• Sonuç bulunamadı

ÇIKTI Şeytanın

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÇIKTI Şeytanın"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S a y f a " S 1 *

20 H A Z İR A N

/ TURHAN .J,

/ SELÇUK

FlS F5 F<S FİJKOSl

KiH KtWKiHI

BEW PE ME

m r iA P ıH ,

\ ME ÇİTTİM.

NOjlMAMd-'.

- t —

/

F ^ f i S F I S FîSKOS

f îs

m

r

AAAl

| A

llah

lâv

B İ

n î i

! vm iH

ANOP-MAML.

J KIZLAN-1,

KıHE

ELİMİZİ

PİLİH 'aE P Ü ^ H t 'f E

( r M N . ’ÎZ£2iüM İ ¿îkAP-îR -

SlKİll. VALLAHİ.

kah

kar

kah

1,

ÎH5AM BEY

DE KEK BöVLh

BtPAKıM APTlK V KOLASı ¡}/£A|aí>$A

B

u

LÂFUİZI

K U-ELÍÜ BELKİ

k M T -M K '. / r ,/A . n , o c l

h

Í

m

K

ís

/ TEK^ 0 . ® *

E-“

t j

irELİK HİSÎM /

/

W l \ E ?

Bütün doğuda ve Türk

miletinin tarihinde tek

bir halk hareketi yoktur...

Kovayı Milliye'yi bir halk hareketi

olarak görmek

yanlıştır

Kuvayı Milliye bir halk hareketi olsaydı,

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet

Meclisi'nin karşısına dikilip «Savaşı

kazanabilm ektim için Büyük Millet Meclisi

olarak mevcut gücünüzü belli bir süre için

bana devretmeniz gerekir, başka türlü

sorumluluk kabul etmem» demezdi...

m

B

AZILARI Kuveyt Mil- liye’yi bir halk hareketi gibi görmek ve göster­ mek isterler. Bütün doğuda ve Türk milletinin tarihinde tek bir halk hareketi yoktur ki, Kuvayı Milliye, halk hareketi olsunl Ku- vayı Milliye halk hareketi olsaydı, istiklâl Mahkemelerinin kurulma­ sına ne gerek vardı? Hele kurul­ duktan sonra, savaşta ölenlerden çok daha fazla inşam ipe çek­ mesinin bir anlamı olabilir mi? Kuvayı Milliye bir halk hareketi olsaydı, orduya silahsız katdan askerden fazla silahıyla ordudan kaçan asker görülmez, tersine kırık dökük silah ve oraklarla saflan dolduran gönüllü taburlan kurulurdu. Kuvayı Milliye bir halk hareketi olsaydı, Sakarya Savaşı, bir subay savaşı olmazdı. Kuvayı Milliye bir halk hareketi olsaydı, Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi'nin karşısına diki- lip “Savaşı kazanabilmekliğim için, Büyük Millet Meclisi ola­ rak mevcut gücünüzü belli bir süre için bana devretmeniz gerektir, başka türlü sorumluluk kabul edemem” demezdi.

Bak bizim Sabahattin de (Selek) kitabında Kuvayı Milliye hareketi­ ni bir halk hareketi gibi göstermek istiyor, hem de savaşta ölenlerden çok, İstiklâl Mahkemesi karanyla asılanlar olduğunu yazıyor. Oysa bu: “ Hem dondurmayım, hem fırından çıktım” gibi bir laf oiuyor, düpedüz.

Y a n lış d e yim le r

Biliyorsun, ben “Anadolu İhti­ lâli”, “Kurtuluş Savaşı”, "27 Mayıs İhtilâli” gibi deyimlerin karşısındayım. Anadolu İhtilâli ne demek? Taa 1923 yılma kadar İstanbul'da bir saray var, halife var ve halife resmen devlet bütçe­ sinden tahsisat alıyor. Sonra bu­ nun adı ihtilâl!.. Saray için bir tek kurşun bile yakılmamış! ur ki, bu hareketin adına ihtilâl diye­ lim. İhtilâl, dışarıya karşı olmaz ki, içeriye karşı olur. İçerdeki güçleri saray temsil ediyor ve Ankara Hükümeti, açıklıkla sa­ raya karşı olmadığını pekiştir©

A , Bn

düşüncelerimi söylerken, bilimsel ve gerçekçi olmaktan başka biçbir

^

kaygım yok. Fakat benim fikirlerime karşı çıkanlar düşünmeye

üşeniyorlar, resmî statükoya korumakla kendilerini yükümlü görüyorlar...

pekiştir« söylüyor. O zaman ihti­ lâl, neyin nesi?..

‘‘Kurtuluş Savaşı" deyimi de anlamı bakımından tam oturmuş değildir. Adı üstünde. Bir kez ele geçeceksin kİ, kurtulasın! Türkiye hiçbir zaman Batılı düşmanların eline geçmiş değildir. Ankara’dan top sesleri işitilmiştir ama, Anka­ ra’dan sonra da başka Ankaralar

vardır. Ordu dağılmamış, düşman vatanın bütün parçalarına bilfiil girmemiş, Ankara’da bir Meclis, bir hükümet var. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun en küçük par­ çasında savaş sürüyor demektir. Kaldı ki Mustafa Kemal Paşa, Milli Misak diye bir vatan parça­ sının sınırlarını çizmiş ve bunu amaçladığını bütün dünyaya

söy-U M D D I T S A H İ P L E R İ N E

m&trr

I S T U R L t d . S i l . n i n

B U Y U K H İ Z M E T İ

RİZMİSUTME-IURİSTİKTESİSIER V8 İNŞAAT

DA SÖZ SAHİBİ İS TUR SENHERİN BİRİKİMİ i

R1IGI GARANTİSİNDE

i

fi ve miktardaki tasarruflarınızı

yüksek oranda AYLIK GtLİR

NTİSİYLE DEĞERLENDİRİYOR

DALIN

ÖZ İM

Her ne\

eniyi ve

GARA

£ ı j | * ANKARA Necatibey Cad. Sezenler Sok. No 4/7 TEL: 29 68 75 29 8339

x ma- m mjf İSTANBUL Halaskargazi

ISulir

Cad. 243 Yasan pasajı 15-16 Tel 48 7 7 0 0 - 48 50 OO

MUSTÂFA KEMAL DERNEĞİNDEN

DUYURU

Son günlerde gerek demeğimizin ve gerek yöneticilerinin adım kullanarak bazı özel ve tüzel kuruluşlardan malî yardım talep edildiği öğrenilmiştir.

Demeğimizce bugüne değin, hiçbir kişi ve kuruluştan bu tür yardrnı istenmemiştir.

Tüm özel ve tüzel kuruluşlarımızı, bu tür çıkarcı ve Atatürk istismarcılarına karşı, hassasiyetle uyarıyoruz.

Ayrıca, gerektiğinde yasal yollara başvurulmasını Atatürk­ çüler olarak istiyor ve bekliyoruz.

GENELBAŞKAN A v . KAMRAN BARAN Milliyet: 6561

TÜRKİYE TARIM KREDİ

KOOPERATİFLERİ

MERKEZ BİRLİĞİ

GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN

YIRMIALTI KALEM MATBUANIN BASIM İŞİ

İHALEYE ÇIKARILMIŞTIR

Basılacak kâğıtların örnekleri ve basım işi ile ilgili teknik şartname Genel Müdürlüğümüz Ankara Bahçelievler 4’üncü Cadde No: 169'da bulunan hizmet binasmm 4'ncü katındaki İdari İşler Müdürlüğü’nden sağlanabilir.

İsteklilerin:

Ticaret ya da sanayi odası kayıt belgelerini, Banka referans mektuplarını,

Yeterlik belgelerini (Daha önce idaremizle bu kabil iş yapan firmalar ayrık)

Geçici teminatlarını (teklif edilecek bedelin yüzde 6’sı nisbetinde-nakit, bloke çek, teminat mektubu Devlet Tahvili ya da borsada koteli diğer tahviller)

Kapalı bir zarf içindeki teklif mektupları ile birlikte en geç 9.7.1980 tarihinde 17.00’ye kadar idari işler müdürlüğümüze tevdi etmeleri gerekmektedir.

Kurumumuz 2490 sayılı yasaya tabi değildir.

Hassa Reklam: 1431-6558 1 -2 3 4

-KAYNAKÇI ARANIYOR

Yol silindirleri ve fork - lift makine imalâtında ça­ lıştırılmak üzere elektrik kaynağı usta ve yardımcı­ larına iş tecrülerine gö­ re ücret verilecektir.

