• Sonuç bulunamadı

Pegasus Yayınları: 361 Popüler Bilim: 1 BAŞKA SORUSU OLAN?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Pegasus Yayınları: 361 Popüler Bilim: 1 BAŞKA SORUSU OLAN?"

Copied!
324
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

PEGASUS �

(2)

Bilim, pek çok insanı korkutur. Ancak bilim hayatın her yerindedir ve günlük yaşamın içindeki bilim, sandığımız kadar karmaşık da değildir. Hint asıllı Alman Fizikçi Ranga Yogeshwar, bu kitabında bize bu 'anlaşılır' bilimsel gerçekleri sunuyor. Çoğumuzun, gereksiz olduğuna inandığı ama cevabını bilmediği soruların yanıt­

larını öğrenince, çok şaşıracak ve bazı cevapları yaşamınızda uygulayıp ne kadar işe yaradıklarını görecek­

siniz . Örneğin; badrum katındaki nemlenme, bu kitabı okuduktan sonra sizin için sorun olmaktan çıkabilir. Ya da asansör fobinizi, onunla ilgili gerçeği öğrendikten sonra yenebilirsiniz . Bu kitapla, hayatın nüanslarını yeniden keşfede­

cek vB yaşama bir kez daha hayran kalacaksınız!

VE DAHA FAZLASI. ..

(3)

Başka Sorusu Olan?

(4)

Pegasus Yayınları: 361 Popüler Bilim: 1

BAŞKA SORUSU OLAN?

RANGA YOGESHWAR

Özgün Adı: Sonst noch Fragen? Warum Frauen kalte Füll.e haben und andere Ratsel des Alltags

Editör: Duygu Bolut Düzelti: Berna Sirman Bilgisayar Uygulama: Meral Gök Kapak Tasarım: Yunus Bora Ülke

Kapak Baskı: Gündüz Ofset Film-Grafik: Mat Grafik

Baskı-Cilt: Alioğlu Matbaacılık Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A

Bayrampaşa/İstanbul Tel: 0212 612 95 59

2. Baskı: Eylül 2011 ISBN: 978-605-4456-96-3

PEGASUS YAYINLARI ©Türkçe Yayın Hakları, 2010

Copyright ©Verlag Kiepenheuer & Witsch GmbH & Co. KG, Köln/Germany, 2009 Tüm hakları saklıdır.

Bu kitabın Türkçe yayın hakları Onk Telif Hakları Ajansı'ndan alınmıştır.

Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yayıncı Sertifika No: 12177

PEGASUS YAYlNLARI Gümüşsuyu Mah. Osmanlı Sk. Alara Han

No: 27/9 Taksim 1 İSTANBUL Tel: 0212 244 23 SO (pbx) Faks: 0212 244 23 46

www. pegasusyayinlari.com 1 info@pegasusyayinlari.com

(5)

RANGA YOGESHWAR

BAŞKA

SORUSU OLAN?

Almancadan Çeviren:

İLHAN YABANTAŞ

PEGASUS YAYlNLARI

(6)
(7)

Yazar

1959 doğumlu fızikçi Ranga Yogeshwar 1 987 ile 2008 yılları arasında Westdeutschen Rundfunk (WDR) Köln'de önce bilimsel redaktör olarak çalışmış, ardından da Bilim Bölümü Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Şu anda serbest olarak çalışmaktadır. Popüler bilim konulu birçok program hazırlamış ve "Quarks&Co': "Doğa Muci­

zeleri" ve "8'den önce Bilim" programlarının sunuculuğunu yap­

mıştır. Çalışmalarından dolayı Georg Von Holtzbrinck Gazetecilik Ödülü (1998), Helmut Schmidt Gazetecilik Ödülü ( 1998), Grimme Ödülü ve Bilim Dalında Yılın Gazetecisi Ödülü gibi birçok ödüle layık görülmüştür. Eşi, dört çocuğu, üç kedisi ve bir köpeğiyle Köln yakınlarında yaşamaktadır.

(8)
(9)

içindekiler

Önsöz ... 15

Teşekkür ......................... 19

Kadınların ayakları neden soğuktur? Duyu ve zeka: Bedenimiz nasıl çalışır? 1 Banyo yaptıktan sonra parmaklarımız neden buruşur? ....... 23

2 Kan grubu nedir? ............................. 25

3 Dolunay gecelerinde daha çok çocuk doğar mı? ............ 29

4 Suyun altını neden net göremiyoruz? .................... 3 3 S Sivrisinekler kokan ayakları m ı sever? ... ........ 35

6 Kas Tutulması nasıl oluşur? ................ 39

7 Bir ses tizken bir diğeri neden pestir? ................................ .41

8 indirimli alışverişlerde aklımız neden durur?.. .............. 43

9 120/80 tansiyon ne demektir? ........... .45

10 Bazı insanlar sütü neden sindiremez? ............................. .47

11 "H issedilen sıcaklık" ne demektir? ... ..49

12 El ve ayaklarımız neden bazen karıncalanır? ... 51

13 Tüylerimiz neden diken diken olur? ... 53

14 Hapşırırken ne olur? ... 55

15 Esnemek bulaşıcı mıdır? .......................... 57

16 Kadınların ayakları neden soğuktur? .............. 59

17 Nasıl 3 - boyutlu görürüz? ... 61

Yıldızlar neden parlar? Sonsuz alanlar: Uzay, Rüzgar ve Hava ... 65

18 Gökyüzü neden mavidir? ... 67

7.

(10)

19 Gökkuşağı rengini nereden alır? ... 71

20 Bulutlar nasıl meydana gelir? ... 73

21 Sis nasıl oluşur? ... 75

22 Yıldızlar neden parlar? ................... 77

23 Samanyolu nedir? ...................................... 81

24 Kar yağdığında etraf neden sessizleşir? .... 85

25 Ay'da neden o kadar çok krater var da "Dünya"da yok? ... 87

26 Hepimiz aynı Ay'ı mı görürüz? ....................................... 89

27 Dünya neden döner? .................... 91

28 Metcezir nasıl oluşur? ....................... 93

29 Zıplayan 50.000 kişi deprem yaratabilir mi? ........... 97

30 Yıldız kayması nedir? .................. 99

31 Bahar ne zaman başlar? ........... 101

32 Güneş tutulması, Ay tutulmasına oranla neden daha seyrek gerçekleşir? .................. 1 03 33 Yüksek yapıların çevresinde neden esinti olur? ......... 107

34 Bataklıkta batılır mı? ............... 109

35 Yer çekiminin olmadığı durumlar nasıl oluşur? ....... 113

Asansör düşebitir mi? Yeni başlayanlar için teknik bilgiler 36 ıMaden i paraları oto m ata sürtmenin bir faydası var mıdır? ... 119

37 Asansör düşer mi? .................... 121

38 Bir ağaca çarprnakla karşıdan gelen araca çarpmanın şiddeti farklı mıdır? ............... 123

39 Yüksek gerilim hatları neden vardır? ........................ 125

8 .

(11)

40 Havaya ateş etmek- Mermi düşerken ne kadar hızi ıdır? ... 127

41 lşınlanma hayali bir gün gerçek olacak mı? ... 129

Fillerin kulakları neden büyüktür? Hayvanların gizli hayatı 42 Kuşların V şeklinde uçuşunun arkasında ne var? ... 133

43 Güveler neden ışığa doğru uçar? ... 135

44 Fillerin kulakları neden büyüktür? ... 137

45 Kedi gözü neden parlar? ... 139

46 Sinekleri yakalamak neden bu kadar zordur? ... 141

47 Neden bazı yumurtalar beyaz, bazılarıysa kahverengidir? ... 143

48 Kuşlar uyurken daldan neden düşmez? ... 147

49 Buzun üstündeki ördekler neden donmaz? ... 149

Tost ekmeği neden hep reçel sürülmüş tarafının üstüne düşer? Bunların dışında: Günlük yaşam 50 Mendiller neden kare şeklindedir? ... 153

51 Rüşveti kim icat etti? ... 155

52 Yıldırım düştüğünde ne yapmalıyız? ... 157

53 Schultüte nereden geliyor? ... 161

54 08/15 Kavramı nasıl ortaya çıktı? ... 163

55 Güneş kremi nasıl etki eder? ... 165

56 Alman bayrağı neden siyah-kırmızı-sarıdır? ... 169

57 Kırmızı halı nereden çıktı? ... 173

58 DIN-A4 ne anlama geliyor? ... 175

59 Neden bazen gözlerimiz fotoğraflarda kırmızı çıkar? ... 177

9 .

