• Sonuç bulunamadı

Pragmatizm progresivism ve ABD'de Demokrat Parti politikalarına yansımaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Pragmatizm progresivism ve ABD'de Demokrat Parti politikalarına yansımaları"

Copied!
78
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

PRAGMATİZM PROGRESİVİSM VE ABD’DE DEMOKRAT PARTİ POLİTİKALARINA YANSIMALARI

SİYASET BİLİMİ VE EKONOMİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

Oktay Cansın Emiral Tez Danışmanı

Dr. Öğretim Üyesi Hakan Köni

İSTANBUL-2020

(2)

(3)

TEZ TANITIM FORMU

YAZARIN ADI :

Oktay Cansın EMİRAL

TEZİN DİLİ : Türkçe

TEZİN ADI : Pragmatizm Progresivizm ve ABD’de Demokrat

Parti Politikalarına Yansımaları

ENSTİTÜ : İstanbul Rumeli Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü

ANABİLİM DALI : Siyaset Bilimi ve Ekonomi TEZİN TÜRÜ : Yüksek Lisans

TEZİN TARİHİ : 17.02.2020 SAYFA SAYISI : 78

TEZ DANIŞMANLARI : Dr. Öğretim Üyesi Hakan Köni

DİZİN TERİMLERİ : Amerikan toplumu, progresivizm, pragmatizm,

Demokrat Parti, Woodrow Wilson, Bill Clinton, Barack Obama, özgürlük, eşitlik, politik iletişim, demokrasi.

TÜRKÇE ÖZET : 19. yüzyılın sonlarına doğru Amerikan toplumunun yaşadığı Sosyal problemlerin çözümünde etkili olacak toplumsal bir

felsefenin ihtiyacı hissedilmiştir. Siyasal arenada da reform çabalarına yönelik çalışmalar progresivizm ideolojisini benimseyen Demokrat Parti çatısı altında etkili bir biçimde gerçekleşmiştir. Progresivizm ideolojisi ve pragmatizm felsefesi 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında Bill Clinton ve Barack Obama dönemlerinde de etkin bir şekilde kullanılarak yeni sosyal problemlerin çözülmesi

amaçlanmıştır.

DAĞILIM LİSTESİ : 1. İstanbul Rumeli Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsüne

2. YÖK Ulusal Tez Merkezine

İmzası

Oktay Cansın EMİRAL

(4)

İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

PRAGMATİZM PROGRESİVİZM VE ABD’DE DEMOKRAT PARTİ POLİTİKALARINA YANSIMALARI

SİYASET BİLİMİ VE EKONOMİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Oktay Cansın EMİRAL

Tez Danışmanı

Dr. Öğretim Üyesi Hakan KÖNİ

İSTANBUL-2020

(5)

BEYAN

T.C. İstanbul Rumeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Tez/Proje Yazım kılavuzu yazım kurallarına uygun olarak hazırladığım bu Tez/Proje içindeki tüm veri, bilgi ve dokümanların doğru ve tam olduğunu, akademik etik ve ahlak kurallarına uygun bir şekilde elde edildiğini belirtirim.

Lisansüstü Tez/Proje Yazım çalışmasında kullandığım verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı ve çalışmanın özgün olduğunu bildiririm.

Aynı zamanda bu çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve yararlandığım bütün kaynakları atıf yaparak belirttiğimi ve bu Lisansüstü Tez/Proje Yazım sırasında patent ve telif haklarının ihlal edici bir davranışımın olmadığını belirtir; aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabul ettiğimi beyan ederim.

Oktay Cansın EMİRAL

Tarih:

İmza:

(6)

JÜRİ ÜYELERİNİN KABUL VE ONAY SAYFASI

İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Oktay Cansın Emiral’ın “Pragmatizm Progresivizm ve ABD’de Demokrat Parti Politikalarına Yansımaları” adlı tez çalışması, jürimiz tarafından Siyaset Bilimi ve Ekonomi Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS tezi olarak kabul edilmiştir.

İmza Başkan Dr. Öğr. Üyesi Fatih Turan Yaman

İmza Üye Dr. Öğr. Üyesi Hakan Köni (Danışman)

İmza Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Şevki Toker

ONAY

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

... / ... / 2020

Enstitü Müdürü

(7)

ÖZET

19. yüzyılın sonlarına doğru Amerikan toplumunun yaşadığı sosyal problemlerin çözümünde etkili olacak toplumsal bir felsefenin ihtiyacı hissedilmiştir.

Amerikan toplumunun tarihsel gelişim süreci içerisinde ulaşmayı hedeflediği özgürlük ve eşitlik ideallerinin gerçekleşmemesi ve ortaya çıkan yeni sosyal problemlere karşı toplumsal reform talepleri gündeme gelmiştir. Tüm bu sorunlara ilişkin olarak bir grup filozof pragmatizm isimli felsefenin geliştirilmesi ve oluşturulması için çaba göstermiştir. Siyasal arenada da reform çabalarına yönelik çalışmalar progresivizm ideolojisini benimseyen Demokrat Parti çatısı altında etkili bir biçimde gerçekleşmiştir. Pragmatist filozofların düşünce ve etkinlikleri Demokrat Parti’nin siyasal ideolojisi olan progresivizmin teorik temeli olarak kabul görmüştür.

Bir siyasal ideoloji olarak progresivizmin temel amacı toplumsal gelişmelerin sonucu olarak kabul edilen ekonomik artı değerlerin eşit ve adil bir şekilde topluma dağıtılmasının gerçekleştirilmesidir. Amerikan toplumunun 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında içerisinde bulunduğu toplumsal süreçlerde pragmatizm felsefesi teorik olarak, progresivizm ideolojisi ise pratik olarak siyasal alanda kullanılmaya başlanmıştır. Pragmatizm ile progresivizm arasındaki ilişki felsefi teori ve siyasi pratik arasındaki ilişkiyi yansıtmıştır. Bu dönemde progresivizm ideolojisini benimseyen Demokrat Parti’nin liderliğini Woodrow Wilson yapmıştır. Wilson döneminde Amerikan toplumu tarım toplumu formundan endüstri toplumu formuna geçişini siyasi olarak başarmıştır. Söz konusu geçiş siyasal kamunun genişletilmesi ile mümkün olmuştur; yani kadınların seçme ve seçilme hakkının anayasal olarak tanınması ile başarılmıştır. Tüm bu gelişmeler neticesinde ise ABD sosyal devlet niteliğini kazanmıştır ve demokratik seviyesini geliştirmiştir. 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan bilimsel ve teknik gelişmeler sonucu ABD toplumu endüstri toplumu formundan ileri endüstri toplumu formuna geçmiştir. Bu geçiş sürecinde yeni toplumsal problemler kendini göstermiştir. Özellikle makineleşmenin yarattığı yüksek işsizlik oranları, devasa boyutlara ulaşan bütçe açıkları ve ekonomik durgunluk başlıca problemler olarak hissedilmiştir. Bu dönemde ekonomik sorunlara özgürlük ve eşitlik temelli siyasi sorunlardan daha çok önem verilmiştir. Progresivizm ideolojisi ve pragmatizm felsefesi Bill Clinton ve Barack Obama dönemlerinde de etkin bir şekilde kullanılarak yeni sosyal problemlerin çözülmesi amaçlanmıştır. Yeni bilimsel ve teknik gelişmeler sonucu ortaya çıkan internet ve dijital medya ortamlarının siyasal iletişim kanalları olarak kullanılması Demokrat Parti adaylarına seçimleri kazandırmıştır; fakat görev süreleri sonucunda ekonomik iyileşmeler gözle görünür şekilde gerçekleşmiş olsa dahi demokrasinin pekişmesi sürecinde net ve hissedilebilir sonuçlara ulaşılamamıştır.

i

(8)

SUMMARY

Towards the end of the 19th century, the need for a social philosophy that would be effective in solving the social problems experienced by American society was felt. In the historical development process of American society, the ideals of freedom and equality have not been realized and social reform demands have come up against the emerging new social problems. Regarding all these problems, a group of philosophers made efforts to develop and form a philosophy called pragmatism. Efforts towards reform in the political arena were carried out effectively under the roof of the Democrat Party, which adopted the progressive ideology. The thought and activities of pragmatist philosophers have been accepted as the theoretical basis of progressivism, which is the political ideology of the Democratic Party. As a political ideology, the main purpose of progressivism is the realization of the equal and fair distribution of economic surplus values, which are accepted as the result of social developments. In the social processes that American society was in, at the end of the 19th century and the beginning of the 20th century, the philosophy of pragmatism began to be used theoretically and the ideology of progressivism, in the political field practically. The relationship between pragmatism and progressivism reflected the relationship between philosophical theory and political practice. During this period, Woodrow Wilson was the leader of the Democratic Party, which adopted the progressive ideology. During the Wilson era, American society politically succeeded in its transition from the agrarian society form to the industrial society form. This transition was made possible by the expansion of the political public; in other words, it was achieved through the constitutional recognition of women's rights to vote and be elected. As a result of all these developments, the USA has gained the character of a social state and developed its democratic level.

As a result of the scientific and technical developments experienced in the last quarter of the 20th century, the US society has changed from the industrial society form to the advanced industrial society form. In this transition period, new social problems have emerged. Especially high unemployment rates created by mechanization, huge budget deficits and economic stagnation were felt as the main problems. In this period, more attention was paid to economic problems than political problems based on freedom and equality. Progressive ideology and pragmatism philosophy were used effectively in the periods of Bill Clinton and Barack Obama to solve new social problems. The use of the internet and digital media, which emerged as a result of new scientific and technical developments, as political communication channels brought the election success to the Democratic Party candidates; However, even though economic improvements have been realized visibly as a result of their term of office, clear and tangible results could not be achieved in the process of consolidation of democracy.

