• Sonuç bulunamadı

EVRENSEL TÜKETİCİ HAKLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "EVRENSEL TÜKETİCİ HAKLARI"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EVRENSEL TÜKETİCİ HAKLARI

Günümüzde tüketici sorunlarının çok boyutlu ve kapsamlı olduğu bir gerçektir.

Bu sorunların nitelik ve nicelik olarak boyutlarını bir ülkenin sanayileşme ve teknolojik düzeyine, yatırım, üretim, tüketim, dağıtım, fiyat, ihracat ve ithalat gibi ekonomik politikalarına; istihdam, ücret, eğitim, sağlık, kültür gibi sosyal politikalar ile o ülkenin siyasal politikalarına, toplumsal ve demokratik ve gelişmişlik düzeyine bağlı olarak değişiklik gösterir.

Yukarıda belirtilen toplumsal ihtiyaç ve sorunlar tüketim, tüketici ve tüketici hakları kavramının doğmasına neden olmuştur.

Geniş anlamda tüketici yaşamını, varlığını ve faaliyetlerini sürdürebilmek için bir mal ve hizmet edinip kullanan her kişiye denir (Kayacı, 2004).

Ekonomik ve sosyal yaşamda kullanılan dar anlamda tüketicinin tanımını şöyle yapabiliriz: “Tüketici, ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için nihai bir mal ve hizmeti satın alıp nihai olarak kullanan yada kendi kendine üretip kendisi kullanan ve hiçbir müdahaleye sokmayan her kişi, kurum ve ailedir” (TSE.

2002: 25)

Bir toplumda tüm bireyler nihai tüketicidir. Aslında tüketicinin hemen hemen nüfusun tamamını kapsayan bir kavram olarak ortaya çıktığı görülür. Bu bakımdan aslında tüketicinin korunması demek bir ülkede yaşayan insanların korunması demektir.

1. EVRENSEL TÜKETİCİ HAKLARI

Zamanın dinamizmi ve insanoğlunun sınır tanımaz mücadelesi hayata yepyeni anlamlar kazandırmaya devam etmektedir. Amansız rekabet ortamında şekillenen yeni kavramlar bireyin yaşam tarzını değiştirmekle kalmayıp onu daha önceleri hayali bile kurulamayan modern hak ve yükümlülüklerle de donatmaktadır. İste bu anlamda XX. yüzyılda toplumların hukuk ve ekonomi hayatına damgasını vuran güçlü akım, “Tüketicinin Korunması”dır. Kavram olarak tüketicinin korunması, ilk defa XIX. yüzyılda ABD’de telaffuz edilmeye başlanmış, konunun toplumsal bir problem olarak ortaya çıkışı 1950-60’li yılları bulmuştur. Önce ABD’de filizlenen tüketici hareketi, 1960-70 arasında Avrupa’ya, hemen ardından ülkemize ulaşmıştır (Kayacı, 2004).

XX.Yüzyılın üçüncü çeyreğini kapsayan söz konusu dönem, ekonomik özellikleri itibariyle tüketim toplumunun hızla artmaya başlamadığı, serbest rekabetin piyasaları yönlendirdiği bir zaman dilimini ifade eder. Bu çerçevede serbest pazar ekonomisinin etkisiyle dünya piyasalarına mal arzı artmış, kalite yükselerek orta- uzun vadede en uygun fiyatın teşekkülü gerçekleşmiştir. Tüketiciye sunulan mal ve hizmet miktarı çeşitlenerek artarken, ekonomik kalkınma ve tüketim patlaması olguları dünya gündemine girmiştir. Ancak, bir yandan toplumların refah düzeyini yükselten bu gelişmeler, öte yandan satıcı-tüketici dengesini tepe taklak etmiştir.

(2)

Zira; artık maddi bakımdan güçsüz, bilgice yetersiz, örgütlenme bilincinden uzak tüketici kitleleri karşısında; organize, örgütlü, maddi güce egemen, hatta siyasal iktidarı bile etkileyebilen profesyonelleşmiş satıcılar vardır (Kayacı, 2004).

Böylece özel hukukta geçerli sözleşme serbestisi prensibinin dayanağı olan

‘taraflar arası eşitlik’ gerçekte rafa kalkmış, artik bu serbesti ilkesi sözleşmenin sadece satıcı tarafını yontar olmuştur. İşte bu noktada liberal ekonomi görüşlerinin tam rekabet şartları içinde tüketicinin kendiliğinden korunabileceği tezleri sarsılmış ve pazar ekonomilerinde de devletin tüketiciyi koruyucu tedbirler alması gereği kabul edilmiştir. Bu akım doğrultusunda önce ABD’de, ardından Bati Avrupa ülkelerinde tüketicinin korunması ile ilgili temel prensip ve kurallar kanunlaştırılmıştır. Avrupa Topluluğu politikaları arasında da yerini alan söz konusu ilkeler 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Anlasmasi ile birincil mevzuat olarak nitelenen anlaşma metinlerine girmiştir (Doğan, 2004).

Doğal olarak Batıda yaşanan bu gelişmelere Türkiye de kayıtsız kalmamıştır.

Avrupa Topluluğu’na giriş hedefi gözetilerek yetmişli yıllarda başlayan çalışmalar 1995’te Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un kabulü ile meyvesini vermiş, konu hukuki zemine kavuşturulmuştur. Öte yandan, kanunun uygulanması için gerekli organik yapıdaki eksiklikler de ilgili tüzük ve yönetmeliklerle tamamlanma yolundadır.

Tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını korumak, aydınlatmak, eğitmek, zararlarını tazmin etmek, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek amacıyla çıkarılan “4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun” 08.03.1995 tarih ve 22221 sayılı Resmi gazetede yayımlanmıştır. Kanun 8 Eylül 1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun ile Uluslar arası Tüketici Birlikleri Örgütü tarafından ilan edilen sekiz hak Türk tüketicisine da tanınmış oldu.

Bu haklar ilk kez 15 Mart 1962’de A.B.D. de eski başkan J.F.Kennedy tarafından temsilciler meclisine sunulan raporda yer almış ve daha sonra A.E.T. Konseyi tarafından 14 Nisan 1975’de evrensel tüketici hakları olarak tüm dünyaya ilan edilmiştir (Doğan, 2004). Bu haklar;

1. Tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunması hakkı 2. Tüketicilerin ekonomik çıkarlarının korunması hakkı 3. Tüketicinin şikayet yada sesini duyurma hakkı 4. Tüketicinin temsil edilme hakkı ve

5. Tüketicinin aydınlatılma, eğitilme ve bilgilendirilme hakkı.

1975 yılını takip eden dönemde AT konseyince 19.05.1981 tarihinde kabul edilen

“2.Tüketici Koruma Programı” ve 23.06.1986 tarihinde yürürlüğe giren “Tüketiciyi Koruma Politikasına Yeni Hız Kazandırma Programı” çerçevesinde tüketici hakları yeniden gözden geçirilerek bugünkü, evrensel kabul görmüş, Uluslararası Tüketici

(3)

Birlikleri Örgütü tarafından ilan edilen ve aşağıda sıralanan 8 hakka ulaşılmıştır (Doğan, 2004).

