• Sonuç bulunamadı

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

© T.C. Adalet Bakanlığı, 2013. Bu gayriresmi çeviri, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme'yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığına atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

İKİNCİ DAİRE

MURAT ÖZDEMİR / TÜRKİYE DAVASI

(Başvuru No. 60225/11)

KARAR

STRAZBURG 15 Nisan 2014

İşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.

(2)
(3)

Murat Özdemir / Türkiye Davası’nda, Başkan,

Guido Raimondi, Yargıçlar,

Işıl Karakaş, Peer Lorenzen, Nebojša Vučinić, Helen Keller, Paul Lemmens, Egidijus Kūris,

ve Daire Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımıyla, Daire olarak toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire), 25 Mart 2014 tarihinde gerçekleştirdiği müzakereler neticesinde, yukarıda belirtilen tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:

USUL

1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (60225/11 No.lu) davanın temelinde, T.C. vatandaşı olan Murat Özdemir’in (“başvuran”) 25 Temmuz 2011 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme'nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru bulunmaktadır.

2. Başvuran, İstanbul’da görev yapan Avukat S. Türkdoğru tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”), kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.

3. Başvuran, Sözleşme’nin 5. ve 8. maddelerinin ihlal edilmesinden şikâyet etmektedir.

4. Başvuru, 31 Ağustos 2012 tarihinde Hükümet’e tebliğ edilmiştir.

(4)

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

5. Başvuran, 1975 doğumludur ve Gaziantep’te ikamet etmektedir.

6. Yapılan bir suç duyurusunun ardından, organize suçlarla mücadele ekipleri, organize bir çete tarafından tehditle para gasp edilmesi ve suç örgütü oluşturma olaylarıyla ilgili olarak soruşturma başlatmıştır.

7. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine, 3 Ekim 2006 tarihinde, aynı bölgenin Sulh Ceza Mahkemesi’nde görev yapan Hâkim, suç örgütü bulunduğu gerekçesiyle açılan soruşturma çerçevesinde dört cep telefonunun üç ay boyunca dinlenmesine izin vermiştir.

8. Aynı mahkemede görevli bir hâkim, 9 Ekim 2006 tarihinde, aynı soruşturma çerçevesinde altı cep telefonunun dinlenmesine izin vermiştir.

9. Yapılan dinlemeler, özellikle polis memuru olan başvuran ile zanlılar arasında geçen konuşmaların kaydedilmesine imkân vermiştir.

10. Aynı mahkemeden bir hâkim, 16 Ekim 2006 tarihinde, birçok zanlı tarafından ziyaret edilen kamuya açık yerlerin ve iş yerlerinin dört haftayla sınırlı bir süre boyunca, ses ve video kaydı altına alınmasına ve teknik denetime tabi tutulmasına karar vermiştir.

11. Başvuranın da aralarında bulunduğu birçok kişi, aynı tarihte, yakalanarak gözaltına alınmışlardır. Polis raporlarına göre, ilgililer tehditle para gasp ederken ve kaçırırken suçüstü yakalanmışlardır.

12. Başvuran, gözaltına alındıktan sonra, 19 Ekim 2006 tarihinde, mahkeme tarafından verilen bir kararla tutuklanmıştır.

13. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde öngörülen suçların kovuşturmasında uzman olan Dairesi, 25 Ocak 2007 tarihinde, aralarında birçok polis memurunun da bulunduğu diğer on kişi ile birlikte başvuranı da, organize çete oluşturarak suç örgütü

(5)

oluşturmak, adam kaçırmak ve alıkoymak ile tehditle para gasp etmekle suçlamıştır. Dava dosyası, İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir dairesine tahsis edilmiştir.

14. Başvuran, 28 Aralık 2010 tarihli duruşma sırasında, tahliye edilmesini istemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, ilgilinin atılı suçları işlediğine dair makul nedenlerin devam etmesi sebebiyle, daha önce düzenlediği duruşmalar sırasında aldığı kararlarda olduğu gibi, bu talebi reddetmiştir.

Ağır Ceza Mahkemesi, bir sonraki duruşma tarihini, 19 Nisan 2011 olarak belirlemiştir.

