• Sonuç bulunamadı

18. ve 19. YÜZYIL FELSEFESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "18. ve 19. YÜZYIL FELSEFESİ"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

18. ve 19. YÜZYIL FELSEFESİ

• Aydınlanma, Batı'nın 18. yüzyıl düşüncesine veya felsefi kültürüne verilen addır. Modern Batı Avrupa'da 18. yüzyıl boyunca yaşanan sosyal ve politik süreçler söz konusu kültürden etkilendiğinden aynı zamanda bir değişim-dönüşüm projesi olarak da düşünülür.

• Bu çağda insanın doğaya, topluma ve kendine yönelik bakışında köklü bir değişim yaşanmıştır. İnsan düşünme ve değerlemede din ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleri ile hayatını aydınlatmaya girişmiştir.

• Aydınlanma düşünürlerine göre; gerçek aydınlanmanın, vahye ve imanın sırlama başvurmadan; bireysel, sosyal ve politik hayatın problemlerine aklı ve felsefi yöntemleri uygulamaktır. Bu nedenle Aydınlanma, yalnızca bir felsefi dönemi anlatmaz. O, aynı zamanda Avrupa'nın sosyo-kültürel, sosyo-politik ve ekonomik alanlarda aklı ve bilimi temel alan bir dönüşüm çabası olarak da yorumlanır.

18-19. yüzyılda ortaya konan felsefi görüşler, önceki dönemlerde gerçekleşen bazı gelişmelerden etkilenmiştir;

• 2. yüzyıl-15. yüzyıl döneminde Batı'da Hristiyan kilisesi; toplum hayatının her alanına tam anlamıyla hâkim olmuş fakat kilisenin bu otoritesi Rönesans hareketi, bilimsel gelişmeler ve coğrafi keşifler nedeniyle azalmıştır. Bu durum, bilimsel ve felsefi düşüncenin gelişmesini hızlandırmış, bu gelişme de aklın önemini ve değerini artırmıştır. Böyle bir ortamda filozoflar tarafından Hümanizm düşüncesi ortaya konmuş ve giderek yaygınlaşmış, doğa bilimlerinde yeni buluşlar gerçekleştirilmiştir.

• Matbaa icat edilerek yaygınlaşmış, dolayısıyla okur-yazarlık artmış, bu nedenlerle kilise öğretisinin bazı iddialarının yanlış olduğu anlaşılmıştır. Bu durum Hristiyan kilisesine olan güveni daha çok sarsmış ve yeni dini mezhepler ortaya çıkmıştır.

• Kilise ve onun otoritesine karşı meydana gelen bu gelişmelere bağlı olarak bilim ve felsefe çevreleri daha özgür hale gelmiştir. Rönesans ve reform hareketleri de 17. yüzyıl düşünce dünyasını derinden etkilemiştir.

• 18. yüzyılda Batı'da görülen felsefeye "Aydınlanma Felsefesi" denir. Bu sözcük, insan zihninin aydınlanması, bunun için MS 2. yüzyıl-15. yüzyıl döneminde tüm Batı'ya hakim olan kilise öğretisinin zihinlerde oluşturduğu boş, hurafe inanç ve önyargılardan insan zihninin kurtarılması anlamına gelmektedir.

• Ancak bu aydınlanmanın nasıl yapılacağı da önemlidir. Söz konusu zihnin aydınlanması akla güvenerek, onu ve bilimi rehber kabul ederek gerçekleştirilecektir. Böyle bir anlayış beraberinde İnsanın akıl yoluyla hakikati bulabileceğini kabullenme, aklı birey ve toplum hayatının kaynağına koyma, ona dayanma anlayışını da getirmektedir.

• Nitekim Aydınlanma felsefesinin önde gelen sloganlarından biri, "Kendi aklını kullanma cesaretine sahip ol." şeklindedir. Aydınlanma, Hristiyan kilisesinin MS 2. yüzyıl-MS 15. yüzyıl dönemi boyunca savunduğu insan ve toplum hayatı ile dünyada Tanrı iradesini egemen kılma anlayışı yerine insanı, vahyin yerine insan aklını koyma hareketidir.

• Aydınlanma düşüncesine göre insan, sahip olduğu akıl, irade, özgürlük ve bilim yapabilme gibi imkân ve güçleriyle hakikate ulaşabilir, iyiyi kötüyü ayırt edebilir, kendini geliştirebilir, sorunlarını en uygun şekilde çözebilir, hayatına iyi bir istikamet tayin edebilir, toplumda ve dünyada barış sağlayabilir ve böylece üstün başarıları gerçekleştirip huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilir.

• Aydınlanma felsefesinin yaygınlaşmasıyla birlikte tüm dünyada bu geleneksel dini ve ahlaki değerler giderek önemini önemli ölçüde yitirmiş, bunun yerini birey, akıl, bireycilik, sekülarizm yani dini hayatın dışında bırakma, hayatı dinden soyutlama düşünce ve uygulamaları etkili olmuştur.

Aydınlanmayı Hazırlayan Koşullar

• Rönesans ve Reform hareketleri ile Kilisenin baskıcı tutumunun azalması

• Rönesans ile başlayan coğrafi keşifler ve bilimsel gelişmelerin hızla yayılması

• Hümanizmin etkisi ile Felsefe, Sanat ve Bilimsel alanda yeni ekollerin ortaya çıkması

• Din merkezli anlayıştan insan merkezli anlayışa geçilmesi

• Aklın ve bilimin doğa, evren ve insanı açıklamada temel alınması

• Bu yüzyıllarda yaşanan Fransız ihtilalı (1789) ve Sanayi Devriminin Avrupa'daki sosyal ve ekonomik yapıp dönüştürmesi

• Matbaanın yaygınlaşması ile bilgiye erişebilirliğin kolaylaşması

(2)

Avrupalılar bu seferler sırasında;

• Doğu dillerini öğrenmiş,

• bu kültürün yazılı metinlerini okuyup, çeviriler yapmış,

• bu yoldan İlk Çağ felsefesi ile tanışmış,

• kendi yaşam biçimlerini, ön kabullerini ve inançlarını sorgulamışlardır.

