• Sonuç bulunamadı

KONGRE TAM METİN KİTABI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KONGRE TAM METİN KİTABI"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4. ULUSLARARASI GAP SOSYAL BİLİMLER

KONGRESİ

2 9 K A S I M - 1 A R A L I K 2 0 1 9 Ş A N L I U R F A , T Ü R K İ Y E

İKSAD YAYINEVİ

KONGRE TAM METİN KİTABI

E D İ T Ö R L E R

D r . H a s a n Ç İ F T Ç İ N u r l a n A K H M E T O V

İSBN 978-605-69877-5-5

(2)

Editörler

Dr. Hasan ÇİFTÇİ Nurlan AKHMETOV

4. ULUSLARARASI GAP SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ

29 KASIM - 1 ARALIK 2019 ŞANLIURFA, TÜRKİYE

Institute Of Economic Development And Social Researches Publications®

(The Licence Number of Publicator: 2014/31220) TURKEY

TR: +90 342 606 06 75

E posta: kongreiksad@gmail.com www.iksad.org www.iksadkongre.org

Bu kitabın tüm hakları İKSAD’a aittir. İzinsiz kopyalanamaz ve çoğaltılamaz.

Kitapta bulunan eserlerin yasal ve etik sorumluluğu yazarlara aittir.

İksad Publications - 2019©

Yayın Tarihi: 16.12.2019

ISBN – 978-605-69877-5-5

KONGRE

TAM METİN KİTABI

(3)

KONGRE KÜNYESİ KONGRE ADI

4. ULUSLARARASI GAP SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ

TARİHİ VE YERİ

29 Kasım - 1 Aralık 2019, Şanlıurfa, Türkiye DÜZENLEYEN KURUM

İKSAD- İktisadi Kalkınma ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü

KONGRE BAŞKANI Prof. Dr. Necati DEMİR

KOORDİNATÖR Nurlan AKHMETOV

YABANCI KONUŞMACILAR / KATILIMCILAR

Mohammed Ali Jwaid AL-MOHAMMED - Irak Akbar VALADBİGİ - İran

M.A. YERKHOJAYEVA - Kazakistan Taleh HALİLOV – Azerbaijan

Назаракунов Өмүрбек Үсөнович – Kırgızistan N. Marie CZOLOWSKI - Hollanda

KONGRE DİLLERİ

Türkçe ve tüm lehçeleri, İngilizce, Rusça, Çince SUNUM ŞEKLİ

Sözlü Sunum

4. ULUSLARARASI GAP SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ

(4)

İHTİLÂFÜ’L-HADİS’TE İ’MÂL VE İHMÂL ARASINDA BİR YÖNTEM:

TEVAKKUF

Doç. Dr. Nurullah AGİTOĞLU Şırnak Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

ÖZET

İslam dininin iki ana kaynağı vardır: Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet. Sünnetin sözlü aktarımı olarak nitelendirilebilecek olan hadislerin teâruz etmesi durumunda ihtilâfı gidermek maksadıyla başvurulan yöntemler bulunmaktadır. Bu yöntemler cem‘-te’lîf, tercih, nesih ve tevakkuftur. Burada tevakkuf, ihtilafları giderilemeyen iki veya daha çok hadisle amel etmemek ve bir tercih gerekçesi bulunana kadar beklemektir. Çelişen rivayetlerin makbul rivayetler olması gereklidir. Sahih hadislerde hakiki anlamda bir çelişkinin bulunmasını mümkün görmeyenler tevakkuf üzerinde pek durmamışlardır. Öte yandan tevakkufu, hakkında bir şer‘î delil olmayan ya da var olan delillerin fazla açık olmadığı veyahut bu delillerin cem edilemeyecek şekilde teâruz ettiği âyetler hakkında te’vîlden kaçınmak, mevcut te’vîlleri kesin mana olarak görmemek şeklinde tanımlayanlar da bulunmaktadır. Bir başka problem de tevakkufun gerektiği yerde ihmal edilip edilmediği hususudur. Bu tebliğde, hem İslami ilimlerdeki geniş anlamı hem de hadis usulündeki manası üzerinde durulacaktır. Asıl gayemiz bu bağlamda, tevakkufun nasıl algılandığı, gerekliliği ve uygulanabilirliği üzerinde durmak olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sünnet, İhtilaf, Tearuz, Tevakkuf.

GİRİŞ

İlk dönemlerden itibaren Müslümanlar, dinlerinin temel kaynaklarını anlama çabası içerisine girmişlerdir. Zira Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonra dinî nassları anlama noktasında kendisine soru sorup çözüm istenecek bir merci kalmamıştı. Bu durumda Müslümanlar kaynakların sübûtuna önem verdikleri gibi onları anlama ve yorumlama ihtiyacını da hissetmişlerdir.

Kur’ân’ı anlama gayesiyle tefsir eserleri meydana getirildiği gibi, dinin ikinci ana kaynağı olan sünneti anlama amacıyla da ilmî çalışmalar yapılmıştır. Bu çerçevede hadis şerhi, garîbü’l-hadis, esbâbu vürûdi’l-hadis ve muhtelifu’l-hadis gibi ilim dalları ortaya çıkmıştır.