1. Temel gereksinimlerin giderilmesi hakkı 2. Güvenlik ve güven duyma hakkı

3. Mal ve hizmetlerin serbestçe seçilmesi hakkı 4. Bilgi edinme hakkı

5. Eğitilme hakkı 6. Tazmin edilme hakkı

7. Sesini duyurma(temsil)hakkı

8. Sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı.

1.1. Temel İhtiyaçların Karşılanması Hakkı

İnsanın insan olmaktan doğan ve hayatını devam ettirebilmesi için gereken asgari ihtiyaçlarını karşılayabileceğini belirten bu hak, tüketicinin en temel hakkıdır.

Temel ihtiyaçlar dendiğinde, hayatın devamını sağlamaya yetecek kadar gıda tüketme, giyinme, barınma, sağlık hizmetlerinden yararlanabilme gibi unsurlar akla gelir. Yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan asgari ihtiyaçlarını temin etmek, insanın en başta gelen hakkıdır. Temel ihtiyaçlar karşılandığı ölçüde yaşama hakkı da insanlık için anlam kazanacaktır. İnsanın ihtiyaçlar hiyerarşisinde en alt kademedeki temel gereksinimler, nicelik ve nitelikçe her geçen gün genişleyen bir özellik taşır. Bu anlamda bir tüketici hakki olarak temel ihtiyaçların karşılanması sahasında, ekonomik kalkınmaya paralel biçimde, sürekli çıtanın tüketici lehine yükseltilmesi bir mecburiyetin ifadesi halini almaktadır (Zevkliler ve Aydoğdu.

2004: 106)

Bireyin yaşamını sürdürebilmesine yetecek en az gereksinimlerini sağlayabileceği olanaklara sahip olması insanın en başta gelen hakkıdır. Bu hak ilk olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile uluslararası düzeyde geniş çaplı olarak kabul edilmiştir. İnsanın, insan olması nedeniyle ve bir insana yakışacak biçimde yaşayabilmesi standart kabul edilerek, en az gereksinimlerinin karşılanması için devletlerin etkin olarak çalışmasını amaçlayan bu ilke, pekiştirmek amacıyla Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Beyannamesi’nde yeniden sayılmış ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un hazırlanmasında ve değişiklikler yapılırken dikkate alınmıştır.

Bu ilke devlete, tüketicilerin korunması konusunda etkin bir politika oluşturması sorumluluğunu yüklemektedir. Yani devlet bu ilke nedeniyle edilgen bir durumda bekleyemez. Tüketicinin haklarının korunması ve yerleşmesi için gerekli düzenlemeleri ve uygulamaları yapmak, korumanın etkin bir biçimde gerçekleşmesi için açık bir çaba göstermek durumundadır. Görüleceği gibi bu ilke bakımından tüm vatandaşlar tüketicidir (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 106).

(4)

Daha çok devletlere tüketicilerin korunması konusunda yükümlülükler getiren bu ilke tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemelerin ve uygulamaların yorumlanmasında ‘tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunması’na ilişkin madde ile birlikte en başta dikkate alınmalıdır. Örneğin aydınlanma, su, ısınma gibi temel ihtiyaçları karşılayan kuruluşların, verdikleri hizmetin karşılığının ödenmemesi durumunda, hukuki yollara başvurmadan önce, hizmeti kesmeleri tüketicilerin temel gereksinimlerinin karşılanmasına ilişkin bu ilkeye aykırıdır.

İhtiyaçlarda bir öncelik sırasını olduğu genel kabul görmüş bir yaklaşımdır.

İhtiyaçların öncelik sırası bakımından en çok bilinenlerden birisi Amerikalı psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi kısmıdır. Maslow, ihtiyaçların bir sıra içinde geliştiğini ve olgunlaşma düzeylerine göre aşağıdaki biçimde sıralanabileceklerini belirtmektedir.

Temel fizyolojik ihtiyaçlar (açlık, susuzluk, uykusuzluk, cinsiyet),

Güvenlik ihtiyacı(güven duygusu, fiziksel ve ekonomik güvenlik),

Sosyal ihtiyaçlar(ait olma, sevilme, yakınlaşma, arkadaşlık),

Benlik ihtiyacı(saygınlık, başarı, kendine saygı),

Kendini geliştirme ihtiyacı(ünlü bir bilim adamı veya sporcu olmak vb. gibi) Bireyin temel gereksinimleri karşılandığı ölçüde yaşamı anlam kazanacaktır.

İhtiyaçlar piramidin alt basamaklarındaki gereksinimler karşılanmadan üst basamaklara yönelinmez. Yaşantının sürekliliğini sağlayacak kadar beslenme, giyinme, barınma ve temel sağlık hizmetlerinden yararlanma bu teoride en alt basamak olan fizyolojik ihtiyaçlardır (Kayacı, 2004).

Gelişen ve değişen dünya şartlarını içerisinde beslenmeden barındırmaya kadar bütün temel ihtiyaçlar daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Bu açıdan temel ihtiyaçlarla ilgili yeni standartların ortaya çıkması her zaman mümkündür. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edildiği 1946 yılında beslenme, giyim, konut ve temel sağlık hizmetlerinden yararlanabilme hakkı temel ihtiyaçlar olarak sayılmıştır. Ancak bugün ısınma, aydınlanma, içecek ve su bulma, ulaşım, haberleşme tüketicinin en temel hakları olarak sayılmaktadır. Ekonomik kalkınmaya paralel olarak bundan sonra da temel haklar nicelik ve nitelik olarak sürekli bir biçimde tüketici lehine genişleyecektir (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 108).

İki binli yıllara kadar turizm, ihtiyaçlar hiyerarşisi içinde zorunlu ihtiyaçların karşılanmasından daha sonra geldiği görüşü yaygın iken, günümüzde her yönüyle kirlenmiş, bozulmaya yüz tutmuş, zevksizleşmiş bir ortamdan sıyrılarak, kısa süreli bir doğa parçasının dinlendirici atmosferinde yaşamak, zorunlu ihtiyaçlar arasında görülmeye başlamıştır. Günümüzde kent yaşamı sıkıcı ve insan psikolojisini olumsuz yönde etkiler hale gelmiştir. Bu bakımdan tatiller, sıkıntılardan uzaklaşmak, monoton yaşamdan biraz olsun kurtulmak ve huzurlu bir yaşamın yeniden düzenlenmesi için bir zorunluluk haline gelmektedir (Usta 1991;Aktrn; Ünlüönen, 1998; 40)

(5)

1.2. Güvenlik ve Güven Duyma Hakkı

Değişik kaynaklarda sağlık ve güvenliğin korunması hakkı veya sağlık ve can güvenliğinin korunması talep hakkı şeklinde de yer alan bu hak; tüketiciye sunulan mal ve hizmetlerin, tüketicinin hayatını ve sağlığını normal şartlar altında tehlikeye düşürmeyecek derecede güvenilir ve kaliteli olmasını ifade etmektedir (Doğan, 2004).