• Kant "Aydınlanma Nedir?" sorusunu şöyle yanıtlar: "Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir durumunu insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışı" olarak açıklar. Bu 'aklını kullanamayış', bireyin düşüncelerinin ve de kararlarının bir başkasına bağımlı hâle gelmesine dayanır. Örneğin; "Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık, çünkü benim yerime düşünen ve karar veren bir başka özne üzerimde söz sahibidir. Öyleyse Aydınlamanın öznesi olan insanın 'aklını kullanması', aydınlanması için bir önkoşuldur. Tembellik ve korkaklık nedeniyle 'aklını kullanma cesaretini gösteremeyen' bireyler ise, 'ergin olmama durumundan kurtulamayan' kimselerdir. Öyleyse aydınlanma ergin olabilmektir.

• Kant aklını kullanmaktan uzak olan kimselerin, kendilerini yönetenlere nasıl koşulsuz teslim olduklarını gösterir. Yönetici, yönetilenleri dilediği gibi yönlendirir ve onları aklını kullanma olanakları olmayacak koşullar içerisine hapseder. Cesareti olmayanların veya cesareti kırılmış olanların aksine, "Birkaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir." der.

Bu cesareti başlangıçta sadece birkaç kişi gösterebilir olmasına karşın, "Kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de."

• Kant, sözü edilen "Ergin olmama durumundan kurtulmasıdır." açıklamasını yapar. İnsanı ve doğayı sadece akıl temelinde anlamak aydınlanmanın amacıdır. Bu çağın felsefesinde insanın biyolojik olarak doğanın bir parçası olduğu ve akıl sahibi olması bakımından da hayatı daha güzel hâle getirebileceği düşünülmüştür. Mutluluğu ve doğruyu özgürce bulabilen bir insanlık hayal edilmiştir.

• Akla önem veriş, birçok alanda birçok gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Ekonomik ve siyasal açıdan kendini hissettiren bu gelişmeler, Fransız İhtilalı gibi bir olayın ve Sanayi Devrimi gibi üretime dair bir olgunun yaşanmasına neden olmuştur. Bu olayların yarattığı etki, aydınlanmanın içeriğini de belirlemiştir.

• Fransız İhtilali; Halk yoksulluk içindeyken kralın zenginliği Fransız İhtilalı’nın görünen nedenidir.

İhtilalın arkasındaki sebepler arasındaysa okuryazarlığın artması ve bağımsız yayınların desteklenmesiyle toplumda büyük bir değişim ve bu değişimi organize eden Fransız aydınları ve onların felsefi görüşleri vardır.

Sosyal yaşayıştaki eşitsizlik ve adaletsizlik, aydınlanmayla oluşan özgürlük düşüncesiyle halk içinde krala karşı bir ayaklanma başlatmıştır. Bütün dünyayı etkileyen ihtilal, Fransa’da mutlak monarşinin yıkılması ve cumhuriyet rejiminin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

• Sanayi Devrimi; İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, hızlı üretim yapan fabrikaların kurulmasını ve ulaşımın kolaylaşarak kültürel ve ekonomik etkileşimin artmasını sağlamıştır. Bilim ve teknolojideki gelişmeler ve ekonomik alana yönelik felsefi düşünceler bunların zeminini oluşturmuştur.

Bu durum, bazı insanlara rahat yaşam gibi faydalı sonuçlar getirmiş ama diğer taraftan da devletlerarası rekabeti artırıp savaş gibi kötü sonuçlara götürmüştür. Ham madde ve yeni pazar arayışları sömürgeciliği hızlandırmış ve ortalama bir asır sonra güçlü devletlerin rekabeti nedeniyle 1. Dünya Savaşı yaşanmıştır.

18. yy.-19. yy. Felsefesinin Temel Özellikleri

• Akla güven duyulmuş ve akılcı düşünce artmıştır.

• Özgürlüğü engelledikleri düşüncesiyle siyasi ve dinî otoritelere karşı gelinmiştir.

• Laiklik görüşü benimsenmiştir.

• Metafizik düşünce şüphe ile karşılanmıştır, uzak durulmuştur.

• Düşünce özgürlüğü desteklenmiştir.

• Aydın ve yazarlar sınıfı oluşmuştur.

• 17.yy bilim, 18.yy daha çok bir kültür felsefesi görünümündedir.

• Sanat, felsefe ve edebiyatta önemli eserler verilmiştir.

• İnsan, kültür ve toplum sorunlarına yönelmiştir.

• Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi gerçekleşmiş ve buna bağlı problemler tartışılmıştır.

• Olgulara dayalı bilim anlayışı ortaya çıkmıştır.

• Felsefede yeni ekoller çıkmıştır.

(3)

Aydınlanma Felsefesinin özellikleri

1- Aydınlanmanın başta gelen özelliği, sahip olduğu eleştirel bakıştır. Yeni bir zihniyet yaratmayı, toplumsal, ekonomik ve siyasal olarak yeni bir düzen kurmayı amaçlayan aydınlanma, geçmişle olan tüm bağlarını koparmayı, geçmişten miras alınmış mevcut tüm yapıları ortadan kaldırmayı amaçlar.

