• Sonuç bulunamadı

Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ndeki Roma Dönemi Mezar Stelleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ndeki Roma Dönemi Mezar Stelleri"

Copied!
162
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ARKEOLOJİ ANA BİLİM DALI KLASİK ARKEOLOJİ BİLİM DALI

AKŞEHİR NASREDDİN HOCA

ARKEOLOJİ VE ETNOGRAFYA MÜZESİ’NDEKİ ROMA DÖNEMİ MEZAR STELLERİ

Saadet ÖZKADİF

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tez Danışmanı

Doç. Dr. Mehmet TEKOCAK

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Antik Çağdan günümüze ışık tutan geçmişin somut kanıtları olan mezar stelleri hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Her mezar bu toprağa basılmış bir mühür ve tarihe düşülmüş bir not olarak görülmelidir. Steller sadece bir mezarın ya da kişinin kimliğine değil, bir medeniyete, bir varoluşa şahitlik etmektedir. Bu bakımdan antik çağ malzemelerinin yok edilmesi, nüfus kayıtlarını silmek gibi bir barbarlıktır ve soykırımdır.

Yüksek Lisans tezime başlarken bu konuyu seçmemdeki amaç Müze envanterine kayıtlı olan stellerin (Kapı Betimliler hariç) daha önce çalışılmamış olması ve envanterlerindeki eksik ve yanlışların düzeltilmesi ile kataloglarının yapılmasıdır. Gelecek yıllarda Müze katalogları yapılması planlanan eserler içerisinde yer alan steller ile bunu biraz daha kolay hale getirmektir. Tez kapsamında değerlendirilen 44 adet stelin yazıtlı olanların bir kısmının epigrafik incelemeleri geçmiş yıllarda yapılmıştır. Bütün bunları betimleri açısından da incelemek ve diğer eserler ile birlikte değerlendirmenin daha iyi olacağını görülmüştür.

Tez araştırma sürecinde benden yardımlarını esirgemeyen ve Klasik Arkeoloji eğitimimin her aşamasında hem lisans hem de yüksek lisans öğrenimim boyunca destek olan danışmanım Sayın Doç. Dr. Mehmet TEKOCAK’ a, kaynak ve bilgi konusunda desteğini eksik etmeyen Sayın Arş. Gör. Dr. Nizam ABAY’a, arkadaşım Arş. Gör. Derviş Ozan TOZLUCA’ya ve meslektaşım Arkeolog Alpago Göksenin GÜZEL’ e teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca Konya Müzeler Müdürü Arkeolog Ömer Faruk TÜRKAN’a, Müze Müdür Vekilimiz Müze Araştırmacısı Sevcan KARAPIÇAK ve Sanat Tarihçisi İlhami ÇAKMAKCI’ya her türlü yardım ve katkılarından dolayı teşekkür ederim.

Hayattaki en büyük hazinem olan canım ailem, benimle sevinip benimle üzülen, herşeyde her anımda yanımda ve arkamda duran en büyük destekçilerim sevgili ANNE ve BABAMA sonsuz teşekkür ederim.

Saadet ÖZKADİF 2019

(5)

i

I-GİRİŞ ... 1

Çalışmanın Konusu ve Amacı ... 1

Çalışmanın Bölümleri ve İzlenen Metod ... 1

I.BÖLÜM ... 3 TARİHİ COĞRAFYA ... 3 1-PHILOMELION………3 2-TYRİAİON (ILGIN) ... 10 3-TUZLUKÇU ... 12 II. BÖLÜM ... 13

ROMA DÖNEMİ’NDE ÖLÜ GÖMME ... 13

III. BÖLÜM ... 19

MEZAR STELLERİ ... 19

3.1. Tympanonu Bezemeli Steller ... 25

3.1.1. Çiçek……….……….25 3.1.2. Kalkan………27 3.1.3. Çarkıfelek………..27 3.1.4. Figür………..27 3.1.5. Kartal……….28 3.1.6. Sepet………..28 3.1.7. İstiridye………..29 3.1.8. Belirlenemeyenler ………...29 İÇİNDEKİLER………....i ÖZET………..iv SUMMARY………..…..vi KISALTMALAR ………viii

(6)

ii

3.2. Tympanonu Bezemesiz Steller ... 30

IV. BÖLÜM ... 32

STELLER ÜZERİNDE GÖRÜLEN BEZEMELER ... 32

4.1. Bitkisel Süslemeler... 32

4.1.1. Akroterler………..32

4.1.2. Girland……….…………..33

4.1.3. Çelenk………35

4.1.4. Asma ve Sarmaşık Yaprağı………...36

4.2. Hayvan Figürlü Süslemeler ... 37

4.2.1. Kartal……….37 4.2.2. Köpek………38 4.3. Günlük Kullanım Eşyaları... 39 4.3.1. Ayna………..39 4.3.2. Tarak……….……….40 4.3.3. Sepet, İğ, Öreke……….………40 4.3.4. Orak-Keski-Kazma………41

4.3.5. Kağıt Rulo, Sytlus Kutusu, Diptykhon……….…….41

4.4. Mimari Süslemeler ... 43 4.4.1. Tabula Ansata………....43 4.4.2. Yumurta-Ok Dizisi………43 V. BÖLÜM ... 45 İKONOGRAFİ ... .45 5. Figürler ... .45 5.1. Erkek Figürleri……….45 5.2. Süvari………48 5.3. Kadın Figürleri……….49

(7)

iii 5.4. Medusa……….51 5.5. Büstler………...54 VI. BÖLÜM ... 57 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ... 57 BİBLİYOGRAFYA ... 60 KATALOG ... 73 HARİTALAR………...120 TABLO……….…123 LEVHALAR………..…...124

(8)

iv

ÖZET

Akşehir, Konya’nın 135 km. kuzeybatısında Konya-İstanbul karayolu ile Anadolu-Bağdat demiryolu üzerinde yer alan büyük bir ilçemizdir. Yüz ölçümü 855 km² , denizden yüksekliği ise 1020 m. dir. Kuzeyinde Yunak, güneyinde Doğanhisar, doğusunda Ilgın ve Haymana, batısında Yalvaç ve Isparta, kuzeybatısında Afyonkarahisar bulunmaktadır. Şehir merkezi Akşehir Gölü ile Sultan Dağları arasındaki düz bir alan üzerine kurulmuştur. İlçe ve çevresi önce Hititlerin (MÖ 1800-1200) sonra da Phryglerin (MÖ 1200-700) hakimiyetine girmiştir. Şehir, MÖ 546’da Lidyalıların idaresine girmiş hemen akabinde de MÖ 330’a kadar idaresi sürmüş olan Perslerin eline geçmiştir. Bunu Helenistik dönem mahalli satraplığı takip etmiştir. Akşehir MÖ 135- M.S. 395 tarihleri arasında Roma idaresinde kalmıştır. Tarihi kaynaklar şehrin adının Roma döneminde ‘Philomelion’ olduğunu yazmaktadır. Bu dönemi Bizans devri takip eder. Bugün Konya İli’ne bağlı bir ilçe merkezi olan Akşehir’de lokalize edilen Philomelion, Akşehir Gölü’nün güneyinde, Sultan Dağları’nın doğusundadır.

İnsanlık tarih boyunca yaşadıkları yerlerde kendilerine ait izler bırakmayı sevmiştirler. Mimarileri ve seramikleri ile günlük hayatlarının nasıl ve ne ölçüde şekillendiği konusunda önemli bilgiler edinebilmekteyiz. Topografik özellikleri ile hayatlarını ve yaşam biçimlerini oluşturan insanlık tarihinde bugün de çok fazla değişiklik olduğu söylenemez. Eski dönemde ne ise şimdi de o coğrafya da yaşayan insanların benzerlikleri bulunabilmektedir. Bunun en güzel ve güçlü kanıtlarından biri de mezar stelleridir. Antik çağdan beri devam eden mezarları işaretleme ve kime ait olduğunu gösteren en somut kanıt olan steller günümüzde de mezar taşları olarak devam etmektedir. Bir zamanlar burada yaşadıklarını ve bir parçalarının burada olduğunu kanıtlamak istercesine bıraktığı mezar stelleri aslında kişilerin sevdikleri insanlarla öldükten sonra bile koparmak istemediği bağları güçlendirmek adına yapılmış olmalıdırlar. Ayrıca steller üzerinde betimlenen figür ve motifler ile de ölümden sonraki hayat inancına sahip oldukları da görülmektedir.

Tez kapsamında Akşehir, çevre mahalle ve ilçelerden satın alma, nakil ve kurtarma kazılarıyla Müzeye kazandırılmış olan Roma Dönemi’ne ait mezar

(9)

v

stellerinin katalogları yapılmıştır. I. Bölüm’de kısmında Phrygia ve Pisidia sınırları içerinde kalan Philomelion antik kentinin tarihçesi anlatılmış, II. Bölüm’de Roma Dönemi’ndeki ölü gömme geleneklerine kısmen değinilmiştir. III. Bölüm’de Mezar stelleri hakkında bilgi verildikten sonra katalog kısmına geçmeden stellerin bir tipoloji oluşturulmuştur. Tipoloji stellerin biçim özellikleri ile alınlık kısmında yer alan rozetlere göre yapılmıştır. IV. Bölüm’de steller üzerinde görülen her betim ikonografik olarak açıklanmış ve tarihlendirilmeleri yapılmaya çalışılmıştır.

Tez kapsamında ilçe merkezi ve çevresinde bulunmuş olan Roma Dönemi’ne ait 44 adet mezar steli ele alınmıştır. Akşehir Müze Müdürlüğü envanterine kayıtlı olan ve Roma İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenen bu eserlerin, betimleme, biçimsel, ikonografik ve epigrafik incelemeleri yapılmıştır. Eserler MS 2 ve 3. yüzyıl ortalarına kadar bir tarih aralığına sahiptir.