Kadıköy yakasında otu­ ranlar tercih edilir.

CEM MAKİNA CEMİL SİNOPLUOGLÜ

Ankara Asfaltı Genoto karşısı CEM-SER İnşaat Makinalan İmalâtı.

_____ Esentepe: 107 - 6538_ 200’e YAKIN SEVDİĞİNİZ

SANATÇILARIN ŞİİRLERİNİ BU KİTAPTA BULACAKSINIZ H a z ı r l a y a n :

SADETTİN IŞIK

P .K . 3 8 0 A k s a r a y - İs ta n b u l Ö d e m e li is le m e le rd e 25 lira lık p o s ­ ta p u lu g ö n d e tilm e s i ric a o lu n u r.

"Yorgun Savaşçı”ya, Kuvayı Milliye'nin çekirdek günlerini ko­ nu olarak alıyorum. Bekir Sami’­ nin Batı Anadolu’yu örgütlemek ve direnme kurmak için yaptığı girişimler, Bursa’ya çekiliş, An­ kara hükümetinin olaylara el koy­ ması. Romana mihver olarak bir Cehennem Yüzbaşı koymak isti­ yorum. Aslında bu Cehennem Yüzbaşı, kanal hareketinde ger­ çekten vuruşmuş, .yaman bir as­ ker. Romanın dramdaki adamı bu olacak.

Cehennem Yüzbaşı aslında, or- dusuz kalmış dövüşken askerin dramını sergileyecek. Politikaya karışmadığı, devletin yüksek çı­ karları için dövüştüğü, her türlü yokluğa, yoksuzluğa dayanarak canını hiçe saydığı halde, bir yerde devleti ve ülkeyi yitirmiş olmanın büyük şaşkınlığını yaşayarak! Buna, küçük ve orta rütbeli subayın görev tutkusu da diye­ bilirsin.

Savaşı devlet çıkarır, halk ya­ par, ama sorumlusu subaydır. Bu çetrefil durum, subayın dramını kurar. Elinde bir ordu varsa, has subay için bir sakınca yoktur. Devletini ölünceye kadar korur. Ama devleti yıkılmış, ordusu dağılmış, halkı savaş yılgınhğma düşmüşse, işte burda zordur su­ bayın işi. Cehennem Yüzbaşı bu zorlukların içinde debelenecek ve savaş yılgınlığının karabulutlarını dağıtmaya çalışacak. Roman, An­ kara'da Meclis kurulup hükümet çalışmaya başlayınca sona erecek. Çünkü dram burada sona eriyor. Bundan gerisi bildiğin savaştır.” lemiştir. Kendisi, ordusunun ba­

şında savaşıp dururken, kurtuluş savaşı nasıl yapılabilir. Bu bir savunma veya saldın halinde gelişen ulusal savaştır, kurtuluş savaşı değil!. Çünkü kurtuluş savaşı, devleti çöktürülmüş, bay­ rağı müzeye kaİdırdmış, özerkliği yok edilmiş bir ülkede yapdabilir. Çok şükür Türk milleti, tarihin hiçbir döneminde böyle amansız bir yere düşmemiştir. Her zaman bağımsız bir devleti, bir bayrağı olmuştur. Tanrı bu memleketi kurtuluş savaşından korusun!

27 M ayıs İhtilâli

“27 Mayıs İhtilâli” deyimi de öyle. Ne demek ihtilâl? Halkın bir fikir sentezine inanarak mevcut iktidara başkaldırısı. Bir uydurma demokrasiden bir başka uydurma demokrasiye geçmek için ihtilâl yapmaya ne gerek var? 27 Mayıs’- ta olup biten, bir hükümet darbe­ sidir. “ Hükümet darbesidir” der­ ken de bol keseden davranıyorum ha. Çünkü bir darbe, yalnız bir tarafın tasfiyesi değil, aynı zaman­ da öteki tarafın da iktidara yerleş­ mesidir. Ama 27 Mayısçdann ileri sürdükleri bu değil; biz gidiciyiz, diyorlar. Yeni bir Anayasa taslağı hazırlayacağız, milletin oyuna su­ nacağız ve sonra seçime giderek yeni Büyük Millet Meclisinin se­ çeceği iktidara devleti teslim ede­ ceğiz. Bu olup-bittide ‘‘darbe"nin bile koşullan tamam değil. Nasıl ihtilâl diyebiliriz o zaman?

Ben bu düşüncelerimi söylerken, bilimsel ve gerçekçi olmaktan başka hiçbir kaygım yok! Fakat benim fikirlerime karşı çıkanlar düşünmeye üşeniyorlar, resmî sta- tikoyu korumakla kendilerini yü­ kümlü görüyorlar. Herhalde bun­ dan bir çıkarlan vardır. Çünkü bu kişiler, fikirlerime karşılık vere­ ceklerine Kemal Tahir’e sövülerek bir işin içinden çıkılabileceğini sanacak kadar yalınkat insanlar­ dır.

-YARIN:

«DEVLET ANA»

ÇIKTI

P É yü IG N O T

İÇ HASTALIKLARI

s e m p t o m' TEŞHÎS TEDAVİ flffllUlUmiHMia S A TIŞ T E Ş K İL A T I

Cemal Gür*l Cad. No: 12/4 Tel: 12 35 33 S ıh M y e -A n k » Müdafaa Cad. No: 16/B Tel: 18 71 98 KuıUy-Ankara Ankara Cad. No: 4$ TM : 28 42 72 Ca$ak>tkı-İstanbul SSK. Konak Tesisleri P- 18 Tei:25 27 S8 Konak-lrm*

Şeytanın

Ç E TİN A L T A N

D uvar

Sloganları

ve Ö tesi

ĞRENCİLERİN yoğun olduğu bölge- ı terde, metro ve banliyö İstasyonla­

rıyla kuytu köşelerdeki duvarların üstüne kocaman harflerle yazılmış siyasal sloganlarda da, bir artma görülüyor. Bunla­ rın çoğu Fransızca. Ama aralarında Arapça, Kürtçe, hatta Türkçe olanlar bile var.

Bunları bir gençlik coşkusunun lider olma tutkusuna da bağlıyabilirslnlz, koca­ man boyutlu bir evrende bir inanmıştık dalına tutunma güdüsüne de, kişiliğini kanıtlama çabasına da, hatta bir ülke özlemine de...

Ancak, artık gelişmiş toplumlarda genç­ lik eylemleri eski ateşiyle eski gerilimlnl gün günden yitirmede... Gençlere o kadar geniş olanaklar sağlanmış ki, özellikle yirmi yaş kuşağı, her türlü siyasal akımın aşınmış olduğunu savunarak, “ İnsanlığı kurtarma” savaşımına boşverlp, kendi köşesinde kendi yoğurdunu yiyerek, kendi özyaşamtnı dü­

zenlemek için uğraşmayı yeğlemede...

Yapılan anketler bunu gösteriyor. Yeni kuşakların neden ağabeyleri kadar siyasete İlgi duymadıklarının İncelemeleri yapılıyor.

Bazıları bunu yirminci yüzyılın sonundaki genel yorgunluğa, bazıları teknik gelişimle­ rin siyasal değişimleri aşmasına, bazıları da siyasal savaşımlardan beklenen sonuçların kimseyi yeterince hoşnut edecek kadar gerçekleşmemiş olmasına bağlıyor.

Üçüncü Dünya gençleri İse, henüz böyle bir kayıtsızlığa sürüklenmemişler. Onlar hâlâ çağın başındaki devrimci fırtınasının etkisi altındalar. Şu farkla kİ, “ dünya

işçilerinin birleşmesini” bir kıyıya koyup,

kendi yerel sorunlarını ön planda tutmaya çalışıyorlar. Kendi yerel sorunlarıyla Mark­ sist görüşü birleştirmekte değişik yorumlara yöneldikleri için de, aralarında bütünleşe­ miyor, dilimlere, lokmalara, hatta fırdalara ayrılıyorlar.

*

★ ★

UVARLARA yazılan sloganlardan da durum az çok anlaşılıyor. Kimi, “ Tek

Yol Devrim” diyor, kimi, “ Yaşasın Humeyni” , kimi de “ Halklara özgürlük” .

Fransız gençlerinin eylemcilikten kopa- mayanları ise, sloganlardan usanmış görü­ nüyorlar. Komünist Partisi üyeliğini dahi mıymıntı bir İş bulduklarından, kendilerini “ özerk” İlân etmişler, akıllarına geleni yapmaya kalkıyorlar. Belki de, “ yeni sağ” a karşı yeni bir “ anarşist” dalganın görüntüsü bu... Ne yapmak ve nereye varmak için? Orası açık seçik pek çıkmıyor ortaya...