(12)

60 iş görüşmesi ya da Kanalizasyon kapakları

neden yuvarlaktır? ... 179

61 Saatin akreple yelkovanı neden hep sağa doğru döner? ... 183

62 Tost ekmeği neden hep reçel sürülmüş tarafının üstüne düşer?185 Edebiyat olimpik disiplinlerden biri olarak kabul ediliyor muydu? Daha hızlı, daha yükseğe, daha uzağa: Sportif meydan okuma 63 Bir maraton neden tam olarak 42.195 metredir? ... 189

64 Golf topunun neden çukurları vardır? ... 191

65 Doping nasıl başladı? ... 195

66 Edebiyat olimpik disiplinlerden biri olarak kabul ediliyor muydu? ... 197

67 Love:15 ne demektir? ... 199

Arabada bir şeyler okurken midemiz neden bulanır? Havada, karada ve suda: Araba ve Trafik 68 Normal nedir, dizel nedir? ... 203

69 Arabada bir şeyler okurken neden midemiz bulanır? ... 205

70 8/og terimi nereden geliyor? ... 209

71 Bir araba ne kadar C02 üretir? ... 213

72 Lastik kayması sırasında ne olur? ... 217

73 Hava yastığı nasıl çalışır?.. ... 219

74 Sokaklar, navigasyon cihazına nasıl giriyor?.. ... 221

75 Yolcu uçağının kanadı kırılabilir mi? ... 225

76 Zaman nerede kaldı? ... 227

lO .

(13)

Şampanyadaki baloncuklar nasıl oluşuyor?

Afiyet olsun: Mutfak, yemek salonu ve kilerden ilginç bilgiler

77 Müsli nasıl hayat kurtarır? ... 233

78 Kruvasan nereden geliyor? ... 237

79 Kapuçino neden "gürler"? ... 239

80 Dondurmanın sırrı nedir? ... 241

81 Muzlar nerede olgunlaşır? ... 243

82 Tuz ve şeker yiyecekleri nasıl muhafaza eder? ... 245

83 Çikolata neden yanar? ... 247

84 Pastörize süt ile U HT-süt arasındaki fark nedir? ... 249

85 Son kullanma tarihi nasıl hesaplanır? ... ... 251

86 Şampanyadaki baloncuklar nasıl oluşuyor? ... 253

87 Madensuyu mu içme suyu mu? Aralarındaki fark nedir? ... 255

88 Kahveye katılan süt neden kesilir? ... 257

Dans eden su damlacıklarının sırrı nedir? Evim, güzel evim: Evinizle ilgili bilmeniz gerekenler 89 Badrum katları neden yaz mevsiminde hep nemli olur? ... 261

90 Klozet kapağı temizlik bezine karşı - Evdeki en kirli yer neresi? ... 263

91 Plastik bulaşıklar bulaşık makinesinde neden kurumaz? ... 265

92 Sabun la nasıl daha temiz olur? ... ... 267

93 Dans eden su damlacıklarının sırrı nedir? ... 271

94 Duş yaparken duş perdesi neden hep içeriye doğru kıvrılır? ... 273

95 Banyo küvetindeki su, giderden akarken hangi yöne doğru döner? ... 277

ll.

(14)

96 Bitlere karşı ne yapılabilir? ... 281

97 Çoraplar makinede yıkanırken neden yorgan kılıfının içine dolar? ... 283

98 Birisinin aynada kendini tam boyutuyla görebilmesi için aynanın ne kadar büyük olması gerekir? ... 285

Loto'da neden 1, 2, 3, 4, S, 6 sayılarını işaretlememeliyiz? Sayılar, lütfen! ... . 99 Sıfır nereden gelir? ... 291

10013 sayısını özel kılan nedir? ... 293

101 Dijital ne demektir? ... 295

1 02 Taksitli alışverişler neden daha pahalıya gelir? ... 299

103 Denizcilik hesaplamalarında neden deniz mili kullanılır? ... 301

104 Lotoda neden 1, 2, 3, 4, 5, 6 sayılarını işaretlememeliyiz? ... 303

1 OS Seyirci Jokeri hakkını kullanmak ne kadar güvenilirdir? ... 305

106 Almanya'nın merkezi neresidir? ... 307

107 Hesap yapabiliyor musunuz? ... 311

108 Bu kitapta neden 1 08 bölüm var? ... 315

1 2 .

(15)

Bana soru sormayı sevdiren sevgili babama ...

(16)
(17)

Ön söz

"I was like a boy playing on the sea-shore, and diverting myself now and then fınding a smoother pebble or a prettier shell than ordinary, whilst the great ocean of truth lay all undiscovered before me:· '

Isaac Newton

Dünyamız harikalada dolu. Manolya ağaçları ilkbaharda ne zaman çiçek açacaklarını biliyor ve karasinekler şeffaf kanatlarını arka ba­

caklarıyla temizliyor. Kediler güpegündüz patilerini hızlı hızlı ha­

reket ettirerek rüya görüyor ama kimse nedenini bilmiyor. Minicik tek hücreliler, sessiz mikro dünyalarında azimle çalışıyor ve bir su damlasının okyanusunda uzay gemileri gibi süzülüyor.

Günlük yaşamımızın koşuşturması içinde nasıl büyük ya da küçük bilmece ve gizemlerle dolu harika bir dünyada yaşadığımızı kolaylıkla unutabiliyoruz.

Işıl ışıl bir sonbahar havasında çiy taneleri neden otların tepesine doğru tırmanır? Örümcekler niçin kendi ördükleri ağa sinekierin yapıştığı gibi yapışmaz? Nereye bakılırsa bakılsın, her yerde sorular gizlidir ancak çoğunun pratik bir açıklaması yokmuş gibi görünür.

Günlük hayat açısından bir çıkar sağlamazlar, ticari fikirler değil­

dirler, etkili bir faydaları yoktur!

1 "Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş ger­

çeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, pürüzsüz bir çakıl taşı ya da güzel bir denizkabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum:·

ıs.

(18)

Görünürde faydasız olan sorular her daim beni kendilerine hayran bırakmıştır. Daha çocukken bile bir solucanın yemek yeme­

sini saatlerce izleyebilirdim ve bu arada da ödevlerimi unuturdum.

Bulutların gökyüzüne çıkışını ve şekil değiştirmelerini izlemek büyük bir keyifti; bazıları hikayeler anlatır ve yüzleri yaşlanarak maviliğin içinde kaybol urdu. Sıcak havalarda, yere doğru yeterince eğildiğimde minik böceklerin sap ve köklerden örülmüş şehirlerinde, yollarını bulmaya çalıştıkları yepyeni bir evren önüme serilirdi. Hepsi sürekli hareket halindeydi ama nereye gideceklerini nereden biliyorlardı?

Su borularının çapları ya da vergi ödemelerinin hesaplanma­

sının, kızgın tavada dans eden su damlacıklarından daha önemli olduğu bir dünyada buna benzer birçok gereksizmiş gibi görünen soruyla karşılaşıyordum.

Daha sonra ise sorular arasında 'önemli' ve 'önemsiz' diye bir ayrımın olmadığını keşfettim çünkü her soru kendi başına araştı­

rılmaya değerdi. Buna karşın ansiklopedilerim ve okul kitaplarım kendilerinden çok emin cevaplar veriyordu, çünkü pek çok şüphe ve yanılgıdan, yanlış teori ve hipotezlerden, bilgi yolunu sürüncemede bırakan tarihi yan yollardan hiç bahsetmiyorlardı. Bu kitaplardaki formül, kanun ve fenomenler bizlere sarsılmaz gerçekler, sorgula­

namaz mutlak kurallar olarak lanse ediliyordu. Pisagor teoremi bir inanç bildirgesi gibi kabul ediliyor ve kuşaklar boyunca öğrenci­

ler, 'doğru' ile 'yanlış' arasında gidip gelen eğitimsel bir engizisyon korkusuna tabi tutuluyordu. Matematiksel işlemler için tek bir yol vardı ve farklı bir yol tercih edilse ve sonuca daha hızlı ulaşılsa bile, aforoz edilmeyle karşı karşıya kalınıyordu. Bizler öğrenmiyor, ezberliyoruz ve yirmi yıllık bir öğrenimden sonra bile çoğumuz, en basit soruların cevabını dahi bilmiyoruz: "Kendimizi bütünüyle görmek için hangi büyüklükte bir aynaya bakmak gerek?" (Bunun cevabını size bu kitapta vereceğim!)

