• Sonuç bulunamadı

BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ)"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ)

Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil"

Konfüçyüs

Bilginin ne olduğunu, nasıl elde edildiğini, doğru bilginin olanaklı olup olmadığını, doğru bilginin ölçütünün ne olduğunu, bilgilerimizin genel geçer olup olmadığını araştıran felsefe dalıdır.

Felsefenin; bilginin imkânı, kaynağı, sınırları ve ölçütleri konularıyla ilgilenen dalına bilgi felsefesi (Epistemoloji) adı verilir.

İnsan, doğası gereği merak eden ve araştıran bir canlı türüdür. Daha ilk çağlardan beri bu özelliğiyle, diğer canlılar içinde kendisine farklı bir hayat kurmuştur. İnsandaki öğrenme isteği her geçen gün bir kat daha artmıştır. Çünkü çevresindeki doğal güçlere, karşı elde ettiği başarı onu yüreklendirmiş ve isteklerini artırmıştır. İşte, merak ettikçe gelişen, geliştikçe istekleri çoğalan insan, hep daha iyi ve daha rahat yaşama yollarını araştırmıştır. Bunun yanı sıra insanın egemen olma, hükmetme isteği de onu yeni bilgiler aramaya yöneltmiştir.

İnsan, çevresindeki nesneleri, yaşanan olayları, duyu verilerini, hayal gücünü ve düşünme yeteneğini kullanarak anlamaya çalışır. Bu kavramaya "bilme" denir. İnsan bilinç sahibi bir varlık olarak kendisinin dışında bulunan nesneleri kavradığı gibi, kendi bilincini ve iç dünyasını da algılar.

Konumuz bilgi felsefesi olduğuna göre önce bilgiyi ve onun öğelerini görelim. Bilginin meydana gelmesinde mutlaka olması gereken iki öğe vardır: Bilgi edinen insan (özne) ve öznenin hakkında bilgi edindiği varlık (nesne). Örneğin sabahleyin yatağından kalkan ve havanın kapalı olup olmadığını anlamak için gökyüzüne bakan bir kişiyi ele alalım. Bu kişi özne, bu kişinin yöneldiği gökyüzü ise nesnedir. Öznenin nesneye duyularıyla veya aklıyla yönelmesi sonucunda öznede meydana gelen ürüne

"bilgi" adı verilir.

BİLGİ ÇEŞİTLERİ

1. Gündelik (Ampirik - Düzensiz) Bilgi

Gündelik yaşamda yaparak, yaşayarak, deneyerek kazanılan, bizim ya da başkalarının tecrübelerine dayanan bilgilerdir. Öğrendiğimizin çok zaman farkına bile varmadığımız bu bilgiler faydalı da olabilir zararlı da olabilir.

Örneğin: Kavak ağaçları yapraklarını erken dökerse kış sert geçer.

Nane limon karın ağrısına iyi gelir.

2. Sanat Bilgisi

Özne ile nesne ilişkisi estetik beğeni temelinde kurulmuştur. Sanatçının, sezgi ve hayal gücüne duygularını katarak nesneleri yorumlaması sonucu ortaya çıkan bilgi türüdür.

Örneğin: Mona Lisa ünlü bir sanat eseridir.

3. Dinî Bilgi

Din insanı, varlığı, doğayı açıklamaya çalışır. Her din bunu kendi kurallarına göre yapar. Özne ile nesne arasındaki ilişki inanç temelinde kurulmuştur.

Örneğin: İyilik yapan cennete girer.

4. Teknik Bilgi

İnsanların yaşamlarını kolaylaştırmak amacıyla bazen gündelik bilgiden bazen de bilimsel verilerden yararlanılarak nesnelerin araç ve gereç hâline getirilmesi şeklinde ortaya çıkan bilgi türüdür.

Örneğin: Suyun kaldırma kuvvetini kullanarak gemileri yüzdürmek.

(2)

5. Bilimsel Bilgi

Özne (süje) ile nesne (obje) arasındaki ilişkinin sınırlı bir konuda ve belli bir yöntemle her zaman geçerli sonuçlara ulaşmak için amaçlı ve sistemli olarak kurulması sonucu bilimsel bilgielde edilir.

Örneğin: Ay, Dünya’nın uydusudur.

6. Felsefi Bilgi

Evreni, insanı, evrende insanın yerini ve eylemlerini düşünce temelinde sistemli olarak açıklama ve yorumlama çabasına felsefi bilgi denir. Düşünme etkinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan bilgi türüdür.

Franz Kafka "Biraz daha uyusam bu olanlardan kurtulabilir miyim" derken,

Nietzsche "Uyuyunca geçmez. Kalkın! Konuşmamız gerek" der. Biri sorunları unutmak, diğeri çözmek ister...!

Örnekten hareket ederek felsefi bilgi için ne söyleyebiliriz?

Bilgi Felsefesinin Temel Soruları

• Bilgimiz nereden geliyor, kaynağı nedir? • Doğru Bilgi olanaklı mıdır?

• Bilgilerimiz doğuştan mıdır? Yoksa sonradan mı kazanılır? • Bilgi nasıl ortaya çıkmaktadır?

• Sonradan kazanılıyorsa, bunda rol oynayan faktörler nelerdir? • Bilgilerimizin sınırı nedir?

• Akıl mı, deney mi, sezgi mi, yoksa duyumlar mıdır? ? • İnsan aklı her şeyi bilebilir mi?

• Genel-geçer doğru bilgi var mıdır? • Doğru bilgi nedir?