“ Tüketim toplumunu yıkmak iç in ...” gibi

programsız pusulasız savlar sürülüyor İleri­ ye...

Ama, bunların hiçbiri ne durmuş oturmuş partileri, ne devlet örgütlerini, ne de toplumu, pek fazla ilgilendirmiyor. Fransa kendisini öylesine sağlam dengelerin İçine oturtmuş, gençlik kaynaşmalarına da öyle­ sine alışmış ki, duvar sloganı da, miting nutku da, başkaldırı çağrısı da, bölücü yayınlar, hatta şurada burada görülen şiddet denemeleri de, herkese vız gelip tırıs gidiyor...

Fransız yargıcı, Brötanya’nın özerkliği için yürütülen bir eylemin bombacı sanığı­ na:

—Böyle bir eylemi yürütmek için çaba gösterebilirsiniz, ama bomba atamazsınız, diye yasalara uyumlu bir yol göstericilikte, soğukkanlı öğütler veriyor.

KorsikalI eylemcilerle sayfa sayfa röpor­ tajlar çıkıyor. Eylemciler, “ Bizim söyledikle­

rimizi yazamazsınız k i...” diye sövüp sayıyorlar Fransız yönetimine...

Gazeteciler de bütün söylediklerini,

“ Bizim söylediklerimizi yazamazsınız kİ...”

iddialaşması da dahil, hepsini yazıyorlar. Sonra da TV’de yönetime en ağır hücumları yapan kişilerle, “ yurt sevgisinin

kimsenin tekelinde olmadığı” konusunu

tartışıyorlar uzun uzun...

Ünlü bir dergi, “ Orduya gerek var mı” diye kapağından ilân ettiği bir soru atıyor ortaya...

Bir başka dergi, Sovyetlerle Fransa'yı alması karşısında çeşitli olasılıkları gözden geçirirken, Komünist Partisi Genel Sekreteri Marchais’nin ancak böyle cumhurbaşkanı olabileceğini söyleyerek, hafiften dalga

geçiyor.Üstelik bunun da sanıldığı kadar korkulacak bir şey olmadığını söylüyor.

★ ★

U geniş özgürlüğün temel nedeni, I gerek sınıflararası, gerek bölgeler

arası, gerek kurumlar arası dengele­ rin çok sağlam kurulmuş, kadroların evren­ sel ölçülerde yetişmiş, ekonomiyle teknolo­ jik gelişmenin çok iyi bütünleştirilmiş olmasına dayanıyor.

Ancak, bu sağlamlığa da yine özgürlük çatışmaları sayesinde her bozuklukla, her aksaklığın hemen üstüne gidilmesi, hakkın hukukun gürültüye getirilmemesi İçin her­ kesin kendine düşen sorumluluğu yüklen­ mesiyle varılmış.

Alengirli İşler hiç olmuyor mu? Olmaz olur mu? Daniskası oluyor. Ama, toplumsal tepkisi de hemen karşılığında geliyor. Genel ve siyasal grev özgürlüğünün yaptırımcılığı, siyasal otoriteyi, köpeksiz köy bulmuş da çomaksız oynuyormuş gibi bir vurdumduy­ mazlık sağırlığının savsaklayıcılığında değil, her alacağı karar için, titiz bir dikkat içinde tutuyor. Çünkü yanlış, hesapsız ve sorum­ suz atılacak bir adımın, kendisine karşı hangi tepkileri yaratacağını başından bili­ yor.

Ayrıca toplumsal servisler de gayet düzenli çalışıyor. Günlük yaşam, elden geldiğince bıktırıcı bir eziyet olmaktan kurtarılıyor. Uçaklar, trenler, otobüsler, metrolar, telefonlar, elektrikler, tıkır tıkır İşliyor. “ Aradığını bulamama” diye bir şey yok. Dışsatımcılıkta dünya üçüncülüğüne erişilmiş. Gerçi çalışma temposu çok yüklü, ama toplumsal güvencelerle “ her keseye

göre çağdaş yaşam” olanakları da İyi

pekiştirilmiş. Kadın-erkek ilişkileri sağlıklı, yaşam kıvancı porsuk değil...

Şark ise kendi toplumsal oluşumunda bunların hiçbirini gerçekleştirecek enerji ve yeteneği gösteremiyor. Gönlünü, yetiştirdi­

ği üstün yaratıcılarla değil, eski zaman sultanlarıyla övünerek rahatlatabiliyor an­ cak. Ve özellikle özeleştiriden korkuyor. Afurtafurla oyalanıp kendi çıplak gerçeğiyle

yüzyüze gelmekten kaçınıyor. Bir tek

“ kurtarıcı” nın her şeyi bir anda cennete çevirebileceğine inanmak istiyor.

Bireyler kendi üstlerine düşenleri yap­ mamaktan yaygınlaşan bozuklukların da, yöneticiler tarafından çözümlenmesini bek­ liyorlar. Herkes her türlü kaytarmacılığı kendisi için hak görecek, bir “ yönetici" de çıkacak, kaytarılmış İşlerin tümünü tek başına tamamlayıverecek...

Dalga geçen belediye şoförünün yerine otobüsü zamanında götürecek. Yanlış teş­ his koymuş doktorun yerine hastayı İyi edecek. Okumayan çocuğun yerine sınıf geçecek. Kötü mal satan bakkalın yerine İyisini satacak... Hepsinin bir tek “ yönetici” yapacak... Bunları yaparken de, gerekirse dilediğini “ devletin İyiliği İçin” asıp kese­ cek.

Böyle bir toplum ve yönetim anlayışıyla çağdaş bir devlet yaratma olanağını bulmak kolay değildir. Hem de duvarlara hangi slogan yazılırsa yazılsın. Nasıl kİ, “ kimya

öğrenelim” demekle kimya öğrenilmez, “ matematik öğrenelim” demekle de mate­

matik öğrenilmez.

Sloganlar bir yerde eğilimleri ve coşkulan gösterebilir ama, bir yerde’de kimsenin fazla bir şey okuyup hiçbir konuda derinleşmek istemeden, İşi, tek satırlık büyücü duasıyla altmış altıya bağlamak İstediğini gösterir.

Tek satırlık büyücü duası yeterli olsa, Afrika kabileleri de çoktan süpersonik üretimine geçerlerdi.

Kapitalizm Şark’ta nasıl soysuzlaşmışsa, Markslzmin de aynı biçimde yozlaşması olasılığı yeryüzü üniversitelerinde tartışma konusudur. Çünkü, özellikle Şark, düşünce şvrenine hiçbir yeni pencere açmadan, bir şeyler yapıyormuş gibi görünmekle vakit geçirmekte inat ediyor İzlemini bırakmakta­ dır. Yapılan araştırılarla yayınların azlığı bunu kanıtlıyor.

önce beyinsel bir tembellikten kurtulma­ nın formülünü bulmak gerek, ama bunun da formülünü henüz hiç kimse bulmuş değil. Belki teknik gelişmelerin değiştirdiği bir dünya, sonunda üstesinden gelebilecektir bunun... O da herhalde birkaç kuşak sonra...

T E K F E N H O L D İN G A Ş.

TAHVİLLERİNİN

1980 FAİZLERİ İLE

ANAPARALARI

23 HAZİRAN 1980

TARİHİNDEN İTİBAREN

ÖDENECEKTİR

Ş irk e tim iz ta ra fın d a n TÜ RKİYE İŞ B A N K A S I g a ra n tis iy le 23 H a z ira n 1975 ta rih in d e ç ık a rıla n % 18 fa iz li ta h v ille rin 1979 fa iz le ri ile 1980 g e ri ödeme çe kilişin d e k u ra isabet eden ta h v ille r in a n a p a r a ­ la rın ın ödenmesine 23 H a z ira n 1980 ta rih in d e n itib a re n b a ş la n a ­ c a k tır. Faiz öde m eleri 5 n u m a ra lı k u p o n la r k a rş ılığ ın d a , a n a p a r a öde m eleri ise a şa ğ ıd a n u m a ra la rı g ö sterilen ta h v ille r k a rşılığ ın d a

T Ü R KİYE İŞ B A N K A S I*N İN

bütün şube lerind e y a p ıla c a k tır.

