• Sonuç bulunamadı

Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sayı: İlkbahar ’12/16

Nehar Tüblek

Karikatür Ödülleri

Genç Cumhuriyet’in coşkulu bayram kutlamaları Türkiye’nin ilk grafik sanatçısı: İhap Hulusi Görey Bir Cumhuriyet kadını: Keriman Halis Ece

Sanatçı gözüyle: Su Yücel

Boğaz’ın balıkçılık tarihi

(2)

D

eğerli Beşiktaş kentlileri,

Amerikalılar San Francisco Limanı’nın girişine “Altın Kapı”

anlamına gelen “Golden Gate” adını vermişler. Bilindiği gibi, bunun nedeni 1850’lerde altının bulunması ve yüz binlerce insanın bu bölgeye akın etmesi. Değerli yazar-şair Sunay Akın, “Kız Kulesindeki Kızılderili” kitabında bu ilginç geliş- meyi ayrıntılarıyla anlatır. Vikipedia’nın yazdığına göre de, bu adı Kaptan John C. Fremont verir. Kaptanın İstanbul’daki Golden Horn-Altın Boynuz diye ad- landırılan Haliç’i hatırlattığı için böyle adlandırıldığı söylenir.

San Francisco limanı altın aramak için gelen insanları taşıyan gemilerle tıka-

“Hizmet kapısı”

basa dolar ve limanda Batı’ya göç nedeniyle terk edilmiş sayısız tekne birikir.

İşte herkesin altın çıkarmak için Batı’ya koştuğu o günlerde, o gemilerin arasın- da dolaşarak gemilerin yelkenlerini toplayan bir adam varmış. Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu olan ve babası açlıktan ölmüş bu adamın adı Leob’mış. 1847 yılında ve 20 yaşındayken Amerikaya göç eden bu Bavyeralı, “Yeni Dünya”ya adım atar atmaz ilk iş olarak adını değiştirmiş ve Levi Strauss adını almış.

Altın aramaya giden madencilere yelken bezlerinden sağlam pantolonlar ya- pan Levi Strauss, hâlâ modası geçmeyen kot imparatorluğunu da kurmuş olur.

“Altın Kapı”dan geçerek altına koşmak yerine, madencilerin ihtiyacına yönelik üretim yaparak zengin olur Levi Strauss…

Bunlar kendiliğinden gelmedi kalemin ucuna değerli Beşiktaş kentlileri. Birlikte başardıklarımıza baktığımda, bizim de bir altın kapımızdan söz edilebilir ki bunun doğru adlandırması “Hizmet Kapısı” olmalı. Beşiktaş Belediyesi olarak mevzuat belediyeciliğini aşarak, onun gereklerini yerine getirdikten sonra sosyal beledi- yecilik alanına yaptıklarımızla geniş bir ufuk yarattığımızı söylemek olası.

Elbette çok çetin geçen kış koşullarının yarattığı sıkıntıları asgariye indiren ça- lışmaları gerçekleştirmekle görevliyiz. Elbette afet yönetimi için eğitim çalış- malarına süreklilik kazandırmak ve kurslara devam etmek zorundayız. Elbette sağlık hizmetlerimizi, ambulans hizmetlerini, evde bakım hizmetlerini aksatma-

(3)

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı dan yürütmek zorundayız. Yol onarımları, kaldırım düzenlemeleri, park bahçe

yenileme işleri elbette her zaman gündemimizde olan çalışmalar.

Ancak Beşiktaş kentinin “Hizmet Kapısı”ndan geçenlerin göreceği sadece bunlar değil. Hatta bunlar sessiz sedasız ve otomatik olarak süregiden gün- delik akışlar. Asıl görünen ve dikkat çeken sivil yurttaş girişimleriyle Beşik- taş Belediyesi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği etkinlikler. Beşiktaş kentinin yay- gın dinamikleri bu işbirliğinde buluşuyor. İster “sosyal belediyecilik” diye ana- lım, ister Beşiktaş’ın sosyo-kültürel kent yaşamı diyelim; hemen her adımda bu olumlu işbirliklerini ve bunların kente, kentlilere sağladığı olanakları ve yararla- rı görmek olasıdır.

B+ Dergisi bu tür girişimleri sadece haber bazında değerlendiriyor olsa bile, haber başlıkları epeyce yol gösterici oluyor. Kent Konseyi’nin çalışmaları, hiz- met gönüllüsü kentlilerimizin çalışmaları, edebiyat buluşmaları, belgesel sine- ma gösterileri ve söyleşileri, engellilere yönelik projeler, eğitim ve beceri kurs- ları gibi sayısız örnek verebiliriz.

Ayrıca Beşiktaş kentinin çok değerli yurttaş birikimlerine sahip olduğunu kı- vançla söylemeliyim. Bu birikim de hepimiz gibi, yönetimimizi besleyen ciddi bir kaynak. Dergimizin sadece bu sayısını ölçü alsak bile nice değerli ustanın, bilge kişinin aramızda yaşadığına tanıklık ediyoruz.

Bu güzel birikimler arasında kimi iç karartan anımsamalar da oluşuyor. Nâzım Hikmet gibi büyük bir vatan şairinin 1951 yılında İstanbul’dan kaçmak zorunda kalması geçmişin utanç sayfalarından. Ancak artık bu gür sesin dostları Nâzım’ı ve onun ölümsüz şiirlerini yaşatmaya kararlı. Nitekim bu yıl, Nâzım Hikmet dostları Tarabya kıyısında buluşarak onun 110. yaş gününü kutladılar.

Boğaz’a atılan her karanfil -yıllar geçse de- onu unutmadığımızı ve hâlâ ona özür borçlu olduğumuzun birer simgesiydi sanki.

Beşiktaş’ın gerçek değerleri insanlarıdır. Bu yüzden Beşiktaş’ın “Golden Ga- te-Altın Kapısı”nı altın arayanlar değil, bilgi ve sevgi dokuyanlar oluşturur.

Sevgiyle kalın!

(4)

54 Boğaz’ın Balıkçılık Tarihi Keyifli avlardan katliama...

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1

34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Cengiz Erdil

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel

YAZI İŞLERİ

Cengiz Erdil, Ayla Çiringel, Melis Baydur, Nazan Ortaç, Aybüke Sakaoğlu

KOORDİNATÖR Melis Baydur SAYFA YAPIM Engin Ak, Sedef Bingöl KATKIDA BULUNANLAR Necdet Sakaoğlu, Yalçın Çiringel, Metehan Tokgöz, Cengiz Kahraman,

H. Cenk Tamer, Etem Çalışkan, Mustafa Kılınç, Funda Demir, Rahim Gökmen Tezer

FOTOĞRAFLAR

Görkem Kızılkayak, Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara, Şenol Kaşıkçı YAPIM

NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.

Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Sitesi. C Blok No: 22/6 Beşiktaş / İstanbul

Tel: 0212 284 99 22 BASKI

Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ

Mart 2012

Kapak: Mehmet Selçuk / Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’NİN DERGİSİ İlkbahar ’12 / 16

02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

06 Cumhuriyet Kazanımları Genç Cumhuriyet’in

coşkulu bayram kutlamaları.

06

28 Nâzım Hikmet 110 Yaşında Evrensel şairimizin doğum yıldönümü çeşitli etkinliklerle kutlandı.

12 Portre: Keriman Halis Ece Bir Cumhuriyet kadını

Keriman Halis Ece.

18

22

50 Bir Filateli Öyküsü

Ümit Topaloğlu ve Şerif Antepli ile koleksiyonculuk ve

belgeselcilik üzerine…

44 Albüm: Nehar Tüblek Karikatür Ödülleri.

18 Sanatçı Gözüyle: Su Yücel

“Resim benim için hayatın ihtiyacı”.

22 Bir Semt: Cihannüma Tüm dünyayı gören semt:

Cihannüma.

40 Eğitim: Galatasaray Üniversitesi

İlkokuldan üniversiteye uzanan bir eğitim yolculuğu.

40 34

34 Bir Usta: İhap Hulusi Görey Etem Çalışkan’ın kaleminden Türkiye’nin ilk grafik sanatçısı İhap Hulusi Görey.

30 Onurlu Yaşam Ödülü Beşiktaş Kent Konseyi,

“Onurlu Yaşam” ödüllerinin ikincisini Uğur Dündar’a verdi.

30

28

(5)

60

Beşiktaşlı olmak...

Artı

besiktasarti@besiktas.bel.tr Merhaba,

Beşiktaş kenti, İstanbul’un binlerce yıllık mekânı... Barbaros’un sefere açıldığı, Cumhuriyet devrimlerinin şekillendiği yapıları kapsayan gurur abidesi kent. İsmini kentinden alan asırlık spor kulübünün siyah beyaz renkleriyle nice coşkuyu yaşayan mekân... Peki; Beşiktaş sadece Kara Kartal, Dolmabahçe Sarayı ve Barbaros Anıtı mı acaba? Elbette değil... Beşiktaş’ın çok derin bir tarihi ve o tarihin sessiz kahramanları vardır. Bu sayımızda, Boğaz kıyılarından esen tatlı bir meltem gibi tüm dünyayı saran genç Cumhuriyet’in aydınlık yüzü Keriman Halis Ece’nin öyküsünü bulacaksınız. Boğaz kıyılarının güzel kızının, 1932 yılında “Dünya Güzeli” tacını takarken, genç Cumhuriyet’i ve O’nun Ata’sını nasıl gururlandırdığını keyifle okuyacaksınız.

Sonra, kenti ikiye bölen Barbaros Bulvarı’nı kucaklayan Cihannüma Mahallesi’nin sokaklarına dalacak;

Türk resim sanatının köşetaşı ve Türk müzeciliğinin kurucusu Osman Hamdi Bey’in izini süreceksiniz. Osman Hamdi Bey’in doğup büyüdüğü, İstanbul’u ilk tanıdığı evin çevresinde dolaşacaksınız.

