• Sonuç bulunamadı

Ünite 8. - Karanlık Çağ - Arkaik Dönem - Polisler - Kolonizasyon Dönemi - Arkaik Dönemde Yönetim Şekilleri - Sparta - Atina - Klasik Dönem

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ünite 8. - Karanlık Çağ - Arkaik Dönem - Polisler - Kolonizasyon Dönemi - Arkaik Dönemde Yönetim Şekilleri - Sparta - Atina - Klasik Dönem"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Ünite 8

- Karanlık Çağ - Arkaik Dönem - Polisler

- Kolonizasyon Dönemi

- Arkaik Dönemde Yönetim Şekilleri - Sparta

- Atina

- Klasik Dönem

Yunan tarihini inceleyebilmek için onu zaman sınırları olan dönemler haline getirmek gerekmektedir. Zira bu dönemlerde birbirinden tamamen farklı toplum yapıları karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sanat tarihi açısından da Yunanlıların bıraktıkları maddi kültür kalıntılarının incelenebilmesi için bu sınıflandırmaya ihtiyaç vardır. Bu dönemleri biz şu şekilde adlandırmaktayız.

Karanlık Çağlar MÖ 1200-800 Arkaik Dönem, MÖ 800-500 Klasik Dönem MÖ 500-336 Helenistik Dönem MÖ 336-30

KARANLIK ÇAĞ MÖ 1200-800

Bu döneme karanlık çağ denilmesinin nedeni Dor göçleri sonucunda Myken medeniyetinin yıkılması ve bu yüksek kültür düzeyinin kaybolmasıdır. Myken kralları tarafından iyi organize edilmiş saray ekonomisi bu göçlerle tamamen çöktü. Saray idaresi için kullanılmış olan Linear B yazısı unutuldu. Düşüşten önceki yüzyıllarda zenginlik ve refah içerisinde yaşayan Myken şehirleri bir daha inşa edilmedi. Myken kentlerinde yaşayan halk göçün

(2)

2

getirdiği karmaşaya kapılarak Anaddolu’nun batı kıyılarına geçtiler. Yunanistan anakarasındaki nüfus çok hızlı bir şekilde azaldı ve bir zamanların muhteşem maddi kültürü gittikçe fakirleşti.1 Günümüz araştırmacıları Avrupa Ortaçağı’na benzemesi sebebiyle bu döneme Yunan Ortaçağı demektedirler. Yunanlılar bu dönemde gerçek anlamda bir polisten söz edilemese de daha küçük düzeyde polisler halinde örgütlenmeye başladılar.

Karanlık çağın toplumsal yapısına ilişkin çok az bilgiye sahibiz. Bilgilerimizin çoğu arkeolojik verilerden ve Homeros’un İlyada ve Odisseia adlı iki büyük destanından çıkarımlardır. İlyada on yıl süren Troia Savaşı’nın son 52 gününü anlatır ve Mykenlerin ve krallarının kahramanlık destanı gibidir. Odisseia ise, İthaka adası kralı Odisseus’un Troia’nın yıkılmasından sonra yurduna dönüşü sırasındaki yolculuğunu anlatır. Homeros MÖ 8.

yüzyılda yaşamıştır. Acaba Homeros’un dizelerinde anlattıkları, 4 asır önce olmuş bir savaşın tarafı olan bir toplum mudur yoksa Homeros çağına ait bir toplumsal yapı mı söz konusudur?

Linear B tabletlerinden öğrendiğimiz Myken krallarının ekonomideki rolü ile Homeros’un anlattığı kral figürlerinin rolleri aynı değildir. Homeros’un anlattığı krallar zengin bir toprak sahibi ve savaş zamanlarında primus inter pares yani eşitler arasında birincidir. Kralın arkadaşları geniş toprak sahipleridir. Bütün askeri güç bu asillerde toplanmıştı çünkü sadece bu toprak sahipleri kendilerini silahlandırarak bir savaşa katılabilirdi. Bu asiller savaş meydanına at üzerinde giderler ve orada atlarından inerek rakipleriyle bireysel olarak dövüşürlerdi. Toplumun geri kalan kısmı askeri işlerle ilgilenmezdi. Çünkü eskiçağ Yunan dünyasında bir asker ihtiyaç duyduğu silah, at ve yiyeceği kendi temin etmek zorundaydı.

Toplumun geri kalan kısmı olarak nitelenen bu grup, genos (klan, soy) denilen soylu bir aileye mensup değildi. Onlar köle olmayan köylüler ve demiourgoi denen esnaf ve zanaatkârlardı. Özgür köylüler, aristokratların topraklarında ve işlerinde kiralık olarak çalışırdı.

Dönemin en büyük özelliği Homeros destanlarından bildiğimiz kralların gücünün bu dönemde azalması ve yeni bir sınıf olan Aristoklatların ortaya çıkmasıdır. Aristoklatlar arkaik dönemde güçlerini arttıracaklar, buna paralel olarak basileus denen kralların otoriteleri kaybolacaktır.

ARKAİK DÖNEM

MÖ sekizinci yüzyıla gelindiğinde karanlık çağın sona erdiğini ve önemli kültürel değişimlerin olduğunu görmekteyiz. Bu değişimler eski Miken uygarlığının yeniden canlanması değildir. Tamamıyla kendine özgü bir karakter taşıyan yeni bir kültürdür. Bu kültürün özelliği, Yunanlıların dış dünya ile kurduğu ilişkilerin getirdiği sosyal, kültürel ve

(3)

3

ekonomik değişimin Yunanlılar tarafından yeniden yorumlanarak uygulanmaya konmasıdır.

Yunanlılar, Fenike, Mısır, Anadolu’daki Yunan kentleri, Babil ve Assur gibi yakındoğu devletlerinden kendilerine aktardıkları pekçok maddi kültür, bilim, sanat ve dini ögeyi alarak kendi bakış çerçevelerinde yorumlayıp benimsemişlerdir.

Arkaik dönem, hem kültürel hem de ekonomik, sosyal ve askeri büyük değişimlerin yaşandığı dönemdir. Birbiriyle ilişkili ve biri diğerini etkileyen bu değişimler, nihai olarak Klasik dönemin özgün kurumlarını meydana getirecektir. Yapılan yüzey araştırmaları ve arkeolojik kazılar Arkaik dönemde Yunan nüfusunun çok hızlı bir şekilde arttığını ortaya koyar. Bu nüfus artışının bazı değişimleri zorunlu kıldığını söyleyebiliriz. Artan nüfusu doyurabilmek için boş araziler tarıma açılarak daha fazla ürün yetiştirmeye başlanmıştır. Toprağı olmayanlar ticaret yapmak için denize açıldılar. Homeros’un eserlerindeki deniz tüccarları hâlâ Fenikeliler iken, Homeros’dan hemen sonra gelen şair Hesiodos’un Yunanlılar tarafından kurulan denizaşırı ticari bağlantılardan bahsetmesi bu sürecin çok hızlı gerçekleştiğinin göstergesidir. Nüfus artışının diğer bir sonucu köylerin birleşmesiyle kentlerin büyümesidir.

Büyüyen kentler bazı siyasi organizasyonları da oluşturma becerisi göstermiştir.

POLİS (Kent Devleti)

Yunanlılar MÖ 8. yüzyılda kendilerine yepyeni bir siyasi ve idari örgütlenme modeli geliştirdiler. Polis adı verilen bu model kent devleti anlamına gelmektedir ve bir kentte ve çevresindeki köylerde yaşayan insanları belirtmek için kullanılır. Bu polisler Yunanlıların siyasal ve sosyal olarak kendilerini idare biçimlerini de ortaya koymaktadır ve politika sözcüğü bu polis teriminden gelir. Polisler ilk önce Batı Anadolu’da ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni burada zaten bir kent varlığının olmasıdır. Araştırmacılar Smyrna’nın MÖ 11. yüzyılda polis olarak örgütlendiğinden bahsetmektedir.2 Bununla birlikte Miletos’ta oldukça eski bir yerleşim yeridir. Genel olarak bir polis’te Asty ve Khora bulunurdu:

Khora: bir kentin kendisine ait bir toprağının olması demektir. Bu toprak kent nüfusunu doyurmak zorundadır. Eğer kenti doyuracak büyüklükte bir toprak yoksa ya da kent kendini doyurmak için dışarıya bağımlıysa bu onun autarkhia’ya yani ekonomik özgürlüğe sahip olmadığı anlamına gelmekteydi. Asty: Merkez tapınağın ve agoranın bulunduğu kentsel bir idari merkez demektir. Agora kent yöneticilerinin ve halkın kararlar alınacağı zaman biraraya geldiği toplantı yeridir. Agora sonraları pazar yeri olarak da işlev görmeye başlamıştır. Kent çoğunlukla, tehlike anında halkının sığınabileceği tahkim edilmiş bir tepeye (akropolis) sahiptir. Akropoliste meclis, yönetim binaları ve dini tapınaklar bulunmaktaydı.

(4)

4

Polis, askeri, adli ve dini uygulamaları gözetmek gibi belirli sorumlulukları olan idareciler tarafından yönetildi. Başlangıçta polisleri yönetenler basileus adı verilen krallardı. Kralların gücünün azalmasına paralel olarak soylu doğuma sahip aristokratların gücü arttı ve bu aristokratlar polislerin idarecileri oldular. Bu idareciler bir tür seçimle iş başına geldiler.

Şüphesiz bu bütün kentlerin aynı hükümet şekline sahip oldukları anlamına gelmemelidir.

MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde Polislerin çoğunda karar verme mekanizması aristokratlar tarafından ele geçirilmiştir. Yönetme erkine sahip bu aristokratlara arkhon adı verilmiştir.