(10)

vi

SUMMARY

Akşehir, 135 km from Konya. it is a large district located on the Konya-Istanbul Highway and the Anatolian-Baghdad railway to the Northwest. The face measurement is 855 km² and the height of the sea is 1020 meters. There are Yunak in the north, Doğanhisar in the South, Ilgın and Haymana in the East, Yalvaç and Isparta in the West, Afyonkarahisar in the northwest. The city center is built on a flat area between Akşehir Lake and the Sultan mountains. The district and its surroundings were dominated before by Hittites and then Phrygians. The city entered the administration of the Lydians in 546 BC immediately after that, it became the hands of the Persians who had taken the administration until 330 BC. This was followed by the Hellenistic period local satrap. Akşehir remained under Roman rule between 135 BC and 395 AD. Historical sources say that the name of the city was Philomelion in the Roman period. This period follows the Byzantine period. Today, in Aksehir, a district center connected to Konya province, Philomelion is located in the south of Akşehir Lake, east of the Sultan Mountains.

Humanity loves to leave traces of their own where they live throughout history. We can obtain important information about how and to what extent their daily lives are shaped by architects and ceramics. It is not possible to say that there are too many changes in the history of humanity that make up their lives and their ways of life. What happened in the Old period can now be the similarities of people living in that geography. One of the most beautiful and powerful evidence of this is the grave steles. Steles, which are the most concrete evidence showing who owns and marking the graves that have been going on since the ancient times, continue to be grave stones today. If he wants to prove that he once lived here and that some of his parts were here, the Tomb steles he left must have been built to strengthen the ties he didn't want to break even after he died with the people he loved. It is also observed that the figures and motifs depicted on stele and the belief in life after death. Within the scope of the thesis, catalogue of the Roman period tomb steles, which were brought to the museum by purchase, transfer and rescue excavations from akşehir, surrounding neighborhoods and districts, were made. I. Part of the section Phrygia and Pisidia within the borders of the history of the ancient city of Philomelion is

(11)

vii

explained, II. In the section, the burial traditions of the Roman period were partially mentioned. After informing about the grave steles in the III. section, a typology of steles was established without going to the catalogue section. Typology was made according to the Steles ' shape characteristics and the pins in the pediment section. In the fourth part, every script seen on the stele was explained as iconographic and it was tried to be dated.

Within the scope of the thesis, 44 grave stele belonging to the Roman period were uncovered in the vicinity of the district center. These works, which were recorded in the Akşehir Museum Directorate's inventory and dated to the Roman Imperial Period, have been examined in terms of depictions, stylistic, iconographic and epigraphic studies. The artifacts have a date range until the middle of the second and third centuries AD.

(12)

viii

KISALTMALAR

bkz. Bakınız cm. Santimetre F.Y. Figür Yüksekliği Har. Harita

H.Y. Harf Yüksekliği G. Genişlik K. Kalınlık Lev. Levha m. Metre M.Ö. Milattan önce M.S. Milattan sonra No. Numara Res. Resim Y. Yükseklik

(13)

1

I-GİRİŞ

Çalışmanın Konusu ve Amacı

Tez kapsamında, tarihlendirilmeleri ve envanter bilgilerindeki eksikliklerin giderilmesi ve doğrulanması amacıyla Akşehir Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi envanterinde kayıtlı olan Roma dönemi mezar stelleri çalışılmıştır. Akşehir Merkez ve köylerinden ayrıca Ilgın ve Tuzlukçu İlçeleri’nden getirilen eserler çalışma kapsamını oluşturmaktadır. Antik dönemde Philomelion olarak bilinen, Phrygia ve Pisidia sınırları içerisinde yer alan antik kentin, buluntuları ile bir Roma yerleşkesi olduğu yapılan Nekropol kazısı ile açığa çıkarılmıştır.

Müzeye gerek nakil, gerekse satın alma yoluyla müzeye kazandırılan eserlerin değerlendirilmesi ve tarihlendirilmelerinin yapılması amaçlanmıştır. Çevre bölgelerle karşılaştırılmalar yapılarak benzer örnekler bulunmaya çalışılmıştır. Tez kapsamında değerlendirilen stellerin tek tek incelenmesi amaçlanmıştır. Bu sayede bölgenin coğrafi, ekonomik ve kültürel özelliklerinin gün yüzüne çıkarılması öngörülmüştür.

Çalışmanın Bölümleri ve İzlenen Metod

Tez, tarihi coğrafya, Roma dönemi’nde ölü gömme gelenekleri, mezar stelleri, steller üzerinde görülen bezeme ve betimlemeler, ikonografi, değerlendirme- sonuç ve katalog kısmı ile yedi bölümden oluşmaktadır. Tez çalışmasında öncelikle literatür taraması yapılarak kaynaklar toplanmıştır. Tarihçe ve karşılaştırılmaların yapılabilmesi için gerekli dokümanların okumaları yapılmıştır. Tarihçe kısmında, Philomelion’un antik dönemde zaman zaman sınırlarının değişmesi sonucunda hem Phrygia hem de Pisidia sınırları içerisinde kaldığı görülmüştür. Antik yazarlar ışığında bunların saptaması yapılmaya çalışılmıştır. II. bölümde antik dönemde Roma’da ölü gömme geleneklerine değinilmiştir. III. bölümde mezar stelleri hakkında tanımlamalar yapılmıştır. Bu bölümde steller, tympanonu bezemeliler ve tympanonu bezemesizler olarak ikiye ayrılmıştır. Tympanonu bezemeli olan steller de, rozet çeşitlerine göre alt başlıklara ayrılmıştır. Benzer örnekler bulunarak karşılaştırılmalar yapılmış ve tarihlendirmeye yardımcı olacak unsurlar tespit

(14)

2

edilmiştir. IV. bölümde steller üzerinde betimlenen figür ve nesneler, bitkisel bezek ve bezemeler hakkında bilgiler verilmiştir. V. bölümde figürler ikonografik olarak incelenmiştir. VI. bölüm değerlendirme ve sonuç kısmıdır. Tez kapsamında değerlendirilen steller ana hatları ile yeniden gözden geçirilmiştir. VII. bölüm de kataloglar yer almaktadır. Eserin buluntu yerleri, ölçüleri, tanım ve döneminin yer aldığı, yazıtlarının okunabildiği kadarıyla aktarıldığı son kısımdır.

(15)

3

I.BÖLÜM

TARİHİ COĞRAFYA 1-PHILOMELION.

Batı Phrygia Eskişehir, Afyonkarahisar, Isparta, Bilecik, Kütahya ve Balıkesir’in kuzey kesimini içine almaktadır. Batı Phrygia’nın kültürel açıdan çekirdeğini Dağlık Phrygia, Küçük Phrygia ya da Phryg Vadisi olarak isimlendirilen bölgesi oluşturmaktadır1. Dağlık Phrygia’nın yanı sıra antik kaynaklarda Phrygia Epictetus ve Hellespontus Phrygia olarak adlandırılan yöreler ile Phrygia Paroreia2 olarak tanımlanan yöre de Batı Phrygia sınırları içerisindedir3

.

Phrygia Epiktetos: Hellen dilinde, “Özgür bırakılmış Phrygia” demektir.

Phrygia’nın Bergama krallarınca “kurtarılıp” kendi ülkelerine katılan kuzeybatı bölümüne Phrygia Epiktetos denmiştir (Strabon, 12 III 7 vs.)4

.

Phrygia Paroreios: Hellen dilinde, “Dağ dizisi boyunca uzanan Phrygia”

demektir. Emir Dağı ile Sultan Dağı arasındaki, Bolvadin’den Akşehir’e uzanan yüksek vadi bölgesini kapsar (Ramsay, 163, No: 99)5

.

“Phrygia Paroreios” olarak adlandırılan güney kesim yüksek bir platoya sahiptir ve Emir Dağı ile Sultan Dağı arasındadır ve Polybotos (Bolvadin)’tan Tyriaion (Ilgın)’a kadar uzanır6

. Strabon, burayı tarif ederken Holmi (Afyon/Çay) ile Tyriaion arası olarak tanımlar7

ve doğudan batıya doğru uzanan bir çeşit dağ silsilesine sahip olduğunu belirtir. Kuzeye doğru Philomelion (Akşehir) ve Pisidia yakınındaki Antiokheia bu bölgenin şehirleridir8

. Diğer şehirleri ise Prymnesos (Sülün), Euphorbium, Thymbrium (Doğanhisar), Juliopolis ve Dinae’dir9

.

1 Haspels, 1971: 20; Ramsay, 1960: 163 vd.; Ruge, 1941: 781 vd; Erdan, 2015: 12.

2 “Dağ dizisi boyunca uzanan Phrygia” anlamına gelen bu ifade Strabon tarafından Phrygia

Epictetus’un bir kısmı olarak betimlenmiştir. Strabon, Philomelion ve Pisidia yakınındaki Antiocheia’yı Paroreios’un kentlerinden saymaktadır (Strabon XII, 8, 577: 82 - Erdan 2015: 12).

3 Erdan, 2015: 12. 4 Umar, 1993: 663. 5

Umar, 1993: 663.

6 Ramsay, 1960: 163; Sevin, 2001; 198; Texier, 2002: 275. 7 Strabon, XIV, 29

8 Strabon, XII, 12 9 Berk, 2011: 42.

(16)

4

Paroreia; Phrygia’da Holmoi/Çay dolaylarında Sultan Dağları boyunca

uzanan etek ovasıdır (Strabon 14 II 29). Adı Hellen dilindedir. “Dağ boyunca uzanan bölge” anlamında kullanılmıştır10

.

Pisidia Bölgesi ise, kuzey ve kuzeybatısından Phrygia, güneybatıdan Lykia, Güneyden Pamphylia ile doğudan da Galatia ve Isauria ile çevrelenmiştir. Roma dönemi için Pisidia sınırlarını doğal yükseltilerin belirlediği görülmektedir. İsauria ve Galatia ile olan doğu sınırını kuzey-güney uzanımlı Sultan Dağları, Pamphylia ile olan sınırı Antalya düzlüğünün kuzeyinden geçen Toros dizisi, Phrygia ile olan kuzey ve kuzeybatı sınırını ise Karakuş Dağları belirlemektedir11

(Har. 1).