1 6 .

(19)

Kavrayış, asla nihai bir sonuç değil, aksine uzun ve sürprizlerle dolu bir sorgulama sürecinin ara toplamıdır.

İlerleme, birçok 'saçmalama'nın sonucudur ve kendi yolunda gitme konusunda kendine güvenen meraklı insanlarla beslenir. Za­

manında, çağdaşları muhtemelen Luigi Galvani'yi deli ilan etmiştir.

On sekizinci yüzyılda kurbağa bacaklarının neden seğirdiğini araştı­

rıyardul Ölü olmasına rağmen, neşterle dokunulduğunda kurbağının hacağını hareket ettirdiğini gözlemlemişti. Ancak bu olay sadece neşterdeki bakır ve demirin birbirine temas etmesi durumunda ortaya çıkıyordu. Çağdaşı olan bilim insanları, kendilerini günlük hayatın daha 'önemli' olaylarına adarken; İtalyan biyolog değişik metaller, teller, neşterler ve kurbağalada deneyler yapıyor ve elektrik denen alışılmışın dışındaki kıtada kendine bir yol açıyordu. Bugünse iler­

lemenin önünü açan insanlardan biri olarak gösteriliyor.

Hintli fızikçi Sir C.V. Raman, 192l'in yazında gemiyle Avrupa'ya gitti. Muhtemelen bolca zamanı oluyor ve okyanusun çarpıcı renk­

lerinin tadını çıkarıyordu, ancak diğer yolcuların aksine Akdeniz'in derin mavi suları ona rahat vermiyordu. Yaşadığı şehir Kalküta'ya dönünce bu fenarneni araştırdı ve ışık dalgalarının hareketleri üze­

rinde yeni bulgular elde etti. 1 930 yılında ışığın moleküler dağılımı konusundaki çalışmalarından dolayı Nobel ödülünü aldı. Bugün

Raman Dağılımı2

birçok modern teşhis yönteminin temelini oluş­

turmaktadır.

Seğiren kurbağa bacakları, denizin rengi. . . Aranan cevaplara her zaman ulaşamasa da, önemsizmiş gibi görünen bazı soruların şaşırtıcı derecede önemli cevapları olabilir, ancak fark edilmezler.

Kaç kere karmaşık sorular, başarısız denemeler ve şüphe bilimin

2 Lineer optik süreçte, elastik olmayan foton saçılmalarından biridir. Hint asıllı fizikçi C.

V. Raman'ın adıylıı anılan bu saçılma türü, 1922 yılında Molecular Diffraction of Light

(Işığın Moleküler Dağılımı) adlı yayınla Raman ve ekibi tarafından bilim camiasma duyurulmuştur. (ed.n.)

. ı 7.

(20)

beton zeminini sarsmış ve büyük başanlara yol açmış, kaç kere çizgi dışı kimseler dünyamızı değiştirmiştir! Samimi sorular sormuş, bunlara samimi yanıtlar aramış ve ayan olanın kendilerini yanılt­

masına izin vermemişlerdir. Yolları güvensizlik ve yalnızlıktan ya da harika bir duygudan etkilense de, doğaya ve sırlarına kendilerini yaklaştırmışlardır.

Merak bir soruyla başlar ve sonu gelmez. Dünyamızın gerçek güzellikleri kendilerini, keşfetmek ve kendi yolunda yürümek isteyen kişilere gösterir. Bunun ödülü Nobel ya da teknik araç-gereçler değil, kendini bulmaktır. Önemli olan bir fenarneni çözen ilk kişi olmak değil, hissedilenin yerine getirilmesi ve bağlılıktır. Hepimiz bu dünyayı kendi başımıza keşfediyoruz! İlk yıldızlı gökyüzü, ilk şimşek, meyve sineklerinin ilk balesi, sıcak sütün üzerindeki kaymak tabakasının göze ilk çarptığı yer ... Her fenomen bizi aynı hayranlıkla ödüllendi­

riyor: Gökkuşağının ışıltısı binlerce yıldır salınadı ve yeni doğan ay geceyi sanki daha önce hiç doğmamış gibi büyülüyor. Gözlerimizi açtığımız her saniye eşsiz bir başka güzellikle ödüllendiriliyoruz.

Bu kitap, heyecan verici ve şaşırtıcı dünyamıza giden yolda bir küçük rehberdir. Sağda ya da solda heyecan veren bir şeye rastlar­

sanız, yoldan ayrılın ve kendiniz keşfedin!

1 8 .

(21)

Teşekkür

Bu kitap benim için ayrı bir meydan okumaydı. Bölümlerin her biri kısa fakat anlaşılır olmalıydı. Yine de çoğu konu başlığı o kadar de­

rindi ki, detaya inip konunun gerektirdiği güzelliği yaratma çağrısına karşı koymak oldukça zor oldu. Hangi konunun kasti olarak dışarıda bırakılacağı, açıklama için hangi dolaylı anlatımlar ve örneklerin kullanılacağı konularında önceliği belirlemek için kriterler neler olacaktı? Çok şey öğrendim çünkü aynı problem televizyon için hazırladığım "Quarks&Co': "Doğa Harikaları Show'u" ve elbette kısa formatlı "8'den önce Bilim'' programları için de geçerliydi. 'Geli­

şim' sanatı konusunda öneri ve eleştirel savlarıyla bana yol gösteren dikkatli redaktörlerim, iş arkadaşlarım ve seyircilerim olduğu için kendimi şanslı sayınalıyım. Doğru yolda llerlernem konusunda büyük emekleri geçti. Yoğun işbirlikleri ile yapıcı öneri ve fikirlerinden dolayı kendilerine teşekkür etmek istiyorum.

Bu yüzden "Quarks&Co"daki WDR çalışanlarına, WDR medya grubuna, SWR'ye, First Entertainment ve Colonia Media çalışanlarına teşekkür ederim. Fikirlerimi anlayan ve zenginleştiren rejisörüm Birgit Quastenberge özellikle teşekkürlerimi iletiyorum. Ayrıca kimi konu başlıklarında araştırmalarıma yardımcı olan Marcus Anhaeuser ve resmi konularda danışmanlığıını yürüten Tilmann Leopold'a da sonsuz teşekkürler . . .

Frank Schaetzing bu muhteşem yayınevi konusunda karar vermemde bana yardımcı oldu. Helge Malchow beni içten ve açık tavrıyla bu proje için yüreklendirdi. Yayınevinden Martin Breitfeld empati becerisiyle kitabın yazım süresince bana eşlik etti. Kitabın bütünselliği konusundaki fikir ve yönlendirmelerinin karşılığı öde­

nemez. Teşekkürlerı

1 9 .

(22)

Çoğu yazar kendini yalnız hisseder ancak ben büyük ve muhte­

şem bir ailem olduğu için çok şanslıyım. Çocuklarımdan dünyamızı açık ve meraklı gözlerle incelerneyi ve varlığı belli olmayan ancak yine de önemli olan detaylara dikkat etmeyi öğreniyorum.

Eşim Uschi yazma konusunda bana yoğun destek verdi. Mü­

dahaleleri çok açıktı ve kararsız kaldığım anlarda desteği yolumu bulmayı sağladı.

Kedime de ekran ile klavye arasına oturduğu anlarda beni konudan uzaklaştırıp dikkatimi farklı şeylere çektiği için teşekkür ediyorum ...

Hennef2009

o 20 o

(23)

Kadmlarm ayaklar• neden soğuktur?

Duyu ve zeka:

Bedenimiz nas1l çahş1r?

2 1

(24)
(25)

Banyo yaptiktan sonra parmaklanmiz neden buruşur?

1

Banyodan sonra kızım kaygıyla, "Baba, parmaktarım buruş buruş oldu; bu bir hastalık mı?" diye sordu. "Bunlar sonradan geçer mi?"

Eminim, şu anda gülümsüyorsunuzdur; tabii ki geçer. Peki, hiç bu buruşmadan, neden göbeğimiz değil de sadece el ve ayakları­

rniz etkilenir diye düşündünüz mü? Farklı olan şey nedir? Cildimiz kendini sürekli olarak yenileyen mükemmel bir ambalajdır. Yaklaşık olarak her yirmi yedi günde bir baştan aşağı yenileniriz. Dış yüzey, yani üst deri dediğimiz kısım bir çeşit kalkandır. En dış yüzeyde birbirine yapışmış ölü hücrelerden meydana gelmiş ve bizi mekanik ve kimyasal etkilerden koruyan birkaç katlı bir tabaka vardır. Altta sürekli olarak yeni hücreler oluşur. Üst deri normalde 0.1 mm ka­

lınlığındadır. Ancak el ve ayak gibi çok fazla kullanılan uzuvlarda bu kalınlık 5 ının'yi bulur ve buna nasır denir.