15. Başvuran, 3 Ocak 2011 tarihinde, tahliye talebinin reddedilmesi kararına karşı itirazda bulunmuştur. Başvuranın yaptığı bu itiraz, dava dosyası inceledikten sonra 3 Şubat 2011 tarihli bir kararla Ağır Ceza Mahkemesi’nin diğer bir dairesi tarafından reddedilmiştir.

16. Hâkimler, 19 Nisan ile 21 Haziran 2011 tarihlerinde düzenlenen duruşmalar sonunda, yeniden başvuran hakkında makul şüphelerin devam etmesine dayanarak, başvuranın tutukluluk halinin devamına karar vermişlerdir.

17. Hâkimler, 17 Ekim 2011 tarihinde, ilgilinin tahliye edilmesine karar vermişlerdir.

18. Dava, Ağır Ceza Mahkemesi önünde halen derdesttir.

II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI

A. Telefon Dinlemeleri

19. Telefon dinlemeleri konusundaki düzenleme, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135. maddesi ve ardından gelen hükümlerde yer almaktadır.

20. CMK’nın 135. maddesi aşağıdaki gibidir:

(6)

1. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya geç kalınmasında sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı, kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.

2. Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.

3. Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası […] , tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. Ancak, [suç] örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde hâkim, bir aydan fazla olmamak üzere sürenin, [bununla birlikte] müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.

21. Bu maddenin 6. fıkrası, - arasında suç örgütü kurma suçunun da bulunduğu- dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin tedbirlerin uygulanabileceği suçların listesini belirtmektedir.

22. CMK’nın 137. maddesi aşağıdaki gibidir:

1. 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden (…), telefonun dinlenmesi (…) işlemlerinin yapılmasını istediğinde (…), bu istem derhâl yerine getirilir; (…). İşlemin

(7)

başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.

2. 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir.

Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir.

3. 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir.

4. Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç on beş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.

B. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri

23. Olayların meydana geldiği tarihte yürürlükte olan CMK’nın 250.

maddesinde, organize suç çetesi oluşturma ile terörizmin de içinde bulunduğu bazı suçların, genellikle “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri”

olarak anılan Ağır Ceza Mahkemeleri’nin konu hakkında uzman dairelerinin yetkisinde olduğu öngörülmektedir. CMK’nın 251. maddesinde, bu suçların soruşturulmasının özel yetkili bir daire tarafından yürütülmesi gerektiği belirtilmektedir. Soruşturma işleminde adli bir yetki gerektiğinde, bu yetki, özel yetkili ağır ceza mahkemesi hâkimi nezdinde talep edilmelidir. Ancak, bu tür mahkemelerin kurulmadığı bölgelerde, soruşturma işlemlerine ilişkin

(8)

talepler normal olarak yetkili bir hâkime yani sulh ceza mahkemesi hâkimine sunulmalıdır.

C. Tutukluluk Süresinin Aşırı Uzun Olduğu Durumlarda Ödenen Tazminat

24. Tutukluluk süresinin aşırı uzun olduğu durumlarda ödenen tazminata ilişkin hüküm, Demir / Türkiye Davası’nda ((kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 51770/07, 16 Ekim 2012) belirtilmektedir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME

I. SÖZLEŞME’NİN 5. MADDESİNİN 3. FIKRASININ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

1. Başvuran tutukluluk süresinden şikâyet etmektedir ve şikâyetine dayanak olarak Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasını ileri sürmektedir:

" Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir yargıç (…) önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir."

26. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.

A. Kabul Edilebilirlik Hakkında

27. Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini ileri sürmektedir.

Somut olayda olduğu gibi, ihtilaflı tutukluluğun sonlanmış olması dolayısıyla, tazminat elde edilmesinin uygun bir telafi yolu teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Hükümet, bu konuyla ilgili olarak, Demir / Türkiye

(9)

Kararı’na ((kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 51770/07, 16 Ekim 2012) atıfta bulunmaktadır.

28. Hükümet, başvuranın Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141.

maddesinin d) bendine dayanarak, tazminat talebinde bulunmanın mümkün olduğunu ancak, söz konusu talepte bulunulmadığını ileri sürmektedir.