Çağımızdaki teknolojik gelişmeler neticesinde çok değişen ve çeşitlenen mamuller, riskleri de beraberinde getirmiştir. Tüketici, satın aldığı mal ve hizmetlerle ilgili çeşitli tehlikelere maruz bulunmaktadır. Bu tehlikeler tüketicinin sağlığını etkileyebildiği kadar hayatini kaybetmesine de neden olabilmektedir. İşte bu tehlikelerin önlenmesinin istenmesi, temel tüketici haklarının başında gelir (Kayacı, 2004).

Bu bağlamda, mal ve hizmetlerin ve bunları kullanacak kişilerin nitelikleri dikkate alınarak, kullanım sonucunda ortaya çıkabilecek riskler hakkında tüketici gereğince bilgilendirilmeli, muhtemel tehlikelerden korunma yollarından haberdar edilmelidir. Risklerin haber verilmesinden de önce takip edilmesi gereken nokta ise, piyasaya sunulan mal ve hizmetlerin tüketiciler yönünden “kabul edilebilir sınırları aşan bir tehlike unsuru taşımaması” esasidir. Nitekim, AT çerçevesinde zorunlu hale getirilen CE işareti, ürünün sağlık, güvenlik, çevre ve tüketicinin korunması gereklerine uygunluğunu saptayan bir tür pasaport niteliğinde olup, bu hususu da güvence altına almayı hedeflemiştir (Doğan, 2004).

Buradaki kabul edilebilir sınırların tespitine hizmet eden önemli alt yapı unsurları olarak, kalite ve standardizasyon göze çarpar. Kalite, ürünün niteliğini ifade ederken; asgari kalite düzeyini, standartlar tayin eder. Böylece mallar belli düzeyin üstünde bir kalitede tutularak, tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunması temin edilmiş olmaktadır. Bu yolda mevzuat desteğinin yanında, isletmelere Toplam Kalite Yönetimi'nin de benimsettirilerek müesseselerde iç denetimin teşvik edilmesi, akılcı ve modern bir yöntem olacaktır (Doğan, 2004). Zira; hukuksal alt yapı her ne kadar zorunluysa da, sorunun çözümünde kısmi bir yer tuttuğu ve kabul edilen mevzuatın uygulanma zorluğu düşünülürse, işletmelerin yapılarında modernleşme hareketlerinin özendirilmesi, tüketicinin korunması politikası açısından belki en verimli stratejidir.

Mal ve hizmetlerin güvenilir ve kaliteli olmadığı hallerde, bugünün tüketicisi her an her dakika, emniyetli olmayan bir tüketim malının kendisini zehirlemesi, sakatlaması, yaralanması ve hatta öldürmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Tüketicilerin güvenlik ve güven duyma haklarının diğer haklara oranla özel bir yeri vardır. Gerçekte tüketicilerin diğer hakları daha ziyade kendilerini piyasanın çeşitli aldatmacalarına karşı korumaya çalışırken, güvenlik ve güven duyma hakkı, tüketicilerin doğrudan doğruya hayat ve sağlıkları ile ilgilidir (Kayacı, 2004).

“Turizm sektöründe güvenlik hakkı, turistin ikametgahından ayrılıp geri dönünceye kadar; turistik ürün tüketiminden kaynaklanan sağlığına zarar verici ya da can ve mal güvenliğini tehdit edebilecek sorunlarla karşılaşmaması için her türlü tedbirlerin alınmasını ifade etmektedir” (Ünlüönen, 1998;43).

(6)

1.3. Bilgi Edinme Hakkı

Bu hak, tüketicinin satın alacağı mal ve hizmetin ne olduğunu, ne işe yaradığını, ne kadar dayanacağını herhangi bir aldatmaya fırsat verilmeksizin açık bir şekilde bilmesidir.

Başka bir ifade ile bilgilendirilme hakkı; tüketicinin satın alacağı mal ve hizmetlerle bunları üreten satan firmaya ilişkin bilgilerin tüketiciye doğru ve tam olarak verilmesi anlaşılır. Tüketici olarak kişi, alacağı elektronik oyuncağın tehlikelerinden, kullanacağı ilaçların, yiyip içeceği gıdaların, sağlık açısından taşıdığı risklere kadar uzanan çizgide bir bilgilenme hakkına sahiptir. Etiket mecburiyeti ve reklamların denetimi de zaten bilgi edinme hakkının sağlıklı kullanılabilmesini sağlamaya yönelir (Kayacı, 2004).

Hepsinden de önemli olarak sağlık sektöründe tüketici, alacağı hizmetin yaptıracağı bir ameliyatın doğuracağı sonuçları en ince ayrıntılarına kadar bilme hakkına sahiptir. Her nedense bizim ülkemizde, sağlık sektörüne gelince tüketici ve hakları, büsbütün unutulmuştur. Oysa, tüketici olarak kişinin doğrudan hayatının söz konusu olduğu düşünülürse, öncelik listesinin başında sağlık hizmetleriyle ilgili tüketici hakları olmalıdır. Bu bilincin yerleşmesi, belki sağlık sektöründeki sayısız facianın da önüne geçme fırsatı verecektir (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 110).

Unutulmamalı ki satıcı-tüketici arasındaki dengesizliklerin en derin olanı, piyasadaki mal ve hizmetler hakkında tarafların bilgi düzeyinde ortaya çıkmaktadır.

Piyasaya sürülen malların olumlu - olumsuz yönlerini satıcılar çok iyi bilmesine karşılık tüketiciler bunlardan habersizdir. Oysa tüketicilerin doğru seçim yapabilmeleri, eksiksiz ve doğru bilgilendirilmelerine bağlıdır. Tüketicinin aydınlatılması amacıyla Batıda büyük paralar harcanması boşuna değildir. Tecrübeler de gösteriyor ki, satıcı-tüketici dengesini sağlamada rol oynayacak faktörlerin en önemlisi, tüketicinin bilgilendirilmesi olgusudur (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 110).

Tüketiciler, mal ve hizmetleri satın almadan önce, rasyonel bir seçim yapabilmelidirler. Bunun için malların fiyatları, kaliteleri ve vasıfları hakkında;

malları temin ettikten sonra ise kullanım talimatı vb. gibi araçlarla sağlık ve güvenliğinin korunmasının yanında, amaca uygun tüketimin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Mal ve hizmetlerin ayıplı veya önceden mutabakata varılan özellik ve vasıflara sahip olmaması halinde ise tüketicinin başvurabileceği merciler ile yasal prosedür hakkında bilgilendirilmesi ve yanıltıcı bilgilendirilmesinin önlenmesi sağlanmalıdır (Kayacı, 2004). Bütün bunlar, tüketicinin bilgi edinme hakkını ifade eder.