Bilginin Doğruluk Ölçütleri

Bir bilgiyi doğru kılan nedir? Bir bilgi ne zaman doğrudur? gibi doğruluğun mahiyeti konusunda çok farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunları beş grupta toplayabiliriz:

a) Uygunluk: Bu görüşe göre doğruluk, düşünce ile nesnesi arasındaki tam uygunluktur. Yani bir nesne hakkında oluşturduğumuz bir yargı, nesnenin kendisine uyuyorsa doğrudur.

b) Tutarlılık: Bir önermenin doğruluğu sistemde daha önce kabul edilmiş doğru önermelerle çelişmemesine dayanmaktadır. Yeni önerme var olan önermelerle çelişiyorsa yanlıştır. Yani önermenin tek başına doğruluğu önemli değildir; bir bütün içinde diğerleriyle çelişmemesi gerekir.

c) Tümel uzlaşım: Bir önermenin doğruluğu, herkesin veya çoğunluğun kabul ettiğidir.

d) Apaçıklık: Bir bilgi, hem açık hem seçik hem de kuşku duyulmayan bir açıklıkta ise doğrudur. Açık bilgi, bir bilginin bir bütünlük içinde, tutarsızlık içermeden kavranmasıdır. Örneğin; baş ağrısının bilinmesi ve ağrının açıkça hissedilmesi gibi. Seçik bilgi ise, bir bilginin başka bir bilgiyle karıştırılmaması durumudur. Örneğin; baş ağrısının diş ağrısı ile karıştırılmaması gibi.

e) Yarar: Bir bilgi yararlı, uygulanabilir sonuçlar veriyorsa veya bir problemi çözebiliyorsa doğrudur.

Pragmatistlere göre, bir bilgi yararlı olduğu sürece değerlidir ve doğrudur.

BİLGİ FELSEFESİNİN TEMEL PROBLEMİ

Bilgi felsefesinin temel problemi “Genel geçer doğru bilgi mümkün müdür?” sorusudur. Bu soruya verilen cevaplar genel olarak iki grupta toplanabilir:

A. Doğru bilgi mümkün değildir diyen septikler (Septisizm, Rölativizm).

B. Doğru bilgi mümkündür diyen dogmatikler (Rasyonalizm, Empirizm, Kritisizm, Pozitivizm, Analitik felsefe, Entüisyonizm, Pragmatizm, Fenomenoloji).

A. Doğru Bilgi Mümkün Değildir diyen SEPTİSİZM

• Şüpheci terimi günlük hayatta, yerleşik kanılardan şüphelenme eğiliminde olan ya da genel olarak insanlara veya fikirlere güvenmeyen kimseleri tanımlamakta kullanılır. Bu anlamda şüphecilik, birçok kişinin benimsediği kanıları sınamak ve irdelemek için sağlıklı ve açık fikirli bir eğilimdir.

• Doğru bilginin mümkün olmadığını savunan görüşe septisizm (şüphecilik) denir. Septisizm görüşünün temsilcileri Pyrrhon, Timon gibi filozoflardır. MÖ 5. yy.da Sofistler tarafından ortaya atılan görüşler, daha sonra “septisizm” adı altında sistemleştirilmiştir.

(3)

• Sofistler: Sofistler MÖ 5.yy.da yaşayan para karşılığı soylu ailelerin çocuklarına ders veren gezgin öğretmenlerdir. Dil (hitabet), siyaset, tarih ve birçok konuda ders vermişlerdir.

• Sofistler, o güne kadar doğa ve evren ile ilgilenen (Evrenin ana maddesi nedir?) felsefenin dikkatini insana ve onun bilgisine çekmişlerdir.

• Sofistler, kesin ve mutlak bilginin olamayacağını, insanların algılarının göreceli olduğunu savunarak bilgide rölâtivistliği savunmuşlardır. Onlara göre her şey rölatif (göreceli) olduğu için bilgi yararlı ise doğrudur. Bilinen en ünlü sofistler Protagoras ve Gorgias’dır.

Protagoras (MÖ 480- 410)

• Protagoras’a göre tüm bilgiler duyu algısına dayanır. Algılar, kişinin o andaki durumuna bağlıdır.

Algılar kişiden kişiye değiştiğinden ne kadar kişi varsa o kadar da hakikat (doğru) vardır. Yani

doğrunun ölçütü insandır. Dolayısıyla herkes için geçerli olabilecek doğru bilgi yoktur. Protagoras’a göre

“İnsan her şeyin ölçüsüdür.”

• Protagoras algılar algılayanın içinde bulunduğu duruma göre değişir diyerek rölativizmin başlatıcısı olmuştur.

Gorgias (MÖ 483 – 376)

• Gorgias bilginin imkânını reddeder ve aynı zamanda varlığın kendisini de reddeder.

Ona göre varlık yoktur ve bilinecek bir şey yoktur. Nihilizmin (Hiççilik) temellerini atmıştır. Bu görüşlerini şu sözlerle özetler;

• Hiçbir şey yoktur. Olsa da bilinemez.

• Bilinse de başkalarına aktarılamaz.

Sistematik Septisizm: Pyrrhon ve öğrencisi Timon şüpheciliği (septisizm) sistematik hâle getiren septik düşünürlerdir. Şüpheyi bir amaç hâline getirirler.

• Septisizm denilince bilgi, varlık ve değerin var olduğundan şüphe eden ve bunların bilgisine ulaşılabileceğine kuşkuyla bakan felsefe anlaşılır. Bu anlayışa göre; duyularımızın bize sağladığı bilgi karmaşıktır, aldatıcıdır, değişkendir. Oysa doğru bilginin mutlak, açık ve genel geçer bir bilgi olması gerekir.

• Septiklere göre bir bilgi ne doğrudur ne de yanlıştır. Her yargı ve her yargının çelişiği için aynı güçte nedenler ve kanıtlar öne sürülebilir. Bu yüzden yapılacak en mantıklı şey her türlü yargıdan kaçınmak olmalıdır. “Bu böyledir” demek yerine “bana öyle geliyor ki ….” demeliyiz.