Atina’da başlangıçta üç arkhon bulunmaktaydı. Bunlar Arkhon Eponymos, Arkhon Polemarkhos ve Arkhon Basileus’tur. Arkhon Eponymos, en yüksek rütbeye sahip arkhondu ve yıla bu arkhonun adı verilmekteydi. Ailenin güvenliği, mal ve mülk emniyeti, bayramların ve şenliklerin organizasyonu onun sorumluluğundaydı. Arkhon Polemarkhos, askeri işlerden sorumluydu ve orduya komuta etmek onun göreviydi. Arkhon Basileus ise din ve devlet işlerinden sorumlu idi. MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde yasakoyucular denen altı arkhonluk daha ihdas edildi. Ekklesia tarafından bir yıllığına seçilen thesmothetai kanunlardan sorumlu idi ve Atina’da arkhon sayısı dokuza yükselmiştir. Atina’da bu aristokratların toplandığı meclise Areopagos Meclisi denmekteydi.

Polis, halkı için çok önemliydi, çünkü o halk polis sayesinde gerçek vatandaş (Yunanca politai) oluyordu. Polisin vatandaşı olma statüsü zamanla bir klanın üyesi olmaktan daha önemli hale geldi. Bütün polislerin temel hedefi ‘bağımsızlık ve otonomi’ idi ve Yunanlılar buna eleutheria ve autonomia demekteydiler. Büyük bir gücün veya bir başka polisin hegomonyasından bağımsızlık ki, bu da otonomi demekti yani kendi kendilerinin yasalarını yapma imkânı. Bağımsızlığını ve otonomisini elde eden bir polisin ekonomik olarak da bağımsız olması gerekmekteydi ve Yunanca autarkhia bu iş için kullanılan bir kelimeydi.

Yunanlılar polis yaşam biçimini varoluşun en insani ve ideal biçimi olarak algılıyorlardı.

Muhtemelen bu siyasi organizasyon biçimini Fenikelilerden öğrenmişlerdi. Çünkü Fenikelilerde de kentler kendi kendine yeten ve kendi kanunlarını kendileri yapan bağımsız birimlerdi ve her kentin özellikle önem verdiği bir tanrısı vardı. Yunanlılarda da tüm tanrıların üstünde olan Zeus tüm kentlerde baş tanrı olmakla birlikte kentlerin kendi özel tanrıları mevcuttu. Örneğin Atina için tanrıça Athena diğer tanrılardan oldukça yukardaydı.

Yunanlıların Fenikelilerden öğrendikleri bir başka şey de kolonicilikdi. Fenikelilerin batı Akdenizde kurdukları yerleşimler, Yunanlılara kalabalık nüfus sorunlarına çözüm arayışında çok iyi örnek oluşturdular.

(5)

5 KOLONİZASYON DÖNEMI: MÖ 750-550

Yunanistan’da arkaik çağda, ülkenin artan nüfusuna yeterli gıda üretmek için alınan tedbirler yeterince etkili olmadı. Artan nüfusa cevap veremeyen topraklar insanların doyurulmasına yetmedi. Ayrıca artan ve yeterince doyurulamayan bu insanlar yeni siyasi ve toplumsal karmaşaya da neden oldu. Bazen bu karışıklıklar kavgalara ve kan davalarına neden oldu.

Pek çok insan kendilerine yaşamak için yeni bir arayışına girdi. Yunanlıların kolonilerinin kuruluşu gerçeği ticaret ve gemicilikte belli bir tecrübe birikimini ve Akdeniz coğrafya bilgisinin varlığını ortaya koyar. Dolayısıyla, Yunanlıların ilk denizaşırı yerleşmeleri birer emperion olan Suriye’deki Al-Mina, güney İtalya’daki Cumae (Kyme) ve Mısır’daki Naukratis’in ticari nedenlerle kurulmuştur.3 Oysa koloni hareketinin esas nedeni arazi açlığı ve insanların doyurulmasıydı. Karadeniz, Sicilya, güney İtalya sınırları boyunca verimli alanlara kolonistler çiftçiler olarak yerleştiler. Sicilya ve güney İtalya o kadar çok Yunan yerleşimci çekti ki, antik dönemde bu bölge Magna Graecia (Büyük Yunanistan) adıyla anılmaya başlandı. Modern dillerdeki Grek veya Greece sözcüğü İtalya’daki bu Yunanlılardan türemiştir. Euboia Adası’ndan Güney İtalya’ya göç eden Gralar (Grai/Grae) kabilesi ile ilk kez karşılaşan Romalılar, bundan sonra Graların dilinini yani Yunancayı konuşan tüm halka Gra demiştir. Gra ismi zamanla Graeci’ye dönüşmüş ve Latince vasıtasıyla tüm Avrupa ve dünya dillerine Yunanlılar için Graeci (Grek), onların meskûn olduğu yer için ise Graecia (Greece) adlandırması kullanılmıştır. Dilimizdeki Yunan sözcüğü ise Perslerin İonia’da karşılaştıkları bu halka Yauna demesiyle alakalıdır. Yauna zamanla Yunan’a dönüşmüştür.4 Koloninin kurulması bir koloni kurma isteğiyle başlardı. Bu karar tek başına bir kişi tarafından alınabildiği gibi tüm kentin ortak kararı da olabilirdi. Süreç, Delphoi’deki Tanrı Apollon adına kehanetlerde bulunan Pythia’nın bir yer işaret etmesiyle başlardı. Aynı zamanda oikistes’in yani koloni önderinin kim olması gerektiği bilgisi de bazen kahin tarafından verilirdi. Koloninin kurulmak istendiği yer belirlenir ve erkekler bu uygun yeri aramaya çıkardı. Bu ilk sefere kadınlar götürülmez, sadece erkekler giderdi. Koloni kurulmak istenen uygun yer bulunduğunda eğer orada yaşayan birileri yoksa süreç hızlanırdı. Eğer yaşayan yerli halk varsa bu halkla savaşılır ve onlar yerlerinden edilirdi. Daha sonra ana kentten kadınlar ve çocuklar getirilirler ve koloni kurulurdu. Oikistes ölene kadar koloni kentine ana kentten göçler olabilirdi. Ancak oikistes yani kurucu öldüğünde o kent için kolonizasyon süreci tamamlanmış olurdu. Kolonizasyon ile ilgili önemli olan bir husus ise onların yeni statüleridir. Bir Yunan kolonisi (apoikia) kurucu şehir tarafından yönetilen

(6)

6

yabancı bir ülke değildir. Yeni ve bağımsız bir polistir ve ana kente ahlâki ve dinsel bağlarla bağlıdır.

Yunanlılar, tüm Akdeniz’de, Marmara Denizi çevresinde ve Karadeniz’de koloniler kurdular.

İlk koloni kuran yerler Lesbos ve Samos adası sakinleriydi. Eretria, Khalkis, Korinthos, Miletos, Phokaia kentleri de koloni kurmada oldukça aktif olmuşlardır. Uzmanlar, Miletos’un tek başına 90 kadar koloni kurduğu söylemektedir. Marmara Denizi etrafında kurulan kolonilerin önemlileri şunlardır: Kyzikos (Belkıs/Erdek), Prokonnesos (Marmara Adası), Parion (Kemer), Ainos (Enez), Kios (Gemlik), Lampsakos (Lapseki), Myrleia (Mudanya), Khalkedon (Kadıköy), Byzantion (İstanbul), Selimbria’dır (Silivri).

Yunanlılar kolonizasyon çağından önce Karadeniz’e Pontos Aksenos yani konuksevmez deniz demekteydiler. Bu adlandırmanın nedeni muhtemelen Karadeniz’ın hırçın dalgaları idi. Ancak denizcilik teknolojisinde yaşanan gelişmeler Yunanlıları Karadeniz’e açılmaya itmiş ve bundan sonra bu denizin adı Pontos Euksenos yani konuksever deniz olmuştur. Karadeniz kıyılarında ilk kolonileri kuran kent Miletos’tur. Miletos, MÖ 7. yüzyılda Sinope (Sinop), Trapezus (Trabzon) kolonilerini kurdu. Daha sonra kendisi de yeni kurulmuş bir koloni olan Sinope, Kerasos (Giresun), Kotyora (Ordu) ve Amisos’da (Samsun) koloniler kurdu.

Megaralılar Herakleia Pontika’yı (Karadeniz Ereğlisi) kurdular. Karadenizin kuzeyinde Azak Denizi civarında kurulan bir diğer önemli kent Olbia idi.

Türkiye’nin Akdeniz kıyısında koloni kuranlar Samos adasından gelenler ve Dorlardı.

Nagidos (Bozyazı), Kelenderis (Aydıncık), Phaselis (Tekirova), Soloi (Mersin/Mezitli) Side (Selimiye) MÖ 6. yüzyılda kuruldular. Yunanlıların Akdeniz’in güneyinde kurdukları en önemli koloni kenti Kyrene (Bingazi/Libya) idi ve verimli toprakları ve ticari konumu sebebiyle eskiçağda önemli kentlerden biri idi.

Yunanlıların Korsika, Sardinya, Sicilya Adası ve güney İtalya’da kurdukları koloniler en ünlü ve ticari olarak en aktif olanlarıydı. Euboia adasından gelenler Pithekussai kentini kurdular.

Pithekussai bir koloni değil, bir emperion olarak kuruldu. Buranın yerleşimcileri daha sonra Kyme (Cumae) kentini kurdular. Sybaris, Kroton, Tarentum (Toronto), Syrakusai, Mesena, Gela, Ageagas, Naksos, Milai, Akrai, Selinus kurulan diğer koloni kentlerinden bazılarıdır.

Akdeniz’in kuzeyi, Fransa kıyıları da koloniciler tarafından yerleşim için uygun bulunmuştur.

