• Sonuç bulunamadı

Çocuk Gelişimi-II. Sosyal Gelişim Hafta

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Çocuk Gelişimi-II. Sosyal Gelişim Hafta"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ

VEZİRKÖPRÜ MESLEK YÜKSEKOKULU

Çocuk Bakımı ve Gençlik Hizmetleri Bölümü Çocuk Gelişimi Programı

Çocuk Gelişimi-II Sosyal Gelişim

1-2-3. Hafta

(2)

1 Sosyal Gelişimin Tanımı ve Önemi

Sosyal gelişim; bireyin içinde yaşadığı toplum tarafından kabul edilir biçimde davranmayı öğrenme sürecidir (Fazlıoğlu, 2009). Sosyal gelişim, toplumsal beklentilere uygunluk gösteren kazanılmış davranış yeteneği olarak da tanımlanabilir.

Ailenin sosyal değerlerini algılamaya başlaması, bunları kendine göre eleştirmesi ve davranışa dönüştürmeye çalışması, çocuğun sosyalleşmesinin ilk göstergeleridir.

Diğer gelişim alanlarında olduğu gibi erken çocukluk çağında kazandığı sosyal değerler ve sosyal yaşantılar, çocuğun daha ileri yaşlardaki sosyal gelişiminin temelini oluşturur.

Sosyal becerileri gelişmiş bir insan, çevresindeki diğer insanlarla sorun yaratmadan, olumlu ilişkiler kurar. Sorun yaşasa bile bunları toplumca onaylanan yollarla çözümleyebilir. Bu özellikleri sosyal statüsüne yansıyabilir, bulunduğu toplulukta liderlik rolü üstlenebilir. Kendi ihtiyaçları ve istekleri ile toplumun istekleri arasında denge sağlayabilir. Birlikte yaşadığı insanlarla yardımlaşmayı, paylaşmayı, iş birliği içinde çalışmayı başarır ve duygularını içinde yaşadığı kültüre uygun biçimde ifade edebilir (Baran, 2011).

Sosyal becerilerden yoksun çocuklar ise arkadaşları tarafından reddedilmekte, akademik açıdan da başarısız olabilmektedir. Bu çocuklar, gelecek yaşantılarında arkadaşlarına göre daha fazla sosyal sorunlarla karşılaşabilmektedir (Baran, 2011).

Çocuğun sosyal bir birey olmasında kalıtımdan çok, çevrenin etkili olduğu yani sosyal bir birey olmada öğrenmenin etkili olduğu görüşü baskındır. Çocukların sosyal gelişim özelliklerinin bilinmemesi, çocukların gelişim düzeyinin üstünde gerçekleştiremeyeceği davranışların istenmesine dolayısıyla çocukların uyumsuzlaşmasına veya gelişim düzeyine göre sosyalleşmesinin gecikmesine neden olabilir. Bu nedenle çocuğun yaşamında daha sağlıklı ve mutlu bir şekilde toplumsallaşması ve sosyal gelişimi destekleyecek çevrenin hazırlanması açısından sosyal gelişim özelliklerinin bilinmesi önemlidir.

2 Sosyal Gelişimle İlgili Kavramlar

2.1 Benlik

Benlik kavramı, insanın kendini görüş ve algılayış biçimi olarak tanımlanabilir.

Bireyin kendi özelliklerine, yeteneklerine, değer yargılarına, emel ve ideallerine ilişkin kanılarını içerir ve "Ben kimim?" sorusunun yanıtı olarak ifade edilir. Çocuk dünyaya geldiği ilk aylarda bedeniyle dış dünyayı ayırt edemez. Çevreyi kendi bedeninin bir parçası olarak algılar. Zamanla kendi bedeninin sınırlarını öğrenir, kendini tanımaya başlar. İlgi alanları arttıkça kendisinin duyguları, düşünceleri ve istekleri olan birey olduğunun farkına varır. Böylece benliğin ilk temelleri atılmış olur. Önce aile bireyleri sonra çevresi ile ilgili sosyal bağlar kurarak benlik gelişimini sürdürür. Çocukluktan itibaren yeterli ilgi gören birey, temel güven duygusunu kazanarak olumlu bir benlik

(3)

geliştirir. Sevgi, ilgi ve güvenden yoksun olarak yetişen birey ise olumsuz ben kavramı geliştirerek büyür.

2.2 Sosyalleşme-Sosyalleştirme

Sosyalleşme, insanın içinde yaşadığı topluma uyması, birlikte yaşadığı insanlarla geçinmeyi öğrenmesi demektir. Bu da bireyin içinde bulunduğu toplumun kültür değerlerini kazanması ile mümkün olur (Uluğ, 2007).

İnsanlar bir grubun ve daha geniş bir toplumun üyesi olarak ve diğer üyelerle etkileşerek yaşamını sürdürürler. Çocuk doğduğu andan itibaren bir grubun, yani ailesinin doğan bir üyesidir. İçinde bulunduğu toplumda etkili, hem kendine hem de topluma yararlı bir biçimde yaşayabilmek için; düşünme, yapma ve hissetme yeteneklerini kullanarak kültürün davranış örüntülerini, ahlak değerlerini ve kendi rollerini benimsemek, bazı nitelikler geliştirmek zorundadır. İşte bireyin içinde yaşadığı toplumda etkili bir biçimde fonksiyonel olması için, gerekli nitelikleri geliştirmesi sürecine sosyalleşme denir (Huizinga, 1995).

Sosyalleşme en başarılı şekliyle insan organizmasının çaresizlik ve tam bir bencillikle nitelenen bebeklik çağından, bağımsız bir yaratıcılıkla nitelenen yetişkinlik dönemine geçmesiyle sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işlemidir. Öğrenmenin yanı sıra şartlanma, katılma ve alıştırma sosyalleşmenin gerçekleşmesinde rol oynayan öğelerdir. İnsan yaşamının en büyük başarısı, sağlam ve dengeli bir sosyalleşmeye kavuşmasıdır (Orçan, 2012).

Bireyin içinde bulunduğu toplumda geçerli olan kural ve değer yargılarını öğrenmesine, onlarla uyum içinde olmasına sosyalleşme denir. Birey, sosyalleşme süreci boyunca toplumun kurallarına ve değerlerine uymayı öğrenir ve bu değerler sistemini benimser. Bu öğrenme, bütün yaşam boyunca devam eder. Çocuğun sosyal gelişiminin temellerinin atıldığı ilk yer ailedir. Sosyal gelişimin yaşandığı bir sonraki dönem okuldur. Okulda öğretmenleri tarafından anlaşılması, bireysel farklılıklarının kabul edilmesi, okul bünyesinde oluşturulan sosyal kulüplere yönlendirilmesi, çocuğun sosyal gelişimini destekler.

2.3 Sosyal Olgunluk

Bireyin içinde yaşadığı toplumun kurallarına uymada yaş düzeyine göre gösterdiği olgunluğa, sosyal olgunluk denir. Çocuğun sosyal olgunluk düzeyine ulaşması, öncelikle anne babası ile sağlıklı iletişimi ve toplumun değer yargılarını öğrenmesiyle gerçekleşir (Fazlıoğlu, 2009).

Bireyin sosyal açıdan yaşına uygun davranışları gösterebilmesi olarak tanımlanan sosyal olgunluk, diğer bireylerin isteklerini, duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmayı içerir (Gülay ve Akman, 2009: 23). Bireyin sosyalleşebilmesi için, kazandığı becerilerin, tutumların ve düşüncelerinin belli bir düzeye yani sosyal olgunluğa gelmesi gerekir.

(4)

2.4 Kültürel Özellikler

Bir toplumun duyuş, düşünüş, yaşayış bakımından diğerlerinden ayıran gelenek, görenek ve adetlerin tümüne; toplumun yaşam biçimine kültür denir. Geçmişten günümüze kadar gelen örf, adet, gelenek-görenek ve değer yargıları, çekirdek ailelerin artması ile zaman içinde eski etkisini kaybetmiştir. Bu özellikler, aileden aileye farklılık göstererek günümüzde hala ağırlığını korumaya devam etmektedir.

Belli bir toplumsal sınıfta doğmak, kişinin yaşamındaki seçimlerinde belirleyicidir. Bu toplumsal sınıflar; kişinin alışkanlıklarını, geleneklerini, değer yargılarını ve amaçlarını biçimlendirir. Zevklerini ve özlemlerini etkiler ve sınıfsal kültürünü oluşturur.

Toplumsal sınıf farklılıkları ise aile ilişkilerine ve çocuğun eğitime bakış açısına yansır (Fazlıoğlu, 2009).

Bireylerin sosyal çevreleri doğumdan itibaren karmaşık bir yapı sergilemektedir.

Aile, soy, sosyal sınıf, ırk, din grubu gibi toplumsal grupların her biri fikirlerini, inançlarını, değerlerini, beklentilerini ve uygun davranış örneklerini paylaşmaktadırlar. Bu bakımdan kültürel özellikler bireyin sosyalleşme sürecinde önemli bir etkendir (Orçan, 2012).

3 0-12 Yaş Çocuklarında Sosyalleşme Özellikleri

3.1 Aile İlişkileri

Çocuğun doğumdan sonraki ilk günlerde annesine olan bağımlılığı onun ilk sosyal ilişkileridir. Anne bebeğine sevgi göstererek, dokunarak, bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşılayarak, anne-bebek arası sosyal gelişime yardımcı olmaktadır. Bağlılık bebeğin anneye yakın olmasını sağlar, böylece bebek hem beslenir hem de çevreden gelebilecek olumsuz etkilerden korunur. Ancak bebekler büyüdükçe anneye bu şekilde bağlı kalamaz ve çevrelerini araştırmak için ondan koparlar. Anneye bağlılık ve ondan kopma bebeklikteki ilk sosyal deneyimlerdir.