Hükümet, Yargıtay’ın bu maddeyi ve aynı kanunun 142. maddesini, aşırı uzun tutukluluk süresi gerekçesiyle, tutuklu bulunan veya bulunmuş olan herkes için tazminat talebinde bulunmaya imkân verecek şekilde yorumladığını belirtmektedir. Hükümet, bu bağlamda iddiasını Yargıtay’ın 4 Nisan 2012 ve 15 Mayıs 2012 tarihli iki kararında yer alan şu ifadeye dayandırmaktadır: "Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin tazminat ödenmesine imkân verdiği bazı koşullarda, davanın esası hakkında nihai bir karar verilmesini beklemek gerekli değildir. Söz konusu talep, davanın sonucuna bağlı olmadığında ve verilecek karar üzerinde etkisi olmadığında, nihai bir karar verilmeden önce sunulabilmektedir. "

29. Mahkeme, ihtilaflı tutukluluğun sona erdiği andan itibaren tazminat elde edilmesinin, etkin olarak uygun bir telafi yolu teşkil ettiğini hatırlatmaktadır.

30. Başvuranın tutukluluk halinin sona ermiş olması dolayısıyla, Hükümet tarafından belirtilen yola başvurmasının, kendisine tazminat elde etme imkânı verip vermeyeceği hususunun incelenmesi gerekmektedir.

31. Bu bağlamda Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu metnine göre, söz konusu yola, ancak davanın esası hakkında nihai bir karar verildikten sonra başvurulabileceğini gözlemlemektedir. Hâlbuki somut olayda, dava yerel mahkemeler önünde halen derdesttir. Bu husus, mevcut somut olayı Demir /Türkiye Davası’ndan ayırmaktadır.

32. Mahkeme, Yargıtay’ın, aynı durumda bulunan başka bir somut olayda, davanın sonlanmış olması koşulunu zorunlu tutmadığı iddiasına ilişkin olarak, söz konusu iddianın yargı kararlarıyla desteklenmediği kanaatine varmaktadır. Şayet Hükümet, Yargıtay’ın iki kararında ortaya

(10)

konulan ilkeden bir beklenti içerisinde olduğunu belirtmekteyse, aşırı uzun niteliğe sahip bir tutuklamanın, Yüksek Mahkeme’nin belirttiği "koşullar"

arasına girdiğini gösteren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Hükümet tarafından sunulan 4 Nisan ve 15 Mayıs 2012 tarihli kararlar, tutuklamanın ardından en kısa zaman zarfında hâkim karşısına çıkarılmama gerekçesiyle tazminat talep edilmesine ve halen derdest olan bir dava çerçevesinde maruz kalınan tutukluluk süresinin aşırı niteliği için tazminat ödenmemesine ilişkindirler.

33. Hükümet’in, somut olayda olduğu gibi henüz davanın esası hakkında nihai bir karar bulunmadığında, söz konusu başvuru yolunun etkin olup olmadığını gösteren herhangi bir karar sunmaması sebebiyle, Mahkeme, öne sürülen kabul edilemezlik itirazını reddetmiştir.

34. Mahkeme, bu şikâyetin, Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi anlamında, açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve herhangi bir kabul edilemezlik gerekçesiyle bağdaşmadığını tespit ederek, şikâyetin kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

B. Esas Hakkında

35. Başvuran, tutukluluk süresinin aşırı uzun olduğu kanaatindedir.

36. Hükümet, Mahkeme’nin konu hakkındaki yerleşik içtihadının

"bilincinde" olduğunu belirtmektedir.

2. Mahkeme, ihtilaflı tutukluluğun beş yıl sürdüğünü gözlemlemektedir.

3. Yerel mahkemelerin, kuvvetli suç şüphelerinin varlığına ve devam etmesine dayanarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına karar verdiği dava dosyasında bulunan unsurlardan anlaşılmaktadır. Genelde bu koşul, doğru bir etken teşkil edebilmekteyse, sadece söz konusu durumda, başvuranın bu kadar uzun bir zaman boyunca tutuklu bulundurulmasını somut olayda haklı gösterebilir. (McKay / Birleşik Krallık [BD], No. 543/03, § 44, AİHM

(11)

2006-X, Idalov / Rusya [BD], No. 5826/03, § 140, 22 Mayıs 2012 ve Ali Hıdır Polat / Türkiye, No. 61446/00, § 28, 5 Nisan 2005).