Türkiye’nin hukuk abidelerinden Prof.

Aydın Aybay’ın İkinci Dünya Savaşı yıllarında Beşiktaş anılarını okuyup, geçmişe kısa bir yolculuk yapacaksınız.

Beşiktaş kıyılarından Boğaz sularına bakıp, yok olan balıklar ve aslında

teknolojinin geliştirmediği, adeta tükettiği balıkçılığımızla ilgili bir araştırma sizi çarpıcı bilgilere ulaştıracak.

Meksikalı şair yazar Octavia Paz,

‘’Gazeteci, çağının tanığıdır’’ demiş.

Sayfalarımızda böyle bir gazeteci portresini görecek; Bâbıâli’nin gözüpek gazetecisi Ergin Konuksever ile yapılan söyleşide yakın tarihimizin izlerini bulacaksınız. Ve bir genç ressam…

78 Atölye Porselen İstanbul 4. Levent’teki şirin atölyesiyle Porselen İstanbul B+ sayfalarında...

80 Kitap:

Aydın Aybay’ın anı kitabı

“Beşiktaş’ta Savaş Yılları”.

82 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler.

92 Rehber / 24 saat 60 Benim Beşiktaş’ım:

Güneş Emir

Genç oyuncu, “Beni Yeniden Sev” oyunuyla Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda.

68 Galeri: Evin Sanat

Evin Sanat Galerisi, 16 senedir Bebek’in sanat evi.

72 Birikim: Ergin Konuksever Bâbıâli’nin gözüpek gazetecisi 64 Beşiktaş’ın Spor Alanları

Beşiktaş kentinde spor yapmamanın bahanesi yok.

Unutulmaz dizelerin şairi Can Yücel’in kızı Su, şimdi babasından devraldığı şiir renklerini tuale döküyor. Su Yücel ile yapılan söyleşiyi de keyifle okuyacaksınız.

İhap Hulusi Görey... Latin harflerinin kabulünden sonra hazırlanan ilk alfabe kapağı onun elinden çıktı. Cumhuriyet’i afişleyen adam olarak sanat ve basın tarihimize adını yazdırdı. Yazı ve çizginin yeni birlikteliğini Türkiye’ye taşıyan ilk Türk grafikeri İhap Hulusi 1986 yılında aramızdan ayrıldı ama afişleriyle yaşıyor. İhap Hulusi’nin yaşam öyküsünden kesitleri de dergimizde bulacaksınız.

Beşiktaş’taki eğitim kurumlarını tanıtmaya bu sayımızda da devam ediyoruz. Osmanlı’nın son dönemlerinde saray olarak inşa edildi.

Önce ilkokul, sonra lise, günümüzde ise Galatasaray Üniversitesi olarak hizmet veriyor. Türk eğitim tarihinin temel taşlarından olan Galatasaray eğitim kurumlarının yüksek öğrenim gençliğine neler kazandırdığını bu sayıda bulabileceksiniz.

Dergimiz, Beşiktaş’ın değerlerini araştırırken aslında Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in yüzakı kişi ve kurumlarıyla da karşılaşıyoruz. İşte, Beşiktaşlı olmak böyle bir şey...

Hoşçakalın...

76 Sergi: “Annem İçin”

Deniz Dikkaya’nın ilk fotoğraf sergisine Beşiktaş Belediyesi evsahipliği yaptı.

76

68

(6)

Cumhuriyet kazanımları

Ulusal bayramlara özgü kutlamaların kaldırılacağı, 2012 yılının ilk haberlerinden oldu. Konulan kaldı- rılan bayramlarımız; bayramlara özel türlü kutlama gösterilerimiz çok. Ancak olup bitenlerde uygar toplumlarda olduğu gibi yurttaşlara, topluma da- nışma yok. Egemen medyanın dediği dedik! Bu arada da çeşitli yanlı haber yapmalar, karalamalar ve tarihsel verileri tahrif etmeler alıp başını gidiyor:

23 Nisan, 19 Mayıs gösterileri için bir dönemin “fa- şist” Avrupasından alınma oldukları; tek parti dö- neminin “şef” ini ululama gösterileri olduğu yazıldı çizildi. Gerekçe olarak da çocuklara ve gençlere daha çağdaş etkinlik olanakları sunmak; şimdiye kadarki uygulamaların sakıncalarına son vermek gösteriliyor. Provalara katılan öğrenciler dersler-

den geri kalıyor, üşüyüp hasta oluyorlarmış. Yap- macık hareketlerle kutlanan bayramlar, bir döne- min şefleri karşısında bir çeşit tapınma imiş, an- lamsız ve gülünçmüş.

Bütün bunları “siyasi” birer söylem haline getir-

diğinizde haklı olarak kuşkular artıyor ve inanılır-

lık sorunu başlıyor. Bu eleştirilere içtenlikle yak-

laşanların yapmaları gereken, bir dönemi karala-

madan önce, çocuklar ve gençler açısından so-

runa bakmak ve uzmanlara danışmak. Özellikle

pedagojik önermeler yapmak için daha çok cid-

diyete ihtiyaç var. Hele bir de, yeni bir tarih yaz-

maya da sıvanmışsanız… Ayrıca günümüzdeki

eğitim sisteminin sorunsuz ve sakıncasız olduğu

iddia edilebilir mi?

B+

(7)

Ulusal Egemenlik (Hâkimiyet-i Milliye) Bayramı, Cumhuriyet’in ilanın- dan (1923) iki, ilk Cumhuriyet Bayramı’ndan (1925) dört yıl kıdemlidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının birinci yıldönümü olan 23 Ni- san 1921’den beri kutlanıyor. Ancak, bu bayrama iliş-

kin yasa 1921’de kabul edildiğinden o yıl bayram de- ğil “tesit” (kutlama) yapılmış. İlk Hâkimiyet-i Milliye Bayramı 1922’dedir.

Hâkimiyet-i Milliye (Millî Egemenlik) Bayramı’nın 8 yıl geç doğan ikizi, Çocuk Bayramı’dır. Bu bayram da Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Ku- rumu), 23-30 Nisan “Çocuk Haftası”nın ilk gününü

“Çocuk Bayramı” ilan ettiği 1929’dan beri kutlanıyor.

Ulusal bir bayramla bir çocuk bayramının uzun bir sü- reçte anlamlarıyla da kaynaşıp yasalaşması ilginç- tir. Oysa ilki, yeni Türkiye’nin kuruluşunu gerçekleşti- ren TBMM’nin açılışını kutlamak; ikincisi ise yetim ök- süz yoksul çocukları bir bahar şenliği ortamında sevin- dirip gönendirmek için öngörülmüş. İkisini buluşturan tek bağlantı, Meclis’in bir 23 Nisan günü açılması; yıl-

lar sonra Nisan ayının son haftasını kapsayan“Çocuk Haftası”nın ilk günü- nün de Himaye-i Etfâl Cemiyeti’nce çocukların sevindirileceği Çocuk Bay- ramı ilan edilmesidir.

23 Nisan sadece bir çocuk bayramı değildir

İstiklâl Harbi’ni yöneten Meclis’in açılışını anmakla çocuk dünyasına seslenen bir şölen gününün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na dönüşmesine yıllar sonra yakıştırılan gerekçe daha da ilginç: Meclis’in açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen zaman (23 Nisan 1920 -29 Ekim 1923) arasındaki 3,5 yıllık Milli Mücadele dönemi sözde yeni devletin çocukluk evresi (!) imiş. Buna karşılık Çocuk Bayramı’nın, yur- dun her köşesindeki bayram sevincini yeterince tada- mayan yavrularımızı gönendirmek için konulduğu da unutulmuş!

İki bayramın, takvimsel doğuşlarının aynı güne denk düşmesi sonucu, “zaman içinde” bir tür kendiliğinden kaynaşma süreci yaşadıkları, daha sonra yasal birlik- telik kazandıkları saptanıyor. Sonra bu kaynaşma için kimin ortaya attığı meçhul bir yakıştırma var: “Atatürk,

“Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan!”

Yazı: Necdet sakaoğlu Fotoğraf: ceNgİz kahramaN arşİvİ

(8)

19 Mayıs Şeref Stadı

Taksim’de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 1938.

yeni Türkiye’nin doğuşunu sağlayan Büyük Millet Meclisi’nin açılışı tarihi- ni Türk çocuklarına bayram olarak armağan etmiş! Buna ilişkin belge, ka- nıt bugüne kadar ortaya konmuş olmasa da, her 23 Nisan sabahı, kayma- kam vali koltuklarından Ankara’daki zirvelere kadar her makama da -yok- sul kimsesiz değil!- güzide birer çocuk oturtuluyor; en seçmecesi ve ço- cukluk çağından çıkmış olanı da Meclis başkanı oluyor!

Bir Meclis başkanı, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” konusunda, Cumhuriyet tarihi uzmanlarına araştırmalar yaptırmış mıdır? Söz geli- şi, sosyal bilgiler öğretmenleri, öğrencilerine: “Ulusal Egemenlik Bayra- mı ile Çocuk Bayramı neden aynı gün kutlanıyor?”; “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın doğuşunu, bu iki bayramın neden birlikte kutlandık- larını araştırınız?”; “Atatürk’ün, çocuklar için özel bir bayram öngörmesini, bu konudaki somut girişimini; kaç kez çocuk bayramına katıldığını araştı- rınız?”; “Bunun özel bir gerekçesi var mı?” vb araştırma ödevleri verse- ler; çocukların, kendi bayramlarıyla Ulusal Egemenlik Bayramı’nın doğu-

şu ve birleşmesi sürecini; Atatürk’ün, 23 Nisan’ı çocuk bayramı öngördü- ğünü öğrenecekleri kaynaklar var mıdır? Çok zengin olduğu bilinen Mec- lis Kütüphanesi’nde, çocukları yapmacık okşayışlarla değil gerçekten çok seven, son yıllarında da bir çocuğu –Ülkü’yü- arkadaş edinen Atatürk’ün, bir çocuk bayramı ortamında veya Çankaya’da çocukların bayramını kut- larken çekilmiş fotoğraflar var mıdır? Onun Çocuk Bayramı’nı kutlama demeçleri var mıdır?