Çocukların anneye bağlılık gösterdikleri dönem çocukların çevreyi tanıma isteklerinin arttığı dönemdir, işte bu aşamada bebekler bağlılık ile kopma arasındaki çelişkiyi yaşarlar. Bebek çevreyi tanımak için önceleri çok kısa mesafede kısa süre için anneden uzaklaşır. Tehlike olarak algıladığı bir durum varsa hemen anneye döner.

Çocuk bu geri dönüşlerde anneyi yanında bulursa zamanla bu kopmaların süresi ve uzaklığı artar. Böylece bebek ilerde bağımsız bir kişilik geliştirmek için önemli bir adım atmış olur. Ne var ki bazı anneler kendi güvensizliklerini bebeklerine yansıtarak onların kopma davranışlarını engeller. Anneler bu engellemeleri yaparlarken gerçekte mantıklı gibi görünen bahaneler bulabilirler. Gelişim sürecinin erken yaşlarında oluşan bağlanmanın en etkili olduğu alan yakın ilişkilerdir. Çocukluk sürecinde yaşanan bağlanma ilişkisinin boyutları, bireyin ileriki yaşamı için de ipuçları verir (Orçan, 2012).

(5)

3.2 Arkadaş Edinme

Bebek 5. ve 6. aylarda başka çocuklara tepki göstermeye başlar. Başka bir çocuğu gördüğünde ona doğru atılır ya da çekinir, gülümser ve sesler çıkarır. Bebekliğinin sonuna doğru başka çocuklarla oynaması, oyuncaklarını onlarla paylaşması ve arkadaşlarıyla kavga etmesi oldukça sık görülen davranışlardır. 2-3 yaşlarında oyun arkadaşlarını çabucak değiştirebilir ve başka bir arkadaşını sevdiğini söyleyebilir.

Erken çocukluğun sonlarına doğru çocuğun ana-babasına bağlılığı çözülmekte ve dışarıdaki arkadaşlarıyla ilgilendiği görülmektedir. Çocuğun artık uzunca bir süre beraber olduğu bir ya da iki arkadaşı vardır.

3.3 Gruba Katılma

Çocuklar 2 yaşına kadar yalnız oynar. Diğer çocuklarla olan ilişkileri; taklit, birbirini seyretme ve birbirinin oyuncağını alma davranışı şeklinde görülür. Grup hâlinde oynamaya 3-4 yaşında başlarlar. Oynarken birbirleriyle konuşur ve grup içinden oynamak istediklerini seçerler. Gösterdikleri ortak davranış, birbirlerini seyretme ve konuşmadır.

Okul çağı, öğrencinin gruplaşma çağıdır. Bir öğrencinin akran veya oyun gruplarından birine katılması hem çocuk için bir ihtiyaçtır hem de onun sosyalleşmesi için bir zorunluluktur.

3.4 Çocuk Kavga ve Tartışmaları

Erken çocukluk çağında çocuklar, karşılaştıkları hayal kırıklığının sonucunu kavgaya bağlarlar. Özellikle ilgi merkezi olma, duygularının başka yollarla doyurulmaması hâlinde kavgacılıkla bu duygularını doyurmaya çalışırlar. Oyun gruplarında sık sık kavga ederler ama kavganın sonundaki küskünlükleri uzun sürmez, barışırlar.

Ailenin çocuk üzerindeki tutumu, çocuğun diğer çocuklarla arkadaşlığının olumlu ya da olumsuz yönlere eğilim göstermesine neden olur. Sevgi dolu bir ailede büyüyen çocuklar çevrelerindeki insanlarla kavga etmeden iletişim kuracaklardır. Şiddetin görüldüğü ailede yetişen çocuklar kavgacı olacaklardır. Sevgi gören çocuk sevmeyi, şiddet gören çocuk kavgayı öğrenir.

3.5 İş Birliği

Yaşantısının ilk yıllarında kendini evrenin merkezi zanneden çocuklar, benmerkezcidir. Oyunları kısa sürelidir. Bütün dünyanın onun etrafında döndüğünü zanneder.

3. yaştan itibaren çevresinde diğer varlıkların bulunduğunu kabul eder. Sahip olduğu şeyleri diğer insanlarla paylaşmaya başlar. Çevresiyle iletişim kurması, kendisinin dışında bir dünyanın varlığını kabul etmesi demektir. Çevresiyle ilişkileri arttıkça sosyalleşme gelişir.

(6)

Çocuğa içinde yaşadığı toplumun kurallarını ve paylaşmayı öğretmek, eğitimin görevidir. İnsanların birbirleriyle yardımlaşması ve dostça yaşaması, iş birliğini gerektirir.

Erken çocuklukta, oynadığı oyunun kurallarına uyan, arkadaşlarının hakkına saygı duyan çocuk, büyüdüğünde toplum kurallarına uyan sosyal bir insan olacaktır.

3.6 Rekabet

İnsanların yapısında doğal yarışçılık duygusu vardır. Yarışçılık duygusu insanı başarıya götürür. Bu duygu, kıskançlık boyutuna ulaşırsa kişinin kendisine ve çevresine zarar verir.

Ailenin yaşadığı ortam, rekabet konusunda çocuk için temel etkendir. Ailede sevgi ve hoşgörüye dayalı bir ortam varsa çocuk paylaşmayı, çocuklar arası ayrım ve şiddet varsa kıskançlığı öğrenecektir.

Aynı cinsten kardeşler arasında, yaş farkı fazla değilse, az veya çok rekabet görülür. Anne-baba, kardeşlerden birine daha fazla ilgi gösteriyorsa rekabet kıskançlıkla birlikte daha da belirginleşir.

Yetişkinin görevi, çocuğa rekabet gerektirmeyen bir ortam sağlamaktır.

3.7 Kız-Erkek Çocuk İlişkileri

Çocukların arkadaşlarıyla etkileşimi 2 yaşından sonra başlar ve cinsiyetle ilgili tavırlar belirir. Kendi cinsinin ve karşı cinsin özelliklerini öğrenir. Kızlar annelerini, erkekler babalarını model alırlar.

Kızlar ve erkekler 4 yaşına kadar birlikte oynarlar. Oyunlarında kız-erkek ayrımı yapmazlar. Kızlar, oyunlarında erkek arkadaşlarına rol verebileceği gibi erkekler de oyunlarında kız arkadaşlarına rol verebilirler.

4 yaşından sonra çocukların kız-erkek ayrımı yaparak kızların ve erkeklerin kendi cinsleri arasında oyun grupları kurduğu görülür. Böyle bir ayrım yapmada büyüklerin tavrı ve çocukların ilgileri önemlidir.

9-11 yaşları arasında kız-erkek arkadaşlığı yeni bir boyut kazanır. Bu dönemde kızlar kendi cinsleriyle, erkekler de kendi cinsleriyle arkadaşlık kurarlar. Kesinlikle karşı cinsi oyunlarına almazlar. Kızlar erkekleri acımasız ve kaba görürler. Kızlar ve erkekler birbirini asla çekemez ve aşağılar. Bu durum ergenlik çağına kadar devam eder.

4 Çocuğun Toplumsallaşmasındaki Etkiler

4.1 Kız Ailenin Toplumsallaşmadaki Rolü

Aile büyüyen çocuk için çevre ve topluma doğru uzanan bir köprü görevi yapmaktadır. Bu nedenle aile önemli bir sosyal kurumdur. Ailenin sağlamış olduğu

(7)

öğrenme yaşantıları ve sunduğu modeller, çocuğun olumlu sosyal davranış ve değerler geliştirmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Yaşamın ilk altı yılını kapsayan okulöncesi dönem, çocuğun diğer gelişim alanlarında olduğu gibi toplumsal gelişim alanında da süratli gelişmelerin olduğu dönemdir. Bu dönemde, çocuğun her yönüyle en iyi şekilde yetişmesine özen göstermede aileye büyük görevler düşmektedir. Aile türü, aile üye sayısı, ailenin sosyo-ekonomik durumu, anne babanın kendi iş ve sosyal yaşantıları, ailenin kültürel tercihleri, yaşanılan yerin büyük ve küçüklüğü gibi faktörler toplumsallaşmada söz sahibi faktörlerdir (Orçan, 2012).

Çocuğun kendi kendine yöneten, özgüveni gelişmiş, benlik saygısı yüksek, mutlu bir birey olarak gelişmesi büyük ölçüde ona sağlanan fırsatlara ve her şeyden önce ana baba tutumlarına bağlıdır. Ana baba tutumlarının sağlıklı olması ise, onların hem kendi içinde dengeli, mutlu ve kendileriyle barışık olmalarına hem de birbirlerine karşı olumlu duygular beslemelerine bağlıdır. Bunun dışında, uygun çocuk yetiştirme tutumuna sahip olabilmek için ana babaların çocuk gelişimi ve eğitimi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaları gerekmektedir (Parten, 1932).

Anne-baba-çocuk ilişkisinde toplumsallaşmanın ilk denemeleri yapılır ve ödül- ceza yöntemiyle anne-baba çocuğun toplumsallaşmasını şekillendirmeye çalışır.

Anne-baba-çocuk ilişkisi karşılıklı bir etkileşim sürecidir ve çocuk bu etkileşimi kullanarak toplumsallaşmayı öğrenir. Toplumsallaşma sürecinde çocuk gözlem ve model alma yöntemlerini de kullanır. Çocuklar anne ve babalarından farklı düzeylerde etkilenirler. Her çocuğun kimden etkileneceği ve etkilenme derecesi farklıdır. Bu farklılık çocuk ve anne baba etkileşiminin süresine, sıklığına, içtenliğine ve özelliğine bağlıdır. Anne babanın söyledikleri yeterli değildir. Çocuk için onların ne yaptığı da önemlidir ve gördüklerinden daha fazla etkilenir. Bu nedenle, anne baba, soyut düzeyde uyarı yerine, somut düzeyde eylemi temel almalıdır.