Diğer deri hücrelerinden farklı olarak nasır derisindeki tuz oranı daha yüksektir ve ciltteki buruşmaya bu tuzlar neden olur. Nasır derisi, hücrelerin şişmesine neden olan suyu çeker. Hücreler daha fazla yere ihtiyaç duyar ve deri şişer. El ve ayaklarda daha fazla na­

sırtı deri olduğu için bu uzuvlarımız buruşur. Ayrıca el ve ayaklarda olmayan yağ bezleri cildin diğer kısımları üzerinde koruyucu bir tabaka oluşturur. Suda uzun süre kaldığımızda bu koruyucu tabaka yağ kaybeder ve su deriye nüfuz edebilir.

Derinin bumşmasının nedeni az tuzlu su ile tuzlu nasır de­

risinin denge sağlamak için yaptıkları tuz ve su alışverişidir. Bu dengeleme olayına aynı zamanda osmoz (geçişme) da denir. (Aynı

23 .

(26)

fenomene

Şeker ve tuz yiyecekleri nasıl muhafaza eder?

bölümünde de rastlayacaksınız.) Basit bir deney yapabilirsiniz: İki kase alın ve birini çeşme suyuyla, diğerini de tuzlu suyla doldurun. Sonra yirmi dakika boyunca ellerinizi bekletin. Az tuzlu çeşme suyu nasırlı de­

riden içeriye sızıp hücreleri şişirecek ve deriniz buruşacaktır. Tuzlu sudaysa denge söz konusu olduğundan burada geçişme olmayacak ve deriniz olduğu gibi kalacaktır. Bu denge yüzünden tuzlu deniz suyunda deriniz daha az buruşur. Ölü denizin tuzlu sularında bu­

ruşmadan saatlerce yüzebilirsiniz.

Banyodan sonra nasırlı deri tekrar kurumaya başlar ve su dışa­

rıya sızar. Sonuçta deri yine eski halini alır. Bu açıklama kızımı da rahatlattı. Fakat eşim bir sonraki banyo gününde küvetin yanında bir tuzluk bulduğunda hayretler içerisinde kalmıştı.

24 .

(27)

Kan grubu nedir?

2

Doğanın çeşitliliği harikuladedir. Hiçbir canlı diğerine benzemez.

Her birimiz eşsiziz; farklı ellerimiz, karakteristik burunlarımız, özel göz renklerimiz ve farklı kan gruplarımız var. Kırmızı kan hücreleri temel yapı anlamında aynı olsa da insandan insana farklılık gösterir:

Kan hücrelerinin dış yüzeyinde bulunan karbonhidrat ve protein yapısı karakteristiksel açıdan çeşitlilik gösterir. Bileşimleri, farklılıkları meydana getirir. Kan grupları, doğanın temel yapı taşlarından basit bileşimler meydana getirerek nasıl çeşitlilik yarattığının güzel bir örneğidir. Malekiller yapılar basitçe yuvarlak, üçgen ve kare şeklinde imgeler olarak düşünülebilir.

Yüzeyinde 'yuvarlak' molekülleri gördüğümüz gruba A Grubu diyoruz. Üçgenler gördüğümüze B Grubu ve ikisini birlikte gördükle­

rimize de AB Grubu diyoruz. Bazen de

Rhesusfaktor

adında üçüncü bir faktör devreye giriyor. Rhesus faktörü mevcutsa Rhesus+, değilse Rhesus- adını veriyoruz. Kanınızda bu üç faktörün hepsi mevcutsa AB Rh+ grubuna dahiisiniz demektir. Hiçbiri yoksa o zaman ne A ne de B grubundasınızdır, yani O grubusunuzdur. Rhesus faktörü de yoksa; o halde 0- grubundasınızdır. Elbette daha farklı bileşimler de mümkündür: 0+, A-, A+, B-, B+ ve AB. Kısacası üç temel faktörden toplamda 8 değişik kan grubu meydana gelir.

Tüm bunlar kan nakli yapıldığında çok önemli oluyor çünkü kan ayak diretiyor ve sadece kendine uygun olanı kabul ediyor; yabancı olanı itiyor. Örneğin A+ kan grubundaysanız A-kan size uygundur çünkü vücudun uz 1\yı tanıyor. Bu durumda Rhesus faktörü hesaba

25 .

(28)

katılmaz. Tersi durumundaysa A- grubu A+ kanı kabul etmez çünkü buradaki Rhesus faktörü A- için yabancı bir unsurdur.

Aynı şekilde A ve B grupları arasında nakil de mümkün değildir çünkü vücudunuz bu faktörü tanımamaktadır. Kısacası bedeniniz sadece tanıdığı kanı kabul eder.

Bu durumda 0- kan grubu nötr olduğundan ideal kan verici grup olarak karşımıza çıkmaktadır. 0-kan grubundan insanlar kan vericilerdir. Bu diğer gruptaki insanlar açısından bir şansken 0-grubu sadece kendi grubundan kan alabilir. Eğer AB+ iseniz şansiısınız demektir çünkü her üç element de size tanıdıktır: Her gruptan kan alabilirsiniz. Ancak verici olarak çok da aranan bir grup değildir, zira bu grup sadece AB+ olanlara kan verebilir .

26 .

(29)

Verici

0- 0+ A- A-t- B- B+ AB- AB+

0-

ıl

0+

ıl ıl

A-

ıl ıl

Q A+

ıl ıl ıl ıl

<C

B-

ıl ıl

B+

ıl ıl ıl ıl

AB-

ıl ıl ıl ıl

AB-;-

ıl ıl ıl ıl ıl ıl ıl ıl

Kan gruplarının yoğunluğunun her bölgeye göre değiştiği göz­

lenmektedir. Örneğin: Avrupa'da en çok görülen kan grubu Xdır.

Peruöa ise 0-sık görülmektedir. Bu farklılık evrim sürecinde şekil­

lenmiştir. Kan grupları bu şekilde bize geçmişte yaşanan Kavimler Göçü'nün tarihine de ışık tutmaktadır!

27 .

(30)
(31)

Dolunay gecelerinde daha çok çocuk doğar ml?

3

Eş im anlatmasını yasaldamıştı ancak kızıının ağzında bakla ıslan­

maz: "Bir büyücü kadına gittik .. :' Dalunayda kızıının küçük siğilinin üzerine bir parça çiğ et koydu. "Yok oldu!"

Böyle durumlarda ikilemde kahyorum çünkü açık söylemek gerekirse büyüye inanmam! Bir siğilin yok olmasının birçok nedeni olabilir ve asıl nedeni bulmak oldukça zordur. Ayın nelere kadir ol­

duğuna dair söylentiler inanılmaz: Örneğin; ruhlar dalunayda daha aktifmişler, dolunay sırasında toplanan elmaların tadı daha güzel olurmuş ve dalunayda daha çok çocuk doğarmış. Ruhlar, elmalar ve siğiller konusu tamamen inanç meselesi olabilir ancak doğum oranları belgelerle araştırılabilir. Bi-

.:.

, .�;1�...,�'":):''?

··

limin bu konuda bir şansı var işte!

Bizim hastanenin ye­

nidoğan bölümünde ebe ve doktorlarla birlikte bir tak­

vim hazırladık Her doğum sonucunda bu takvllne renkli işaretler kondu. Erkek çocuk­

lar için mavi kalemle, kızlar için kırmızı kalemle bir nokta koyuldu. Bir yılın sonunda bilançoya baktık: Eğer ayın doğumlar üzerinde bir etkisi

29 .

(32)

varsa bu, takvimdeki noktaların yoğunluğundan anlaşılabilecekti.

Takvimde dolunay günleri özellikle işaretlenmişti. Noktaları sayınca ben, ebe ve doktorlar sonucu gördük: Dalunayda özel bir doğum artışı görünmüyordu. Ne doğum artışı ne de o gecelerde doğan kız ve erkek çocuk oranında bir değişiklik oluyor.