Her 23 Nisan’da, seçme çocukları –veya özel seçilmiş gençleri-makam koltuklarına oturtan yöneticiler, öğrencilerin yöneltecekleri “Atatürk bu bayramı bize hangi tarihte armağan etti?” türünden şeytani veya safiya- ne sorularına, o anki demokratik ve güleç duruşlarını bozmadan yanıt ver- meye hazırlar mıdır? En kolay sıyrılış: “Çocuğum, bugünün küçükleri siz- ler, yarının büyüklerisiniz. Size güvenimiz sonsuz! “olabilir. Nitekim her yıl- dönümünde “harikulade” ve “vazgeçilmez” koltuk bırakma sahnelerinde bu tümce, soran olmasa da yineleniyor.

(9)

Beşiktaş’ta Gençlik Bayramı, 19 Mayıs 1947

Taksim Topçu Kışlası’nda 19 Mayıs gösterisi; 1940’lar

Sıradanlaşmış gösteri yinelemeleri, basmakalıp sözler, bayramların do- ğuşlarındaki özü ve anlamı açıklamaya yeter mi?.. Sözgelişi şu, 23 Nisan Bayramı’nı Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği niçin bugüne kadar açık- lanıp belgelenmedi?.. Bu nasıl olmuş? Atatürk’ün Meclis’i açış konuşma- sında mı, bir okulu ziyaretinde mi, hangi bayram demecinde, ne zaman?

Yıllar önce Toplumsal Tarih Dergisi’nde bu konuyu yazmıştık (*) Kim okur kim dinler misali, bu yıl da kutlamalarda, büyükler, makamlarını küçükle- re bırakacaklar, ulusal bütünlüğümüzü vurgulayan demeçler verirken ya- naklarını öpecekler: Kimi “Atatürk siz çocuklara çok değer verirdi. Ulusu- nun çocuklarına özel bir bayram armağan eden tek önder odur!” diyecek;

kimi daha veciz tümceler kuracak! Beşiktaş’ta, İstanbul’da okuma şansı- nı yakalayan zeki çocuklarımızın bu bayram, kendilerini makam koltuğuna oturtup sorularını bekleyen yöneticilere: “-Atatürk bu bayramı çocukla- ra niçin armağan etmiş ve neler söylemiş? Tarih kitaplarımızda yok!” diye sormalarını umalım. Bu zor soru karşısında yöneticiler, yukarıda değindi- ğimiz “çocukluk evresi” benzetmesini yineleyebilirler!

12 Eylül döneminde “bayram işleri” de yeni baştan düzene konulurken, bazıları savuşturulup bazılarına “yapma yaşatma” derneklerinin adlarını anımsatan (19 Mayıs Gençlik ve Spor Atatürk’ü Anma) adlar verilmiş; “te-

fekkürane” bir yaklaşımla da TBMM’nin açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen zaman, yeni Türkiye’nin çocukluk evresi sayılmış; 23 Nisan da bir doğum günü ve çocuk bayramı (!) sayılmıştı.

Bu yıl da televizyonlarda, gazetelerde hep böyle şeyler izleyip dinleyecek, okuyacağız. Çankaya’da, Meclis’te, bakanlıklarda, valiliklerde al, mor, gri, lacivert koltuklara gömülmüş, demeçler veren, iş buyuran çocuklar gö- receğiz. Bunların zamana ve icaba göre “seçilmiş” müstesna çocuk- lar, hatta gençler olabileceği de örnekleriyle görülmüştür. Aileden, okul- dan, çocukluk heveslerinden yoksun, geleceği her gün biraz daha ka- raran çocuklarımızı gönendirmek varken, Osmanlı şehzadelerini, paşa- zadelerini anımsatan konu figürleri üzerinden propagandalar yinelene- cek; “Dünyada yegâne çocuk bayramı bizde” denilecek, Taklamakan’dan Patagonya’ya çocuklar getirtilip kapı kapı gezdirilecek.

(*) Toplumsal Tarih, Nisan 1998, Sayı 52

“23 Nisan Yurdu koruyan,

Yarını kuran,

Sen ol çocuğum...”

Hasan Ali Yücel

B+

(10)

“Eğitim ve öğretimin belli başlı amaçlarından biri de hiç şüphesiz ki yük- sek seciyeli fertler yetiştirmektir. Seciyeli vatandaş, yurt ve mefkûre mef- humlarını müdrik, düşünceli, duygulu ve irade sahibi bir insandır.

Millî esaslardan kuvvetini alan bir eğitim sistemi ise evvela ailede başlar;

küçük çocuğun en hassas devrelerini geçirdiği bu samimi çevre içinde ya- pılan telkinlere, kazandırılan itiyatlara, dimağa yerleştirilen fikirlerin gelişi- mine okul daha sistemli, daha verimli bir tarzda devam eder. Öyle ki, okul- aile beraberliğinin çocuğun ruhu üzerine yaptığı telkinler, bir ömür boyun- ca sürüp gider; hatta ferdin dünya ve hayat telakkilerine dahi müessir olur.

Eğitimde seciye ve karakter teşekkülü üzerine müessir olmaları bakımın- dan milli bayramların önemi çok büyüktür. Bu bayramların değerlendiril- meleri ile çocukların zihin ve ruhlarında mânâlı birer sembol olarak yaşa- malarını temin hususunda okulun kendi üzerine düşen vazifeyi dikkat ve iti- na ile yerine getirmesi pek zaruridir.

Ulusal bilinç bayramlarla güçlendi

Eğitsel değer taşıyan bir öğretim tarzının milli bayramlar vesilesiyle öğren- cilerin dimağına nakşetmek suretiyle yaşattığı ve canlandırdığı fikirler çok mühimdir. Bunlarda Türk milletinin tarihinde dünya ölçüsünde değer ka-

zanan şahsiyetler, millî kahramanlar, vatan ve milli mefkûre uğruna hayatı- nı hiçe sayarak üstün yararlıklar gösteren değerli Türk evlatları, Türk mede- niyetinin eserleri, temiz ve asil karakteri ile fert olarak, necip ve üstün varlığı ile de millet olarak sevilmeye ve takdir edilmeye lâyık büyük Türk milletidir.

Ancak millî bayramların kutlanması demek sadece bu maksatla seçilmiş tarihi bilgilerin kuru kuruya anlatılması ve hatırlatılması anlamına gelmez;

çünkü kalplere ve gönüllere nüfuz etmeyen fikirler daima soğuk ve can- sızdır. Bunların gençlerin ruhunda hisler ve heyecanlar uyandırması, zihin- de bütün canlılığı ile yaşayan Türk varlıklarının eser ve hareketlerinin genç kalplerde akisler bırakarak hayalimize girmeleri, daha doğrusu fikirlerle hislerin birleşmesi ve bir bütün halinde benliğimize tesir etmeleri şarttır.

Öğrenen, bilen insan, duygudan mahrum olan insan değildir. Milli bayram- lar vesilesiyle öğretmenin milli kaynaklara istinat ederek sağladığı fikir ter- biyesiyle beraber his ve duygu eğitimini de birlikte ele alması lüzumu pek tabii ve aşikâr bir keyfiyettir.

Millî bayramların kutlanmasında dış tezahürlerin de rolü inkâr edilemez. Bi- lakis bu bayram gösterileri küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Ancak sa- dece okulun sınıf ve bahçelerinin bayraklar, renkli kâğıtlar ve türlü çiçek

Millî bayramların eğitimdeki yeri

(11)

dallarıyla süslenmesi kâfi değildir. Bu bayram havasının tevlit ettiği hâl-i ru- hiyeyi öğrencilerin maharet ve sanat alanındaki yaratıcılık ve kabiliyetlerin- den faydalanarak bu aydın ve neşe dolu günleri beslemek lazımdır. Yetiş- kinlerin tahassüslerine göre ifadelendirdikleri sun’i piyeslerin temsilinden ziyade kültür derslerinin tabii bir neticesi olarak çocukların işleyerek ibda ettikleri ve kendi görüş ve duyuşlarını belirten ve estetik kıymeti haiz “ço- cuk eserlerinin” sahneye konması muhakkak ki çok daha verimlidir. Millî bayramlar işte bu çeşit değerlendirmelere fırsat verdiği içindir ki, öğretim ve eğitim alanında yeri ve önemi çok büyüktür.

Ancak mantıklı ve sağlam fikirlere istinat eden his ve heyecanların bu çeşit sanat yaşayışları ile ifade edilmesi keyfiyeti de kâfi değildir. Hakikî ve şuur- lu bir vatanseverlik bütün bu fikir ve duyguların fiile inkılâp etmesi ile müm- kündür. Çocuk, vatanımı seviyorum derken bu hislerinde samimi olduğu- nu, vatan ve milleti için yapacağı hareketlerle göstermeli ve bu uğurda icap ederse en büyük fedakârlıklardan çekinmemelidir. Öğretmen, bu hususta millî bayramlardan faydalanarak iyi ve tesirli telkinler yapmak suretiyle elde edebilir. Esasen tatbik ettiğimiz eğitim ve öğretim sistemi de bu amaçların gerçekleşmesi işinde bize yardım etmektedir.

Yeni Seri Sayı, 2 Nisan 1951

Ulusal bayramlar kapalı toplumdan

çıkabilmenin mekânlarını

yarattı.