4. Mahkeme’ye göre, somut olayda davanın esasına bakan hâkim tarafından kabul edilen gerekçeler, "ilgili" ve "yeterli" olarak değerlendirilemezler; bu durumda, başvuranın davasının ivedilikle yürütülmesi gerektiği konusunun ayrıca incelenmesi gerekmemektedir.

5. Dolayısıyla Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

II. SÖZLEŞME’NİN 5. MADDESİNİN 4. FIKRASININ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

6. Başvuran tutukluluk halinin yasal olmadığını ileri sürebileceği etkin bir başvuru yolunun bulunmadığını iddia etmektedir. Başvuran, tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlara karşı itirazının incelenmesinin sonucunda, bir duruşma gerçekleştirilmediğini eklemektedir (şikâyetin ilk kısmı).

Hükümet görüşlerine cevaben sunduğu görüşlerde başvuran, adli makamların, kendisine göre ulusal mevzuatın adli makamları zorunlu tuttuğu gibi, tutukluluk halinin devamının gerekli olup olmadığını otuz gün içerisinde re’sen incelemediklerini ileri sürmüştür (şikâyetin ikinci kısmı).

Başvuran şikâyetini desteklemek için, Sözleşme’nin 5. maddesinin 4.

fıkrasını ileri sürmektedir, bu hüküm aşağıdaki gibidir:

"Yakalama veya tutuklu durumda bulunma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir."

7. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.

8. Mahkeme, şikâyetin birinci kısmına yani, duruşma yapılmadığına dair iddiaya ilişkin olarak, ilgilinin tutukluluk haline karşı itiraz etmek için bir hâkim tarafından etkin olarak dinlenme hakkı bulunmasının, Sözleşme’nin

(12)

5. maddesinin 4. fıkrasından doğan ilk güvence olduğunu hatırlatmaktadır.

Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının c) bendinde belirtilen koşullarda tutuklanan kişiler için, Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrası, bir duruşma gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır (Nikolova / Bulgaristan [BD], No.

31195/96, § 58, AİHM 1999-II, Svipsta / Letonya, No.66820/01, § 129, AİHM 2006-III, daha önce anılan Idalov, § 161 ve Włoch / Polonya, No.27785/95, § 126, AİHM 2000-XI).

9. Mahkeme ayrıca, belirli koşullarda, özellikle ilgilinin, tahliye talebini bir mahkeme karşısında bir defa dile getirebildiğinde, Sözleşme’nin 5.

maddesinin 4. fıkrasından ayrılamayacak usuli gereklere riayetin, ilgilinin yeniden bir mahkeme karşına çıkarılmasını zorunlu kılmadığını hatırlatmaktadır (Rahbar-Pagard / Bulgaristan, No. 45466/99 ve 29903/02,

§ 67, 6 Nisan 2006, Depa / Polonya, No. 62324/00, §§ 48-49, 12 Aralık 2006 ve Saghinadze ve diğerleri / Gürcistan, No.18768/05, § 150, 27 Mayıs 2010). Mahkeme, Türkiye’deki gibi bir hukuk sisteminde, tutuklu kişinin, davanın ya da soruşturmanın her aşamasında bir tahliye talebinde bulunabildiğini ve belli bir sürenin geçmesini beklemeksizin talebini yineleyebildiğini, her itirazın incelenmesi sırasında bir duruşma gerçekleştirme zorunluluğunun, ceza muhakemesini bazı durumlarda geciktirebileceğini daha önceki kararlarında da tespit ettiğini hatırlatmaktadır. Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fıkrasından doğan davanın kendine özgü niteliğini ve özellikle ivedilik gerekliliğini göz önünde bulundurularak, bir duruşmanın yapılmasının, her türlü itiraz başvurusu için zorunlu olmadığı kanaatindedir (Altınok / Türkiye, No.

