• Sonuç bulunamadı

KEYNES: Reçetesi ve Karnesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KEYNES: Reçetesi ve Karnesi"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

67

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

Giriş

Keynesçi düşüncenin politik iktisata ve iktisat politikalarına etkilerini üç grupta toplamak mümkündür. Birincisi,

Keynesçi düşünce işçi sınıfının çıkarlarının “genel”, “evrensel” ve

“ulusal” düzeye yükseltilmesini sağladı. Kapitalizmde,

kapitalistlerin çıkarlarının genel ve evrensel olduğu, toplumun geleceğini temsil ettiği, bunun dışındaki tüm sınıf ve grupların çıkarlarının bu genel çıkarlarla çeliştiği ve bunları tehdit ettiği düşünülüyordu. Tüketimi artıracak her türlü talep, örneğin yüksek ücretler karların azalması buna bağlı olarak da yatırım ve gelecekteki büyümeyi olumsuz

etkileyecekti. Bu karşıtlık ücret kar çelişkisi biçiminde kavramsallaştırılıyordu.

Keynesyen düşünce işçi sınıfının çıkarları için tüketim aracılığıyla teknik bir meşruiyet de sağlamış oluyordu. Zira üretimin motoru tüketimdi.

Gelirin tüketim yapanlara doğru yeniden bölüşümü ile kamu harcama ve transferleri üretimi artırarak, işsizliği azaltacaktı.

Böyle olunca da işçi sınıfının ve yoksulların talepleri ulusal çıkar düzeyine yükselmiş olacaktı (Przeworksi, 1993).

İkincisi, şaşırtıcı olmakla birlikte, kapitalist ekonomilerde siyasal partiler arasında

ekonominin yönetimi ve iktisat politikaları açısından önemli

bir fark yoktu. Marksist teori sosyalist devrim için yararlı olmakla birlikte kapitalist ekonomide işçi sınıfının bölüşüm sorununun çözümü ve genel olarak kapitalist ekonominin idaresi için yeterli değildi. Bilindiği gibi, Marksist teorinin üç ayağı vardı: kapitalizmin sömürüye dayanması, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve azalan kar oranları. Bu teorik temelden hareketle, 1930 lara kadar sosyalist ve sosyal demokrat partilerin ekonomik programlarının üç unsuru vardı: kapitalizmin eleştirisi, sosyalizmin üstünlüğünün vurgulanması ve üretim araçlarının ulusallaştırılması.

KEYNES: Reçetesi ve Karnesi

Oğuz Esen oguz1957@gamail.com Alper Duman

İzmir Ekonomi Üniversitesi alper.duman@ieu.edu.tr

Keynes’i iktisat kuramcısı olmanın ötesinde iktisat politikası vizyoneri olarak görmek gereklidir.

Öncelikle İngiltere için ama aslında tüm kapitalist ülkeler için bir reçete yaratma peşindeydi.

Ölümü sonrasında reçetesine harfiyen uyulmasa da kaba hatlarıyla reçetenin uygulandığı gelişmiş kapitalist ülkelerde, örneğin ABD ve Avrupa ülkelerinde, büyük iş çevrim çalkantıları

kısmen önlenebilmiştir.

(2)

Ne Öğrendik? Kriz Sonrası Makro İktisat Politikası

Editörler: David Romer, George A. Akerlof, Joseph Stiglitz, Olivier Blanchard sistemlerin esas itibariyle spekülatif saldırılara karşı savunmasız olduğunu ve bu saldırılar yeterince kalıcı olduğu takdirde bunların krizlerle sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğu fikrini geliştirmeye harcamıştı…

Aslında, “Minsky Anı”, Wall Street’de bir slogan haline gelmişti”. –The Wall Street Journal

“Yirmi beş yıl önce çoğu iktisatçı finansal

kuralsızlaştırma ve finansal yeniliklerin erdemlerine methiyeler düzerken, Hyman P. Minsky adında bildiğini okuyan başına buyruk biri, Wall Street’

e ilişkin olumsuz bakışını koruyordu. Aslında O, bankacıların, aracıların ve diğer finansörlerin dönem dönem ekonominin tümünü alevler içinde bırakan, kundakçı rolünü oynadıklarını belirtmişti”.