Bugün Konya İli’ne bağlı bir ilçe merkezi olan Akşehir’de lokalize edilen Philomelion, Akşehir Gölü’nün güneyinde, Sultan Dağları’nın doğusunda bulunmaktadır. Antik dönemde, Sultan Dağları ile bugünkü Afyonkarahisar/Emirdağ arasında kalan ve Paroreios Phrygia olarak adlandırılan bölümde yer almaktaydı12

. Phrygia, İlkçağın klasik dönemindeki anlayışına göre bir Anadolu parçasıdır. Ankara İli’nin güneybatı bölümü; Eskişehir, Kütahya, Afyon illerinin tümünü; Denizli ilinin kuzey yarımını ve hatta Konya ilinin kuzey parçasını kapsamaktaydı. Xenaphon, Anabasis’te İkonion/Konya’ yı, güneydoğuya doğru gidilirken uğranılan en son Phrygia kenti olarak niteler. Phrygia’nın çoğu bölümüne Hellenistik çağda Kelt/Galat halkı yerleştiği ve onların ülkesi olan yöreye artık Galatia dendiği halde, tarihsel bir alışkanlıkla, orası için dahi, Phrygia adının kullanılması süregelmiştir13

.

Başlangıçtan itibaren yaşama şartlarının son derece uygun olduğu, bulunan yerleşmelerden anlaşılan Akşehir (Antik Philomelion) ve çevresi, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un (Geographika XIV II, 29) da ifade ettiği gibi, Ege sahilini doğuya bağlayan yollardan birinin üzerinde önemli bir istasyon olmuştur. Strabon’un Helenistik ve Roma Çağı için verdiği bilgi, bu kesimdeki yerleşmelere baktığımızda

10

Umar, 1993: 640.

11 Philomelion’un lokalizasyonu hakkındaki ilk bilgi Leake tarafından verilmektedir. 1824 yılında

bölgeye gelen gezgin Philomelion’u bugünkü Ilgın olarak göstermiştir.(Leake, 1824:54-56) Ancak, kentin konumlandırılmasını doğru olarak yapan ilk araştırmacısı F.W.J. Arundell olmuştur. (Arundell,1834) Arundell’in görüşünü doğrulayan yazıt ise 1976 yılında T.Drew-Bear tarafından bulunmuştur (Tekocak, 2012: 28).

12 Strabon, 1993: XII, VIII: 14. 13 Umar, 1993: 663.

(17)

5

tarih öncesinin en erken dönemlerinden günümüze kadar olan zaman sürecinde de geçerli olmuştur14

.

Philomelion’un ne zaman ve kim tarafından kurulduğu üzerinde net bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca onun kuruluşundan önce, kurulduğu yerde, başka bir şehrin olup olmadığını da, varsayımlar ötesinde tam olarak bilinmemektedir. Muhtemelen MÖ 3. yüzyılda, Makedonya kökenli ve Philomelios adında bir yönetici tarafından kurulmuştur. Bu kişinin Seleukos kralı III. Seleukos Soter’in (MÖ 225-223) babası ya da oğlu olduğu düşünülmektedir15

. Phrygia kenti; şimdi Konya İli’ne bağlı ilçe merkez, Akşehir (Strabon, 12 VIII 14, 14 III 29). MÖ 3. yüzyılda Makedonia kökenli Philomelos adlı bir yerel bey tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Kentin adı, Philomelos sözcüğü ile Hellen dilinin “-yeri” anlamındaki –ion takısından türetilmiştir16

. Umar, yapmış olduğu çalışma sonucunda; Philomelion adının Hellen ağzına uydurulmuş Anadolulu bir ad olduğu ve Pa (Su; burada: Göl yani Akşehir Gölü ya da Pınar, yani Midas Pınarı/Ulupınar) Ela/İla (Geçit, Boğaz), uma (-halkı) wana (-sal, -ülkesi) ögelerinden türetilmiş Pilumana sözcüğüyle bağlantılı bulunduğunu varsaymaktadır. Hellenleşme döneminde ad, sonuna “-yeri” anlamında –ion takısı eklenmekle önce Pilumanion, son aşamada da Philomelion edilmiş olabilir. Pilumawana yukarıda sözü edilen türetiliş ögelerine göre, “Su Geçidi Halkının Yurdu” anlamındadır17

.

Philomelion’un kurulduğu yerde daha önce bir yerleşimin olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte çok önemli bir geçit olan bu kesimi kontrol edecek bir yerleşmenin olacağı varsayılmaktadır18

. Philomelion’un Antik yazar Ksenephon, Anabasis (I,2,13) isimli eserinde geçen Thymbrion şehrinin üzerine kurulmuş olabileceğini ifade etmiştir19. Ramsay bu kent adının yalnızca işaret edilen kaynakta geçtiği ve sonra da adına hiçbir kaynakta rastlamadığı gerekçesiyle bu düşünceye sahip olmuştur.

14 Özsait-Özsait, 2007: 587. 15 Ruge, 1938, 2521. 16

Umar, 1993, 661. Philomelion Maddesi.

17 Umar, 1993: 661. 18 Ramsay, 1923: XVI, 104. 19

(18)

6

Philomelion’un Akşehir’e lokalize edilmesini ilk kez, Anadolu’ya 1826 ve 1883 yıllarında gelen seyyah-araştırıcı F.V.J. Arundell önermiştir. Günümüzde Akşehir’e lokalize edilen Philomelion’un konumuyla ilgili açıklayıcı bir bilgiyi Strabon’da (XII VIII, 14 ) bulmaktayız: “ ... Frigya (=Phrygia) Paroreia doğudan batıya uzanan bir çeşit dağ silsilesine sahiptir ve onun eteklerinde her iki tarafa geniş bir ova uzanır ve onun yakınında kentler vardır; kuzeye doğru, Philomelion ve öte tarafta Pisidia yakınındaki Antiokheia denen kentler bulunur. Birinci kent tamamiyle ovadadır, halbuki öteki tepededir ve burada bir Roma kolonisi oturmaktadır…”

Bu duruma göre Philomelion, Sultan Dağları’nın göle bakan alçak yamaçları, etekleri üzerinde kurulmuş olmalıdır. Son kazılan Nekropol alanı da şehrin kuruluşuna göre Geç devir de olsa, kuruluş alanı hakkında bir bilgi vermektedir. Helenistik devirden sonra, Roma ile birlikte gelen barış ve huzur döneminde, diğer pek çok kentte olduğu gibi, yerleşme ovaya doğru genişlemiştir. Bir bakıma günümüzdeki Akşehir’in bir bölümü, Roma Çağı yerleşmesinin üzerine kurulmuş olmalıdır.

MÖ 6. yüzyıl ortalarında Anadolu’da Pers egemenliği söz konusudur. Perslerin Anadolu’daki egemenlikleri Büyük İskender’in MÖ 4. yüzyıl da Anadolu’ya girmesiyle son bulmuştur. İskender’in ölümünden sonra MÖ 307’de Antigonos Monophtalmos’un yönetimine giren Pisidia, MÖ 301 yılında İpsos Savaşı’nda galip gelen Seleukoslar’a bağlanmıştır. Pisidia Bölgesi, III. Antiokhos’u yenen Roma tarafından Apameia Antlaşması (MÖ 188) ile Bergama Kralı II. Eumenes’e verilmiştir20

. Seleukos Krallığı toprakları üzerinde bulunan Philomelion, bu devletin krallarından III. Antiochos’un MÖ 190 yılında yapılan Magnesia Savaşı’nda Roma ve müttefikleri olan Rodos ve Bergama’ya yenilmesinden sonra, MÖ 188 yılında imzalanan Apameia Barışı ile Bergama Krallığı’na verilmiş olmalıdır. Bergama’nın son kralı III. Attalos ölümünden önce, krallık topraklarını, vasiyetle Roma’ya bırakmıştır. Roma, bu topraklar üzerinde MÖ 129 yılında Asia Eyaleti’ni (Provincia Asia) kurmuştur. Roma, eyaletin kuruluşu sırasında yapılan

(19)

7

savaşlarda kendilerine yardımcı olan Pontos Kralı V. Mithradates’e Büyük Phrygia’yı mükafat olarak vermiştir. Bunun içinde bu bölgenin şehri olan Philomelion da olmalı. Ne var ki V. Mithradates’in MÖ 120 yılında ölümü üzerine, Pontos Krallığı’ndaki taht kavgalarından da cesaret alan Roma, bu bölgeyi Pontos Krallığı’ndan alarak, doğrudan Asia Eyaleti’ne bağlamıştır21

(Har. 2-Frend, 1956: 50).

Philomelion’un topografik konumu Bergama Krallığı’nın egemenliği döneminde kurulmuş olduğunu düşündürmektedir22. Bergama Kralı III. Attalos’un MÖ 133 yılında ülkesini Roma’ya bırakması ile bölgenin tamamı Roma’ya bağlanmış olmalıdır.

Roma’daki iç savaşlar öncesinde, belki de, Pontos Krallığı'nın yıkılışından sonra Pompeius'un düzenlemeleri sırasında, bu kesim Kilikia Eyaleti'ne bağlanmıştır. Zira Marcus Tullius Cicero’nun MÖ 51 yılında, Philomelion’da bir mahkemeye katıldığını biliyoruz. Pompeius-Caesar savaşının sonunda, Gaius Iulius Caesar (MÖ 48-44) döneminde ise, Philomelion ve çevresi yeniden Asia Eyaleti'ne bağlanmıştır. MÖ 25 yılında Galatia Kralı Amyntas’ın ölümü ile eyalet haline dönüştürülen Galatia’nın, sınırlarını bütün Pisidia’yı da içine alacak şekilde genişletildiği görülür. MS 74 yılında İmparator Vespasianus tarafından Lykia-Pamphylia eyaletinin sınırlarının yeniden düzenlenmesi sırasında Pisidia Bölgesi topraklarının bir bölümü Galatia’dan ayrılmıştır. Ancak bölgenin olasılıkla, Philomelion’un da içinde bulunduğu Paroreios Phrygia olarak adlandırılan doğu bölümü yine Galatia sınırları içinde kalmaktadır23

.