31610/08, §§ 53-54, 29 Kasım 2011).

10. Mahkeme, somut olayda, başvuranın tahliye talebinin, dava dosyası incelendikten sonra 3 Şubat 2011 tarihinde reddedildiğini tespit etmektedir.

Başvuran, bu tarihe kadar bir ay, altı gün boyunca bir hâkim karşısına çıkarılmamıştır. Dolayısıyla, başvuranın bu kadar uzun süren bir zaman dilimi boyunca hâkim karşısına çıkarılmamasının, bir duruşma

(13)

gerçekleştirilmesini gerekli kılıp kılmayacağı hususunun incelenmesi gerekmektedir.

11. Mahkeme, bu konuyla ilgili olarak, Öner Aktaş / Türkiye Davası’nda (No. 59860/10, §§ 45 à 49, 29 Ekim 2013) benzer bir şikâyetin kabul edilemez olduğuna karar verdiğini gözlemlemektedir. Söz konusu kararın somut olayla ilgili olan kısımları aşağıdaki gibidir:

"46. Mahkeme, Ağır Ceza Mahkemesinin 28 Aralık 2010 ve 19 Nisan 2011 tarihli duruşmalar sonunda başvuranın tutukluluk halinin devamına karar verildiğini saptamaktadır. Başvuran tarafından bu kararlara karşı yapılan itiraz başvuruları, 14.

Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosya üzerinden incelenmiş ve sırasıyla 3 Şubat 2011 ile 23 Mayıs 2011 tarihlerinde reddedilmiştir. Başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yukarıda anılan kararların verilmesinden, sırasıyla bir ay, altı gün ve bir ay, dört gün önce hâkim huzuruna çıkarılmıştır.

47. Bu sürelerin, Mahkeme’nin daha önce incelenen davalar çerçevesinde (bk., diğerleri arasında, Çatal / Türkiye, No. 26808/08, § 41, 17 Nisan 2012 - yirmi dokuz günlük süre -, ve Koçhan / Türkiye, (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 3512/11,

§ 26, 11 Eylül 2012 - üç haftalık süre -) gözlemlediği sürelerden daha uzun olmasına rağmen, Mahkeme, somut olayda kendisini farklı bir sonuca götürecek herhangi bir neden görmemektedir. Mahkeme, esasen itiraz başvurularına konu olan tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların, ilgilinin davanın esası hakkında karar vermeye yetkili hâkimlerin huzuruna düzenli aralıklarla çıkarıldığı yargılama aşamasında verildiğini tespit etmektedir. Mahkeme, Ağır Ceza Mahkemesinin, birinci derece mahkemesi olarak tahliye talepleri hakkında karar verdiği duruşmalarda, başvuranın hazır bulunduğunu ve tutukluluk halinin devamını haklı gösteren delil unsurlarına uygun şekilde itiraz etme imkânına sahip olduğunu kaydetmektedir (bk., bu anlamda, Altınok / Türkiye (No. 31610/08, §§ 54, 29 Kasım 2011). Ayrıca başvuranın durumuna ilişkin olarak, itiraz başvurularının incelenmesi sırasında, duruşmaların yapılmasını gerekli kılan bir niteliğin bulunduğu, iddia edilmemiş ya da saptanmamıştır.

48. Aynı zamanda davanın koşulları dikkate alındığında, AİHM, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 3 Şubat ve 23 Mayıs 2011 tarihlerinde itiraz başvurularının

(14)

incelenmesi sırasında, duruşma yapılmasının gerekli olmadığı kanısındadır.

Taraflardan hiçbirinin bu başvurulara ilişkin yargılamalara sözlü olarak katılmaması nedeniyle yalnızca duruşmaların yapılmaması dolayısıyla silahların eşitliği ilkesinin ihlal edilmediğini belirtmek gerekmektedir."

12. Mahkeme somut olayda farklı bir sonuca varmak için herhangi bir sebep bulunmadığını gözlemlemektedir. Dolayısıyla, şikâyetin bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3.

fıkrasının a) bendi ve aynı maddenin 4. fıkrası uyarınca reddedilmesi gerektiği kanaatine varmıştır.