(12)

Keriman Halis, Batı’nın genç Türkiye’ye ve Türk kadınına bakışını değiştirmişti.

O bir

Cumhuriyet kadını

Keriman Halis Ece

Portre

(13)

C

umhuriyet öyle kolay kurulmadı. Kan, ter ve gözya- şı vardı temelinde. Yedi düvele karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Anlaşması ile tüm dünyaya kabul ettirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin önün- de, ödenmesi gereken Osmanlı borçları vardı. Elbette yoksul ve yetişmiş insan gücünden yoksun ülkenin en önemli sorunu, dünyaya ayakta kalabileceğini ispatlamaktı. Bu da her alanda kalkınma hamlesinden geçiyordu. Cumhuriyet’i kuran devrimci kadro ise hiçbir dış güce muhtaç olmadan kalkınmanın eğitimden geç- tiğini biliyordu.

Toplumu saran güçlü bir eğitim hamlesinin olmazsa olmazı vardı: “Kadın hakları!”

Genç Cumhuriyet için öncelikli görev, kadınlara tüm haklarının sağlanma- sını içeriyordu. Kadınlar toplumun ayrılmaz bir parçasıydı ve hayatın tüm damarları onları kaplamalıydı. Öyle de oldu. Kadınların önündeki tüm en- geller tek tek kaldırıldı.

1929 bunalımı dünyayı sarsıyordu ve asıl o dönemin güçlü krizi Türkiye’yi teğet geçmişti. Genç yaşlı herkes, devrimin coşkusu ile kalkınma hamle- sinin bir parçası olmanın çabası içindeydi. Ancak Batı’nın Türkiye’ye bakı- şını değiştirmek zordu.

“Türk kadını peçe takar, kara çarşafıyla dışarı çıkar ve mutlaka erkeğin iki adım gerisinden yürür...” Batı, Osmanlı döneminin sona ermesine rağmen genç Türkiye Cumhuriyeti’ne bu gözle bakıyordu.

Bu anlayışı ve oryantalist bakış açılarını değiştiren, tek başına bir kadın oldu: Keriman Halis… 31 Temmuz 1932’de Belçika’nın Spa kentinde dü- zenlenen Uluslararası Güzellik ve Zarafet Yarışması’nda “Dünya Güzeli”

ilan edildiği zaman Türkiye’de yer yerinden oynamıştı.

“Dünyanın En Güzel Kadını”

Bu unvana hak kazanan Keriman Halis, 20 Ağustos 1913 tarihinde İstanbul’da doğdu. Dönemin ünlü tüccarlarından Necmettin Halis ve Fer- hunde Hanım’ın altı çocuğundan biriydi.

Öğrenimini Feyziati Mektebi’nde (sonradan Boğaziçi Lisesi) yaptı. Piya- no dersleri aldı. Müzik tutkusu hayatı boyunca sürdü. Akrabaları arasın- da zaten ünlü müzik insanları vardı. Operet bestecilerinden Muhlis Saba- haddin Ezgi amcası, ünlü kadın bestekârlarımızdan Neveser Kökdeş ise halasıydı.

Keriman Halis’in parlak uzun siyah saçları vardı; gözleri koyu kahveydi...

Beyaz tenli ve 1.68 boyundaydı…

İstanbul’daki güzellik yarışmasında,

Peyami Safa birinci seçilen Keriman Halis’i

takdim ediyor,

1932.

(14)

…Ve Güzellik Yarışmaları

Keriman Halis, 1932 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği yarış- ma ile adını duyurdu. Bu yarışmada “Türkiye Güzeli” unvanını aldı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti. Keriman Halis bu yarışmada Türkiye’yi temsil etti. Günler- ce Spa şehrinde kalan güzeller, Avrupa’nın ünlü modacıları ve güzellik uz- manlarının karşısına çıktılar. Sadece güzelliğe değil eğitim, zarafet ve gör- gü kurallarına da önem veriliyordu. Yarışma gününde jürinin önünden kız- lar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan topla- maya çalıştılar. Sonunda heyecan dolu anlar geldi. Keriman Halis, o anla- rı şöyle anlatıyordu:

“En sonunda ben ve Almanya güzeli kaldık. Kırmızı bir tuvalet giymiş, yakası- na da beyaz kurdele takmıştım. Jüri başkanı elindeki zarfı açtı. Heyecandan bayılabilirdim. Bütün tiyatro salonu, ‘Yaşasın Miss Turkey’ sesleriyle inledi.”

Bu başarıya en çok sevinenlerin başında hiç şüphesiz Atatürk geliyordu.

Atatürk bir telgrafla Keriman Halis’i kutlarken şöyle diyordu; “Bununla be- raber asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey analarınızın ve atalarınızın ol- dukları gibi yüksek kültürde, yüksek fazilette birinciliği tutmaktır.”

Atatürk ayrıca 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu sırasında Keriman Halis’e “kraliçe” anlamına gelen “Ece” soyadını verdi.

Keriman Halis yurda dönüşünde Sirkeci Garı’nda muhteşem bir törenle karşılandı. Basılan kartpostalları günlerce elden ele dolaştı.

İlerleyen yıllar ise çoluk çocuğa karıştığı dönemdi Keriman Halis için. İki evlilik yaptı. Bu evliliklerden üç çocuk sahibi oldu. 28 Ocak 2012’de 99 yaşında öldüğünde kızı Ece Sarpyener’in Bebek’teki evinde yaşıyordu.

1950 yılından bu yana Çiftehavuzlar’daki evinde hayatını sürdürmüştü.

Ölümünden yaklaşık bir ay kadar önce kontrol amacıyla hastaneye gitti.

Bir türlü geçmeyen öksürükten rahatsızdı. Tedaviden sonra nekahat dö- nemi için kızı Ece’nin yanına yerleşti ve orada vefat etti.

Keriman Halis, “Dünya Güzeli” unvanını kullanmayı sevmiyordu. Anıla- rını anlatırken güzel yüzü aydınlanıyor ama bu anılarını torunlarıyla pay- laşmak daha çok hoşuna gidiyordu. Yaşamını yitirdiğinde bir yakını şöy- le diyordu:

“Keriman Hanım mutlu bir yüzyıl yaşadı. Her şeyi ile güzel bir insana ya- kışan hayat sürdü.”

Keriman Halis “Dünya Güzeli” seçildikten sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan illüstrasyon.

B+

(15)

Keriman Halis Taksim bahçesinde Peyami Safa tarafından halka takdim ediliyor.

Atatürk, Soyadı Kanunu

sırasında Keriman Halis’e

“kraliçe”

anlamına gelen

“Ece” soyadını

vermişti.

(16)

Keriman Halis Avrupa’ya giderken

Keriman Halis için basılan kartpostal Keriman Halis, Belçika’nın Spa kentinde düzenlenen

Dünya Güzellik yarışmasında, 1932

“Kazandığım muvaffakiyet benim değil,

benim gibi binlercesini yetiştiren

vatanımın ve vatan kadınlarınındır.”

“Avrupa’ya vatanımı ve vatanımın kadınlarını şerefli ve muvaffakiyetli bir su- rette temsil için gitmiştim. Emelime kavuşarak dönüyorum. Kazandığım muvaffakiyet benim değil, benim gibi binlercesini yetiştiren vatanımın ve vatan kadınlarınındır. İstanbul’u çok özledim. Yarın orada vatandaşlarımın arasında bulunacağım. Bunu düşündükçe ömrümde duymadığım büyük bir heyecan hissediyorum.”

(Keriman Halis’in “Dünya Güzeli” seçildikten sonra verdiği demeç)

(17)

18 Ağustos 1932 tarihli Servetifünun Gazetesi

“...On beş günden beri memleketimden haber ala- mamıştım. Bugün Paris sefaretimizde layık olma- dığım kıymetkâr iltifatınızı gazetelerde gördüm.

Meserretimden ağladım. Bu muvaffakiyetim sizin memleket kadınlığına telkin ettiğiniz fikirler eseridir.

Tanrı’nın sizi üzerimizden eksik etmemesi temenni- yatını yad etmekteyim. İhtiramatımın kabulünü rica ederim efendim.”

(Keriman Halis’in, Atatürk’ün demecini okuduktan sonra kendisine yolladığı telgraf)

“Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu göste- ren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hakemliklerin- den memnunuz. Fakat Keriman ECE (Türk dilinde kraliçe) hepimi- zin işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o bütün Türk kızlarının en güzeli ol- mak iddiasında değildir. Bu güzel Türk kızımız ırkının kendi mevcu- diyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya ha- kemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır. Türk milleti bu güzel Türk çocuğunu

samimiyetle tebrik eder.”

(2 Ağustos 1932 Salı günü Atatürk’ün, Cumhuriyet Gazetesi Baş- yazarı Yunus Nadi Bey’e verdiği demeç)

Keriman Halis, Belçika’da gerçekleşecek Dünya Güzellik yarışmasına uğurlanıyor.

“...Temiz duygularınızı bildiren telyazınızı aldım. Maz- hariyetiniz münasebetiyle memleketimiz ve Türk ka- dınlığı hakkındaki saygılı intibalarınızdan ve şahsıma dair kalbi sözlerinizden mütehassıs oldum. Mütealli olduğunuz maddi ve manevi kıymet ve fazilet içinde mes’ud olmanızı dilerim kızım.”

(Atatürk’ün, Keriman Halis’in telgrafına cevabı)

(18)

Can Yücel’in kızı ressam Su Yücel, alışılagelmiş sanatçı profilinden farklı bir

portre çiziyor. Kendisini atölyesine kapatmıyor, aksine insanlarla iç içe olarak üretiyor.

Çünkü onun için resimden önce “duygu” geliyor. Bunun için de geziyor, araştırıyor, okuyor, insanları gözlemliyor, onları dinliyor.