Bu elbette yapılan ilk ve tek araştırma değildi. Dünya çapında bu konuda lOO'ün üzerinde araştırma yapıldı! Viyana Üniversitesi'nin Avusturyalı araştırmacıları büyük bir çalışmayla Avusturya'daki 1970 ila 1999 yılları arasındaki kayıtlı tüm doğumları incelediler. 371 ay döngüsü izlediler. Onlar da net bir sonuç açıkladı: Ay evreleri ile doğum oranları arasında bir bağlantı yoktu.

Kısacası bilimsel açıdan bakıldığında bu konuda net bir cevap var: Dalunayda daha fazla çocuk

doğmuyor.

Yine de batıl inanç devam ediyor. Sözde modern endüstri top­

lumunda kaç kişinin iki nokta arasında gidip geldiğini ve bunlardan anlam çıkardığını görmek çok anlamsız. Tüm teknik gelişmelere rağmen, pek çok insan büyülü taşlardan medet umuyor, kartlar açıyor ve şifacılara tedavi oluyor. Özellikle de bir olgu ya da hastalık birçok nedenden etkilenirken, sebep ve sonuç bağlantısını kurmak kolay olmuyor.

İşte tam bu noktada hokuspokus devreye giriyor. Bir 'ziyaret' saprasındaki iyileşme, bunun büyücü kadının iyileştirici gücü ol­

duğunu göstermez. Yine de birbiriyle ilgisi olmayan belirsiz konu­

ları bir araya getirmekten hoşlanıyoruz. İşe yaradığında da hemen inanıyoruz! "Gördün mü, işe yaradı!.:' Ne yazık ki çoğu zaman açık kanıtlar bile sayısız etkinin olduğu durumlarda basit kontrol me­

kanizması oluşturamıyor. Dolunaydaki doğurolarsa bu konuda hoş

30 .

(33)

karşılanabilir bir istisna oluşturuyor. Kolayca kontrol edilebiliyor.

Aralarında bir bağlantı yok! Kızıının siğiliyse bir büyücü kadın tarafından iyileştirildi... Ancak bir şeyi çok iyi biliyorum: Kızım dolunayda doğmadı!

31

(34)
(35)

Suyun alt1n1 neden net göremiyoruz?

4

Muhtemelen küvette ya da havuzda denemişsinizdir: Suya dalıp da gözlerinizi açtığınızda her şey bulanık görülür. Bu neden böyledir?

Gözümüz hava ortamına göre optimize edilmiş bir mercek sis­

temidir. Işık dalgaları havada kırılarak gözümüze ulaşır, gerçekliğin sureti doğrudan ağ tabakasına iletilir ve net görürüz.

Ancak gözün önünü su kapladığında, ışığın kırılması değişir.

Bu bir büyüteçle kolayca kanıtlanabilir:

... ... ,_. __ _ '

,.,.. -- . ----

Hava ortamında büyüteçle harfler büyük görünür ancak bü­

yüteci suya batırdığımızda bu etki kaybolur. Işığın kırılmasında en önemli unsur, iki ortam arasındaki geçiştir: Büyüteç örneğinde bu, hava ile cam arasındaki geçiştir. Büyüme böyle gerçekleşir. Ancak sudan cama geçişte bu olmaz .

33 .

(36)

Gözlerimizde de buna benzer bir durum meydana gelir: Hava ile göz arasındaki geçişte ışık doğru bir şekilde kırılır ve net görürüz.

Suyun altındaysa ışık dalgaları sudan geçip göze ulaşır. Ancak su ile göz tabakası arasındaki optik fark çok az olduğundan ışık kırılması daha az olur. Sonuç: Nesnelerin net sureti ağ tabakasına değil, daha arkadaki bir noktaya düşer. Bu yüzden suyun altında hipermetrop oluruz ve bulanık görürüz.

Yine de suyun altında net görme şansımız var; dalış gözlüğüyle.

Bu durumda gözümüzün önünde su değil hava olur ve ışık yine düzenli biçimde kırılır.

Balıklar suyun altında net görür ve bu, dalış gözlüğü olmadan olur. Çünkü göz yapıları bizimki gibi yuvarlak değil, daha düzdür.

Uygun ışık kırılması yuvarlak şekilli mercek üzerine düşer.

Gözlerimiz yaşadığımız ortama göre uygun şekilde optimize edilmiştir: Suyun altındaki insan hipermetrop ve dışarıdaki bir ba­

lıksa oldukça miyoptur!

34 .

(37)

Sivrisinekler kokan ayaklari m1 sever?

5

'hlşam olup da trafık yoğunlaştığında bataklıklardan kana susamış sivrisinekler, yağmur bulutları gibi havaya yükseliyor ve insan dış­

kısının ince buğusu, ruhların derinliğinde ölüm gerçeğini kederle ve istikrarsızca deşiyordu ..

Gabriel Garcia Marquez

\,

3 5 .

'

'i

't:.

""'',�-...

(38)

İnsanın sıcak bir yaz akşam keyfini berbat edebilirler. 170 mil­

yon yıldır kurhaniarına işkence ediyor ve tropik ülkelerde tehlikeli hastalıklar taşıyorlar: Sivrisinekler. Titizlikle incelenirse sokanların sadece dişiler olduğu görülür. Sivrisinekler aslında vejetaryendir ve meyveler ile çiçeklerin özsularıyla beslenirler. Dişiler, erkek tarafın­

dan döllendikten sonra yumurdamak için değişik proteinlere ihtiyaç duyar ve bunu kurbanlarının kanından elde eder. Kan emmek, bu böceklerin üremeleri için olmazsa olmazdır.

Bu can veren sıvıya ulaşabilmek için sinek, hortumunu deriye batırır. Bu hortum o kadar incedir ki neredeyse hiç fark etmeyiz;

tabii ardından başlayan o kaşıntı olmazsa. Emdiği yerdeki kanın pıhtılaşmasını önlemek için sinek buraya belirli proteinler salgılar ve bu pıhtılaşmayı önleyici proteinler sinir bozucu bir kaşınmaya ve hatta bazen de alerjiye yol açar.

Bilim insanları yıllardır bu altı hacaklı küçük yaratıkların kur­

banlarını nasıl seçtiğini araştırıyor. Vücut ısısı belirli bir rol oynuyor ve ayrıca nefes verirken dışarı çıkan karbondioksit de bunu etkiliyor gibi görünüyor. Ancak bazı sivrisinekler koku konusunda bir başka şeyi çok çekici buluyor: Giyilmiş çoraplar! Ayak terimiz çeşitli kim­

yasal maddeler barındıran bir kokteyldir. Biz insanlara kötü gelen ayak kokusu sivrisinekler için çok çekici bir parfüm gibidir.

Kenya'daki Uluslararası Böcek Araştırma Enstitüsü'nde (ICIPE) bunu bizzat test etme şansım oldu. Özel bir çadırın içine iki sinek tuzağı kuruldu: Kapanlardan birine benim giyilmiş çoraplarımı; di­

ğerine de temiz bir çift çorap koyduk. Gece boyunca iki yüz sinek çoraplar arasında tercih yapacaktı. Ertesi gün sayım yapıldı. So­

nuç: Temiz çorapların olduğu bölümde sadece iki sinek vardı. Kirli çoraplarımın olduğu kapandaysa seksen! Açık bir kanıt: Giyilmiş, kirli çoraplar sinekleri çeker. Kenyalı bilim insanları tehlikeli sıtma hastalığının yayılmasını önlemek amacıyla yeni sivrisinek tuzakları

36 .

(39)

üzerinde çalışıyorlar. Kenya gibi ülkelerde bu şekilde, herhangi bir kimyasal kullanmadan birçok insan hayatı kurtarılmış olacak.

Belki bizler de bu bilgiden faydalanabiliriz. Bu rahatsız edici varlıkları yanlış yönlendirin: Çoraplarınızı çıkarıp yatak odasının kapısının önüne asın. Dişi sivrisinekler buna bayılır!

37 .

(40)
(41)

Kas Tutulmasi nas1l oluşur?

6

İnsan kendini harekete geçirir, spor yapar, sağlığı için bir şeyler yapar ve anında cezalandırılır; kas tutulmasıyla! Bu nasıl olur? Yıllar boyunca bu olgunun kaslara aşırı asit yüklenmesinden kaynaklandığı düşüniüdü: Aşırı ve alışılan seviyenin üstünde hareket kaslarda çok fazla laktik asit oluşturur. Bunlar çok hızlı yakılamaz ve o bilindik olguya götürür: Kas tutulması.

Ancak geçtiğimiz yıllarda bilim bize tamamen farklı bir açıklama sundu: Kaslar gücünü kasılmaktan alır. Kas gücü sayısız mikroskobik kasılmanın toplamından meydana gelir.