Roma İmparatorluğu'nda MS 235 yılında İmparator Severus Alexander'in ölümünden sonra başlayan ve giderek artan askeri anarşi ve buna bağlı olarak da yabancı toplulukların işgal ve istilası, yol kavşağında olan Akşehir ve çevresini ters yönde etkilemiştir. Özet olarak belirtmek gerekirse, bundan böyle diğer Anadolu

21

Ruge, 1938: 2521.

22 Ramsay, Bergama Krallığı Döneminde kurulmuş olan kentlerin ovada ya da yamaçta, ancak

savunma yapısı olmaksızın kurulduklarını, bunun da o dönemde bölgede görülen barış ve sükunet nedeniyle olduğunu ve Philomelion’un da kurulduğu alanı göz önüne alarak Bergama Krallığı Döneminde kurulduğunu ileri sürmektedir. Kentin Bizans Dönemi’nde ise kalın bir sur duvarıyla çevrelendiği arkeolojik kazılar sonrasında anlaşılmıştır (Demirci-Türkan-Salman, 1999: 350).

23

(20)

8

şehirlerinde de olduğu gibi refahın yerini fakirlik ve sıkıntı almış ve Philomelion, tarihinde bir daha, MS 235 yılından önceki huzur, refah ve zenginliği yakalayamamıştır. Philomelion, Diokletianus’un eyaletlerle ilgili olarak yaptığı düzenlemeler sırasında, MS 284 yılından sonra Pisidia Eyaleti'ne bağlanmıştır.

Lysimakhos ve Seleukos, Antigones’e karşı savaşmak için orduları bir araya getirmek için şu yolları kullanmışlardır: Seleukos, Kappadokia’dan Lykaonia üzerinden batıya doğru Phrygia Paroreios’a varmıştır. Kuzeyden gelen Lysimakhos ise Dorylaeum’a gelmiş ve buradan Phrygia’nın yüksek yerlerinin doğusuna düşen rotaya doğru ilerlemiş ve Phrygia Paroreios’ta Seleukos’la yolların kavşak noktası olarak adlandırabileceğimiz Polybotos (Bolvadin)’un güneyinde buluşmuşlardır. Bundan dolayı da Ipsos Savaşı’nın meydana geldiği yer muhtemelen Çay bölgesinde yer alır24

. Haspels, Lysimakhos’un Seleukos gelmeden önce Dorylaeum’un yaklaşık 80 km. uzağında kamp yapmasını ve yönünü doğuya çevirmesini ordunun gelebilecek yolun sadece doğu yönünde olmasına ve Suriye yolunu bağlayan noktanın bu yönde olmasına ve bu yoldan gelecek olan Seleukos’u beklemesine bağlar. Lysimakhos’u kovalayan durumdaki Antigones ise gözcü bir konuma sahip olan Kırk Kız Kale’yi seçer25

.

Ipsos’un yeri tam olarak bilinmemekle birlikte güney Phrygia’da bir yer olduğu kesindir. Ipsos ismi adını verdiği savaşla ilk kez duyulurken, Bizans Dönemi’nde coğrafyacı Hierokles’in “Synekdemos” adlı eserlerinde ve piskoposluk listesi olan “Notitiae Episcopatuum”da birkaç kez geçer. Savaş kaynaklarına göre bölge bir ova üzerinde kurulmuş olmalıdır ve birçok kişi Phrygia Paroreios’un kuzeybatısında olduğu konusunda görüş bildirmektedir. Phrygia Paroreios’un genişlediği günümüzdeki İshaklı (Sultandağı) ve Çay civarında olduğu öngörülmektedir 26

. Ayrıca Ipsos Savaşı Plutarch’ın Demetrius adlı eserinde bahsedilmektedir27. Honigman’a göre ise Ipsos Savaşı Afyon’un kuzeyine, 70 km.

24 Haspels, 1971: 149; Berk, 2001: 104. 25 Haspels, 1971: 151; Berk, 2001: 104. 26 Haspels, 1971: 148.

(21)

9

uzağındaki Sipsin kasabası civarında olmalıdır. Haspel bu bölgeye gitmiş fakat Helenistik Dönem’e ait ize rastlamamıştır28

.

Romalıların Anadolu’yu kontrol altına almasıyla birlikte var olan yollar Doğu-Batı arasında daha da yoğun kullanılmaya başlanmıştır29

. Roma Valisi Manius Aquillius tarafından Ephesus’tan başlayıp, Tralles üzerinden Laodikeia ve Apamea’ya uzanan “Kral Yolu” tamir ettirildi. Güneyde ise Cicero, eyaletini ziyaret etmek için Helenistik yolları kullanmıştır. Tralles ve Laodikeia boyunca uzanan, Apamea ve Philomelium’u geçerek ordusunun kamp yaptığı Ikonion’a gelir. Daha sonra ise Laranda ve Kybistra üzerinden Tarsus’a varmıştır30.

M. P. Charlesworth, Roma Dönemi’nde Anadolu’da kullanılan 3 ana yolu tarif eder: Birincisi, güneyden başlayan bir yoldur ve çıkış noktası Ephesus’tur. Gemi taşımacılığı için liman ve iskeleleri büyük bir alana sahiptir. Karayolu ile gelen ürünlerin toplandığı nokta olduğu için Anadolu’nun en büyük ve en zengin pazarıdır. Ephesos’tan başlayan yol “Zengin insanlarla dolu olan” Tralles’i geçerek içinde barındırdığı insanlara geçim kaynağı olan yumuşak, boyanmış yünü ile meşhur olan Laodikeia’ya Maiandros vadisi üzerinden ulaşır ve daha sonra Küçük Asya’nın ikinci büyük ticari kenti addedilen ve İtalya’dan ürünlerin geldiği Apameia’ya gelir. Bu yol, Philomelion (Akşehir)’den güneye doğru döner ve güzel yünleri ve meraları ve vahşi eşekleri ile meşhur olan Lykaonia topraklarını zikzak çizerek geçer ve Ikonion’a ulaşır. Laranda ve Kilikia kapıları üzerinden Tarsus’a geçilerek Antiokheia, ya da dağlar üzerinden Zeugma’daki Fırat’a ulaşılır. Bu güney yolu ticaret için zengin alternatiflere sahiptir31

.

Amyntas’ın MÖ 25 yılında Homanadlar tarafından öldürülmesi sonucu Roma, bölgede yeni düzenlemelere başlamıştır. İsaura Bölgesi ise bütün Dağlık Kilikia ile birlikte Kappadokia Kralı I. Arkhelaos’a verilir. Bölgede Romalılaştırma çabalarının da arttığı bu dönemde Lystra Kolonisi de kurulmuştur. Gerek korsanlar meselesi ve gerekse Homanadlar sorunu sebebiyle bölgeye yapılacak askeri operasyonları kolaylaştırmak için MÖ 6 yılında bölgede “Via Sebaste” olarak bilinen

28 Haspels, 1971: 149; Berk, 2011: 104. 29 Calder, 1925: 79-80.

30 Calder, 1925: 8; Berk, 2011: 108.

(22)

10

yol inşa faaliyetleri başladı. Pisidia Antiokheia’dan başlayan yol İsaura’ya kadar uzanmaktadır32

.

Philomelion Antik Kenti’nin adı yazılı kaynaklarda geçmektedir, fakat açıklayıcı bir ayrıntı yoktur33. Akşehir’de 1992 yılında, Akşehir-Atakent yönündeki yolun genişletilmesi sırasında mezar stellerinin yanı sıra bulunan ve bugün Akşehir Müzesi'nde olan bir mil taşı34

kentin adını vermektedir35. Yukarıda işaret ettiğimiz Ege sahilindeki kentleri, İkonion’a (Konya) bağlayan ticaret ve ordu yolunun, Philomelion'daki başlangıç noktasını işaret eden, Roma Çağı’na ait olan bu mil taşı üzerinde “Philomelium'dan Iulia'ya ilk mil taşı” yazısı yer almaktadır (Res. 1).

2-TYRİAİON (ILGIN)

Ilgın ve çevresi Roma devrinin başlangıcı ile beraber Asia eyaletinin bir parçası olan Phrygia Bölgesi sınırları içerisinde kalmaktaydı (Har. 3). Bu bölge ile ilgili 19. yüzyılın sonunda çok sayıda önemli analizler yapmış olan Coğrafyacı William M. Ramsay’a göre Strabon coğrafyası içerisinde Ilgın ve çevresi Paroreios Phrygiası sınırları içerisinde kalmaktadır. Bu bölgenin baş şehirleri Polybotos, Julia, Phliomelion ve Tyriaion’dur 36

. Bölgede özellikle 2000’li yıllardan itibaren yoğunlaşan epigrafik araştırmalar bölgenin Roma dönemi tarihi coğrafyası ile ilgili yeni veriler ortaya koymuştur37

.

Paroreios Phrygia’sı ile ilgili antik kaynaklarda en çok Tyriaion’un ismi geçmektedir. Tyriaion’dan bahseden en eski Hellen yazılı kaynak Xenophon’dur. Xenophon, Pers prensi Genç Kyros’un burada üç gün birlikleri ile beraber geçiridiğinden bahsetmektedir. Genç Kyros Ilgın ovasında bir geçiş töreni düzenlemiştir. Burada üç günlük bir yürüyüşten sonra “Phrygia’nın son kenti” olarak belirttiği Ikonion’a (Konya) varmıştır38. Antik yazar Xenophon’un belirttiği Tyriaion

32 Doğanay, 2009: 37. 33 Ruge, 1938: 2520 vd. 34 Env. No: 92-17. 35 Demirci-Türkan-Salman, 1999: 343. 36 Laflı, 2012: 482.