Pyrrhon (MÖ 365–275)

• Şüpheyi bir sistem olarak ortaya koyan ilk filozof Phyrrhon’dur.

• Ona göre varlıkların bizzat kendilerini hiçbir zaman bilinemez. Biz, varlıkları yalnızca bize göründükleri şekliyle bilebiliriz ve bu görünüşlerin ötesine geçemeyiz. Varlıkların, nesnelerin ne oldukları insan için bilinmez bir konudur.

• Çünkü gerek duyular gerekse akıl bize nesneleri oldukları gibi değil, göründükleri gibi gösterirler. Her yargı ve her yargının çelişiği için aynı güçte nedenler vardır. Bunun için yapılması gereken şey her türlü yargıdan kaçınmaktır. İnsan yargıdan bulunmaktan kaçınarak ruh dinginliğine kavuşur ve mutluluğa ulaşır.

• Ona göre; “Doğru dediğimiz bilgiler gerçekten doğru değil, doğruya benzer bilgilerdir.” “Doğru için elimizde güvenilir bir ölçüt yok, bütün bilgilerimiz yalnızca olasılık değerindedir, kesin bilgi değildir.”

• Görüldüğü gibi septisizm, insan zihninin kesin bilgiye ulaşamayacağını, gerçeğin özünü

bilemeyeceğini, bunun için herhangi bir konuda özellikle ana madde, tanrı, ruh gibi konularda olumlu ya da olumsuz yargıda bulunmanın yersiz olduğunu ileri süren bir öğretidir.

Timon (MÖ 320–230)

• Pyrrhon’un öğrencisi Timon, hocasının görüşlerini üç soruda toplamıştır:

• Nesnelerin gerçek yapısı nedir? (Kavranamaz.)

• Nesneler karşısındaki tavrımız ne olmalıdır? (yargıdan kaçınmak)

• Nesneler karşısında doğru bir duruştan ne kazanırız? (Ruh dinginliğiyle gelen en yüksek mutluluk)

(4)

Doğru bilgi mümkündür diyen DOGMATİZM

Doğru bilginin mümkün olduğunu savunan görüşe dogmatizm denir. Dogmatik filozoflar, bilginin nereden geldiği konusunda farklı görüşlere sahiptirler. Dogmatizm düşüncesini temel alan akımlar şunlardır:

a) RASYONELİZM (Akılcılık): Rasyonalizme göre doğru bilgi mümkündür ve doğru bilgiye ancak akılla ulaşabiliriz. Akıl, doğuştan bilgi edinme yetisi ile donatılmıştır. Yani biz bilgilere doğuştan sahibiz.

Bunun için duyum ve algılar bize zorunlu, kesin, genel geçer bilgileri veremezler. Böyle bir bilgiyi bize ancak akıl verebilir. Deneyden gelmeyen, deney öncesi bu bilgilere Kant “a priori” bilgi adını verir.

Rasyonalizme göre analitik önermeler, matematiksel bilgiler, akıl ilkeleri, evrene ve Tanrı’ya ait bazı bilgiler doğuştan vardır. Rasyonalizmin en önemli temsilcileri Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, Descartes, Hegel ve Leibniz.

Sokrates (MÖ 469 – 399)

• Sokrates’e göre, herkesin doğru olarak kabul edebileceği kesin bilgiler mümkündür. Bu bilgiler doğuştan gelir. Bu düşüncesini ispatlamak için, hiç geometri bilmeyen köleye yöneltmiş olduğu sorularla bir geometri problemi çözdürmüştür. Bununla insanların başkalarına yeni bir şeyler öğretmediğini; sadece doğuştan onun aklında var olan bilgileri açığa çıkardığını savunur.

• Sokrates insanlarda doğuştan var olduğuna inandığı bilgileri açığa çıkarmak için diyalektik adı verilen karşılıklı konuşma sanatını uygulamıştır. Bu konuşma sanatı iki aşamadan oluşmaktadır: İroni (alaya alma) ve maiotik (düşünceyi doğurtma).

• İroni ile bir şeyler bildiğini iddia eden kişiyi sorgulayarak ona aslında bir şeyler bilmediğini göstermeye çalışırdı. Maiotik ile de bir şeyler bilmediğini sanan kişiye çeşitli sorular sorarak o konuda aslında ne kadar bilgili olduğunu göstermeye çalışmıştır. Sokrates, bunu yaparken aklı kullandığından akılcı sayılmıştır.

Platon (Eflatun) (MÖ 427 – 347)

• Sokrates’in öğrencisi olan Platon’a göre de zorunlu, kesin, genel geçer doğru bilgi mümkündür ve doğuştan bilgilerimiz vardır. Platon görüşlerini “İdealar kuramıyla” açıklamaya çalışır.

• Platona göre birbirinden tamamen farklı iki evren vardır: İdealar evreni ve nesneler (görünüşler, duyular, fenomenler) evreni.

• Nesneler evreni; içinde yaşadığımız, duyularımız ile kavradığımız evrendir. Bu evren aldatıcıdır, görünüşten ibarettir. Yalnızca bir yansımadır, gölgedir. Nesneler dünyası idealar dünyasının bir kopyasıdır. Bu dünyanın bilgisi algı yanılmalarından dolayı aldatıcıdır, doğru değildir. Platon bu bilgiye doxa (sanı) adını verir.

• İdealar evreni; yalnızca düşüncede var olan ancak akıl yoluyla kavradığımız evrendir. Asıl gerçek olan değişmeyen evrendir. Asıl bilgi, idealar evrenine ait olan bilgidir. Platon, etrafımızdaki varlıkların sürekli değiştiğini ve değişenler üzerinde kesin bilgi elde edemeyeceğimizi ifade eder. Ona göre kesin ve sağlam bilgi değişmeden kalan düşünülenlerin bilgisi yani ideaların bilgisidir. Gerçek dünya güneşin aydınlattığı idealar dünyasıdır. “Episteme” denilen bilgi bu dünyanın bilgisidir ve akılla elde edilebilir.