Ailenin çocuk yetiştirme tutumu, çocuğun gelişimini etkileyen en önemli etkendir.

Anne-babanın çocuk yetiştirme yaklaşımı, kendi kişilik özellikleri, kendi anne- babaların öğrenmiş oldukları davranış kalıpları ve yaşadıkları çevre, eğitim durumları vb. etmenlerden etkilenir (Özdemir, 2006). Ailelerin sahip oldukları en yaygın aile tutumları: Otoriter tutum, Aşırı hoşgörülü tutum, Aşırı koruyucu tutum, Dengesiz ve kararsız tutum, Demokratik tutumdur.

Ailenin, çocuğun toplumsallaşması konusundaki en etkin yardımları şöyle sıralanabilir:

• Aile grup içinde dengeli bir birey olabilmesi için çocuğa güven duygusu aşılar.

• Çocuğun, sosyal kabul görebilmesi için gerekli ortamı hazırlar.

• Toplumsallaşmayı öğrenebilmesi için, kabul edilmiş uygun davranış biçimlerini içeren birer model oluşturur.

• Sosyal açıdan kabul edilmiş davranış biçimlerinin gelişimi için rehberlik eder.

• Çocuğun yaşam ortamına uyum sağlarken rastladığı sorunlarına çözüm getirir.

(8)

• Uyum için gerekli olan eylemsel, sözlü ve toplumsal alışkanlıkların kazanılmasına yardımcı olur.

• Okul ve sosyal yaşamda başarılı olabilmeleri için çocuğun yeteneklerini uyarır ve geliştirir.

• Çocuğun ilgi ve yeteneklerine uygun arzuların gelişimine yardım eder.

• Çocuğa sevgiyi somut bir şekilde hissettirmek gerekir. Çocuklar istenmeyen bir hareket yaptıklarında hemen cezalandırmak yerine; çocuğun kendisini değil, yanlış davranışlarını eleştirmek gerekir. Çocuğa daha iyi nasıl davranılacağı gösterilebilir (Nutku, 1998).

4.2 Okul Öncesi Kurumlarının Toplumsallaşmadaki Rolü

Çocuk, tüm gelişimlerine ilişkin temel bilgi beceri, tutum ve alışkanlıkları ailede kazanmaktadır. Bu açıdan aile, çocuğun bakımı, gelişimi ve eğitiminden sorumlu başlıca kurum olma özeliği taşımaktadır. Aileden sonra, okul öncesi eğitim kurumlan çocuğu toplumsal yaşama hazırlamada aileyi destekleyen kurumlar olarak sistem içinde yerlerini almaktadır.

Okul, sosyalleşme sürecinde ilk temel toplumsal kurumdur. Dewey'e göre, bir sosyal kurum olarak, okulun sosyalleştirme süreci içinde iki önemli işlevi vardır:

1. Kendi başına birtakım öğrenme tiplerini gerçekleştirme sorumluluğu.

2. Diğer sosyal kurumların boşluğunu doldurma görevi.

Çocuğun aile çevresindeki koşulları ne denli iyi ve elverişli olursa olsun, çocuğu yaşıtlarıyla birlikte uygun bir ortamda ve uzman eğitimcilerin gözetiminde temel öğrenim olan ilkokula hazırlamak, daha olumlu sonuçlar vermektedir. Çocuk, anaokulunda en iyi oyun ortamını bulur, işbirliğini geliştirir, yaşıtlarıyla ilişkiye girer.

Anaokulunda, çocuk, kendi hakkını korurken, paylaşmayı ve başkalarının özgürlüğünü zedelememeyi öğrenir.

Okul öncesi eğitim kuramlarında yetişkinlerle karşılaşan çocuk, ayrıca yaşıtları ve kendisinden daha büyük ve daha küçük çocuklarla bir arada oynamayı, onların istekleri ile kendi istekleri çatıştığında kimseye zarar vermeden bunun üstesinden gelebilmeyi de öğrenebilir. Okul öncesi kurum, öğretmenin denetim ve uyarıları ile çocuklara okuldaki eşyaları ve oyuncakları ortaklaşa kullanmayı, birbirlerinin sırasını ve hakkını gözetmeyi ve birbirleri için bir şeyler yapabilmeyi öğretebilecek en iyi ortamlardan birisidir.

Çocuğun sağlıklı bir biçimde sosyalleşebilmesi onun evde ve okulda alacağı eğitimin niteliğiyle doğru orantılıdır. Bu nedenle özellikle okul öncesi eğitim için geliştirilen programlar aileden bağımsız olmak yerine aileyi içine almayı hedef almalıdır. Aileden destek almak hem program hedeflerine daha kısa zamanda ulaşılmasını hem de ailelerin bu alanda bilinçlenmesini sağlayacaktır.

İlk sosyal gelişimini ailede gerçekleştiren çocuğun okulda en çok iletişimde bulunduğu, kendine model aldığı, gözlemlediği kişi öğretmenidir. Ana-baba

(9)

tutumlarında olduğu gibi öğretmenin de çocuğa yaklaşımında izlediği tutum çocuğun gelişimini olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla okul öncesi eğitim öğretmenleri, yaratıcı, esnek, çocuğu seven ve onun grup içinde etkinliğini sağlayan, kendisini tanıyan ve yeniliklere açık kişiler olmalıdır.

Öğretmenin aileyi tanıması, çocuğu tanımasını kolaylaştırmaktadır. Aile üyeleri arasındaki ilişkiler, ailenin çocuğa karşı tutumları, çocuğa uyguladıkları disiplin anlayışı, çocuğun içinde yaşadığı fiziksel çevre koşulları gibi özelliklerin öğretmen tarafından bilinmesi, onun çocukta gözlediği çeşitli davranışları anlamasına ve değerlendirmesine böylelikle çocukla ilgili doğru bilgi edinmesine yardımcı olmaktadır. Öğretmen, alanı ile ilgili yeterli bilgiye ve anlayışa sahip olmalı, özellikle de çok iyi gözlemci olmalıdır. Öğretmen ancak bu şekilde çocukları daha iyi tanıyarak, onların ruhsal sorunlarını ve davranış problemlerini erken tespit etme olanağı bulabilir. Böylelikle okul-aile ve gerektiğinde uzman kişi işbirliği ile bu problemlere çözüm bulmak kolaylaşmaktadır. Öğretmenlerin olumlu sosyal davranışları teşvik etmesi ve çocukları bu davranışlara yöneltmesi, çocuklarda sosyal etkileşimi arttırarak uyumsuz sosyal davranışları azaltmaktadır. Öğretmenin sosyal davranışlarıyla model olması, çocukların bu davranışları göstermedeki isteklerini arttırmaktadır.

İyi bir öğretmen sınıfındaki öğrencilerin sosyalleşebilmeleri ve iyi bir kişilik geliştirebilmeleri için şunları yapmalıdır:

• Öğrencilerin kendi duygularını ve değerlerini serbest olarak söylemelerine olanaklar hazırlanmalıdır,

• Çocukların güvenlik içinde bulunacakları bir ortam yaratılmalıdır. Çocuklar devamlı olarak baskı veya korku altında tutulmamalıdırlar,

• Çocuğun kendini tanımasına yardım etmelidir. Çocuğun kendini tanıması, kendi yeteneklerini başkasının yetenekleri ile karşılaştırması sonucu olur.

• Çocuğun her haliyle kendini kabul etmesine yardımcı olmalıdır. Çocuğun başarısız olduğu durumlarda, çocuğu başarılı olabileceği alanlara yönlendirerek telafi edebileceğini bilebilmelidir.

• Çocukların kendilerine birer amaç, ulaşılması gereken bir hedef edinmelerine yardım etmelidir.

• Çocuğun karşılaşacağı sorunları yenebilmesi için bilimsel yolları kullanması gereklidir. Sorunlara çözüm yolu bulabilmesi için kullanacağı bu bilimsel yollara ilişkin bilgi ve becerilerin okulda çocuğa verilmesi ve okul çağında bile karşılaştığı kendi sorunlarını yenmek için bunu uygulayarak yaşantılar kazanması gerekir.

• Bütün bu çalışmalarda mümkün olduğu kadar grupla çalışma tekniklerinin kullanılması çocukların kişiliklerini kazanmalarına yardım eder.

• Çocukları, bulundukları grup içinde iyi ilişkiler kurmaya ve birbirlerini tanımaya teşvik etmek gerekir.

(10)

Toplumsallaşmanın en önemli aracı arkadaşlıktır. Bu, çocuklar için evde sadece anne-baba veya kardeşler ile kazanılmayacak bir özellik olarak değerlendirilmektedir.

Arkadaşlık kurmayı ve sürdürmeyi çocuklar en iyi, okul öncesi kurumu içerisinde öğrenebilir. Çünkü bu kurumlar çocukların yaşıtlarıyla kaynaşmaları açısından doğal bir çevre ortamı özelliği taşımaktadır.

Okul öncesi eğitim kurumları çocuklar için bir anlamda "oyun yerleri" olarak düşünülmelidir. Çünkü bu çağda çocukların en önemli gereksinimlerinin başında oyun gelmektedir. Çocuklar oyun oynayarak gelişmekte, öğrenmekte ve olgunlaşmaktadır. Bu nedenle çocukların oyun içinde eğitimi bu kurumlarda planlı ve sistemli bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Okul öncesi eğitim kurumları, çocuklar için oyun oynarken, aynı zamanda toplumsal bir ortam hazırlamaktadır. Böylelikle çocuklar oyun içinde girdikleri toplumsal ilişkilerle kurallara uymayı, paylaşmayı, sorumluluk almayı ve işbirliği yapmayı öğrenmektedir.