–John Cassidy, The New Yoker

Kitapta önemli ekonomistler, geçmişteki inançların son yıllardaki mali ve ekonomik

krizlerle parçalandığı bir dünyada politikanın nasıl uygulanacağını değerlendirmektedirler.

2008’den bu yana, ekonomi politika belirleyicileri ve araştırmacılar cesur bir yeni ekonomik dünyayı meşgul etmişlerdir. Daha önce yapılan fikir birlikleri alt üst olmuş, eski varsayımlar şüphe altında kalmıştır. Politika yapıcılar doğaçlama yapmaya, araştırmacılar ise temel teoriyi yeniden düşünmeye zorlanmıştır. Bu bölümün editörlerinden biri olan Nobel Ödüllü George Akerlof, krizi hareket etmeye korkan, ağaçta kalmış bir kediye benzetmektedir. Nisan 2013’te Uluslararası Para Fonu, makroekonomik geleceğin ortaya çıkan hatlarını tartışmak için önde gelen ekonomistleri ve ekonomi politika belirleyicilerini bir araya getirdi. Bu kitap onların fikirlerini

sunmaktadır.

(3)

69

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

İktisat politikasının diğer araçları açısından sağ partilerden bir farkları yoktu ve sosyal demokrat ve sosyalist partiler bütçe dengesini, altın standardını ve deflasyonist anti-kriz politikalarını savunuyorlardı. Örneğin kapitalist dünyada ilk sosyalist parti hükümeti 1920’de İsveç’de kurulduğunda, hükümetin diğer partilerden farklı bir ekonomi programı yoktu. İşçi sınıfının maddi koşullarını iyileştirecek, asgari ücret, zorunlu emeklilik, gelir ve veraset vergisi,

zorunlu temel eğitim, sosyal konutlar vb. düzenlemeler, muhafazakar hükümetlerin yaptıkları reformların devamı niteliğindeydi. Bu reformların ne ekonomik yapıyı ne de sınıfsal güç dengelerini değiştirmesi söz konusu değildi (Przeworski, 1993, 208). Üretim araçlarının ulusallaştırılması haricinde, alternatif bir iktisat politikası reçeteleri yoktu.

Böyle bir alternatif Büyük Bunalım ile ortaya çıkmaya başladı. Keynesçi düşüncenin etkisini anlayabilmek için bazı tarihleri hatırlamakta yarar vardır. Büyük Bunalımın daralma ve çöküş aşamaları 1929’un sonu ile 1933 ilk ayları arasında gerçekleşti. Keynes’in Genel Teorisi ise 1936’da

yayınlandı. Genel Teoriye ilişkin ilk eleştiriler, yarı-matematiksel yorumlar ise 1937 yılından itibaren ortaya çıkmaya başladı.

ABD’de Roosevelt yönetiminin

ilk dönemindeki kamu harcama ve istihdam programları

Keynes öncesi filizlenen görüşlere bir örnektir. Ancak bu programlar daha çok insani bir temele dayanıyor ve bu perspektiften savunuluyordu.

İşsizlerin açlıktan ölmemesi için gelire ihtiyaçları vardı ve çalışmaları gerekiyordu.

Çalışmadan yapılacak gelir transferleri hem yönetim hem de kamuoyu tarafından hoş karşılanmıyordu. Bu dönemdeki kamu istihdam politikalarını bu açıdan değerlendirmek gerekiyordu. Ancak kamu harcama programları ve kamu açıklarının, özel kesimin üretim ve istihdamı artıracağı düşüncesi henüz geliştirilmemişti.