Hadisler arasında var olduğu düşünülen çelişki ve tenakuzların giderilmesi amacını taşıyan Muhtelifu’l-hadis, hadis alanında müstağni kalınamayacak bir ilim dalıdır. Nitekim bu

(5)

sahada İmam Şâfiî (ö. 204/820) ile başlayan eser telifi (Bkz. Şâfiî, 1990) günümüze kadar da ilmî çalışmalarla devam etmektedir.

Muhtelifu’l-hadis, ancak hadîs ve fıkıh ilmini kendinde bir araya getiren ve Arap dilinin ince manalarında kapsamlı bilgi sahibi olan âlimlerin hakkını verecekleri bir ilimdir. ( Kudât, 2018: 145) Muhtelifu’l-hadîs, aynı zamanda müşkilu’l-hadîs olarak da isimlendirilir.

Sahih olan görüşe göre, muhtelifu’l-hadîs ile müşkilu’l-hadîs ilimlerinin arasını ayırt edenlerin aksine ikisinin arasında herhangi bir fark yoktur. Bazı âlimler, Muhtelifu’l-hadîs ilmini bir hadîsin başka bir hadîse muhalif olmasına; müşkilu’l-hadîsi ise bir hadîsin âyete, akla, hisse ve vakıaya muhalif olmasına has kılmışlardır. Bazıları da müşkilu’l-hadîsin muhtelifu’l-hadîsten daha kapsamlı olduğu görüşünü benimsemişlerdir. (Kudât, 2018: 118)

Hadislerin tearuzu problemi öteden beri hadis ilminin en zorlu konularından biri kabul edilmiştir. Tarih boyunca, hadislerde görülen ihtilaf ve tearuzun tespiti, sebepleri ve çözümü için birçok yöntem geliştirilmiş, bu konuda özellikle fıkhî mezheplerin farklı yaklaşımları ortaya çıkmıştır. Her mezhep kendi anlayışı doğrultusunda bu soruna çözüm aramıştır.

(Uzundağ, 2017: 160)

Muhtelifü’l-hadiste birbiriyle çelişiyor gibi görünen rivayetler arasında bir çözüme kavuşmak için bazı yöntemler uygulanmıştır. Bu yöntemler hususunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.

-Muhaddislerin yaklaşımına göre, aşağıdaki sıralama şeklinde dört yöntem vardır:

1- Cem’ 2- Nesh. 3- Tercih. 4- Tevakkuf veya Hadîsi Reddetme.

-Usûlcülerin çoğunluğunun görüşüne göre, sırasıyla aşağıdaki metotlar uygulanmıştır:

1- Cem’ 2- Tercih. 3- Nesh. 4- Hadîsi reddetme veya iki hadisten birini seçme ya da her bir hadisi birer defa kabul etme.

-Hanefî âlimlerin görüşü ise şöyledir: 1- Nesh. 2- Tercih. 3- Cem’ 4- Tesâkut (Geniş bilgi için bkz. Çakan, 2000: 161-162; Kudât, 2018: 130; Ayrıca krş. Şınkîtî, 1424: 175)

Biz bu çalışmamızda muhtelifu’l-hadis’in çözüm yollarından biri olan tevakkuf üzerinde duracağız. Tevakkufun bir yöntem olarak kabul edilip edilmediği ile ilgili tartışmalar çerçevesinde onun metot değeri, gerekli olup olmadığı ve bu alanın dışında daha geniş bir kavram olarak İslam’ı anlamaya yönelik ilimlerde kullanılışını ele alıp değerlendirme yoluna gideceğiz.

414

(6)

1. İHTİLÂFÜ’L-HADİS’TE BİR ÇÖZÜM YOLU OLARAK TEVAKKUF

Bu bölümde tevakkuf terimi ve benzer anlamlar taşıyan bazı ıstılahlar üzerinde durulacaktır. Durmak, beklemek anlamlarına gelen tevakkuf kelimesi, hadis terimi olarak aralarındaki zıtlık için bir çözüm bulunamayan hadislerin hepsiyle, bir çözüm bulununcaya kadar amel edilememesi durumunu ifade eder. (Demir, 2011: 579: Aydınlı, 2011: 319)

Tevakkuf kelimesi, aslında başka şer‘î ilimlerde de kullanılmaktadır. Ancak işletilişi ve metot değeri hakkında bir kapalılık olduğunu da unutmamak gerekir. Örneğin, Ebû Hanife (ö. 150/767) Allah’ın sıfatlarının ezelî oluşunda vakf edenin kâfir olacağını vurgulamıştır.

Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ve Ebû’l-Hasen el-Eş’ârî (ö. 324/935-36) Halku’l-Kur’ân konusunda tevakkuf edenleri eleştirmişlerdir. Usûl âlimleri, mücmel lafzın anlamını belirlemede, eşit derecedeki muârız nassların arasında tercih sebebi bulunamamasında, umum lafızların tahsisi, istisnası gibi durumlarda ve hakkında nass olmayan konularda tevakkufu bir alternatif olarak dile getirmiştir. Hadis âlimleri de tevakkufu, muârız hadisler arasında cem‘, nesh ve tercih metotlarının geçersiz olması durumunda uygulanacak bir yöntem olarak görmüştür. (Geniş bilgi için bkz. Çakır, 2018: 626-641)

İslam hukukunda bazen deliller arasında ilk bakışta zahiren zıtlıklar var gibi görünür.

