• Sonuç bulunamadı

Çingene, gördüğü rüyayı Şeyh'in teklifi üzerine Harbiye öğrencisine satıvermişti:Rüyayı satın alıp sadrazam olan paşa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çingene, gördüğü rüyayı Şeyh'in teklifi üzerine Harbiye öğrencisine satıvermişti:Rüyayı satın alıp sadrazam olan paşa"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ahmet Cevat Pasa (1850-1900) kısa ömründe pek çok isi

başarmıştı.

('¡ıiörnı*. gür

RÜYA SATIN ALIP

SADRAZAM

OLAN PAŞA

Ahmet Cevat Paşa çok çabuk parlayıp genç yaşta sadaret

mevkiine geçmişti. Ne yazık ki bu değerli devletadamı, kısa zamanda

gözden düştü ve yine genç denebilecek bir yaşta ölüp gitti...

Be-Se

H M ET Cevat Paşa henüz,Harp Okulu öğrencisiy- ken o zamanlar cuma gününe rastlayan hafta ta­ tillerinde, babasının eski dostu ve kendi velisi olan, Aksaray semtindeki bir tekkenin çok aydın şeyhini ziyarete giderdi. Bir gün yine şeyhin ya­ dında bulunduğu sırada yanında ızgara maşa, sacayacak, kürek gibi şeyler satan çingenelerden biri geldi ve:

-“ Efendi baba, bir rüya gördüm. Müsaadenizle anlatayım” deyip rüyasını uzun uzun anlattı:

Şeyh Efendi, bir süre düşünüp sakalını sıvazladıktan son­ ra, dostunun oğluna döndü ve

-“ Cevat, hiç paran var mı?” diye sordu. Genç Harbiyeli,utana sıkıla:

-“ iki mecidiyem var efendim!" karşılığında bulundu: Şeyh Efendi, bu sefer ziyaretçisine döndü:

-“ Sen bu rüyayı iki mecidiyeye bu efendiye satar mısın?” Rüyanın sahibi, bir mecidiyeye bile fitti. Sevinçle:

-“ Sattım gitti Efendi baba...” dedi ve iki mecidiyeyi alıp, geri isterler korkusuyla, hemen savuştu gitti. Çünkü mecidi­ ye, Sultan Abdülmecit zamanında basılmış altının beşte biri değerindegümüşbir paraydı ve iki mecidiye bugünkü rayice göre 1500 liraya yakın ediyordu.

O gittikten sonra Şeyh Efendi genç misafirine:

-“ Bu rüya, sadrazamlık rüyasıdır. Artık bir çingenenin sadrazam olmasına göz yumamazdık ya..Oğlum Cevat, satın aldığın rüyanın hükmü elbette zuhur edecek ve sen sadrazam olacaksın” dedi.

Sultan Aziz,Harp Okulu’nu birincilikle bitirenleri- kendileri de derli toplu ve terbiyeli kimselerse- yaver olarak saraya alırdı. Bunun için, o da hünkâr yaverliği ile görevlendirildi. Ancak, sarayda bulunduğu sırada kurmay sınıfının derslerini kendi kendisine çalışmaya devam etti. Bir süre sonra ma- beyncilik görevi de verildi. Mabeynciler, padişahın sözlü emirlerini tebliğe ve sarayda teşrifatı idareye memurdular.

66

"BU NE S A YGILI ÇOCUK!' ’

Padişah bir gün seslenip nöbetçi mabeynci bulunan Cevat Bey içeriye girince:

-“Şu pencerenin perdesini çek!” emrini verdi.

Cevat Bey, boyu yetişmediğinden, kanepenin üzerine temiz bir mendil sererek üstüne basıp uzandı ve perdeyi çekti.Bu davranışını çok beğenen padişah, daha sonra eski ve kıdemli mabeyncilerden Hayri Bey’e olayı anlatıp:

-“ Bu ne saygılı çocuk” ...dedi. Hayri Bey, fırsatı kaçırmadı:

-“ öyledir efendimiz...Burada daima okuyor, boş durmu­ yor. Müsaade buyurursanız yine mektebine gitsin, tahsilini tamamlasın.”

Sultan Aziz, bunun üzerine onu huzuruna çağırtarak: -‘‘Senin kabiliyetli bir genç olduğunu söylediler. Şu halde mektebine devam et. İnşallah ileride büyük adam olur, devlet ve millete hayırlı hizmetlerde bulunursun!” dedi.

Böylece kurmay okuluna dönen genç teğmen, derslerine dört elle sarılarak burasını 1871 yılında, 20 yaşında, yüzbaşı rütbesiyle bitirdi.