4.3 Oyun ve Akran İlişkilerinin Toplumsallaşmadaki Rolü

Çocuk oyunda araştırır, keşfeder ve öğrenir. Oyun çocuğun duyduklarını, gördüklerini sınayıp, denediği ve pekiştirdiği bir deney alanı olarak tanımlanır. Oyun geçmiş ile bağlantı kurar, gelecek için de bir kaynak oluşturur. Aynı zamanda oyun, yaratma, deneyim kazanma, iletişim kurma ve yetişkinliğe hazırlanma aracıdır. Oyun özgürce ve kendiliğinden yapılan, haz veren, mutluluk kaynağı olan, çocuğun gelişimini destekleyen ve eğlendiren, yorgunluk ve sıkıntılarından kurtarabilen etkinlikler şeklinde de tanımlanabilir. Bütün bu özelliklerden başka oyun çocuğun sosyalleşmesine de yardımcı olmaktadır.

Çocukların oyunla ilgili davranışları, yaşa ve gelişim düzeylerine göre değişmektedir. Pek çok araştırmacı oyunun evrelerini incelemiştir. Bu araştırmacılardan Parten, oyunun çocuğun gelişimindeki sosyal yönünü incelemiştir.

Parten'e göre oyun, ilkel sosyal davranışlardan işbirlikçi sosyal davranışlara doğru bir gelişim gösterir. Parten çocukların oyun faaliyetlerini yaş gruplarına göre incelemiştir.

Parten çocukların oyun davranışlarını:

• Tek başına oynanan oyunlar,

• Paralel oyunlar,

• Birlikte oynanan oyunlar,

• İşbirliğine dayalı kurallı oyunlar olmak üzere sınıflandırmıştır.

Çocuk oyun aracılığıyla başka bireylerle bir araya gelir. Çocuk oyun esnasında korkularından, kaygılarından ve saldırganlık duygularından arınma olanağı bulur.

Oyun toplumsal davranışları pekiştirme aracı olarak işlev görür. Çocuklar oyun yoluyla sözel ve sözel olmayan sosyal kuralları öğrenirler.

Bireysel ve grup oyunları ile çocukların özgüven ve özsaygıları gelişir. Grupla onanan oyunlar çocuklara yaşamları boyunca kullanacakları temel sosyal becerileri geliştirmeleri için imkan verir. Çocuklar oyunlarında kurallara uymayı, paylaşmayı, sorumluluk almayı ve işbirliği yapmayı öğrenmektedirler. Çocuk oyunda problem

(11)

çözmeyi de öğrenir. Birlikte oynadığı arkadaşları ile karşılaştığı sorunları, çatışmaları duygusal yönden çözümleme durumlarına da oyunda sıkça rastlanır.

Oyunların çocukların sosyal gelişimine katkıları:

• Oyunda kız çocuklarının anne ya da çevresindeki başka bir kadını; erkek çocukların baba ya da çevresindeki başka bir erkeği model alarak oynaması ve böylece cinsel rollerin pekişmesi,

• Aile bireylerinin rollerini üstlenerek, aile, akraba ve çevre ilişkilerini öğrenme;

bu kişilerin görev, sorumluluk, davranış biçimlerini, kişiliklerini yaşayarak öğrenme ve ortaya koyma,

• Öğretmen, doktor, postacı gibi değişik meslek gruplarının rollerini üstlenerek o rolün kurallarını öğrenme,

• Diğer insanlarla iletişim kurmayı, gözlem yapmayı, işbirliğini, yardımlaşmayı öğrenme,

• Arkadaşlarıyla dayanışma içinde sorunları çözebilme,

• Telefonla konuşma, yemek yeme, trafik kurallarına uyma gibi sosyal kuralları öğrenme,

• Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin, haklı-haksız gibi ahlaki kavramları öğrenme,

• Başkalarına sevgi, saygı gösterme, koruma, korunma, başkalarının haklarına saygı gösterme, yönetilme, sorumluluk alabilme, kendine ve başkalarına güven duyabilme, karar verebilme ve uygulayabilme, işbirliği sağlayabilme gibi toplumsal ilişkilerin gerektirdiği kuralları öğrenme.

Her ne kadar aile çocuğun toplumsallaşmasında merkezi rolü oynasa da, çocuğun sosyalleşmesinde, arkadaş ilişkileri ve bu ilişkiler sırasında yaşananların önemi büyüktür. Çocuk için küçük yaşlarda anne ve baba tek önemli kişilerken, okulun başlaması ile arkadaşlar da çocuğun yaşamında önemli yer tutarlar. Arkadaşlık, okul öncesi çocukların sosyal gelişimlerini olumlu etkileyen etkenlerden biridir.

Yaşamın ilk iki yılında çocuklar bir araya geldiklerinde daha çok ikili gruplar oluşturdukları gözlenmiştir. Bu yaşta iki kişiden daha fazla gruplaşma çok ender olarak saptanmıştır. Yine bu yaşlarda çocukların aynı cinsten akranlarını tercih ettikleri söylenemez. 3-4 yaşlarında ise, hem akran gruplarındaki çocuk sayısında hem de bu grupların oluşmasında farklılıklar görülmektedir. Bu yaşlardaki çocukların hala ikili gruplar halinde oynamayı tercih ettikleri gözlense de, daha kalabalık gruplarla da ilgilenmeye başladıkları gözlenebilir. Bu yaşlardaki temel tercih, aynı cinsiyetten çocukların birbirlerini tercih etmeleridir.

3 yaşından sonra, paralel oyun oynarlarken çocukların kendi cinsiyetlerinden olan çocuklarla paralel oynadıkları da görülmektedir. İşbirliğine dayalı oyunlarda çocuklar daha çok kendi cinsiyetlerinden olan çocuklara yönelmektedir. Bu yaştan sonra çocukların kendi cinsiyetlerinden olan çocuklarla akran ilişkileri kurma (oyun oynama ve arkadaş seçme) eğilimlerinin giderek arttığı gözlenmektedir.

(12)

Üç yaş civarında başlayan arkadaş ilişkileri 4 yaş civarında zenginleşmektedir.

Akranlarla sosyal etkileşim kurma çabası, 3 yaşındaki çocuklara oranla 4-5 yaş çocuklarının daha çok harekete geçtikleri de gözlenmiştir. Bu yaşlarda arkadaş edinmek çocuklar için çok önemlidir. Çocuk, kuralları öğrenmeye ve uymaya başlamıştır. Örneğin, arkadaşına oyuncağını vermediğinde arkadaşının da kendisine oyuncağı vermediğini görür. İlgileri anne babadan çok arkadaşlarına yönelir.

5-6 yaşlarında, kurallı grup oyunlarına yönelir. Arkadaşlarının duygularını paylaşmaya başlar. Arkadaşları ile ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşayabilir. Saldırgan tepkiler verebilir. Ancak, zamanla, bunun bir çözüm olmadığını, bu tür davranışlarının başkaları tarafından onaylanmadığını görür. Böylelikle, sosyalleştiği ölçüde problemlerine farklı ve toplumca onaylanan çözümler bulmaya çalışır.

6 yaşından itibaren grup oyununda giderek bir artma görülür. Bu değişmeyle bir-likte toplumsallaşmada da belirgin bir artış meydana gelir. Çocuk daha az bencil ve saldırgan, buna karşılık, daha fazla grup bilincine sahip ve yardımsever olurlar.

Çocuk, okula başladığında, sosyalleşmesi yolunda, öğretmen ve ailesine oranla, daha büyük bir ilgiyi, arkadaş grubunda görür. Çocuğun yaşamındaki bu evrenin özelliği, büyüklerin ya da anne babanın standartlarını reddetmek, buna karşılık arkadaş grubunun standartlarını kabul etmektir. 6-7 yaşlarından itibaren kızlar ve erkekler, kendi cinslerinden oluşan küçük gruplarıyla birlikte oynamaktan büyük bir zevk duyarlar.

Arkadaşlık ilişkisinin çocuk üzerindeki etkileri:

• Çocuğun, zamanının büyük çoğunluğunu arkadaş grubu içerisinde geçirmesi bu etkililiğin artmasında önemli rol oynamaktadır. Çocuk, grup içi etkileşim ve grup içinde oynanan oyunlar yoluyla; bir yandan gruba uyum sağlayabilmek için gerekli olan bilgiler, beceriler, alışkanlıklar kazanırken; diğer yandan toplumsal çevreye uyum sağlayabilmek için gerekli olan bilgiler, beceriler, tutumlar, davranışlar ve alışkanlıklar kazanır. Güç birliği yapmayı, dayanışmayı, paylaşmayı, işbirliğini, birlikte sevinmeyi, birlikte üzülmeyi öğrenir.

• Akran ilişkileri çocuğun psikolojik sağlığı ile ilişkilidir.

• Olumlu akran ilişkileri çocukların kişilerarası yeterliliğini olumlu olarak etkileyerek, bireylerin uzun dönemde sosyal çevrelerine uyumlarına katkıda bulunabilmektedir. Buna bağlı olarak, akran ilişkileri, çocukların sonraki yıllardaki problemli davranışlarını açıklayabilmektedir.

• Akran ilişkileri çocukların kişiler arası ilişkiler için gerekli bilgi ve becerileri kazanmalarında, problem çözmelerinde ve sorunlarla başa çıkmalarında önemli rol oynar.

• Akranlarla olumlu ilişkilerin, güç ve stresli koşullarla başa çıkabilme yeteneği yönünden çocukları güçlü kıldığı kabul edilmektedir. İşsizlik, yoksulluk gibi çocuğu gelişmesini ve yetişmesini olumsuz etkileyen koşulların etkilerinin azalmasında, arkadaşlar tarafından sağlanan desteğin de önemli olduğu hakkında görüş birliği vardır.