2- Aydınlanmanın programında en önemli yeri, teist düşünceye yöneltilen eleştiri, hurafelere açılan savaş tutar. Aydınlanma filozofları, klasik teizmin yerine deizmi (Yaradancılık) koymuşlardır.

3- Deizm anlayışında Tanrı evreni bir saat ustası gibi, yaratmış ve kendi işleyişine bırakmıştır. Varlığa müdahale etmez. Yapılan ibadethaneler gereksizdir(Dinin kamusal hayatı terk edip bireysel seçim ve pratiğin dünyasına çekilmesine katkıda bulunmuştur).

4- İnsanın ancak görünüşleri ve fenomenler arasındaki düzenli, yasal ilişkileri bilebileceğini kabul eden, özlerin ve amaçsal nedenlerin bilgisinin olamayacağını kabul eden Aydınlanma, metafizik düşünceye şüpheyle yaklaşır.

5- Aydınlanma için insan davranışının tek dayanağı din ya da gelenek olmayıp, kendisi dışında başka hiçbir kaynaktan yardım almayan akıldır. Aydınlanma filozofları için akıl, özellikle mantık ve bilim eğitimiyle donatılıp daha rafine hale getirilmiş ortak duygudur.

6- Aydınlanmacılara göre aklın işleyişinin bozulmasından sorumlu olan kilise, devlet, batıl itikatlar, bilgisizlik, sefalet ve önyargılardır.

7- Aydınlanma, bireylerden, her şeyi aklın muhakemesinden geçirmelerini, yazar ve entelektüellerin önderliğinde kapasitelerini geliştirmelerini ister.

8- Aydınlanmanın önemli özelliklerinden biri, bilime verdiği değerdir. Aydınlanma düşünürlerinin çoğu, bilimle ilgileneni bilim üzerine yazan kişilerdir. Aydınlanma, insan hayatını sınırsız biçimde geliştirip iyileştirme potansiyeline sâhip, din ve hurafelerden arındıran rasyonel (akılcı) bir bakıştır.

9- Bilimi bir güç olarak yorumlayan Aydınlanma, ilerleyip biriken bilim aracılığıyla teknolojinin gelişeceğine ve doğanın kontrol altına alınacağına inanır.

10- Doğa bilimleri bize doğayı tanıtıp kontrol altına alma imkânı sağlamışsa, kültür dünyasında gerçekleştirilecek bilimsel bakış da bu dünyanın aydınlanmasını sağlayacaktır.

11- Bu nedenle 18. yüzyıl felsefesi hayatı etkilemek, onu aydınlatarak yol göstermek isteyen bir kültür felsefesidir. Düşünürleri de, sistemli düşünüp çalışan filozoflar değil, daha çok, büyük yazarlardır.

12- Aydınlanma düşünürleri, ulusal dillerini kullanan edebiyatla yakın ilişkisi olan kişilerdir (Latince’nin yerine). Bu durum onların düşüncelerinin daha geniş çevrelere yayılmasına yol açmıştır.

13- Aydınlanma düşüncesinde birey; başında tanrı’nın, üzerinde ise kralların, soyluların bulunduğu sefil bir varlık değildir. O, yönetimin kendisine bağlı olduğu, ona (bireye) hizmet etmek zorunda olduğu en yüce varlıktır.

14- Aydınlanma, laik bir dünya görüşünü kendisine tam bir bilinçle temel yapmış, bunu hayatın her alanında tutarlı biçimde gerçekleştirmeye çalışmıştır.

15- Aydınlanma düşünürleri çalışmalarını özellikle Ansiklopedi ortamında gerçekleştirdiler.

Ansiklopedistler, sıradan okurlar tarafından erişilebilir olması için akılcı bilgiyi bir araya toplama uğraşına girmişlerdir. Bilginin teknik olarak uygulanmasına büyük önem verilmiş, mühendisler ve doktorlar gibi uygulamalı alanlardaki uzmanlara danışılmıştır. 35 ciltten oluşan Ansiklopedi'ye hem din adamları hem de soylular şiddetle karşı çıkmıştır.

(4)

1. BİLGİNİN KAYNAĞI PROBLEMİ

Doğru bilginin mümkün olduğu görüşünde birleşen bu dönem filozofları, bilginin kaynağı bakımından birbirlerinden ayrılmıştır. Bilgiye yönelik temel problem, bilginin ne olduğu ve insanın onu nasıl elde ettiğidir.

Bilgi üzerine yapılan tartışmalar, felsefenin iki ana akımı olan rasyonalizm ve empirizm üzerinden temellendirilir. Rasyonalizm, bilginin sırf akılla oluştuğunu belirtirken empirizm, deneyime bağlı oluştuğunu ileri sürer. Bu iki görüşü uzlaştırmaya çalışan 18. yy. filozofu Kant ise bilginin akıl ve deneyimle oluştuğu görüşündedir. Bu açıdan rasyonalist filozoflardan Descartes (17. yüzyıl), empirist filozoflardan J. Locke (17–18. yüzyıl) ve iki akımı sentezleyen Kant’ın (18. yüzyıl) bilgi hakkındaki görüşleri önemlidir.

Rasyonalizm

• Rasyonalizme göre doğru bilgi mümkündür ve doğru bilgiye ancak akılla ulaşabiliriz.

• Akıl, doğuştan bilgi edinme yetisi ile donatılmıştır. Yani biz bilgilere doğuştan sahibiz.

• Bunun için duyum ve algılar bize zorunlu, kesin, genel

geçer bilgileri veremezler. Duyular aldatıcı olabilir. Duyular ancak belli bir zaman ve mekanda var olan varlık ve

olaylar hakkında bilgi verirler.

• Böyle bir bilgiyi bize ancak akıl verebilir.