F a izle r V e rg i K a n u n la rı gereğince gerçek kişilere % 20 G e lir V e rg is i sto p a jı y a p ıla ra k ödenecektir. G e lir V e rg isi K a nunu nun 96. m a d ­ desi hükm ünden y a ra r la n a c a k la r ın ı m ü ra c a a t e ttik le ri şubelere 4 Tem m uz 1980 a kşam ına k a d a r yazılı o la ra k b ild ire n tüzel k iş i­ lere a it fa iz le rd e n sto p a j y a p ılm a y a c a k tır.

TEKFEN H O L D İN G A .Ş .

DENİZCİLİK

BANKASI T.A.O.

GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN

İzmir- Alsancak lilmanı saha, betonlaması ve onanım işi birim fiyat esası üzerinden kapalı zarfla teklif alınarak eksiltme/artırma şeklinde ihale edilecektir. İşin keşif bedeli 10.000.000.-TL. olup geçici teminatı 500.000.- TL.'dır.

İhale dosyası Bankamız inşaat işleri ve Projeler Müdürlüğü'n- de (Pendik Tersanesi Kaynarca-Pendik) incelenebilir, ancak ihaleye iştirak edeceklerin 5.000.- TL. bedeli karşıhğmda dosya satm almaları gerekmektedir.

Tekliflerin en geç 11 Temmuz 1980 Cuma günü saat 12.00’ye kadar İnşaat işleri ve Projeler Müdürlüğü Yazı İşleri Şefliği’ne makbuz karşılığında teslimi gerekmektedir. Postada meydana gelecek gecikmeler dikkate alınmayacaktır.

2490 sayılı kanuna tabi olmayan Bankamız işi istediğine ihale etmekte veya ihale edip etmemekte serbesttir.

4 Basın: 16524-6564 W

1980 geri ödeme çekilişinde kura isabet eden ta h ville r:

Numaralarının son rakamları (0 ) SIFIR ve (4) DÖRT olan tahvillerin lamamı.

D Ü Z E L T M E

18 Haziran 1980 günü gazetemizde yayınlanan “ECZACI­ DA ŞI İLAÇ SAN. VE TIĞ. A.Ş.’nin %25 faizli 3’ncü tertip tah ­ villeri 3-10 Temmuz 1980 tarihleri arasında nominal bedelleri üze­ rinden satışa sunulmaktadır” başlıklı ilan sehven T.C. Merkez Bankası'nın müsadesi işlemi tamamlanmadan yayınlanmıştır.

Bu itibarla hükümsüzdür. Gerekli müsade işlemi tamamlan­ dıktan sonra satışla ilgili ilan tekrar halkımızın bilgisine sunu­ lacaktır.

Radar R ek :...- 6562

ÖĞRETMENLER

ALIN ACAK

ÜNİVERSİTE HAZIRLAMA KURSLARINDA ÜLKENİN EN BÜYÜK KURUMUNDA ÇALIŞACAK LÎSE-MODERN MATEMATİK - KLASİK - MODERN FİZİK VE EDEBİYAT ÎLE GENEL YETENEK ÖĞRETMENLERİ ALINACAKTIR.

Kesinlikle Üniversite çıkışlı, asgari 5 yıl deneyimli, konusunun tartışmasız uzmanı sayılabilecek, ciddî, otoriter, mükemmel bir anlatıma sahip öğretmenler, kuruntumuzun KADIKÖY - ŞİŞLt - UNKAPANI ŞUBELERİN’de çok tatminkâr ücretlerle istihdam edileceklerdir. Şahsen müracaat: Cumartesi - Pazar hariç her gün saat, 10.00 - 16.00 arasında Manifaturacılar 5 inci Blok No: 5662

u n k a p a n i - İs t a n b u l

(2)

21 HAZİRAN 1980

ârELEdEK EU3ETTE.

H £D ÎR S M .Y A H u ^ ! B&SİU, DAYA^, cA ^aF.

SCıJ^MEZ Btyi-Eii.'

$ LİRSE P t L^t_mA • 'Ö L u R . ® t E l L M R tflR

TABİı ¿ R tfE 2 .K ll( .A 6 iZ ( N H Á íU E

ÜNtfMflA AYOL l VAİ ORTALINCA

B i l P ü F ıİR Pu f^ R , o i a r í a f

İFİNPE lA Y iR C A V jR .

aaa

I

\

a

!

â

U ( i ,&>

run

FA AVA FİN

YAMAN NN

*ST£ J

ftfjER-RÎNE ¡3¡A

M E N VALLA / *EN

i

L F T £ $

V£Y fİYHtÜN / RuKİYt, / Mi

c ia a

Ü

Mi

9

7---

/ MM*ifiyt,

'û & fc ^ Y ,

P Û ÎL P0 ¿ - f c u S u . NE Ü N ZfL

V

TÜRKÂN ^ ¡W l? A N PA V u l u P u N YARMİŞ senin

V a l

TIPLcı

ARTÜr &İ?İ.

1

U l c L V A L L A .

r r

^EN İM 5uRME40¿ DE

’SAHİDEN ÎV

l 'i W M M '

ANLA^I

í

ÁN-T

TURK I H B TABİİ

B O T tlA D e m

KURMADA ve

Y o m r a e

USTALIK GÖSTERMİŞTİR...

^ Görüyorsun, toplumda büyük bir gevşeklik

var. Kolayca dönmesi gereken devlet

tekerleği, ağdalı çamurdan geçiyormuş gibi

bir tutkunluk İçinde, insanlarda bir

güvensizlik, bir tasa, bir umutsuzluk

debelenmesi... Bütün bunlar benim gözümde

bir doğum öncesi

kargaşalığıdır. Yeni

romanımda bu

umutsuzluğu silmeye,

topluma güven

vermeye

çalışacağım ...#

O

22.8.1966

D

ÜN sabah erkenden telefon etti:

— Semiha börek yapıyor, öğ\e yemeğine gel.

Böreği sevmesine severim de, ‘‘düğün değil, bayram değil, eniş­ tem beni niye öptü” hikâyesi, bu çağrıyı bir yere bağlayamadım. Evvelki gün o bendeydi, börek mörek konuşmadık. Bir gün sonra, hem de öğle yemeğine çağırmak da neyin nesi idi? Herhalde taze bir konu bulmuş olacak.

Kitaplı odaya girdiğim zaman, Larus'un koca yapraklarım çeviri­ yor, bir yandan da konuşuyordu: — Gel, gel... Hoş geldin! Se­ miha, —rüyasında ne görmüşse, görmüş— “öğleye börek var” de­ yince, aklıma sen geldin! Otur... Bizanslı bir imparator piçinin do­ ğum ve ölüm tarihlerini arıyorum, bulunmasına az bi şey kaldı.

— Neye gerekti bakalım impa­ rator piçinin doğum ve ölüm yılla­ rı?

— Tasarladığım “Osmanlı Çe­ kirdeği” için... Bir Bizanslı şöval­ yeyi işleyeceğim romanda... Yaşa­ mış biri olursa, daha canlı olur ro­ mandaki kişiliği.

— Ne yani?.. Larus’tan aldığın şövalyeyi mi hayatiyle romana a- lacaksın?

— tlgisi yok canım. Benim kendisini yaşatacağım yerleri La- rus’taki şövalye, rüyasmda bile görmemiştir. Larus’tan arayışı­ mın nedeni, bir kez, adının uydur­ ma olmaması içindir. Sonra benim romanın sürdüğü tarih sürecinde yaşamış olmasını sağlamaktır, imparator piçi, şövalye olunca, soyluluktan ve gizlilikten getirdiği bütün namussuzluğu hayatında sergiler. Benim romanıma da böyle bir şövalye gerek... Namussuz, kı­ yıcı, kalleş bir imparator piçi!

— Eğer yanlış anlamadıysam, romanın hayalî kişilerini bile ger­ çek ve çağdaş insanlardan seçiyor­ sun, öyle mi?

Kental Tabir, «İşte bu dinamizmi *.Devlet

Ana" romanımda işlemek ve aydınlığa

çıkarmak istiyorum

»

diyordu...

Evet, fakat sadece bundan ibaret değil...

T a rih î rom an

üstüne •••

Yemekte ve yemekten sonra konuştuklarımızı özetleyecek olur­ sam, Kemal Tahir’in tarih ramam üzerindeki düşünceleri —aşağı yu­ karı— şöyle toparlanabilir:

“ — Tarihi romanda kullan­ makla, tarihi romanlaştırmak baş­ ka başka şeylerdir. Bizde Turhan Tan vardı, Ziya Şakir vardı, Feri­ dun Fazıl var... Bunlar tarihi ro­ manlaştırıyorlar. Bir de Arif O- ruç’un, Reşat Ekrem’in tarihe ya­ naşması var ki, ötekilerden farklı­ dır. Benimkisi bunlardan büsbü­ tün farklı. H atta ilişiği yok deni­ lebilir. Ben, romanımda herhangi bir tarih dönemini anlatmıyorum, bir toplumun o çağdan bu çağa yansıyan dinamiğini belirtmeye çalkıyorum.