(13)

• Çocuğun sosyalleşmesinde, akran ilişkilerinin önemi kabul edilmektedir. 3 ile 6 yaş arasında okul öncesi kuruma başlayan çocuk için buradaki akranlar ilk sosyalleşme kaynaklarıdır.

• Anaokulu aynı zamanda kuralları en etkili bir biçimde öğretebilen bir kurumdur. Çocuk yaşıtlarıyla ilişkiye girerek birlikte yaşamayı, yemek yemeyi, uyumayı ve oynamayı öğrenir. Böylece başkalarının özgürlüğünden haberdar olur.

"Ben" ve "başkası" kavramalarının bilincine vararak yardımlaşma ve işbirliği duygusunu geliştirir.

• Akran ilişkileri çocukların okula karşı tutumları ve okul başarıları ile ilişkilidir.

Çocuk-akran ilişkisinde dikkat edilmesi gereken noktalar:

• Çocuklara arkadaşıyla karşılaştığı sorunları yetişkinlerle rahatlıkla paylaşabilmesi için çeşitli fırsatlar tanınmalıdır.

• Çocuğun akran ilişkilerini güçlendirmesi için sosyal fırsatlar yaratırken baskıcı bir tutum sergilenmemelidir.

• Arkadaşlarıyla sorun yaşan çocuğa yaşam boyu her alanda kişiler arası problemler yaşanabileceği ifade edilmeli, bu problemlerle baş etmesini sağlayacak uygun çözümlerin bulunabileceği hem sözel olarak hem de davranışlarla olarak gösterilmelidir,

• Yetişkin çocuğun arkadaşıyla sorun yaşadığına tanık olduğunda, müdahale edebilir ve ne yapmaları gerektiği konusunda destekleyebilir. Ancak müdahale yapıcı olmalıdır. Yani, çocuğa yönelik değil, davranış hedef alınmalı ve problemin nasıl çözülebileceği hakkında rehber olunmalıdır. Aksi takdirde yıkıcı bir müdahale çocukların özgüvenlerine zarar verebilir.

• Çocuk akranlarıyla sorun yaşadığında çocuğa daha önceki başarılı akran ilişkileri hatırlatılarak çözümün çok da uzakta olmadığı hissettirilmelidir.

• Günlük yaşantısında akranlarının duygu ve düşüncelerine önem vermesi için çocuklar desteklenmelidir. Çocukla birlikte tanık olunan bir çatışma durumu hakkında, ona diğerlerinin nasıl hissedebileceğini ya da düşünebileceğine dikkat çekecek sorular sorulabilir. Örneğin; Ali, Ayşe'nin bebeğini izinsiz olarak aldığında, Ayşe ne hissetmiş olabilir?, Sen olsaydın ne hissederdin? gibi.

• Çocuğun, öfkesi kontrol altında tutularak, diğer bireyleri incitmeden kendisini nasıl ifade edebileceği konusunda yardımcı olunmalıdır.

• Çocuklara seçenekler sunulmalı ve ne yapmak istediğine kendisinin karar vermesi sağlanmalıdır.

• Çocuklar üzerinde, her zaman bütün insanlar tarafından sevileceği gibi bir beklenti yaratılmamaya özen gösterilmelidir. Ek olarak çocuğun bireysel tercihlerine ve sosyal ihtiyaçlarına saygı gösterilmelidir. Örneğin, bazı çocuklar birkaç arkadaşla mutlu olabilirlerken, bazıları da akran ilişkilerinde yüksek beklentilere sahip olabilmektedirler.

(14)

4.4 Sosyo-Ekonomik Faktörlerin Toplumsallaşmadaki Rolü

Sosyo-ekonomik statü çok önemlidir. Çünkü bu, toplumda bireyin yerini etkileyen ve belirleyen bir durumdur. Ailenin sosyo-ekonomik statüsü; aile geliri, öğrenim düzeyi, meslekleri ve toplumdaki sosyal statüsü üzerine kuruludur. Sosyo- ekonomik statü sadece ev ve komşuluk gibi fiziksel ortamı etkilemez.

Sosyo-ekonomik nedenlerin başında aileyi ele almak gerekmektedir. Aile, bireyin en yakın olduğu ve toplumsallaşma sürecinin içinde birey üzerinde en etkin olan toplumsal gruptur. Çocuk, ailenin bir üyesi olarak kişiliğini ve davranışlarını aile içinde aldığı eğitimle kazanmaktadır. Buna göre aile, çocuğun yönlendirilmesi ve biçimlendirilmesinde etkin rol oynamaktadır. Ailenin sosyo-ekonomik koşulları, aile yaşamını olumsuz etkilediği gibi çocuğun kişiliğini de olumsuz etkileyebilmektedir.

Yoksulluk nedeniyle olumsuz koşullar altında kalan çocuklar sürekli kaygı içinde kalmakta, bu duygu da çocuğun kendini güvensiz hissetmesine neden olabilmektedir. Çocuğun ilişki içinde bulunduğu arkadaş çevresiyle arasında sosyo- ekonomik açıdan büyük farklar olması çocukta olumsuz benlik algısına yol açabilmektedir. Alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin sosyo-ekonomik koşullarının yetersizliği, kendilerine güvenlerinde eksikliklere ve kendilerini güçsüz hissetmelerine neden olabilmektedir. Ebeveynlerin bu duyguları aynı ortamda yetişen çocukları da etkilemekte çocuklarda da düşük benlik saygısı ve pasiflik gelişebilmektedir.

Üst sosyo-ekonomik statüye sahip aileler çocuklarının gelişimlerini desteklemek ve ilerletmek için daha geniş kaynaklara sahip olduklarından çocuklarını okula hazırlamada daha başarılıdırlar. Çocuklarına evde çeşitli öğrenme etkinliklerine özendirmek için yüksek nitelikte bakım, kitaplar ve oyuncaklar sağlayabilirler.

Bununla birlikte çocuklarının sosyal, duygusal ve bilişsel gelişimleri ile ilgili bilgiye kolayca ulaşabilirler. Ek olarak, üst sosyo-ekonomik statüye sahip aileler sık sık çocuklarını okula daha iyi hazırlamak için onlara yardımcı olacak bilgiyi öğrenmeye çalışırlar.

Alt sosyo-ekonomik statüye sahip aileler çoğu kez, üst sosyo-ekonomik statüye sahip ailelerin mali, sosyal ve eğitimsel desteklerinden yoksundurlar. Yoksul aileler çocuklarının gelişimini destekleyen ve ilerleten toplumsal kaynaklara ulaşmada yetersiz ya da sınırlı ulaşıma sahip olabilirler. Yetersiz kaynaklara sahip olma ve mevcut kaynaklara sınırlı ulaşım, ailelerin çocuklarının gelişimi ve öğrenmesi ile ilgili kararlarını olumsuz şekilde etkileyebilir.

Konu ile ilgili yapılan araştırmalar sonucunda aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:

• Yoksul bölgelerde yaşayan çocuklar daha zengin bölgelerde yaşayan akranlarından daha güç sosyalleşmektedirler.

• Üst sosyo-ekonomik statüye sahip ailelerin çocukları kendilerinden çok daha emindirler.

• Otoriter inançlara sahip alt sosyo-ekonomik statüdeki çocukların okuma oranlarında başarı düzeyleri düşüktür.

(15)

• Alt sosyo-ekonomik düzeydeki aileler çocukları ile daha az vakit geçirmekte, çevreyi keşfetme ve oyun oynamaya daha az zaman ayırmakta ve dolayısıyla çocuklarının olgunlaşmaya bağlı başarılarını daha az ödüllendirmektedirler.

• Alt sosyo-ekonomik düzeydeki ebeveynler, çocuk yetiştirmede daha çok fiziksel ceza ve katı disiplin yöntemleri uygulamaktadır. Çocuk yetiştirmede fiziksel cezalar, reddetme, sevgi yetersizliği ve tutarsız cezalandırma yöntemleri ise çocukta saldırgan davranışların gelişmesine neden olabilmektedir.

• Alt sosyo-ekonomik düzedeki çocuklarda ekonomik yetersizlikler, eğitim, eğlence, iş vb. konulardaki olanaksızlıklar nedeniyle uyum bozukluklarına sahiptirler.

• Düşük ile orta sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerin çocuklarına göre;

yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerin çocukları, akranlarıyla daha olumlu ilişkiler kurmaktadırlar.

• Sosyo-ekonomik düzey yükseldikçe aile içi ilişkiler daha olumlu olmakta, okula uyum ve hazırlıkta daha az sorunla karşılaşılmaktadır.

Tüm bu araştırma sonuçlarında da görüldüğü üzere bireylerin sahip oldukları sosyo-ekonomik özellikleri sosyalleşme süreçlerinde oldukça etkili olmaktadır.

5 Sosyal Gelişim Kuramları

5.1 Sosyal Öğrenme (Sosyal-Bilişsel) Kuramı (Albert Bandura)

Sosyal öğrenme, en basit şekliyle basamaklarını seyrederek çevreden öğrenme olarak tanımlanabilir. Bisiklet sürme, yüzme gibi pek çok becerileri deneme-yanılma yoluyla öğrenirken, bazı becerileri ise başkalarını gözlemleyerek öğrenebiliriz.

Gündelik yaşamdaki öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğu sosyal öğrenmedir. Yani, diğer insanlarla ilişki içinde gerçekleşir. Konuşmayı, otobüse binmeyi, sıra beklemeyi, vb. başkalarını gözlemleyerek öğreniriz.