Phokai’den giden kolonistler Massilia (Marsilya) kentini MÖ 600’lerde kurdular. Massilia

(7)

7

kenti ticaret ile ün yapmıştı ve egemenlik alanını yeni koloniler kurarak genişletmiştir. Bu kolonilerin en bilineni Nikaia (Nis) kentidir.5

Kolonilerin büyük bir kısmı ticari nedenlerle kurulmadığı halde ticareti teşvik etmişlerdir.

Ticaret Yunanlılar için çok önemliydi çünkü bu sayede Yunanistan’da yokluğu hissedilen tahılı bol miktarda yetiştiren ülkelerden temin edebiliyorlardı. Korinth tahıl ihtiyacının çoğunu Sicilya’daki kolonilerinden temin etti. Bunun yanında çok az sayıda koloni kuran Atina ise tahıl ihtiyacını genellikle Karadenizi çevreleyen bölgelerden temin etti. Denizaşırı ülklerden gıda temininin mümkün olduğu anlaşılınca kolonizasyon için istekler azaldı.

Yunanlıların yeni ülke arayışları MÖ 550 civarında neredeyse tamamen durdu. Bunun bir diğer nedeni de kolonizasyon hareketlerinin Fenikeliler ve İtalya’da yaşayan yerli halktan tepki görmesiydi.

ARKAİK DÖNEMDE YÖNETİM ŞEKİLLERİ

Antik Yunan’ın en büyük başarısı kısa zamanda ve büyük sosyal çalkantılar olmadan yönetim mekanizmasını dönüştürmüş olmalarıdır. Yunanlılar tarafından uygulanan yönetim şekilleri kısaca şunlardır:

Monarşi: (monos=tek) Tek kişinin yönetimi, krallık, yasal dayanağı iktidarın miras yoluyla geçmesi.

(8)

8

Tiranlık: Bir tiranın yönetimi. Tiran herhangi bir yasal dayanağı dikkate almaksızın yönetimi zorla ele geçiren otokrat yöneticiye denir.

Aristokrasi: En iyinin yönetimi (=aristoi: en iyi) en iyi çoğunlukla asil aile üyeleri olarak anlaşılır, dolayısıyla aristokraside gücün kriteri asil doğumdur.

Oligarşi: Küçük bir zümrenin yönetimidir (=oligoi: küçük zümre), çoğunlukla zenginlerin oluşturduğu küçük bir politikacı grubu. Bunların aristokrasiden farkı iktidar için esas kriterin asil doğum olmamasıdır.

Timokrasi: İktidar için esas kriterin varlık olduğu ve bürokrasi makamlarının bu kritere göre dağıtıldığı yönetim biçimidir.

Demokrasi: demos’un yönetimidir (=demos: vatandaş haklarına sahip erkek nüfus).

Demokraside halkın seçtiği meclis iktidarı belirler.

Antik Yunan toplumsal yaşantısındaki ekonomik ve askeri değişimler siyasal değişmelere de sebeb olmuştur. Arkaik dönem, eskiçağ dünyasının en önemli yönetim olaylarından birisi olacak yeni hükümet biçimlerinin ortaya çıkmasına tanık olmuştur. Monarşinin çöküşünden sonra ortaya çıkan aristokratik oligarşi’nin değişen koşullara kendini adapte edememesi ya da yaşanan değişimlere paralel olarak halktan gelen taleplere cevap verememesi sonucunda pek çok polis’te aristokratik yönetimler çökmüştür. Bu sürecin başlamasına neden olan taleplerin önemli bir kısmı ekonomikti. Borçların iptali, borç köleliğinin kaldırılması ve toprak reformu toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan fakir köylülerden gelmekteydi. Bununla birlikte keyfi uygulamalara son vermek için yazılı hukuk arayışı da sürecin önemli bir parçasıydı.

Aristokrasinin çökmesi sürecini hızlandıran, yönetimden herhangi bir şekilde dışlanan ve muhtemelen iyi bir askeri komutan olan diğer aristokratların ön plana çıkması olmuştur.6 TİRANLIK

Aristokrasinin gerilemesinin önemli bir nedeni de denizaşırı koloniler kuran Yunanlıların aristokratlar olmadan da işlerini yürütebildiğinin görülmesidir. Yani kent yönetiminde aristokrat olmazsa olmaz değildir. Yunanistan’ın her yerinde aristokrasinin gerilemesi tiranlığın ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Tyrannos Lidce bir kelimedeir ve efendi, bey anlamına gelmektedir. Terim esas olarak, mutlak kontrolu resmi olarak haketmediği halde ele geçiren kişiler için kullanıldı. Yunan tiranlarının neredeyse hepsi, diğer asillerle çatışan aristokratik ailelerin mensuplarıydılar. Bunun bir örneği aristokrasinin aşağı tabakaları ve fakir vatandaşların desteğiyle, o zamana kadar tek bir asil aile tarafından yönetilen Korinthos’da yönetimi elegeçiren Kypselos (MÖ 657-625)’dur. Kypselos, Korinthos’u

(9)

9

yöneten Bakkiades klanına mensuptu. Annesi topal olduğu için klan dışından evlenmek zzorunda kalmıştı ve bu yüzden oğlu kenti yöneten zümrenin içine alınmamıştı. O da halkın ve hoplitlerin (piyade) yardımıyla Bakkiades klanının yönetimini devirdi. Tüm klanı sürgüne yolladı ve topraklarını fakir halka pay etti. Yaptığı işler Korinthos’u Yunan dünyasının önemli bir kent devleti haline getirdi. Kypselos‘un zamanına kadar anlam olarak tiranlık kötü bir mana içermiyordu. Kypselos’un ardılı Periander, halka konumunu izah edemeyince, despotizmi gittikçe halkın hoşuna gitmemeye başladı ve sonuç olarak da tehlikeli oldu (Herodotos onun zalimliklerini uzun uzun anlatmaktadır). Tiranlık o noktadan sonra kötü bir anlam kazandı. Pek az şehir iki kuşaktan daha uzunca bir zaman tiranlar tarafından yönetilebildi. Tiranlık yönetim biçimi yerini daha sonra oligarşi veya demokrasiye bıraktı (MÖ 550’ler).7

SPARTA

Sparta, Peloponnesos yarımdasının güneyinde, Euratos ırmağının batı kıyısında hakim bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Coğrafyasının doğal özellikleri kentin savunulmasını kolaylaştırmıştır ve Roma dönemine kadar kentin etrafına duvar örülmemiştir. Kent, karanlık çağda araziye dağılmış bir dizi köy olarak ortaya cıkmıştır. Köyler bir kent-devlet oluşturmak için birleştiklerinde, iki egemen aile arasında bir uzlaşma gerekmiştir (Bu aileler Agiadlar ve Europonditler’dir). Spartalılar, bu yüzden diğer Yunan polislerinin aksine iki kral tarafından yönetilmiştir. Sparta, tiranlığı tecrübe etmedi ve babadan oğula krallığı sürdürdü. Bu durumu anlamak için Sparta polisinin nüfus yapısının kendine mahsus durumunu değerlendirmek gerekir. Sparta, karanlık çağlarda kentin yerli nüfusunu itaat altına alan bir grup Dor halkının kontrolündeydi. Homeros’da Lakedaemonianlılar (Sparta halkı veya Spartalılar) diye adlandırılan bu Dor halkı bütün kamusal haklardan yararlanırken, Sparta’nın etrafındaki şehirlerin ahalisi (perioikoi) sadece kendi kentlerinde zanaat ve tarım gibi üretim işleriyle uğraşmakta serbesttiler. Sekizinci yüzyılla gelindiğinde Sparta, Arkadia, Argos ve Messenia bölgelerinin zengin düzlüklerine gözlerini dikmişti. MÖ 735 yılında başlayan ve yirmi yıl süren savaşın ardından Messenia’ya boyun eğdirildi. Messenia’nın iskânında çok sert yöntemler izlendi. Toprak, sanki yeni bir koloniymiş gibi Spartalı vatandaşlar arasında eşit olarak pay edildi. Yerli nüfus Spartalı efendilerinin toprağını işleyen kölelere dönüştürüldü.

Köle yapılan bu halk hiç bir hakka sahip değildi ve helot diye adlandırılıyordu. Helotlar devlete ait oldukları için devlet köleleri diye anılıyorlardı. Helotların toprakları bölünmüş ve Spartalı bireylere tahsis edilmişti. Helotlar bu arazileri Spartalılar için işlemek zorundaydılar.

Spartalıların kendileri çalışmadılar ve bütün hayatlarını askeri eğitimle geçirdiler.

(10)

10

Atina gibi, Sparta da hemen hiç koloni kurmadı (Spartalıların kurduğu tek koloni İtalya’nın güneyindeki Tarentum’dur. Buranın ilk yerleşimcileri, kocaları uzak yerlerde görevdeyken Spartalı kadınlardan doğan gayri meşru cocuklardı. Gayri meşru olduklan icin Sparta’ya ayak basma olanağından mahrum kaldılar). Bunun yerine arazi ihtiyacını Messenia’yı iki savaşta işgal ederek giderdi. Spartalılar, aslen Dor olan Messenia sakinlerini de helot konumuna indirdiler. Bu durumun anlamı Spartalıların sayıca kendilerinden çok daha fazla olan bu devlet kölelerini kontrol etmek zorunda olmalarıdır. Spartalı erkek çocuklar daha yedi yaşlarında iken annelerinden alınırdı ve burdan sonra devlet için yetiştirilirlerdi. Bu çocuklar zorluklar karşısında dayanıklı olmak için çok sert bir eğitime tabi tutuldular. Yetiştirilen bu çocuklar iyi askerler oldular. Ailelerinden alınan bu çocuklar büyüdüklerinde askeri sınıfa dahil oldular ve beraberce yemek yediler, eğitim gördüler, uyudular ve dövüştüler. Her Spartalı askeri sınıfa katkı yapmak zorundaydı. Dolayısıyla Spartalılar, imtiyazlı durumlarını korumak için bütünüyle güçlü bir askeriyeye bağımlı kaldılar.