Tüketicinin mal ve hizmetlerin kalite, nitelik ve nicelik güvenirliği hakkında mukayeseli deney sonuçları ile bilgilendirilmeye ihtiyacı vardır. Tüketiciye götürülen bilgilendirme hizmeti içinde en çok değer verilen, piyasadaki benzer ürünler için yapılan mukayeseli deney sonuçlarıdır. Gelişmiş ülkelerde mukayeseli ürün testleri, bilgi verici etiketleme ve kalite işaretleri gibi bilgilendirme yöntemleri uygulanmaktadır (Doğan, 2004).

Avrupa’daki tüketici örgütlerinin çalışmalarının en önemli bölümü yaptıkları test ve araştırmalardan elde edilen bilgilerin yayınlandığı ürün bilgileri el kitapçığıdır. Bu

(7)

testlerin genellikle tüketici örgütleri tarafından yapılması sebebiyle üreticilerin etkisi söz konusu olmamakta, tarafsızlık ve bilimsellik özenle korunmaktadır. Yapılan deney sonuçlarına hiçbir üretici kayıtsız kalmamakta, hatalarını düzeltmekte ve hatta ürünlerini piyasadan çekebilmektedirler (Doğan, 2004).

Tüketicinin kararını güçleştiren, satın alınacak turistik ürünün, somut ürünlerin aksine maddi olarak görülemez ve kontrol edilemez olmasıdır. Tüketici benzer özellikteki çeşitli paketlerden rasyonel bir seçim yapmaya çalışır. Ayrıca seyahate dahil hizmet parçalarını ayrı ayrı satın alma ve bağımsız bir şekilde seyahat etme seçimi ile paket tur seçimi arasında karar verebilir. Turistin bunlar içerisinden en uygun seçimi yapabilmesi için yeterli bilgiye sahip olması gerekmektedir (Ünlüönen, 1998; 51).

1.4.Seçme Hakkı

Demokrasilerde, siyasal yetkisi kullanacak mercileri özgür iradeleriyle seçen vatandaşların(tüketicilerin), aynı mantıkla, istek ve ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve hizmetleri de seçme hakkı olmalıdır. Bu sebeple tüketiciye alternatif mal ve hizmetler sunulmalı, piyasa alternatifsiz bırakılmamalıdır. Piyasa ekonomisinin temel mantığı da alternatif mal ve hizmetler yoluyla rekabetin geliştirilebilmesidir.

Bu yolda kabul edilip uygulanan anti-kartel yasaları, rekabetin sağlıklı işleyişi için gerekli kuralları belirleyerek haksız rekabeti cezalandırmakta, tüketicinin korunması için en uygun ortam olan serbest rekabet şartlarını güçlendirmeyi hedeflemektedir (TSE, 2002; 48). Ülkemizde kabul edilen RKHK ile de tüketicinin seçme hakki için gerekli rekabet ortamının tesisini sağlayacak hukuki altyapı konusunda ciddi bir adım atılmıştır.

Tüketicinin temek hakları arasında yer alan seçme hakkı kapsamında; rekabetçi fiyatlara ve karşılaştırılabilir diğer niteliklere sahip çok çeşitli mal ve hizmetin tüketiciye sunulması ile çok çeşitlilik (alternatif) söz konusu olmayan sahalarda kabul edilebilir fiyat, tatminkar kalite ve servis garantisinin sağlanması unsurları söz konusudur (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 112).

Günümüzde mal ve hizmet çeşitliliğinin fazlalaşması, tüketicilerin daha kaliteli mal ve hizmeti daha düşük fiyatlarda elde etme imkanının olması demektir. Mal ve hizmet çeşitliliği rekabeti, rekabet de tüketiciye kalite ve ucuzluğu getirmektedir.

1.5.Sesini Duyurma(Temsil Edilme) Hakkı

Tüketicilerin hak ve yararlarıyla doğrudan ya da dolaylı ilgili olan çeşitli kurum ve kuruluşlarca alınan kararlara tüketicilerin örgütleri aracılığıyla demokratik bir biçimde katılmalarıdır (Doğan, 2004). Gönüllü olarak kurulacak tüketici örgütlerini teşvik etmek, güçlendirmek, bunun yanında tüketicileri kamu kesimi tarafından oluşturulan kurumlarla korunmak ve ilgili yerlerde temsil edilmelerini sağlamak bu hakkın temelini teşkil eder.

İlk tüketici örgütlerine ABD’de rastlarız. Sayıları ve etkinlikleri giderek artan bu örgütler, temelde satıcı-tüketici arasındaki dengesizliğin giderilmesi düşüncesinden kaynaklanır. Günümüzde dağınık yapıdaki tüketici kitlesinin çok daha önceden örgütlenmesini tamamlamış satıcılar karşısında, sesini duyurabilmesi, güçlü

(8)

örgütlenmiş olmasına bağlı. Su var ki bu örgütlerin etkinliği de ülkelerin geleneksel yapısı ile halkın eğitim ve mali seviyesine bağlı biçimde değişmektedir (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004: 110).

Batıda, halk katılımını sağlayan ve mali alt yapısı güçlü tüketici örgütleri, satıcı üzerinde neredeyse hukuki yaptırımdan daha etkili kamuoyu baskısı yaratabilmektedir. Oysa ülkemizde tüketicilerce kurulan dernek ve vakıf şeklindeki örgütler, Batıdaki örnekleriyle kıyaslanamayacak derecede zayıf. Dar bir kitleye sıkışmış ulusal tüketici örgütlerinin etkisi, maddi olanaksızlıkların da baskısıyla çok sınırlı kalmaktadır (Doğan, 2004).

Örgütlerin, siyasi otoritenin benimseyeceği sosyo-ekonomik politikaların tercihinde etkisiz ve işletmeler karşısında itibarsız kalması, sonuçta; tüketicinin temsil edilme, görüş bildirme hakkının kullanılamamasına yol açmaktadır. Buna karşılık, günümüzde tüketicinin karar alma mekanizmasına katılıp temsil edilme hakkini kullanabilmesi için, güçlü tüketici örgütlenmesi vazgeçilmez bir şarttır.

Demokrasilerin vazgeçilmez şartı örgütlü toplumdur. Toplumun ekonomik, sosyal, kültürel yönden kalkınması, gelişmesi, sağlıklı ve çağdaş seviyeye çıkabilmesi, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını en verimli, en rasyonel şekilde toplumun ortak ihtiyaçları doğrultusunda kullanabilmesi, tüketici hakları ve insan haklarının yerleşebilmesi, gelişebilmesi, toplumdaki örgütlenme ve demokrasinin varlığıyla sağlanabilir (Kayacı, 2004).

Tüketicilerin kendileri ile ilgili alınan kararlarda ve kanun hazırlıklarında etkili bir şekilde temsil edilebilmeleri için aralarında örgütlenmeleri bir zorunluluktur ve bu aynı zamanda temsil hakkının bir sonucudur.

Toplumsal dinamikler çerçevesinde, tüketicinin örgütlenerek sesini duyurması ve bir baskı unsuru haline gelmesi doğal bir gelişimdir. Örgütlü bir tüketici grubunun sesini ilgili mercilere duyurmadaki şansı oldukça fazla olacaktır (Kayacı, 2004).