OIIIJO

11111111

1 1

Aktin Miyozin

Kaslardaki en küçük yapı birimi sarkomerlerdir. Kas lifleri bu birimlerin birleşiminden oluşur. Sarkamerler iki bölümden oluşan yay sistemlerine benzer:

Miyozin

molekillleri

Aktin

iplikçiklerini kanca gibi tutar ve birbirlerine çekerler. Böylece miyozin ve aktin proteinleri tıpkı teleskop anteninin parçaları gibi iç içe geçerler.

Bu sırada tek bir sarkamer milimetrenin binde birinden daha azı kadar kısalır. Bu kısalma asgari düzeyde olmasına rağmen her bir kas lifini oluşturan binlerce sarkoroerin bu hareketi toplamda

o 39 o

(42)

bir bütün oluşturur. Bu, bütünde kendini belli eder, kas kasılır ve böylelikle bacaklarırnızı hareket ettirebilir ya da ağırlık kaldırabiliriz.

Kas tutulması sırasında enteresan şeyler gözlemlenmiştir. Aşırı yüklenme sırasında en ufak kas birimlerinde yırtılmalar görülür:

Sarkamerler hasar görür. Kas tutulması aslında kaslarda meydana gelen mikro yaralanmalardır. Hasar oluşmasının sebebi, bu birim­

lerin kapasitelerini aşan bir gerilmeye tabii tutulmasıdır. Kas lifleri aşırı gerilir ve bu nedenle zarar görür. Ve bu acı verir!

Kas tutulması spordan önce yapılan esneme çalışmalarıyla en­

gellenebilir mi? Gözlem çalışmaları buna olumsuz yanıt veriyor:

Engellemez. Ya sonra? Antrenman biçimi mi değiştirilmeli ya da üzerine mi gidilmeli? Bunun sonuçları kötü olabiliyor; bu durumda yaralanmaların iyileşme süreci daha da uzuyor. Spordan sonra masaj mı? Daha da kötü bir hale getiriyor.

Bu moral bozucu, ancak kas tutulmasına dayanmaktan başka seçenek yok. Ama bir teselli var: Bunun sonunda daha fazla lif olu­

şuyor ve güçleniyoruz! Spor salonlarının duvarlarında ne de güzel yazar: "No pain, no gain:' Acı yok, kazanç yok!

40 .

(43)

Bir ses tizken bir diğeri neden pestir?

7

Çocukken, insanlar ne kadar büyükse, seslerinin de o kadar kalın olduğunu düşünürdüm. Ancak bu tam olarak doğru olamazdı çünkü operaya ilk gidişimde şunu fark etmiştim: Bas pes, tenor da tizdi ancak iki adam da aynı boydaydı! Bir ses tiz çınlarken bir diğeri neden pestir?

En güzel Mozart aryası bile fiziksel açıdan bakıldığında aslında titreşen havadan başka bir şey değildir! Bu titreşimler ciğerlerden gelen havanın, onu ince, küçük bölümlere ayıran ses tellerinden geçip dışarıya çıkmasıyla meydana gelir. Biz bu bölünmüş havayı ses dalgası olarak algılarız.

\ ('

"_, ( ı '1

Nefes borusunun üzerinde yer alan ses telleri başlangıçta ka­

palıdır. Diyaframın yardımıyla ciğerlerimiz, yeterli derecede güç-

41

(44)

lendiğinde havanın ses tellerinden geçebilmesini sağlayacak olan basınç oluşur. Dışarıya çıkan hava açılan boşlukta bir alt basınç oluşturur ve böylece elastik ses telleri kendiliğinden yeniden kapanır.

Ciğerlerdeki basınç yeniden güçlendiğinde süreç tekrarlanır ve bir sonraki hava dalgası dışarı çıkar. Bu gelgit durumu yaklaşık olarak saniyede birkaç yüz kere tekrarlanır ve bizim ses olarak duyduğumuz basınç dalgalanmalarını meydana getirir. Ses tellerinin gerilmesiyle gelgit hızlanır ve tiz sesler oluşur. Gelgit daha yavaş olduğundaysa sesimiz pes çıkar.

Her insan doğal bir ses tonuna sahiptir: Tenor ve bas arasın­

daki fark, ses tellerinin kalınlık farkından meydana gelir. Teller ne bdar kalınsa, gelgitleri o kadar yavaş olur ve ses o kadar pes çıkar.

Soğuk algınlığındaysa ses tellerimiz şişer, kalıntaşır ve herkes hasta olduğumuzu sesimizin kalınlığından anlar. Kısacası, sesin pesliği bedenin büyüklüğüyle değil, ses tellerinin kalınlığıyla alakalıdır .

42 .

(45)

indirimli alişverişierde akhm1z neden durur?

8

Alışveriş benim için katışıksız bir stres kaynağıdır. Her yerde, alış­

veriş yapmamız için teşvik ediliriz: "Şimdi alın!': "indirim!': "Tadilat nedeniyle indirim!': "imalat fiyatına!" Ne dersiniz? Bunlardan etkile­

niyar muyuz yoksa kafamız fırsatlar yağmur ormanında sakinliğini koruyor mu?

"Quarks&Co'öan bir arkadaşımla ilginç bir şey denedik: Trafiğe kapalı bir alanda tezgah kurduk. Masada satılacak çeşitli temizlik malzemeleri vardı. Uzman bir satış elemanı da bize destek oldu. İlk önce insanlarla konuştu, potansiyel müşterileri lafa tuttu ve ardından şu tekiifte bulundu: 0.59 Avro'ya tek bir ürün ya da 1.99'a üçlü set.

Müşteriler üzerinde ilginç bir gözlernde bulunduk: Çoğu müşteri daha pahalı olmasına rağmen üçlü seti almayı tercih etti! Ürünü tek tek alsalar üçü 1.77 Avro'ya geliyordu. Üçlü setin fiyatıysa bundan 22 sent daha pahalıydı.

Elbette daha sonra tüm müşterileri bu konuda aydınlattık. Peki neden bu indirim tuzağına düşüyoruz? Bonn'lu bilim insanları de­

neklerin indirim tabelalarına nasıl tepki verdiklerini MR tetkikleriyle incelediler: Deneklere video gözlükleri vasıtasıyla ürün resimleri gösteriliyor. Bazı resimlerde ürün fiyatının yanında 'indirim' ibaresi yer alıyor. Ve bilim insanları ilginç bir şekilde indirim ibaresinin yer aldığı ürün resimlerine bakarken denekierin ödüllendirme sis­

temlerinde, yani striatumda özel bir hareketlilik meydana geldiğini;

kontrol ve mantık merkezindeyse aktivitenin düştüğünü gözlemliyor.

Büyülü "indirim" kelimesi biz fark etmeden beyinsel aktivi­

telerimizi etkiliyor gibi görünüyor. Ufak bir kazanç elde ettiğimiz

43 .

(46)

varsayımı ödüllendirme merkezimize çekici geliyor ve hatta hesap yapmamızı bile engelliyor. Bu etki "Sadece bugün! " ya da "Stoklar tükenene kadar! " gibi zaman kısıtlayıcı bir unsur eklendiğinde daha da artıyor. İçimizdeki kar avcısına seslenildiğinde beyin devre dışı kalıyor!

44 .

(47)

1 20/80 tansiyon ne demek?

9

Tansiyon ölçümü. Ciddi bir ifadeyle pompa sıkılıyor ve dinleniyor, sonra da daktorun rahatlamış yüz ifadesi: "120'ye 80. Her şey yo­

lunda:' Peki, bu rakamlar ne anlama geliyor?

Doktorlar kan basıncı ölçümüyle kan dolaşım sistemimiz hakkında bir izienim edinir. Vücudumuzda, içinde kanın dolaştığı dallanıp hudaklanmış bir arter ve damarlar sistemi mevcuttur. Kalp pompa görevi görür. Vücuttaki damar basıncı önemlidir. Örneğin; damar­

lardaki basınç azaldığında kan beynimize yeterli derecede oksijen sağlayamaz ve bayılırız. Damarlar yaşlandıkça çatlar ve esnekliğini kaybeder. Bu durum eski ve yeni iki su hortumuyla mukayese edi­

lebilir. Yeni hortum bükülüp bırakıldığında tekrar eski halini alır ve suyu iletıneye devam eder. Eski hortumdaysa aynı şey olmaz ve hortumdaki su basıncı artar.