Buna tearuz denir. İtikad, ibadet, ahlak gibi dinin temel konularıyla ilgili olarak Kitap ve Sünnette tearuz olmaz. (Serahsî, Trs.: 2: 12) Tearuz bir meselenin mahiyetiyle de ilgili olmaz, detayı ile ilgili olur. İki delil arasındaki öncelik-sonralık münasebeti ile maksadın veya kıyasın mukaddimelerinin yanlış anlaşılması gibi şeyler tearuzun başlıca sebepleridir.

(Abduşşekur, 2017: 2: 152) Tearuz, deliller arasında tercih yapma gibi bir kısım metotlarla giderilir. (Serahsî, Trs.: 2: 12; Güleç, 1989: 475)

Hadis âlimleri tevakkufu bazen râvi odaklı konularda ele almışlardır. Burada tevakkufu, meçhul râvî’nin rivâyetini kabulde tercih edilen yöntemlerden biri olarak değerlendirmişlerdir. (Sehâvî, 2003: 2: 32) Tevakkufu bu anlamda ele aldığımızda bazen râvilerin ne doğrulukları ve ne de yalancılıkları hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün olmayabilir. Bu takdirde, bunların haberlerini makbul sınıfına veya merdûd kısmına sokacak herhangi bir karinenin bulunup bulunmadığı araştırılır. Eğer, böyle bir karine de mevcut değilse, bu çeşit haberler üzerinde tevakkuf edilir. Bir haber üzerinde tevakkuf etmek, o haberle amel etmemek, bir başka ifade ile o haberi delil olarak kullanmamak demektir.

Üzerinde tevakkuf olunan haber, aynen merdûd haber gibidir; ancak onun merdud sayılması,

(7)

onda ret sıfatının kesinlik kazanmış olması dolayısıyla değil, kabulünü gerektiren bir sıfatın bulunmaması dolayısıyladır. (Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, 1980)

Hadisler arasındaki ihtilafın giderilmesinde çözüm metotlarından (cem’ ve te’lif, tercih, nesih) biriyle tearuz halledilemiyorsa, son çare olarak tevakkufa başvurulur. (Yılmaz, 2012: 107-130) Tahyir ve tesâkut terimleriyle de kullanılan tevakkuf, bir karara varmaksızın beklemek ve bekleme sürecinde de araştırmaya devam etmektir. (Martı, 2016: 140) Tevakkuf, hadisler arasındaki muarazanın çözümüyle ilgili yöntemlerin sıralama ve işlem bakımından son basamağını teşkil eder. Tahyir ve tesakut ıstılahlarıyla da dile getirilen tevakkuf, çelişkili/ihtilaflı görünen hadislerin hiçbiriyle amel etmemek ve herhangi biriyle amel etmeyi gerektirecek bir gerekçe ortaya çıkana kadar beklemektir.(Çakan, 2000: 219; Aydınlı, 2011:

318-319; Apaydın, 2018: 145, 181) Bu yöntem bazen ‘terk’ terimiyle de ifade edilmiştir.

(Aydınlı, 2011: 318) Tahyir’in aslında, bazen biri ile bazen diğeri ile amel etmek manasına geldiği ve amelsizlik anlamına gelen tevakkuftan ayrıldığı belirtilmiştir. (Çakan, 2000: 220) Tesâkut, birbiriyle muteârız iki delilin delil olmaktan düşmesi ve onlardan daha aşağı derecede olan delil ile veya berâet-i asliyye’ye yani hiç hüküm vârid olmamış gibi ilk hale göre istidlâl etmektir. Bu hususta ﺎﺿرﺎﻌﺗ ﺎﻄﻗﺎﺴﺗ “iki delil teâruz etti ve ikisi de hükümden düştü” sözü meşhurdur. (Aslan, 2006: 145.)

Tevakkuf edilecek hadis bulunmadığını ileri sürerek tevakkufun bir çözüm metodu olamayacağını söyleyenler olsa da bu metodu usul bakımından uygulayanlar daha çoktur.

Tevakkuf, rivayetleri terk etme manasına gelmeyip rivayetlerden birini tercih edecek bir delile ulaşıncaya kadar beklemektir. Her iki rivayeti birbirine muzdariptir diye terk etmek caiz olmaz. Çünkü rivayetlerin terki onların olmadığını kabul etmek manasına gelir. Tevakkuftan sonra bir alimin tercih için bulacağı delil o rivayeti tercih etmeye yeterli olursa tevakkuf sona erer. (Yılmaz, 2012: 107-130) Bu itibarla, tevakkuf aslında bir çözümden ziyade, çözümü beklemeyi ifade eder.

Tevakkuf, hadis ilminde geçtiği gibi tefsir, fıkıh ve kelam ilimlerinde de geçmektedir.