Yaşanan bazı örnekler, örgütlü tüketicinin güçlü bir baskı unsuru ve lobi hareketi haline gelebileceğini göstermiştir.

Tüketici haklarının korunması konusunda sorumluluk daha çok kamu otoriterlerinde olmakla beraber, tüketicilerin kendi aralarında kuracakları örgütlere de büyük görevler düşmektedir (Kayacı, 2004).

Turizm sektöründe sesini duyurma hakkı; tüketicilerin karşılaştıkları sorunlara çözüm arama, sorunların önlenmesine ilişkin tedbirlerin alınması amacıyla ilgili kurum ve kuruluşları harekete geçirme, daha önemlisi de tüketiciler olarak işletmeler karşısında bir güç oluşturarak faaliyetleri ile caydırıcı etki yapmak amacıyla kendi örgütlenmelerini oluşturabilme ve bu örgütler aracılığıyla temsil edilebilme hakkını ifade etmektedir(Kılıç 1992; 102). Turizm sektöründeki tüketicilerin diğerlerinden bağımsız olarak örgütlendikleri görülmemektedir. Turizmin uluslararası niteliği bu amaçla örgütlenmeyi önemli ölçüde engellemektedir. Hukuki olarak mevzuat farklarından doğan zorluklar söz konusudur. Diğer taraftan turist geçici olarak bir araya gelen ve birbirlerini tanımayan gruplardan oluşmaktadır. Bu açılardan turistik tüketicinin örgütlenmesi oldukça güçtür. Ancak genel tüketici örgütlenmeleri

(9)

içerisinde turistlerin de haklarının korunmasına yönelik çabalar sürmektedir (Ünlüönen, 1998; 57-58).

1.6.Tazmin Edilme Hakkı

Tazmin edilme hakkı, ayıplı bir mal satın alan ya da kendisine noksan bir hizmet sunulan tüketicinin, bu mal ya da hizmet dolayısıyla uğradığı zararın giderilmesi ve genel anlamda haklarının korunması amacıyla gerekli yasal tedbirlerin alınması ve etkin bir şekilde uygulanmasıdır. Tüketici satın almış olduğu bir mal ya da hizmetten dolayı herhangi bir zarara uğramış ve zararı süratle tazmin edilmemiş ise tüketicinin korunduğundan bahsetmek mümkün değildir (Doğan, 2004). Tüketici, zararı üretici yada satıcı tarafından karşılanmadığı hallerde, çok kısa süreli ve az masraflı yargı yollarına başvurabilmelidir.

Tüketiciyi koruma politikasının ve temel tüketici haklarının esasi, ekonomik çıkarların korunmasında düğümlenmektedir. Zaten bilgilendirilme, eğitilme, temsil edilme gibi diğer temel hakların finalitesi, tüketicinin ekonomik menfaatlerinin sağlam bir zemine kavuşturulmasıdır. Son olarak, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un(TKHK) kabulü ile, daha önce değişik kanunlara serpiştirilmiş hükümlerin bir araya toplanarak mevzuatta bütünlük tesis edildiğini görmekteyiz. Ayıba karşı tekeffül, tüketici kredisi, kapıdan satış, reklam, ilan, etiket, garanti belgesi, kullanma, tanıtım kılavuzu konuları söz konusu hükümlerdendir. Ayrıca TKHK ile il ve ilçelerde öngörülen Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nin(TSHH) teşkili önemli bir yeniliktir. Fakat doğan sorunlarda, tüketiciye TSHH’e başvuru alışkanlığının aşılanması önem kazanmıştır. Tüketicinin taraf olduğu uyuşmazlıkların çözümünde

“mahkeme öncesi bir uzlaşma ortamı” görevini ifa eden Hakem Heyetleri, tüketicinin korunması hareketinde büyük bir boşluğu doldurur. Ekonomik çıkarların korunması kavramının vazgeçilmez cüzü ve müeyyide kısmi, tazmin edilme hakkidir. Hukuksal mantığın gereği olarak herhangi bir hakki ihlal edilip zarara uğratılması halinde tüketicinin tazminata hak kazanması gerekir. Tazmin edilme hakki ile ilgili en önemli taraf ise, hukuksal yollar masraflı olduğu ve ağır işlediği için, tüketiciler açısından kolay uygulanabilir, ucuz hak arama yollarının teşekkülüdür (TSE, 2002;

68). Ülkemizde TKHK uyarınca kurulmuş bulunan TSHH ve uygulamaya geçirilmesi beklenen Tüketici Mahkemeleri, bu anlamda kayda değer gelişmelerdendir.

Tüketicinin ekonomik çıkarları söz konusu olunca üzerinde durulmadan geçilemeyecek konulardan biri de, Genel İşlem Şartları’dır. Zira Genel İşlem Şartları,(GIS) kitlesel üretime geçişle kişisel ilişkilerin standartlaşmasının zorunlu sonucu olarak doğup, hayatin her noktasına girmiştir. Ancak, uzman hukukçulara hazırlatılan standart sözleşme tipleri, her şeyden önce satıcının menfaatini gözetmekte, tüketici için göremeyeceği, anlayamayacağı tuzaklar içermektedir.

Dolayısıyla bu tarz GIS, günümüzde meşhur sözleşme serbestisi prensibini aşındırmıştır. Bunun telafisi, BK genel hükümlerinin ötesinde özel bir mevzuat ile aranmalıdır. Artik, GIS hakkında tüketici-satıcı dengesini gözeten bir hukuki düzenlemeye gidilmesi, hatta bunun TKHK’a eklenmesi bir zorunluluktur (TSE, 2002; 68).

(10)

Kısaca; bu münferit problemlerin çözümünü temelde tek bir kavramla izah etmek mümkündür: Serbest rekabet şartlarının sağlanıp devam ettirilmesi. Zira, TC'nin ekonomik hayatına damgasını vurmuş ithal ikamesine dayalı dış ticaret politikaları ve gümrük duvarları bugüne kadar Türk tüketicisine en büyük zararı vermiştir. İşte bu düşünceyle serbest rekabet ön şartı sağlanmadıkça en güçlü kanunlar, en kararlı yöneticiler dahi etkisiz kalmaya mahkum olacaktır (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004:

115).

Tüketici hakları, genellikle tüketiciyi herhangi bir zarara uğramadan korumayı amaçlar. Oysa tazmin edilme hakkı, zarara uğradıktan sonra bu zararı mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ve tamamen gidererek tüketiciyi korumaktadır. Bu sebeple tazmin edilme hakkının tüketici hakları arasında ayrı bir yeri vardır.

Gelişmiş ülkelerde “tazmin edilme hakkı” ile ilgili olarak yasal düzenlemelere ve kurumlaşmaya gidilmektedir. AB’nde tüketicinin korunması amacıyla yürürlüğe konulan programlarda tüketicinin tazmin edilmesi konusuna büyük önem verildiği görülmektedir (Doğan, 2004).