Yani açıkçası, tarihî roman ya­ zanlar, bir kuşun rengini, boyunu poşunu, gagasını, pençesini anla­ tırlar, ben sesini anlatırım, kanat gücünü anlatırım, yatkınlıklarım anlatırım. Tutalım, tarih felsefesi yapan bir kimse, tarihe nasıl kendi felsefesine yarayacak biçimde ba­ karsa, romancı da tarihe, o biçime bakar. Tarihî romancı okuyucusu­ na tarih öğretir, romancı okuyucu­ sunu tarih üzerinde düşündürür. Tarihî romancının mesajı yoktur, paralel kaygusu yoktur, günün so­ runlarına ışık getirme hevesi yok­ tur... Buna karşılık romancı, ko­ nusunu tarihten de seçse, günü­ müz insanına bir mesajı vardır, günümüz olaylarına bir paralel koymuştur, sorunlarımıza bir spot kığı düşürür.

ACI BİR KAYIP

Dr. Sâdık Bilgiseven'in eşi, Levent Girgin ve Bülent Bilgi- seven'in annesi

MELAHAT BİLGİSEVEN

20.6.1980 günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 21.6.1980 cumartesi günü öğle namazından sonra Kadıköy Os- manağa Camii’nden kaldırılacaktır. Din kardeşlerine duyuru­

lur. AİLESİ

Milliyet...

Bir sosyolog, tarihe bilimsel a- çıdan yaklaşacağı için, sadece ak­ imı kullanır, fakat bir romancı ta ­ rihe bakarken ve onu kendi harcına katarken, hem aklını, hem sezgile­ rini kullanır. Benim benimsediğim tarih romancısına, şair bir sosyo­ log diyebilirsin!”

3 bin sa y fa lık

m alzem e

Masanın üstünde 3000 sayfaya yakın not vardı Kayı aşiretinin Asya göçünü, 13. yüzyıl Bizansını, Selçuklularım, Moğulunu iyiden iyiye incelemiş, notlar almış, ya­ pılan gravür ve resimleri görmüş... Anadolu Ahilik teşkilâtını dikkatle araştırmış, o çağ Asya ve Avrupa milletlerinin sosyal ve kültürel y a­ pılarım gözden geçirmiş, saz şair­ lerinin hayatlarını okumuş, cönk­ ler karıştırmış ve böylece masanın üstünü kaplayan 3000 sayfaya y a­ kın notları çıkarmış. Bütün bun­ lar, yazacağı yeni roman için mal­ zeme... Şimdilik adı: “Osmanlı Çekirdeği” . F akat daha iyisi ile

değiştirilecek (1).

22.6.1966 Üslûbu üzerinde çok dur­ dum. Osmanlı’mn cenkçi takımını anlatırken, Dede Korkut’un üslû­ bundan yararlanacağım. Saray ta ­ kımını konuştururken de Evliya Çelebi iyi düşecek sanırım. Bu üs­ lûba alışayım diye, yüzlerce sayfa eski metin okudum. Evliya Çe- lebi’yi her okuyuşumda biraz daha seviyorum. Gerçi bir ara, “Yedi Çınar Yaylası”nda yaptığım gibi, grotesk bir üslup denesem diye de düşünmüyor değilim. Biliyorsun, o roman, Gâvur Ali’nin gözlerin­ den bakar. Olaylar, onun gözlerin­ den göründüğü gibi anlatılmıştır. Yeni romanda da kullanılabilir bu! Yeri de var!.. Ama yapılmışı bir daha yapmakta yarar yok..."

Sonra, romanın konusunu an­ lattı bana. Çok özgün bir konu. Aksiyon ve gerilim, ilk sayfaların­ dan başlıyor ve sonuna kadar arta arta sürüyor. Roman okunduğu zaman, sanıyorum, Osmanlı İm ­ paratorluğumun hangi çekirdekten fışkırmış olduğu ve temel kuralları

iyiı

Ürı

^ıce anlaşılmış olacak. Asyetık

İretim Tarzı sorunu, bir başka açıdan tartışılmış oluyor. Çok beğendim.

“ — Türk milletinin bütün tarih boyunca bayraksız ve devletsiz kalmaması rasgele ve boşuna değildir. Onun çekirdeğindeki di­ namizm, ona devlet kurma yatkm- hğmı getirmiş. Devlet kurmak başka bir şeydir, devleti yönetmek başka bir şeydir. Türk milleti tarih boyunca devleti hem kurmada hem yönetmede ustalık göstermiştir, işte bu dinamizmi yeni romanımda işlemek ve aydınlığa çıkarmak is­ tiyorum.

Görüyorsun, toplumda büyük bir gevşeklik var. Kolayca dön­ mesi gereken devlet tekerleği, ağ­ dalı çamurdan geçiyormuş gibi bir tutkunluk içinde, insanlarda bir güvensizlik, bir tasa, bir umutsuz­ luk debelenmesi... Bütün bunlar benim gözümde, bir doğum öncesi kargaşalığıdır. Yeni romanımla bu umutsuzluğu silmeye, topluma güven vermeye, ruhlara taze bir nefes üflemeye çalışacağım. Onun için konu olarak OsmanlI’nın ilk kuruluş aylarım seçtim. Tarihe karşı yaptığım değişiklik, on yıllık bir dönemi, bir yıl içine sığdırmak­ tan ibarettir. Hemen hiçbir şey, değişmiş değildir, sadece yoğun­ laşmıştır. Aslında önemli olan olayların üzerinde bir değişildik

yapmamaktadır. Bunu yapmak zorunda kalmadım.”

Yemekten sonra kahvelerimizi içerken, Sabahattin’in (Selek) ki­ tabiyle (Anadolu İhtilâli) gerektiği kadar ve gerektiği gibi uğraşma­ dığını konuştuk. Sonra bir ara durdu ve kendi kendine gülmeye başladı:

Yahu ben, sanatımdan başka hiçbir şeye bağlı değilim. Roman da, benim her aradığımı el yordamı ile bulabileceğim bir sa­ nat dalı. Bütün hayatımı bu işe verdiğim halde, üstesinden gele­ miyorum. Birçok yanlışım, birçok eksiğim var. Her gün yeni bir şey öğreniyor, sanat üzerindeki dü­ şüncemi yeni baştan restore ediyo­ rum. Sabahattin, ‘Tarih’ gibi son derece dikkat isteyen, sürekli, uzun çalışmayı gerektiren bir işi, bunca öteki işlerin arasında nasıl hak edecek? Kitaptan öte, yüzlerce işi ve problemi var! Bunca patırtı ve gürültünün içinde bu kadar başarması da ne devlet!.. Biz de galiba dostlarımızdan, bazen ‘mümkün olmayanı’ istiyoruz!” (1) Sonradan

oldu.

adı “Devlet A na”

YARIN:

OSMANLI DEVLET

ANATOMİSİ

İLAN

İSTANBUL 1. SULH

HUKUK HAKİMLİĞİNDEN

980/103 Ves. Küçük SELİM YÜ- CEL’in vesayet altına alı­ narak Birlik Avukatı F. Nursen Güvener’in VASİ TAYİNİNE karar verildi. İlân olunur. 19/6/980.

Basın: 4409-6579

VEFAT

Sehran Bulak’m kıymetli eşi, Şemsa, Sema, Mehmet ve Sena’nın sevgili babalan, Gökçe Yorulmaz’ın dedesi, Bulak, Tatarağası, Aral, Onğul, Kadıköy, Denizli ve Ekâl ailelerinin sevgilisi,Sağlık ve Sosyal Bakanlığı eski müfettişlerinden

Dr. HAŞAN BULAK

20/6/1980 .Cuma günü fani hayata veda etmiştir. 22/6/1980 Pazar günü öğle namazını müteakip Osmanağa Camii’nden kaldırılacaktır.

Not: Çelenk gönderilmemesi rica olunur.

Cenazesi Kadıköy Milliyet:.. Kızımız PINAR’ın doğumunda emekleri geçen Jinekolog Opr. Dr.