Fıkıh usûlü eserlerinde tevakkuf üzerinde durulmaktadır. Bütün bu ilimlerde yer alan tevakkuf, birbirine yakın manalar taşımaktadır. Buna göre şu üç anlam ortaya çıkmaktadır:

1) Bir şeyin bilinmesinin başka bir şeyin bilinmesine veya varlığının başka bir şeyin varlığına bağlı olması. “Bir söz ile neyin kastedildiğinin bilinmesi, sözün sonuna tevakkuf eder” veya “namazın geçerliliği abdestin varlığına tevakkuf eder” cümleleri gibi.

416

(8)

2) Herhangi bir konuda delillerin tearuz etmesi veya yetersiz olması vb.

nedenlerle kararsız kalmak. Bu tevakkuf türüne fıkıh, kelam, tefsir, hadis ve fıkıh usûlü gibi pek çok disiplinde rastlamak mümkündür. Mesela Abdullah b. Ömer’in kendisine sorulan on meseleden sadece birini cevaplayarak diğer dokuzuna “bilmiyorum” cevabını verdiği; Ebû Hanife’nin (ö. 150/767) on civarında meselede tevakkuf ettiği, İmam Malik’in (ö. 179/795) sorulan kırk sekiz sorudan otuz ikisine “bilmiyorum” dediği vb. nakledilir. Tevakkufun bu türü, hususi bir tavır olmaktan ziyade, delillerin tearuzundan veya delil yetersizliğinden ya da delil yokluğundan kaynaklanan bir sonuçtur.

3) Bir usûlcünün herhangi bir usûl meselesinde prensip hükmü koymayıp hükmü karineye bağlaması. (Geniş bilgi için bkz. Güman, 2012: 139-173)

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere tevakkuf yöntemi hadis ilminde biraz ihmal edilmiş ve üzerinde fazla durulmamış gibi görünmektedir. Usûlcüler, fıkıh usulünün pek çok meselesinde tevakkuf sözcüğünü kullanmışlardır. Hadisçilerin ise genelde bunu bir yöntem olarak kabule pek yanaşmadıkları, sadece teoride geçerli olup kendisine örnek gösterilemeyeceğini ifade etmeleri dikkat çekmekte ve tartışmaya kapı aralamaktadır.

2. TEVAKKUF’UN UYGULANMA DURUMU VE HAKKINDA TARTIŞMALAR Tevakkufun pratik yönünün zayıf olduğu ifade edilmiştir. (Çakan, 2000: 219) Hatta tevakkufun belli bir çözüm yolu değil, çözümsüzlük olduğunu iddia eden Çakan, sadece sistemin nazari planda tamamlanabilmesi için gerekli bir yöntem olduğunu dile getirmektedir.

(Çakan, 2000: 2019) İbn Hacer de bu konuda tevakkuf yapılan rivayetlerin merdud durumunda olduğunu belirtmektedir. (İbn Hacer, 2000: 51) Kanarya da, İmam Şâfiî’nin İhtilâfü’l-Hadis’inde tevakkufa rastlamadığını, dolayısıyla onun ihtilafü’l-hadis metodolojisinde tevakkufa yer olmadığını belirtmiştir. (Kanarya, 2017: 185-186)

Bazı âlimler, tevakkufa pratikte veya vakıada yer olmadığını kastederek, tevakkufu gerektirecek şekilde mütearız olduklarında ittifak edilen iki hadis bulunamayacağını ifade etmişlerdir. Çakan da aynı kanaattedir. (Çakan, 2000: 220)

Tevakkuf aslında muhtelifü’l-hadisin sınırlarını aşan geniş bir kavram olarak kabul edilebilir. Nitekim Apaydın, bu anlamda tevakkufla beraber “temkinli güven” kavramını kullanmaktadır. (Apaydın, 2018: 29) Tabi burada hem ihtiyatı elden bırakmama hem de temkinli güven diyerek rivayete değer verme anlamı olduğu ortadadır.

(9)

Selefin hadis tenkidindeki ihtiyat ve titizliklerinin göstergesi olan önemli bir kavram da tevakkuf kavramıdır. Tevakkuf hadisi, metin ve sened yönünden tenkid için yeterli veri bulunmadığında değerlendirmeyi ertelemek ve askıya almak, yeni veriler elde edinceye kadar araştırmaları sürdürmek şeklinde açıklanabilir. Günümüzde tevakkuf kavramı sanki unutulmuş gibidir. Tenkitçilerde aşırı bir kendine güven hâkimdir. Sorgulayıcı bir zihin her şeyden önce kendini sorgulamalıdır. İlim genişledikçe ‘acaba’ların artacağı kesin yargıların azalacağı her ilim erbabının yaşadığı bir tecrübedir. (Polat, 1993: 69)

İbn Hacer (ö. 852/1448), başka bir âlimin bulacağı tercih sebebinin tevakkuftan kurtulmaya yeterli olacağını ve bunun da normal karşılanması gerektiğini belirtmiştir. (İbn Hacer, 2000: 51; Çakan, 2000: 219) Sehâvî (ö. 902/1496) de konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Müctehid tercihe gidecek bir gerekçe bulamadığında ya kendisi veya âlimlerden bir başkası için bir tercih nedeni ortaya çıkana kadar mütearız iki hadisle de amel etmekten geri durur, tevakkuf eder. Zira kendisine kapalı kalan bir gerekçe başka biri tarafından bilinebilir. Nitekim “Her ilim sahibinin üstünde başka bir âlim daima vardır.” (Yusuf, 12/76) ayeti bu hususta yol göstericidir. (Sehâvî, 2003: 4: 70)

Böyle bir durumda mütearız iki rivayetten biri ile amel edilebileceğini söyleyenler olduğu gibi, bir rivayet ile bir vakit diğeri ile başka bir zamanda amel edilebileceğini söyleyenler de olmuştur. (Sehâvî, 2003: 4: 70) Ancak böyle bir yol takip etmenin çok da tutarlı olmadığı ve çözüm üretemeyeceği açıktır.