13. Mahkeme, şikâyetin ikinci kısmında belirtilen tutukluluk halinin devamının gerekliliğinin re’sen incelenmesiyle ilgili olarak, bu şikâyetin, ilk olarak 29 Nisan 2013 tarihli görüşlerde, yani başvuranın tahliye edilmesinden altı ay sonra ileri sürüldüğünü gözlemlemektedir. Dolayısıyla, şikâyetin bu kısmının da, sözleşme’nin 35. maddesinin 1. ve 4. fıkrası uyarınca, kabul edilemez olduğuna karar vermek gerekmektedir.

III. SÖZLEŞME’NİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

49. Başvuran, savcılığın mahkûmiyetini talep etmesi için esas aldığı telefon dinlemelerinin yasadışı olduğunu ve bu durumun Sözleşme’nin 8.

maddesine aykırı olduğunu iddia etmektedir.

50. Hükümetin görüşlerine cevaben sunduğu görüşlerinde başvuran, mevzuata uygun olması için söz konusu dinlemelerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yetkili dairesi tarafından talep edilmesi ve dinlemelere Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesince karar verilmesi gerektiğini belirterek ilk şikâyetini açıklamaktadır.

51. Hükümet, başvuranın iddialarını kabul etmemektedir.

52. Öncelikle Mahkeme, başvuranın kullandığı telefonun hiçbir şekilde dinlenmediğini gözlemlemektedir. Aslında, bu telefon görüşmelerinin

(15)

bazılarının ele geçirilmiş olması, diğer kişiler tarafından kullanılan telefonların dinlenmesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla Mahkeme, başvuranın başlangıçta sanıklar arasında bulunmamasına ilişkin koşulun, gerçekleştirilen dinlemelerin Sözleşme’ye uygunluğu üzerinde, kendi içinde, etkisi olmadığı kanaatindedir (Bk., mutatis mutandis, Cariello ve diğerleri / İtalya, No. 14064/07, 30 Nisan 2013).

53. Ardından Mahkeme, başvuranın şikâyetinin, bu dinlemelerin yasallığı konusuyla sınırlı kaldığını dikkate almaktadır. Başka bir deyişle, başvuranın şikâyeti, söz konusu dinlemeleri teşkil eden müdahalenin, Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında “kanun ile öngörülmediği” iddiasına dayanmaktadır.

54. Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 8. maddesinin 2. paragrafında yer alan “kanun ile öngörülen” ifadesinin, ihtilaf konusu tedbirin, iç hukukta bir temele dayanması gerektiğini ve ayrıca kanunun niteliğine göre uygulanması yükümlülüğü getirdiğini hatırlatmaktadır: bu ifadeler, ilgili kişinin, söz konusu tedbire erişimini gerektirmektedir, üstelik bu tedbirin kendisi için sonuçlarını ve hukukun üstünlüğüne uygunluğunu öngörebilmesini gerektirmektedir (Bykov / Rusya [BD], No. 4378/02, §§ 76.

ile 78., 10 Mart 2009 ve Lambert / Fransa, 24 Ağustos 1998, § 23, Karar ve Hüküm Derlemeleri 1998-V). Kamu makamları tarafından uygulanan gizli denetim bağlamında, Sözleşme’nin 8. maddesi bakımından, iç hukuk, bir kişinin hakkının icrasına karşı keyfi müdahaleden korunması için imkân tanımalıdır. Bu bağlamda yerel mevzuat, hukuk sisteminin, endişe edilen çeşitli kötüye kullanımlara karşı uygun koruma yöntemleri sunabilmesini güvence altına almak için, bu türden bir yetkinin icra yöntemlerini ve alanının genişliğini yeterli bir açıklık getirerek belirlemelidir. Örneğin yerel mevzuat, ses kayıtlarının, - orjinal manyetik bantların sayısını ve uzunluğunu tespit etmek için olay yerine gitmesi pek de mümkün olmayan - hâkim ve savunma tarafından denetime tabi tutulabilmesi amacıyla, adli