Uyarı: Platon idealar kuramı nedeniyle ilk idealist (idealizm) ve düalist (ikici) düşünür olarak sayılmıştır. Duyuların bilgisine güvenmediği için Empirizm ve Sensualizm’e (duyumculuk) karşıdır.

(5)

Aristoteles (MÖ 384 – 322)

• Platonun öğrencisidir. Fakat hocasından farklı varlık anlayışı benimsemiştir. Görüşlerini mantığa dayandırmıştır (Mantığın kurucusu sayılır).

• Aristoteles’e göre; gerçekten var olanlar tekil ve bireysel olanlardır. Bunlara ait bilgiye ancak tümel önermelerle ulaşabiliriz. Tümel önermelerin içinde tekiller olduğundan yapılması gereken, kavram olarak bilinen tümellerden tekilleri üretmektir. Bunu da tümdengelim yöntemi ile yapabiliriz.

• Aristoteles’e göre bilgi akıl ile elde edilir. Akıl da pasif (edilgen) ve aktif (etkin) akıl diye iki türlüdür.

Pasif akıl duyularla bilgilerin içeriğini, malzemesini sağlar. Aktif akıl ise bunları işleyerek, biçimlendirerek doğru bilgiye ulaşır.

• Platon evreni ikiye ayırarak düalist (ikici) görüş sergilerken, Aristoteles bu ayrılığı ortadan kaldırmıştır. Ona göre idealar nesnelerden bağımsız değildir, çünkü içeriklerini duyusal dünyadan alır.

• İdealar tek tek nesnelerin özünde tümel kavramlar olarak vardır. İdealar, duyular evreninde bulunan varlıkların içinde bulunan özlerdir. Aristoteles bu öze form adını verir. Form maddeye biçim kazandırıp varlıkların ortaya çıkmasını sağlar.

• Madde taslaktır, eksik olan şeydir. Form ise mükemmelliktir. Var olan her şey form ve maddeden oluşmuştur. Her şey form kazanmış maddedir. Mesela; beden madde ruh da formdur.

Uyarı: Rasyonalist olmasına karşın bilginin doğuştan geldiği görüşüne karşı çıkar. Ona göre doğuştan bilgi olamaz fakat duyu organlarınca elde edilenleri işleme ve kavramlar oluşturma yeteneğine sahiptir.

Yani akıl bilgiyi taşıyan değil, akıl bilgiyi üreten güçtür.

Farabi (870 – 950)

• İslam felsefesinin kurucusudur. Farabi, din ile felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır. İslam felsefesi geleneğinde Aristoteles “Muallim-i Evvel” (İlk öğretmen), Farabi ise “Muallim-i Sani” (İkinci öğretmen) olarak nitelendirilir. Önce Platon’dan, daha sonra Aristoteles’ten etkilenmiştir.

• Farabi’ye göre varlığın başında zorunlu varlık (Tanrı) vardır. O, tüm varlıkların var olma nedenidir.

Var oluşunu başka hiçbir varlığa borçlu değildir. Zorunlu varlık, dereceli olarak varlık tabakalarını yaratmıştır.

• İlk yarattığı varlık olan akılda bilme yetisi kendinden vardır. Akıl hem kendini hem de Tanrı’yı bilir.

İnsan aklında doğuştan bazı bilgiler vardır. Bunlar pasiftir. Deney ile temasa geçince aktif hale gelir.

• Farabi’ye göre en büyük erdem bilgidir. Aklın edindiği bilgilerle insan iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırabilir.

• Bilginin üç kaynağı vardır: duyu, akıl, nazar (derinliğine düşünme). Duyu ve akıl doğrudan, nazar ise dolaylı bilgiyi verir.

• Duyusal bilgiler, duyu organlarınca algılanan, tekil olan bilgilerdir. Bilimsel ve gerçek bilgi değildir.

Fakat gerçek bilginin malzemesini oluşturur.

• Akıl bu tekil bilgileri biçimlendirip belli kategorilere koyarak genel kavramlara ve yargılara dönüştürür. Böylece kesin ve genel geçer bilgilere ulaşılır.

• Nazar yoluyla ise akılda doğuştan bulunan düşünceleri kavrarız. Farabi üç türlü bilgiden bahseder.

Rene Descartes (1596 – 1650)

• Descartes, modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu kabul edilir. Matematik ile açık-seçik ve kesin bilgilere ulaşılabileceğini savunmuştur. Descartes bir yöntem olarak kuşkuya başvurur.

Öncelikle nesnelerin ve Tanrı’nın varlığından şüphe duyar ve aradığı kesin bilgiyi karşısında bulur.

Descartes’in kullandığı şüphe, bir amaç değil, bir araçtır. (Septisizmde şüphe amaç olarak alınmıştır.) Descartes’a göre;

• Kesin olan bir şey var. (1) • Her şeyin doğruluğundan şüphe ediyorum. (2)

• Şüphe etmek düşünmektir. (3) • Düşünmek, var olmaktır. (4)

• Öyleyse var olduğum şüphesizdir.(5) • Düşünüyorum, o hâlde varım. (7)

• İlk bilgim bu sağlam bilgidir. (8) • Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim. (9)

• İşte bu Descartes’a göre elde edilen ilk apaçık ve kesin bilgidir.

Daha sonra bu yöntemle Tanrı’nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlamıştır.

(6)

Descartes’a göre bilgi üç türdedir:

• Doğuştan getirilen bilgiler: Tanrı fikri, matematiğin temelinde yer alan sayılar, sonsuzluk fikri doğuştan getirdiğimiz bilgilerdir.