37 Bölgedeki önemli epigrafik çalışma Alan Hall tarafından 1977 yılında yürütülmüştür (Laflı, 2012:

482)

(23)

11

Ramsay’a göre Kadınhanı ile Ilgın arasında bir yerde olmalıdır39

. Strabon ise Tyriaion’a değinirken, Thymbrion’a (Akşehir İlçesi-Ulupınar Köyü) 1, Ikonion’a 2 oranında yer aldığı toplam mesafenin 1000 stadion yani 180 km. olduğuna işaret etmektedir. Tyriaion’un lokalizasyonu ile ilgili olaral 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Ramsay dışında Honigmann, Hamilton ve Ruge da görüş beyan etmişlerdir. Birçok yerel tarihçinin söylediğinin aksine Tyriaion Ilgın ilçe merkezinin antik ismi değildir. Epigrafların yaptığı araştımalarla Tyriaion’un bugünkü Mahmuthisar’ın 12 km. güneydoğusunda yer alan Durağan’da olduğu ileri sürülmektedir40

. Burada bulunan bir yazıta göre kente “polis” statüsü Pergamon Kralı II. Eumenes’in Tyriaionlulara gönderdiği ve üç parçadan oluşan bir yazıt mektuptan anlaşılmaktadır41. Tyriaion klasik dönem ve sonrasında “Tyropoion” ve “Antigous Kalesi” olarak isimlendirilmiş ve antik kaynaklarda hep bir kale ile beraber anılmıştır. Roma döneminde Tyriaion’un adının bir ara “Tiberioupolis” olarak anıldığı bilinmektedir42. Bugünkü Ilgın’ın bulunduğu yerde ise antik çağda “Lageina” isminde bir yerleşme bulunmaktaydı43; bu isim erken Bizans döneminde “Algounia”, Türkler döneminde ise “Ilgın” a dönüşmüştür. Anadolu’nun Orta, içbatı ve kuzeybatısında olduğu gibi Ilgın ve çevresinde de Roma döneminde Phryg dini geleneklerinin devam ettiği yapılan epigrafik çalışmalar ile anlaşılmıştır. Ilgın!ın kuzeyindeki Çavuşçu Köyü’nde bulunan Zeus Megistos adına kutsal taşra altarına adanmış üç adet yazıt bunun göstergesidir44. Ayrıca Byzantionlu Stephanos’un bildirdiğine göre Ilgın yakınındaki Meter Andeirene’ye ilişkin kutsal bir alan vardır45

(Res. 2). Zeus Megistos ve Meter Andeirene’ye ilişkin bu epigrafik veriler, Roma dönemi boyunca önemli bir tahıl üretimi ve sevkiyatı merkezi olan bölgenin,

39 Ramsay, A.g.e.: 461.

40 Kentin isminin yazılışı Klasik Helen epigrafları tarafından “Tyr(i)aion” olarak anılmaktadır.

Anadolu’da bir başka Tyriaion’da Pisidia-Lykia sınırında, antik Kabalia bölgesinde, Teke yakınındaki Kozağaç’ta bulunur (Laflı, 2012: 482.)

41Jonnes, Ricl, 1997: 1-30. 42 Laflı, 2012: 482. 43 Ricl, A.g.e. 108. 44 Jonnes, A.g.e. 376-377-379. 45

Ağalar Köyü’nde bulunmuş bir yazıtta Meter Andeirene’ye ilişkin olarak “Lageina’da oturan Kindurialı Menelaos’un oğlu Mamas tanrıların anası Andeirene emrine göre bu taşı koydu.” demektedir.

(24)

12

zirai ağırlıklı ekonomik durumuna paralel olarak ziraat koruyuculuğu da bulunan bu yerel Phryg tanrılarına saygı duyduklarını göstermektedir46

.

3-TUZLUKÇU

Konya İline bağlı ilçelerden biri olan Tuzlukçu; İl merkezinin kuzeybatısında Afyon il sınırında bulunmaktadır. İlçe, doğuda Ilgın, batıda Afyonkarahisar İli’nin Sultandağı İlçesi, güneyde Akşehir İlçesi ve kuzeyde ise Yunak İlçesi ile komşudur. İlçenin kuzeybatısında Akşehir Gölü bulunmaktadır.

Tuzlukçu İlçesi; Orta Anadolu Bölgesi’nin Konya Bölümü’nde Konya ili sınırları içerisinde ve Orta Anadolu Bölgesi’nden Ege Bölgesi’ne geçiş kuşağında bulunmaktadır. Burada yer alan Tuzlukçu Höyük ise, Reis kasabasının 2 km kuzeydoğusunda, Kocaş deresi havzasında yer alır. Özsait, yerleşmenin gerek akarsu gerekse tarım nedeniyle oldukça tahrip olduğunu ve höyüğün yüzeyinde Son Kalkolitik, İlk Tunç Çağı 2 ve Roma Çağı yerleşmelerine ait keramikler bulunduğunu belirtmektedir47

.

Tuzlukçu ismiyle ilgili çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte, bunlardan biri Tuz Gölü’ne giden Tuz Yolu’nda kervanların konaklama yeri olmasından dolayı, bir diğer rivayet ise arazinin kıraç ve ağaçsız olması nedeniyle sert esen rüzgârların kaldırdığı tozdan dolayı “Tozlukçu” denildiği zamanla da Tuzlukçu’ya dönüştüğü şeklindedir48 . 46 Laflı, 2012: 483. 47 Özsait, 2000: 65. 48 Ceylan- Dinç 2016: 530.

(25)

13

II. BÖLÜM

ROMA DÖNEMİ’NDE ÖLÜ GÖMME

Öleni anmak için mezar yaparak ona ulaşabilecekleri bir yer yapma düşüncesi, zaman içinde mezar kavramı ve çeşitli kültürlere ve dönemlere göre farklılıklar göstermiştir. Bu mezarlar toplumların sosyal ve kültürel yapılarını ve ölüme bakış açılarını incelemek açısından bir takım ipuçları sunarlar. En basit anlamda bir çukur açarak bedeni toprağa gömmekle başlayan süreç, zaman içinde anıtsal nitelikteki mezarlarında olduğu pekçok farklı tipte mezarın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ayrıca mezarlar aileler için, özellikle de aile mezarlıklarında kendi soylarını takip edebilecekleri ve övünç duyabilecekleri bir prestij mekanı niteliği de taşımıştır49

.

Antropolojik olarak ölü insan bedenlerinin ortadan kaldırılmasına ilişkin kültürel yollardan biri olan “Ölü Gömme” esas olarak toprak kazılarak ölü bedenlerinin kazılan çukura (mezara) bırakılması işlemi olarak tanımlanmaktadır50

. İnsanoğlunun, ölüsünü gömmeye başlaması ile bilinçsel gelişimi arasındaki paralellik dikkat çekici bir husustur. Konuyla ilgili Steven Mithen yapmış olduğu çalışmalarda bunu açıklamaya çalışmaktadır. Bu olgunun başlangıcı Mithen’in deyişiyle akıllar arasındaki engellerin kalkmasıyla aynı döneme denk gelmektedir. ‘…mağara resimlerindeki antropomorfik görüntüler ve insanların eşyalarıyla birlikte gömülmesi, Üst Paleolitik insanlarının doğaüstü varlıklara ve muhtemel yaşam ötesi hayatla ilgili inançlarına sahip ilk bireyler olduklarını göstermektedir51

. Ölü gömme gelenekleri, hayatta kalanların acısını dindirebilmek ve yaşayanların devam eden yaşama uyum sağlamaları için, dini inançlar ve dinsel törenlerle ölümü anlamlandırmak, ölümün toplum üzerindeki yıkıcı etkisini hafifletmektir52

.

Ölüden ve ölümden korkma pek çok toplumda mevcut olan ve önlemler alınan bir konudur. Özellikle ölünün bedeni ve zaman içinde çürümesininde yarattığı

49 Morris, 1989: 143; Kızıl, 2017: 34. 50 Emiroğlu-Aydın, 2003: 343-344. 51 Mithen, 1999: 200. 52 Danforth, 1982: 25-27; Eliüşük, 2016: 124.

(26)

14

durum bu korkunun merkezinde yer almaktadır53

. Eskiçağda insanlar doğada korktukları, anlam veremedikleri, önleyemedikleri varlık ve olayların tanrılar tarafından yapıldığına inanmaktaydılar. Dağ tepeleri, pınarlar, gök, ay, yıldızlar gibi gökyüzü cisimleri ile fırtına, şimşek gibi doğa olayları tanrıların bir göstergesi olarak algılanmaktaydı. Böylelikle eskiçağ insanları kendilerine bir kült yaratarak, bir nesneye veya bir varlığa tapma, sığınma ihtiyacı duymuşlardır. O yüzden sığındıkları varlıklara karşı kendilerini sorumlu hissetmişler, onlara tapınmak için mekânlar oluşturmuşlar, dinsel törenlerini aksatmamak ve yeryüzünü bereketli kılmak için de bazı görevler üstlenmişlerdir. Bu görevlerden bir kısmı da ölümle ilgili alanlar oluşturmaktadır54

. Ölü ve ölüme karşı duyulan korkunun kontrol altına alınmasına dair önlemler arasında nekropollerin şehir merkezlerinden uzak alanlara konması ve mezar anıtlarının çıkış yönlerinin evlerin olduğu tarafa bakmaması sayılabilir55

. Yunanlılar'ın ve Romalılar'ın inanışlarına göre ruh ikinci bir varlığa geçmek için yabancı bir dünyaya gitmiyor, insanların yakınında kalıyor ve yeraltında yaşamaya devam etmekteydi. Ölülerinin arkasından “iyi, kutsal ve mutlu” diye bahsetmişler ve “Manes” adını vermişlerdir. Cicero, onların bu hayatı bırakıp gidenler olduğunu ve bu insanları ilahi varlıklar olarak düşünmek gerektiğini söylemektedir: “Bu ilahların tapınakları, mezarlarıdır, tıpkı tanrıların tapınaklarının önündeki kurban altarları gibi, bu mezarların da önünde kurbanların kesilmesi için altarlar bulunmaktadır”. Yılın belli günlerinde her mezara yemek taşındığı, mezarların etrafının çiçek yapraklarından, çörek ve meyvelerden oluşan büyük çelenklerle çevrildiği, mezarın üstüne çiçekler yerleştirilip, süt, şarap bazen de kurban kanı eklendiği Ovidius ve Vergilius tarafından anlatılmıştır. Plutarkhos ise, Roma mezarında ölünün kullanması için culina bulunduğu ve buraya süt, şarap, parfüm ve kurban kanı sunulduğunu aktarmaktadır56

.