Sparta reformları, kendisi hakkında çok fazla birşey bilinmeyen Lykurgos adlı bir yasa yapıcıya atfedilir. Lykurgos’un politik reformlarını MÖ 700’den sonra yaptığı varsayılmaktadır. Lykurgos’dan sonra Spartalılara homoioi veya eşitler denildi. Bu eşitlik, hoplit phalanx’ındaki eşit konumlarını ve apella meclisinde eşit oy hakkına sahip olmalarını ifade etmekteydi. Apella, Spartalıların halk meclisidir. Sparta’nın halk meclisi hiç bir zaman hakiki bir demokratik meclise dönüşemedi. Esas güç, altmış yaş ve üzerinde olan ve kaydı hayat şartıyla göreve getirilen 28 kişiden oluşan gerousia denilen danışma meclisinin elindeydi. Bu 28 kişiye 2 tane de kral eklendiğinde sayı 30 olmaktaydı. Gerusia’nın görevi meclise sunulacak önergeleri hazırlamaktı. Çoğunlukla meclisten gerusia’nın önergelerini onaylaması beklenirdi. Sparta toplumunda apella’nın yani halk meclisinin gerousia’nın üstünlüğünü kabul etmedeki gönüllülüğü, askeri disiplinin saygı gördüğü bir toplumda anlaşılabilir. Sparta’nın ikili kralı da gerousia’nın üyeleriydiler ve onlar için yaş zorunluluğu yoktu. Kralların Sparta’da iki tane olmasının nedeni farklı kraliyet ailesine mensup olan bu iki kral sürekli olarak birbirlerini dengeledikleri için, hiç bir zaman birinin krallığının güçlenmesi riski yoktu. Kralın en önemli rolü savaş zamanında orduya komuta etmek ve dini uygulamalarının başı olmalarıydı. Sonraki zamanlarda, monarşinin yanında ilave bir icra organı daha kuruldu. Bu icra organı, apella meclisi tarafından yıllık olarak seçilen beş ephoroi (ephoros) tarafından yürütüldü. Bu ephoroslar devlet denetçisiydiler. Aristoteles‘in, “rüşvet almaya eğilimliler” dediği epheroslar yetişkin erkek yurttaşlardan seçildiler. Epheroslar, göreve başladıklarında Sparta erkeklerine yönelik resmi bir bildiri yayınlarlardı. Onlar, kentin

(11)

11

günlük idaresinden sorumluydular. Gerusia’yı ve apella’yı toplantıya çağırırdı. Yargının, yargılama ve cezalandırma yetkisini kullanıp bir krala karşı suçlamada bulunabilir ve sorgulanana kadar onu hapsedebilirdi. Bu ilave icra organının kurulması muhtemelen demokratik reformlar için gelişen talepleri engellemekti, çünkü vatandaşların çıkarlarını temsil ettikleri farzedilen ephoroslar kralları dengeliyorlardı.

Eskiçağ dünyasında Sparta anayasası karma bir anayasa olduğu için hayli itibarlıydı. Monarşi (iki kral), oligarşi (gerousia), ve demokrasi (apella ve ephorlar)’den oluşuyordu. Kentin başarısının anahtarı olarak görülen katı Sparta yaşam tarzı çok hayranlık çekmekteydi. MÖ altıncı ve erken beşinci yüzyıllarda Sparta, Yunanistan’ın tartışmasız en güçlü kent devletiydi.

ATİNA

Yunanistan’ın Atina, MÖ 5000 kadar erken bir tarihte iskân edilmeye başlanmıştır. Arkaik dönemde Akropolis olarak toplumsal hayatın merkezinde yer alan tepe muhtemelen Mykenaililere ait bir kaleydi. Mykenai uygarlığı çöktüğünde, Atina’nın da içinde bulunduğu Attika bölgesi Yunanistan’ın diğer bölgelerinin aksine yeni gelenler tarafından tahribata uğratılmadı. Bu yüzden Attika’nın daha sonraki sakinleri saf ve bozulmamış ırksal kalıtımlarıyla övündüler.8 Attika, bir Yunan kent devletinin kontrol etmesi icin ideal büyüklükteki bir alandı. 2.500 kilometrekare genişliğindeki bölge, dağ sıralarıyla bölünmüş üç ovadan oluşuyordu. Yunanistan’ın geri kalanına, denizle ve kuzeybatıdaki dağlarla kapanmıştı. Kendine yeten ovaları, otlakları, gemi yapımı için ihtiyaç duyulan kerestesi ve gümüş ve kurşun madenleri mevcuttu. Var olan bu doğal kaynaklar nüfus artışını beraberinde getirdi. Atina, Attika’da MÖ 6. yüzyılda egemen kent olarak ortaya çıktı. Bu geç tarihe rağmen Atina, polis olarak iyi organize olmuş demokrasi ile sonuçlanan eşsiz bir gelişmeye sahne oldu. Bu demokrasi, Atina’yı Yunan kültürünün taşıyıcısı yaptı. Atina, Sparta’nın tersine bir zaman tiranlıkla yönetildi, fakat bu kentin tiranlığı bir dereceye kadar diğer şehirlerin tiranlığından farklıdır.

Atina, Miken uygarlığının düşüşünden sonra meskûn kalmıştı ve Dor işgalinden etkilenmemişti. MÖ 900 civarında geometrik çanak çömlek stilinin gelişimi büyük bir zenginlik ve kültürel başarı döneminin başlangıcıydı. 850’ye gelindiğinde Suriye’deki Al Mina ile ticari bağlantılar kurulmuştu. Hızla artan nüfus Atina’yı koloni kurmaya zorlamadı.

Görünen o ki, Attika bölgesi artan nüfusun büyük bir kısmını barındıracak kadar genişti.

Ancak, aile emlâkının gelecek kuşaklar arasında bölünerek küçülmesiyle bazı köylüler zorluklarla karşılaştılar.

(12)

12

Atina uzun süre aristokrasi tarafından yönetildi. Krallık, daha karanlık çağlarda oldukça sorunsuz bir şekilde kaldırılmış ve kralın ordu komutanı, baş rahip, en büyük yargıç gibi fonksiyonları önce üç daha sonra dokuz arkhon tarafından üstlenilmişti. Bu görevler sadece eski kurulu aristokratik ailelerin mensuplarına (eupatrides, asil babalara sahip olanlar/soylu doğumlular) açıktı. Bir yıllık arkhonluk görevinden sonra bu kişiler, Areopagos’un (Ares tepesi konsili) üyesi oldular. Bu konsil toplantısını Ares tepesinde yaptığı için böyle anıldı.

Areopagos’un oldukça etkili bir politik gücü vardı.

Bunun yanında, Atina’da da aristokrasinin konumu toplumsal ve askeri değişimlerle zayıflamıştı. MÖ 630 civarında, Kylon adlı biri kendisini tiran yapmaya kalkıştı ancak bu teşebbüs başarısız oldu. Çünkü aristokrasi hâlâ yeterli destek bulabiliyordu. Yaklaşık on yıl sonra aristokrasinin gücü, Drakon’un geleneksel yasaları değiştirmesiyle ilk darbeyi yemişti.

Drakon kan davalarına son verdi. Kazara adam öldürme ile kasıtlı adam öldürme suçlarına farklı cezalar verilmesi uygulamaya kondu. Drakon yasaları hakiki bir reform olmadığı için, toplumsal huzursuzluk ortadan kalkmadı. Bu şartlar tiranlığa zorlayıcıydı, fakat 594’de, Atina, asiller ve nüfusun geri kalan kısmı arasındaki çatışmaları yatıştırmak için Solon’u özel yetkilerle arkhon tayin ederek tehlikeyi bir süreliğine de olsa savuşturdu. Solon bu iki grubun memnuniyetsizliklerine çözümler üretmek için arkhon olmuştu. Bu gruplardan ilki, o zamana kadar asil bir aileye ait olmadıkları için siyasi hayattan dışlanan zengin vatandaşlardı, bunlar siyasi güçten pay istiyorlardı. İkinci grup, toprak reformu ve borçlarının iptalini isteyen borç içinde yüzen köylülerden oluşuyordu. Solon orta halli asil bir aileye mensuptu. Hayatının bir kısmını geçimini temin etmek için denizaşırı ticarette harcamıştı. MÖ 600 civarında, Solon komşu Megara şehrinden Salamis adasının fethine katılmıştı. Bunlardan dolayı, Solon bütün sınıflar tarafından saygı duyulan siyasi bir aktördü.

SOLON’UN REFORMLARI

Solon’un Atina kentinde yapmayı tasarladığı şey eunomia yani iyi düzen idi. Onun yenilikleri hem bireyleri, hem devleti, hem de toplumu ilgilendirmekteydi. İlk iş olarak kendisinden yaklaşık 25 yıl önce kanunlar koymuş olan Drakon’un yasalarını oldukça sert olduğu için iptal etmiştir. Yerine yeni yasalar yapmıştır. Onun yasaları anayasal, ekonomik ve toplumsal olmak üzere üç kategoriye ayrılır. Yasalar tahta levhalar ve taş steller üzerine yazılıp Pryteneion’da muhafaza edilmiştir.

Solon’un ilk yasaları bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenliyordu. Drokon zina suçuna ölüm cezası vermişti. Solon, zina yapan erkeği 100 drahme ödemeye mahkûm etti.