5.1.1 Sosyal Öğrenme Kuramının Gelişimi

İnsanların birbirinden öğrenmesi olgusuna ilk dikkat çeken John Dewey olmuştur.

John Dewey’e göre; birey, sosyal etkileşimi sonucunda düşüncelerini ve deneyimlerini paylaşarak zaman içinde kendine has belleği oluşturur, yani öğrenme gerçekleştirir.

Sosyal öğrenme ile ilgili başka bir kuramcı ise Rus psikolog Lev Vygotsky’dir.

Vygotsky; potansiyel gelişimin sosyal ortamda, öğrenenin ilgisi dahilinde ve öğretenlerin rehberliğinde gerçekleştiğini savunur.

Sosyal öğrenme kavramı ilk defa 1947 yılında Julian Rotter tarafından kullanılmıştır. Rotter’e göre; insan, hayatına tesir edebilen yaşam deneyimlerinden etkilenebilme yeteneğine sahiptir.

Günümüzde sosyal öğrenme kuramı denildiğinde Albert Bandura (1925-…) akla gelmektedir. Bandura’nın 1960’ların başlarında öğrenmeye getirdiği yaklaşım sosyal

(16)

davranışçılıktır. Bandura’ya göre; sosyal öğrenme, başkalarını izleyerek çevreden öğrenme olarak tanımlanabilir. Bireyin davranışlarının başka bireylerin yaşantılarından etkilenmesi ile oluşan bu tür öğrenmelere model alma, gözlem yoluyla öğrenme ya da taklit yoluyla öğrenme de denilmektedir.

Bandura’ya göre gözleyerek öğrenme, sadece bir kişinin diğer kişilerin etkinliklerini basit olarak taklit etmesi değil, çevredeki olayları bilişsel olarak işlemesiyle kazanılan bilgidir. Bandura gözlem yoluyla öğrenme ile taklit yoluyla öğrenmenin birbirinin yerine kullanılabilecek iki kavram olmadığını açıklamaktadır.

Ona göre gözlem yoluyla öğrenme taklit içerebilir ya da içermeyebilir, bir zorunluluk yoktur. Örneğin; sınavda yanındaki arkadaşının kopya çekerken yakalandığını gören bir öğrenci, kendisinin böyle bir duruma düşmemesi için, soruları kopya çekmeden, kendi bilgisiyle cevaplamaya çalışır. Bu durumdaki öğrenci, gözlemleri sonucunda öğrenmiş; ancak modeli taklit etmemiştir.

Bandura 1961 yılında yaptığı bir deneyde (bobo doll deneyi) çocukları üç gruba ayırmıştır:

1. grup çocuklar, oyuncak bir bebeğe vuran, döven saldırgan bir yetişkin modelin pekiştirildiği filmi izlemiş,

2. grup çocuklar, saldırgan modelin cezalandırıldığı filmi izlemiş

3. grup çocuklar ise, saldırgan modele nötr davranılan bir film izlemişlerdir. Daha sonra her üç gruptaki çocuklara filmdekine benzer bir bebek verilmiş ve bebeğe karşı saldırganlık davranışları ölçülmüştür. Deney sonucunda elde edilen bulgulara göre:

1.gruptaki saldırganlık davranışları pekiştirilen modeli izleyen çocukların saldırganlık davranışları en yüksek,

2.gruptaki cezalandırılan modeli izleyen çocukların saldırganlık davranışları en düşük,

3.gruptaki saldırganlık davranışı ne pekiştirilen ne de cezalandırılan modeli izleyen çocukların saldırganlık davranışlarının ise iki grup arasında yer aldığı görülmektedir. Sonuç olarak, bireyin davranışının dolaylı yaşantılardan yani başkalarının geçirdiği yaşantılardan etkilendiği görülmektedir.

5.1.2 Sosyal öğrenmeyi sağlayan dolaylı yaşantılar

Bandura’ya göre sosyal öğrenmeyi etkileyen ve modelden edinilen dolaylı yaşantılar vardır. Bunlar:

a.Dolaylı Pekiştirme: Davranışı pekiştirilen modeli izleyen bireylerin, modelin davranışını daha sıklıkla ve kısa sürede taklit ettikleri gözlemlenmiştir. Örneğin;

sınıfta olumlu davranış sergileyen öğrenciye öğretmen aferin demiş ve şeker vermiştir. Bu gören diğer öğrenciler de olumlu davranışları sergilemeye çalışmaktadır.

b.Dolaylı Ceza: Modelin olumsuz davranışlarının cezalandırılması, gözleyenlerin benzer davranışlarda bulunmalarını engellemektedir. Örneğin; sınıfta saldırgan

(17)

davranışlar gösteren bir öğrencinin öğretmen tarafından cezalandırılması, diğer çocukların saldırgan davranışlar göstermelerini engellemektedir.

c.Dolaylı Duygusallık: Bir çok duygu gözlem yoluyla kazanılır. Örneğin; doğrudan kendisi bir zarar görmediği halde farklı modelleri izleyen insanlar kediden, yılan, fare ya da başka bir hayvandan korkarlar. Bu korkularının nedeni ise, söz konusu korkulara sahip modellerin gözlenmesidir.

d.Dolaylı Güdülenme: Gözlenen ürünler, bireyi sadece bilgilendirmekle kalmaz aynı zamanda onu elde etmeye de güdüler. Ancak, gözlenen davranış, değer verilen bir ürünle sonuçlanırsa, gözleyen kişi o davranışı yapmak için istek duyar. Ayrıca, gözlemci o davranışı yapabileceğine inanmalıdır. Başkalarının başarı ya da başarısızlıklarını gözlemek, belli bir davranışı yapmak için bireyin kendi yeteneğini değerlendirmesine yardım eder. Örneğin; sınıfta arkadaşının başarıyı elde etmek için ne kadar çok çalıştığını ve sebat ettiğini gözleyen öğrenci, kendisinin de başarıya ulaşabilmek için sebatkar davranması gerektiğini anlayabilir.

5.1.3 Sosyal öğrenmeyi etkileyen faktörler

Sosyal öğrenmeyi etkileyen faktörler temel olarak 3 ana başlık altında incelenebilir. Bunlar:

A. Gözlemcinin Özellikleri B. Modelin Özellikleri C. Davranışın Özellikleri

A.Gözlemcinin Özellikleri:

1.Sembolleştirme Kapasitesi: İnsanlar düşünme ve dili kullanma gibi sembolleştirme güçlerine sahip olduklarından, geçmişi zihinlerinde tutabilmekte ve geleceği de zihinlerinde tasarlayabilmekte, yani sembolleştirebilmektedirler. Geçmiş ve geleceğin sembolü ya da bilişsel temsilcisi olan düşünceler, sonraki davranışları

(18)

etkileyen ya da onlara neden olan materyallerdir. Sembolleştirme kapasitesi yüksek olanlar sosyal öğrenme konusunda daha başarılı olurlar (Ör:video kaydedici).

2.Dolaylı Öğrenme Kapasitesi: Diğer insanları ve onların davranışlarını izleyerek öğrenme büyük avantajlar sağlar. Bu açıdan dolaylı öğrenme kapasitesi güçlü olan bireylerin daha iyi sosyal öğrenme yapıp daha az zarara uğramaları söz konusudur (Ör:yılan-hastane).

3.Öz Düzenleme Kapasitesi: Bandura’ya göre insanların içsel standartlar oluşturma ve kendi davranışlarını düzenleme kapasiteleri vardır. Bir başka ifade ile insanlar kendi davranışlarını planlayıp kontrol edebilirler (Ör: Az uyku-çok çalışma).

4.Öz Yargılama Kapasitesi: İnsanların kendileri hakkında düşünme, yargıda bulunma ve kendilerini yargılama kapasiteleri vardır. Bireyler kendileri ile ilgili fikirlerini kaydederler ve etkinliklerinin sonuçlarına göre bu fikirlerin ve davranışlarının yeterlilikleri hakkında yargıda bulunurlar (Ör:haber-gazete).

5.Öngörü Kapasitesi: Düşünme etkinlikten önce geldiğinden, insanlar ileriyi düşünebilmelidirler ki daha iyi sosyal öğrenme yapabilsinler (Ör: Arkadaş-sır verme).

B.Modelin Özellikleri:

1.Benzerlik: Modelin özellikleri ne kadar gözlemcinin özelliklerine benzerse, gözlemci o kadar modelin davranışına benzer davranış göstermektedir.

2.Statü: Model ne kadar yüksek statülü ve güçlü ise gözleyici üzerindeki etkisi de o kadar büyük olmakta, yani daha çok taklit edilme ortaya çıkmaktadır.

3.Saygınlık: Modelin sosyal hayattaki saygınlığı, model alınıp alınmayacağını etkiler.

4.Uzmanlık: Modelin sergilediği davranışla ilgili uzmanlığı, model alınıp alınmayacağını etkiler.

C.Davranışın Özellikleri:

1.Basitlik: Basit, uygulaması kolay olan davranışların daha çok model alındığı belirtilmektedir.

2.İşlevsel: İşe yarayan, bireyi istediği bir sonuca götüren davranışların daha çok model alındığı belirtilmektedir.

3.Sık Tekrarlama: Çekici, ilginç, sık tekrarlanan davranışların daha çok model alındığı belirtilmektedir.

5.1.4 Sosyal öğrenme süreçleri

Gözlem yoluyla öğrenme 4 temel süreci kapsamaktadır. Bunlar; dikkat etme, hatırda tutma, davranışı meydana getirme ve güdülenme süreçleridir.