Söyleşi: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: BURAK KARA

“Resim benim için

hayatın ihtiyacı”

S

öyleşi öncesi Su Yücel’le sohbet ediyoruz... Günümüzün si- yasi koşullarının nasıl toplumsal değişiklikler yarattığını ko- nuşuyoruz... “Hani yaramaz çocuklar yuvadan atılır ya” di- yor, “Biz de atıldık artık yuvadan! Bunu kabul etmemiz la- zım. Artık yeni bir düzen var ve bu yeni düzende bizim bir- likte hareket etmemiz gerekiyor. Ama biz hâlâ birlikte ha- reket edemiyoruz, birlikte iş yapamıyoruz” diye çok doğru bir saptama- da bulunuyor.

“Birlikte” üretmek, Su Yücel’in çok iyi bildiği bir şey. Yıllardan beri sos- yal çalışmalar yapıyor; bazen kadınlarla bazen çocuklarla biraraya gele- rek resim yapıyor, “sanat”ın kıyısından köşesinden geçmeyen insanlara hayatın kendisinin “sanat” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tıpkı, Cumhuri- yet tarihinin efsane Milli Eğitim Bakanı, dedesi Hasan Ali Yücel’in yaptı- ğı gibi... Sanatı, eğitimi, hayatın içine katmak, bunların bir ihtiyaç olduğu- nu göstermek...

Dün, İz TV’de yayınlanan programınızın bir bölümüne denk geldim, daha önce izlememiştim. Çok keyifli olmuş, nereden çıktı bu fikir?

Fikir, İz TV’den çıktı. Ben, “Nasıl yaparım” diye düşündüm önce, ama sev- dim. Bir yıldır da devam ediyor. Sadece üç program yaparım demiştim ama devamı geldi. Bu yaz da, Milas ve Ödemiş Birgi’ye gideceğiz.

Seyahat etmeyi seviyorsunuz o halde...

Evet, severim. Sadece bu filmler için değil, ben aslında seyahat ederken de öyle gezerim. Mesela Tire’ye gidiyorum; Tire’de ne var, dokuma var...

Hadi, dokuma atölyelerini gezeyim, derim. Gittiğim yerde kim ne yapıyor- muş diye bakarım; heykeltıraş neredeymiş, marangoz neredeymiş... Şim- di beni sadece kamera takip ediyor.

Filmin metinlerinden çok etkilendim. Çok iyi yazı yazıyorsunuz. Neden yazıyı değil de, resmi seçtiniz?

Ben yazı yazmasını, yazıyı seviyorum. Çünkü kendimi anlatmasını seviyo-

Sanatçı gözüyle

(19)

rum. Daha doğrusu; yazı yazarken ya da resim yaparken duygunun içine girmesini bildiğim için, yazıyı da daha yazmadan ne anlatmak istediğimi biliyorum. Resim yaparken de bu böyle, yazıda da... Zaten filmden daha uzun sürüyor yazılar. O yüzden kendime zaman bırakıyorum. Çekimden- se, onun ön yazısı, nereye bakacağımı daha uzun çalışıyorum. Bayağı bir senaryosunu kuruyorum. Keyif de alıyorum bundan.

Babanız Can Yücel, sizin için de “Can Yücel” miydi, yoksa sadece “baba” mıydı?

Değildi... Sadece babamız değildi... Yaşarken de bu öyleydi. Çünkü pay- laştığımız noktalar çok fazlaydı. Sen-ben gibi, birlikte konuşabildiğimiz bi- riydi. Çünkü o da dertlerini anlatabiliyordu, sıkıntılarını... Ebeveyn gibi de- ğil de; her şeyi konuşup, fikrimizi de hep sorduğu için herhalde, daha ziya- de arkadaş gibiydi.

Anneniz ressam Güler Yücel; onunla ilişkiniz nasıldı?

Ressam olması, sizin resmi seçmenizde etkili oldu mu?

Annem Akademi’den, Bedri Rahmi’den... Onun da atölyesi var Datça’da.

Hâlâ birlikte oturur konuşuruz, “Şunu şöyle mi yapalım” diye sorarım. Ge- netik çok önemli bence. Ama çevre de çok önemli. Üç jenerasyon sanat- çı olmanın getirdiği zenginlik var. Mesela çocukken karar veriyorsunuz;

sonuçta biliyorsunuz ne yaşadığınızı. Sadece aile değil, çevreden de çok sanatçı geldiği için, heykeltıraşını da tanıyorsunuz, ressamını da... Bunlar çok büyük zenginlik. Nasıl bir şey olduğunu çocukken kavrayabilmek çok önemli bir şey bence.

Genelde resim sanatçılarının “ıssız ressam” profilleri vardır.

Ancak siz sosyalsiniz ve dışarıdan besleniyorsunuz.

Çocukluğunuz büyük bir aile ve kalabalık bir sosyal çevrede geçtiği için herhalde...

Evet, ben çocukken çok sosyaldim. Ama şimdi o kadar sosyal değilim as- lında... Resim kapalı bir şey, tek başına yaptığınız bir şey. Ben gerektiğin- de atölyemde kendi başıma çalışmayı, gerektiğinde hayatın içinde insan- larla birlikte hareket etmeyi seviyorum. Çünkü gerçek hikâyeler orada ya- şanıyor. Yaşamın kalbi bence sokaklarda atıyor. Aslında her şeyin ortak yapılması gerekiyor. Tıpta araştırma yaparken de, tek başına bir şey olamı- yor! Ortaklık çok önemli; geçiş, disiplinler arası işbirliğinin gelişmesi lâzım.

Enerjilerin birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Sonuçta evet, resmi tek ba- şına yapıyorsunuz, ama onun etrafında dönen şey çok önemli.

Sık sık sosyal projelerde yer almanızın sebebi de bu sanırım...

Ben ortaklaşa iş yapmayı seviyorum. Tiyatro da yaptım ben, Beklan

Hoca’yla (Algan) birlikte... Ekip olunca fikir de çok oluyor... Kendi yaptığım işte ve bu yaptığım filmlerde de şu kanaatteyim: Bir kere önemli olan bir evkadınına, bir marangoza resim yaptırtmak, onların sanatçı olmasını sağ- lamak değil. Ben, sanatın insanları daha iyiye götürdüğüne inanıyorum.

Yaptığı her işin sanat olduğunu, yaratıcılık olduğunu anlatmak istiyorum.

Kendim için de istiyorum bunu. Onlardan da çok şey öğreniyorum. Mese- la o kadar güzel imgeler bulabiliyorlar ki, o imgeyi arasanız da bulamazsı- nız! Belki Türkiye’de anlaşılmadı bu işler. Çok güzel bir koleksiyonum var, sanatçıların burada yapılanlara bakması gerekiyor. Çünkü çok fazla imge var. Şiir gibi düşünün... Mesela bir kadın “cümle kapısı” yaptı, aynı Klee gibi bir resim vardı! Kadın hayatında resim görmemiş. Bence Klee gör- seydi, çıldırırdı! Ben yaşanmamış hiçbir şeyi tuvalime aktarmak istemiyo- rum. Resim benim için bir ayna. Kendime ve hayata tuttuğum. Bu anlam- da insanlarla birlikte üretmek benim duyarlılığımın güçlenmesine, önyar- gılarımı yok etmeye, acıyı anlayabilmeme ve o insanlarla empati kurmama yarıyor. Bu da resimlerime yansıyor.

Siz yakın zamanda Tarlabaşı Toplum Merkezi’nin daveti üzerine burada yaşayan kadınlarla atölye çalışmaları

“Can Yücel

sadece babamız değildi...

Her şeyi konuşup, fikrimizi de hep sorduğu için herhalde, daha ziyade

arkadaş gibiydi.”

(20)

yaptınız. Şimdi “kentsel dönüşüm” nedeniyle bu semt boşaltılıyor. Ne hissediyorsunuz, harcanan toplumsal çabaların, verilen emeklerin hiç dikkate alınmaması sizi üzüyor mu?

Ben onu Sulukule’de de gördüm. Bir altı ay sonra gittiğimde; daha önce- den tanıştığım, birlikte resim yaptığım bir sürü kadın vardı, kimse kalma- mış! Boş bir şehir gibi... “Kentsel dönüşüm”, sonunda bütün kültürün git- mesi demek. Sulukule’de olan da bu! Bir insanı bir yere götürünce yeni bir hayat kuruluyor, ama bu sistem bütün şehrin dokusunu alıyor. Sadece mimari olarak güzel evler meselesi değil ki bu! Yaşayanlarla, insanla ku- ruluyor şehirler, onun korunması meselesi! Bir de tabii doğa işin içinde...

Sadece bina meselesi, rant meselesi değil, bir daha yenileyemeyeceği- miz bir şeyi, doğayı yok etmeye başlıyoruz. Düşünmeden yapılıyor... Sa- dece İstanbul için değil, bütün Türkiye için... Sular da gidiyor, SİT bölgeleri de gidiyor... Her şey otel mi olacak yani? Otelde hayat geçmiyor! Sadece biz yaşamıyoruz burada, bizden sonra çocukları düşünmek de gerekiyor.

Madem Osmanlı’nın çocuklarıyız, o zaman Osmanlı’nın camisini de, çeş- mesini de korumamız gerekiyor. Ama korumuyoruz bir şekilde. Ben çeş- meler üzerinde çalıştım; birkaç tane çeşme tamir edilmiş, birçoğu da kal- dırıma gitmiş! Tarihimize sahip çıkmaya kalkıyoruz, onu da beceremiyo- ruz. Önem vermediğimiz için değil, bilincimiz yok.

Babanızın vasiyeti vardı; tohum bankası projesi...

Bu fikir nasıl doğdu?