Ekonomik canlanmayı sağlamak için ilave kaynak yaratmanın yararlı olacağına ilişkin iyi formule edilememiş bazı dağınık düşünceler vardı (Minsky, 2013, 122). İsveç, Norveç ve daha sonra bir ölçüde Fransa’da sosyalist partiler mevcut ekonomik paradigmadan kopuşu temsil eden politikaları savunmaya ve uygulamaya başladılar. Bu uygulamaların Keynes’den bağımsız olup olmadığı hala tartışılan bir konudur (Przeworski, 1993, 36). Sonunda dünyanın her yerinde Keynes’in fikirleri keşfedildi. Keynesyen düşünce sosyal demokrat ve sosyalist partilere iktidara geldiklerinde uygulayabilecekleri geniş bir iktisat politikası

yelpazesi sağlamış oldu.

Üçüncüsü, Keynesyen düşünce ile ekonomik konjonktürün pasif bir kurbanı olan devlet, deyim yerindeyse, bir gecede, tam istihdamı sağlamak için krizleri aktif olarak yöneten bir aygıta dönüştü. Keynesyen iktisat bir talep iktisadıdır ve hegemonik güç halktır, buna karşılık arz tarafı burjuvazinin krallığıdır ve hegemonik güç kapitalistlerdir. Karların realizasyonu tüm toplumun maddi refahının artmasının önkoşuludur. Artan üretim, yeni yatırımları gerektirir, yatırımlar tasarrufa o da karlara bağlıdır. Dolayısıyla karlar büyümenin motor gücüdür.

Burjuvazinin krallığında tasarruf birikimin motorudur. İşçiler yeterli tasarruf yapamadıklarına göre ücret artışları ve gelir transferleri yatırım ve büyümeyi azaltır. Aynı şekilde her türlü vergide karlılığı azaltıp, yatırım ve büyümeyi olumsuz etkiler.

Yoksulluk ve yoksulluğun azaltılması iktisadın değil yardım kuruluşlarının konusudur.

Buna karşılık Keynesçi düşüncede sermaye ve işgücü arzı sabit varsayılır, tasarruf arzı içsel olarak belirlenir, kamu harcamaları veya dışsal bir nedenle talep artarsa, artan talebi karşılamak için üretim artacak, daha yüksek bir kapasite kullanım oranında tasarruflar yatırıma eşitlenecektir. Mevcut sermaye stoku veri iken, üretimin artması, yoksullara

(4)

harcamalarının artması ya da vergi indirimleri ile sağlanacak, üretimin artması kapasite kullanımını artırarak işsizliği azalacaktır. Keynesyen düşünce, aynı zamanda, sosyal demokrat ve sosyalist partilere, geliştirecekleri refah devleti ideolojisinin de yolunu açtı. Üretim araçlarının ulusallaştırılması hedefinden tedrici olarak uzaklaşılmaya başlandı. Zira, parlementer sistem içinde ulusallaştırma yapmak hem çok zor görülüyor hem de devletler aynı sosyal hedeflere özel sektörü yönlendirerek ulaşabiliyordu (Przeworski, 1993, 38). Ancak bu kapitalist ülkelerde devletlerin ekonomik faaliyetlerden tamamen çekildiği anlamına gelmiyordu.

Kapitalist ülkeler arasında büyük farklılıklar gösterse de kamu sahipliği devam etti.

Ancak bugün kamu kesiminin büyüklüğünü belirleyen kamu sahipliği değildir. Örneğin ABD devleti, bugün çok az üretim aracının sahibi olsa ve doğrudan çok az kamu hizmet sağlasa bile, büyüktür. ABD devletinin ne demiryolları ne elektrik ve telefon şebekeleri vardır ne de bunları işletir; askeri tedarik özel sektörle sözleşmeler biçiminde sağlanır. Kamunun ne kadar büyük olduğunu anlamak için kamu harcamalarına bakmak gerekir. Kamu mal ve hizmet üretimindeki istihdam ve

transfer ödemeleri ve kamu borç faiz ödemeleridir (Minsky, 2013, 19). Kamu kesimi, en az, özel yatırım harcamalarındaki dalgalanmaları dengeleyecek kadar büyük olmalıdır. İş çevrimlerinin uzaması ile kar oranlarının düşmesi ve semaye stokunun değer kaybetmesi nedeniyle kapitalistlerin ödeyeceği fatura yüksek ücret ve refah devleti harcamaları için feragat edecekleri miktarı aşacağı için hem işçi sınıfı hem de kapitalistler için büyük bir kamu kesimi orada durmalıdır. Bir sonraki bölümde göstereceğimiz gibi devletin büyüklüğü bir sigorta işlevi görmektedir.