• Deneyden gelmeyen, deney öncesi bu bilgilere Kant “a priori” bilgi adını verir.

 • Rasyonalizme göre analitik önermeler, matematiksel

bilgiler, akıl ilkeleri, evrene ve Tanrı’ya ait bazı bilgiler doğuştan vardır.

• “Su, deniz seviyesinde 100 derecede kaynar.” gibi.

Rasyonalizme göre bu tür önermeleri duyum bize veremez,

 bunlar ancak akıl yoluyla oluşturulabilir.

• Rasyonalizmin en önemli temsilcileri ise Sokrates,

Platon, Aristoteles, Farabi, Descartes, Hegel ve Leibniz’dir.

Rene Descartes: Yeniçağ (17.yy) rasyonalizminin ve analitik geometrinin kurucusudur.

• Descartes, modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu kabul edilir. Matematik ile açık-seçik ve kesin bilgilere ulaşılabileceğini savunmuştur.

• Ona göre bilgi, sonradan oluşan deneyimlerle değil doğuştan gelen aklın ilkeleriyle gerçekleşir.

• Aklı iyi kullanmak gerekir ama bu yeterli değildir. Tam anlamıyla kesin ve kanıtlanabilir olmadıkça, hiçbir önerme, hiçbir inanç bilgi adını almaya hak kazanamaz.

• Bir insanın bilgi olduğunu düşündüğü şey, kendisinden kuşku duyulabilen bir kabule dayanıyorsa bilgi değildir.

• Descartes bir yöntem olarak kuşkuya başvurur. Öncelikle nesnelerin ve Tanrı’nın varlığından şüphe duyar ve aradığı kesin bilgiyi karşısında bulur. Descartes’in kullandığı şüphe, bir amaç değil, bir araçtır.

(Septisizmde şüphe amaç olarak alınmıştır.) Descartes’a göre;

• Kesin olan bir şey var. (1) • Her şeyin doğruluğundan şüphe ediyorum. (2)

• Şüphe etmek düşünmektir. (3) • Düşünmek, var olmaktır. (4)

• Öyleyse var olduğum şüphesizdir.(5) • Düşünüyorum, o hâlde varım. (7)

• İlk bilgim bu sağlam bilgidir. (8) • Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim. (9)

• İşte bu Descartes’a göre elde edilen ilk apaçık ve kesin bilgidir.

Daha sonra bu yöntemle Tanrı’nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlamıştır.

• Descartes’in kullandığı bu yönteme “Kartezyen felsefe” “metodik şüphe” denir.

(5)

Empirizm

• Doğru bilginin mümkün olduğunu ve ölçütünün “akıl”

değil “deney” olduğunu savunan felsefi öğretidir.

• Doğru ve genelgeçer bilginin duyumlar yoluyla oluşan deneylerle kazanılabileceğini öne sürer. Deney

sözcüğünün buradaki anlamı, laboratuarda bilim insanının yaptığı bilimsel deney değil; insanın günlük hayatında duyularıyla gerçekleştirdiği görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma gibi basit duyusal deneyler algılamalardır.

• Empirizme göre doğuştan bilgi yoktur, insanın tüm bilgileri sonradan, duyularla elde edilir. Akılla elde edilen bilgilerin bile kaynağında duyusal bilgiler vardır.

John Locke (1632 – 1704)

• J. Locke “Aklın ilkeleri ve bilgilerimiz doğuştan olsaydı, herkeste aynı bilgilerin ve ilkelerin olması gerekirdi.” Diyerek rasyonalizmi eleştirir.

• J. Locke’a göre insan zihninde doğuştan hiçbir bilgi yoktur. Ona göre zihin boş bir levhadır (Tabula Rasa). İnsanın yaşantılarıyla birlikte bu levha duyum ve deneylerle dolar. Bütün bilgilerimiz, deneyimlerimiz ya da yaşantılarımız sonucunda elde edilir. Hiçbir insanın bilgisi, öğrenmiş ve deneyimlemiş olduğunun ötesine geçemez.

• Locke’a göre deney iki aşamada gerçekleşir: İç ve dış deney.

• Dış deney (duyumlama): Dış deney, duyu organlarımız aracılığıyla edinilen deneyimlerimizdir. Beş duyu organımızla dış dünyayı algılarız, varlıkların sıcaklık, ses, renk gibi özelliklerini kavrarız.

• İç deney (düşünme): İç deney, düşünce ile sağlanır. Dış deneyle elde edilenleri zihin otomatik işlemeye başlar. Zihin pasifken aktif duruma gelir. Bu aktiflik halinde algılamak, bilmek, sınıflamak, düşünmek gibi zihinsel etkinlikler ortaya çıkar. İç deney bu etkinliklerin farkına varmaktır. Duyumla elde edilen bilgilerin karşılaştırma soyutlama, birleştirme, çözümleme gibi zihinsel işlemlerden geçirilip bilgiye ulaşıldığı aşamadır.

Dış deneyle sesi alıp, iç deneyle bu sesin ne sesi olduğunu yorumlarız.

Kritisizm (Immanuel Kant)

• Kant, empirizm ile rasyonalizm’i uzlaştırmaya çalışmıştır.

Kant’a göre akıl ve deney tek başına mutlak varlığı kavramada yetersizdir. İnsan bilgisi, duyu

organlarının bildiklerinin zihin tarafından birleştirilerek bilgi haline dönüştürülmesi işlemidir.

• Kant’a göre; bilgimiz deneyle başlar fakat deneyle

bitmez. Çünkü bilginin oluşabilmesi için deney kadar zihne de ihtiyaç vardır.

• Duyu verilerinin ham olduğu ve bu ham veriyi işleyen bir zihin olması gerektiği fikrinden hareket eder.