Keywords: American society, progressivism, pragmatism, Democrat Party, Woodrow Wilson, Bill Clinton, Barack Obama, freedom, equalty, political communication, democracy.

ii

(9)

İÇİNDEKİLER

SAYFA

ÖZET I

SUMMARY II

İÇİNDEKİLER III

KISALTMALAR IV

GRAFİKLER LİSTESİ V

ÖNSÖZ VI

GİRİŞ 1

BÖLÜMLER

BİRİNCİ BÖLÜM: İDEOLOJİ

1.1. İdeoloji Üzerine 4

İKİNCİ BÖLÜM: PRAGMATİZM

2.1. Pragmatizm Nedir? 12

2.2. Pragmatizmde Doğru Kavramı 13

2.3. Pragmatizmde İnanç Kavramı 13

2.4. Pragmatizmde Gerçek Kavramı 14

2.5. Pragmatizmde Toplumsal Dayanışma 16

2.6. Pragmatik Uygarlık ve Sağlık 18

2.7. Pragmatik Uygarlık ve Adalet 21

2.8. Pragmatik Uygarlık ve Güvenlik 28

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: PROGRESİVİZM

3.1. Progresivizm Üzerine 31

3.1.1. Woodrow Wilson Dönemi 36

3.1.2. Bill Clinton Dönemi 40

3.1.3. Barack Obama Dönemi 51

3.1.4. Progresivizm İdeolojisinin Eleştirisi 57

SONUÇ 62

KAYNAKÇA 64

ÖZGEÇMİŞ 66

iii

(10)

KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

iv

(11)

GRAFİKLER LİSTESİ

Grafik 1: Batı Dünyasında Eski Zamanlardan Bugüne Kadar Süren Ortalama

Ömür Süreçleri, 31

v

(12)

ÖN SÖZ

‘‘Pragmatizm Progresivizm ve ABD’de Demokrat Parti Politikalarına Yansımaları’’ isimli siyaset bilimi tezinin hazırlanmasına desteğini esirgemeyen Prof.

Dr. Ayşegül Akbay’a, tez danışmanım Dr. Hakan Köni’ye, Dr. Fatih Turan Yaman’a, Dr. Mehmet Şevki Toker’e, Rumeli Üniversitesi kurucusu değerli öğretmen merhum Mehmet Balcı ve ailesine teşekkürlerimi arz ederim. Tezi hazırlarken hiçbir güçlük ile karşılaşmadım. Severek ve zevkini çıkararak hazırladığım bu tezde siyaset biliminin derinliklerine inmekten hiç çekinmedim. Karşı görüşlerin ve farklı düşünce yapılarının birbirinden ayrı tutulması gerektiğine dair tabulardan etkilenmeden ve başarısızlıktan korkmadan ele aldığım bu tezde yararlandığım çeviri ve kaynak yazarlarına müteşekkirim. Öğrenim sürem boyunca yanımda olan ve beni yalnız bırakmayan kardeşim Cansu Önder’e ve Rumeli Üniversitesi’ndeki okul arkadaşlarıma da ayrıca müteşekkirim. Bu tezin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli faktörler Rumeli Üniversitesi’nin kütüphanesinin kaynak zenginliği ve okuma yazma ortamının rahatlığıdır. Kütüphanede gerek duyduğum her şeye ulaştım ve sınırsızca değerlendirdim. Kantinde, bahçede, sınıfta, konferans salonunda kısacası her köşede okuma yazma imkanı bulabildim.

vi

(13)

GİRİŞ

Klasik pragmatistler olarak adlandırılan ve pragmatizm felsefesinin kurucuları olan William James, John Dewey, Charles Sanders Peirce bilginin sınırlı doğasının insan deneyimin sınırlılıklarından dolayı oluştuğunu savunmuşlardır.

Bu filozoflara göre insan deneyiminin sınırlılığını oluşturan tüm sosyal, kültürel, ekonomik engellerin ortadan kaldırılması ile bilginin oluşturulması ve üretilmesinin önündeki engeller otomatik olarak kalkacaktır.

Klasik pragmatistlere göre gerçek kavramı içsel bir olgudur; yani dışarıdan kavranması mümkün olgular değildirler. Bu kavrayış tarzı aynı zamanda gerçekliğin her an yeniden üretildiğini ve bu olgunun kavranmasının dışarıdan mümkün olmadığı anlamına gelmektedir. Klasik pragmatistlere göre gerçek hakkında edinilecek en doğru bilgi sadece tam ve doğru olarak yapılacak bir soruşturma ile elde edilebilir.1

Klasik pragmatistler gerçek bilginin elde edilmesine dair yapılan sorgulamayı yaşama uyum sağlama girişimi olarak kabul etmemektedirler. Onlara göre bu sorgulama yaşam içerisinde etkili şekilde edimde bulunma girişimidir. Pragmatist filozoflar bilginin üretilmesi ve gerçekliğin kavranması ile elde edilebilecek kişisel özgürlüklerin karşısında oluşabilecek engellerin normatif olduğunu; yani özgürlüğün normlar tarafından sınırlandırıldığını savunmaktadırlar. Bu görüşleri ile Aydınlanma Çağı filozofu Kant’ı takip ettikleri söylenebilir.

Pragmatistler, her an değişen çevresel koşullara göre insanların alışkanlıklarını ve davranışlarını kapsayan kültürün uyarlanması gerektiğini, bunun gerçekleştirilmesinin ise en pratik yönteminin deneysel yaklaşım olduğunu ileri sürmektedirler.2

Klasik pragmatistlere göre gerçekliğin sorgulanması hem yanılabilir hem de anti-şüpheci niteliklerdedir. Bu niteliksel yapı; yani yanılabilirliğin ve anti-şüpheciliğin bir arada bulunabileceği kabulü Amerikan pragmatizminin temel anlayışıdır. Bu sayede hem içsel gerçekliğin kavranması sağlanabilir hem de bilginin tekrar ve yeniden çevresel koşullara uygun olarak üretilmesini mümkün kılar.3

Progresivizm siyasal ideolojisi modernizm çağında etkili olan yeni bilim dallarından etkilenmiştir. Bu bilim dallarının başında; psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve istatistik bilimleri yer almaktadır.

1Michael Bacon, Richard Rorty-Pragmatizm ve Politik Liberalizm, Çev. Banu Özdemir, Elips Kitap, Ankara, 2010, s.25

2 Bacon, a.g.e., s.26

3 Bacon,a.g.e. , s.28

- 1 -

(14)

Progresivizmin psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve istatistik bilimleri ile olan etkileşimi pragmatizm felsefesi üzerinden gerçekleşmiştir. Progresivizmin toplumsal düzlemde kabul edilmesine katkı sağlayan düşünürler pragmatizm felsefesinin kurucuları olan William James, John Dewey, Charles Sanders Peirce ve George Herbert Mead’tir. Söz konusu düşünürlerin hepsi psikoloji, sosyoloji ve antropoloji alanında çalışmalar yürüten bilim adamlarıydı.

Progresivist ideologlar her daim sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve istatistik bilimlerinin ortaya koyduğu bilgilerden faydalanmışlardır ve bu bilimlerde gerçekleşen gelişmeleri takip ederek daha özgürlükçü bir toplumun kurulması için bu gelişmeleri değerlendirmişlerdir. Progresivist ideologların bu yönelimi; yani bilimsel bilgiler ışığında politika belirleme ilkesi, bir bilimsel felsefe olan pragmatizmin felsefi metotlarından istifade edilerek icra edilmiştir.

İyi inançlara sahip olan insanlardan oluşan bir toplum inşa etmek progresivizm ideolojisinin temel amaçlarından biridir. Progresivistler, toplumu oluşturan insanlar temel konulardaki inançlarını oluştururken hangi faktörlerden etkilenir, sahip olunan inançların niteliği iyi midir yoksa kötü müdür gibi soruların yanıtını psikoloji, sosyoloji, antropoloji biliminin ortaya koyduğu bilimsel bilgilerden faydalanarak araştırır. Doğru nitelikte gerçeklik kavrayışına sahip olan insanlardan oluşan bir toplumu gerçekleştirmek progresivistlerin temel amaçlarından biri diğeridir. Bu amaca yönelik olarak insanların gerçeklikle olan ilişkilerini ortaya koyan psikoloji ve sosyoloji bilimindeki çalışmalar esas alınmaktadır. Progresivistlerin toplumsal amaçlarından bir diğeri de iyi toplum oluşturmaktır. Bu amacın gerçekleşmesi için doğru olarak nitelenen toplumsal eylemlerin gerekliliğini vurgularlar ve bu bağlamda pragmatik filozofların sergilediği doğru ile doğruyu yan yana getirebilme ilkesini benimserler.

Pragmatik düşünceye göre doğru kavramı bir çeşit iyidir. Progresivist ideologlar amaçladıkları iyi toplumu gerçekleştirmek için toplumun ve onu oluşturan insanların düzgün psikolojiye sahip olması gerektiğini düşünürler: Sürekli gelişen bir uygarlık yaratmak için toplumdaki bireylerin bu gelişime katkı sunabileceği sosyo-psikolojik koşulların gerekli olduğunu savunurlar.