(19)

1.Dikkat etme süreci 2.Hatırda tutma süreci 3.Davranış üretme süreci 4.Güdüleme süreci - Duyu organları - Sembolik kodlama - Zihinsel temsil etme - Tercihler

- Basitlik, uygunluk - Organize etme - Fiziksel kapasite - Değerler - Çekicilik - Zihinsel tekrar - Davranışı gözleme - Eğilimler - Değerlilik - Bilişsel beceriler - Dönüt - İçsel standartlar

- Algılama kapasitesi - Bilişsel yapılar - Harekete geçiriciler

- Hazırbulunuşluk - Duygusal düzey

5.1.5 Sosyal öğrenme yoluyla kazanılan ürünler

Bandura’ya göre gözlemci modelden beş şey öğrenmektedir. Bunlar:

• Birey başkalarını gözleyerek yeni bilişsel beceriler (etkili okuma, problem çözme, vb.) ve yeni psikomotor beceriler (masa tenisi oynama, dikiş dikme, vb.) öğrenebilir.

• Bireyin modeli gözlemesi sonucu, önceki öğrenmiş olduğu yasaklar ya güçlenir ya da zayıflar. Örneğin; kendisinin yapmaktan çekindiği davranışı model yapıyor ve pekiştiriliyorsa, kendi de yapmaktan çekindiği bu davranışı gösterir hale gelebilir.

• Gözlemci için model sosyal bir harekete geçirici olarak görev yapabilir. Yani gözlemci yeni değerler, inançlar kazanabilir.

• Gözlemci, modelden çevrenin ve eşyaların nasıl kullanılacağını da öğrenir.

Çocuklar genellikle çevrenin ve eşyanın nasıl kullanılacağını gözleyerek öğrenirler.

• Gözlemci modelin duygularını açıklama biçimini gözleyerek, kendi de benzer biçimde duygularını açıklayabilir. Özellikle çocuklar, birçok duyguyu açıklama biçimini bu yolla öğrenirler.

5.1.6 Sosyal öğrenme kuramının eğitime yansımaları

• Öğretmenler, öğrencileri için yalnızca arkadaşlarının değil kendilerinin de model olduklarını göz önünde bulundurmalıdır.

• Öğrenme sürecinde model alınacak davranışlar belirlenmelidir.

• Öğrencilerin hangi davranışları model almaları isteniyorsa o davranışlar, açıkça gözlenebilir davranışlar olmalıdır.

• Öğrencinin bireysel özellikleri dikkate alınmalıdır. Öğrencinin gelişim özellikleri ve bireysel farklılıkları göz önünde bulundurulmalıdır.

• Öğrencinin öz yeterliliğinin gelişimine katkıda bulunulmalıdır.

• Öğrencinin gözlemlediği davranışı yapabilmesi için uygun ortamlar sağlanmalıdır.

• Öğrencinin model alacağı davranışı yapabilmesi için gözlem süreçleri düzenlenmelidir.

(20)

5.2 Psikososyal Gelişim Kuramı (Erik Erikson)

Erik Homburger Erikson (1902-1994), yaşam boyu gelişim ilkesini ortaya atan ilk psikologlardan biridir. Yaşam boyu gelişim kavramı, Erikson'un psikoloji bilimine en önemli katkılarından biridir. Erikson, psikososyal gelişim kuramını sekiz kritik döneme ayırarak ve her dönemde atlatılması gereken karmaşa ve problemleri ele alarak incelemiştir. Erikson’a göre yaşam boyu süren bu 8 aşamalık süreçte bireyin karşılaştığı sorunları çözüme kavuşturması ile ideal gelişim sağlanır.

Sağlıklı bir kişilik kazanmak için bir evrenin başarılı olarak atlatılması, kendinden sonraki evre için olumlu temel oluşturur. Bir evredeki kriz tam olarak çözümlenemezse birey, o döneme takılıp kalır. Yaşamının daha sonraki dönemlerinde de bu kriz çözümleninceye kadar sorun yaratır. Örneğin; bebeklik çağı krizi olan güvensizlik, ergenlik çağı krizi olan kimlik karmaşası, yetişkinlik dönemlerinde gözlenebilir (Senemoğlu, 2009).

5.2.1 Psikososyal Gelişim Kuramının Evreleri 1.Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 Yaş)

2.Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 Yaş) 3.Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-6 Yaş)

4.Çalışma ve Başarılı Olmaya Karşı Aşağılık Duygusu (6-11 Yaş) 5.Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası (11-20 Yaş)

6.Yakınlığa Karşı Yalnızlık (20-40 Yaş) 7.Üretkenliğe Karşı Durgunluk (40-65 Yaş)

8.Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (65 Yaş ve Sonrası)

1.Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 Yaş):

Bu dönem 0-1 yaşı kapsar. Bebekler, çevrelerindeki dünyaya güvenebilecekleri ya da güvenemeyeceklerine ilişkin temel duygular edinir. Bir yaşına kadar çocuğun ihtiyaçlarının doyurulması, büyük ölçüde anneye bağlıdır. Annenin çocuğun ihtiyaçlarını giderirken onu sevmesi, okşaması, sıcaklığını hissettirmesi, ilgilenmesi, çocukta güven duygusunun temellerini oluşturmaktadır. Annesinin kendisini sevdiğinden emin olan çocuk, annesine ve çevresindeki dünyaya güvenir, kendini sevilmeye değer bulur. Anne tarafından reddedilen, soğuk davranılan, ihtiyaçları yerinde ve zamanında karşılanmayan çocuk, kendisine ve çevresine karşı güvensiz olur. Bu güvensizlik, ileride olumlu bir şekilde çözümleninceye kadar tüm gelişim dönemleri boyunca devam eder.

(Bu aşamada çözüme kavuşması gereken sorun temel güven duygusudur.)

(21)

2.Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 Yaş):

Bu dönem on ikinci aydan itibaren üç yaşına kadar sürer. Genellikle çocuklar bu dönemde yürürler, başkalarıyla iletişim kurabilecek kadar konuşurlar. Çocuklar kendi çevrelerini kontrol etmek, güçlerini göstermek isterler. Yapabilecekleri ve yapamayacakları konusunda ana-baba ve çevrelerindeki kişileri test ederler. Önceki dönemde temel güven duygusunu kazanmış çocuklar için bu dönemde esnek ve çevresini özgürce keşfedebileceği ortamlar sağlanmalıdır. Çocuğun kendi kendine yemek yemesi, eşyalarını toplaması, giyinmesi, soyunması, giysilerini seçmesi, karşılaştığı bazı problemleri çözmesi desteklenmelidir. Bu yönde desteklenen çocukların bağımsızlık duygularının temelleri atılmış olur. Buna karşılık sürekli olarak sınırlandırılan, aşırı derecede korunan, çok sıkı kontrol edilen çocuklarda kendi yeteneklerinden şüphelenme, kendinden utanma duyguları oluşabilir.

(Bu aşamada çözüme kavuşması gereken sorun özerklik, bağımsızlık, özgürlüktür.)

3.Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-6 Yaş):

Bu dönem üç yaşından altı yaşına kadar sürer. Çocuğun motor ve dil gelişimi düzeyi, onun çevresini daha fazla araştırmasına, daha fazla girişken olmasına olanak verir. Çocukta hareketliliğin artmasıyla problem oluşturan davranışları da artar.

Çocukta girişkenlik duygusunun gelişebilmesi için değişik yaşantılarla çocuğun kendisini keşfetmesine imkân sağlanmalıdır.

Çok sık azarlanan ve engellenen çocukta suçluluk duygusu gelişmektedir.

Girişkenliği cezalandırılan çocuk gerek bu dönemde gerekse yaşamın gelecek dönemlerinde yaptıklarının yanlış olduğunu düşünüp suçluluk duyabilir. Çocuğun yapması ve yapmaması gerekenler konusunda bir denge kurularak girişkenlikleri desteklenmelidir. Çocukların çabaları desteklendiğinde çalışma ve başarılı olma davranışları gelişir. Aksi takdirde sürekli olarak yaptıkları eleştirilen, desteklenmeyen, beğenilmeyen çocuklar, yaptıklarının değersizliğine inanarak suçluluk duygusu geliştirilebilir.

(Bu aşamada çözüme kavuşması gereken sorun girişkenlik duygusudur.)

4.Çalışma ve Başarılı Olmaya Karşı Aşağılık Duygusu (6-11 Yaş):

Bu dönemde çocuk okula başlar ve sosyal hayatında genişleme olur. O güne kadar çocuk için anne-baba ile olan etkileşimi sosyal hayatının merkezindedir. Okula başladığında akranları ve öğretmenleri ile sosyal etkileşimi daha merkezde bir yere gelir. Anne ve babaların çocuk üzerindeki etkisinin azaldığı, arkadaş ve öğretmenlerin etkisinin artığı gözlemlenir. Bu dönemde çocuk için akran ve öğretmenlerinin kendisiyle ilgili görüşleri çok önemlidir. Bu nedenle çocuğun okulda başarılı olması için öğretmen ve arkadaşlarından takdir görmesi önemlidir. Bazen çocuk, anne- babasında göremediği sosyal desteği akranları ve arkadaşlarından görebilir. Bazen de öğretmenlerinden alamadığı desteği ailesi karşılar.

(22)

Bu dönemi sağlıklı bir şekilde tamamlayan çocuk bir şeyleri başarabileceğini kavramıştır. Bu da çocukta çalışmaktan zevk alma ve başarmaktan gurur duyma duygusunu geliştirir. Çocuk bu dönemde kendini başarısız ya da yetersiz hissederse aşağılık ve yetersizlik duygusu gelişir.

Örneğin; ilkokul çağlarında bir çocuğa öğretmeni "Sen sakın matematikle ilgili bir alan seçme, başarılı olamazsın." der. Daha sonra tüm derslerden başarılı olan bu çocuk matematikte bir türlü başarılı olamaz, ilkokul öğretmeninin söyledikleri onu engeller. Lisede matematik dersinin öğretmeni, öğrencileri yüreklendirir ve herkesin matematiği öğrenebileceğini, matematikte başarılı olabileceğini söyler. Bu çocuk, cesaretlenir ve matematikte başarılı olur. Bugün bu çocuk, iyi bir üniversitenin mühendislik fakültesinden mezundur.