• Kant, deneyim ve aklın bir arada kullanılmasıyla bilginin oluştuğunu düşünür.

• İnsan, ona göre duyuları aracılığıyla dışarıdan veriler alır ve bunları aklın formlarında işleyerek bilgiyi oluşturur

• Kant, “Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür.” sözüyle duyu verileri olmadan akılda var olan kavramların boş olduğunu, sadece bunlara dayanarak anlamaya çalışan aklın ise kör olduğunu belirtir. Örneğin zil çaldığında, duyum ve zihin bunu anlamlandırır (teneffüs vakti!.. gibi).

(6)

• Kant’a göre iki türlü bilgimiz vardır:

A posteriori: Duyular aracılığıyla (deneyle) elde edilen bilgilerimizdir.

A priori: Deneyden gelmeyen, deney öncesi bilgilerimizdir.

2. BİREY - DEVLET İLİŞKİSİ J.Locke’un Devlet Görüşü : (1632 - 1704)

• 17. yy. felsefesinde mutlak monarşiye dayalı devlet sistemleri düşünülmüş, devletin her türlü gücü elinde bulundurmasının birlik ve beraberlik açısından zorunlu olduğu görülmüştür. Bu görüşe kapsamlı olarak ilk karşı çıkış J. Locke tarafından yapılmıştır. Locke, mutlak monarşiye karşı liberal (özgürlükçü) bir devlet sistemini ileri sürmüştür.

• Hobbes gibi insan doğasından yola çıkar, toplumsal sözleşmeyi kabul eder ama düşüncelerinin sonucunda mutlak monarşiye varmaz.

• Doğal durumda insanlar özgürdür.

• Değişen ve gelişen toplumsal yaşamda kargaşaya sebebiyet vermemek için insanlar Toplumsal Sözleşme ile hukuksal güvence adına gücünü devlet denilen mekanizmaya devretmiştir.

• İnsanlar Toplumsal Sözleşmeyi barış için değil, uygar yaşamın avantajlarından yararlanmak için yapmışlardır.

• Yardımlaşma ve işbirliği ilişkilerini sürdürmek için mutlak özgürlüklerinden vazgeçmişlerdir.

• Devlet yapay bir kurumdur.

Montesquieu'nun Devlet Görüşü : (1689 -1755)

• Toplumu bilimsel olarak inceler. Gözlem ve deney yöntemini topluma uygular.

• İki toplum arasındaki ilişkiyi düzenleyen hukukun Devletler Hukuku, devlet içindeki siyasi ilişkileri düzenleyen hukukun Siyasal Hukuk ve kişiler arası ilişkileri düzenleyen hukukun da Medeni Hukuk olduğunu belirtir.

• Yasaların niteliğini, yapıldığı toplumun belirleyeceğini söyler.

• İnsanın başkasının hakkını yemeden özgürce davranma yetisine sahip olduğunu belirten Montesquieu, bu özgürlüğün korunması için “Güçler Ayrılığı” ilkesini öne sürer.

• Montesquieu, görüşleriyle günümüz devlet sistemini oluşturan ve güçler ayrılığını kuramlaştıran ilk düşünürdür.

J.J Rousseau’un Devlet Görüşü : (1712 -1778) Rousseau, batı felsefesine üç temel fikir sokmuştur:

• Uygarlık, iyi değil, kötü bir şeydir.

• Yaşamımızdaki şeylerin, aklın değil duyguların ve doğal içgüdülerin gereklerini karşılayıp karşılamadığını sormamız gerekir.

• Toplum, onu oluşturan bireylerin iradelerinin toplamından farklı, yurttaşların bu “genel irade”ye tamamen boyun eğmek zorunda oldukları, kendine ait iradesi olan kolektif bir varlıktır.

Bireyin genel iradeden ayrı düşme hakkı yoktur. Bu demokrasi kavramında kişisel özgürlük yer almamaktadır.

• Doğal durumda insan mutluydu, ancak toplumsal yaşam ve özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla mutluluk bozuldu.

• Toplumun yeniden düzenlenmesi için “toplumsal sözleşme” ile devletin kurulması gerekmiştir.

• Devletin kaynağı, insanın doğasındaki eşitlik ve özgürlüktür.

• Devletin görevi herkesin eşitliğini ve doğal hakları korumaktır.

*** 17. yy'da (Rönesans Döneminde) T. Hobbes, Aydınlanma Döneminde de J. Locke, Montesquieu ve J.J.Rousseau "Devlet Yapay Kurumdur" der ve “Toplumsal Sözleşme” vurgusu yaparlar.

(7)

3. AHLAK İLKESİ

18-19. yüzyıl felsefesinin genel karakterini taşıyan akılcı yönelim, yaşanan toplumsal olayların ahlaki sonuçları neticesinde kaçınılmaz olarak ahlak alanına yönelmiştir. Bu dönemin filozofları; ahlakı, akılla anlama ve yorumlama eğilimi göstermiş ve düşüncelerini bu noktadan yaymışlardır. Bunlar arasında Jeremy Bentham ve Immanuel Kant’ın görüşleri önemlidir.

İ.Kant'ın Ahlak Görüşü:

• Kant'a göre ahlaktan söz edebilmenin gerekli ön koşulu özgürlüktür. Bireyin ahlaki eylemlerde bulunabilmesi için önce özgür olması gerekir. Özgürlük sadece insanın toplum baskısından uzak olması veya canının her istediğini yapabilmesi olmayıp, insanın kendi aklının belirlediği ahlak yasasına uymasıdır.

Buna göre insan, başkalarının belirlediği ahlak yasasına değil kendi aklının belirlediği yasaya uyduğu için özgür olmaktadır.