Bu tezde, pragmatizmin bu temel anlayışına bağlı kalınarak, içerisinde bulunduğumuz çevresel faktörlere uyumlu olacak gerçek bilgiler ortaya koyulmaya çalışılacaktır.

İlk bölümde ideoloji kavramının ne anlama geldiği, ideolojilerin özellikleri, var oluş koşulları, toplumsal işlevleri anlatılacaktır. Bu bölümde Louis Althusser’in ideoloji kuramı incelenecek ve Michael Hardt’ın Louis Althusser’in felsefi yaklaşımına dair eleştirileri aktarılacaktır. Hardt’a göre Althusser’in felsefi kavrayışı ve tutumu toplumsal pratiklerde eşitliği göz ardı ederek yukarıdan aşağıya doğru

- 2 -

(15)

oluşan bir toplumsal örgütlenmeye sebep olmaktadır. Althusser’in felsefesinin karşısına oturtulan Gilles Deleuze’ün felsefesi ise Hardt’a göre tam tersine aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir toplumsal örgütlenmeyi ortaya çıkararak daha eşitlikçi ve demokratik bir topluma zemin hazırlamaktadır. Bu tezde Althusser’in ideoloji kuramı toplumsal pratiklerde demokratik bir değişim yaratma potansiyeli taşıdığı kabul edilerek merkezi bir önemde kabul edilmektedir. Althusser’in ideoloji kuramının toplumu oluşturan bireylerin yaşamında faydalı sonuçlar ortaya çıkarabilme kapasitesi göz önünde tutulmuştur ve pragmatik tutuma elverişliliği sebebiyle özgürlük ideallerine yönelik olarak kullanışlı bulunmaktadır.

İkinci bölümde pragmatizm hakkındaki temel bilgiler aktarılarak başlanacaktır.

Pragmatizm felsefesi içerisinde sıkça işlenen doğruluk, inanç, gerçek, anlam kavramlarının ne anlam ifade ettiği ortaya koyularak sorgulama girişimine başlanacaktır. Sonra, Amerikan sosyal yaşantısını derinden etkileyen ve uygarlık seviyesinin ilerlemesinde büyük katkıları olan pragmatizm felsefesinin sosyal anlamını ortaya koymak için toplumsal dayanışma olgusu işlenecektir. Daha sonra, pragmatizmin en yoğun işlev gösterdiği politik alanda devletin başlıca asli fonksiyonlarından sayılan sağlık, adalet, güvenlik olgularına dair ortaya çıkmış düşünce ve kuramlar ortaya koyulacaktır.

Üçüncü bölümün başında progresivizm ideolojisinin tarih sahnesine çıktığı 19.

yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında ABD toplumunun içerisinde bulunduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal koşullar ortaya koyularak, progresivizmi benimseyip önderliğini üslenen ABD başkanı Woodrow Wilson’ın siyasi uygulamaları incelenecektir. Sonrasında, 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında ABD toplumunun içerisinde bulunduğu sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi koşullar ortaya koyularak progresivizm ideolojisini benimseyen ABD başkanları Bill Clinton ve Barack Obama’nın siyasi uygulamaları incelenerek klasik Progresivist başkan Wilson’ın siyasi uygulamaları ile benzerlikleri, ortak temelleri, değişen şartlara göre farklılaşan siyasi tercihleri ortaya koyulacaktır. Progresivizm ideolojisinin eleştirisi kısmında progresivizm ideolojisinin 21. yüzyıldaki siyasi temsilcileri olan Clinton ve Obama’ya yönelik eleştiriler ve teknolojik gelişmelerin yarattığı özgürlük tehditleri ortaya koyulacaktır. Eleştirinin ana çehresi, dijital teknolojilerin siyasette kullanımının anti-demokratik olduğu ve progresivizm ideolojisinin 21. yüzyıldaki siyasi temsilcilerinin pragmatik siyasal uygulama ve tercihlerinin de anti-demokratik olmasına yol açtığı şeklindedir.

- 3 -

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM İDEOLOJİ

1.1. İdeoloji Üzerine

Edward Shils ideoloji, görüş açısı, inanç sistemi, sistem, fikir hareketi, program gibi düşünce yapıtlarını iç yapısal yoğunluk derecelerini dikkate alarak birbirinden ayırmaktadır. Shils’e göre yukarıda belirtilen düşünce yapıtları sistematikleri bakımından birbirinden farklıdır. Anlatım keskinliği, ahlaki veya bilişsel motivasyonlarla kitleleşme derecesi, belli bir felsefe ile benzerliği, organizasyon olarak dışa açıklık veya kapalılık derecesi, otoriterlik derecesi, konsensüs uyumu, meşruiyetinin kaynağı ile olan ilişkisinin yoğunluğu, toplumsal kurumlara yaklaşım amacı gibi özellikleri dikkate alındığında bu düşünce yapıtları birbirinden ayrılmaktadır. Yukarıda sayılan özelliklerin en yoğun hissedildiği zihinsel yapıtlar ideolojilerdir. Shils’e göre ‘‘ideolojiler” ve “mezhepler” insan, toplum, insanın kainatın içindeki konumu meselelerine yaklaşımları temelinde değerlendirildiğinde aynı kalıp içerisinde incelenebilir.4

İdeolojilerin “anlatım kesinliğine” sahip olma özelliği bize epistemoloji ile yakından alakalı düşünce yapıtları olduğunu ve diğer özelliklerinin yanında anlatım kesinliğinin öncü konuma sahip olduğunu düşündürmektedir. Bilginin ne olduğu, nasıl üretildiği, doğru bilgiye nasıl ulaşıldığı gibi soruların yanıtı ‘‘epistemoloji” bilimi çerçevesinde ortaya koyulmaktadır ve bu durum dünyayı algılama biçimimizin özelliklerini de göstermektedir. Bilginin üretilme biçimi ve doğru bilgi inancı kendisiyle uyumlu olacak toplumsal kurumları da şekillendirmektedir. Antik Yunan’daki düşünürlerin çoğu doğru bilginin gözlemler sonucu değil düşünceler sonucu elde edilen metafizik bir olgu olduğuna inanmışlardır.5

Orta Çağ’da Avrupa’da doğru bilginin temeli İncil, kaynağı ise Kilise idi.

Aydınlanma hareketi ile yaşanan toplumsal dönüşüm bilginin temelini ve kaynağını değiştirerek epistemolojik bir devrime sebep olmuştur. Geleneksel ve uhrevi nitelikteki dünya algısı biçimi rasyonel, bireyci, geleceği kurmak isteği ile şekillenen dünya algısı biçimine dönüşmüştür ve bu dönüşüm beraberinde ideolojileri doğurmuştur. 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkan ulus-devlet, vatandaşlık, insan hakları, temsili demokrasi gibi olgular ideolojiler içerisinde anlam kazanan kavramlardır ve dönemin epistemolojisi üzerine kurgulanmışlardır.6

4Şerif Mardin, İdeoloji, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s. 16

5H.Birsen Örs, Postmodern Dünyada İdeolojinin Dönüşümü, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 2009, Cilt: . 40, 1-12, s. 5

6 Örs, a.g.e., s. 5.

- 4 -

(17)

İdeoloji kavramı ile ilgili olarak felsefi alanda ve sosyoloji alanında farklı yaklaşımlara ve tanımlamalara rastlanmaktadır; çünkü ideoloji kavramının anlamı akıl sahibi bir varlığın zihinsel aktivitesi sonucu ortaya çıkmaktadır. İnsan, birçok psişik aktivite göstermesinden dolayı ve bunun sonucu olan farklı duyguların toplamını teşkil ettiğinden ötürü ideoloji olgusunun toplumsal işlevlerinin de önemli konuma yükselmesine neden olmaktadır. Bu işlevlerden ilki, ideolojilerin insanoğlunun geleceğe yönelik kaygılarını ve korkularını katlanılabilir bir hale indirgemesidir; çünkü insanı hayatta en fazla kaygılandıran şey, geleceğe ilişkin olarak hissettiği müphemliktir ve bu bilinmezlik genel bir korku nedenidir. Bu korku insanı evreni anlama ve merak etme eylemindeki temel motivasyondur. Bu motivasyon ile insanoğlu, içerisinde bulunduğu varlık alanını ve beşeri ilişkileri çözmekte, tanımakta, tanımlamakta ve sistemleştirmektedir. Söz konusu sistemleştirmeler ve tanımlamalar sayesinde belirsizliğe ilişkin korkular ve kaygılar katlanılabilir hale dönüştürülmektedir. İdeolojiler olarak da bilinen zihinsel yapıtlar geleceğe yönelik muhtemel tehlikeleri tanımlar ve kavramsallaştırarak çözüm önerileri sunar. İdeolojiler hayatta karşılaşılan olgulara yönelik sorulan ‘‘niçin”

sorusuna belirli bir mantıksal uyumlulukta cevap sağlar; belirsiz geleceğin tanımlanmış, anlam dereceleri ve sınırları belirlenmiş kavramlarla şimdiden kurulmasına katkı sağlar.

İnsanoğlu toplumsal yaşamda herhangi bir ideolojiyi benimsediğinde, bu ona içerisinde yaşadığı çevreyi tanımlama ve yorumlama olanağı vermektedir.

İdeolojiler, insan doğasına ilişkin varsayımları aracılığıyla tarihsel olaylara, şimdiye ve geleceğe dair tasavvur imkanı sağlarlar; yani ilişkisel olarak tutumların, inançların, değerlerin düşünce ve eylemler üzerindeki tesirini anlatırlar.