Bir süre sonra Osmanlı memleketlerine ait ayrıntılı bilgileri kapsayan bir eser yazarak padişaha takdim ettiği için bin­ başılığa yükseltildi. Bir müddet Harp Okulu’nda matematik öğretmenliği yaptı; sonra merkezi Şam’da bulunan V. Ordu Kurmaylığına tayin edildi.

Şam’a giderlerken, saraydaki harem ağalarının en nüfuzlu­ larından olan RamizAğa, V.Ordu Kumandanfna bir tavsiye mektubu yazarak Cevat Bey İstanbul’da yetişip mektepli, kurmay ve saray mabeynciliğinde bulunduğu için hakkında nezaket gösterilerek bir ayrıcalık yapılmamasını, öbür güçlü kuvvetli subaylar gibi kullanılıp askeri görevlerde ter döktü- rülmesini istemişti.

isteyip büyük yararlıklar gösterdiğinden albaylığa kadar yük­ seldi. Barıştan sonra sınır komisyonlarında görevlendirildi.

II. Abdülhamit de onu beğeniyor ve takdir ediyordu. 1884 yılında Çetine elçiliğine tayin etti ve yola çıkmadan evvel huzuruna kabul edip şunları söyledi:

Demek, o zamanlar tavsiyeler böyle oluyormuş...

1877 yılında Rus Savaşı çıkınca buna katılmayı bizzat -“ Sizi, mühim bir vazifeye tayin ediyorum. Karadağ Prensi İstanbul’a geldi, sadakat arzetti. Onun devlete sadık kalma­ sını istiyorum. Prensin Rusya ve Avusturya’nın menfaatlerine alet olmayıp devlete sadık kalması için çalışınız. Babıali (yani hükümet) tarafından bir güçlüğe uğrarsanız halledeceğimi vaat ederim.

Cevat Bey, burada dört yıl başarı ile hizmet ettikten sonra, İstanbul’a döndü. Ertesi yıl tuğgeneral, 1889 yılında tümge­ neral oldu ve G irit’deki askeri birliklerin kurmay başkanlığına tayin edildi.G irit Askeri Kumandan ve Vali Vekili Müşir(mare- şal)ŞakirPaşa onu kendisine rakip gördüğü için araları açıldı. Şakir Paşa, bir süre sonra ya bu zatın, ya da kendisinin adadan aldırılmasını istedi. Ancak, onun saray tarafından ne kadar tutulduğunu bilmediğinden kendi azledilerek yerine Cevat Paşa tayin olundu ve bir süre sonra da mareşallik rütbesi verildi.

II. Abdülhamit, devleti kendisi istediği gibi idare etmeyi aklına koymuş olduğundan sadrazamların onu mutlak şekilde dinlemelerini isterdi. Ancak, bu makama gelenlerin bir kısmı böyle bir şeyi kabul edip devletin BabIali’den değil, saraydan idare edilmesine karşı çıktıkları için sık sık azledilirlerdi.lşte, Kâmil Paşa böyle bir sebep yüzünden sadaretten ayrılmıştı. II. Abdülhamit ise Cevat Paşa’yı gözüne kestirmiş bulunuyor­ du. Bunun en önemli sebebi ise, onun, sivil idareden yetiş­ mediği için, devlet işlerini bilmeyişi idi. Böylece hiç bir şeyi karışamayacak, saray bütün işlere hâkim olacaktı. Üstelik onun makam ve mevkie düşkün olduğunu sezdiğinden bun­ ların en yükseği olan sadrazamlıkta kalmak için her şeye razı olacağını hesaplıyordu.

Kâmil Paşa’dan boşalan sadrazamlığa, kendisi■ G irit’den gelene kadar vekaleten Adliye Nazırı Hüseyin Rıza Paşa tayin olundu. Cevat Paşa’ya ise, sebebi açıklanmayarak telgrafla

acele İstanbul’a gelmesi bildirildi. O da hemen yola çıktı. Bindiği vapur Çanakkale Boğazı’ndan geçtiği sırada kaleden top atımı ile selamlanınca kaptan durumu anlayıp hemen tebrike koştu; paşa da akıl ve hayaline bile getirmediği sadrazamlığa tayin edilmiş olduğunu bu şekilde öğrendi.

Vapur, 6 Eylül 1891 günü İstanbul’a vardı. Padişah, Cevat Paşa’yı karşılamaya eski Girit Valisi ve Kumandanı Şakir Paşa’yı memur ederek böylece onu küçük düşürmüş ve yeni sadrazama olan büyük teveccühünü de bu şekilde belirtmek istemişti.