(13)

13

Kadınlar için sonuç değişmedi. Zina yapan kadın ölüm cezasına mahkûm oluyordu.

Kadınların toplum içinde üç parça giysiden fazlasını giymesi yasaklandı. Onlar ayrıca gece yolculuğu da yapamazdı. Cenazelerde saçlarını yolmaları ve inlemeleri de yasaklandı. Tüm vatandaşların mezarlıklarda ölüler için kurban kesmeleri yasaklandı. Dedikodu yapmanın cezası 5 drahme idi. Evliliklerde geline üç parça giysi ve değeri olmayan birkaç kap kacaktan fazlasını verilmeyecekti. Bundaki amaç evliliklerin mal transferine dönüşmesini engellemekti.

Vasiyet konusunda önemli bir değişiklik de ölen kişinin malını vasiyetle istediği kişiye bırakma hakkına sahip oldu.9

Toplumsal alanda Solon, fakirleşmiş köylüler ve borç köleleri için, borçlardan muafiyet ilan etti. Bütün borçlar kaldırıldı, borç köleleri azad edildi, daha önce borçlarından dolayı köleleştirilip yurtdışına köle olarak satılan Atinalılar geri getirildi ve Atina vatandaşlarının borç alırken teminat olarak kendi bedenlerini rehin göstermeleri yasaklandı. Atina’da vatandaşların belirli büyüklükte bir araziden daha fazlasına sahip olmaları yasaklandı.

Böylece zenginlerin fakirleri istismar edilmesinin önüne geçildi. O dönemde hektemoroi (altıda bir) diye bilinen Atina vatandaşları vardı. Bunlar topraklarında ürettikleri ürünün altıda birini bir asile vermek zorundaydılar. Solon, hektemoroi statüsünü de kaldırdı. Atina vatandaşları varlık durumuna göre dört sınıfa bölündü. İlk sınıf en zengin asillerden oluşuyordu. Pentekosiomedimnoi denen bu sınıf yılda 500 medimnoi (yaklaşık 38 kg) ve üzeri ürün yetiştiriyordu. İkinci sınıfa Hippies denmekteydi. Atlı sınıfına mensup olan bu asiller yılda 300-500 medimnoi tahıl üretiyordu. Üçüncü sınıf sıradan köylülerden, yani zeugitai’den meydana gelmekteydi. Zeugitai sınıfına mensup kişiler yılda 200-300 medimnoi tahıl üretebiliyorlardı Çok az veya hiç bir varlıkları olmayan thetes dördüncü sınıfı oluşturuyordu ki bu sınıfın mensupları 200 medimnoi’nin altında üretim yapıyorlardı ve bu miktar ailelerini doyurmaya yetmiyordu. Thetes sınıfı askerlikten ve her türlü vergiden muaf tutulmuştu (ücret almaları karşılığında sonraki dönemde askerlik yapma hakkı elde etti). En yüksek sınıf arkhonluk makamını elde edebiliyordu. En yüksek üç sınıf, yeni oluşturulan dörtyüzler meclisinde yani bule’de görev alabiliyordu. Dört sınıfın hepsi Halk Meclisi’ne yani ekklesia’ya kabul edilmeye başlandı. Solondan önce topraksız halkın meclislere kabul edilmesi yaygın değildi. Bu sınıflama bütün Yunan dünyasını değil, sadece Atina vatandaşlarını kapsıyordu. Vatandaşlarından başka, Atina nüfusu içerisinde meteikos yani yabancı sakinler de vardı ve onların pek çoğu birkaç kuşaktan beri orada yaşamaktaydı.

Meteikoslar, zanaat sahibi kişilerdi ve özgürdüler fakat kamusal haklara sahip değillerdi.

Atina’da sayıları yüzbinleri bulan köleler de vardı.

(14)

14

Solon’dan önce Atina’da Halk Meclisi olan ekklesia, ve soylular meclisi olan Areopagos Meclisi bulunmaktaydı. Solon Ekklesia’ya dokunmadı ancak Areopagos meclisinin yapısını soylu doğuma göre değil, varlık durumuna göre düzenledi. Areopagos meclisinin üyeleri görevlerini tamamlayan arkhonlardı. Areopagos, yasalan koruyan, arkhon’ları denetleyen ve devlet işlerini genel olarak kontrol etmek olan rolünü Solon zamanında da sürdürmüştür.

Solon, iki önemli icra organı ihdas etti. Bunlar bule ve heliaia denen kurumlardı. Bule Meclisi, Atina’daki 4 phyle’nin her birinden 100’er kişi olmak üzere toplam 400 kişiden oluşuyordu. Bule Meclisi icra kuvvetini oluşturup hükümet görevi görüyordu. Heliaia mahkemesi ise jürili halk mahkemesiydi. Heliaia’nın üyeleri yaşı 30’u geçen Atina vatandaşları arasından seçiliyordu.10 Solon, politik gücün kriterini doğuma değil varlık durumuna göre değiştirdi. Aristokrasinin gücü zayıflatıldığı halde bütünüyle de kırılmadı.

Zenginlerin çoğu hâlâ asillerdi. Akrabalık gruplarına göre birleşen genos ve oikos birliklerine dokunulmadı. Bu kurumlar mahalli düzeyde varlıklarını devam ettirdi.

Solon’un reformları geniş kapsamlı sonuçlar doğurdu. O zamandan sonra, Atinalılar artık diğer Atinalıların köleleri olmadılar. Bununla birlikte, bu köleliğin sonu da değildi. Atinalı toprak sahipleri ve tüccarlar ne zaman daha fazla iş gücüne ihtiyaç duydularsa, yabancı köleleri satın aldılar. Pek çok diğer Yunanlı gibi Atinalılar da ücret karşılığı işi bir tür kölelik olarak düşündüler. Onların gözünde, bir insanın iş gücünü satmasıyla bedenini satması arasında çok küçük bir fark vardı. Atinalı asiller, böyle kendilerini alçaltacak işlerden kaçınmak için her türlü çabayı sarfettikleri için iş gücü ihtiyacının büyük bir kısmı köleler tarafından karşılandı. Solon ayrıca, yeterli gıda maddesi teminini emniyet altına almak için her türlü çabayı gösterdi. Tahıl ihracını yasakladı ve çiftçileri ürünleri ihraç edilebilecek zeytin ağaçları yetiştirmeye teşvik etti. Solon zamanında zeytincilikle ilişkili çanak çömlek sanayi Atina’da gelişmeye başladı.

PEİSİSTRATOS’UN TİRANLIĞI

Orta halli asil bir aileye mensup olan Peisistratos, Megara kentine karşı yapılan bir askeri seferin galibiyetle noktalanmasını sağlan askeri bir lider olarak öne çıkmıştır. Atina’da Solon’dan sonra ortaya çıkan karışıklıklardan bir tiran olmak için yararlandı ve iktidarı ele geçirip ve tiranlığını ilan etti. Nitekim Naksos ve Thebai kentinin tiranları onun arkadaşı idi.

Peisistratos tiran olmayı başardıktan sonra (MÖ 561) birkaç yıl iktidarda kaldı. Ancak daha sonra muhalifler tarafından Atina’dan kovuldu. Peisistratos, sürgünde 5 yıl kaldı. Atina’da iki siyasi grubundan biri olan Alkmaeonid lideri Magakles’in kızı ile evlenerek MÖ 550’lerin

(15)

15

ortasında geri döndü. Ancak evliliğinin yolunda gitmemesi sebebiyle kayınpederi ile arası açıldı ve Atina’dan tekrar kovuldu. Trakya’daki Pangaion altın madenlerini ele geçirerek büyük bir kaynak temin edince kendisine Makedonya’dan iyi bir ordu meydana getirdi.

Ordusuyla MÖ 546’da Marathon Ovası’nda Atinalı muhalifleri yendi ve üçüncü kez tiran oldu. Yeni tiranlığında yerel halktan da destekçiler buldu.

Peisistratos, iktidara ilk geldiğinde kendisine muhalif olan Solon’un gönlünü almak için onun yasalarını ilga etmedi fakat işlerin kendi istediği şekilde gitmesini sağlayacak şeyler yaptı.

Halkı, askerlik ve vergi amaçlı naukraria denen bölgelere ayırdı. Ordu masrafları için emlak üzerinden %5 ve %10 olarak alınan doğrudan vergiler ihdas etti. Mahalli davalarda sıradan insanın işini gücünü bırakıp hak arama mücadelesine son verecek olan gezici yargıçlık sistemi kurdu. Küçük çiftçilerin borçlanmasını engellemek için onlara para yardımın garanti etti, onları zeytin gibi daha kârlı üretime geçmelerini teşvik etti. Ticareti ve zanaatkarlığı özendirici pekçok önlem aldı. Bu durum Atina çömlekçiliğinde bir çığır açtı ve Atina çömlekleri bütün akdeniz dünyası boyunca yayıldı. Atina’yı o güne kadar hiç olmadığı şekilde süsledi. Atina kentinin koruyucu tanrıçası Athena onuruna düzenlenen dini bayram Panathenaea onun döneminden itibaren dört yılda bir düzenlenen bir etkinlik haline geldi.

Dionysos onuruna düzenlenen Dionysia festivallerini destekledi. Siir yarışmaları düzenlendi ki bu yarışmalardan biri Homeros’un destanlarını ezberden okumaydı. Onun zamanında Homeros destanları yazılı hale getirildi. Bütün bunları gerçekleştirirken Peisistratos’un amacı, mahalli bağlar ve aristokratik gelenekler aleyhine, toplum ve kent (polis) arasındaki bağları güçlendirmekti. Yeni tapınakların inşası ve kente su temini için fakir halka iş alanı açtı.