CAHİT ZAMANTIK

Asistan Dr. REHAT EZlKOĞLU Ebe Hemşire NACİYE ERDEM Bebek Hemşiresi AYŞE ÖNER

Bebek Hemşiresi SETA

SİLAHLI ve diğer Alman Hasta­ nesi Personeli’ne teşekkürlerimizi

MÜZEYYEN- ZİYA KAÇAR Milliyet: 6600 M A M U L A T I T Ü R K İ Y E İ H R A C A T Ş U B E S İ

PERSONEL MEMURU

aramaktadır.

Adaylarda bulunması gereken vasıflar:

— Lise mezunu olmak,

— Askerlik görevini ifa etmiş olmak,

— Büro makinaları ve yazı makinası

kullanmak,

— En az (2) yıl iş tecrübesine sahip olmak,

— Ücret bordroları tahakkukunu ve sosyal

sigorta işlemlerini bilmek ve temel

muhasebe pratiğine sahip olmak tercih

sebebidir.

İlgilenen şahısların, elyazıları ile belirtecek­

leri, fotoğraflı özgeçmişlerini :

Personel Servisi

P.K. 78

Osmanbey

adresine postalamalarını rica ederiz.

Müracaatlar kesinlikle gizli tutulacak ve

muhakkak cevaplandırılacaktır.

Şeytanın

Ç E TİN A L T A N

Eşek H ik â y e si

V

AKTİYLE bir büyük bostan, bosta-

nın da ortasında bir kocaman bos­ tan kuyusu vardı. Kuyunun dolabını bir eşek çevirirdi. Sağı solu görüp aynı yerde döndüğünü anlamasın diye eşeğin gözleri­ nin her iki yanına siperlik takmışlardı.

Eşek, sabahtan akşama, yol gidiyorum zannıyla aynı yerde dolabı gıcırdata gı- cırdata dönerdi de, dönerdi. Ve o döndükçe iki bilek kalınlığında buz gibi bir su çıkardı , kuyudan.

Dön eşek döööön, dön eşek dön. Bostan sahibi o suyla patlıcanları sular­ dı, domatesleri, fasulyeleri, kabakları sular­ dı. Kol gibi mor mordu patlıcanlar. İri iri, kırmızı kırmızıydı domatesler. Körpe körpey­ di fasulyeler, kabaklar...

Hep eşeğin çıkardığı suyla büyür, gelişir, iezzetlenirdi bostan sebzeleri.

Ve eşek gözünde siperlikler, yol gidiyo­ rum zannıyla dönerdi de dönerdi.

Dön eşek döööön, dön eşek dön. Bostancı her sabah eliyle yoklayarak, tartarak bakardı patlıcanlara, kabaklara! domateslere. Sonra kıvama gelmişlerini bir güzel koparıp toplar, küfelere doldururdu

Öyle aür övle bereketliydi ki kuvudan eşeğin çıkardığı su, o bostandan yetişen her şey bütün pazarlarda kapışılarak satılırdı. Ve

bostancı boşaltınca dolu küfelerini, bir sigara yakar, cebindeki paraları okşayarak eve dönerdi.

Ve eşek dönerdi.

Dön eşek döööön, dön eşek dön. Eşek sadece bostandaki kötü, sararmış otları yerdi. Söküp söküp sadece onları verirlerdi eşeğe. Bostancı ise pazara girme­ den eve ayırdığı patlıcanları yerdi, domates­ leri, kabakları, fasulyeleri yerdi.

Bazen düşünürdü bostancı:

—Şu eşek bir bilse kİ, derdi, yol gidiyorum diye hep aynı yerde dönerek

çıkardığı suyla oluyor bunlar, vazgeçer de verdiğim kötü, sararmış otları yemekten, hak ister körpe fasulyelerden.

Sonra da gülerdi:

—Alt tarafı eşek bu, gözleri de kapalı, nereden bilip anlayacak ne yaptığını.

Gerçekten hiçbir şeyin farkında değildi eşek.

Dön eşek döööön, dön eşek dön. Bir gün bir haşarı çocuk uğramıştı bostana. Çaktırmadan bostancıya, çıkarıver- mlştl eşeğin göz siperliklerini. Eşek sağa bakındı, sola bakındı, bir-ikl döndü ve anlayınca yıllardır aynı yerde döndüğünü, sıkıldı canı, durdu. Eşek durunca, gıcırtı durdu, dolap durdu, su durdu.

Yavaşladı patlıcanlara, kabaklara, doma­ teslere gelen su, kurudu.

Öyle kızdı ki bostancı görünce bunu: — Höst ulan deeh, eşşşek oğlu eşek yürü...

Elinde sopayla koştu eşeğin üzerine.1 Vurdu kıçına, vurdu kafasına. Bir sallandı, iki sallandı eşek, tınmadı. Neden sonra farketti ki bostancı, biri çıkarmış eşeğin gözündeki bağları. Görmüş eşek etrafı.

— Ulan hangi namussuz, hangi deyyus, hangi İt yaptı bunu.

Çocuk kıskıs güldü uzaklardan.

Yeniden taktılar siperlikleri eşeğin gözle­ rine. Verdiler sopayı, verdiler sopayı.

Eşek başladı yine dönmeye, ama istek- ’ siz.

Hâlâ döner eşek, gıcırdar dolap, çıkar su... Ama b ilir artık eşek işin ne olduğunu.

Ve sık sık başını kaşır bostancı: — Ulan öğrendi eşek ne yaptığını

Döner, döner eşek isteksiz. Büyür

patlıcanlar, domatesler... Dön eşek döööön, dön eşek dön. “Geçip Giderken’den 1968”

F O T O Ğ R A F Ç I L A R A V E

F O T O G R A F ..

M E R A K L IL A R I N A M Ü J D E ...

K R O K U S

artık TURKIYE'de

Çektiğiniz en güzel fotoğrafları

K R O K U S agrandizörleri ile

kendiniz ölümsüzleştirin

Çünkü agrandizör deyince akla

K R O K U S gelir.

K R O K U S kalite, teknik üstünlük,

kullanış kolaylığı, dayanıklılık

ve zerafette rakipsizdir.

Dileyene peşin,

dileyene taksitle...

Bayilikler verilecektir.

Genel Dağıtım:

D A P A R

Dağıtım Pazarlama

ve Ticaret A .Ş.

İskele Cad. Hudoğlu İşHanı26/1 Karaköy - İstanbul

Telefon: 44 59 49 - 43 59 56 - 66 33 96 - 66 14 70

Ankara irtibat: 26 99ı 65 - 28 03 94

K R O K U S 3

C O LO R

DEVLET MALZEME OFİSİ

GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN

Aşağıdaki cins ve miktarı belirtilen malzemelerden maşa raptiyeleri numunesine ve ticarî şartnamesi­ ne, diğerleri ise, teknik ve ticarî şartnamesine göre kapalı zarfla teklif alma suretiyle satmalmacaktır.

1— İstekliler, bu alıma ait teknik ve ticarî şartnameleri Ankara’da Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü Satmalma Dairesi Başkanhğı İç Satmalına Şubesi’nden veya İstanbul ve İzmir Bölge Müdürlüklerinden temin edebilirler.

2— Teklifler, en geç 17.7.1980 günü mesai saati sonuna kadar Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü 11 Numaralı Merkez Satmalma Komisyonu Başkanlığı’nda bulundurulacaktır. Bu tarihten sonra gönderilecek teklifler ve postadaki vaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır.

3— İhale konusu malzemelerin her birinin tamamı için teklif verebileceği gibi, bir kısmı için de teklifte bulunabilecektir.

4— Ofis, satmalma konusu malzemeleri ihale edip etmemekte, kısmen ihale etmekte veya dilediği istekliye vermekte serbesttir.

Malzemenin Cinsi

Istampa mürekkebi siyah 50 gr.lık Istampa mürekkebi kırmızı 50 gr.lık Istampa mürekkebi Koyu-mavi 50 gr.lık Istampa mürekkebi Mor 50 gr.lık

Maşa raptiye 20 mm. No. 5 kutusu 100 adetli Maşa raptiye 30 mm. No. 7 kutusu 100 adetli Maşa raptiye 35 mm. No. 9 kutusu 100 adetli Takvim altlığı (Madeni büyük boy)

Küçük zımba makinesi Miktarı 70.000 şişe 27.500 şişe 9.500 şişe 8.000 şişe 16.000 kutu 18.000 kutu • 20.000 kutu 10.000 adet 36.000 adet Basın: 16501-6573

DENİZCİLİK BANKASI T.A.O.'DAN

Petkim-Petrokimya A.Ş. Genel Müdürlüğü Aliağa Kompleksi Grup Başkanlığı nam ve hesabına Bankamız ALAYBEY TERSANESÎ’NDE inşa edilecek (2) adet 2X600 BHP.Tik RÖMORKÖR için aşağıda son teklif verme tarihleri hizalarında yazılı malzemeler: Finansmanı Norveç kredisinden karşüanmak üzere Norveç firmalanndan satın alınacaktır.