Hadislerin tespitinde bütünsel yaklaşım tezinin sahibi Apaydın, yönteminin değerlendirme yapısı bakımından rivayetleri dört kategoriye ayırdığını ifade etmektedir:

Kabul edilenler, Tevakkuf edilenler, Reddedilenler ve Değerlendirilmemiş olanlar. (Apaydın, 2018: 315) Bu durum da tevakkufun geniş anlamına ve birçok ilim dalında gerekli oluşuna işaret ediyor gözükmektedir.

Hadislerin i‘mâlinin ihmâlinden evlâ olduğu prensibini benimseyen ulemâ, müteârız iki hadisin her ikisiyle de amel etmeyi mümkün kılacak izahlar ortaya koymaya öncelik vermişlerdir. Bu minvalde sarf edilen ilmî mesainin, hadislerin kaybına mani olduğu ve Hz.

Peygamber’in aynı konudaki farklı uygulamalarının fıkhî mezhepler vasıtasıyla Müslümanların hayatına intikal etmesini sağladığı aşikârdır. (Yamanus, 2016: 150)

Tevakkuf şu açıdan da değerlidir. Tercih mümkün olmaz ise yeni bilgilere ulaşıncaya kadar tevakkuf edilmesi doğru olur. Hz. Peygamber’in hadisine karşı edepli davranarak iki

418

(10)

hadisi de reddettiğimizi veya hükümden düşürdüğümüzü söyleyemeyiz. Zira biz, cem’ için uygun bir yöntemi idrak edememişizdir. Bu, iki hadisten birinin rivayetinde kesinlikle bir hatanın var olduğu anlamına da gelmemektedir. Bilakis bu konuda kusurun bizden kaynaklı olması muhtemeldir. Şu an bize gizli olan tercihin bir çeşidi daha sonra açık olabilir. Ayrıca bize saklı olan, bir başkası için açık olabilir. Bu yüzden tevakkuf, ihtiyatlı bir yöntemdir.

(Kudât, 2018: 131) Tevakkuf çözüme sürekli kapıyı açık bırakan bir yaklaşımdır.

Tevakkufu, hakkında herhangi bir şer‘î delil bulunmayan veya mevcut delillerin yeterince açık olmadığı veya bu delillerin cem edilemeyecek şekilde teâruz ettiği âyetler hakkında te’vîlden kaçınmak, mevcut te’vîlleri kesin mânâ olarak görmemek şeklinde (Çakır, 2018: 640) anlamak da mümkündür.

Tevakkuf, gaybî bilgi içeren konular ile amelî konular arasında farklı uygulanır. Gaybî konularda tevakkuf, bir beyâna ulaşıncaya kadar devam eder; amelî konularda âhâd bir delile veya ihtiyata bina edilen içtihada göre amel edilir ancak şehadet yönünde tevakkuf devam eder. (Çakır, 2018: 641.)

Buhârî’nin, delillerin teâruzu nedeniyle fakihler arasında ihtilaflı olan pek çok meselede tevakkuf edip kanaatini ortaya koymaktan imtina ettiği ifade edilmiştir. Buhârî, bu tür konularda çoğunlukla istifhâm edatı ile oluşturduğu bâb başlıkları altında müteârız delillere yer vermekle yetinmektedir. (Sevgili, 2019: 113.)

Şâfiî, hadisler arası çatışmayı gidermede sırasıyla cem’ , nesh ve tercih yoluna başvurmaktadır. O’na göre, şer’î deliller arasında çözümsüz bir çatışma yoktur. (Temizkan, 2019: 121.)

Müctehid teâruz eden iki nass arasında cem’ ve tevfîk, tercîh ve nesh imkanını bulamazsa muteârız nasslardan birini tercihte muhayyerdir. Bu durumda olan muteârız delilin her ikisi de kat’î ise kat’îlerde tercîh vâki olmadığından her ikisiyle de amel edilmez. Buna karşılık muteârız her iki delil de zannî ise başvurulacak prensip tahyîrdir. (Aslan, 2006: 146.)