İnsanı davranış sergilemeye iten ve sosyal eylemlerini gerçekleştiren sebepler sahip olunan değerler ve anlamlardır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak insanlar, davranışlarına yol gösteren ve tutumlarını etkileyen sosyal inançları ve değer kümelerini benimserler. İdeolojiler insanın anlam alanı oluşturmasında önemli işlev görürler. İdeolojiler seküler dünyanın değer taşıyıcılarıdır. Değerlerimiz hayata ilişkin problemlerimizin çözümünde kullandığımız yöntemlere yüklediğimiz anlamlardır.

Aşkın bir otoriteden veya insan aklından kaynaklandıklarına bakmaksızın değerler hakkındaki en bariz gerçek insanın ayrılmaz bir parçasını teşkil ettikleridir.

Aydınlanma Çağı’nda din ve gelenek kaynaklı değerlerin tecrit edilerek yerine seküler kaynaklı değerlerin geçirilmesi temel amaç olarak kabul edilmiştir. F. Bacon ile başlayarak pozitivist ve pragmatik düşünce ile devam eden olguculuk akımı sekülerizmin alt yapısını ve pratiğini sağlamıştır. Pozitivist akım, insanın değerler ile olan ilişkisinde yeni bir mahiyet ve araçlar kümesi oluşturmuştur. Modernizmde

- 5 -

(18)

insani değerler ideolojiler aracılığı ile anlam alanları oluşturabilmiştir. Bu durum dil olgusunun da merkezi öneme taşınmasına sebep olmuştur. Dil ile ideolojinin kaynaşıklığı ve ayrılmazlığı seküler düşünme tarzının ve ona ait değerlerin ciddi bir kayıtlılık altında aktarımını beraberinde getirmektedir. İdeoloji olgusu bu bağlamda değer taşıyıcılığı işlevini dil sayesinde kolaylıkla yerine getirebilmektedir.7

Böylece ideolojilerin üç temel işlevinden bahsettik. Birincisi, ideolojilerin belirsizliğe ilişkin korkuları katlanılabilir bir duruma dönüştürme işlevi; ikincisi, toplumsal yaşamda bir anlam alanı sağlaması işlevi; üçüncüsü, seküler dünyanın değer taşıyıcılığı işlevi.8

İdeolojilerin, belirsiz geleceğin rahatsızlık veren etkisine karşı işe yarayan bir takım düşünce ürünleri olduğundan bahsettik. İnsanların günlük yaşamdaki hayat pratiklerinden elde ettikleri tecrübeleri kullanarak gelecekte karşılaştıkları aynı veya benzer tehlikelere karşı kullanmak ve yaşamlarını sürdürebilmek için bir tür zihinsel sınıflandırma ve sistemleştirme mekanizması kullandıklarını bilmekteyiz. Öyle anlaşılıyor ki belirsiz gelecek olgusuna karşı koyma mekanizması olarak tanımladığımız sistemleştirme arzusunu ve bu arzunun temeli olan yaşama içgüdüsünden hareketle, belirli bir geleceğin hazır olarak durağan bir şekilde var olabileceğini hayal ettiğimizde, sistemleştirme işlevinin verdiği entelektüel haz ve yaşama sevincinin ortaya çıkma koşulunu da ortadan kaldırmış olmaktayız. Söz konusu entelektüel haz ve yaşama sevinci hayat pratiklerinde özgürlük duygusu olarak kavranmaktadır.

İdeoloji kavramı üzerine özgün bir yorum geliştirerek bu alanda ismini duyurmuş önemli düşünürlerden biri hiç şüphesiz Louis Althusser’dir. Marksist bir yaklaşım temelinde oluşturulduğu söylenebilecek düşünceleri ile kendinden sonrakileri etkileyen düşünürün ideoloji kuramına ilişkin sunduğu şematik anlatım üzerinden öne sürdüğü tezleri ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ isimli eserinde bulunmaktadır. Althusser’e göre, ideoloji kavramı yanılsama veya düş olarak ele alınan bir hiçlik durumunu karşılayan niteliktedir. Althusser, Karl Marx’ın ‘Alman İdeolojisi’ isimli eserinde ideoloji kavramının ele alınışını taklit ederek, Marx’ın negatif anlamlı olarak nitelendirdiği ideoloji kavramını pozitif bir anlamda ele almaya çalışmaktadır. ‘Alman İdeolojisi’nde negatif anlamdaki “ideolojinin tarihi yoktur”

savunusuna karşı ‘‘ideolojilerin pozitif anlamda kendilerine ait bir tarihleri yoktur”

tezini öne sürmektedir. Söz konusu pozitif anlam, ideolojinin tarihin her yanında bulunmasını mümkün kılan bir yapısının ve işleyişinin olduğunu, ayrıca kendi

7M. Hanifi Macit, İdeoloji Üzerine Felsefi Bir Değerlendirme, Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi,2016, Sayı:26,29-36,s.33

8 Macit, a.g.e., s.31

- 6 -

(19)

içerisinde aynı ve değişmez bir biçimde kalabildiğini ifade etmektedir.9 Althusser, ideoloji betimlemesini hakim paradigmaya uygun olarak Freud’un bilinçaltı kuramı ile yansıtmaya ve söz konusu ideoloji kavramının değişmez niteliğini kanıtlamaya çalışır.

Althusser, bilinçaltının öncesiz ve sonrasız oluşunu; yani tarihinin olmayışını ideolojinin öncesiz ve sonrasız olma özelliğinden kaynaklandığını ileri sürer.

Bilinçaltının tarihinin olmayışı bilinç dışına itilen arzu ve isteklerin nesnelerinin imgesel olarak tarih boyunca aynı kalışını ifade etmektedir. Eserinde ideoloji biçimlerinin devletin kurumları aracılığı ile bireylerin edimlerine, düşüncelerine, somut yaşamlarına nasıl ulaştığını ve bireyleri sahip olduğu bazı mekanizmalar ile istemli olarak eyleme yönelttiğini anlatır.10

Kısaca anlatmak gerekirse ideolojiler devletin kurumları aracılığıyla bireylerin düşüncelerine ulaşır ve onları eyleme yöneltir demektedir. Gerçekte ideolojiler sömürü ve baskı gibi toplumsal sonuçların ortaya çıkmasında aktif rol oynayan, alet nitelikli zihinsel ürünlerdir.

Althusser, ideolojinin imgesel biçiminde tasarımlanan nesnelerin maddiliği ile ilgili olarak ve ideolojinin maddiliği ile ilgili olarak iki tez öne sürer. Birincisinde;

ideolojilerin, bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları imgesel ilişkiyi gösterdiğini savunur: Burada çeşitli dünya görüşlerinin birey tarafından kabul edilmese bile ideolojilerin negatif olarak yorumlanmasıyla bile bir tür ilişkisellik içinde olmaktan kaçınamadıklarını söyler. Bu durumda mevcut ideoloji birey tarafından kabul edilmez; fakat yorumlamak suretiyle bir gerçeklik imgesi oluşturulur.

Althusser, bu durumu ideoloji=yanılsama=anıştırma olarak kodlamaktadır ve toplumsal hayat içerisindeki bireylerin ideolojilere karşı sergilediği kabul etmeme seçimi sonucunda gerçekleşen yabancılaşmaya istekli olduklarını ve bunun için nedenler aradığını söylemektedir. Söz konusu duruma göre bireyler tarafından bulunan en geçerli neden gerçek varoluş şartlarında yaşadıkları maddi yabancılaşmadır. Althusser’e göre, ideolojilerde tasarlanan bireyin gerçek dünyası veya gerçek varoluş koşulları değildir, tasarlanan bireyin gerçek varoluş koşullarıyla arasında gerçekleşen ilişkilerdir. Kısacası ideolojiler hayat koşulları ile gerçekleştirdiğimiz ilişkileri tasarımlamaktadır. Althusser’e göre, söz konusu ilişkiler öyle önemlidir ki her türlü ideolojik tasarımlamanın ve dünyaya ilişkin imgeselliğin temelini oluştururlar. Dünyaya ve gerçek hayata dair ideolojik her imgesel çarpıtmaya bu ilişkinin doğası destek verir ve mümkün kılar. Althusser, üretim

9Louıs Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2008, s. 81

10 Althusser, a.g.e., s. 82-83

- 7 -

(20)

ilişkilerini yine bu tezinde merkeze koyarak ideolojinin; bireylerin üretim ilişkileri ve bu ilişkilerden doğan ilişkilerle kurdukları imgesel ilişkiyi tasarımladığını savunur.11

Althusser’in ideoloji kavramına yönelik ikinci tezi ise ideolojinin maddi bir varoluşa sahip olduğudur. İdeolojiyi oluşturur gibi görünen düşünceler ve tasarımlamalar maddi yapılardır ve düşüncelerin düşünsel ve tinsel varoluşları dahi bir ideoloji ve düşünce ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Bilimlerin ortaya çıkışından beri bu anlayış pratisyenlerin kendi alanlarını oluşturan ideolojilerden tasarımlayarak oluşturdukları ideolojilerden kaynaklanmaktadır. Althusser’e göre, bir ideoloji bir aygıtta ve bu aygıtın pratiklerinde var olur. Örneğin, devletin hukuki veya siyasi aygıtları sayesinde hukuki veya siyasi ideolojiler gerçeklik kazanır. Çok çeşitli bölgesel ideolojilerin birliği ise bu ideolojilerin devlet ideolojisine boyun eğmesiyle sağlanır. Althusser’in ideoloji kavramında maddilik olgusu sıradan bir eşyanın maddiliği ile eş anlamlı değildir: Kiplik olgusu açısından farklılıklar göstermektedir.