90’larda bankalar batıyordu, herkes banka falan kuruyordu. Babam da dedi ki: “Biz de bari toplanalım bir tohum bankası kuralım”... Çok doğru bir şey, çünkü tohum da yok oluyor. Anadolu’nun gerçek tohumu yok olu- yor. Karpuz alıyorsanız, bir sene sonra üretemiyorsunuz. Sadece bugünle yaşanmayacağını öğrenmemiz gerekiyor. Biz de geçen yıl babamın ölüm yıldönümünde bunun farkındalığını yaratmak istedik.

Can Yücel’in kızı olmanız sanat hayatınızda size bir avantaj sağ- ladı mı, ya da tam tersi ciddiye alınmama endişesi taşıdınız mı?

Resim yapmak, benim için yeme içme gibi bir şey. Yapmadığım zaman çok rahatsız olduğum bir şey. Ben kendimi sanat dünyasının içinde pek sorgu- lamadım; bilmiyorum, onlara sormak lazım. Ben kendimde öyle bir endişe taşımadım. Hayatımı öyle yaşamadığım için, çok sanatçı edasını taşımadı- ğım için herhalde. Kendimi ifade ettiğim bir alan olduğu için, resim yapmak önemli. Hayatın ihtiyacı gibi bir şey...

Dedeniz, Cumhuriyet tarihinin en önemli Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel... Köy Enstitüleri’nin kurucusu, büyük eğitim reformlarına imza atmış, hayatını toplumun ilerlemesine adamış. Siz de onun mirasını

sürdürüyorsunuz bir nevi...

Dedemin yaptığı şuydu; eğiti- mi, sanatı yaşamın içine sok- mak. Sanatın bir ihtiyaç olduğu- nu kabul etmek ve bunu göster- mek. Zaten ben de onu anlat- mak istiyorum. Ben kendi ça- pımda anlatmak istiyorum tabii, benim hiçbir gücüm yok. İnsan- lar sanatın bir ihtiyaç olduğunu gördüklerinden sonra, bu bina- ların , yaşamın da değişeceği- ni bilirler. En önemli şey, ihtiyaç duymak. Bir sürü insan var, hiç- bir şey yapamamış gibi hissedi- yor. Ben onlara, yapabildiklerini göstermek istiyorum.

Şimdi neler üzerinde çalı- şıyorsunuz?

Ödemiş Birgi’deki Çakırağa Ko- nağı, Milas halıları ve Zonguldak üzerine çalışıyorum.

Çok detaylı çalıştığınızı biliyorum, ana fikrin temeli olmasına önem veriyorsunuz. Nasıl bir ön hazırlık çalışması yapıyorsunuz?

Evet, benim için çok önemli... Eskizler çıkartıyorum, üzerinde çalışıyorum.

Yazıları önce iyi bir okuyorum. Ben duygu üzerine gittiğim için, önce o duyguyu derinleştirmeye çalışıyorum. Mesela Milas’ta dokuma da bir sa- nat, hayatlarında bunu ihtiyaç haline getirmişler. Kalkıyor, sabahtan akşa- ma kadar dokuyor... Onlara ne getiriyor, bunu göstermek istiyorum.

Sadece ortadaki ürünü değil, yaratanı ve o süreci de resmin içine alıyorsunuz...

Evet, yaratırken ne hissediyor? Yaratıcılıkta ne hissediyor? Tüm bunları anlatmak ve aktarmak benim için önemli...

Çok renkli çalışıyorsunuz, içiniz de böyle renkli mi?

Renkli... Bir arkadaşım vardı, “Su dünyayı ne kadar renkli görüyor, ben gö- remiyorum” diyordu. İçsel bir şey o, kendiliğinden olan bir şey.

Pozitiflik fışkıyor...

Öyle mi? Siz izleyici olarak öyle mi görüyorsunuz?

Hepsi değil, belki dönem dönem daha karamsar... Var mı dönem dönem çalıştığınız teknikler, yoksa karışık mı çalışıyorsunuz?

Karışık çalışıyorum, ama mesela bu filmin parçalarını yapıyorum şimdi.

Gittiğim anları birleştirerek bir şey yapacağım. Beni etkileyen noktaları birleştireceğim.

Babanızın mezarı geçtiğimiz yıl vandalca bir saldırıya maruz kaldı. Ben haberi okuduğumda müthiş bir üzüntü ve öfke duydum. Siz nasıl başa çıktınız bu duygularla?

Çok incitici bir şey... Müthiş bir şey, “Bu olamaz” dediğiniz... Nasıl bir duy- gudur ki; ölen bir insan, 12 sene olmuş, ona rağmen o insanı iki kere öldür- mek... Cansız bir bedene; taş, toprak olmuş bir bedene tekrar bir hınç duy- mak, bunu anlaması zor... Bu, çok kötü bir his...

Ressam Su Yücel’in eserleri, babası Can Yücel’in kitap kapaklarını da süslüyor

HERŞEY SENDE GİZLİ Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün..

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin...

B+

(21)

“Beşiktaş, çocukluğumu hatırlatıyor”

“15 yıldır Beşiktaş’ta oturuyorum. Sahilini, pazarını, çarşı- sını çok seviyorum... Beşiktaş Pazarı bir kere benim için çocukluğum gibi. Her yeri modernleştirdiğimiz için, bura- sı eskide kalmış gibi... Bir de Beşiktaş Müzesi’nin benim için önemli bir yeri var. Babam bizi alıp götürmüştü, 7-8 yaşlarındaydım. Babamın büyükdedesi Ali Bey, Ertuğrul Fırkateyni’nin süvarisi. Bu kazada hayatını kaybetmiş. Ba- bam onun resmini göstermişti. Çok yakışıklı, çok güzel bir adamdı… Müzenin yanından geçerken, sanki büyükdede- min orada olduğunu düşünürüm, her defasında ona bir se- lam veririm. Halbuki Japonya’da kalıyor, denizde ölüyor...

Beşiktaş’ı bana çocukluğumu hatırlattığı için seviyorum.

Kırpıntı gibi her tarafı hallettiğimiz için, buranın korunmuş- luğunu seviyorum... Çok da söylemek istemiyorum aslın- da, orayı da hallederler diye korkuyorum, çok reklamını yapmayalım!”

Bir derin uykudaydım ölümün içinden Açtım ki gözlerimi

Bir suyun gölgesi gibi Kendisi adeta bir suyun Ayakucunda sen oturuyorsun Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!

Can Yücel’den

“Küçük Kızım Su’ya”...

“Ustalara Saygı” toplantılarının 23 Ocak 2012 konuğu, şiirleri kadar Shakespeare’den “Türkçe söylediği” oyunlarla da gönlümüzde farklı bir yeri olan Can Yücel oldu.

Beşiktaş Belediyesi tarafından yedi sezondur düzenlenen “Ustala- ra Saygı” toplantıları, 23 Ocak Pazartesi günü şiirimizin “Can Baba”sı Can Yücel için düzenlenen geceyle sürdü. Faruk Şüyün tarafından hazırlanan etkinlikte konuklar; taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı, dilimizin her türlü zenginliğinden yararlanmasını bilen şiirlerin yaratıcısı Can Yücel’e “hürmetler” sunuldu.

Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde düzenlenen “Ustalara Saygı” top- lantısını, Can Yücel’in dizelerinden örnekler de yorumlayacak olan Tuna Egemen sundu. Şiirlerinin yanı sıra Shakespeare’in sevilen eser- lerini “Can Yücel’in söyleyişiyle” âdeta yeniden yazan şair için hazırla- nan geceye; Ataol Behramoğlu, Cengiz Bektaş, Derya Köroğlu, Enver Ercan, Halit Kıvanç, Kemal Kocatürk, Nebil Özgentürk, Pelin Batu, Su Yücel, Ruşen Aktaş, Turgay Fişekçi ve Yavuz Tanyeli konuşmacı olarak

katılarak ustayla ilgili duygu, düşünce ve anılarını seyircilerle paylaştı.

Can Yücel’in sesinden şiirlerin de dinlendiği gece, ustanın yaratımların- dan, aralarında “Değişik” ve “Yapraktı”nın da bulunduğu şiirleri müzik- le buluşturan Derya Köroğlu’nun şarkılarıyla renklendi. Can Baba’nın albümünden karelerin izlendiği “Ustalara Saygı” toplantısında, şairle 1971 yılında sürgün edildiği Adana’da tanışan ve çeyrek asır sonra onun belgeselini yapan Nebil Özgentürk’ün filminden bölümler de gösteril- di. Kemal Kocatürk’ün bu sezon seyircilere sunduğu “Can” adlı oyun- dan tadımlık bir bölüm yorumladığı etkinlik; Can Yücel şiirleriyle tiyat- ro, müzik, sinema ve edebiyatı buluşturan bir sanat şölenine dönüştü.

Etkinliğin hazırlık aşamasında yer alan Su Yücel, geceyi çok beğen- diğini söyleyerek, şöyle konuştu: “Babamı iyi anlattılar, güzel anlattılar.

Çünkü babam çok şey yaptı; hem tiyatro yaptı, hem politika yaptı, hem şiir yaptı, zaten anlatılması zor bir adam. Bir de dedik ki gençlerden biri olsun, o da anlatsın. Babamın farklı yönlerini anlatalım. O açıdan çok derli topluydu, çok güzel hazırlanmıştı. Çok sevdim, mutlu oldum…”

Can Baba’ya “hürmetler!”

Fotraf: AlAAtn mUR

Fotraf: AlAAtn mUR

(22)

Semt

Her gün sabah ve akşamları yüz binlerce

insanın işlerine ve okullarına gitmek için

kullandıkları Barbaros Bulvarı, Cihannüma Mahallesi’nin

tam ortasından geçer.