(16)

dinlemeye tabi tutulması muhtemel kişilerin kategorisini belirlemelidir ve hâkimi bu türden bir tedbir almaya, tedbirin uygulandığı süreyi belirlemeye zorunlu kılan suçların niteliğini, ele geçirilen konuşmaları kaydeden tutanakların düzenlendiği koşulları, alınan kayıtları bütünüyle ve el değmemiş bir şekilde iletmek için alınacak önlemleri belirlemelidir. Ayrıca, söz konusu mevzuat, özellikle takipsizlik veya tahliye kararları sonrasında kayıt dayanaklarının silinebileceği veya yok edilebileceği ya da silinmesi veya yok edilmesi gerektiği koşulları belirtmelidir. Bu tür bir inceleme, durumlar gereği, belirli ölçüde soyutluğun bulunmasını gerektirmektedir;

bununla birlikte, bu durum, somut davada başvuran için geçerli iç hukuk kurallarıyla ilgilidir/alakalıdır. (Bk., diğerleri arasında, Huvig / Fransa, 24 Nisan 1990, §§ 27-29, 31 ile 34, Seri A No. 176-B, Weber ve Saravia / Almanya (kabul edilebilirlik kararı), No. 54934/00, § 95, AİHM 2006-XI, Valenzuela Contreras / İspanya, 30 Temmuz 1998, § 46, Derleme 1998 – V, Kenndy / Birleşik-Krallık, No. 26839/05, § 152, 18 Mayıs 2010, ve Uzun / Almanya, No. 35623/05, § 65, AİHM 2010 (özet)).

55. Somut olayda Mahkeme, ihtilaflı telefon dinlemelerine, Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi tarafından CMK’nın 135. maddesine dayanarak karar verildiğini tespit etmektedir. Dolayısıyla, ihtilaflı müdahalelerin Türk Hukuku’nda yasal bir dayanağı bulunmaktadır.

56. Ayrıca Mahkeme, CMK’da konuyla ilgili açık ve ayrıntılı kurallar konulduğunu ve makamların takdir yetkilerinin icrasında koşulların ve bu yetkinin sınırlarının yeterince açık bir şekilde belirtildiğini değerlendirmektedir. Aslında, metinde denetim tedbirlerinin süresi, koşulları, kayıtların imhası ve korunması öngörülmektedir; kanun metninde bu tür tedbirlerin alınmasına sebep olacak suçlar ve telefon görüşmeleri ele geçmesi muhtemel olan kişiler için suçlar kapsamlı bir şekilde belirlenmektedir. Diğer taraftan, metinde acil bir durumda dahi, telefon dinlemelerinin uygulanmasının, hâkim onayının gerektirdiği belirtilmektedir

(17)

ve bu durum keyfiliğe karşı uygun bir güvence teşkil etmektedir (Duran ve diğerleri / Türkiye (kabul edilebilirlik kararı), No. 39254/07, No. 39604/07, No. 40161/07, No. 40164/07, No. 40178/07, No. 40179/07, No. 40181/07, No. 40182/07, No. 40796/07 ve No. 40802/07, 11 Ocak 2011).

57. Mahkeme, dinlemelerin yasadışı olduğu ve bu dinlemelerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Özel Yetkili Dairesi tarafından talep edilmesi ve dinleme yapılmasına Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karar verilmesi gerektiği iddiasının doğru olmadığı kanısındadır.

58. Mahkeme, eski CMK’nın 250. maddesinde organize suç çetesinin işlediği suçların, ağır ceza mahkemeleri ile Cumhuriyet başsavcılığı özel yetkili dairelerinin yetkisine bağlı olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme ayrıca, telefon dinlemelerinde olduğu gibi soruşturma işlemlerine ilişkin adli izinlerin, Ağır Ceza Mahkemesi’ne bağlı aynı daireler tarafından talep edilmeleri gerektiğini kaydetmektedir.

59. Bununla birlikte Mahkeme, CMK’ya göre, bu tür mahkemelerin bulunmadığı bölgelerde, soruşturma işlemlerine ilişkin taleplerin diğer suçlar için olduğu gibi, sulh ceza mahkemesi hâkimine sunulması gerektiğini tespit etmektedir.