Maddilik olgusunu açıklarken Aristo’ya atıf yapar ve onun kullandığı maddilik anlamını kullanır. Aristo maddeciliğinde madde demek birçok anlama gelir ve madde son kertede fizik maddeye kök salmış değişik kiplerde var olur. 12

Althusser ideolojilerin maddiliğine dair tezini kurmaya bireylerin durumunu inceleyerek başlar. Ona göre, bireyler ideolojinin içerisinde üretim ilişkilerinin yarattığı koşullar ile aralarında kurdukları tasarımlama içerisinde var olmaktadırlar:

Bireyler yaşamlarında belirli inançlara sahiptir ve bu inançlar onların düşüncelerinden kaynaklanmaktadır; bireyler, inançlarına ilişkin düşüncelerini kapsayan bilinçli özneler olmalarını sağlayan ideolojik mekanizma sayesinde gerçekleştirdikleri davranışlar aracılığı ile ideolojiyi maddileştirirler. Bireyler birer özne olarak bilinçli bir şekilde seçtikleri düşüncelerinin bağımlı bulunduğu ideolojik aygıtların buyurduğu birtakım yaşam pratiklerine katılmaktadırlar: Bu maddi pratik edimlerde özgür özne olarak kendi düşüncelerine yer vermek gibi bir zorunluluk ile karşılaşılmasını da beraberinde getirmektedir.13

Bu, sonuç olarak, bireylerin özne olarak maddi kurallar bütünü tarafından düzenlenen ve maddi pratikler gerektiren ideolojik aygıtın izin verdiği ölçüde eylemlerde bulunabileceğini ortaya çıkarmaktadır. Althusser’in ideoloji kuramını oluştururken sunduğu en önemli tez ideolojinin bireylere özne diye seslenmesidir;

yani son tahlilde her ideolojinin ancak bir özne aracılığıyla ve özneler için var olabileceğidir. İdeolojiler özne kategorisi ve bu kategorinin işleyişi sayesinde varoluş imkanı kazanabilmektedir. Tarihsel bir olgu olarak özne kategorisi Burjuva ideolojisinin (hukuki ideolojinin) yükselişi ile tanımsal-adsal olarak ortaya çıkmıştır;

11 Althusser, a.g.e., s. 91-92

12 Althusser, a.g.e., s. 93.

13 Althusser, a.g.e., s. 94-95.

- 8 -

(21)

fakat hangi tanımsal-adsal belirlenim ile veya hangi tarihsel aşamada ortaya çıkmış olursa olsun özne kategorisi ideolojilerin kurucu kategorisidir. Bu kurucu kategori olma işlevi bir bakıma ideolojilerin somut özneler kurma işleyişi ile birlikte çalışmakta ve bu çifte kuruluş içerisinde ideolojiler varlık kazanabilmektedir.14

Althusser, Aziz Pavlos’un ‘‘varlık, devinim ve yaşama ancak logos içinde olabilir” sözünden hareketle ideoloji kavramını logos kavramıyla aş anlamlı olarak tanımlamaktadır. Bu tanım kavramsal olarak bireylerin özne kategorisini ilksel bir apaçıklık olarak kabul etmesi, anlamına da gelmektedir. Althusser’e göre, ideolojiler ilksel nitelikte apaçıklıklar aracılığıyla bireylere kendilerini zorla kabul ettiren düşünsel yapılardır; yani anlamın bireylerin hayatındaki önemini kullanarak kendilerini kabul ettirmektedirler. Bireylerin yaşamı doğal olarak bir anlam alanı olduğu için günlük yaşantılarda ideolojik seslenişler ile anlamsal bakımdan örtüşen eylemler neticesinde ideolojilerin başlıca iki işlevi olan kabul etme- tanıma ve kabul etmeme- tanımama işlevi etkinleşir. İdeolojilerin bireye yönelik özne olarak seslenişi zaten özne olan bireyler tarafından tanıma- kabul etme veya tanımama- kabul etmeme olarak karşılandığında kaçınılmaz olarak ideolojinin kurallarına da tabi olma durumu gerçekleşmektedir; çünkü ideoloji bu kabul edişin mekanizmasına ilişkin bilimsel bilgiyi ve mekanizmanın kabul edilişine dair bilgiyi bireylerle paylaşmaktan kaçınmaktadır. Kısacası ideoloji sadece, somut bireylere somut özneler olarak seslenir.15

Althusser, ideolojinin yansıtmalı bir mekanizma olarak işleyip özne kategorisinin gerçekleşmesini sağladığını ve buna bağlı olarak ideolojilerin bir seslenen öznenin bireyler üzerinde etki yaratarak işlediğini savunmaktadır. Bu durumda ideolojinin yansıtma işlevi bireyler açısından kendilerini idealize etme yöntemi olarak işlev göstermekteyken, bireylere seslenerek özne olabilen olgunun varlık kazanabilmesini sağlamaktadır. Althusser’in ideoloji kuramını ortaya koyduktan sonra felsefe alanında çağımızda önemli bir düşünür olan Michael Hardt’ın Althusser’e dair görüşlerini belirtmek ideoloji konusunun daha iyi anlaşılması ve yeni gelişme alanlarının keşfedilmesine olanak sağlayabilir.16

Hardt ‘Felsefede Bir Çıraklık’ isimli eserinde Gılles Deleuze’un felsefesinin karşısına Althusser felsefesini koyarak bir eleştiri ortaya koymaktadır. Hardt, Althusser’in Marx okumasını ele alarak şu tespitlerde bulunur: Althusser’in Marx okumasında onun sorunsallaştırmak istediği unsur okuma ediminin kendisi olarak ortaya çıkmaktadır. Althusser, Marx’ın bilgi teorisinde bir devrim yaptığını ortaya koymaktadır. Althusser’e göre, okumanın yansıtıcı işlevi ikinci derecede önemlidir;

14 Althusser, a.g.e., s. 98-99.

15 Althusser, a.g.e., s. 100-102.

16 Althusser, a.g.e., s. 102.

- 9 -

(22)

çünkü bilgi üretimdir. Bu kabul anlığın yansıtıcı yapısının ret edilmesidir. Hardt’a göre, Althusser’in bilgiyi üretim olarak kavrama çabasında iki unsur ayırt edilebilmektedir. Bu bilgi nesnesi ile gerçek nesne arasında ortaya çıkan ayrımdır;

yani bir daire fikri ile gerçek bir daire arasındaki ayrım. Bu ayrım farklı alanların farklı koşullar altında var olabileceğinin de kabulünü doğurmaktadır. Gerçek nesneler ile düşünce nesneleri arasındaki ilişki bir bilgi ilişkisidir. Hardt’a göre, Deleuze anlığa Althusser’in itham ettiği yansıtıcı rolü yüklemektedir: Anlık sadece kavradığı biçimlerin doğasını nesnel olarak yeniden üretmektedir. Deleuze’ün felsefesi fenomenoloji değildir; fakat üretimin merkeziliğini de yadsımaz. Deleuze’ün felsefesinde ontolojik olarak varlık üretken bir dinamiktir ve anlık yeniden üretici bir konumdadır. Bu, varlığın üretken rolünün olumlamasıdır.17

Hardt, Deleuze’ün felsefesinin, Althusser’in anlığın konumu üzerinden süren eleştirisine karşı varlığın üretken dinamiğini örteceğini iddia edebileceğini ortaya koyar; fakat bu bir cevap değildir, sadece Althusser’in eleştirisini yolundan çevirebilir. Bu durumda Hardt, spekülasyonun uygun olacağı sahayı sorunsallaştırmayı önererek Deleuze’ün konumunun daha yeterli bir açıklamasına yaklaşmayı dener. Bu saha ise ontolojik sahadır; çünkü Deleuze, Althusser’in fenomenolojik spekülesyonuna karşı salt ontolojik bir spekülesyon ortaya koyabilir.

Bu durumda ise Deleuze kendi özgül sahası içinde ontolojinin özgüllüğünü korumaya çalışacaktır, dışarıda kalan şeylerin ise Deleuze’ün tarafından ampirik açıdan ele alınacağını söyler: Bu Deleuze’ün pratik kavrayışının temelidir.18

Hardt’ın düşüncesine göre, Deleuze’ün ilk Althusser eleştirisine verdiği ikinci yanıta karşı Althusser yeni bir eleştiri getirecektir, Bu eleştiri de şu şekildedir:

Bilginin içerdiği üretimin kabulü ve onun gerçeklikten ayrımı tüm materyalizmin tanımlayıcı faktörlerinden biri olarak kabul edilir, aksi halde ampirisist idealizme düşülecektir. Bu eleştiri son kertede Deleuze’ün pratiği sadece aldatıcı bir söz oyununda nesnelci ve idealist spekülasyonun uysal bir yansıtıcı karşılığıdır ve Deleuze’ün felsefesinin hiçbir pratik gücü yoktur anlamını taşımaktadır. Hardt, öne sürdüğü düşünce yapısıyla pratiğin eleştirisi meselesine varmış bulunur ve bu meseleyi can damarı olarak nitelendirir.