Teklifler, Karaköy Yeni Yolcu Salonu Kat: l ’deki SATINALMA KURULU BAŞKANLIĞI NA verilecektir. Şartnamesi 27 Mayıs Han Kat: 3 Bahçekapı/îstanbul adresindeki İKMAL MERKEZÎ MÜDÜRLÜGÜ’NDEN temin edilebilir.

Dosya No: Malzemenin Cinsi 1980/3005

1980/3006

KÖŞEBENT VE SAÇLAR

ANA MAKİNE VE YARDIMCILARI ile MAKİNE DAİRESİ TEÇHİZATI

Son Teklif Tarihi 12.8.1980 14.8.1980 Basın: 16523-6574

(3)

OSMANLI İMPARATORLUĞU, BÜYÜK

İMPARATORLUKLARDAN GEREKEN

TARİH DERSİNİ ALMIŞ VE BUNA GÖRE BİR

ÇEKİRDEK MODEL KURMUŞTUR

Osmanlı devlet

17 .3 .J9 6 2

Y

EMEKTE Cahit Tanyol, A saf Ertekin, Sabahattin Selek, Aziz Nesin vardı. Kemal’in Çmardibi’ndeki evindey­ dik. Söz, günlük politikadan, Asyetik üretim biçiminden döndü dolaştı, Osmanlı yapısının getir­ diği mesaja bağlandı. Kemal'in,- benim için yeni olan- sözleri özetle şöyle:

“Yıllardır konuşuyoruz, görü­ yorum ki, hâlâ Osmanlıyı hafife alanlarımız var. Dünyada kurul­ muş imparatorlukların -en kabadayı- yüzelli iki yüz yılda pa­ ramparça olduğu halde, Osmanlı İmparatorluğumun neden 600 yıl sürdüğünü hiç düşünmüyor mu­ yuz? Bütün imparatorluklardan gereken tarih dersini almış, ve buna göre bir çekirdek model kur­ muştur da ondan...

imparatorlukları ne böler, eritir, bakalım? Soylu rakipler mi? Roma İmparatorluğu’nun parçalanması böyle olmadı mıydı?.. Osmanlı İmparatorluğumda padişahtan başka soylu yoktur: Herkes reâ- ya... Ancak padişah dilediğini reâ- ya arasından çeker alır ve onu ken­ di işinde kullanırken birtakım ayrıcalıklar kazanmasına göz yu­ mar. Padişahın çizgisinde kaldığı sürece zenginliğe de kavuşur, üne de, ayrıcalığa da. Ama çizgiyi bir geçti mi ya da görevinden bir uzaklaştırıldı mı, zenginliği de, ünü de, ayrıcalığı da bitmiştir. Kellesi, padişahın iki dudağı ara­ sında. Bu ortamda soylu aile ye­ tişir mi? Demek Osmanlı, kurduğu imparatorluğu, soyluların birleşip elinden almasına ya da parçalama­ sına bövlece kapılan kapamıştır.

İn san lık tra je d isi

İmparatorluktan bölüp parçala­ yan başka ne vardır? Aile mi? Yani, imparator öldükten sonra yerine sen geçeceksin, ben geçe­ ceğim kavgasına tutuşan oğullar mı? Osmanlının gözünde devlet, oğlundan da, kardeşinden de yücedir. Hiç bakmaz, devlete zarar vereceğini sezdi mi keser, koparır kellesini. Bu neyi belirler, Osmanlının devletin sürekliliği uğruna kendi ailesini bile feda ettiğini, değil mi? Bu nasıl bir

dev-ve yönetim düzeni, dünya

devletine açılan

en

gerçekçi penceredir

OsmanlI'nın çekirdek modeli, hem devletin sürekliliğini sağlamak

içki gerekli ünlemleri almış, hem de zulüm ve baskı re ¡im ine

gidecek kapılan kendi bünyesinin gereği kapamıştı

let tutkusu, insanlık trajedisidir! Başka ne götürür, imparator­ luklar^? Servet, zenginlik, maddî varlık hırsı mı? Osmanlı reâyasın­ da ne zengin vardır, ne zengin olmanın yolu! Para tutabilmek küpü doldurabilmek için, reâyadan çıkıp yönetici sınıfa girmek gere­ kir. Reâyadan çıkıp yönetici kad­ roya geçtin mi, mala mülke, refa­ ha, paraya kavuşursun ama, canın da padişahın iki dudağından çıka­ cak tek söze asılı kalır. Yanıldın ya da gözden düştün mü, kellen de gider, paran, pulun, malın mül­ kün de. Böyle olunca, yönetici kadroya geçip zengin olmak elve­ rişli ama, sürdürüp gitmenin elvermesi yok. Demek devlet yo­ lundan zengin olup böylece devleti ele geçirmenin de kapısı örtük.

Zengin olmanın başka yolu ne? Büyük toprak sahibi olmak, tica­ ret yapmak, büyük toprak sahibi olmanın yolları kapalı, çünkü, top­ rak önce Allah'ın, sonra da onun adına padişahın. Padişah her çiftçiye, bir ailenin hak edebildiği ölçüde toprak verir. Aile büyürse, toprak da büyür, aile küçülürse, toprak da küçülür. Dalavereyle başkasının toprağını kapatmanın yolu yok ki, büyük toprak ağalan türesin! öyleyse, toprak yoluyla zengin olmanın da kapısı örtük.

Bu yolla da devlet zırhını delmek, olası değil!

Zengin olmak için Osmanlı insanına ne kalıyor? Ticaret. Evet, ticarette her zaman para vardır. Ancak bu para işi, Osmanlı töre­ sinde, ahlâkında küçük görülen işlerdendir. Kınalı Zade Ali Efen- di’nin “Ahlâk" kitabına, “Ahlâkı A lâT’ye bakınız, göreceksiniz ki ticaret, Osmanlı ahlâk ve töresinde üçüncü sınıf bir iş olarak gösteril­ miştir. Analar oğullarının beşiğini sallarken boşuna “Benim oğlum paşa olacak” demez. Çünkü, “Paşalık”, devlet yönetiminin üst sırasında olmak demektir. Dev­

let yönetimi de halkın gözünde birinci sınıf bir iş olunca, analar el­ bette “Benim oğlum paşç olacak” diye kundak sarar!

Kap an an bir

başka kapı

‘ Devlet yönetimine koşulama- yanların bazıları da, Hıristiyan reâya ile birlikte ticarete, esnaflığa bulaşır. Zamanla bunlardan bazıları, insafsızlığı, kıyıcılığı, hır­ sızlığı ölçüsünde para kazanmış, sonra da tefeciliğe vurup karun ol­ muştur. Ama onların başına gelen nedir, bilir misiniz? Saray haber

GECEN KIS COK ÜSUDUNUZI

VE

TEKRARINDAN KORKUYORSUNUZ!

MEVCUT FUELOİL KALORİFER KAZANINIZI KÖMÜR YAKICI ÜNİTE İLE TEÇHİZ EDİYORUZ

• B rülör, yerine bağlı bırakıldığı için, bulduğunuz yakıtı yakabilirsiniz,-fueloil veya köm ür.

• O tom atik köm ür yakma sistem im iz, ateş karşısında çalışm ayı ortadan kaldırm ak- ç

ta d ır; yönetici ve kapıcınız rah at edecektir. i

• Fueloil stoklam a yerine TKİ ile zam anlı kö m ü r bağlantısı yapılırsa, çok ucuza ısı- i

ntrsınız, a rtış eğilim i yüksek fu e lo il fiy a tla rın a m ahkum olmaksızın. |

COZUM KIN

BİZE

HEMEN

GELİNİZ

enerji cihazları

ve teknolojisi

B ağdat Cad. 159 Burç Sitesi F - Blok Oda 9

K onak D urağı K ad ıkö y - İS T A N B U L

O T O M A T İK

KÖM ÜR Y A K IC I

ve

K A Z A N LA R I

Genel Bayi :

ÖZGÜRTAŞ Tesisat San. ve Tic. Ltd. Şti. Tel. 38 24 09 - 38 66 17 - 40 41 95

alır, bu yeni yetme parababalarmı. Bir de bakarsınız, günün birinde bir kethüdalık verilmiştir saray­ dan bu parababasına! Bu paraba- bası, padişahın kâhyalığı gibi yüce bir makamı reddedebilir mi? Bırak reddetmesini, bunu düşüncesinden geçirmesi bile ne haddine! Elbette etek öpüp, bende olur ve kethüda olarak da çıkar reâya olmaktan yönetici sınıfa geçer, yani bütün hayatı padişahın iki dudağı arası­ na düşer. O zaman, ticaret yolun­ dan da zengin olmanın kapısı açık, ama devleti ele geçirmenin yolu tıkalı demektir.