J. M. Keynes’in Başarısı

Keynes’i iktisat kuramcısı olmanın ötesinde iktisat politikası vizyoneri olarak görmek gereklidir. Öncelikle İngiltere için ama aslında tüm kapitalist ülkeler için bir reçete

sonrasında reçetesine harfiyen uyulmasa da kaba hatlarıyla reçetenin uygulandığı gelişmiş kapitalist ülkelerde, örneğin ABD ve Avrupa ülkelerinde, büyük iş çevrim çalkantıları kısmen önlenebilmiştir.

Bu iddiamızı desteklemek için devlet harcamalarının GSYH içindeki payını ve GSYH büyümelerini gösteren bir verisetini kullanıyoruz. Devlet harcamalarını borç ve faiz ödemelerini de içeren en geniş anlamıyla ele alıyoruz.

Öncelikle ABD’ye bakalım.

Aşağıdaki grafikte bu iki değişkenin tarihsel seyri yer almaktadır. Görüldüğü gibi 2.

Dünya Savaşı’na kadar devletin harcama payı oldukça düşüktür.

Buna karşılık büyümede gözlenen dalga boyu yüksek sayılabilir.

Devletin harcama payında 2. Dünya Savaşı öncesinde iki büyük sıçrama göze çarpmaktadır. Bu sıçramaların birincisi ABD iç savaşına

(5)

71

İKTİSAT VE TOPLUM MART 2021 • SAYI: 125

ikincisi ise 1. Dünya Savaşı yıllarına tekabül etmektedir.

Hesaplarımıza göre 1946 yılına kadarki ortalama devlet harcama payı sadece %4.47’dir. Bu pay sonraki bölümde ortalama olarak %31’e tırmanmıştır.

Asıl önemli gelişme ise GSYH büyüme oranlarının standart sapmasında gözlenmektedir.

İş çevrimlerinin dalga boyunu temsil etmesi açısından standart sapmayı kullanıyoruz. Yine 1946’ya kadar olan zaman diliminde GSYH büyümesinin standart sapması 5.75 iken, devlet harcamalarının ortalamada 7 kat arttığı ikinci dönemde sadece 2.5 düzeyindedir.

İkinci ülke olarak İngiltere’yi seçtik. İngiltere için de kırılım yılı olarak 1946’yı aldık. Birinci dönemde öncü kapitalist ülke olan İngiltere’de devlet harcamalarının GSYH içindeki payının ortalama olarak görece yüksek bir düzeyde, % 15.4 olduğunu buluyoruz. İkinci dönemde devletin büyüklüğü

%41.1’e tırmanmaktadır.

Büyüme oranlarının standart sapma değerleri de iki dönemde sırasıyla 3.35 ve 2.02’dir.

Görüldüğü gibi iş çevrimlerinin dalga boyu küçülse de bu küçülme ABD’ye nazaran daha düşüktür. Keynes’in anavatanında daha az başarılı olması ironiktir.

Üçüncü ve sonuncu gelişmiş ülke ekonomisi olarak Almanya geliyor.

Almanya için ilk dikkat çekici durum GSYH büyüme oranlarındaki büyük çöküşlerdir.

1. Dünya Savaşı, Weimar Hiperflasyon dönemi, Büyük Depresyon ve 2. Dünya Savaşı Alman ekonomisinin büyük kayıplar verdiği dönemlerdir.