• Kant'a göre ahlaki irade, başkalarının isteklerine, toplumun baskısına ve duygularımıza uygun davranışları yapmayı istemek değil insan olarak yapılması gerekenin yapılmasını istemektir.

• Kant'a göre herkesin kabul edebileceği (evrensel) ahlak yasasını vicdan yani pratik akıl belirler. Sonra vicdan, bu yasayı, koşulsuz bir emir olarak bildirir.

• Sözgelimi "Çalma.", ''Doğru sözlü ol." ve "Sözünde dur." şeklinde emirler verir. Buna karşılık "Kendi malının çalınmasını istemiyorsan sende başkasının malını çalma." veya "Kendine doğru sözler söylenmesini istiyorsan sen de başkalarına doğru sözler söyle." ya da "Başka insanların sana verdiği sözde durmasını istiyorsan sen de başka insanlara verdiğin sözde dur." şeklinde koşullu emirler vermez.

• Ahlaki eylemi şarta bağlamanın kaynağında, bu eylemden maddi veya manevi bir çıkar elde etme duygusu vardır. Ahlaki eylemin bir şarta bağlanmamasının nedeni, ahlakın insan olmanın gerektirdiği bir ödev olmasıdır. Böylece kişi, vicdanının beklediği koşulsuz emri insan olmanın kendisine yüklediği bir ödev olduğu düşüncesiyle gerçekleştirirse, yaptığı eylemin sonucu ne olursa olsun, o eylem ahlakidir. Kant'ın açıkladığımız bu ahlak görüşüne "ödev ahlaki" denir.

• Objektif (nesnel) temelli Evrensel Ahlak yasasını kabul eden Kant’ın Ahlak Kuramı ÖDEV AHLAKI olarak bilinir. Ödev, bütün insanlar için geçerli olan ama kimsenin arzu ve isteklerine bağlı olmayan evrensel ahlak ilkesi taşır.

• Ahlakı insan doğasıyla değil aklın yargılarıyla gerçekleştirmeyi amaçlar.

• İyi İstenç: Her koşulda, her zaman doğru olarak kabul edilebilecek iyi iradeyi anlatır. İnsan; iyiyi tam olarak, içten karar vererek istemişse orada iyi istenç vardır. Kant, ahlakı ve iyiyi eylemlerin sonucuna göre değil onların arkasındaki amaca göre değerlendirir. Bentham gibi ahlak açısından faydacı düşünürlerden bu açıdan ayrılır.

• Ahlak yasası; neyi beğendiğimize, neyden hoşlandığımıza bağlı değildir. Ahlakı belirleyen isteme, hoşlandığımızı istemek değil, yapılması gerekenin yapılmasını istemektir.

• Kant’a göre bir eylemin ahlaki olup olmadığının ölçütü bireyi o eyleme yönelten amaç ve niyettir.

• Ahlaki ödevlerimizi belirleyen evrensel koşulsuz buyruklar akılda doğuştan (a priori) olarak vardır.

Bu maksimler(koşulsuz buyruklar) :

• “Öyle hareket etki, davranışların tüm insanlar için geçerli bir yasa olabilsin.”

• “İnsanlığı araç olarak değil amaç olarak gör.”

(8)

• "Akıllı iradeni, evrensel bir yasa koyucu olarak görevde bulunacağı şekilde kullan.”

• Kant'a göre insan bir dilenciye acıma duygusuyla, başkalarının takdirini kazanmak veya başka tür bir beklentiyle yardım edebilir. Bu durumda söz konusu davranışların hiçbiri ahlaki değildir. Çünkü bunların tümü, ödev dışında başka bir duygudan, beklentiden, çıkar duygusundan kaynaklanmaktadır.

• Fakat başka bir kişi dilenci ile karşılaştığında vicdanına, bu kişiye yardım etmenin gerekli olup olmadığını sorar ve vicdanı da ona, yardım isteyen kişinin durumuna bakarak, yardım etmenin kendisi için bir insanlık ödevi veya görevi olduğu için yardım etmesi gerektiğini emreder ve kişi vicdanının bu emrine uyarak dilenciye yardım ederse, davranış ahlaki nitelikte olur.

• Bunun aksi de mümkündür. Yani kişi, kendisinden yardım isteyen kişiye nasıl bir karşılık vermesi gerektiğini vicdanına danışır ve vicdanı ona, bu kişinin yardıma ihtiyacı olmadığını bildirir ve dolayısıyla yardım etmemesinin bir insanlık ödevi olduğu emrini verirse, kişinin dilenciye yardım etmemesi ahlaki bir davranış olur.

Bentham 'ın Ahlak Görüşü:

• Bentham'a göre en yüksek iyi hazdır.

• Ona göre insan, doğası gereği acıdan kaçar ve hazza yönelir. Bu eylemin akılla bilinçli bir şekilde yapıldığında insana erdemli olma niteliği kazandıracağını öne sürer. Acı karşısında hazzı, haz karşısında acıyı ölçüp tartan biri; faydayı hangisinde daha çok görürse ona yönelmelidir.

• Bentham, bazen büyük hazlar için küçük acılara katlanılmasını veya büyük acılardan kaçmak için küçük hazlardan vazgeçilmesi gerektiğini belirtir. Önemli olan hazzın niteliği değil, niceliğidir, bu bakış açısı daha sonra Mill tarafından eleştirilmiştir.

• Ona göre mutluluk, insanın aklıyla kendi eylemini seçmesindedir. Mutluluk, insanın çevresiyle ilgilidir.

• Bentham, bireysel bencillikle toplumun iyiliği arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bunun sonucunda şunları söyler "Ahlaki bir eylemin iyi olabilmesi için onun mümkün en yüksek sayıda insanın en büyük mutluluğunu meydana getirmesi gerektiğini" bildiren yarar ilkesiyle toplumsal faydaya yani utilitarizm görüşüne geçiş yapmıştır.

