılığını mı desteklediğini
sorgulamaktır.
Örnekler ve tartışma
*Mısır uygarlığı
*Babil uygarlığı
*Yunan uygarlığı
*Roma uygarlığı
Norbert Elias ve Uygarlık Süreci
Alman sosyolog Norbert Elias toplumbilimin asıl
konusunun insan ile toplum ilişkisi olması gerektiği düşüncesinden hareket eder. 15. yüzyıldan 19.
yüzyıl ortalarına dek Avrupa toplumlarında yaşanan uygarlaşma ve devletin oluşum
süreçlerini inceler. Kişinin psikolojik oluşumu ile toplumdaki egemenlik yapılarının birbirini
etkilediğini ortaya çıkarır.
İncelediği dönemde kişilerin gittikçe kendilerine başkalarının gözüyle bakmaya başladıklarını ve
bunun sonucunda kendileriyle aralarına koydukları mesafenin arttığını, davranışlarını, dürtülerini ve duygularını giderek kısıtladıklarını gözlemler.
Utanma ve sıkılma eşiğinin yükselmesi, özdenetimi arttırmıştır. Önceden toplumsal olarak kişiye
dayatılan duygu ve dürtüleri bastırma işi zamanla kişiler tarafından içselleştirilmiştir. Böylece dışsal yaptırımlardan ziyade içsel süreçler olarak
(süperego, vicdan) işlemeye başlamıştır.
Aynı dönemde toplumsal süreçlerde ise
uzmanlaşmanın ve toplumsal işbölümünün arttığı görülmektedir. Devlet giderek merkezîleşmektedir.
Kişisel duygular ve dürtülerin denetimi bir yandan içselleştirilirken bir yandan da devlete
devredilmiştir. Sözgelimi kişisel bir davranış olan şiddet azalırken devletin tekeline geçip sistematik biçimde uygulanmaya başlanmaktadır.
Elias’a göre bu iki süreç birbirini gerektirmekte ve desteklemektedir.
Kitabının sonunda geleceğe yönelik ütopik bir çıkarsamada bulunur: Günümüz toplumunda
insanların karşılıklı bağımlılığı artmıştır ve artmaya devam edecektir. Bu durumda insanlar arasındaki şiddet azalmaya ve nezaket artmaya başlayacaktır.
Elias uygarlığı kişiler arası şiddetten uzaklaşma süreci olarak görmüştü. Nazileri daha sonraki
çalışmalarında açıklar. Elias devletin şiddet tekeli olarak ortaya çıkışıyla birlikte kendiliğinden,
duygusal kökenli fiziksel şiddetin günlük hayatta azaldığını belirtir, ama aynı zamanda şiddet
tekeline sahip kurumların planlı fiziksel şiddet uygulamalarının arttığı tespitinde bulunur.
Uygarlaşmanın neye mal olduğunu betimlese bile onu son kertede insanların birbirleriyle barış
içinde yaşamalarının tek olanağı olarak görür.
İnsanların sahip olduğu bilginin artışı, insanın kendisiyle arasına mesafe koyma ve bu sayede toplumsal süreçleri çözümleme yeteneğinin
artışına dayandırır bunu.
• Eleştiriler:
Uygarlık sürecinin belirli bir yöne gittiği ve
sonunda ortaya atılan ütopya ile bağlantılı olarak belirlenimcilik (determinizm), evrimcilik ve
tekçizgicilik.
Sadece Avrupa’dan yola çıkarak tüm dünyaya yönelik bir kuram ortaya atma
(Avrupamerkezcilik).
Ancak Elias sömürgeci şiddeti, aile içi şiddet başta olmak üzere cinsiyetler arasındaki şiddeti ihmal etmiştir. Ayrıca cinsiyetler arasındaki ilişkinin
üzerinde de yeteri kardar durmamakla ve uygarlığı ağırlıkla erkeklerin yazıp/yapıp ettikleri üzerinden tanımlamakla eleştirilir.
KAYNAKÇA
McNeill, William H. (2008) Dünya Tarihi, Çev. Alâeddin Şenel, 13.Baskı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
Carr, E.H. (1987) Tarih Nedir, İletişim Yayınları, İstanbul.
Alâeddin Şenel,(2014), Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 3.Baskı.
Gordon Childe, (2009), Tarihte Neler Oldu?, çev.
Alâeddin Şenel, Mete Tunçay. Kırmızı Yayınları, İstanbul, 5.Baskı.
Server Tanilli, (1984), Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, 1.
Cilt: İlk Çağ, Say Yayınları, İstanbul, 2. Basım.