Attika’daki küçük çiftçiler Peisistratos’un iyileştirme önlemlerinden büyük oranda yararlandılar. Solon ve Peisistratos sayesinde, klasik dönemde Atina vatandaşlarının büyük bir kısmı küçük çiftçiler olarak kendilerini idare ettiler.11 Peisistratos zamanında Atina’da şu söz çok ünlüydü: “Atina halkı kendi işine baksın, devlet yönetimini bana bıraksın.“12

Peisistratos’un MÖ 527’deki ölümünden sonra oğulları, Hippias ve Hipparkos, iktidarı devraldı. Başka yerlerde olduğu gibi tiranlık bu ikinci kuşaktan sonraya kalmadı. 514’de Hipparkos, kişisel bir düşmanlıktan dolayı Harmodios ve Aristogeiton tarafından öldürüldü.

MÖ 510’da Atinalılar, Sparta’nın yardımıyla Hippias’ın tiranlığına son verdiler. Hippias, Pers imparatorluğuna sığındı. Tiranlığın kaldırımasından sonra Spartalıların yardımıyla İsagoras isimli biri iktidarı ele geçirdi. Beklendiği üzere rakip aristokrat grupları arasında bir mücadele başladı. Alkmaeonid ailesinin bir mensubu olan Kleisthenes 508’de bu mücadeleden zafer kazanarak çıktı. Başarısını sıradan vatandaşlarla (demos) ittifak yapmasına borçluydu. Bunun

(16)

16

sonucunda demos’a politik güçte belli bir pay verdi. Bu durum aristokrasinin gücünü daha da azalttı. Yapılanlar Kleisthenes’i Atina demokrasisinin kurucusu yaptı.

KLEİSTHENES’İN REFORMLARI

Kleisthenes, Atina’nın Alkmaeonid ailesinin lideri Megakles’in oğluydu Annesi Sikyon tiranı Kleisthenes’in kızı Agariste idi. Onun adı dedesi Kleisthenes’ten gelmekteydi. Kleisthenes, MÖ 508’de iktidarı ele geçirdiğinde Atina siyasi yaşamına hala genos grupları, kardeş birlikleri olan phratrai ve phyle denen kabileler egemendi. Atinalı vatandaşların nüfus kaydı bu dört phyleden birinde olmak zorundaydı. Ayrıca Kleisthenes zamanında sayıları yaklaşık 150 olan ikamet edilen yer anlamında (mahalle, köy) deme’ler mevcuttu. Bir kişi hangi demos’da doğmuşsa artık o demos’un bir üyesiydi ve nereye giderse gitsin o demos’un üyeliğini kaybetmiyordu.

Kleisthenes, Atina polis’ini ve çevresini (yani Attika bölgesini) üç bölüme ayırdı. Bu bölümler biri kıyıda Paralia, (bunların ekonomik geçimi gemi yapımı ve balıkçılıktı), biri Atina kenti Asty, (bunların tüccari sanayici ve zaanatkardı) diğeride iç bölgede Mesegeios (bunların geçimi tarım ve hayvancılıktı ve genelde toprak sahibi aristokratlar bu bölgede oturuyordu) idi. Kleisthenes bu üç bölümü kendi içinde adına tryttis denen 10 bölüme ayrıldı.

Toplamda 3x10=30 yeni bölge (tryttes) elde edildi. Bu üç bölgenin toplamda 30 olan her bir bölümünden her biri Paralia’dan 1, Asty’den 1, Mesegeios’tan 1 tane olmak üzere kura yöntemiyle birleştirildi. Böylece Atina’da ekonomik yaşam koşulları birbirinden farklı 10 bölümleri 1 phyle’de bir araya getirmiş oldu. Böylelikle geleneksel olarak sayısı 4 olan phyleler 10’a çıkarılmış oldu.

Kleisthenes, Solon’un oluşturmuş olduğu toplumsal yapıya dokunmadı. Arkhon olma görevi yine pentekosiomedimnoi sınıfının tekelinde kaldı. Areopagos Meclisi’nin yapısına dokulmadı. Ancak Bule Meclisi’nin hem üye sayısı hem de üye yapısı değiştirildi. Solon’un tarafından 400 kişi olarak sınırlandırılan sayı 500’e çıkarıldı. Her phyle’den elli kişi (10 phyle x 50 kişi = 500) beşyüzler meclisine kura yolu ile seçildi. Beş yüzler meclisinin üyeleri bir yıllığına atandılar. Bu mecliste iki defadan fazla üyelik yapmaya müsade edilmedi ve bu da iki yıl üst üste olamazdı. Bule, günlük yönetimden ve halk meclisi için gündem ve kararlar hazırlamaktan sorumluydu. Halk meclisi, değişiklikler yapma hakkına ve önerileri değiştirerek kabul etme hakkına veya bir öneriyi bütünüyle reddetme hakkına sahipti. Bütün bunlar Atina demokrasisini doğurdu. Demos, uygulanacak politikanın kararlarını belirleyenler oldu. Demos halk demektir ancak burada oy verme yetkisine sahip en az 18 yaşında özgür

(17)

17

erkekler kastedilmektedir. Kadınlar, çocuklar, köleler ve meteikoslar vatandaş değildi ve oy kullanma hakları yoktu.

Kleisthenes’in reformları, mahalli düzeyde hâlâ önemli bir güce sahip olan aristokratlara bir darbeydi. Sınırları phyle, trittys ve demos’lara bölmek bütün asil ailelerin nüfuz alanını daralttı. Kendi seçtikleri idarecileri, bule ve halk meclisyle, deme küçük ölçekli bir demokrasiydi. Deme’nin bütün sakinleri eşitti ve hepsi, mahalli düzeyde idari tecrübe kazanmak için yeterli fırsata sahipti. Yine de, asiller hâlâ dikkate alınacak bir güce sahiptiler ve önemli görevlere atanmalarını başarabiliyorlardı. MÖ 487’de artık kura çekimiyle arkhonluğa atanmalarına karar verildiği zaman, aristokratlar eski saygınlığının çoğunu kaybettiler. Diğer taraftan her bir phyle 1 tane strategos (askeri komutan) seçmekle mükellef kılındı. Her bir phyle’de seçilen strategos’lar askeri ve sivil idareciler olarak öne çıktılar.

Strategos’lar bir yıllık görev sürelerinden sonra her zaman göreve yeniden seçilebilirlerdi.

487’den sonra bu kişiler de etkili bir siyasi güç elde etmişlerdir.

Klesithenes’in getirdiği bir diğer yenilik ostrakismos yani çanak çömlek mahkemesi idi. Yılda bir kez halk meclisine herhangi bir siyasi sürgüne gerek olup olmadığı soruluyordu. Eğer cevap evet çıkarsa gelecek toplantıda hazır bulunan üyeler, kırık bir çömlek parçası üzerine devlete tehdit olduğunu düşündükleri kişilerin ismini yazmak zorundaydılar. Çanak çömlek parçalarının çoğunun üzerinde ismi görülen kişiler 10 yıllığına sürgüne gönderiliyordu. Bunun yanında sürgüne giden kişi mülkiyetini muhafaza edebiliyordu. Beşinci yüzyılda pek çok politikacı bu sistemin kurbanı oldu. Bazıları sürgün dönüşü eski önemli konumlarını yeniden elde etmişlerse de, çoğu için bu sürgün siyasi hayatlarının sonu oldu.

KLASİK DÖNEM (MÖ 500-336) PERS SAVAŞLARI

MÖ 6. yüzyılın ortalarına doğru yayılmacı Pers imparatorluğu Küçük Asya’nın batı kıyılarına ulaştı. 547’de Pers kralı Kyros (560-530) Lydia krallığını ele geçirdi. Lydialılar tarafından elegeçirilmiş olan Küçük Asya’nın batı kıyılarındaki Yunan kentlerini kontrol altına aldı. Bu kentlerin çoğunda, kendilerine nispeten daha yakın yerel yöneticiler seçtiler ve onları tiran olarak atadılar. Bunlar kentlerini Pers satrapların gözetimi altında yönettiler.

MÖ 499’da Batı Anadolu’da yaşayan Yunanlılar, Perslerin atadığı tiranlarını azletmeye teşebbüs ettiler ama çabaları başarız oldular. Persler MÖ 495-94’de karada ve denizde bir

(18)

18

takım savaşlardan sonra bu isyanları bastırdılar. Kısa süre sonra Pers kralı I. Darios (MÖ 520- 484), isyancılara küçük bir filo ile yardım eden Atina‘yı cezalandırmak için bir sefere çıktı.

Persler Ege Denizi‘ni geçip Attika bölgesinde MÖ 490 Marathon’da karaya çıktılar ve burada Miltiades komutasındaki Atinalı hoplitler tarafından yenilgiye uğratıldılar. Bu savaş Atina’ya bütün Yunanistan’da ün kazandırdı. Perslere 50 yıllık düşmanlığına ve Yunanistan’ın en büyük askeri gücü olarak ününe rağmen Sparta, ne İonya isyanında, ne de 490’daki savaşta yer aldı.

On yıl sonra MÖ 480’de Darios’un halefi Kserkses Yunanistan seferlerini yeniden başlattı.

Kserkses, Batı Anadolu’daki Yunanlılara boyun eğdirdikten sonra büyük bir ordu ve donanma ile Yunanistan’a doğru sefere çıktı. Ordu, kıyı boyunca yolalan filodan yardım alabilmek için devamlı kıyı yolunu takip etti. Bu arada pek çok Yunan kent devleti Sparta’nın yönlendirmesiyle bir birlik etrafında birleşmişti. Bu birlikte Atina’da çok etkliydi. MÖ 483’de Atina halkı yaklaşan tehlikeyi sezerek general (strategos) Themistokles’in tavsiyesini dinledi ve büyük bir deniz gücü oluşturdu. Aynı yıl güney Attika’nın Laurion maden alanında yeni zengin bir gümüş kaynağı keşfedilmişti. Bu gümüşün kârı bazı Atina vatandaşlarının arzsuna rağmen topluma paylaştırılmayıp, triremes olarak bilinen yeni, hızlı, ve manevra kabiliyeti yüksek savaş gemilerinin inşaatına harcandı.