Basınç ölçümünde doktor kolun üst kısmına bir basınç man­

şeti yerleştirir ve şişirir. Arter, kan içinden geçmeyecek duruma gelinceye dek sıkılır. Su hortumunu, içinden su geçmeyecek kadar sıktığınızı düşünün. Kan basıncı ölçümünde doktor bunu duyabilir çünkü manşetin hemen altına yerleştirilen stetoskoptan buradaki atışını durduğu anlaşılır. Doktor sonra manşetteki basıncı yavaşça azaltır ve kalp atış sesini duyana kadar bekler. Hortumu yavaşça bıraktığınızı hayal edin. Su yavaş yavaş akrnaya devam eder. Da­

marlardaki kan basıncı, manşetin hasmeını geçince kan yeniden akrnaya başlar. Bu

sistolik arter basıncı,

kalbin o anda oluşturabildiği en yüksek basınçtır. Göstergede bu basınç görünür: Örneğimizde olduğu gibi 120. Manşetteki hava azaltılmaya devam edilir. Manşet

45 .

(48)

hala sıkıdır ve kan akışını rahatsız etmektedir. Hortum u bırakmaya devam edersiniz, su düzensiz olarak akınaya devam eder. Arterdeki kan da aynı şekilde düzensiz akar. Bu, stetoskopta tıslama sesi olarak duyulmaktadır. Bir süre sonra arterdeki kan, manşettekine üstün gelir ve etkisini hertaraf eder. Kan rahatça akınaya başlar ve tıslama sesi kaybolur. Basınç tekrar kaydedilir; bu

diyasolik basınç

da denen ikinci rakamdır. Örneğin 80.

Bu "120'ye 80" sayısı basınç miktarlarını işaret eder. Bu ölçüm metodunun yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olduğundan, geleneksel

milimetre civa

birimi kullanılmaktadır.

Genç yaşlarda damarlarımız esnektir ve genleşebilir. Böylece damar sistemimizde yüksek bir basınç birikimi olmaz. Ancak yaşımız ilerledikçe damarlarımız sertleşir ve yıpranır dolayısıyla basınç da bir o kadar artar. Kalp bu yüzden daha fazla çalışmak zorunda kalır ve bu süreçte bu durum iyi bir şey değildir. Tansiyonu yüksek has­

talara bu yüzden tansiyon düşürücü ilaçlar verilmektedir. Tansiyon gün içinde bile o anda yapılan aktiviteye göre inip çıkabilmektedir.

Fiziksel zorlanmalar, stres ve heyecan durumlarında yükselmekte;

bedensel ve zihinsel dinlenme evrelerinde düşmektedir.

Normal kabul edilen kan basıncı 120/80'dir. 140/90 değeri ve üzerindeki bir tansiyon, düzenli olarak kontrol edilmelidir. Sonra tekrar ölçülmeli ve ciddi anlamda kulak verilmelidir .

46 .

(49)

Baz1 insanlar sütü neden sindiremez?

1 0

Hayatımızın başlangıç evresinde emzirilir ve anne sütüyle besleniriz.

Ne de olsa büyürnek ve gelişmek için ihtiyaç duyduğumuz her şey sütte vardır.

Biz insanlar gelişim evresinin ilk dönemlerinde hayvanları evcilleştirmeyi ve sütlerini içmeyi öğrendik. Sert bir bakış açısına göre, insanlar olarak buzağı, keçi ve kuzuların sütünü aşırıyoruz.

Süt onların bebek mamaları! Ancak bu suçumuz pek de cezasız kal­

mıyor. Karın ağrısı, kramplar, şişkinlik ve ishal sıklıkla karşılaşılan sonuçlardan bazıları.

Laktoz

\ 1 ' 1 ,

Laktoz

Gl i koz

/�

� \®!

Galaktoz

Çoğu memeli hayvan emzirme döneminden sonra laktozu (süt şekeri) sindiremez. Bu anlaşılır bir durumdur, zira hayvanlar sütü sadece emzirme döneminde annelerinden alır. İnsanlar da emzirme döneminde laktozu sindirir. Vücut bu evrede

laktaz

adında bir enzim salgılar. Bu, süt şekerini

glikoz

ve

galaktoz

adında, kolay sindirile bilen iki tür şekere dönüştüren bir çeşit ayrıştırıcıdır .

47 .

(50)

Dünya genelinde insanların çoğu süt sindirimi açısından so­

run yaşar. Almanya bu konuda azınlıktadır (1 16 oranında) ancak dünyanın diğer bölgelerinde bu normal karşılanan bir durumdur.

Örneğin; Çin'de süt içebilen insana uzaylı gibi bakılır zira buradaki insanların % 99 sütü sindiremez. Afrika'nın bazı bölgelerinde de neredeyse kimse süt içemez. Bazı kesimlerindeyse bu oran onda bire kadar düşer.

Avrupa'da bu konuda kuzey-güney ayrımı söz konusudur: İsveç ve Danimarka'da halkın yaklaşık % 10 süt ile sorun yaşar. Fransa ve İspanya'daki oransa %50'dir. Hatta Sicilya'da %70'tir.

Bir yetişkin olarak sütü sindirebilme yeteneği evrim sürecinde, bundan yaklaşık 7000 yıl önce ortaya çıkmıştır; yani oldukça geç bir dönemde. Atalarımız bu devirde inek, keçi ve koyun beslerneye başladı. Süt ve süt ürünleri yetişkin insanların gündelik besin kay­

nakları arasına girdi. Bu, yeni bir durumdu ve bedenimiz buna uyum sağlamalıydı. Bilim insanları halen devam etmekte olan bu gelişim ve yayılma sürecini genetik analizler vasıtasıyla izleyebilmektedir.

Kimbilir belki de süt hazımsızlığı, doğanın, süt emen yavruları iştirakçilerden koruma yöntemlerinden biridir. Teorik olarak yetiş­

kin hayvanların yavruların sütünü çalması ihtimali vardır çünkü.

Absürt bir örnekle açıklarsak: Babalar annelerin sütünü bitirdiği takdirde yavru ya bir şey kalmazdı! Ancak doğa, bu konuda bir ön­

lem almıştır: Küçük ağız yapısı ve doğuştan gelen emme refleksi sayesinde yavrular yetişkinlerden çok daha güçlü emerler. Hem de dah,a küçük ve güçsüz olmalarına rağmen!

Bu şaşırtıcı bir şey değil: Bir bardak süt, insanoğlunun evriminin tüm hızıyla devam ettiğini gösteriyor!

48 .

(51)

11Hissedilen s1cakhk" ne demektir?

1 1

Belki şu fark sizin de dikkatinizi çekmiştir: Güneşin altında, gölgede otuz derecede uzamrken ya da yüzme havuzunda, otuz derece sı­

caklıktaki suda yüzerken, güneşin altındaki otuz derece sudakinden daha sıcak hissedilir. Bu neden böyledir? Otuz derece her zaman aynı değil midir?

Elbette hava ile su arasında belirgin farklar vardır. Su ısıyı hava­

dan yirmi kat daha hızlı iletir. Yüzerken vücudumuz suyla çevrilidir.

Vücut ısısı yaklaşık olarak otuz yedi derecedir fakat otuz derecelik su daha soğuktur. Isıyı dengelemek için bedenimiz sürekli olarak ısı kaybeder. Ilık havuzda saatlerce oynayan çocuklar çabuk üşütürler çünkü çok ısı kaybederler.

,.·

l!J�

--

-:c·;_

. ... _.4i: . • • .,...

f -

Dalgıçlar ılık sularda bile neopren dalgıç kıyafeti giyer. Bu ku­

maş cinsi, su geçirmez olmamasına rağmen vücut tarafından ısıtılan suyu tutar ve ısı alışverişi daha az olur, böylelikle vücut ısısı daha uzun süre korunur.

49 .

(52)

Havadaysa durum çok farklıdır. Hava harika bir yalıtım yete­

neğine sahiptir ve ısıyı çok az iletir. Havanın sıcaklığı, hissedilen sıcaklık konusundaki faktörlerden sadece biridir. Bu konuda rüzgar ve havadaki nem oranı da önemli rol oynamaktadır.

Rüzgarsız ortamlarda, tenimizi saran ve sıcak havadan mey­

dana gelen bir bölge oluşur. Yani görünmez olan ve bizi sıcak tutan havadan yapılmış bir kıyafet giymiş gibi oluruz. Kuşların tüylerini kabartması ve bizlerin içi tüylü montlar giymemizin sebebi de budur.