(23)

Cihannüma semti, yapılaşmanın olmadığı dönemlerde İstanbul manzarasının en güzel izlendiği bölgelerden biriydi. Günümüzde semt, iş merkezleri, eğitim kurumları

kafeleri ve restoranlarıyla İstanbul’un en işlek ve canlı bölgelerinden biri.

Yazı: METEHAN TOKGÖZ Fotoğraf: AlAAttİn tİmur, Cengİz KAhrAmAn Arşİvİ

Cihannüma “Tüm dünyayı gören” semt

İ

stanbul’un en eski semtlerinden biri olan Beşiktaş’ın tarihi mahallelerinden Cihannüma; Yıldız, Abbasağa, Sinanpaşa ve Dikilitaş semtleriyle komşudur. Her gün sabah ve akşam- ları yüz binlerce insanın işlerine ve okullarına gitmek için kul- landıkları Barbaros Bulvarı, Cihannüma Mahallesi’nin tam ortasından geçer. “Cihannüma” Farsça bir kelime olup her yanı görmeye elverişli, camlı çatı ya da taraça, kule anlamına gel- mektedir. Özellikle eski İstanbul mimarisinde evin çatı katındaki ge- nellikle kule biçiminde her tarafı camlı odaya verilen isimdir. Aynı za- manda “dünyayı gören” anlamını taşımaktadır. Yoğun yapılaşmanın olmadığı zamanlarda buradan İstanbul manzarasını izlemeye doyum olmazmış. O nedenledir ki “Tüm cihanı gösteren geniş manzara” yani Cihannüma adı verilmiş bu mahalleye.

Barbaros Bulvarı

Cihannüma Mahallesi, Barbaros Bulvarı’nın başından başlayıp Yıl- dız Köprülü Kavşağı’na kadar uzanan yerleşim alanıdır. Eskiden Yıl- dız Yokuşu veya Yıldız Yolu olarak bilinen Barbaros Bulvarı, Beşik- taş Meydanı’ndaki anayol kavşağından başlayıp Zincirlikuyu’ya ka-

dar devam eder. İstanbul imar faaliyetleri dâhilinde bulvarın yapımı- na Adnan Menderes döneminde, 1957 yılında başlanmıştır ve bu ta- rihten sonra bölgede köklü değişiklikler meydana gelmiştir. İmar faa- liyetleri kapsamında 1956-1958 yılları arasında sahil yolu genişletil- miş ve Beşiktaş Meydanı’nın çevresinde büyük yenilikler gerçekleş- miştir. 1960’lara kadar çok az sayıda binanın bulunduğu mahallede, bulvarın iki yanında yer yer dutlukların, çayır ve bahçelerin içinde kü- çük evler varken; 1960’lardan sonra semtte hızlı bir yapılaşma ve de- ğişim süreci başlamış ve semt günümüzdeki halini almıştır.

Bulvardan yukarı doğru çıkıldığında, Beşiktaş Meydanı’nın bitimin- den itibaren 1960’lardan sonraki yapılaşma görülmeye başlar. Zaman içerisinde bu bölge, hem iş hem de eğitim amaçlı kullanılan binaların hâkimiyeti altına girmiştir. Her ne kadar ticari ve eğitim amaçlı bina- lar yoğun olarak bulunsa da Beşiktaş’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Serencebey’de ve Abbasağa Parkı çevresinde, İstanbul’un o eski samimi ve sıcak komşuluk ilişkileri hâlâ devam etmektedir.

Barbaros Bulvarı boyunca sol tarafta binalar devam ederken; sağ ta

(24)

rafta şehrin gürültüsünden, temposundan kısa süreliğine uzaklaşmak is- teyenlerin nefes alabilecekleri Yahya Kemal Beyatlı Parkı yer almaktadır.

Mahalle zamanla iş merkezleri ve eğitim binaları ile kuşatılmış ve bu doğ- rultuda ekonomik olarak da gelişme göstermişti. Özellikle öğrenciler ve çalışanlar için öğle tatillerinde, işten sonra arkadaşları ile birlikte ya da yal- nız başlarına keyifli vakit geçirebilecekleri pek çok kafe ve restoran bulun- maktadır. Cihannüma Mahallesi’nin çevresinde birçok üniversite bulun- masından dolayı hem yolu Cihannüma’dan geçen hem de burada oturan genç nüfus oldukça fazladır ve bu mekânlar çeşitlenmekte, sayıları sürek- li olarak artmaktadır.

Serencebey Yokuşu ve BJK’nin temeli

Cihannüma Mahallesi’nde ilk akla gelen yerlerden biri Serencebey

Yokuşu’dur. Barbaros Bulvarı’na paralel olarak uzanan Serencebey Yo- kuşu, Cihannüma Mahallesi’nin doğuda sınırı konumundadır. Öyle ki Yıldız’a doğru uzanan yokuşun, sol tarafındaki binalar Cihannüma’ya, sağ tarafındaki binalar ise Yıldız Mahallesi’ne dâhildir.

Serencebey Yokuşu, son yıllarda öğrencilerin rağbet ettiği, komşuluk iliş- kileriyle Beşiktaş’ın samimi havasını hissettiren, kendine has karakte- ri olan bir bölgedir. Buranın bir diğer önemli özelliği de adını ilçeden alan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün ilk kurulduğu yer olmasıdır. Kulübün te- meli, 1902 yılında Medine Muhafızı olan Osman Ferit Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik bir grubun haftanın bazı günlerinde jimnastik yap- masıyla atılmıştır.

“Yapılaşmanın az olduğu dönemlerde

Cihannüma,

İstanbul manzarasının en güzel izlendiği bölgelerden biriydi.”

Barbaros Bulvarı ve tramvay deposuyla Beşiktaş Meydanı.

1911 yılında açılan Beşiktaş tramvay deposu 1960’lı yıllara kadar hizmet vermiştir.

(25)

Yıldız (Hamidiye) Camii

Cihannüma Mahallesi’nin önemli yapılarından biri de Yıldız (Hamidiye) Camii’dir. Cami, Barbaros Bulvarı’nın kuzey kesiminde Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. Orijinal ismi Hamidiye Camii olmasına rağmen halk arasında Yıldız Camii olarak anılmaktadır. Bir suikasta uğrama korkusu nedeniyle sahildeki saraylarda oturmaktan çekindiği için Yıldız Sarayı’na yerleşen II.

Abdülhamit, cuma selâmları için de aynı şekilde sahil camilerini kullanmak istememiş ve kendi adına bu camiyi yaptırmıştır. 1885-1886 yılları arasın- da inşa edilen Hamidiye Camii, Osmanlı’nın batılılaşma dönemi içerisinde yapıldığı için, mimarisi klasik Osmanlı üslûbundan oldukça farklıdır. Ek- lektik stil özellikleri sergileyen caminin ön avlusunda ise zarif barok süs- lemeleri ile bir saat kulesi yer almaktadır. Caminin ve saat kulesinin mima- rı Sarkis Balyan’dır.

Ertuğrul Tekkesi Külliyesi

Sultan Abdülhamit’in 19. yüzyılın sonlarına doğru Yıldız Sarayı’na ta- şınmasından sonra, Serencebey Yokuşu ve civarına saray çalışanları- nın köşkleri yapılmaya başlanmış ve bölge yoğun bir yerleşim alanı ha- line gelmiştir. Yahya Kemal Parkı’na gelmeden hemen önce Barbaros Bulvarı’ndan Yıldız’a doğru giren sokak, bu döneme ait önemli bir eseri, Ertuğrul Tekkesi Camisi’ni barındırmaktadır. Bu yeşilimsi renkli düz çatı- lı ve taş minareli ahşap camiyi, II. Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin kurucu- su kabul edilen Ertuğrul Bey adına 1887 yılında yaptırmıştır. Başlangıçta, cami-tevhidhane, selamlık, harem ve misafirhane bölümlerinden oluşan tekke, daha sonraki yıllarda türbe-kitaplık-çeşme üçlüsü ile donatılmış- tır. Birbiriyle bağlantılı olan bu bölümlerin tasarımı ünlü mimar, Raimondo d’Aronco’ya aittir.

Genel olarak külliye vazifesi gören binaların duvarları kâgir, çatıları ahşap- tır. Kadınlar mahfelinin kafeslerini, bir marangoz ustası olan Abdülhamit Han tarafından yapılmıştır. Tekkeler kapatıldıktan sonra binaların mülki- yeti Vakıflar İdaresine geçmiş, cami-tevhidhane dışında kalan bölüm- ler 1957’ye kadar Şair Nedim İlkokulu olarak kullanılmıştır. Yapılar ilkoku- lun başka yere taşınmasıyla cami olarak ibadete açılmıştır. Ertuğrul Tek- kesi Külliyesi’nin üst tarafındaki arazide metruk durumda olan biri taş biri kagir iki bina vardır. Barbaros Bulvarı’ndan geçen pek çok kişinin merak ettiği bu yapılar, Ertuğrul Tekkesi Külliyesi’nde faaliyet gösteren Şazeli Tarikatı’nın vaktiyle misafirhaneleri olarak kullanılmıştır.

Ertuğrul Camii

BJK’nin temeli 1902 yılında Serencebey Yokuşu’ndaki Osman Ferit Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik bir grubun haftanın bazı günlerinde jimnastik yapmasıyla atılmıştır.