Cevat Paşa, İstanbul'a geldiği gün, huzura kabul edilerek iltifatlara nail olduktan sonra göreve başladı. Aynı gün, o zamanlar Osmanlı Devleti'ne bağlı bulunan Bulgaristan Prensliği dışişleri müdürü Grekof kendisini ziyaret ederek sadrazamlık makamındaki değişikliğin Bulgaristan politikası­ na bir etkisi olup olmayacağını sordu. Cevat Paşa, ona şu kısa karşılığı verdi:

-“ Ben sade bir askerim ve padişahımız ne emrederse onu yerine getirmeye memurum.”

Abdülhamit, bunu duyunca çok memnun oldu ve sadra­ zamlık için tam istediği adamı seçmiş bulunduğuna bir daha inandı. Kendisine Nişantaşı’nda tahsis edilen konağın hemen onarılıp mükemmel şekilde döşenmesini emretti. Ancak, paşanın istediği döşeniş tarzının pek pahalıya çıkacağını hesaplayan ve hünkârın masraf konusunda son derece titiz olduğunu bilen hazinei hassa mefruşat müdürü durumu arze- dip yeniden müsaade isteyince, Abdülhamit:

-“ O, benim evladımdır. Her ne isterse tamamen yapılsın!” emrini verdi.

Padişah Cevat Paşa’ya, yalnız bir kişiye verilebilen “ Ya- ver-i Ekrem” lik unvanını, sonra da arka arkaya devletin en büyük nişanlarını tevcih ettiği gibi 750 altın aylık bağlattı! Ayrıca BabIali’den yetişmediğini ve devlet işlerinin acemisi olduğunu düşünerek günlük işlerde müsteşar Tevfik Paşa’ya kendisine yardımcı oimasını tenbih etti.

ARTIK HERKESİN GÖZÜ ONDA YDI!

Cevat Paşa, böylece evvela bir rüya satın almış ve sonra da o devirde bir insanın varabileceği ikbalin zirvesine ulaşmıştı. Hünkâr, onun her isteğini kabul etmekteydi. Mesela Bursa Valiliği’nden-bugünkü bayındırlık bakanlığı demek olan- Nafıa Nazırlığı’na tayin edilen MahmutCelaleddin Paşa,devlet İşlerindeki bilgisine ve padişaha mensup bulunmaya güvene­ rek, kabine toplantılarında sadrazamı küçümser gibi davra­ nınca, onun şikâyeti üzerine hemen Girit Vali Vekilliğine atanıp görevinden uzaklaştırıldı. O zamana kadarsa, sadra­ zamın şikâyeti üzerine bir nazırın azledildiği görülmüş şey değildi. Çünkü padişah aslında, kendi seçmiş ve tayin etmiş olduğu kabine üyelerinin iyi geçinmelerini istemez, aralarında anlaşmazlıkların bulunmasını memnuniyetle karşılar, böyle­ ce kendi aleyhinde birleşemeyeceklerini düşünürdü.

Bunların hepsi gerçi büyük teveccüh ve iltifat eserleriydi, ancak, Cevat Paşa kısa bir süre sonra kendisinin sadece bir göstermelikten, âdeta bir bostan korkuluğundan başka bir şey olmadığını anladı. Herşey saraydan idare ediliyor, en önemli işler kendisine danışılmadan hallediliyor, hatta bunla­ rın sonuçları bile kendisine bazen bildirilmiyordu. Yabancı elçiler Babıali ile değil, sarayla temas etmekte, en basit işlerin bile nasıl yapılacağı sadrazama saraydan bildirilmek­ teydi.

Cevat Paşa, Babıali kalemlerine devam eden memurların çoğunun genel bilgiden yoksun ve oldukça cahil olduklarını kısa zamanda sezdiğinden boş zamanlarında okuyup gerekli bilgileri edinmeleri için sadaret dairesi içinde ve Naili Mescit’ in karşısında bir kitaplık yaptırtm işti. Ancak -herhalde

(2)

oku-RÜYA SATIN ALIP

SADRAZAM OLAN PAŞA

mayı pek sevmeyen biri tarafından- saraya jurnal uçurulup memurların burada toplanarak padişah aleyhine tertipler ha­ zırlayacakları ve kitaplığın da esasen bu maksatla kurulduğu bildirildi. II. Abdülhamit Cevat Paşa’ya itimadı olmakla beraber, bir emir gönderip kitaplığın açılmamasını bildirdi. Böylece genç sadrazamın çok özendiği bu iş, doğmadan öldü. Bina ise bugün arşiv deposu olarak kullanılmaktadır.