Bu noktadan sonra Hardt; Deleuze ve Althusser’in felsefedeki pratiğe dair kavrayışlarının gücünü inceler. Hardt’a göre Althusser ve Deleuze’ün teori ve pratik arasındaki ilişkiye dair benzer nitelikte sunuşları mevcuttur. Bu benzerliklerin başında teorinin pratikten geliyor oluşu bulunur, Bu tespitin ifadesinin anlamı şudur:

Teorik olarak ifade edilebilen pratik durumlarda ortaya çıkan çözümler nihayetinde

17 Michael Hardt, Gılles Deleuze Felsefede Bir Çıraklık, Çev. İsmail Öğretir ve Ali Utku, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 147

18 Hardt, a.g.e., 147.

- 10 -

(23)

teorik sorunları ortaya koymaya ve çözmeye yarar ve bu Marksist pratik tarafından sunulur.

Hardt, bu ilişkiselliğin tersliğinden bahseder ve pratiğin teoriye bağlı olduğunu iddia eder. Örnek olarak da Lenin alıntılarından ‘‘teori olmadan devrimci pratik olmaz” ifadesini göstermektedir. Deleuze’e göre, pratik, bir teorik noktadan diğerine uzanan aracılıklar dizisidir, teori ise pratikten diğer pratiğe aracılıktır. Bütün teoriler birtakım engellerle karşılaşır ve bunları pratikler ile aşarlar; çünkü materyalist felsefenin temel projesi bu öncelik önermesiyle savaşmak ve kapsama biçimindeki ilişkisel nosyona meydan okumaktır. Hardt, Althusser’in teori ve pratik arasındaki ilişki kavrayışını ele aldığında ise teorinin pratik karşısında öncelendiğini; pratiğin zayıflatılıp yeniden canlandırıldığını ve sonra kapsandığını ifade etmektedir.

Bu durum ise Althusser’in Hegelci bir konuma yerleşmesini beraberinde getirmektedir. Yıllar sonra bu teorist hatayı düzeltmek için ‘felseye teorik açıdan yüksek bir değer biçerek sınıf mücadelesini dikkate almadığını itiraf eder: Felsefeye teorik açıdan yüksek değer biçerken, politik açıdan onun değerini azımsadığını itiraf eder; fakat yine de aynı duruma düşmekten kurtulamaz. Hardt’a göre, Deleuze’ün pratik ve teori arasındaki ilişkiye yaklaşımı ikisinin arasında hiçbir sentez olmadığı ve birinin diğerinin üzerinde hiçbir önceliğinin olmadığıdır.

Sonuçta, siyasal pratik deneyimde Althusser’in konumu üstten alta dikte edilen düzen mantığına denk düşerken, Deleuze’ün konumu alttan üste açık bir örgütlenme şeklinde doğan düzene denk düşmektedir.19

19 Hardt, a.g.e., s. 148

- 11 -

(24)

İKİNCİ BÖLÜM PRAGMATİZM

2.1 Pragmatizm Nedir

Felsefi metotların anlamı insanlarda yarattığı güven hissine bağlı olarak gelişir, hayatın içerisindeki eylemlerde kullanıma yatkınlıkları ve hissedilebilir iyi sonuçları neticesinde benimsenirler. Düşünsel alanlardaki oluşturulmuş tüm felsefi etkinliklerin ortak amacı uygarlık seviyesini geliştirmek, yaşam koşullarını iyileştirilerek insanlığın onurunun yüceltilmesi, bilinmeyenleri bilinir kılarak insanlığın kendini gerçekleştirmesi gibi idealler olagelmiştir.

Tüm felsefe tarihinin sihirli sözcüğü olarak belirtmekte sakınca görmediğimiz

“ideal” kavramı ulaşılması amaçlanan nihai gerçeklik olarak düşünüldüğünde; kişinin kendi varlığını hissedebilmesi, varlığının devamlılığını sağlayan ortamın yarattığı güvenlik hissi, şeylerin yoksunluğundan kaynaklanan acıların ortadan kaldırılması gibi birtakım içsel ihtiyaçlar ve dışsal etkilerin elde edilmesi anlamını ifade etmektedir. Bir başka ifade ile ideallerimiz somutlaştırmaya çabalayarak ulaşmayı istediğimiz gerçekliktir. Bu bağlamda ideal kavramı, harcanılan çaba neticesinde elde edilen faydanın mantıklı bulunduğu tüm şeyleri kapsar.

Pragmatizm’de “gerçeklik,” bireylerin sahip olduğu inançlar neticesinde mümkün olmaktadır, inançlar ise doğruluğa dair duyumlar ile oluşmaktadır; doğruluk fayda sağlayan eylemler neticesinde oluşmakta, eylemler ise düşüncelerin anlam kazandığı yer (locus) olarak kabul edilmektedir. Tüm bu kavramlar arasındaki doğrudan veyahut dolaylı ilişkiler bağlamında pragmatizmin düşünceyi gerçekleştirme metodu olarak kavranması karmaşıklığını bir nebze azaltacak ve anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Pragmatizm felsefesi doğru kavramı, inanç kavramı, gerçek kavramlarının birbirleriyle olan ilişkileri temele alınarak oluşturulmuştur.

Düşünceyi gerçekleştirmek, soyut olan kavramların eylemler aracılığıyla somutlaşmasını; yani duyulabilir, algılanabilir hale getirilerek gerçeklik kazanmasını ifade etmektedir. Düşünce, eylemler vasıtasıyla anlam kazanarak sağladığı ve sağlayacağı potansiyel faydalar hesap edilerek doğrulanır; düşüncenin doğruluğuna dair inanç bilinçte oluştuğunda da gerçeklik oluşur ve soyut düşünceler somutluk kazanır.

- 12 -

(25)

2.2. Pragmatizmde Doğru Kavramı

Doğa içerisinde var olmuş tüm canlılar arasında insanı diğerlerinden üstün kılan temel özellik düşünme yetisi olarak kabul edilmiştir. İnsanın çevresi ile uyumu, var olan nesnel gerçeklik ile ilişkisi, yaşama becerisi bağlamında zorluklarla ettiği mücadele düşünme faaliyetinin sonucu olarak ortaya çıkmakta ve hayati önem içermektedir. İnsan, hayatın içerisinde sayısız deneyimde bulunurken deneyimlerini kavramsal olarak içerisinde anladığımız tüm eylemlerini ardı sıra devam ettirebilmek için bazı tatmin edici sonuçlar elde etmek ihtiyacı hisseder. Tatmin edici sonuçların elde edilebilmesi, eylemlerimizdeki gereksiz çabaların ayıklanmasına bağlıdır; yani daha az zahmete maruz kalarak sonuca ulaşabilmek için düşünmeyi bu doğrultuda gerçekleştirmemiz gerekir.

Yeni eylemlerimize başlangıç enerjisi sağlaması bakımından eski deneyimlerimizi değerlendirmeye tabi tutarız ve eğer biz uygun yeni eylemlere yönelmişsek ve bu süreklilik arz ediyorsa ilk düşüncemiz hakkındaki gerçek değerlendirmemiz onun “doğru” olduğuna inancımız olacaktır. İlk düşüncemiz doğrudur, çünkü biz farklı ve yeni bir eyleme başlayabilmekteyiz. Pragmatizm felsefesine göre insanlar eylemleri neticesinde bir takım tatmin edici sonuçlara ulaşabiliyor ise bu onlar için iyidir ve iyi de doğrunun bir çeşididir.

Pragmatizm doğruluğun anlamının ne olduğuna ilişkin değerlendirmesini eylemlerden elde edilen doyumlara yönelik yapmaktadır ve bu özelliği ile gerçeği kavrayabilmek için geleceği merak eder.

2.3. Pragmatizmde İnanç Kavramı

İnanç kelimesi bir düşünceye gönülden bağlı bulunmayı, o düşünceyi temele koyarak bir dünya görüşü oluşturmayı ve o dünya içerisinde yeni eylemlerde bulunmayı sağlayan duygunun ismidir. Arapçada inanç kelimesini “kanı” kelimesini karşılamaktadır. Günlük yaşantımızda, sahip olduğumuz inançlar nasıl davranmamız gerektiğine, ne yapmamız gerektiğine dair bize yol gösteren rehber olarak işlev görürler. Pragmatist tutuma göre, inançlar insanların hayatında iki şekilde var olurlar. Birincisi verili olarak sahip olduğumuz, ailemizden veyahut atalarımızdan öğretilmiş inançlar, ikincisiyse bizim kendi deneyimlerimiz neticesinde kazandığımız inançlardır. İnançlarımızın ister verili isterse deneyim sonucu oluşmuş olsun temel işlevleri, bizim içerisinde bulunup eylemler gerçekleştirdiğimiz, bir akış şeklinde algıladığımız ve gerçeklik kavramının yerini tutmaya çalışan “zaman”

içerisinde yeni doğrular yaratmamızdır.