B+

(26)

Cihannüma Muhtarı Ertan Kurtlutepe

Doğma büyüme Cihannümalı olan Ertan Kurtlutepe, yedi yıldır mahallenin muhtarlığını yapıyor. Çocukluğundan beri Cihannüma’nın ve Beşiktaş’ın gelişi- mine tanıklık etmiş. Ertan Bey’in Serencebey Yokuşu’nun hemen alt paralelin- de olan bürosu, sahibi olduğu iş yerinin deposu iken muhtar seçildikten sonra büroya çevrilmiş. 1952 doğumlu olan Ertan Bey, ilkokulun birinci dönemini şim- di Ertuğrul Tekkesi Camii’nin bulunduğu külliyedeki Şair Nedim İlkokulu’nda okumuş. İkinci dönem okul kapatılmış ve öğrenciler de başka ilkokula gönderil- miş. Ertan Bey, Ertuğrul Bey Külliyesi’ndeki yapıların ve caminin yan tarafındaki arazide bulunan bakımsız haldeki eski kâgir ve ahşap yapıların herkes tarafın- dan merak uyandırdığını söylüyor; Cihannüma’da okul sıkıntısı olduğunu söyle- yen Ertan Bey, mahalledeki bu iki yapının ve arazilerinin okul olarak kullanılma- sının çok faydalı olacağını düşünüyor. Yıldız Teknik Üniversitesi, Bahçeşehir

Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanat- lar Üniversitesi’nde okuyan İstanbul’un uzak yerlerinden ya da şehir dışından gel- miş pek çok öğrenci- nin de bu bölgeye ta- şındığını dile getiren Kurtlutepe, bu öğren- ci yoğunluğunun ma- halledeki genç nüfusu oldukça arttığını ve bu nüfusun sürekli sirkü- lasyon halinde oldu- ğunu ekliyor.

Barbaros Bulvarı ve Beşiktaş Meydanı

Barbaros Bulvarı

Barbaros Bulvarı ile Cihannüma İstanbul’un

en işlek ve canlı bölgelerinden

biridir.

(27)

Osman Hamdi Bey Sokağı

Barbaros Bulvarı’ndan Yıldız’a çıkarken Abbasağa Parkı’na doğru ilk sokağın girişinde “Ressam Hamdi Bey” levhasını görmüşseniz, söz konusu Hamdi Bey’in ülkemizin ilk Arkeoloji Müzesi’nin ve Devlet Gü- zel Sanatlar Akademisi’nin kurucusu ünlü ressam Osman Hamdi Bey olduğunu hemen anlamışsınızdır. Cihannüma Mahallesi’ndeki Osman Hamdi Bey’in ismini taşıyan işte bu sokak, ünlü ressamımızın doğduğu ve büyüdüğü evin bulunduğu sokaktır.

Beşiktaş gibi köklü bir tarihe sahip semtlerde, sokak levhaları alelade konulmuş isimleri taşıyan adres göstergeleri değildir sadece… Çoğu isim, keşfedilmeyi bekleyen bir kültür mirasına işaret eder. Osman Hamdi Bey ise, arkeolog ve müzeci kimliğiyle bu kültür miraslarını orta- ya çıkarma ve aktarma konusunda kuşkusuz ülkemize en büyük katkı- larda bulunan isimlerden biri olmuştur.

İlköğretimini Beşiktaş’ta alan Osman Hamdi Bey, hukuk öğrenimi için Paris’e gitmiş, fakat resme olan tutkusu daha ağır bastığı için Güzel Sa- natlar Okulu’na devam etmiştir. Yurda döndükten sonra çeşitli devlet kademelerinde görev alan ünlü ressamımız, Padişah’ın şahsi emri ile Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürlüğüne getirilir ve Os- man Hamdi Bey ile müzecilik yeni bir boyut kazanır. Bu dönemde ilk Türk bilimsel kazılarını da başlatan Osman Hamdi Bey, çok önemli ar- keolojik başarılara imza atar. Osman Hamdi Bey, arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken resim çalışmalarına da devam etmiş, resim ve arkeoloji alanındaki çalışmaları ile uluslararası bir üne sahip olmuş- tur. “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli eseri, bugün Türkiye’deki en paha- lı tablolardan biri olma özelliği taşıyor.

Taksim Pera Müzesi’nde 15 Ekim 2011 - 8 Ocak 2012 tarihleri arasında düzenlenen

“Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar” isimli sergide Osman Hamdi Bey resimleri, 19. yüzyıla ait arkeolojik fotoğraf ve çizimler, mektuplar, seyahat günlükleri ve ilk kez sergilenen arkeolojik eserler yer aldı.

Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı’nda, 1883.

Fotoğraf: Erdem Aydın Fotoğraf: Erdem Aydın

(28)

N

âzım Hikmet’in 110’uncu doğum yıldönümü Nâzım Hik- met Kültür ve Sanat Vakfı ve Beşiktaş Belediyesi’nin ortak çalışmasıyla 15 Ocak 2012 tarihinde gerçekleşti- rilen etkinliklerle kutlandı. “Nâzım Hikmet Tiyatro Afişle- ri Sergisi”, “Geçmişten Geleceğe Nâzım Hikmet Pane- li’’ ve “Kardeş Türküler” konserinin yer aldığı etkinliklere Nâzım Hikmet Vakfı Başkanı Rutkay Aziz ve aktör Tarık Akan’ın araların- da bulunduğu sanat dünyasından birçok önemli isim de katıldı.

Evrensel şairimiz Nâzım Hikmet’in 110. doğum yıldönümü dolayısıyla dü- zenlenen etkinlikler, sabah saatlerinde Nâzım Hikmet’in ülkeden ayrıl- dığı nokta olan Tarabya Oteli’nin önünde, denize karanfillerin atılmasıy- la başladı. Tarabya Oteli’nin önünde düzenlenen etkinliğe, Beşiktaş Be- lediye Başkanı İsmail Ünal, Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Tarık Akan, tiyatro sanatçısı Rutkay Aziz ve vatandaşlar katıldı. Etkinlikte konu- şan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Nâzım Hikmet’i sevgiyle an- dıklarını belirterek, Nâzım Hikmet’in Türkiye’nin en önemli şairlerinden ol- duğunu, ancak sıkıntılı bir hayat yaşadığını söyledi.

Nâzım Hikmet Vakfı Başkanı Rutkay Aziz ise, ünlü şairin 21 Haziran 1951 yılında Türkiye’den ayrıldığını söyleyerek, konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Böylesine bir Türk ve dünya şairine sahip olduğumuz için onur duyu-

Yıldönümü

Nâzım Hikmet’in 110’uncu doğum yıldönümü

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ve Beşiktaş Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri etkinliklerle kutlandı.

Nâzım Hikmet

110 yaşında

yorum. Ona çok acı çektirdik. Yıllar sonra yurttaşlık hakkını alabilme ola- nağı bulduk. Bizi bağışlasın. Ancak biz vakıf olarak hem şiirleri, hem oyun- ları, hem romanlarıyla onun ölümsüzlüğünü sonuna kadar yaşatmaya çalı- şacağız. Işıklar içinde yatsın”.

Emekli işçi Ramazan Geçenoğlu’nun, Nâzım Hikmet’in “En Mühim Me- sele” isimli şiirini okumasının ardından, etkinliğe katılanlar dağıtılan karan- filleri denize attı ve katılımcılara çay ve simit ikram edildi.

Nâzım Hikmet’in 110. doğum yıldönümü etkinlikleri Beşiktaş Belediye- si Akatlar Kültür Merkezi’ndeki Nâzım Hikmet Tiyatro Afişleri Sergisi’nin açılışıyla devam etti. Açılışın ardından edebiyatçı Cevat Çapan, Turgay Fi- şekçi, Doğan Hızlan ve Timur Selçuk’un katıldığı “Geçmişten Geleceğe Nâzım Hikmet’’ konulu bir panel gerçekleştirildi.

Kutlama, Beşiktaş Belediyesi Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde ger- çekleşen Kardeş Türküler konseriyle son buldu. Etkinlik için MKM sah- nesine Mehmet Aksoy’un eseri olan; sanatçının 12 Eylül döneminde yurtdışına çıkartabilmek için alçı panla kaplattığı ve Almanya’da alçılarını tekrar temizleyerek eski haline getirdiği Nâzım Hikmet büstü yerleştirildi.

MKM’de gerçekleşen Kardeş Türküler konserinde ayrıca Cüneyt Türel ve Işık Yenersu Nâzım Hikmet şiirlerini seslendirdi. B+

Yazı: B+ Fotoğraf: AlAAttİn tİmur, ŞEnOl KAŞIKÇI

(29)

“Şiirleri, oyunları ve romanlarıyla Nâzım Hikmet’in ölümsüzlüğünü sonuna

kadar yaşatmaya çalışacağız.”

Rutkay Aziz

Referanslar

Benzer Belgeler

Kolon kanserinin genellikle bir ileri yaş hastalığı olduğu ve bu yaş grubunda genellikle bft1 geni taşıyan kökenlerin bulunduğu göz önüne alınırsa, literatür bilgileri

Ziyad Ebüzziya, 1950 seçimlerinde DP’den Konya mebusu oldu.. 1955’te 19’lar hareketi diye bilinen olayda DP’den 19 kişi

[r]

Tekrar değerlendirilen hastaya 7 ay sonra boseprevirle yeniden tedavi için indikasyon dışı ilaç onayı alınarak PegIFN α-2b 100 µg/hafta, ribavirin 1000 mg/gün ve

İsa’nın ele verilmeden bir gün önce havarileriyle birlikte yediği yemeği ve bu yemek sırasında bir masa etrafındaki durumlarını gösteren, aynı zamanda

 The majority of pharmacist’s interventions involved “drug therapy omission (16.0%),” “pharmacokinetic consult (13.2%),” “abnormal laboratory test r esult

Ald›¤› onlarca ödülü bura- da içerikleriyle anlatmak olas› de¤il, ama iki tanesi var ki… Bunlardan biri 2005 y›- l›nda Avrupa Birli¤i’nin verdi¤i en büyük bilim

Bu ilişkinin tarihi maliyetlere dayalı finansal raporlama sonucu ortaya çıkan finansal tablolardan elde edilen veri seti için %17 olduğu düşünüldüğünde, UFRS ile uyumlu