Ancak, sarayın tutumunun hatalı olduğunu anlıyor ve dev­ letin padişah değil, hükümet tarafından idare edilmesi gerek­ tiğine inanıyordu. Kendisi bütün yetkilerden mahrum ve sadece padişahtan aldığı emirleri yerine getirmekle yükümlü bulunuyordu. Buna karşılık ise her işin neticesinden resmen o sorumluydu. Konaklar, atlar, arabalar, İhsan ve iltifatlar kendisine hep bu duruma razı olması için yağmıştı. Ancak, sonunda dayanamayıp padişaha bir layiha sunarak bu idare tarzının doğru olmadığını, sarayda devlet adamlarından bir komisyon kurulup BabIali'den arz olunan meselelerin burada incelenerek sonuca bağlanmasını ve verilecek kararların padi­ şah tarafından kabul edilmesini istedi.

DİKTA TÖRLÜK HEVESLİSİ M İYDİ?

Abdülhamit, 8 Haziran 1895 günü onu azletti. Kendisine fena halde kırılmış ve gücenmiş bulunuyordu. Onun, şahsi bir diktatörlük kurmak istediğini ileri sürüyor ve:

-“Vaktiyle Mithat Paşa ve onun gibilerin bile arza cesaret edemedikleri böyle bir teklifi ileri sürmeye cesaret etmesi bunu anlatmaya kâfidir..." diyordu.

Paşa azledilmiş halde iki yıl kadar konağında gözaltında kaldıktan sonra Girit Askeri Kumandanlığına atandı.Oradaki her hal ve hareketinin dikkatle izlenerek saraya haber verilme­ si de Hanya’da bulunan Tatar Şakir Paşa’ya gizlice emredildi. Şimdi padişaha göre o, en şüpheli ve tehlikeli kimseler arasında bulunuyordu. Çünkü devlet idaresini onun elinden almaya teşebbüs etmişti. Bu sırada Kâmil Paşa sadrazam bulunuyor ve evvelce kendi yerine, sadrazamlığa getirilmiş olan Cevat Paşa’dan nefret ediyordu.

Bir süre sonra, II. Abdülhamit’i ziyaret eden Almanya İmparatoru II. Wilhelm, Suriye ile F ilistin ’i ve bu münasebetle Kudüs’ü de ziyaret etmek isteğini gösterince, Cevat Paşa mihmandarlığa tayin edilip derhal Beyrut'a gitmesi bildirildi. Burada imparator’un gelişini beklerken, Suriye Valisi Nazım Paşa tarafından aleyhinde verilen jurnal üzerine, kendisine saraydan emir gelerek imparator nerelere gidecekse ondan bir menzil ileri giderek yapılacak hazırlıklara göz kulak olması bildirildi. Böylece imparatorla buluşup görüşmesine imkân bırakılmadı. Ayrıca mihmandarlık görevinden konakçılık gö­ revine indirilerek haysiyeti perişan edildi.

İmparator’un seyahati sona erince İstanbul’a dönme izni istediyse de V, Ordu M üşirliği’ne atanıp Şam’a gönderildi. Bu sırada çektiği ağır üzüntüler sonucu olarak tüberküloza yaka­ lanmış bulunuyordu. Hava değişimi için Lübnan’daki aynı Sufer’e gitti. Hastalığının büsbütün arttığı ve hayatından ümit kesildiği haberalınınca, padişah İstanbul’a dönmesine müsa­ ade etti ve 9 Ağustos 1900 Cuma gecesi Nişantaşı’n- — daki konağında vefat etti. 49 yaşında bulunuyordu. M

(3)

f * ^ í / ^ ' ^

^ j r f-K**

s

r * v f^ l * J

^

*

& s~ ~ * r J ó

1

J í>

J ) I

Referanslar

Benzer Belgeler

Ova, G., Özkaynak, E., Tan, A., Türkiye’de Yetiştirilen Bazı Yağlık Keten Tohumlarının (Linum usitatissimum L.) ve Filizlerinin Biyoaktif Bileşikler Açısından

Irradiation as a post-harvest treatment for horticultural products also benefits the environment - it provides a safer alternative to methyl bromide, which the large majority

Sultan İbrahim, şehirde zaman za­ man araba ile dolaşır, bilhassa val- desi Kösem Sultan ve saray kadmları.. göçlerde arabalara

Reel sektörü temsilen kişi başına gelir, istihdam ve inşaat değişkenlerinin kullanıldığı Model I’e ilişkin elde edilen etki tepki analizi bulgularına

Tablo 14'de görüldüğü gibi orta grup çocuklarının ebeveynlerinin %22.5'i, büyük grup çocuklarının ebeveynlerinin 9ı 12.5'i çocuklarına beslenme ve besinlerle

Horse upsets the obstacle with hind legs ..—2 Faults. Horse or Rider falls

44 sene evvel çıkmış ve o zaman çok beğenilmiş, tutulmuş olan j şarkının güftesi şudur;.. | Entarisi ala {benziyor Şeftalisi bala benziyor Benim yârim

[r]