• Duyu organlarından gelen bilgiler: Duyu organlarımız vasıtasıyla edindiğimiz bilgilerdir. Renk, şekil gibi bilgilerdir.

• Hayal gücünden gelen bilgiler: Anka kuşu, pegasus gibi bilgilerdir.

Hegel (1770 – 1831)

• Hegel'e göre akıl en güvenilir bilgi kaynağıdır. Doğru bilgiye ancak mantık (akıl) yoluyla ulaşabileceğini söyler. Duyu organları kesin, genel geçer bilgi veremez. Çünkü ona göre her objenin (nesnenin) arkasında bir ide saklıdır.

• Düşünce, objenin arkasındaki ideyi kavramaktır. Her obje (nesne) akılsaldır. Böylece her akli olan gerçektir. Her gerçek olan da akılsaldır. Aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir ve aynıdır.

• Ona göre ruh (düşünce) ve evren (madde) sürekli değişim halindedir. Her şey üç aşamalı bir gelişme süreci içinde oluşur. Hegel buna diyalektik süreç der.

• Diyalektikte bulunan bu üç aşama: tez, antitez ve sentezdir. Örneğin; çiçek (tez), çiçeğin yok olması (antitez), meyve (sentez). Yani diyalektik süreçte çiçeğin meyveye dönüşebilmesi için kendi varlık halini yokluk haline dönüştürerek bir değişim geçirmesi ve yeni bir oluşum oluşturması söz konusudur.

Kısacası diyalektik süreçte varlık tez, yokluk antitez, oluş da sentezdir.

b) EMPRİZM (Deneycilik)

Doğru bilginin mümkün olduğunu ve ölçütünün “akıl” değil “deney” olduğunu savunan felsefi öğretidir.

Doğru ve genelgeçer bilginin duyumlar yoluyla oluşan deneylerle kazanılabileceğini öne sürer. Deney sözcüğünün buradaki anlamı, laboratuarda bilim insanının yaptığı bilimsel deney değil; insanın günlük hayatında duyularıyla gerçekleştirdiği görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma gibi basit duyusal deneyler algılamalardır. Empirizme göre doğuştan bilgi yoktur, insanın tüm bilgileri sonradan, duyularla elde edilir. Akılla elde edilen bilgilerin bile kaynağında duyusal bilgiler vardır.

• Empirizmin en önemli temsilcileri; John Locke ve David Hume’dur.

Not: Rasyonalizme göre bilgi apriori (deney öncesi, doğuştan gelme) nitelikte olduğu halde empirizme göre aposterioridir. "Aposteriori", deneyle (duyularla) elde edilen bilgi demektir.

John Locke (1632 – 1704)

• J. Locke “Aklın ilkeleri ve bilgilerimiz doğuştan olsaydı, herkeste aynı bilgilerin ve ilkelerin olması gerekirdi.” Diyerek rasyonalizmi eleştirir.

• J. Locke’a göre insan zihninde doğuştan hiçbir bilgi yoktur. Ona göre zihin boş bir levhadır (Tabula Rasa). İnsanın yaşantılarıyla birlikte bu levha duyum ve deneylerle dolar. Bütün bilgilerimiz, deneyimlerimiz ya da yaşantılarımız sonucunda elde edilir. Hiçbir insanın bilgisi, öğrenmiş ve deneyimlemiş olduğunun ötesine geçemez.

• Locke’a göre deney iki aşamada gerçekleşir: İç ve dış deney.

• Dış deney (duyumlama): Dış deney, duyu organlarımız aracılığıyla edinilen deneyimlerimizdir. Beş duyu organımızla dış dünyayı algılarız, varlıkların sıcaklık, ses, renk gibi özelliklerini kavrarız.

• İç deney (düşünme): Duyumla elde edilen bilgilerin karşılaştırma soyutlama, birleştirme, çözümleme gibi zihinsel işlemlerden geçirilip bilgiye ulaşıldığı aşamadır.

Dış deneyle sesi alıp, iç deneyle bu sesin ne sesi olduğunu yorumlarız.

David Hume (1711 – 1776)

• D. Hume, göre bütün bilgilerimizin kaynağı dış deneydir.

• Bilgilerimizin iki kaynağı vardır:

a. İzlenimler (duyumlar): Deneyimlediğimiz şeyler neticesinde izlenimlerimiz oluşur. İzlenimler canlı duyumlardır. Bir şeyi görür, işitir, düşünür veya isterken bizde meydana gelen canlı duyumu ve duyguyu ifade eder.

b. Fikirler (düşünceler): Canlı izlenimleri hatırlamak istediğimizde, bizde meydana gelen hatırlama veya hayal gücü tasarımlarıdır. Hume’a göre bütün zihni hayatımız, işte bu izlenimler ve düşüncelerden meydana gelir.

(7)

c) KRİTİSİZM (Eleştiri Felsefesi) - I. Kant (1724-1804)

• Kant kendisinden önce gelen bilgiyi eleştiri süzgecinden geçirerek işe başlar, kendinden önceki dogmatik düşünürlere bakar. Onların insan zihninin varlık hakkında kesin bilgiye, doğru bilgiye sahip olabileceğini savunduklarını görür.

• Septikler ise insan zihninin hiçbir konuda doğru bilgilere ulaşamayacaklarını savunduklarını görür.

Her iki görüşü de onaylamayan KANT, iki ayrı görüşün uzlaştırılması yoluna gider.

• KRİTİSİZM, bilgilerimizin eleştirilmesi, aklın, bilginin sınırlarını eleştirel bir yaklaşımla ele alan bir görüştür.(Doğru bilgiye aklın sınırları içinde ulaşılacağını savunan yaklaşımdır).