Birbiriyle teâruz eden iki nass arasında nesh de mümkün olmazsa, her iki nass hüccet olmaktan düşer ve her ikisiyle de amel edilmez. Bundan sonra o husustaki yerleşik kurala göre amel edilmesi ve olanı olduğu şekilde bırakma prensibinin uygulanması gerekir. Bu durumda her iki nass “ke en lem yekün (yok)” kabul edilir. Bir kısım bilginler ise, tesâkut (teâruz hâlindeki delillerin delillikten düşmesi) prensibi yerine, tahyîr metodunun

(11)

hâlindeki nasslardan istediğiyle amel eder. Diğer taraftan, tevakkuf prensibini savunanlar olduğu gibi, tevakkuf, tesâkut ve tahyîr prensiplerinin, pratikte hemen hemen hiç yeri olmayan, tamamen teorik birer çözüm olarak tartışıldıkları ve bunların belli bir çözümü değil çözümsüzlüğü ifâde ettiği kanaatinde olanlar da mevcuttur. (Aslan, 2006: 161)

Reddetmek yerine tevakkuf anlayışı, hadis âlimlerinin olabildiğince birçok hadisin delil olarak kullanılmasını sağlayan i’mal merkezli bakış açılarının bir tezahürü olarak kabul edilebilir. (Kızıl, 2016: 252) Tevakkuf, pratikte hemen hiç yeri olmayan farazî bir hal çaresidir, diyenler de bulunmaktadır. (Dihlevî, Trs.: 294; Çakan, 2000: 222)

Konuyu biraz daha açacak olursak şu hususlar karşımıza çıkar: Sahih hadislerde gerçek anlamda bir teâruzun bulunmadığını söyleyenler tevakkuf üzerinde hiç durmamıştır.

Hadisler arasında ihtilâflı meseleler olsa bile bunun ilk üç aşamada mutlaka çözüme kavuşturulacağını düşünenler ise tevakkufun uygulamada yerinin bulunmadığını, hatta Kitap ve Sünnet’te cem‘, nesih ve tercih metotlarıyla giderilemediğinden tevakkufa mecbur kalınmış tek bir örneğin bile yer almadığını belirtmişlerdir. Bununla beraber birbirine zıt görünen iki hadis arasında nesih ya da tercih imkânı bulunamadığında belirli bir süre beklemenin gereğini vurgulayanlar da vardır. (Demir, 2011: 579) Bu sonuncu görüşte olanların temkinli davrandıkları ve çözüm beklentisi içerisinde hareket ettikleri görülmektedir.

Tevakkufa mecbur kalınmış bir örnek gösterilemeyeceği iddiası aşırı bir iddiadır. Zira bugün tevakkufa mecbur kalınan bir meselede yarın çözüm bulunması ihtimal dâhilindedir.

Zaten tevakkufun pratik ve yararlı tarafının da bu olduğunu söylemek mümkündür.

Dolayısıyla daimi surette tevakkuf edilecek rivayet/lerin olmaması normal karşılanmalıdır.

Çünkü birbiri ile müteârız bazı rivayetler üzerinde bir dönem tevakkuf edilip, daha sonra çözüm bulunmuş olabilir. Öyleyse sonsuza kadar tevakkufa ihtiyaç duyacak rivayetlerin bulunması ihtimalinin çok düşük olmasından yola çıkarak, bunun pratikte örneğinin olmadığını söylemek kanaatimizce isabetli bir yaklaşım olmasa gerektir.

Aşağıda tevakkufa verilecek iki örnek, geniş anlamıyla bu yöntemin veya işlemin ihmal edilmemesi gerektiğini bizlere göstermektedir.

Buhârî “Hz. Peygamber Kendisine Vahiy İndirilmeyen Konularda Soru Sorulduğunda

‘Bilmiyorum’ der veya Kendisine O Konuda Vahiy İninceye Kadar Cevap Vermezdi…”

başlığı altında, Câbir b. Abdillah hastalandığında Resûlullah’a “Malım hakkında nasıl

420

(12)

hükmedeyim, malım hakkında nasıl davranayım?” diye sorduğu zaman Resûlullah’ın kendisine miras âyeti ininceye kadar cevap vermediğini nakletmiştir. (Buhârî, “İ’tisam”, 8) Buhârî kullandığı bu başlıkla Hz. Peygamber’in kendisine vahiy gelmeyen konularda tevakkuf ettiğini belirtmiş ve burada verdiği hadislerle de bunun örneklerini göstermiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Allah’ın Âdem’i altmış zirâ boyunda yarattığını, cennete girecek olan herkesin Âdem’in sûreti üzere gireceğini ve insanların hilkatinin şu ana kadar hâlâ eksilip durduğunu buyurmuştur. (Buhârî, “Enbiyâ”, 1) İbn Hacer “Hilkat hâlâ eksilip durmaktadır” ifadesinin, önceki dönemlerde yaşamış Semûd kavminden kalan eserlerin durumuyla çeliştiğini ifade etmektedir. Zira bu kavme ait olduğu belirlenen meskenlerin durumu, onların boylarının sözü geçen bu tedrici kısalmanın gerektirdiği şekilde olmadıklarını göstermektedir. Onların yaşadıkları dönemin eski olduğunda şüphe yoktur.