Pragmatizmin kurucularından Peirce’a göre, inançlarımız belirli koşullarda belirli davranış kararlarımız ile ulaştığımız giderici bir duygu durumudur. Burada

- 13 -

(26)

giderilmek istenen duygu, doğruluğa veya yanlışlığa sımsıkı bağlı olarak kendini var eden iyi ve kötü arasındaki belirsizlik durumunda ortaya çıkan, bizi heyecanlandırarak eylemde bulunmamız gerektiğini düşündüren “kuşku” isimli zihinsel durumdur. Belirtildiği gibi, düşünce eylemi bir kuşku heyecanı tarafından başlatılır ve inanca ulaştığı zaman son bulur. Böylece inanç üretimi düşüncenin tek işlevidir.20

Kuşku durumunun, düşüncelerimizin doğru veya yanlış olduğuna dair merakımız ile başladığından hareketle, inanç kavramının ne olduğuna dair bir belirlemenin yapılabilmesi için, pragmatik düşünce geleneğinde doğru ile yanlış düalistiği ile birleşik, birbirinden ayrılmaz, çoğu zaman aynı şeyler olarak kabul edilen iyi ve kötü kavramlarının belirlenmesinde hangi psikolojik faktörlerin etkili olduğunun ortaya koyulması gerekmektedir.

Psikoloji biliminin kurucusu Freud’a göre, iyi ile kötü, insanlar için tehlike içeren ya da zarar verici nitelikte olmanın ötesinde istek ile karşılanan ve keyif verici özellikleri de olan şeylerdir. Ortaya çıkan bir yabancı etkinin varlığı burada neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermektedir. İnsanların doğal çaresizliği ve bu nedenden ötürü başkalarına bağımlı bir hayat sürdürmesi gerekliliği bu olguda kendisini açıkça gösteren başat nedendir. Bu nedenin tanımı ise literatürde sevgiyi yitirme kaygısı olarak ifade edilmektedir. Sigmund Freud’a göre, insan, bağımlı olduğu bir başkasının sevgisini yitirdiğinde kimi tehlikeler karşısındaki güvenliği de elden gider;

özellikle de kendisinden güçlü olan kişinin cezalandırma yoluyla üstünlüğünü kanıtlaması tehlikesine maruz kalır. Yani başlangıçta kötü karşılığı sevgi yitimi tehdidi olan şeydir, bu yitirme kaygısı nedeniyle kötülükten kaçınmak gerekir.21

Bir etki olarak sevgiyi yitirme kaygısı insanların kötülükten kaçınmasına sebep olan toplumsal kaygıdır. Bu durumu başka bir ifade ile açıkladığımızda inanç, kuşkusuz iyi olduğu için yaptığımız eylemler sonucunda elde ettiğimiz güven duygusudur diyebiliriz.

2.4. Pragmatizmde Gerçek Kavramı

Gerçek kavramının tanımlanması felsefe tarihi boyunca birçok filozofun ilgi odağı olmuştur. Bu konuda uzun uzadıya düşünmüş kişiler, tüm insanların merak ettiği, fakat üzerinde sonuca ulaşamadığı bir düşünsel eylemi bıkmadan usanmadan hayatlarının sonlarına kadar sürdürmüş kimseler olmaktan başka bir şey değildirler.

Duyu organlarımızla algıladığımız nesnelerin ve olguların, bizim algılayamadığımız

20 Charles Sanders Peirce v.d., Pragmatizm Pratik Bir Felsefe, Çev. Sara Çelik, Doruk Yayımcılık, 2018, s. 68

21 Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, Çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, İstanbul, 1999, s.

81

- 14 -

(27)

bir gerçekliğin sahte görünümleri olduğu kanısından hareket ile oluşan düşünce eylemi, gerçekliğin ne olduğu konusundaki merakı taze tutmuştur.

Prof. Dr. Doğan Göçmen’e göre, gerçeklik hakkında oluşturulmuş sistematik iki gerçeklik kuramından bahsetmek mümkündür. Bunlardan birincisi Aristotales’in

“uygunluk” ilkesine dayalı gerçek kuramı, ikincisi ise F.H. Bradley’in “uyumluluk”

ilkesine dayalı gerçek kuramıdır. Aristo’nun kuramında gerçeklik ile gerçek arasında bir uygunluk ilişkisi vardır; diğer bir deyişle bilinç ile gerçeklik, yansıma özelliğinden ötürü birbirine denktir. Aristo’ya göre, var olanın var olmadığını veya var olmayanın var olduğunu söylemek yanlıştır. Buna karşın var olanın var olduğunu ve var olmayanın var olmadığını söylemek gerçektir. Aristo, bunun ne anlama geldiğini başka yerde şöyle açıklıyor: Biz senin beyaz olduğunu düşündüğümüz için sen beyaz değilsin; fakat sen beyaz olduğun için ve bunu söyleyen biz ise gerçeğe sahibiz. Anlaşılacağı gibi Aristo’nun kuramında bir ön kabulün gerçeklik ile arasında uygunluk varsa veya bir önerme dünyaya veya onun bir bölümüne denk geliyorsa gerçek olarak kabul edilmektedir.22

James‘e göre, gerçekliğin birinci kısmını duyumların (algıların) akışı oluşturmaktadır. İkinci kısmını ise duyularımızın, daha önce yaşam pratiklerimiz sırasında belleğimize yerleşmiş olan kopyaları arasındaki ilişkiler oluşturur. Üçüncü kısım ise bir kontrol işlevi gösteren inançlarımızdan oluşur. Geçeklik dilsiz ve zail olarak nitelendirilir ve bu özelliği ile insanların onu kavraması belleğinde var olan bilgiler ile sağlanmaktadır.23

Pragmatizmde gerçeklik göstergelerle duyumlanan bir olgu olarak tasavvur edilmekte, göstergeler ise insanlara ait deneyimsel doğrular olarak kabul edilmektedir. Burada iki çeşit gösterge türünden bahsedilmektedir. Birincisi, gösteren olarak gerçekliğin sunduğu kavranamaz nitelikteki ideal gösterge, ikincisi ise bizim doğrularımızı, eylemlerimizi ilişkilendirerek kavradığımız insani göstergelerdir. İdeal gösterge inanç oluşumuna kaynaklık ederken, algı biçiminde tanıdığımız insani göstergeler doğrularımızın ve eylemlerimizin oluşumuna kaynaklık ederler. Pragmatizm gerçekliğin bir sınır olduğunu kabul eder ve sınırın ötesinin insan düşüncesinden bağımsız bir alan olduğunu varsayar. Sınır ötesi alana dair bir gerçeklik arayışının; deneyimin, düşüncenin ve varlığın daha önce bulunmadığı ilkel bir varlığa indirgenmiş gerçekliğe ulaşacağı kabul etmektedir.

22Doğan Göçmen, Gerçek ve Gerçeklik/Nesne ve Nesnellik, s. 3 ,

Bkz: https://dgocmenfelsefe.files.wordpress.com/2013/03/bilgi-felsefesi-dersleri-ders-bec59f.pdf, (erişim:09.03.2020)

23Wıllıam James, Pragmatizm, Çev. Tahir Karakaş, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s. 179

- 15 -

(28)

Sınırın ötesinde olan “ideal gerçeklik”; kendisi için hiçlik gösteren, biz insanlar için zamanın ötesinde olan, daha önceki deneyimlerimiz sonucunda benzerlik kurarak tanımlayamayacağımız nesnellikte ve ancak insan eylemlerinin üzerinde aşkınsal niteliklerde eylemlere müsait ve sadece kendi varlığının kanıtı olarak insanlarca duyumsanabilecek kararlılıkta olabilen bir gerçekliğe tekabül eder. Fakat pragmatizm eylemsel bir felsefedir. Eylemi sürekli ve olanaklı kılmak için düşünsel olarak canlı kalmayı, yani ideal sınırın ötesine geçmeden bilincin sınırlarında kalmayı önceler.

Freud insanlığın gerçeklikle ilişkisinin gelişimini irdeleyerek dış dünyanın anlamını kavramaya çalışır. Freud’un psikoloji kuramının temel taşı olarak tanımlayabileceğimiz haz ilkesinden yola çıkarak insanların gerçeklik ile ilişkisini belirleyen temel faktörün insanların hayattan umduğu doyumların ortaya çıkmaması ile yaşadığı düş kırıklığı olduğunu anlamaktayız. İnsanlar hayatta yaşadıkları bu türden düş kırıklıkları neticesinde dış dünyanın koşullarını kavramsallaştırarak belirli değişiklikler yapmaya ve bu çaba ile doyum sağlayan şeylere ulaşmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. İnsanın süreklilik arz eden içsel birtakım gereksinimlerinin tatminini mümkün kılmak için dış dünyanın verilerini araştırıp, tanıdık hale getirmek amacıyla çalışan “dikkat” eylemi; duyusal izlenimlerin ortaya çıkmasını beklemek yerine onlarla yarı yolda buluşabilmeyi mümkün hale getiren, belleğimizin bir kısmını oluşturmaya hizmet etmektedir. Bu durumda insanların yaşamında ortaya çıkan bazı hazsızlık üreten düşüncelerin bilinçdışında kalmasını sağlayan bastırma mekanizmasının yerine belli bir düşüncenin doğru mu yanlış mı olduğuna; yani gerçeklik ile ilişkisinin uyumluluk gösterip göstermediğine karar vermek zorunda olan bir “tarafsız yargı hükmü” geçer ve böyle bir kararı belirleyen de gerçekliğin bellek izleriyle bir kıyaslama yapılmasıdır.24

2.5. Pragmatik Toplumsal Dayanışma

Toplumu oluşturan bireylerin ortak duygu, düşünce ve çıkarlar ile birbirine bağlanmasını ifade eden “toplumsal dayanışma” olgusu sosyoloji biliminin temel kavramıdır. Toplumsal olgu kavramının ne olduğuna dair belirlemenin yapılmasında sosyologların kullandığı temel ölçüt “baskı” olgusudur. Örneğin, birey yaşam içerisinde hukuk kurallarını ihlale niyetlendiğinde, eğer yasa dışı eylem gerçekleşmemişse önleyici, gerçekleşmişse ceza türünden tepki ile karşılaşmaktadır. Kamu vicdanı bu türlü yasa dışı eylemleri yurttaşlara uygulanan gözetim ve özel cezalar ile bastırmaktadır. Buna benzer olarak hukuk ve ahlak alanı

24 Sigmund Freud, Metapsikoloji, Çev. Emre Kapkın ve Ayşen Tekşen, Payel Yayınevi, İstanbul, 2013, s.36

- 16 -

(29)

dışında gerçekleşen, dolaylı olarak ortaya çıkan zorlayıcı baskı türleri de mevcuttur.