• Ona göre haz ve acı evrensel olduğu için tüm insanlarda bulunur. Evrensel Ahlak yasası en büyük sayıda insan için en yüksek mutluluğu sağlamaktır.

• Böylece herkese en yüksek faydayı, çıkarı veya mutluluğu sağlayacak şekilde davranma görevi ve sorumluluğu yüklenmiştir.

• Kötülük yanlış tercihten kaynaklanır. Haz ve acı arasında hesabını yeterince yapamayan insan, kötülüğün ortaya çıkmasına neden olur. Mutlu olmak istediği için eylemlerde bulunmuş ama hesabı tutmamıştır. Çoğunluğun faydasına olan eylem doğru eylemdir, haz verici ve mutlu edicidir.

• Bentham’ın savunduğu ahlak anlayışı Faydacı Ahlak (Utilitarizm) olarak bilinir. Olabildiğince çok sayıda insanın olabildiğince mutluluğunu amaçlar.

(9)

4. VARLIĞIN OLUŞU PROBLEMİ

HEGEL (1770 - 1831):

• Hegel, bütün varlıkların tek bir özden bir yasa dâhilinde var olduğunu söyler. Hegel’de "Tanrı", "Geist",

“fikir”, “akıl” veya “tin” mutlak olanı temsil eden farklı kavramlardır.

• Hegel’e göre başlangıçta sadece Geist (Mutlak akıl-ruh-Tanrısal akıl) vardı.

• Varlık, saf aklın, Tanrı’nın görünür hale gelmesidir. Onun kendi üzerine düşünmesi ile var olmuştur.

• Varlığın oluşumu diyalektik bir süreç dâhilinde gerçekleşir.

• Geist kendindeyken tez aşamasındadır. Ondan var olan doğa antitezdir. Geist ve doğanın mükemmel uyumundan insan (sentez) var olmuştur.

• İnsanlık tarihi, tinin kendini bulup tanımasının zeminidir.

• Tinin kendini bilip tanıması, Hegel ’in varlıkların oluş ve değişimini açıkladığı bir ilkenin ve diyalektik yasanın sonucudur. Bu yasa üçlü bir oluş sürecini içerir: tez (sav), antitez (karşı sav) ve sentez (yeni sav). Yeni sav, yeni bir diyalektik sürecin de başlangıcıdır.

• Her bir varlık, içerisinde bir şey olma potansiyeli taşır. Her varlığın olacağı şey için başkalaşması yani kendi karşıtına dönüşmesi gerekir. Sonuçta yeni bir sentezle olabileceği şeye bu diyalektik sürecin sonunda dönüşür.

Örneğin; bir elma çekirdeği aynı zamanda tohumdur, bu tohumda bir ağaç ve ağaçta bir elma olma gücü vardır.

Tohumdan yeniden meyvenin içinde tohum olma süreci, diyalektik bir döngüdür. Tohum, toprağa düştüğünde yeterli koşullar oluşursa filizlenir yani tohumluktan çıkar. Tohum bedeni oluşturmaktadır ve bu beden, henüz yeni tohumları içermez. Büyüme koşulları yerindeyse yeni bir sıçramayla çiçeklenmeye, ardından meyve vermeye ve dolayısıyla yeni tohumlar oluşturmaya başlar.

• • • • • Hegel tüm varlıkların temelinde soyut bir varlığın (Geist) olduğunu söylemesiyle idealizm, Geist'in tezantitez- sentez süreçleriyle değişip varlıkları oluşturmasıyla ise diyalektik düşüncelerini savunur. O yüzden felsefesine "diyalektik idealizm" denilmiştir.

Tez (Geist) Antitez (Doğa) Sentez(İnsan)

Soyut Somut Ruh

Sonsuz Sonlu Beden

Her şeye gücü yeten (mutlak

akıl) Bilemez (akılsız) Her şeyi bilemez irade sahibi

İlk aşamada GEİST, kendi kendinedir. Tanınmak ve bilinmek için kendisine bir gerçeklik kazandırmak ister.

Potansiyel halde bulunan gücünü henüz gerçekleştirmemiştir.

Kendisine gerçeklik kazandırmak isteyen GEİST, bu amaçla kendisini ilk kez doğada gerçekleştirir. Başlangıçta ideasal olan Geist, doğa olarak maddi kimliğe bürünerek kendisinden başka bir şey olmuş, kendi özüne aykırı düşerek yabancılaşmış ve özgürlüğünü kaybetmiştir. Yani Mutlak Varlık tinsel (manevi, soyut) yapıda olduğu halde onun yarattığı doğa maddi yapıdadır.

Geist soyut nitelikte olan kültür dünyasını yaratır ve böylece antitez aşamasındaki Geist ile doğa arasındaki çelişki ortadan kalkar. Mutlak Ruh, burada tam bilince ulaşarak, kendisini sanat, din ve felsefeyle ölümsüzleştirir.

Böylece Mutlak ruh, bu kültür ortamında kendisi tam gerçekleştirmiş olur.

Geist’in kendi varlığını ortaya koyabilmesi için tam tersine ihtiyacı vardı. Doğayı yarattı. Bu ikisinden araya gelerek sentezi oluşturdu. Sentezde biraz tez biraz antitez olacak. Bu yöntem DİYALEKTİK’TİR.

Evrendeki düzenin amacı, insan doğayı bilerek Geist’a ulaşacak. İnsan diyalektik düşünmenin sonucunda geist’ti kavrar.