Aynı şekilde onlar ile Âdem arasında geçen sürenin de kendileri ile bu ümmetin ilkleri arasında geçen süreden daha az olduğunda da şüphe yoktur. Şu ana kadar açıklanması zor olan bu durumu izah edebileceğim güçlü bir açıklama şekli bulabilmiş değilim diyen İbn Hacer’in, bu konuda tevakkuf ettiği görülmektedir. (İbn Hacer, 1379: 6: 367)

Hadisler arasındaki ihtilafın giderilmesinde son çare olarak müracaat edilen tevakkuf, bir karara varmaksızın beklemek ve bekleme sürecinde de araştırmaya devam etmektir.

(Martı, 2016: 140) Bu yönüyle ilmî araştırmalarda ihtiyatlı olmanın, emin adımlarla ilerlemenin, acele etmeden farklı ihtimallerin olabileceğinin önemini de ortaya koymaktadır.

SONUÇ

Hadisler arasında var olduğu düşünülen çelişki ve tenakuzların giderilmesi amacını taşıyan Muhtelifu’l-hadis, müstağni kalınamayacak bir ilim dalıdır. Muhtelifu’l-hadis, ancak hadîs ve fıkıh ilmini kendinde bir araya getiren ve Arap dilinin ince manalarında kapsamlı bilgi sahibi olan âlimlerin hakkını verecekleri bir ilimdir. Nitekim hadislerin tearuzu problemi öteden beri hadis ilminin en zorlu konularından biri kabul edilmiştir.

Muhtelifü’l-hadiste birbiriyle çelişiyor gibi görünen rivayetler arasında bir çözüme kavuşmak için bazı yöntemler uygulanmıştır. Bu yöntemler hususunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Hadislerin i‘mâlinin ihmâlinden evlâ olduğu prensibini benimseyen ulemâ, müteârız iki hadisin her ikisiyle de amel etmeyi mümkün kılacak izahlar ortaya koymaya öncelik vermişlerdir. Bu minvalde sarf edilen ilmî mesainin, hadislerin zıyâına mani olduğu

(13)

ve Hz. Peygamber’in aynı konudaki farklı uygulamalarının fıkhî mezhepler vasıtasıyla Müslümanların hayatına intikal etmesini sağladığı aşikârdır.

Tevakkufa mecbur kalınmış bir örnek gösterilemeyeceği iddiası aşırı bir iddiadır. Zira bugün tevakkufa mecbur kalınan bir meselede yarın çözüm bulunması ihtimal dâhilindedir.

Zaten tevakkufun pratik ve yararlı tarafının da bu olduğunu söylemek mümkündür.

Dolayısıyla daimi surette tevakkuf edilecek rivayet/lerin olmaması normal karşılanmalıdır.

Çünkü bir dönem tevakkuf edilip, daha sonra çözüm bulunmuş olabilir. Öyleyse sonsuza kadar tevakkufa ihtiyaç duyacak rivayetlerin bulunması ihtimalinin çok düşük olmasından yola çıkarak, bunun pratikte örneğinin olmadığını söylemek kanaatimizce isabetli bir yaklaşım olmasa gerektir.

Selefin hadis değerlendirmelerinde titizliklerinin göstergesi olan tevakkuf, hadisi, metin ve sened yönünden tenkid için yeterli veri bulunmadığında değerlendirmeyi ertelemek ve yeni veriler elde edinceye kadar araştırmaları sürdürmek şeklinde açıklanabilir.

Günümüzde tevakkuf kavramı sanki unutulmuş gibidir. Tenkitçilerde aşırı bir kendine güven hâkimdir. Sorgulayıcı bir zihin her şeyden önce kendini sorgulamalıdır. Böylece bazı eksikliklerin farkına varılacak ve bazı kurallara geniş bir araştırma yapılmadan sınır koyulamayacağı anlaşılacaktır.

Hadisler arasındaki ihtilafın giderilmesinde son çare olarak müracaat edilen tevakkuf, bir karara varmaksızın beklemek ama bekleme sürecinde de araştırmaya devam etmektir. Bu yönüyle ilmî araştırmalarda ihtiyatlı olmanın, emin adımlarla ilerlemenin, acele etmeden farklı ihtimallerin olabileceğinin önemini de ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

Abduşşekur, M. (2017). Musellemü’s-Sübût, Mısır: Matbaatü’l-Hüseyniyye.

Apaydın, M. (2018). Hadislerin Tespitinde Bütünsel Yaklaşım. İstanbul: Kuramer Yayınları.

Aslan M. S. (2006). İslam Hukuk Metodolojisinde Delillerin Tearuzu ve Tercih Kaideleri, Yüksek Lisans Tezi, Van YYÜ. SBE.

Aydınlı A. (2011). Hadis Istılahları. İstanbul: İFAV Yayınları.

Buhârî, M. (1987). el-Câmiu’s-sahîh, 6 cilt, Tahk. Mustafa Dîb el-Buğâ, Beyrut: Dâru İbn Kesîr.

422

(14)

Çakan, İ. L. (2000). Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları. İstanbul: İFAV Yayınları.

Çakır, E. (2018). “Tefsirde Bir İlke Olarak Tevakkuf -Ebû Mansûr Mâturîdî Örneği-“, İslâmi Araştırmalar = Journal of Islamic Research, cilt: XXIX, sayı: 3, 626-641.

Demir, Osman, “Tevakkuf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tevakkuf.