Özellikle üst sınıflar arasında bazı Atinalılar güçlü bir donanma ihtiyacının nedenini anlamakta güçlük çekiyorlardı. Onlara göre, Marathon savaşında da görüldüğü gibi, Persleri yenmek için ihtiyaçları olan tek şey güçlü bir hoplit ordusuydu. Muhtemelen onların gerçekte korkuları, Atina’nın en fakir vatandaşları olan theteslerin gemilerde kürek çekmek suretiyle daha fazla askeri önem kazanmaları ve bu yüzden Atina demokrasisinde daha etkin olacak olmalarıydı. Themistokles Atinalılarla aynı fikirde değildi. Ona göre Atina için güçlü bir donanma hayati bir öneme sahipti. Sadece güçlü bir donanmayla Atina Persleri yenebilirdi ve denizlerdeki Yunan rakiplerine karşı ticaret yollarını emniyet altına alabilirdi. Bunun için de bu donanmaya ihtiyaç vardı. MÖ 480’de Yunanlılar karada ve denizde Persleri durdurmak için başarısızlıkla sonuçlanan Thermopylae geçidinde dövüştüler. Sparta kralı Leonidas ve askerleri bu geçitte tamamı yok olana kadar savaştılar. Ancak bu gayret Yunanlılara başarı getirmedi.

Atinalılar kenti boşalttılar kendilerini ve sürülerini alarak Atina’nın karşısında bulnan Salamis adasına sığındılar. Kserkses terkedilmiş kenti harabeye çevirdi. Fakat Pers ordusu da Atina ve müttefikleri tarafından Salamis körfezinde yenildi (MÖ 28 Eylül 480). Ertesi yıl (479)

(19)

19

Sparta’nın liderliğindeki Yunanlılar, Pers ordusunu Plataea’da yendiler. Savaş buradan Batı Anadolu kıyılarına kaydı. Buralarda Atina donanması Yunan kentlerini Pers idaresinden geri aldı. Savaş durumu Kallias Barışı denen MÖ 449’da imzalanan bir anlaşma ile sona erdirildi.

Pers ordu ve donanmasına karşı verilen savaşlar daha sonraki Yunan dünyasında yüzyıllar boyunca yer etti. Bu savaşlar sonraki dönem Avrupa’sında, özgür Yunanlıların Asya karşısındaki zaferi olarak sunuldu. Avrupa uygarlığının kaynağı olan Yunan kültürünün doğu despotizmi tarafından boğulmaktan kurtarıldığına inanılmaktadır.

DELOS DENİZ LİGİ (MÖ 478/7- 404)

MÖ 478’de Atina Perslere karşı kendi birliğini kurdu. Bu birliğe onlar symmakhia yani birlik dediler. Ancak günümüz tarihçileri birliğin merkezinin Delos adasında olmasından dolayı bu birliğe Delos Ligi veya Delos Birliği dediler. Pek çok Yunan adası, Anadolu’nun batı kıyısındaki Yunanlılar ve diğer bazı Yunan şehirleri bu birliğe katıldı. Sadece bir kaç büyük ada gemi ve asker temin etti. Üye kentlerin çoğu, büyük oranda birliğin ordu ve donanmasını finanse eden hazineye (Delos adasında muhafaza ediliyordu) parasal katkı yaptılar. MÖ 5.

yüzyılda, özellikle 460’dan sonra Perikles kentin kontrolünü ele aldığı zaman, birlik Atina’nın güç politikalarının bir aleti oldu. Delos Birliği esas itibariyle Perslere karşı savaş gibi özel bir amaç için kurulduğu halde, 449’da Perslere karşı düşmanlıklar sona erdiği zaman, birlik dağıtılmadı. Birliğin toprakları fiiliyatta Atina’nın toprakları olmuştu. Birlikten ayrılmak isteyen müttefikler, üye kalmaya ve vergilerini ödemeye mecbur bırakıldılar. Atina, müttefiklerinin içişlerine karışmaya başladı ve onların hukuki ve finansal meselelerine müdahele etti. Pek çok üye kentte dost demokratik yönetimleri iktidara getirdi. Atina, üstelik birlik topraklarının çeşitli stratejik noktalarında (özellikle adalarda) bir koloni ağı kurdu. Bu koloniler, arkhaik dönem kolonileri gibi, yeni bağımsız şehirler değillerdi ve adeta Atina kentinin arka mahalleleri oldular. Gerçekte bu koloniler Atina’nın askeri üsleriydi. Bu kolonizasyon şekli Atina hoplitlerinin sayısında bir artışa yolaçtı. Kolonicilerin çoğu thetes denen mülksüz vatandaşlardı. Theteslerin koloniciliğe katılma amacı, toprak sahibi olmak ve bir üst varlık sınıfına -yani zeugitai- yükselmekti.

PELOPONNESOS SAVAŞI (MÖ 431-404)

Delos Birliği’nin tüm üyeleri Atina’nın bu zorlayıcı isteklerinden hoşnut değildi. Bazı kentler ve adalar Atina’nın hegemonyasından kurtulabilmek için Atina’nın rakibi ve Yunan dünyasının en önemli asker devleti Sparta’dan yardım istediler. Atina’da iktidara gelen Themistokles (MÖ 490-470), Kimon (MÖ 470-461) ve Perikles (MÖ 460-429) gibi güçlü ve

(20)

20

yayılmacı liderler. Bu durumun Sparta ile bir savaşa yol açacağını görmüşlerdi. Böyle bir savaşta zor durumda kalmamak için Atina ve liman kenti Piraeus etrafına uzun duvarlar inşa ettiler. Zira Atina denizde oldukça güçlüydü ancak Sparta’nın kara ordusu Yunan dünyasında hala en güçlü orduydu. Atina’nın Perslere karşı isyan çıkaran Mısırlılara destek göndermesi, Perslerin Sparta ile yakınlaşması sonucunu doğurdu. Sparta, Pers altınları ile cezp edildi.

Ancak MÖ 431’e gelindiğinde Atina ve Sparta, Korinthos ve Megara arasındaki savaşı bahane ederek büyük bir savaşa tutuştu. Savaş, MÖ 431 ile 404 yılları arasında tam 27 yıl sürdü. Biz bu savaşın ayrıntılarını bizzat Atinalı bir strategos olan Thukydides’in tarih kitabından öğreniyoruz. Thukydides, araştırmacı ve bulguları tahlil eden bir tarih üslubu benimsemişti ve bugünkü anlamda gerçek tarih yazıcılığı kendisiyle başlamıştır.

Atinalılar ve Spartalılar her ikiside müttefiklerini kendi saflarında savaşa sürdüler. Bu zamana kadar tarafsız kalan Yunan kentlerinin çoğu şimdi Sparta tarafını tutuyordu. Geçmişte Yunan kentleri arasında yapılan savaşlar bir yada iki meydan savaşıyla, küçük çaplı çatışmalar ve yağmalar şeklinde olurdu ve savaştan sonra barış yapılırdı. Halbuki Peloponnesos savaşında, doğuda İonia’dan batıda Sicilya’ya kadar bütün Yunan dünyası sürekli olarak kara ve deniz kuvvetlerinin iştirak ettiği savaşla meşgul oldular.

Atinalı general Perikles, savaşa iyi hazırlanmış olarak başladı. 6000 talantonluk bir hazine oluşturdu ve uzun dönem stratejileri geliştirmişti. Perikles’in amacı Sparta üzerine denizden kısa saldırılar başlatmak ve Spartalıları Atina ve Piraeus’yi boş yere kuşatmaya kalkışmalarını sağlamaktı. Ancak Atina’da başlayan veba salgını kentin neredeyse 3’te 1’ini yok etti. Ölenler arasında Perikles’te vardı. Yine de Atina savaşın ilk bölümünü (MÖ 431-421) galip bitirdi (Savaşın bu kısmına Arkhidamos savaşı denir). İki kent aralarında MÖ 421’de Atinalı politikacı ve komutan Nikias’ın çabasıyla bir barış imzaladılar. Bu barışa Nikias Barışı dendi.

Barış 50 yıllığına imzalanmıştı. Barış durumu, Atina’nın 417’de Melos Adası’na saldırmasıyla sona erdi. Melos aslında bir Sparta kolonisiydi ve savaşta tarafsız kalmıştı.

Atina, Melos’un kendilerine katılması için baskı yaptı ancak Meloslular isteksizce Sparta’nın yanında yer aldılar. Bunun üzerine Atina, “güçlü her zaman haklıdır” ilkesiyle Melos adasına saldırdılar ve adadaki erkeklerin tümünü öldürüp kadınları ve çocukları köle olarak sattılar.13 Alkibiades’in planladığı Sicilya üzerinden Sparta ile savaşma fikri yarıda kaldı. Sicilya felaketi ve yaşanan kaos, Atina’da meclisin iktidarı Bule Meclisi’ne devretmesine neden oldu.