Kant felsefesi,”akıl neyi başarır, neyi başaramaz? İnsan aklı nereye kadar gider? Sınırları nereye varır? İnsan aklı deneye bağlı olmadan kendi kendine neyi başarabilir?” sorularına cevap aradığından kritik(eleştirici) felsefe adını alır.

Kant’ a göre tüm bilgilerimiz iki ayrı kaynaktan doğar: suje (bilgi edinen) ve obje(dış dünya) . Dış dünya bilginin hammaddesini verir. Diğeri ise, bu hammaddeyi düzenler ve bir biçime sokar. Bilgi haline getirir. O halde dış dünya olmasaydı, bilginin hammaddesi olmazdı, akıl olmasaydı dış dünyaya ait tüm algılarımız bilgi halini almazdı. Kant’ a göre, bilgi deneyle başlar, ama tüm bilgiler deneyden çıkmaz.

Ona göre, “deneysiz kavramlar boş, kavramsız deneyler kördür.” Örneğin zil çaldığında, duyum ve zihin bunu anlamlandırır (teneffüs vakti!.. gibi).

• Kant’a göre iki türlü bilgimiz vardır:

aposteriori: Duyular aracılığıyla (deneyle) elde edilen bilgilerimizdir.

apriori: Deneyden gelmeyen, deney öncesi bilgilerimizdir.

• Deneyle elde edilen hammaddeleri, bir biçime sokup işleyen on iki tane zihin kategorileri vardır.

Bunlar aprioridir. Duyu verileri bu kalıplara gelir ve biçimlenir. Böylece bilgi edinilmiş olur. Bu bilgi doğru, kesin, genel-geçer bir bilgidir. Kant bu görüşleriyle empirizm ve rasyonalizmi uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre biz ancak nesnelerin görünüşlerini (fenomeni) bilebiliriz. Görünmeyeni bilemeyiz, o halde bilgi insana göredir.

d) PRAGMATİZM (Faydacılık)

Pragmatizme göre, bir yargının doğruluğu verdiği yarar ile ölçülür. Bilgilerimiz ne kadar çok problemi açıklamaya yarıyorsa o kadar doğrudur. Pragmatistlere göre, bir şey yararlı olduğu ölçüde ve sürece doğrudur. Aksi halde doğruluk değeri taşımaz.

W.JAMES: Doğru bilgiyi faydayla özdeşleştirmiştir. “ne ki yararlıdır o doğrudur, ne ki doğrudur o yararlıdır”. Fikirlerin doğru olup olmadıkları uygulamada işe yarayıp yaramadığıyla ölçülüdür.

Doğruluğun tek göstergesi onun pratik olarak işe yaramasıdır. ÖRNEK: dini bilgiler ve doğa bilimleri.

Dini bilgiler insana manevi huzur ruhsal doyum sağlar ve insanı mutlu kılar. Bunun için din o kişi için gerçektir. Doğa bilimleri ise, doğanın efendisi olmamızı sağlar, insanın yaşamını kolaylaştırır (telefon, elektrik vb..). Pragmacı için gerçek yararlı olan, başarıya ulaştıran pratik bir sonuçtur. Bu akıl teoriden çok pratiğe önem verir.

J. DEWEY: Doğru bilginin kaynağı yarar sağlamasıdır. Pragmatizmi en ileri noktaya ulaştırmıştır. Ona göre düşünce çevreye uymada biyolojik bir fonksiyondur. Düşünce, doğadan ve hayattan yararlanmak için uygun bir alettir. Bilimsel yasa, kuram ve kavramları doğru bilgiye ulaşmada bir araç olarak, alet olarak gördüğü için onun öğretisine ENSTRUMANTALİZM (Aletçilik) adı verilir. Birer alet olan bilimsel yasa ve kuramlar başarılı olurlarsa yani uygulamada işe yararsa iyi ve doğrudur; başarılı olmazsa, uygulamada bir farklılık yaratmazsa yanlıştır.

e) ENTÜİSYONİZM (Sezgicilik)

Doğru bilginin aracısız ve doğrudan ancak sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüştür.

Rasyonalizme tepki olarak doğmuş bir yaklaşımdır. Sezgicilere göre, insan aklı sınırlıdır. Zekâ, ancak durgun olanı, madde dünyasını bilebilir. Oysa hayat canlıdır, akış halindedir. İnsan aklı zaman ve mekân içinde deneye dayanarak bilgi elde eder. Böyle bir kaynak ise bize hakikatin bilgisini veremez.

Hakikatin bilgisine ancak sezgi ile ulaşabiliriz.

(8)

Gazali (1058 – 1111)

• Ona göre insan, bilgiye ulaşırken duyulardan ve akıldan yararlanabilir. Ancak ne duyular ne de akıl, insana gerçek varlığın bilgisini verir. Gerçek ve kesin bilgi, sezgi yolu ile elde edilir. Gerçeğin bilgisine ulaşmak, Allah’tan insanın kalbine gelen bir nur ve sezgi ile mümkündür.

• Gazali’ye göre, insanda iki göz veya iki tür akıl bulunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki göz veya akıldır. İnsan, bunların yardımıyla maddi dünyaya yönelir ve birtakım bilgilere ulaşır. Bilimleri ve felsefeyi kuran, bu akıl ve gözdür.

• Fakat bunlar insan için hiçbir zaman yeterli olamaz. Diğer bir göz de, “kalp gözü”dür. Kalp gözüyle insan, gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar. Var olan her şey sezgi yoluyla bir aynada olduğu gibi araçsız ve bütün açıklığı ile görünür.

Henri Bergson (1859 – 1941)

• Bergson’a göre doğru bilgiye sezgi ile ulaşılır. İnsanları bilgiye ulaştıran iki yeti vardır. Zekâ ve içgüdü. Zekâ, madde dünyasının durağan (statik) halini kavratır. İçgüdü, sürekli hareket ve değişim içinde olan gerçek yaşamı kavratır.