Antik çağda ölen kişinin mezarında yaşadığına inanılmaktaydı. Bu sebeple ölen kişiler elbiseleri, günlük hayatta kullandıkları kapları, silahları, süs eşyaları gibi öbür dünyada ihtiyacı olabileceğini düşündükleri nesnelerle gömülmekteydiler.

53

Kızıl, 2017: 34.

54

Çevik, 2000: 6; Saraçoğlu: 2005: 327; Ökse, 2005: 2.

55

Arıhan, 2007: 16; Kızıl, 2017: 34.

56

(27)

15

Mezarların üstüne ölünün susuzluğunu gidermesi için şarap dökmüş ve açlığını gidermesi yemekler koymuşlardır. Daha erken dönemlerde ise nadiren de olsa ölen kişiye hizmet etmesi için kölelerini öldürerek yanına gömmüşlerdir57

. Arkaik Dönem’de Kıta Yunanistan’dan gelen Aiol ve Ion menşeli halkların damgasını vurduğu Batı Anadolu kültüründe birçok mezar tipi ve gömü biçimi standart hale gelmiştir. Benzer bir biçimde mezarlara bırakılan hediyelerin de, bazı istisnalar dışında standart tipler olduğu söylenebilir. Hellenistik ve Roma dönemlerinde de Batı Anadolu'da aynı durumun devam ettiği bellidir. Bununla beraber özellikle nüfusun da artması ile birlikte orta ve alt sınıfların ihtiyacını karşılayacak yeni mezar tipleri ortaya çıkmıştır58

.

Romalılarda ölümden sonra ruhun varlığının devam etmesi, eski ve köklü bir inanıştır59. Yazılı ve arkeolojik olarak elimizde bulunan Roma dönemi ölüm sonrası yaşama dair düşüncelere ait delillerin büyük bölümü MÖ 1. yüzyıl sonrasına aittir. Daha önceki dönemlerle ilgili olarak Plautus (MÖ 200-184) temel otoriterlerdendir. Plautus “Mosteellaria” eserinde; ölülerin ruhlarının hayatta olanların yaşam alanlarını ziyaret edebileceğini belirtmektedir. Onun dizelerinden iki tanesi de cehennemin onların döneminden önce ölenlerin ruhlarına kapalı olduğu ifade edilmektedir60. Roma Cumhuriyet Dönemi’nin başları ve ortalarında ise Cicero’daki bir metinden o dönemde ölülerin bir bütün olarak kutsal görüldüğü, aralarında hiçbir ayrım yapılmadığını ve tamamının ata olarak saygı gösterildiği belirtilmektedir. Plautus’da eğer gereğince ölülerin gönülleri hoş tutulursa, ölülerin soyundan gelenlere yardım edeceğini, ancak ilgisiz bırakılır ve ihmal edilirlerse kin güderek zarar verme kudretine sahip olduklarını belirtir61. Bu inanç çerçevesinde Roma Cumhuriyet Dönemi’nde cenaze törenlerinin ne denli önemli olduğu anlaşılmaktadır62

.

Varlıklı Romalılar hem Erken İmparatorluk Dönemi’nde yani MÖ 1. yüzyılın sonları ve MS 1. yüzyılda, hem de MS 2. yüzyılın başlarında kendileri, aileleri ve

57 Uğurlu, 2000: 361. 58 Özden, 2018: 51. 59 Toynbee, 1971: 34; Eliüşük, 2016: 125. 60

Toynbee, 1971: dipnot 73; Eliüşük, 2016: 125.

61

Toynbee, 1971: 35; Eliüşük, 2016: 125.

(28)

16

köleleri için, kısmen de azat ettikleri köleleri için mezar yapıları yaptırmaktaydılar. Bunların dış duvarlarında, bazen de içlerinde de mezar kabartmalarına yer verildiği de görülmüştür63

. Mezarın kendisi, ölünün belli zamanlarda ikamet ettiği yer olarak görülmektedir. Mezarlar, antikçağ düşüncesine uygun olarak, Romalılar için de ölünün hayattakine göre daha başka ve daha iyi yaşam süreceği evdir; yani hem ölü hem de ailesi için bir ev karakteri taşımaktadır. Bu nedenle ölünün yanına giysiler, yiyecekler, para, silah, mesleki aletler, hanımlar için kozmetik malzemeler, çocuklar için de oyuncaklar bırakılırdı64

.

Antik mezarlıkların bize gösterdiği kadarıyla ölüler şehri eşitlikçi bir yer değildir. Ölümün arkeolojik ve antropolojik incelemesi, bizlere ölülere yaklaşımın statü gösterimleri ile yakından ilişkili olduğunu bizlere göstermektedir. Bir Roma Mezarlığı anıtsal mousoleumlar, cenotaphia (bahçeli mezarlar) ya da resmi devlet mezarları, columbarialar’daki (urneler için nişleri olan mezarlar) gösterişli gömüleri ve kentin alt tabakaları için toplu gömülerin yapılacağı katakompları içermektedir. Roma döneminde de ölüm, basit bir olay olarak algılanmamıştır. Cenaze törenlerine ve adetlerine büyük önem verilmiştir. Ünlü Romalıların ölümlerinde uygun cenaze törenleri yapılmış, ölü maskeleri takılmış ve cenaze nutukları gibi çeşitli uygulamalar ile ölüye verilen değer gösterilmeye çalışılmıştır65

.

Romanın kırsal kesimlerinde zengin veya fakir Romalılar, birbirinden uzakta ve basitlikten çok gösterişliye kadar farklı mezarlarda kremasyon ya da inhumasyon ile gömülmüşlerdir. Ancak Roma kentlerinde, ölüler kamuya ait nekropol içine gömülmüş ve bu nekropoller kentin çevresinde konumlanmıştır66. Cicero’nun kanunlar ile ilgili eserinde de belirttiği üzere Roma kanunları kentin mezarlık bölgesinin, kent surlarının dışında yer alması konusunda çok katıdır67

.

Roma’ya bağlı topraklar içinde tek bir yörede birden çok gömme adetlerine görülmektedir 68

. İtalya’da İtalya gelenekleri, başka yerlerde özellikle doğu eyaletlerinde ise Roma öncesi yerel gelenekler belirleyici olmuştur69. Cicero ve

63 Koch, 2001: 1. 64 Eliüşük, 2016: 125. 65 Küçükefe, 2011: 57. 66 Toynbee, 1971: 95; Yazıcı, 2014: 40. 67 Hope, 1977: 103; Yazıcı, 2014: 40. 68 Koch, 2001: 1. 69 Altjohann, 2001: 195; Eliüşük, 2016: 126.

(29)

17

Plinus’a göre inhimasyon, Roma’daki temel gömme biçimidir. Ancak 12 Tablet Kanunu’na göre her iki âdetin de MÖ 5. yüzyılda yan yana uygulandığı bilinmektedir70.

Anadolu’nun bazı bölgelerinde inhumasyonun yanı sıra kremasyon gömü de kullanılmıştır. Örneğin Efes’te MÖ 1. yüzyıldan MS 2. yüzyıl arasına tarihlenen çok sayıda ossuary, kremasyonun varlığını gösterir niteliktedir 71

.Cumhuriyet Dönemi’nde ve İmparatorluk Dönemi’nin başlangıcında ölüleri yakmak adetti. Başlangıçta küllerin saklanmasında pek sade mahfazalar kullanılmaktaydı. Augustus Dönemi’nde, varlıklı aileler mermerden urnalar yani ufak küpler kullanmaya başladılar. Bu küpleri kabartmalarla süslediler. Ölülerin küllerinin toprak kaplarda saklandığı mezar odalarında ya da mezarlıklarda, anıt olarak mezar sunakları dikilirdi. Bu sunakların “kül sunağı” diyeceğimiz bir çeşidinde küllerin konulması için çukur bir bölüm mevcuttur. Mezar binalarının duvarlarının gerek iç gerekse dışında mezar kabartmaları yapılmaktaydı72

.

Roma’nın Anadolu ile ilk ilişkilerini izleyen zaman içinde ve MÖ 133-34 yılını izleyen Roma Asya eyaletinin kurulmasıyla, Anadolu’da var olan ölü gömme geleneklerinin devam ettiğini ve Anadolu’nun Romalılaşma sürecinde de hem yerel hem de Romalıların İtalya’dan getirdiği bazı uygulamaların Anadolu’da giderek yer ettiğini görmekteyiz. Roma gömü geleneği ve uygulamaları Anadolu’da hem bir şekilde devamlılık göstermiş hem de değişikliğe uğramıştır. Romalı yerleşimciler beraberlerinde getirdikleri gelenekleriyle başkentin tarz ve motiflerini yansıtan anıtlar yaptırmış; bununla beraber Helenleşmiş İonya kıyılarında ya da dağlık bölgelerdeki mezar anıtları, köklü yerli geleneklere bağlı olarak inşa edilmeye devam etmiştir73

.

Roma İmparatorluğu’nun eyaletlerinde birbirinden farklı adet, görenekler ve mezar tipleri bulunmaktadır. Örneğin Atina’yı ele alırsak, orada mezar kabartmaları yaygınken; Anadolu’da bazı yörelerde yoğun olarak kabartmalı mezar stelleri ile aynı zamanda osthotekler yani çekmece biçiminde “kemik mahfazaları”, bazen de

70 Küçükefe, 2011: 58. 71

Cormack, 2004: 109; Thomas-İçten, 1999:549-554; Eliüşük, 2016: 128.