Ülkemizde de tüketicinin tazmin edilmesi hakkı, 1995 yılında yürürlüğe giren Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da geniş bir şekilde yer almıştır. Kanunda önce ayıplı mal veya hizmet tanımlanmış, daha sonra ise tüketicinin korunması ile ilgili olarak tüketiciye sunulan alternatifler belirtilmiştir.

Tüketicinin kendisine tanınan bu hakları talep etmesi yeterlidir. Ancak talebi yerine getirilmez yada zararı tam olarak tazmin edilmezse mahkemeye başvurmadan önce küçük çaplı uyuşmazlıklar için “Tüketici Sorunları Hakem Heyeti”ne müracaat edebilir. Ayrıca problemin çözümü için “Tüketici Mahkemeleri”ne de müracaat edebilir. Bu mahkemeler nezdinde tüketiciler yada tüketici örgütleri tarafından açılacak tüm davalar her türlü formalite, vergi, resim ve harçtan muaf tutulmuşlardır (Doğan, 2004).

Turizm sektöründe tüketicinin tazmin edilme hakkı turizm ürününü sunan işletmelerle tüketici olan turistler arasında yapılan sözleşmelere ilişkin olarak kanundan doğmaktadır. Yapılan bu sözleşmelerde, seyahat acentaları nitelikleri üzerinde anlaşılan tatili (ürünü) tüketiciye (turiste) bir bedel karşılığında sunacak, karşılığında turist, anlaştıkları bedeli acentaya ödeyecektir. Tatilin bedeli genellikle peşin olarak ödendiği için, turist yükümlülüğünü yerine getirmiş olacak ve acentanın yükümlülüğünü yerine getirmesini bekleyecektir (Ünlüönen, 1998; 60).

1.7.Eğitilme Hakkı

Eğitim, toplumun hemen her alanda gelişme kaydetmesinin temel unsuru olarak görülmektedir. Çağdaş dünyanın temelinde eğitim vardır. Tüketicinin korunması gibi kapsamlı bir konunun da, eğitimden ayrı ele alınması düşünülemez.

Tüketicinin eğitimi, bireyin ekonomik faaliyetlerini yönlendirme, ihtiyaçlarını karşılama ve pazarı etkileme gücünü artırmayı hedef alan eğitim ve bilgilendirme yatırımı olarak tanımlanabilir. Tüketicinin eğitimi, hem koruma hem de bilgilendirme yönünden önem arz etmektedir. Uzun dönemde tüketicinin korunmasında en ümit verici çözüm yolunun tüketici eğitimi olduğu, bilgilendirme

(11)

ve koruma çabalarının toplum bireylerine “daha iyi bir tüketici” olma yollarının öğretilmesiyle sonuçlar vereceği gelişmiş ülkelerde kabul edilen bir görüştür (Kayacı, 2004).

Eğitim, vatandaşlara haklarının ve sorumluluklarının bilincinde, mallar ve hizmetler arasında bilinçli bir seçim yapma yeteneğine sahip, iyiyi kötüden ayıran tüketiciler olarak hareket etmelerini sağlayacak alt yapının kazandırılması sürecini ifade eder (Doğan, 2004). Bu bağlamda tüketiciler, özellikle haklarını aramanın gerekliliği ile bunun yolları ve ilgili merciler hakkında bilgilendirilmeli, eğitilmelidir.

Eğitimin verileceği en iyi ortam ise okul sıralarıdır. TKHK ile de Milli Eğitim Bakanlığı’nca her derecedeki okulların ders programlarına tüketicinin eğitilmesi konusunda gerekli ilavelerin yapılacağı ifade edilmiştir. Biz burada söz konusu girişimlerin etkinliğinin büyük ölçüde “eğiticilerin eğitilmiş olması”na bağlı olduğunu belirtmeliyiz. Dolayısıyla belki ilk önce halledilmesi gereken sorun öğretmenlerin gerekli yetkinliğe kavuşturulmasıdır (Zevkliler ve Aydoğdu. 2004:

117).

Girmek için çaba sarf ettiğimiz AB, konuyu zorunlu eğitimde ders programlarına almış durumda. Medyanın ilgisi ve tüketici örgütlerinin girişimleri de bu uygulamanın destekleyicisi... Ülkemizde ise tüketicinin eğitimi için en etkin güce medya sahiptir. Gazetelerin hemen hepsinde mevcut olan tüketici köşeleri aracılığıyla, tüketicinin her türlü sorununa kulak verilerek eğitimi ve bilgilendirilmesi de gerçekleştirilmekte. Fakat söz konusu eğitimin, 70 milyonluk ülkede 5 milyonun altında kalan gazete okuyucusuyla sınırlı kaldığı göz ardı edilmemelidir. Bu noktada okulların geniş tüketici kitlelerine ulaşma avantajı bir çıkış yolu olabilir. Nüfusunun dörtte biri henüz orta öğrenimde bir ülke olarak, eğitim politikamızda tüketicilik bilincinin aşılanmasına yer vermek, akıllıca olacaktır (Kayacı, 2004). Belirtmek gerekir ki, tüketici hareketinin sağlıklı gelişimi açısından ne mevzuat, ne kurumlar ne de bir başkası; iyi eğitilmiş, haklarının bilincinde, rasyonel karar verebilen tüketiciler kadar değerli olamaz.

Eğitim programlarının temel amacı, tüketiciye ihtiyaç duyduğu bilgileri nerede ve nasıl bulacağını, bilgiyi nasıl değerlendirebileceğini ve kullanılabileceğini değerlendirebileceğini ve kullanabileceğini öğretmektir. Bunun yanında, tüketicinin mal ve hizmetleri satın alma ve kullanma becerisini geliştirmek; üretim ve bölüşüm şartlarının sorgulanmasını sağlamak, bir bütün olarak çevre bilincini oluşturmak, üretimin olduğu gibi tüketimin de niteliğini belirleyen ekonomik ve toplumsal tercihlerde taraf olmayı öğretmektir (Doğan, 2004).

Turizm sektöründe de hedef öncelikle tüketicilerin eğitilmesi olmalıdır. Bu görev turistik işletmeler, kamu kurumları ve tüketici örgütleri tarafından yerine getirilmelidir. Turistik işletmeler turizm yayın organları ile ciddi ilişkiler kurmalıdır.

Tüketicinin eğitimi sadece olanı değil, olması gerekeni de aktarıcı yönde olmalıdır.

Böylece turizm sektöründe de bilinçli bir tüketici grubu oluşturulabilir (Ülüönen, 1998; 66).

(12)

1.8.Sağlıklı Bir Çevreye Sahip Olma Hakkı

Buraya kadar incelediğimiz haklar, her şeyden önce sağlıklı bir çevrede kullanılabildiği ölçüde gerçekten tüketicinin korunması amacına hizmet etmiş olur.

Sağlıklı çevre hakki denince, insan neslinin geleceği de işin içine girmektedir.