60. Somut olayda Mahkeme, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde özel yetkili dairelerin bulunmaması halinde, soruşturmayı olağan savcıların yürütmesi gerektiğini dikkate almaktadır. Telefon dinlemeleriyle ilgili olarak, söz konusu bölgede ağır ceza mahkemesi bulunmaması nedeniyle, bu dinleme kararı, yürürlükte olan mevzuat uyarınca aynı bölgenin sulh ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilmiştir.

Ardından dava dosyası, özel yetkili dairesi bulunan en yakın Başsavcılığa gönderilmiştir ve savcı, İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi önünde sanıkları suçlamıştır.

(18)

61. Mahkeme, bu durumda iç hukuka aykırılık teşkil edebilecek ve dolayısıyla Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen gerekliliklerle ters düşebilecek herhangi bir unsur görmemektedir.

62. Sonuç olarak, bu şikâyet açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi ile aynı maddenin 4.

fıkrası uyarınca reddedilmelidir.

IV. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

HAKKINDA

63. Başvuran, maddi tazminat olarak 18 000 avro (EUR) ve manevi tazminat olarak 105 000 avro (EUR) talep etmektedir.

64. Hükümet, bu talebin aşırı olduğu kanaatindedir ve Sözleşme’nin 41.

maddesi bağlamında, Mahkeme’yi belirtilen bütün talepleri reddetmeye davet etmektedir.

65. Mahkeme, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi tazminat arasında herhangi bir nedensellik bağı görmemektedir ve bu talebi reddetmektedir.

Buna karşın, Mahkeme manevi tazminat olarak başvurana 5 000 avro ödenmesinin uygun olduğunu değerlendirmektedir.

66. Diğer taraftan Mahkeme, gecikme faizi olarak, Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı faiz oranına üç puan eklenerek elde edilecek oranın uygulanmasının uygun olduğu sonucuna varmaktadır.

(19)

BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun, tutukluluk süresine ilişkin şikâyetle ilgili olarak kabul edilebilir ancak geri kalan kısmının kabul edilemez olduğuna;

2. Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine, 3.

a) Sözleşme'nin 44 § 2 maddesine uygun olarak; davalı Devletin kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilmek ve ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, manevi tazminat olarak başvurana 5 000 avro (beş bin avro) ödemekle yükümlü olduğuna;

b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Avrupa Merkez Bankası'nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine

karar vermiştir.

İşbu karar Fransızca dilinde tanzim edilmiş olup, İçtüzüğün 77.

maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 15 Nisan 2014 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Stanley Naismith Guido Raimondi

Yazı İşleri Müdürü Başkan

Referanslar

Benzer Belgeler

 «Kabul Edilebilir» bulunan başvuru, bireysel başvurunun şekli ve maddi şartları açısından herhangi bir eksiklik taşımayan; aynı zamanda Mahkeme’nin kişi, yer

Davalı Sözleşmeci Taraf, kabul edilemezlik hakkında bir itiraz ileri sürmek istediği takdirde, itirazın niteliğinin ve koşulların elverdiği ölçüde, duruma

Ancak, başvuranlar Rüya Kurtuluş, Erdinç Gök, Haşim Özgür Ersoy ve İnci Açık hususunda 3.. maddenin ihlal edildiği tespitine ilişkin AİHM, hakkaniyet temelinde, her

Oluşan zararlar için tazminat talebine ilişkin olarak Trabzon Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın talebini dikkate alarak bu konuda karar verilmesine yer

Ancak Anayasanın 38(10) fıkrasın- da, ‘Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından’ kişi hürriyetinin kısıt- lanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulanabileceği,

Mevcut durumda, AİHM Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 30 Temmuz 1998 tarihli kararının başvuranların tutumlarının duruşmanın seyrini olumsuz yönde etkileyecek

Ayrıca, başvuranlar, idarenin 4 Kasım 1997 tarihli görüşlerine yanıt olarak görüş sunmadıkları için, AİHS’nin 35, maddesi çerçevesinde iç hukuk

29 Eylül 1997 tarihinde Ankara Jandarma Komutanlığı’na bağlı Askeri Savcılık da kanun itibariyle (ratione loci) bir yetkisizlik kararı yayınlamıştır. Dava