Başka nasd parçalanır imparatorluklar, bakalım: Zulüm­ le, adaletsizlikle, ister ekonomik, ister sosyal ve politik olsun, adaletsizliğin her çeşidi imparator­ lukları da, küçücük devletçikleri de, hatta aileyi de -son hesaplaş­ mada- yıkar, öyle değil mi? işte Osmanlı modeli, “Adalet mülkün temelidir” demek suretiyle yalnız adalete büyük önem verdiğini açıklamış olmaz, aynı zamanda adalet uygulamasının devlet görevlilerince eksiksiz yapılmasını zorunlu kılan bir yönetim formülü ortaya kor.

Nedir bu yönetim formülü? Demin, “Yönetici sınıfa girenlerin hayatı, padişahın iki dudağı arasındadır” demedik mi? Peki kim bu yönetici sınıf? Yönetici kadro! Yönetici kadrodan padişa­ hın istediği tek şey nedir? Adalet. Adalet bırakılır da zulüm ve baskı rejimi kurulursa, bunu padişah haber almaz mı hiç? Ne olur sonra?

Görüyorsunuz, Osmanlı devlet ve yönetim düzeni, öylesine bir model oluşturmuştur ki, hem devletin sürekliliğini sağlamak için gerekli bütün önlemleri almış bulunuyor, hem de zulüm ve baskı rejimine gidecek kapıları, kendi bünyesinin gereği kapamış oluyor. Bu, dünya devletine açılan en ger­ çekçi penceredir.”

Kemal Tahir durdu. O zamana kadar Kemal’i sessiz ve dikkatle dinleyen sofrada bir gürültü gez­ meye başladı. Düşündüm, burada­ kiler, -iki eksiği ile- Kemal Tahir’e: “Kemal” diye, seslenebilen insan­ ların hemen hemen tamamıydı. Aralarında bir de Dr. Hulusi Dos­ doğru ile Tahir Alangu olsaydı, Kemal’in en yakın arkadaşları ek­ siksiz bir araya gelmiş denebilirdi. Bu arkadaşlarının arasında profe­ sör vardı, genel müdür vardı, ünlü yazar vardı ve hepsi de Kemal’i, can çınlayan bir dikkatle dinlemiş­ lerdi. Birdenbire Sokrat ve öğren­

cilerini düşündüm. Acaba onlar da bizim Kemal Tahir’i dinlediğimiz gibi mi Sokrat’ı dinliyorlardı?

içimizden biri:

—E, peki sonra ne olmuş? dedi. Kemal Tahir hemen karşılık verdi:

— Sonra mı n’olmuş? İşte, Türkiye Cumhuriyeti olmuş!

Bir başkası:

— Türkiye Cumhuriyeti Devle­ ti, Osmanlı Devleti değil, dedi. Kemal onu da karşıladı:

— Elbette değil. Olabilemez ki.

İm paratorluğun

çöküşü

Ben:

— Kaçıyorsun. Kemal, dedim. Sabahattin’in dediğine ben de ka­ tılıyorum. Osmanlı şöyle devlet çekirdeği imiş, böyle kusursuz­ muş, dünya devletine açılmış en gerçekçi pencereymiş! Peki. Ama sonra n’olmuş? Çökmemesi için alman bütün önlemlere rağmen nasıl çökmüş, niçin çökmüş? Bu açıklanmazsa, kuruluşundaki hik­ metlerin değeri küçülüyor.

Yarımda oturuyordum. Kemal Tahir, gözlüklerini çıkarıp kaşan altından bana bir süre baktı. Sonra konuyu hafifletmek için her zaman yaptığı biçimde “Orta Anadolu” Türkçesine kaydı:

“Bak hele! Allah beterinden esirgesin, adam beni nereye sürü­ yor? Dağ başında kurda, kuşa paralatacak ki, her tüyüm bir dağ­ da kalmacasına!”

Masada bir kahkaha koptu. Kemal Tahir gözlüklerini taktı ve konuşmaya başladı:

“Batık dediğimiz kravatlı yam­ yam, insan eti yemekten başını al­ dığı bir sıra, her nasılsa nasıl, Hıristiyan kilisesinin nas’lanm, dışardan bakanlara göre öpüp başına koyarak, işin iç yüzünü görenlere göre, kıçına tekmeyi vu­ rup kafa kaldırmış ve onun yerine “akıl” bayrağını göndere çek­ miştir. Burjuva marifeti olan bu iş, kısa bir zamanda batıya bir üs­ tünlük sağladı. Hıristiyanlığa dayalı altürist ahlâk yerine, akim piçi olan egoist ahlâk geldi, otur­ du. Osmanlı.devlet adamları bu o- lup biteni görüyorlardı. İflâs et­ mek üzere olan namuslu mahalle bakkalına, “İflastan kurtulmak istiyorsan kerhane aç’' diyen ma­ halle kopuğu gibiydi batı, Osman­ lInın karşısında. Onurlu Osmanlı, insan eti yiyen yamyam olmayı onuruna yediremediği için, benimseyemedi egoist ahlâk düzenini. Bu amansız açmazda başına gelenin sebebiüi düşün- . dükçe, Tann’ya karşı bir kusuru olduğu inancına vardı.

Biliyorsunuz, okuyanlarınız görmüştür, Kur’ân'm birçok yerinde, bazı toplumlann Tanrı buyruklarına karşı geldikleri için cezalandırıldıkları yazılıdır. Os­ manlI için batıhya benzemek, cezanın en büyüğü idi! Kendisine zina önerilen namuslu bir kadının kendini kaldırıp uçurumdan aşağı atması gibi, Osmanlı da kendisini teşbihe, ibadete verdi ve Tann'nın günahlarını bağışlayıp canını batılı rezüinden kurtarmasını beyhude bekledi. Yani, bizim anlayacağı­ mız, bir kristalle bir taş çarpışmış, taş kristali kırmış. Taş mı değerli, kristal mı diyorum size. Hadi cevap isterim.”

rYARIN:

EYLEM YATKINLIK İSTER

C '

M A R S I M O T E L

M A R M A R İS

Tem m uz ayındaki m ahdut ye rle rim iz için rezervasyonla­ rınızı bekleriz.

Tel: 28 35 57 Telex: 22035 Narn-TR

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin; “ailede talasemi hastası olan bir çocuk varsa ve başka bir bebek bekleniyorsa “Aile Kordon Kanı Bankaları” doğacak bebeğin kordon kanını tedavide

• Uygulamayı değerlendiren ise ölçüte göre değerlendirme yaparak eleştirel düşünme becerisi kazanır... CEVAP: E Öğretmen adaylarının eğitiminde, hazırladıkları

• Çocuk oyunlarına bakıldığında taşla, aşık kemiği ile oynanan oyunlar genelde en eski oyunlar olarak kabul edilmektedir.. Arkeologlar, yaptıkları çeşitli araştırmalarda

Bir vakanııala (% 2.56) umblikal trokar yerinde ıedavisinde sadece oral antibiyotiklerin yeterli olduğu yü?.eyel bir infeksiyon gelişti. Bu ko·. nuda

Göktafl› ya¤murunu izlemek için, ›fl›k kirlili¤i- nin fazla olmad›¤›, havan›n temiz oldu¤u bir yere giderek gece yar›s›ndan sabaha kadar olan za- man

Bu projektör, orta öl- çekli uzay tiyatrolar›nda kullan›ma yöne- lik olarak tasarlanm›fl olsa da, çok daha büyük salonlarda kullan›lan baz› projek- törlerin sahip

Fahrettin yolu bildiği için çok geçmedi, Nâ- zım’ın mezarına ulaştık.. Zaten tazeliği bozulanı görevliler temizliyor-

Peroksit ilavesi ile birlikte PP fazda meydana gelen zincir bölünme reaksiyonlarının PP/SR TPV’lerinin mekanik özelliklerini olumsuz yönde etkilediği, aksine TAIC