72 Koch, 2001: 12.

(30)

18

lahitler kullanılmıştır74

. Roma Dönemi’nde görülen bu mezar çeşitliliği, mezarların süslenmesinde görülen çeşitlilik de eklenince mezarlara verilen önemde anlaşılmaktadır75

.

Roma dönemindeki mezar taşlarında büyük çoğunlukla sadece ölenin ve taşı yaptıranın adı ve öldüğü yılki yası yer almaktadır76. İçerdikleri bilginin çok fazla bir derinlik taşımaması nedeniyle kendi başına mezar taşları ve mezar stellerinin yorumlanması Roma dönemi ölü gömme adetlerini detaylı biçimde anlamamızda yeterli olmayacaktır 77 . Roma mezar taşları ve ilintili anıtlar Roma İmparatorluğu’ndaki demografik yapıyı aydınlatmak için yeterli olmamakta ancak toplumdaki sosyal statüyü ve sosyal hareketliliği tespit etmek için bilgi verici olmaktadır. Roma’da özgürlüğe kavuşan köleler pek çok haklara sahip olabilmektedirler ancak yine de doğuştan özgür Romalılar ile ayrılan bazı sosyal sınırlamaları mevcuttu78. Yazılı taşların sayısı MS 1. yüzyılda artmaya başlamış 2. yüzyılda zirve noktasına ulaşmış ve son olarak 3. yüzyılda ise düşüşe geçmiştir.

74 Koch, 2001: 2. 75 Küçükefe, 2011: 63. 76 Morris, 1996: 156; Küçükefe, 2011: 62 77 Morris, 1996: 201; Küçükefe, 2011: 62. 78

(31)

19

III. BÖLÜM

3. MEZAR STELLERİ

Stel, kelime anlamı olarak dik duran, dörtgen işarettir79

. Mezar stelleri mezar üzerine dikilen uzunca, dörtgen levha ya da blok şeklinde taşlardır. Stel üzerinde ölüyü tanıtan yazı ya da kabartma resim ya da her ikisi de bir arada bulunur80

.

Yüzeyi düzleştirilmiş dikdörtgen şekilde kesilen taşlardan yapılan steller, üzerinde bulunan betim ya da yazıtlarla belli bir maksada hizmet ederek ölümsüzlük halinin simgeselleştirilmesi amaçlanmış ve ölü kültünün vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Adak, mezar taşı, onurlandırma, sınır taşı, vb. olarak dikilmiş olan mezar stelleri, mezar sahibinin hayatı, mesleği gibi birçok bilimsel veriyi üzerinde barındırmaktadır81

.

Antik dönemde steller birçok farklı amaç için kullanılmış olup başlıca; yasa, onurlandırma, adak ve mezar uygulama alanlarıdır. Kullanım amacına bağlı olarak onurlandırma steli yapıyı, yasa steli bir forumu ya da kamusal yapıyı, adak steli bir kutsal alanı, mezar steli ise ölen kişinin gömülü olduğu alanı işaret eder. Antik dönemde mezarların işaretlenmesi için mezar stelinin dikilmesi en sık başvurulan yöntemlerden biridir. Çeşitli tip ve bezeme unsurlarına sahip bu nesneler genellikle yerel taşlardan ya da mermerden, çeşitli şekillerde yapılmıştır82

.

MÖ 10. yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan mezar stellerinin kısa bir tarihi gelişimi belirli örneklerle açıklanmıştır. Mezar stellerinin yapılış amaçları, genel yapısı ve üzerlerine işlenmiş olan figür ve betimler ayrıntılı olarak incelenmiştir. Yunanistan’da Geometrik Dönem’de doğadan alınan ya da kabaca şekillendirilen taş levhalar mezarları belirlemek amacıyla kullanılmıştır83. Bu döneme ait örneklerin üzerinde figür yoktur. Bu nedenle bilinen en basit örnekler MÖ 10. yüzyılda Geometrik Dönem’de görülür84. Fazla değişikliğe uğramadan MÖ 8. yüzyılın içlerine kadar kullanılmıştır. Başlangıçta ölen kişi ve adak eşyaları mezara konulduktan sonra

79 Johansen, 1951: 68 dn.1; Çelik, 2017: 15. 80 Karagöz, 1984: 7.

81 Şahin, 2000, 1; Tekçam, 2007, 210; Aldemir, 2017: 13. 82 Çelik, 2017: 15.

83 Richter, 1971: 9; Boardman, 2001:181- Meral, 2016: 145. 84 Kurtz-Boardman, 1971: 56.

(32)

20

üzeri kapatılmaktadır. Üst kısmına ise kaidesi hafifçe toprağa gömülen büyükçe bir vazo ve bunun yanına işlenmemiş basit bir taş dikilmiştir85. Bu dikilen taşlar oldukça dar ve sade olup üzerine herhangi bir kabartma işlenmemiştir. Mezar kültünün vazgeçilmez ögelerinden biri olan mezar stellerinin bugün bilinen tiplerine yakın ilk örneklerine de Miken Çağı’nda rastlanmaktadır. Ancak MÖ 7. yüzyılın sonlarında üzerinde erkek figürü işli Paros stelinde olduğu gibi basit kabartma figürlerle karşımıza çıkar86. Bundan sonra yüzyıllar boyu kesintisiz olarak dönemin heykel stiliyle paralel bir gelişim gösteren mezar stelleri bugün heykeltraşlık kronolojisinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir87

.

Taş ya da mermer başlangıçta oldukça basit, uygarlığın geliştiği kültürlerin belirli bir noktaya geldiği dönemlerde ise düzgün kesilip en ince ayrıntısına kadar düzeltilip işlenmekte ve insanlar öldükten sonra günümüzde olduğu gibi mezarlarının başına dikilmekteydi. Üzerine figürlerin işlendiği, kişinin yaşantısı boyunca çok sık kullandığı eşyaların tasvir edildiği ya da yazıtlarla geride kalanlara bilgilerin verildiği taşlar bir yerde o kişinin ölümsüzlüğünü simgelediğinden her dönemde kullanılmıştır.

Mezar stelleri genelde, ölüyü tanıtan figür, motif veya ölen kişinin portresinden oluşur. Bazılarının ise orta kısmında veya altta yazıtları yer almaktadır88. Bunların yardımıyla en eski halkları, onların kültürel, sosyal ve ekonomik yaşamları hakkında fikir edinebilmekteyiz. Bu nedenle mezar stelleri acıklı bir olay gibi değil, yaşamış eski kültür ve uygarlıkların günümüze ulaşan belgeleri olarak bakmalıyız.

MÖ 510 yılına kadar her alanda en parlak dönemini yaşayan İonia, mezar steli yapımı konusunda Attika’nın gerisinde kalmıştır. Fakat MÖ 510 yılında Atina’nın başına gelen Kleisthenes, mezar lüksü yasağını getirince Attika ağırlığını kaybeder 89 . MÖ 5. yüzyılın ortalarına doğru stellerin kabartma yüzeyleri

85 Kübler, 1939: 429; Johansen, 1951: 69; Kurtz-Boardman, 1971: 179, Fig.4.51; Richter, 1961: 9. 86

Şahin, 2000: 1.

87 Meral, 2016: 145. 88 Şahin, 2000: 2.

89 Johansen, 1951: 120; Akurgal, 1961: 271; Richter, 1961: 5;, Hiller, 1975:15; Pfuhl-Möbius,

(33)

21

genişlemeye başlar. Buna paralel olarak da figürler daha geniş bir alana yayılır90 . Yüzyılın sonlarına doğru ölçü olarak büyük yapılan stellere, tapınak ve konut mimarisi görünümü verilmeye başlanır ki bu sayede bu döneme kadar sadece figürlerin kabartma olarak işlendikleri stel yüzeyine farklı bir konu mimari girmeye başlamıştır91

. Geometrik ve Erken Arkaik Çağlarda Attik mezar stelleri kaba ve şekilsiz taş bloklar halinde yapılıyordu. Böyle taş mezar steli örnekleri Atina, Eleusis ve Thera’da bulunmuştur92

. Modern yapılar da devşirme olarak kullanılan mezar stelleri/taşları şekil olarak kareye yakın ve dikdörtgen formdan oluşmakta, süsleme ve kabartma alanı düzenlemesi ile yer verilen kabartma ve bezemeler yönünden belli bir standardizasyon göstermemektedir93

.

Tek yönlü olarak kullanılan mezar stelleri/taşları tıpkı ostotek gövdelerinde olduğu gibi zengin betim özelliklerine sahiptir. Üzerlerinde mezar sahibi, yakınları ve mezar sahibinin hayatta iken yaptığı işlerle ilgili betimlemeler görülen stellerde mezar sahibinin adı ile ilgili ifadeler içeren yazıtlara da çoğunlukla rastlamaktayız94

. Mezar stellerinin/taşlarının bazıları yukarıdan aşağıya doğru daralmakta ve alt kısımlar bir yuvaya veya toprağa oturtulduğu için genellikle bezemesiz bırakılmıştır. Kaya mezarlarında yer yer görüldüğü gibi steller üzerindeki kadın figürlerinde sağ kol dirsekten kırılarak göğüs üzerine getirilerek ‘Pudicitia’ tipi oluşturulmaya çalışılmış, erkek figürleri ise daha çok ‘Dioskurides’ tipinde verilmiştir. Figürlerde genellikle chiton ve hymationdan oluşan iki tür giysi görülür. Erkek figürlerinde elbise diz kapaklarına kadar inerken, kadın figürlerinde elbise genellikle ayak uçlarını kapatacak şekilde verilmiştir. Figürler oldukça sade olarak işlenmektedir95

.

Roma İmparatorluğu eyalet sanatı olarak Phrygia mezar stelleri başlıca iki tipe ayrılır:

1-İnsan Kabartmalı Steller: Yan yana duran kadın-erkek figürü, aralarında

yer alan çocukları ile gerçek aile tablosu canlandırılmaktadır. Bazen de karı-koca büstlü ya da mitolojik figürlerde stele resmedilmiştir. Alınlık üzerine kartal motifi ise

90 Boardman, 2001: 183. 91 Fuchs, 1969: 490. 92 Karagöz, 1984: 7. 93 Doğanay, 2009: 51. 94 Doğanay, 2009: 48. 95 Doğanay, 2009: 50-51.