4 ay sonra, bu durum da kaosu önlemedi ve 5000 zengin vatandaşın oluşturduğu yeni bir meclis ihdas edildi. Aristokratik oligarşi MÖ 410’da demokratik yönetim kurulduğunda sona

(21)

21

erdi. MÖ 413-404 arası dönemde Sparta Atina’ya üstünlük kurdu ve savaşın galibi oldu. Atina adına bu mağlubiyet bütün kazanımların sona ermesi demek oldu. Delos birliği dağıldı, Atina’nın uzun duvarları yıkıldı. Atina’da bir terör dönemi başladı. Sparta’nın dayattığı “Otuz Tiranlar” yönetimi kuruldu. Otuz Tiranlar yönetimi Atina’da öldürülmesi istenen 1500 kişilik bir liste yayınladı. Atinalılar, Thebai kentinin yardımıyla Sparta destekli bu yönetimi devirmek için bir karşı darbe yaptılar. Darbeciler, Piraeus’u ele geçirdiler ve tiranları devirdiler. Spartalılar iktidardaki bu değişime ayak uydurdular.

Atina’da Peloponnesos Savaşı’nın getirdiği yıkım, Meclis’in karar verme sürecinde sergilediği istikrarsızlık ve Otuz Tiran deneyimi, kenti karar almada yeni mekanizmalar üretmeye zorladı. Kenti yönetenlerin geleneksel kanunlara saygı göstermesi gerektiği daha iyi anlaşılmıştı. MÖ 410-399 arasında uygulanacak kurallar kanun halinde toplandı ve herkesin görebilmesi için stoa duvarına yazıldı (Stoa, bir yanı duvar, üstü çatı ile örtülü sütun dizisi demektir). Böylece, herhangi bir yasa değişikliğinde ya da yeni bir yasa çıkarıldığında, yapılan değişiklik veya yasanın, aynı yöntemle sergilenmesi gereklilik haline geldi. Bule’nin bütün üyelerinin yanında, yıllık juri listesinden secilen 1.001 vatandaştan meydana gelen bir yasama organı (nomothetai) oluşturuldu. Herhangi bir yasa değişikliği öncelikle Meclis tarafından önerilirdi, fakat ardından bu öneri son kararı verecek olan nomothetai’nin küçük bir bölümünde tartışılırdı. Demokratik kurumlar arasındaki ilkesel ilişkiler korundu, fakat Meclis’in kararlarının bir kez daha incelenebilmesi sağlandı. Meclis hala psephismata denilen kararnameleri geçirebiliyordu, fakat bundan böyle bunların kapsamı ya da geçerlilik süreleri sınırlandırıldı. Bu yeni süreci onaylamayan ve yürürlükteki kanunlarla çelişen önlemler teklif eden bir konuşmacı aleyhine dava açılabilecek ve kanun teklifi geçersiz ilan edilecekti.

Uygulama, geleneksel yöntemle jurinin huzurunda yerine getiriliyordu ve sonunda juri üyeleri Meclisin sunduğu kararnameyi onaylıyor ya da reddediyordu. Areopagos Meclisi’nin üyeleri hala eski arkhonlardan seçilmeye devam etti. Ancak arkhon’luk için gerekli nitelikler de kayboldu. MÖ 403/402’de, Meclis bir kararnameyle kanunların denetlenmesi görevini Areopagos’a verdiğini duyurdu. MÖ 340’larda Areopagos demokrasiyi devirmeye kalkışmış ya da vatana ihanetten ya da rüşvet almakla suçlanmış siyasi liderleri yargılama insiyatifini ele gecirdi.

PELOPONNESOS SAVASI’NDAN SONRA YUNANISTAN

MÖ 404’den sonraki yıllarda hiç bir Yunan kentinin bütün Yunanistanı kendi liderliği altında birleştirecek gücü kalmamıştı. MÖ 404 ve 338 arasında, hâlâ Peloponnes birliğini yönlendiren

(22)

22

Sparta idi. Atina hâlâ en önemli pazar kentiydi, en yoğun nüfusa sahip kentti ve Yunanistan’da önde gelen kültürel merkezdi.

Persler Yunan polisleri ve birlikleri arasında birleşme ve daha sonra kendisine karşı yönelme riskini önlemek için uyumsuzlukları kullanmaya başlamıştı. Bu polisler ve birlikler Perslerin korkulu rüyası idi. Yunanistan’a Pers müdahelesi iki döneme ayrılabilir: beşinci yüzyılın ilk yarısında Persler Yunanlılara saldırıları başlattılar, fakat MÖ 413 ile 340 arasında böl ve yönet taktiğine geri döndüler ve sürekli farklı bir devlete para yardımı yaparak Yunan kentlerini biribirlerine düşürmeye çalıştılar. Aşağıdaki örnek Pers stratejisini ortaya koymaktadır. Korinthos Savaşı (MÖ 395-386) olarak bilinen çatışmada Persler önce Atina’yı ve Sparta’nın eski müttefiklerini (Korinthos ve Thebai) desteklediler, çünkü Sparta, Perslerin 404’den sonra Küçük Asya’nın batı kıyılarında yeniden otoritelerini tesis etmelerini engellemişlerdi. MÖ 394 civarında Persler Atina’ya filosunu yeniden kurması ve uzun duvarlarını yeniden inşa etmesi için finansal destek verdiler, fakat Atina sonuç olarak çok güçlü olup tehdit olmaya başlayınca, Persler Sparta’ya yardım ettiler.

Bütün bu savaşlarda ortaya çıkan yeni bir gelişme Yunanistan’ın her yerinde bulunabilen paralı askerlerin kullanımıydı. Özellikle Peloponnes savaşında, pek çok fakir çiftçi toprağın zenginlerin elinde toplanmasının kurbanı oldu. Bölgedeki oligarşik devletlerde bu süreci durdurmak için yapılabilecek çok az şey vardı. Çünkü varlıklı toprak sahipleri aynı zamanda bu devletlerin yöneticileriydiler ve politik iktidar için gerekli olan zenginlik kriterine sahip olan vatandaşlar sadece onlardı. Yoksul vatandaşların ezici bir çoğunluğu bu devletlerde tüm vatandaşlık haklarına sahip değillerdi.

MÖ 371 yılı, Thebai, Sparta, Atina ve bunların müttefikleri arasındaki koalisyon savaşlarında bir dönüm noktasını işaret eder. O yılda, askeri taktikte bir deha olan Thebaili Epameinondas Sparta ordusunu Leuktra’da bozguna uğrattı. Ondan sonra Epameinondas Peloponnes’e yürüyüp Messenia’daki helotları özgürleştirdi (fakat Lakonia’dakilere dokunmadı) ve Peloponnes birliğini dağıttı. Sparta, tam vatandaşlık haklarına sahip Spartalıların yarıdan fazlasını, yaklaşık iki yüzyıldır temel silahı olan birliğini ve esas helot kaynaklarından birisini kaybetti. Kent, bölgesel önemden daha ileriye gidemeyen ikinci sınıf bir güce düşürüldü. Bu durum, Peloponnes’de devletler arası savaşlara yol açtı. Yoksul kesim, toprak reformu, borçların iptali ve daha az oligarşik idareler talep ettiler. Bu insanların çoğu için geçimlerini temin etmenin tek çaresi ücretli askerler olmaktı. Bu da, Ege denizini aşıp Pers ordusuna yazılmak isteyen binlerce Yunanlının oluşturduğu büyük bir patlamaya yolaçtı.

(23)

23

Thebai ve Atina, Sparta’nın bıraktığı boşluğu dolduramadılar. Thebai’nin gücü başarılı bir devlet adamı ve general olan Epameinondas’ın yeteneklerine bağımlıydı. MÖ 362’de Epameinondas, Thebai’nin yükselişinden korkarak Sparta’yı destekleyen Atinalı ve Spartalılara karşı giriştiği savaşta, Mantineia’da öldürüldüğü zaman, Thebai kısa süre içerisinde hâkim pozisyonunu kaybetti.

DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA

1 Oğuz Tekin, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, s. 60

2 Tekin, a.g.e., s. 62

3 Tekin, a.g.e., s, 71

4 Mehmet Ali Kaya, Ege ve Eski Yunan Tarihi I, s, 178

5 Kaya, a.g.e., s, 200

6 Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma, Antik Akdeniz Uygarlıkları, s, 142

7 Freeman, a.g.e., s, 144

8 Kaya, a.g.e., s, 266

9 Kaya, a.g.e., s, 279

10 Kaya, a.g.e., s, 281

11 Thomas R. Martin, Eski Yunan Tarih Öncesinden Helenistik Çağ’a, s, 155

12 Kaya, a.g.e., s, 285

13 Eric H. Cline-Mark V. Graham, Antikçağ İmparatorlukları, Say Yay. s, 187-188

Referanslar

Benzer Belgeler

ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ2. ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARK

Araştırmadan edinilen verilere göre durum buğday çeşitleri arasında altı farklı grup oluşmuş olup başakta başakcık sayısı değerinin 18.15-22.13 adet arasında

Sayı kapsamında yer alan makalelerin 2 si Matematik, 1’i Uçak ve Uzay bilimleri, 4 makale Elektirk-Elektronik mühendisliği, 1 makale tekstil mühendisliği, 1 makale

Bu makalede, veri dağıtım servisi (Data Distribution Service – DDS) tabanlı dağıtık sistemlerdeki enine kesen ilgilere çözüm üretebilmek için, ilgiye yönelik

Çalışma, siper hayatı ve askerlerin sosyal ihtiyaçlarının temini, cephede askerin psikolojik durumu ve propaganda faaliyetleri, esirlere yapılan muameleler ve

Askerî görevi olarak sancağındaki tımarlı sipahiler ile daima hazır bir asker olan sancakbeyi, çağırıldığında bağlı bulunduğu eyâletin beylerbeyisi ile birlikte

As part of efforts to finding panacea to storage problem of soybean daddawa using substances that pose no health threat, the present study therefore assessed the preservative

Sağ ön bacak ikinci bölge profund tendo egzersiz öncesi ve egzersiz sonrası elde edilen mesafe ölçümlerinin varyans analizi tablosu.. Sağ ön bacak ikinci bölge