Kitlesel tüketim sürecinin ilerlemesi, tüketicilerin kişisel ölçekte korunmasına ek olarak, tüm insanlığı ilgilendiren “çevrenin korunmasını” da artik hayati bir konu haline getirmiştir. Zira, çevreyi korumadan, tüketicinin korunmasını düşünemezsiniz.

4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un ilk maddesi

“...tüketicinin... çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri...düzenlemek” amacıyla ihdas olunduğunu belirtmiştir. Ne yazık ki yasanın hiçbir yerinde ‘Zararlı ve Tehlikeli Mal ve Hizmetler’ başlıklı değişik 18. maddesi dışında tüketicinin sağlıklı çevrede yaşama hakkına ilişkin bir hüküm bulmak mümkün değildir. Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Beyannamesi de bu konuya 33. maddesinin f bendinde yer alan tüketici eğitiminin kapsamına “gerekirse kirlilik ve çevre” konularının dahil edileceğine ilişkin düzenleme dışında değinmemiştir(Zevkliler ve Aydoğdu. 2004:120).

Tüketici birliklerinin konunun bu yönünü irdelemesinin ve ayrı bir ilke olarak saymasının bir amacı çevre örgütleri ile ortak platform oluşturma çabası olsa gerektir. Zira son yıllarda çevreye olan duyarlılığın artmasıyla çevre örgütleri -yurt dışında- partileri vasıtasıyla parlamentolara girebilecek kadar güçlenmiştir. Tüketici örgütlerinin bu kadar güçlü protest bir toplulukla ortak hareket etme çabası bu nedenle normal karşılansa gerektir. Konuya ilişkin düzenlemenin tüketici yasamızda az olmasının nedeni ise özellikle son yıllarda çevreye duyarlılığın artması ile hükümetlerin çevre konusunda sayısız yeni düzenleme yapmış olması olsa gerektir (Doğan, 2004).

Bu hak kapsamında tüm yurttaşlar duruma göre tüketici olabilecektir. Bu durumun olumsuz yanı tüketicinin bu hak bağlamında tespit edilmesindeki zorluktur.

Bu hakkı talep edebilecek kimsenin tüketici olup olmadığına bakılmalı mıdır?

Bakılmayacaksa bu yasada tüketicinin sağlıklı çevrede yaşama hakkına ilişkin düzenleme yapılması gerçekten doğru olmayacaktır (Doğan, 2004). Zira çevre hukuku düzenlemeleri bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir ve bu düzenlemelerin bir çoğu kişilerin bundan zarar görmesini bile aramamaktadır.

Aslında bu hakkın tüketicinin temel gereksinimlerinin karşılanması ve sağlık ve güvenliğinin korunması hakkı ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü bu hakla talep edilen herhangi bir hak kişinin yaşamı ya da sağlık ve güvenliği ile doğrudan ilgili olacaktır. Ancak kişinin sağlıklı çevrede yaşama hakkını bir alt küme konumuna düşürmek de bu hakkın önemini küçümsemek olur. Çünkü kişinin yaşamı ya da sağlık ve güvenliği daha önce değindiğimiz gibi en başta korunmalıdır. Bu korumanın sağlıklı bir çevreyi kapsadığı çok açıktır (Kayacı, 2004). Ayrıca sağlıklı bir çevre yalnızca bizim değil özellikle bizden sonraki nesillerin hakları için de korunmalıdır.

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının tüketicinin korunması hukukunun içinde yer alması özellikle ticari hayatın içinde güçsüz durumda olan tüketicilerin

(13)

korunmasını sağlayan hükümlerin çevrenin de etkin korunmasını sağlayacak güçlü bir konuma vatandaşların getirilmesini sağlayacağından yasa bulunmadan önce olan duruma göre daha etkin bir korumanın sağlanması için olumlu bir gelişmedir (Kayacı, 2004). Bu düzenleme her türlü çevre kirliliğinin bu yasa ile düzenlenmiş haklar bağlamında tüketiciler tarafından engellenebileceğini düzenleyecek şekilde düşünülmelidir.

Bizden sonraki nesillere sağlıklı bir dünya bırakmak için yapılan her düzenlemenin geniş düşünülmesi bu yüzden gereklidir. Bu hakla tüketiciler üreticilerden sağlıklı ve çevreye uyumlu üretim yapmasını talep edecektir. Buna aykırı bir davranış tüketici haklarına aykırı bir davranış olacağından tüketicinin bu yasadan kaynaklanan ve yukarıda değindiğimiz hakları kullanma hakkı doğacak, kişi yasal yollara başvurabilecek ve tazmin, eski hale iade isteyebilecektir.

Şu halde işletmelerin çevreye saygılı üretim yapmasını beklemek de bir temel tüketici hakkıdır. Bu hakkın işlerliği tüketiciler arasında çevreyi koruma bilincinin yayılmasına ve çevreci işletmelerin ürünlerinin tercih edilmesine bağlıdır. Zaten talebin çevreci ürünlere yönelişi, üreticileri de çevre konusunda daha hassas olmaya zorlayacaktır. Bu gerçek karşısında tüketicilerin davranışlarını gözden geçirmesi gerekiyor (Kayacı, 2004). Çevreye saygılı ürünlere yönelmek ve ihtiyaç oranında tüketmek, daha az çöp çıkarmak, israftan kaçınmak gibi değerler artık çağdaş yaşamın temel unsurlarıdır.

Yaşama hakkının temel şartlarından birisini oluşturan ve vazgeçilmez nitelikte olan temel tüketici haklarından birisi de “sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıdır”

(Kayacı, 2004). Çevrenin tahribi, özellikle son yılların önemli gündem maddelerinin birisini oluşturmaktadır.

Çağımız bir tüketim çağı olmuştur. İnsanlar, uzun bir süre doğayı sınırsızca tüketmişlerdir. Ancak bu çılgınca tüketim, günümüzde çok önemli ve aşılması mutlaka gerekli bir sorun ve tehlike olarak karşımıza çıkmıştır. Bu nedenle, özellikle gelişmiş ülkelerde, çevre konusuna aşırı bir duyarlık başlamış ve toplumun her kesiminin katılımıyla çok büyük planlar, projeler üretilmiştir. Çevre bilincini geliştirecek çareler aranmıştır. Çevre bilincini, tüketim bilincinden ayrı düşünmek mümkün değildir (Doğan, 2004).

Gelişmiş ülkelerde artık sorumlu ve bilinçli tüketici olmanın ölçütü “hak aramak”ya da “ödediği bedelin tam karşılığını almak” değildir. Satın alınan mal ve hizmetlerin “sosyal maliyeti” tartışılmaktadır (Doğan, 2004). Örneğin; yapmış olduğu tüketimin çevre kirliliğine olumsuz bir etkisi var mı? Doğal kaynakların israfına yol açıyor mu? Bilinçli tüketici, satın aldığı mal ve hizmetlerle çevreye zarar vermeyen, doğal kaynakları israf etmeyen kişi olarak tanımlanmaktadır.