Örneğin, toplumun değerlerine aykırı giyinen bir kişinin dışlanması veya küçümsenmesinde olduğu gibi.25

Toplumsal olgu türleri arasında, az önce belirttiğimiz, yerleşik inanç ve pratiklerden ibaret olan ve devlet gibi belirli bir organizasyonun varlığına bağlı olarak gerçekleşenlerin yanı sıra aynı nesnellik ve etkiye sahip olan başka tür olgular da vardır. Bunlar toplumu oluşturan bireyleri özdenetimlerine rağmen harekete geçiren, bireylerin uyum gösterdiğinde herhangi bir baskı hissetmediği, fakat karşı koyduğunda grubun gücünün kendi aleyhine etki ettiği hareketlerdir. Bu tür olgularda birey bir illüzyonun oyununa gelir ve kendisine dışarıdan empoze edilen şeyi kendisi oluşturuyormuş hissine kapılır; fakat bu durum direniş ile ortaya çıkan baskının varlığını ortadan kaldırmaz. Toplumsal olgunun bu tanımını kanıtlayacak karakterdeki deney çocukların yetiştirilmesi amacıyla uygulanan eğitimdir. 26 Hayatının ilk günlerinden itibaren eğitim ile çocuklara yeme, içme, uyuma, itaatli olma, terbiyeli olma alışkanlıkları bir baskı ile empoze edilir. İlerleyen dönemlerde bu baskı çocukta hissedilmez hale gelir; çünkü bunun nedeni baskının yerine geçen alışkanlıkların ve iç eğilimlerin çocukta şekillenmiş olmasıdır. Eğitimde çocuğun üzerinde hükmeden baskı onu kendine göre şekillendiren toplumsal baskıdır ve bunun temsilci araçları ebeveynler ile öğretmenlerdir.27

Toplumsal dayanışmanın yaşam içerisindeki ilk ortaya çıkışı kuşkusuz aile içerisinde gerçekleşmektedir. Aile içerisinde bireyleri birbirine bağlayan ve grubun oluşmasını sağlayan duygular daha büyük grup olan toplumu oluşturan bireyleri birbirine bağlayan duygular ile aynıdır. Bu duygu sevgidir.

Dayanışmanın; yani ortak amaca ulaşma gayesiyle yapılan işbirliğinin toplumsal bir olgu olarak ele alınabilmesi için gerekli koşul bu ortak amaca karşı gösterilen direnç karşısında baskının ortaya çıkıyor oluşudur. Uzun yaşamaya yönelik ortak amaca direnen bir kişiye karşı ortaya çıkacak baskı organizasyonu veya toplumsal değerler mevcut mudur? Hiç şüphesiz bu konuda birçok baskı organizasyonu ve toplumsal değer bulabilmekteyiz. Örneğin, kısa süreli de olsa bir soğuk algınlığına kapıldığımızda çevremizdeki arkadaşlarımız veya aile yakınlarımız iyileşmemiz için elinden geleni yaparlar ve kendimize dikkat etmediğimiz için bize sitemde bulunurlar. Ya da çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın intihar ile ilgili söylemlerini duyduğumuzda ona hayatın ne kadar güzel ve yaşamaya değer olduğundan bahsederiz ve gerekirse bir takım koruyucu önlemler almaya bile

25 Emile Durkheim, Sosyolojik Metodun Kuralları, Çev. Enver Aytekin, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1994, s. 37

26 Durkheim, a.g.e., s.40

27 Durkheim, a.g.e., s. 47

- 17 -

(30)

girişebiliriz. Toplumsal süreç içerisinde yaşamın olabildiğince ilerilere kadar sürdürülmesini gerekli kılan hiç şüphesiz, bir yakının veya tanıdığın ölümünün arkasından yaşanan acı ve ıstırap duygusudur. Toplumu oluşturan çekirdek yapı aile olduğu müddetçe bu gerçeklik hiç değişmeden kalacaktır.

Hayatın geçici ve sonlu bir olgu olduğunu baştan kabul ederiz; ama bu duruma rağmen bu acı kaynaklarına karşı mücadelemizi sürdürürüz ve bazılarını ortadan kaldırır bazılarını da hafifletiriz. Bunların yanında, toplumsal acı kaynaklarına karşı hep bir reddediş ortaya koymakla beraber neden toplumsal düzenlemeleri kendimiz gerçekleştirmemize rağmen acı yerine koruma ve mutluluk elde edemediğimizi merak ederiz. Bu bizi başarısızlığın nedeninin kendi içimizden, yani ruhsal yapımızdan kaynaklandığı konusunda kuşkuya sevk eder. Bu kuşkuya dair bir sorgulama yaptığımızda verdiğimiz cevaplar aynıdır, mutsuzluğumuzdan ve yoksunluğumuzdan kültür/uygarlık dediğimiz şey sorumludur; fakat şaşırtıcıdır ki acı kaynaklarından korunmaya yarayan tüm şeyler uygarlığın eseridir. Dünyayı yaşamın amaçları uyarınca değiştirerek insanı doğanın yok edici güçlerinden korumaya yardım eden tüm etkinlik ve değerleri “kültürel” olarak ifade etmekteyiz.

İnsanoğlunun eski tarihlerde becerdiği ilk kültürel etkinlikleri alet yapmak, ateşe veya enerjiye hakim olmak, yerleşim yerlerinin yapımı olarak örneklendirebiliriz. İnsanın yaşamına yararlı olan her şeyin kültürel etkinlikler ve eylemler sonucunda sağlanarak etkili bir şekilde kullanıldığı ülkelerin yüksek bir uygarlık seviyesine ulaştığını kabul ederiz. Bu bağlamda insanların uygarlıktan olan beklentilerini güvenlik, sağlık, adalet olarak gruplandırabiliriz.28

2.6. Pragmatik Uygarlık ve Sağlık

Tıp, insanlara vermiş olduğu sağlık hizmeti ile tüm toplumlarda yeni durumlar yaratmıştır ve insanlığın hastalıklarla ve ölüm ile ilişkisini değiştirmiştir. Hatta daha ileriye giderek bu konuda tıp her şeyi değiştirmiştir denilebilir. Bunun neticesinde dünyada insan sayısı son üç yüz yılda on kat artmıştır. Bu durum bebek ölümlerinin düşmesi ve insan ömrünün uzamasıyla sağlanmıştır.29

Günümüzde gerek edebiyatta gerekse görsel iletişim kanallarında toplumlara yansıtılan temaların etkileri genç kalma arzusu olarak bireylerde karşılık oluşturmakta, bu nedenle gittikçe büyüyen bir yaşlanma geciktirici ürünler piyasası oluşmaktadır. Gençlik arayışı Antik Çağ toplumlarından bu yana varlığını sürdürmüştür. M.Ö 3000 yılları civarında Mezopotamya’nın büyük bir bölümüne

28 Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu, Çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, İstanbul, 1999, s.

45- 51

29Ulrıch Beck, Risk Toplumu Başka Bir Modernliğe Doğru, Çev. Kazım Özdoğan ve Bülent Doğan, İthaki Yayınları, İstanbul, 2011, s. 306

- 18 -

Referanslar

Benzer Belgeler

Son devlet hizmetin den emekliye ayrıldığı zaman ise yüksek Denizcilik Oku - lunda denizcilik tarihi öğret­ meni idi; ama îstanbulun en kıdemli türkçe

Vakif igletmeler bir yaniyla vakif oldugu iqin devlet gibi veya devletin yerine - igsizlere ig, evsizlere ev, aqlara yemek, hastalara ve bagimlilara hastane ve

Gerontolojik ve geriatrik sosyal hizmet uzmanları Psiko-sosyal destek için sosyal hizmet uzmanları Yaşlı psikologları.

(1992), toprağa uygulanan çöp kompostunun topraklara bir gübre olarak değerinden çok, organik maddeyi arttırması sonucu fiziksel ve kimyasal özelliklerini düzeltmesi ile

The First Record of Ornithocheyletia hallae Smiley, 1970 (Acariformes: Actinedida: Cheyletidae) and Its Prevalance on Pseudolynchia canariensis (Mcquart, 1840) (Diptera:

Tablo 7 incelendiğinde (2006-2010) döneminde etkinlik değişimi, teknik etkinlik değişimi ve toplam faktör verimlilik değişimi etkinliği en yüksek ilk üç şirket sırasıyla

Eldem’in yolculuğunda tuttuğu günlük, notlar ve eskizler, mima- rın yetişmek için mecburi vazifelerinden birini yerine getirdiğinin somut izlerini taşır: Gezgin

-Haftada 2 kez olmak üzere 3-4 hafta süresince İL SbV. Tedavi protokolünde 1 ve 2’de bulanan ve iyileşmeyen lezyonlarda, çapı 4 cm veya daha büyük olan