Kendimiz ile dış ortam arasında ne kadar hava tutarsak, ısı kaybı o kadar azalır. Tüy ve kürkler rüzgarda bile içlerindeki havayı tutar.

Rüzgar estikçe bizi çevreleyen bu hava örtüsü zarar görür. Tenimiz sürekli olarak yeni ve soğuk havayla temas eder ve ısı sürekli olarak dışarı taşınır. Hava sıcakken bile cereyanda kaldığımızda üşütme­

mizin nedeni de budur.

Havanın nem oranı da hissedilen sıcaklığı etkilemektedir. Rüz­

garsız, kuru havada sıfırın altındaki on derece bize yağmurlu ve rüzgarlı havadaki beş dereceden daha sıcak gelmektedir.

Bunun tam tersi olarak yüksek nemli havada sıcaklık daha da çekilmez olur. Saunaya giden herkes, odaya buhar basıldığında ne kadar dayanılmaz bir sıcaklık olduğunu bilir. Çocukluğumu geçir­

diğim Hindistan'da, sıcak ve nemli geçen muson aylarının ne kadar dayanılmaz olduğunu hatırlıyorum. Havadaki nem oranı vücudu­

muzun soğutma sistemini bozacak kadar artar. Ter buharlaşmaz ve soğutma işlevini yerine getiremez. Geceleri bile sıcaklık otuz derecenin altına düşmez. Bu zamanlarda tüm yaşam bir uyuşukluk haline geçer ve sinekler bile yavaş çekimde uçuyormuş gibi görü­

nür. Sıcak, soğuktan daha zor katlanılan bir durumdur: Sömürge döneminde tüm İngiliz-Hint yönetimi sıcak Kalküta ve Delhi'den Himalayalar'ın eteğinde bulunan serin Shimla'ya taşınırdı. Demek ki ölçülen sıcaklık ile hissedilen arasında ciddi bir fark var!

so .

(53)

El ve ayaklanmiz neden bazen kar1ncalan1r?

1 2

Komik bir hisÜr: Uzun süre oturursunuz, ayağa kalkarsınız ve uyu­

şukluk hissinin kaybolmasının hemen ardından ayaklarınız karın­

calanmaya başlar. Teşhis, ''Ayaklarım uyuşmuş;' olur.

Rahatsız bir yerde oturup da bacaklarımızı hareket ettiremedi­

ğimiz ya da geceleri kolumuzun üzerinde yattığımız zamanlarda da benzer bir durum yaşanır. Kol ve bacaklarımız korkunç derecede karıncalanır ve uyuşur. Ne olmuştur?

Vücudumuz geniş bir sinir ağından oluşur ve bunlar vücudun farklı bölgelerinden beyne sürekli olarak sinyal gönderirler. Fizik­

sel his bu iletilen verilerin toplamından oluşmaktadır. Yanlış vücut pozisyonu bu sinir akışını kesebilir. Sinirler arasındaki akış, elektro­

kimyasal etkileşimierin toplamı olarak düşünülebilir. Bu akış düzenli ve kesintisiz olduğunda, beyin düzenli olarak veri sinyali alır ve kol ve hacaklar hissedilir. Beyne giden bu sinyal akışı kesildiğinde söz konusu sinirlerdeki uyarı yönetimi de kesildiğinden, kesintinin ol­

duğu bacak ya da kolumuzu hareket ettirmekte sorun yaşarız. Hiçbir şey hissetmeyiz. Normalde duyusal bilgileri uzuvlardan beyne ve beyinden de bedenin farklı bölgelerine ileten sinir akımı engellenmiş olur. Uzuvlar, bize ait değillermiş gibi gelir. Bazı durumlarda bu kesinti kan akışının kesilmesi nedeniyle de oluşabilir. Bu durumun uzun sürmesi kalıcı sorunlara yol açabilir, ancak bedenimiz tepki verir ve bize sinyal gönderir: "Lütfen pozisyon değiştir!"

Hareket ettiğimizde basınç ortadan kalkar. Kan, akınaya devam eder ve sinirlerin sinyal akışı da yeniden devreye girer. Ancak bu akış başlangıçta düzensiz seyreder ve sinirlerin kendilerini topadaması ve

s ı

(54)

sinyallerin düzene girmesi zaman alır. Bu düzelme evresinde beyne karışık sinyaller gider ve biz bunu karıncalanma ve batına olarak hissederiz. Akabinde sıklıkla bir yanma hissi de gelir.

Vücudumuzda birçok sinir yolu vardır. 'His' ya da 'hareket' bilgileri� farklı kalınlıklardaki sinir yollarından iletilir. Bunlar da birbiri ardına uyanır. Bu yüzden ayaklarımız uyuşuk olsa da tekrar hareket ettirebiliriz .

El ve ayaklarda hissettiğimiz karıncalanma gerçekte kafamızdaki bir karıncalanmadır. Ayrıca karnıınııda hissettiğimiz bir karınca­

lanma da vardır ancak bu farklı bir hikayedir ...

52 .

(55)

Tüyler neden diken diken olur?

1 3

Şunu hatırlarsınız: Öğretmen tahtaya bir şey yazar, tebeşir kayar ve iğrenç bir ses çıkarır. Bu ses yüzünden çoğu kişinin tüyleri diken diken olur. Bir müzik de aynı etkiyi yaratabilir, hatta bir örümceğin görüntüsü ya da bir fılmin sonu bile ... Tüylerin ürpermesi kontrol edilemez. Peki, bu durum neye bağlı olarak gerçekleşiyor? Her şeyden önce, heyecan ya da korkunun yanı sıra soğuk hava da aynı olguyu tetikler. Üst deri tabakası nokta nokta kabarır ve heyecan ya da stres nedeniyle terleme yaşandığında, bu ter sırtımızdan soğuk soğuk akar. Deriye yakından bakıldığında ince tüylerin havaya kalktığı görülür. Bu, derimizde var olan kıl kökü kaslarının kasılmasının bir sonucudur ve bunun ardından tüyler dikilir. Tüylerin dikilmesi hayvanları soğuktan korur, çünkü bu yolla tüylerin arasında bulunan hava yastığı kalınlaşır ve daha iyi bir yalıtım sağlar. Atalarımızın kalın postu, evrim süresince giderek ineelip ince tüylere dönüşmüş olsa da, bu refleks olduğu gibi kalmıştır. Kalın, sıcak bir post yerine bize kalan sadece çıplak bir ürpertidir. Üşüdüğümüzde tüylerimizin diken diken oluşu çok açık bir gerçektir. Duyguların da bazı insanların tüylerini diken diken edişinin nedeni bugüne dek bilimsel açıdan hclla açıklığa kavuşturulamamıştır. Görünüşte genetik faktörler bunda rol oynar, zira biri tahtaya tebeşir sürttüğünde çıkan ses yüzünden herkesin tüyleri ürpermez.

o 53 o

(56)

Referanslar

Benzer Belgeler

Dede Korkut Kitabı’nın popüler yayınları bağlamında bu dönemde Mustafa Rahmi’nin 1927 yılında Arap harfli Türk alfabesi ile yayımladığı Korkut Ata’nın

“Bilmem ki,” diye cevap verdi Simon, sonra da bir kez daha babasını düşündü.. Hatırasında onun, ne zevkliydi ama, dediğini

kristalleri taşla çarptım çoğu zaman içindeki en asi parçasını bulana kadar sabrımdan öteye gitmedi taşlar ve yoruldum artık tozlu aynalardan bırakıp elemleri

Basic components of water budgets are precipitation, evapotranspiration (the upward flux of water from the land surface to the atmosphere, a combination of evaporation from the soil

Ali Osman Karababa’nın konuyla ilgili çalışmasında, nikel madeni ve sülfürik asit fabrikas ının yaratacağı hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki sonuçlarına

Figure 26.7a Dehidratasyon Ekstrasellüler alandan sıvı kaybı 1 2 3 Ekstrasellüler sıvı osmotik basınç artar ekstrasellüler alana ozmozla sıvı geçer hücre su kaybeder,

Verileri daha hızlı okuyabilmek ve yorumlayabilmek için, tablo veya grafik yardımıyla düzenlememiz gerekir. Örnek: Sınıfımızda en çok sevilen renkleri belirleyelim. Ayşe

‹lk olarak K›r›kkale’nin Fen-Edebiyat Fakültesi kantininde ö¤rencilerle bulufltuk ve birkaç saat sonra bafl›m›za nas›l bir ifl açt›¤›m›z› çok