• Böylece madde dünyasının anlık bilgilerini veren zekâ ile değişen yaşamın bilgilerini veren içgüdünün birleşmesinden sezgi oluşur ve insan kesin ve değişmez bilgilere ulaşır. Zekâ + İçgüdü = Sezgi

f) POZİTİVİZM (Olguculuk - Deney ve Gözlem)

• Pozitivizm modern bilimi temel alan ve bilim dışı her türlü spekülasyonu reddeden bir felsefe akımıdır. Olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin, tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüne de pozitivizm denilmektedir.

• Pozitivizm, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla “bilimsel bilgi”nin sağlam bilgi olduğunu vurgular.

• Felsefenin metafizik konuları bırakması gerektiği ve olgulara dayandırılması savunulur. Araştırdığı varlık alanı gözlemlenebilen ve ölçülebilen somut varlıklarla sınırlıdır. Doğa ötesi hiçbir zaman bilinemez. Bu yüzden sadece bilimsel alan kabul edilmelidir.

Auguste Comte (1798-1857)

Doğru bilginin mümkün olduğunu ve ölçütünün “bilimsel olgular” olduğunu, doğru bilgiye erişebilmek adına metafiziğin (Tanrı, ruh, ölümsüzlük konuları üzerine düşünülmesinin) felsefenin dışında bırakılması gerektiğini savunan felsefi öğretidir.

• Bilimsel bilgi olgulara dayanan, deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgidir. Deneyle denetlenemeyen sorular “anlamsız”dır. Bu yüzden Comte, metafiziği reddeder.

• Pozitif felsefe, deneysel bilimleri model olarak almalı, araştırmalarını yalnız olgulara dayandırmalı, deney sonuçlarını sistemleştirerek onları ahlak, siyaset, din gibi alanlarda kullanmalı, deneyle denetlenemeyen soruları da konusu dışında bırakmalıdır.

• Comte, insan düşüncesinin tarih boyunca üç dönemden (üç hâl yasası) geçtiğini savunur.

• Teolojik dönem: Bu dönemde insanlar olay ve olguları dinle açıklamışlardır.

• Metafizik dönem: Bu dönemde olaylar, olgular, doğa olayları, soyut kavramlar, gizli güçler, ruhlarla açıklanmıştır. Bu dönemin ürünü felsefedir.

• Pozitif dönem: Bu dönemde olaylar, deney ve gözlemlere dayandırılmış, bunlar arasındaki değişmez bağlardan bilimsel yasalar ortaya konmuştur.

g) NEO-POZİTİVİZM ( Analitik Felsefe- Çözümleyici Felsefe- Dil Çözümlemeleri)

• Bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bilgi hem doğrulanabilir hem de anlamlı olmalıdır. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.

• Felsefeye bilimlerin dilini analiz etmek işlevi yükler. Böylece felsefe, düşünsel bir etkinlik alanı olmaktan çıkarılır, yalnızca dil analizleri yapan bir alan haline getirilir. Felsefe, bilimlerin dilini çözümleyecek, onların kavram yapılarını araştıracaktır. Bunu yaparken de sembolik mantığı kullanacaktır.

• En önemli temsilcileri Wittgenstein ve Reichenbach’tır.

• Wittgenstein’ a göre, bilimsel bilgi bize önermeler halinde sunulur. Önermeler olgulara uygunsa anlamlı, değilse anlamsızdır. Önermeleri oluşturan dilin mantıki bir yapısı vardır. Dilin yapısı, gerçekliğinde, düşüncenin de sınırını belirler. Doğru bilgiye ancak mantıki dil çözümlemeleriyle ulaşılır.

(9)

h) FENOMENOLOJİ (Görüngübilim)

• Fiziksel dünya herkes için aynı anlamı taşıyan bir gerçekliğe sahip değildir. Diğer bir deyişle fiziksel dünya görelidir, insanların kendisine yüklediği anlamlara ve yorumlara bağlıdır.

• Örneğin fenomenolojiye göre anahtar, vida veya jant gibi şeyler aslında yoktur; bunların hepsi farklı biçimler verilmiş ve farklı işlevlere sahip olan metallerdir.

• Diyelim ki Afrika’da kabile hâlinde yaşayan ve hayatında hiç anahtar görmemiş birine bir anahtar gösterip ne olduğunu sorduk. Bu kişi, anahtara bizim yüklediğimiz anlamları yüklemeyecektir. Onun için bu nesnenin bizim için olduğu gibi bir anlamı yoktur. Anahtarın bu kişi için var olabilmesi için bu kişinin anahtara bir anlam yüklemesi, anahtar hakkında bir yorum yapabilmesi gerekir. Dolayısıyla fenomenolojiye göre fiziksel dünya herkes için aynı olan bir gerçekliğe sahip değildir.

• Bu görelilik durumu, toplumsal dünyada, fiziksel dünyada olduğundan daha belirgindir. Örneğin nehirler, çiçekler, kayalar, insanlar onları nasıl etiketlerse etiketlesin, nasıl nitelerse nitelesin vardırlar;

yani insanlardan ve insanların sınıflandırmalarından bağımsız bir şekilde fiziksel olarak mevcutturlar.

• Ancak aynı şeyi toplumsal dünyadaki kavramlar için söylemek pek mümkün değildir. Mesela

‘yoksulluk’ ya da ‘ceza’ gibi kavramlar, tamamen insanların belirli durumları tanımlayabilmek amacıyla anlamlandırmalarından, yani insanların yarattığı anlamlardan ibarettirler.