Dihlevî, Ş. (Trs.). Huccetullâhi’l-bâliğa, Thk. Seyyid Sâbık, Kahire: Dârü’l-kütübi’l- hadisiyye.

Kudât, Ş. (2018). “Muhtelifu’l-Hadîs İlmi, Usûlü ve Kuralları”, çev. Halil İbrahim Doğan, Journal of Analytic Divinity, cilt: II, sayı: 2, 116-148.

Güleç, H. (1989). “Deliller Arasında Teâruz ve Tercih” , Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1989, sayı: 6, 475-484.

Güman, Osman, “Fıkıh Usulü Geleneğinde Farklı Bir Tavır: Tevakkuf,” OMUİFD, 2012, Sayı: 33, 139-173.

İbn Hacer (2000). Nüzhetü’n-nazar fî tavdîhi Nuhbeti’l-fiker. Tahk. Nureddin Itr, Dımaşk:

Matbaatu’s-sabah.

İbn Hacer (1379). Fethu’l-Bârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 13 cilt. Beyrut: Dârü’l-marife.

Kanarya, B. (2017). İhtilaflı Hadisler –İmam Şâfiî’nin Yaklaşımı-.İstanbul: İz Yayıncılık.

Kızıl, F. (2016). “Zayıf Hadis”, Hadis El Kitabı, Ed. Zişan Türcan, Ankara: Grafiker Yayınları.

Koçyiğit, T. (1980). Hadis Istılahları, Ankara: AÜİF.

Martı, H. (2016). “Hadis İlimlerinin Doğuşu ve Gelişimi”, Hadis El Kitabı, Ed. Zişan Türcan, Ankara: Grafiker Yayınları.

Polat, S. (1993). “Hadiste Anlam (Yorum)-Metin Tenkidi İlişkisi”, Hadisin Dünü- Bugünü ve Geleceği Sempozyumu (14-15 Ekim 1993), 67-75.

Sehâvî Ş. (2003). Fethu’l-muğîs bişerhi Elfiyeti’l-hadis li’l-Irâkî. 4 cilt. Mısır: Mektebetü’s- sünne.

Serahsî, M. (Trs.). Usûlü’s-Serahsî, 2 cilt, Beyrut: Dârü’l-marife.

(15)

Sevgili, H. (2019). “İmâm Buhârî’nin Nasslar Arası Teâruzu Giderme Yöntemi”, Usûl: İslam Araştırmaları, sayı: 31, 97-116.

Şâfiî, M. (1990). İhtilâfü’l-hadîs, Beyrut: Dârü’l-marife.

Şınkîtî, M. E. (1424). “Menâhicü’l-ulemâ fî def’it-teâruzi ve tertîbi’l-edille”, Mecelletü’l- mecmai’l-fıkhî’l-İslâmî, sayı: 16, 121-181.

Temizkan, A. (2019). “İmâm Şâfiî’de Şer’î Delillerin Teâruzu ve Çözüm Yolları”

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: XVII, sayı:

33, 97-125.

Uzundağ, M. S. (2017). “Hadislerin Teâruzunda Sem’ânî’nin (Ö. 489/1096) Takip Ettiği Tercih Yöntemleri”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: XXII, sayı: 2, 153-176.

Yamanus, A. (2016). “Hadislerde Görülen İhtilâfın Muhtelifü’l-Hadîs İlmi Çerçevesinde Giderilmesi: Seferde Oruç Meselesi Örneği”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt: XIV, sayı:

1, 149-163.

Yılmaz, F. (2012). “Hadisler Arasındaki İhtilafı Giderme Yöntemi Olarak Tevakkuf ve Fethu’l-Bârî’de Örnekleri”, Dicle Ü.İ.F.D., XIV, sayı: 1, 107-130.

424

Referanslar

Benzer Belgeler

“Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel

KOSGEB tarafından Teknoloji Geliştirme Merkezi (TEKMER) isim kullanım hakkını ilk alan İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) TEKMER; İstanbul Aydın Üniversitesi akademisyenleri,

gibi unsurları saymaktadır (Eagleton, 2015: 105) dolayısıyla şiir hakkında özgün kanaatlere sahip olan Metin Güven, şiirin iç dinamiklerini değil biçimle ilgili

iiksek Öğretim Kurulu (YÖK), üniversite öğrencilerinin derslerine giren öğretim üyelerini değerlendirmelerini sağlamak amacıyla anket uygulayacak.. YÖK,

Olumlu kutupta güven ahlakı, güven duymak, güven kazanmak, güven sağlamak, güven tazelemek, güven sağlığı… gibi tabirler kullanılır.. Olumsuz kutupta ise güven

İncelediğim nüshanın çözünürlüğündeki düşüklükten ötürü sayfanın sağ üst köşesine iliştirilmiş “Onlar gibi” ibaresiyle sol alt köşesinde yer alan

Bir kız çocuğunun annesinin diktiği oyuncak bir bebeği nasıl sevdiğini, rüzgârlı bir akşamda dalgala- nan saçlarının nasıl güzel hissettirdiğini,

İlk olarak, sorumlu hemşirenin aylık olarak hazırladığı bu nöbet çizelgeleri, departmanın yasal kuralları, hemşire istekleri ile birlikte elde