(Bu aşamada çözüme kavuşması gereken sorun başarma duygusudur.)

5.Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası (11-20 Yaş):

Ericson'a göre bu dönem, kişilik gelişiminde çocukluktan yetişkinliğe geçiş yılları olarak tanımlanan gençlik (adolesan) dönemidir. Bu dönem, Erikson'un kimlik karmaşası kavramı ile karakterize edilmiştir. Bu dönemde "Ben kimim?" sorusu çok önemli bir hâle gelir. Ergen, ana-babasından çok akran gruplarından etkilenir.

Öğretmen ve ana-babalar, ergene bir yetişkin gibi davranmalı, onunla sevgi ve saygı temeline dayalı bir dostluk kurmalıdır. Ericson'a göre bu dönemde ergen, başarılı bir şekilde kimlik çözerse kendisine güvenen bir kişi olarak yaşamını sürdürebilir ve başarılı olur. Aksi takdirde yaşamın gelecek dönemlerinde de bu karmaşayı çözmek için uğraşmaya devam eder. Örneğin; ne yapmak istediğine karar veremeyen, bir işten diğerine atlayıp bocalayan, çocuk gibi davranan yetişkinler, henüz kimlik kazanma karmaşasını çözümleyememiş kişilerdir.

(Bu aşamada bağımsızlığını kazanma, kimliğini kazanma ve bir mesleğe yönelme en önemli çatışma alanlarını oluşturur.)

6.Yakınlığa Karşı Yalnızlık (20-40 Yaş):

Bu dönem, ortalama 20- 40 yaşı kapsar. Ergenlik döneminde kimliğine kavuşan kişi, artık kimliğini kaybetme korkusuna kapılmaksızın başkalarıyla dostluklar kurabilir, karşı cinsten ilişkilerde arkadaşlık ve sevgi ağırlık taşır.

Bu dönemi sağlıklı atlatan kişi, güvenli bir şekilde sevgiyi verme ve alma gücüne sahip olur. Başkalarıyla dostluk ilişkisi kurmada güçlük çeken genç, psikolojik bir yalnızlığa sürüklenebilir.

(Bu aşamada çözüme kavuşması gereken sorun yakın ilişkiler kurmadır.)

7.Üretkenliğe Karşı Durgunluk (40-65 Yaş):

Bu dönem, orta yetişkinlik yıllarını kapsar. Yetişkin hayatlarının sonlarına doğru insanlar, kendi hayatları ile ilgili bir değerlendirme yapma eğilimine girer. Kişi,

(23)

geçmişteki dönemleri olumlu bir şekilde geçirmişse bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcı olur. Orta yaşı kapsayan bu dönemde, benliğin en önemli işlevi üretme, yaratma ve yaratılan ürünlere sevgiyle bağlanmaktır. Bunlardan yoksun olan bireyler, bir işe yaramama duygusuna kapılabilir ve durgunluk dönemine girebilir. Çevreye kayıtsız kalıp mutsuz olabilirler.

(Bu aşamada çözülmesi gereken kriz durumu üretme, işe yarama duygusudur.)

8.Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (65 Yaş ve Sonrası):

Bu dönem, bireyin yaşlılık ya da ileri yetişkinlik dönemini kapsamaktadır. Daha önceki dönemlerde kazanılmış benlik özelliklerinin iyice olgunlaşması ve birbirleri ile bütünleşmesi bu dönemde gerçekleşir. Birey, bu dönemde ya önceki yedi evrenin birikimi sonucu benliğini tam olarak bulmuş, güvenli, mutlu, topluma etkin uyum sağlayabilen, aranan, sevilen ve sayılan kimsedir ya da umutsuz, uyumsuz, hırçın, aksi bir insan görünümündedir.

(Bu aşamada çözümlenmeyi bekleyen kriz benlik bütünlüğüdür.)

Psikososyal gelişim kuramının temelinde kriz yönetimi bulunur. Birey, yaş gruplarına göre aşamalar halinde gelişim gösterir. Bu aşamaların her birinde çözülmesi gereken bazı kriz durumları mevcuttur. Sosyal gelişim açısından yaş gruplarına göre kriz durumlarının ne olduğunu ve ideal biçimde nasıl çözümleneceğini bilmek önem arz etmektedir. Bu sebepten ötürü anne-babalara, öğretmenlere, akran gruplarına ve sosyal çevredeki insanlara büyük sorumluluklar düşmektedir.

6 Sosyal Gelişimin Diğer Gelişim Alanlarıyla İlişkisi

Çocuğun diğer gelişim alanlarındaki problemler, sosyal gelişimini de etkiler.

Çocuk, iyi bir sosyal gelişim gösteremezse çevresiyle iletişim kurmakta zorluk çeker ve uyum sağlayamaz.

Zekâ ve dil gelişimi bakımından üstün olan kimselerin genellikle sosyal yönden de üstün oldukları kabul edilir ve başkaları ile çabuk etkileşim kurarlar.

Fiziksel yönden iyi gelişen çocuk, oyunlara ve gruplara girmekten çekinmez ve kendine güvenir.

Duygusal tepkilerini kontrol etmeyi öğrenen çocuklar, genellikle sosyal gelişim yönünden de başarılı çocuklardır.

(24)

KAYNAKÇA

Ataman, A. (2004). Gelişim Ve Öğrenme. Ankara: Gündüz Eğitim Ve Yay.

Bacanlı, H. (1991). Eğitim Psikolojisi. İstanbul: Alkım Yayınevi.

Bacanlı, H. (2002). Gelişim Ve Öğrenme. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Baran, G. (2011). Sosyal Gelişim. N. Aral Ve G. Baran (Ed.), Çocuk Gelişimi (Ss.193- 222) İçinde. İstanbul: Ya-Pa Yayın A.Ş.

Bilir, Ş. (1998). Her Yönüyle Çocuğunuz. İstanbul: Alkım Yayıncılık.

Cüceloğlu, D. (1993). İnsan Ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitapevi.

Fazlıoğlu, Y. (2009). Sosyal Gelişim. N. Aral, T. Duman (Ed.). Eğitim Psikolojisi.

İstanbul: Kriter Yayınları.

Gülay, H. Ve Akman, B. (2009). Okul Öncesi Dönemde Sosyal Beceriler. Ankara:

Pegem A Yayıncılık.

Huizinga, J. (1995). Homo Ludens. Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme.

(Çev. M.A. Kılıçbay). İstanbul: Anfora Yayıncılık.

İrez, S. (1975). Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi. İstanbul: M.E.B. Basımevi.

Kale, R. (2003). Okul Öncesi Dönemde Beden Eğitimi Ve Oyun Öğretimi. Ankara:

Nobel Yayıncılık.

Nutku, Ö. (1998). Çocuk, Oyun, Tiyatro. İsanbul: Özgür Yayınları.

Orçan, M. (2012). Sosyal Gelişim. M. Orçan (Ed.), Erken Çocukluk Döneminde Gelişim (Ss. 127-181) İçinde (4.Baskı). Ankara: Maya Akademi Yayınevi.

Özdemir, N. (2006). Türk Çocuk Oyunları. Ankara: Akçağ Yayınları.

Özer, K. ve Özer, D. S. (2005). Çocuklarda Psikomotor Gelişim. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Parten, M. B. (1932). Social Participation Among Preschool Children. Journal Of Abnormal And Social Pyschology, 28, 136-147.

San, İ. (1985). Sanat Ve Eğitim. Ankara: A.Ü. Basımevi.

Senemoğlu, N. (2009). Gelişim, Öğrenme Ve Öğretim (15.Baskı). Ankara: Pegem Akademi.

Uluğ, M. O. (2007). Niçin Oyun?: Çocuğun Gelişiminde Ve Çocuğu Tanımada Oyunun Önemi (3.Baskı). İstanbul: Anfora Yayıncılık.

Yavuzer, H. (1999). Çocuğunuzun İlk 6 Yılı. İstanbul: Remzi Kitapevi.

Karadağ, A. (2004). Dramatizasyon,Öyküleri,Kostümleri Ve Aksesuarları. Ankara:

Anı Yayıncılık.

> www.mediko.yıldız.edu.tr

Referanslar

Benzer Belgeler

ÇEŞİTLi SERTİLİKDE BLOKLAR : 5 farklı yoğunluğa sahip bloklar, çocuğa renkleri, şekilleri ve ritimleri tanıma ve farklı yoğunluklarla motor becerilerini

• Dijital oyunların çocukların gelişimi üzerindeki etkileri • Dijital oyunların aile üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri • Dijital oyun bağımlılığı.. •

Öğrenme faaliyetinde kazandırılacak bilgi ve beceriler doğrultusunda uygun ortam sağlandığında çocuğun yaş ve gelişim özelliklerine uygun fiziksel

14. 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluş- larının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye göre Yüksek Sağlık Şûrası ile

Arkonaç (2008) Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak, Deneysel ve.. Eleştirel

Subjektif bir durumu ifade eder.Kişinin sosyal ilişkiler ağının arzu ettiğinde daha küçük yada az doyumlu olarak algılanmasına bağlı yaşanan bir duygudur.. Bireyin

7. Mete Han, ordusunu Onluk Sistem adı veriler sisteme göre düzenlemiştir. Bu sistemle orduyu onluk, yüzlük, binlik, on binlik bölümlere ayırmış ve her bölüme

BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ / SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULUS. Ders Planı Oluşturuldu:22.10.2021 aSc k12 Bilişim