• Yoksulluğun ya da cezanın var oluşu, gerçekliği, insanların bu kavramları algılamalarına, bunlara yükledikleri anlam ve yorumlara bağlıdır. Bu kavramların bu algı, anlam ve yorumlardan bağımsız bir gerçeklikleri yoktur. Nitekim aynı eylem veya durum birçok farklı şekilde yorumlanıp anlamlandırılabilir.

• Örneğin bir ölüm olayı kaza, intihar, cinayet, ecel gibi çok farklı şekillerde yorumlanabilir. Ya da bir insanı öldürmek, bazı durumlarda suç sayılırken bazı durumlarda bir mecburiyet, hatta bazen bir kahramanlık olarak yorumlanabilir. Bu durum, insan bilgisinin göreli olduğunu göstermektedir.

• Fenomenologlara göre bireyler dış dünyayla sadece duyuları aracılığıyla, dokunarak, görerek, duyarak, koklayarak ve tadarak temas kurarlar ama sadece duyulara sahip olmak, dünyanın bireye anlamlı gelmesi için yeterli değildir. Bireyler duyuları aracılığıyla sonsuz sayıda deneyim yaşarlar ve deneyimlediklerini dünyaya anlatabilmek için onları fenomenler şeklinde organize ederler.

• Etrafımızdaki dünyayı bu şekilde fenomenler halinde örgütlüyor olmasaydık bütün dünya bizim için sayısız ışık, renk, ses, koku ve tattan oluşan anlamsız, karmaşık bir bütün olurdu.

• Bu nedenle etrafımızdaki nesneleri mesela önce sıvılar-katılar-gazlar şeklinde, sonra katıları kendi içinde metaller, tahtalar, plastikler şeklinde, sonra da metalleri kaşıklar, anahtarlar, jantlar şeklinde sınıflandırırız. Böylece anahtarlarla örneğin düğmeleri birbirine karıştırmayız ve bir anahtar gördüğümüzde bunun metal olduğunu, katı olduğunu biliriz.

Edmund Husserl (1859-1938) : Fenomolojiye göre, her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yüklediğimiz özelliklerin dışında her zaman kendinde olan değişmeyen bir özü vardır. Felsefe, bilinç yoluyla nesnelere yönelerek onların özünü kavramalıdır. Husserl’ e göre fenomen, varlığın bilinç tarafından doğrudan, dolaysız olarak kavranan özüdür. Bu özü kavrama çözümleme yoluyla olur.

• Husserl der ki duyu organları ile algıladığımız her türlü özellikten varlığı soyutlamalıyız, ayrı düşünmeliyiz. Buna “paranteze alma” der. Varlığı paranteze almak demek, varlığı özüne ait olmayan, özüne ulaşmayı engelleyen öğelerden soyutlayarak düşünmek demektir. Bunun için duyu organlarının verileri, günlük yaşam, din, bilim ve tarihin sağladığı veriler kısa bir süre için yok sayılır. Böylece varlıkların duyularla algılananın ötesinde bulunan özlerin bilgisine ulaşılır.

• ÖRNEK: çevremizde bulunan ağaçları duyularımızla kavrarız. Ağacı renginden, biçiminden, zamandan ve yerinden soyutlayarak düşünürsek geriye onun özü, “idea” sı kalır. İnsanın diğer insanların özünü kavrayabilmesi için önce kendi özünü kavramalıdır.

• Husserl, paranteze alma yöntemi sayesinde bütün ön yargılardan, peşin hükümlerden bağımsız olan, insanların yaşam dünyalarının temellerini keşfedebilecek, özlerin özünü ortaya koyabilecek bir felsefe kurmayı amaçlamıştır. Husserl’in kurmayı amaçladığı bu felsefeye göre insan olmanın özü, aklın rehberliğindeki toplumsal dünyada özgün bir insan varlığı olmaktır.

• Fenomenoloji, insan deneyimlerinin hepsini inceleyerek insan niyetselliğinin, bilincin ve yaşam dünyasının temel yapılarını ortaya koymaya çalışan ve insan algılarını inceleyip yorumlayabilmek için sezgilerin de kullanılması gerektiğini savunan bir felsefedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Gettier’in Platon’a atıfla yaptığı bu tanım, epistemolojinin temel terimlerinin belirgin bir şekilde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Daha doğru ifade ile

yalnız ve adsorban (polivinilpolipirolidon) lle kombine olarak yeme katılan aflatoksinin (Aspergillus parasitıcus NRRL 2999 suşu ile pınçte Oretıldl), 80 adet gOniOk

Kriterler için hesaplanan Altı Sigma Yenilik, Süreç, İnsan ve İlişki Sermayeleri (bkz. tablo 3.36) ile kuruluş Altı Sigma Entelektüel Sermayesi (bkz. tablo 3.37) aşağıda

tal an d n r, rahip, air ve diplomat, yazar.. 4 Simon Garfinkel: ABD li bilgisa ar bilimcisi, ga eteci. Bilgi g enli i, gi lilik man.. Bilgiyi, bilgi sistemlerinde üretiyoruz,

Bu ilk ilkeler akılda bulunur (Özdeşlik ve Üçüncü Halin olanaksızlığı yasası vb.). Diğer bir ifadeyle, rasyonalistler geri gidişi akıl ya da zihnin dünya

“Genel olarak, bir önerme, inanç, düşünce ya da kanaatin bazı temellere ya da ölçütlere göre veya bağlı olarak sahip olduğu doğru olma özelliği.” 1.. Bu

medya sürekli takip edilmektedir. C) Medyanın sosyal değişim ve etkileşimdeki rolü, her geçen gün azalmaktadır. D) Medya, doğal olarak insanların düşüncelerini, kararlarını

Yazarlara göre toplum- sal inşacılık tezini öneren bilgi sosyologları, bilimin, içinde üretildiği toplumdan yöntemce özerk olduğunu kabul etmediklerinden, bilimsel