(34)

22

tanrıların tanrısı Zeus’un simgelerinden biridir. Roma çağı Phrygia stellerinde çok sık rastlanılan saban motifi, Phrygia halkının tarıma dayalı yaşamından bize örnek sunmaktadır96

.

2-Kapı Betimli Mezar Stelleri: Ahşap kapı taklidi olarak taşa işlenmiş olan

stellerdir. Dört ya da altı gözlü kapı kanatları iri taş blok üzerine yapılmıştır. Düzgün olan yüzde günlük yaşamda kullanılan eşya motifleri resmedilmiştir. Steller üzerindeki iki yanı dişli tarak, bugün de birçok yörede kullanılmaktadır. Saç firketesi, koku şişeleri, tarak, ayna, küçük sandık, iğ-ağırşak-öreke, yün sepeti, sandalet, bardak ve sehpa motifleri de steller üzerinde sıkça görülen bezeme çeşitleridir. Bu motiflerden başka kapı tipli mezar stelleri97

üzerinde hemen her örnekte mutlaka kilit kasası ile anahtar resmedilmiştir98

.

Tez kapsamnda incelenmiş olan mezar stellerinin tümü üçgen alınlığa sahiptir. Bu yüzden alınlıklı mezar stellerinin tarihçesi ve özelliklerine de değinilmiştir.

Mezar stellerinde alınlık kullanımı Arkaik Dönem’den itibaren karşımıza çıkmaktadır99

. Mezar stellerinde üst bitiş olarak alınlığın kullanılması, her ne kadar ilk örneklerine Arkaik Dönemde rastlıyorsak da, bir kural olmuştur. Resim alanlarının kenarlarını sınırlayan silmeler, MÖ 420 yılından başlayarak, alınlığı taşımak için kullanılmışlardır100. Böylece alınlık stelin üst bölümünü sınırlamak görünümünden kurtularak esere naiskos havası kazandırır101

. Kıta Yunanistan ve Küçük Asya’da karşılaşılan “Alınlıklı Mezar Steli” formu pek çok merkezde yoğun olarak ele geçmiştir. “Alınlıklı Mezar Steli” tipinin özellikle Helenistik Dönem’den itibaren Küçük Asya’da yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir102

.

Üçgen, özellikle Phrygia’daki kaya anıtlarında Ana Tanrıça kültü ile bağlantılı olarak kadının dişilik organını temsil eder. Genel itibariyle özellikle distyl

96 Karagöz, 1984: 10. 97

Akşehir “Kapı Betimli Steller” için Bkz. Aldemir 2017.

98 Karagöz, 1984: 10. 99

Neumann, 1979: a.g.e. 31, Taf. 17a; Çelik, 2017: 15.

100

Neumann, 1979: 48; Şahin, 2000: 2.

101

Şahin, 2000: 2.

(35)

23

in antis tapınakları model alan sütunlu kaya mezarlarında görülen üçgen alınlık gerçekten de bu plandaki bir tapınağı model almıştır. Doğanay’a göre bu bilinçli veya bilinçsiz modellemenin kaynağında kayalarla özdeşleştirilen bilhassa Phryg Ana Tanrıçası’nın dişiliğinin kayaya simgesel yansıması vardır103

.

Alınlığın orta kısmında süsleme amaçlı rozet, disk, vb. motif veya figürler kullanılmaktadır. Rozetler genellikle çiçek şeklinde tasvir edilirken, disk tasvirlerinin omphalos mu yoksa kalkan motifi mi olduğunu net bir şekilde söylemek güçtür. Orta kısımda her iki yanda sütun ya da plaster olarak tanımlanabilecek iki kabartma ile sınırlandırılan bir alan bulunmaktadır. Ayrıca stellerin her iki yanında uzanan plaster veya sütunu andıran; alınlığı tutuyormuş izlenimi yaratan kabartmalar yer alır. Bu haliyle tipolojik olarak bir yapının ön cephesinin şematize edilmiş halini andırmaktadır. Girland, üzüm salkımı, insan figürleri ve yazıt bu bölümde görülmektedir. Alt kısım stellerin yüzey ile temas ettiği bölümdür ve ayrıntılı işlenmemiştir. Alınlıklı mezar stellerinde gruplandırmayı sağlayacak en önemli farklılık, orta kısımda mevcuttur. Bunun sebebi, gruplandırmayı ayırt edici unsurların bu kısımda yer almasından kaynaklanmaktadır104

.

Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait çeşitli bölgelerdeki alınlıklı mezar stellerine baktığımızda farklı bezemelere ve biçimsel özelliklere sahip oldukları anlaşılmaktadır. İsaura’dan ele geçen bir örnekte alınlığın yalnızca hatlarının verildiği ve stelle aynı zemin yüksekliğine sahip olduğu görülmektedir105

. Konya Taşkent’ten ele geçen bir mezar stelinde ise yanlarda İon başlıklı sütunlar alınlığı taşımaktadır106. Farklı bölgelerdeki bu uygulamalar, Alınlıklı Mezar Stelleri’nin bölgesel değişikliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte alınlıkta akroter kullanımı ve alınlığı süsleyen motiflerde benzerlikler bu stellerin benzer noktasıdır107

.

Stelleri biçimsel olarak benzerlikler gösterse de kendi içinde farklı bir tipolojiye sahiptir. Örneğin, yanlarda plaster kullanımı, akroterde kullanılan motif

103

Doğanay, 2009: 86.

104 Çelik, 2017: 18.

105 Scarborough, 1991: 83-84, Res. 22-24- Çelik, 2017: 17. 106 Baldıran, 2007: 32, Res. 14.- Çelik, 2017: 17

(36)

24

çeşitleri farklılıklar gösterebilmektedir. Bu sebeple tek bir tipin genel ve yerel farklılıklar ortaya koyabilmesi açısından incelenmesi hedeflenmiştir108

.

Tapınak görünümlü/cepheli stellerde, üçgen alınlığın oturmasını sağlayan yan plasterler işlenmiştir. İsaura Bölgesi kaya mezarlarında üçgen alınlığın ortasına genellikle kılıç/kalkan, Medusa başı, süvari, yılan ve kartal bazen de bir yazıt kazındığı görülmektedir109

.

Üçgen alınlıklı steller işleniş teknikleriyle kendi içlerinde farklılık göstermektedirler.

1-grup steller: Akroter ve alınlıklar sanki çerçeve içerisine alınmış gibidir;

başka bir deyişle üçgen alınlığın arkasında fon gibi durmaktadır110

. Çalışma kapsamında stellerin bir kısmını bu steller oluşturmaktadır111

.

2-grup steller: Alınlığın içerisine yerleştirilen rozetlerle ayrılırlar. Mezar

stellerinde mimari elemanlar dışında kalan alanın, çoğu zaman çeşitli bezeme örnekleri ile doldurulduğunu görmekteyiz112. Tympanon kısmı boş olarak bırakılan yalnızca Kat No:10 ve Kat No: 11’ dir. Ayrıca üst tarafı kırık olduğu için anlaşılamayan Kat No: 8 ve Kat. No: 37 stellerin alınlıkları hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.

Mezar stelleri arasında en yaygın grubu tapınak cepheli steller oluşturmaktadır. Bu tür stellerde İon-Dor veya Korinth mimarisi taklit edilmeye çalışılmıştır. Zaten steller üzerinde mimariye sadık kalma düşüncesi daha çok Helenistik dönemde egemendir. Roma dönemi stellerinde ise genellikle ayrıntıya girilmediğinden alınlık, epistyle ve anteler verilmiş ancak çoğunlukla estetik olarak naiskos cephesi gerektiği kadar vurgulanmamıştır113

. Erken alınlık taşları üzerinde genel olarak alınlığın ortasında bir nesne yer alır. Bu nesne genellikle bir phiale,

108 Çelik, 2017: 18. 109 Doğanay, 2009: 87 110 Saraçoğlu, 1997: 20. 111 Kat No: 14, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 25, 27, 28, 29, 31, 32, 34, 35, 36, 41, 42. 112 Kat No: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44. 113 Saraçoğlu, 1997: 22.

Şekil

figür  betimlenmiştir.  Sağda  betimlenen  figür  soldakine  göre  biraz  daha  kısa  yapılmıştır

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu bölümde çalışanların işlerinden, iş arkadaşlarından ve amirlerinden memnuniyetleri, iş güvencesi algıları, iş güvencesinden memnuniyetleri, örgütsel

Reklam, belirlenen hedef kitle doğrultusunda vaadin iletilmesi için hazırlanan mesajlar bütünü olarak, hedef kitlenin tüm üyeleri tarafından farklı şekilde

Özel banka çalıĢanlarının yüzde 63,2‟ nün kamu bankası çalıĢanları gibi alınan eğitimlerden en önemlisini zorunlu eğitim programı olarak görmekte, yüzde

Bu sonuçlara göre mevcut uygulanan tek girişli dönümlü U havalandırma sisteminde yüksek ocak direnci ve hava debisi, yüksek ocak basıncı yaratmakta ve önerilen

The relations of the Middle Euphrates region with Mezraa Höyük and Ebla have been increased towards the end of the Early Bronze Age which had become obvious

Bishop skoru için >4, servikal aç›kl›k için >0 cm olmas›,do¤um flekli öngörüsünde eflik de¤er olarak olarak al›nd›.Yapt›¤›m›z ça- l›flmada Bishop

Optical properties of P6NPs were characterized with UV-Vis and fluorescence spectroscopy and compared with P6 polymer in THF and P6 polymer film as shown in Figure 47.. For

一、研究對象的身體活動量平均值為 17067.6 MET-min-wk,絕對身體活動量平 均值為 1591.1 Kcal/day。身體活動分類以工作身體活動量最高,平均值為