Devlet harcamalarının payı hakkında veri olmayan belirli bir dönem vardır. Almanya için kırılma yılı olarak devlet harcamalarının payının verisinin olduğu ilk yıl olan 1950 yılını seçiyoruz. İlk dönemde devletin göreli büyüklüğü ortalama

%16.4 iken ikinci dönemde

%41’dir. Buna karşılık GSYH büyüme oranlarının standart sapmaları iki dönem için sırasıyla 10.16 ve 2.83’tür.

Görüldüğü gibi savaşın olmadığı ve Keynesçi iktisadi politikaların uygulandığı 1950 sonrası dönem Almanya için iş çevrimlerinin dalga boylarında dramatik bir düşüş getirmiştir.

Son olarak Türkiye

ekonomisinde paralel durum nedir diye bakalım dedik.

Ne yazık ki veriler sadece 1970’den itibaren var. Tüm dönemi ikiye ayırıp 1970-

(6)

1990 ve 1990 sonrası diye baktığımızda devletin göreli büyüklüğünün ilk dönemde

%20, ikinci dönemde ise

%31.2 olduğunu hesaplıyoruz.

Buna karşılık iş çevrimlerinin

dizginlenmesi konusunda açık bir başarısızlık söz konusudur.

GSYH büyüme oranlarının ilk dönemdeki standart sapması 3.34 iken ikinci dönemde 4.97’dir.

birkaç kelam etmek zorunda olanları sahneye alalım!

Kaynakça

Minsky, H. (2013), İstikrarsız bir Ekonominin İstikrarı, Efil yayınları, Ankara

Paolo Mauro, Rafael Romeu, Ariel Binder and Asad Zaman, 2013, “A Modern History of Fiscal Prudence and Profligacy,”

IMF Working Paper No. 13/5, International Monetary Fund, Washington, DC)

Przeworski, A. (1993), Capitalism and Social Democracy,

Cambridge University Press, New York

İktisat Sadece İktisat Değildir

Küreselleşme Oyunları ve Kriz

Liberalizmi Yeniden Düşünmek

Editörler: Metin Sarfati, Burak Atamtürk

Naci Canpolat

Yayına Hazırlayanlar:Hüseyin Özel, Zeynep Yener Gök

Editörler: Burak Gürbüz, Hüseyin Özel,

Metin Sarfati

Referanslar

Benzer Belgeler

Beyin dokusunda subaraknoid hemoraji uygulaması TOS’u sham kontrole göre anlamlı olarak artırdı (p<0,0005) ve sempatektomi uygulaması beyinde TOS’u SAH’a göre

Bodrum’daki Myndos Antik Kenti nedeniyle belediyeyle karşı karşıya gelen Gümüşlük Akademisi (sağda) için kaçak yap ı iddiasıyla yıkım kararı alındı.. Gümüşlük'te

Ta z ıla nn bu \bus olla kto ryusunda sinir katma nı ile glomeru l er ve mitral hücre katma nlarının oldukça geni ş ol d uğu ve bu kat -.. man l ardan son i kisinin çok s ayıda

Ancak Türkiye, sosyal politika rejimine dayalı olarak yapılan sınıflandırmada, Güney Avrupa Sosyal Devlet Modeline yakın özellikler taşısa da, bazı yazarlara göre,

sürekli aktivitelerdir. Yani egzersiz; zindelik, fiziksel performans, kilo kontrolü veya sağlıklı olma gibi amaçlara yönelik, programlı fiziksel aktivitelerdir. Türk Fiz

• Fiziksel uygunluğun dayanıklılık, esneklik, kuvvet gibi unsurlarını geliştirmek için 60 dakikalık egzersiz çoğunlukla yeterlidir. Egzersiz oturumunun başında ve sonunda

b) Artan oranlı gelir vergisi tarifesi: Bu tarife ile artan oranlı bir vergileme sisteminde düşük orandan başlama, asgari ücreti vergi dışı bırakma ve asgari ücrette

Sıbyan mektebinde ilimlere giriş derslerini aldığı, rüşdiyye mektebinde ise Arapça dilbilgisi, Gülistan, coğrafya okuduğu, Türkçe ve Fransızca okuyup