Ülkemizde de çevre ile ilgili gelişmeler uluslar arası gelişmelerle paralel bir seyir takip etmiştir. 1982 Anayasası’nın 56.maddesinde ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 18. ve 19. maddelerinde de tüketicinin çevre sağlığı açısından korunması hükümlerine yer verilmiştir (Doğan, 2004).

(14)

Turist açısından sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı; tüketici olan turistin, turistik üründen maksimum düzeyde tatmin sağlayabilmesi için, onu sağlıklı ve temiz bir çevrede tüketebilmesi hakkını ifade etmektedir (Kılıç 1992; 102).

Genel kabul görmüş evrensel nitelikli tüketici hakları ile birlikte tüketicinin şikayet hakkından da söz edebilir, burada şikayet hakkını ayrıca bir tüketici hakkı olarak ele alabiliriz.

1.9.Şikayet Hakkı

Tüketicinin şikayet hakkı, herhangi bir olumsuzlukla karşılaştığında bu olumsuzluğun giderilebilmesi için ilgili kurumlara yada yetkili makamlara müracaat etme hakkını içermektedir.

Turizm sektöründe şikayet hakkı; tüketici olan turistin herhangi bir problemle karşılaştığı zaman yetkili mercilere şikayetini yapabilmesini ifade etmektedir.

Turistin eğitim durumu ve gelir seviyesinin yüksek olması durumunda şikayeti daha kolayca yapabileceği söylenilebilir (Ünlüönen, 1998; 73).

Ancak turistlerin de şikayette bulunabilmeleri zaman zaman mümkün olmamaktadır. Bu durum genellikle şikayet kanalları ile ilgili bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu hak, yasal bir zemine oturtulmuştur.

SONUÇ

Anayasa’da yapılan değişiklikle uluslararası sözleşmelerin yasalar üzerinde olduğunun kesinleştiği bir ortamda Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun da Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Beyannamesi ile birlikte değerlendirilmelidir. Ancak bu yöntemle doğru sonuçlara ulaşılabilir.

Zarar oluştuktan sonra eski haline getirmeye çalışmanın zararın oluşmasının önüne geçilmesinden çok daha pahalı olduğu göz önünde bulundurulursa Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun önleyici ve katılımcı düzenlemeler getiren maddelerinin çağdaş ve amaca daha elverişli olduğu açıktır (Doğan, 2004).

Türkiye’de adalet sisteminin ne kadar yavaş çalıştığı düşünüldüğünde tüketiciler için resmi ya da resmi olmayan, idari ya da adli çeşitli yollar kurulması gerekliliği ortadadır. Ayrıca tüketicilerin bunlara ucuz bir biçimde ve kolayca ulaşması da çok önemlidir. Bu anlamda il ve ilçelerde yasa ile Tüketici Hakem Heyetlerinin oluşturulması isabetlidir (Doğan, 2004). Yasada son düzenlemelerle bu konuya ilişkin bazı düzenlemeler yapılmışsa da tüketici mahkemelerinin iş yükünün aşırı artması ile tıkanmaların olmasına izin verilmemelidir. Yine etkili idari örgütlere de önem verilmelidir.

Satıcı ve üreticiler ile tüketiciler arasındaki sorunların hakkaniyetli bir biçimde çözümlenmesi konusunda sürekli bir çaba içinde olunmalıdır. Bu nedenle en etkin

(15)

koruma yolunun, bizzat tüketicilerin, haklarına sahip çıkarak, yasayla tanınan yollardan yaygın biçimde yararlanmaları olduğu söylenebilir (Kayacı, 2004) Bunun için de, her şeyden önce tüketicilerin aydınlatılması, bilinçlendirilmeleri, eğitilmesi, ve örgütlenmesi konulara ağırlık vermeli, ikinci olarak da, tüketicileri koruma yollarına başvurmalarını kolaylaştırıcı önlemleri almalı ve engelleyen nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.

Tüketicinin korunması hareketi; sosyo-ekonomik, hukuksal ve ahlaksal yönleriyle, çok boyutlu olarak ele alınması gereken karmaşık bir dinamikler bütünüdür. Bu bütün, anti-kartel yasalarından çevre korumacılığına, iş ve ticaret ahlakından uluslararası pazarlarda rekabet edebilmeye, enflasyon oranlarından gelişmişlik düzeylerine kadar geniş bir tabanda değerlendirilmelidir (Kayacı, 2004).

Konunun çok yönlülüğü, satıcı-tüketici arasında doğan dengesizliği giderme yolunda başvurulacak yöntemlerin de çok boyutlu olmasını zaruri kılmaktadır. Bu bağlamda eş zamanlı olarak hem yasal düzenlemeyi gerçekleştirmek, (hukuksal boyut) hem rekabetin korunmasını desteklemek, (iktisadi boyut) ve hem de tüketicilerin bilinçlenmesini, örgütlenmesini sağlamak (sosyolojik boyut) zorundayız.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Modern devlet, Ortaçağ boyunca yaşanan toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin ve kuramsal tartışmaların sonucunda, çok parçalı feodal düzenin tasfiye

 İnsan Hakları= Olan (Yazılı hukuk) + Olması Gereken (Yazılı olmayan haklar).  Sürekli yeni haklar ortaya çıkmaktadır ve yazılı belgeler bunları

• YAŞ, ETNİK KÖKEN, YER, DİL, DİN, ETNİK KÖKEN VEYA BAŞKA HERHANGİ BİR STATÜDEN BAĞIMSIZDIR.. • HER YERDE VE HER ZAMAN EVRENSEL OLMA ANLAMINDA

AMACIYLA ALIŞILAGELEN YÖNETİM BİÇİMLERİNİ DEĞİŞTİRMEK YERİNE, KÖTÜLÜKLERE KATLANMAYI YEĞLEDİKLERİNİ DENEYİMLER GÖSTERMİŞTİR; ANCAK SÜREKLİ AYNI AMACA YÖNELİK,

• FÜGEN UĞUR, «HAK ÖRGÜTLERİ KAVRAMI KÜRESELLEŞME VE HALKLA İLİŞKİLER: DÜNYADAN VE TÜRKİYE’DEN ÖRNEKLER» İÇİNDE HAK ÖRÜTLERİ MEDYADA GÖRÜNÜR OLMAK, (ED:GÜLGÜN

• 2- SALDIRGAN SAVAŞLARA, IRKÇILIĞA, IRK AYRIMCILIĞINA VE GENELDE ÖNYARGILARIN VE BİLGİSİZLİĞİN ÜRETTİĞİ DİĞER İNSAN HAKLARI İHLALLERİNE KARŞI KOYMADA MEDYA, TÜM

 İnsan Hakları Komisyonu 1235 Usulü aracılığıyla “insan hakları ve temel özgürlüklerin ağır ihlâllerine ilişkin bilgileri” inceledikten sonra, bu ihlallerin

Dostane çözüme ulaşılmaması halinde, esas hakkında (ihlalin varlığı ya da yokluğuna ilişkin) karar verir. Dostane çözüm, kabul edilebilir bulunan bir davanın