(10)

Hegel'in Bilgi Anlayışı:

• Hegel, bilgi anlayışında kısmen Kant’tan etkilenmiştir. Kant’a göre bilginin oluşumunda hem deney hem de zihin etkindir. Hegel ise bilginin oluşması için deneyden gelen bilginin de zihin tarafından oluşturulduğunu ileri sürer. Dolayısı ile bilgi zihnin bir ürünüdür.

• Hegel bilginin zihnin bir ürünü olduğunu ileri sürerken, zihinden kastettiği şey bir bireyin zihni değildir.

O Geist’in zihnidir. Geist, evrensel bir akıldır ve öznel akıldan daha kapsamlı tanrısal bir akıldır.

• Geist tarihsel süreç içerisinde sürekli bir diyalektik oluş halinde olup kendi kendine yeten bir varlık olmaya çalışır. Geist kendini dinde, sanatta ve özellikte felsefede insana açılımlar. Felsefenin görevi Geist’in insan aklında kendini açığa vurmasına yardım etmektir.

Auguste Comte (1798 - 1857) Ve Pozitivizm

• Fransız sosyolog, matematikçi ve filozoftur. Sosyolojinin ve Pozitivizmin (olguculuğun) kurucusu olarak kabul edilen Fransız filozof.

• Sosyoloji terimini ilk kez o kullanmış ve bu bilim dalına sistematik bir yapı kazandırmıştır.

• O sosyolojiyi biraz da matematiksel kafa yapısının vermiş olduğu bir yargıyla ‘’toplumsal fizik’’ ismini vermiştir. Sosyolojinin diğer bilim dalları gibi deneysel olanı inceleyebilir tezini ortaya atmıştır.

• Pozitivizm: "Doğru bilgi bilimsel bilgidir." Pozitivizm; deneysel, doğrulanabilir, gözlemlenebilir bilgilerin doğru olduğunu kabul eden görüştür. Olguların dışında olan yani deney-gözlem ile incelenemeyen her şey metafiziktir.

• Metafiziğin hiçbir değeri yoktur. Dolayısıyla pozitivizme göre, metafiziksel ve dinsel her türlü açıklama, gerçeklikle uyuşmamaktadır.

• Pozitif felsefe, deneysel bilimleri model olarak almalı, araştırmalarını yalnız olgulara dayandırmalı, deney sonuçlarını sistemleştirerek onları ahlak, siyaset, din gibi alanlarda kullanmalı, deneyle denetlenemeyen soruları da konusu dışında bırakmalıdır.

• Comte evrimcidir ve tarihi bir ilerleme süreci olarak görür. Felsefenin ve tüm bilimlerin üç aşamadan geçtiğini söyler. Bunlar sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitivist aşamalardır.

Comte'un 3 Hal Kanunu:

1.Teolojik (Dini) Aşama; İnsanoğlu bilmediği, bir türlü anlayamadığı olayları hep aşkın bir kaynakla (Tanrı, Tanrıça vb.) açıklama yoluna gitmiştir. Orta çağa kadar uzanır.

2. Metafizik Aşama; Her şeyin doğaüstü ve soyut kavramlar ile açıklandığı aşamadır. Evreni yöneten artık insana benzeyen akıllı ve canlı bir varlık değil, soyut olduğuna inanılan bir iradedir. (Tanrı) Örn;

Hristiyan Ortaçağ Avrupası

3.Pozitivist Aşama: Orta çağdan sonra başlayan bu evrede, bilim ön plana çıkar. Olgusal bilgi, mutlak doğru bilgi olarak kabul edilir.

18. yy. – 19. yy. Felsefesinin, Dönemin Dil ve Edebiyatıyla İlişkisi

• 18-19. yüzyıl felsefesinin dil ve edebiyatla olan ilişkisi, Fransa başta olmak üzere bütün Avrupa’da görülür. Bu ilişki, 18-19. yüzyıl felsefesini önemli ölçüde etkilemiştir.

• Geniş çevrelere düşüncelerini benimsetebilmek için Aydınlanma felsefesi, bilimin kesin anlatım biçimini pek kullanmaz, her türlü yazı şekline başvurur. Düşünürleri de sistemli düşünüp çalışan filozoflar değil, daha çok büyük yazarlardır. Locke ve Voltaire gibi.

• Genel olarak toplumu ilgilendiren konular üzerine yazılmaya başlanmıştır. Akıl, deney, ilerleme, özgürlük, insan hakları, adalet ve eşitlik gibi kavramlar öne çıkmıştır. Siyaset, sanat ve felsefede yapılan entelektüel tartışmalar gazete ve dergilerde anlatılmaya, konuyla ilgili eserler kitaplaşmaya başlamıştır.

• Dönemin felsefi eserleri problem merkezli ve akla yöneliktir; burjuva sınıfına hitap etmektedir. Edebî eserler ise halkın duygularına yöneliktir; dönemin atmosferini yansıtmayı amaçlarlar. Bu eserlerin çoğalması düşünsel zenginliği artırmış ve halkın aydınlanmasında etkili olmuştur. Bu çabalar da Fransız Devrimi’nin oluşmasında etkili olmuştur.

• Bu yüzyılda edebiyatta görülen “romantizm” akımı, toplumun tüm sınıflarına hitap eden, duygu ve coşkunun önemli olduğu ve sade bir dilin kullanıldığı akımdır.

• Romantizm; toplumun bütün sınıflarına hitap eden, duygu ve coşkunun önemli olduğu ve sade bir dilin kullanıldığı akımdır. Voltaire ve Rousseau gibi Fransız düşünürlerinin öncü olduğu romantizm bütün Avrupa'yı sarmıştır. Bununla beraber 19. yüzyıl Türk edebiyatı ve düşünce hareketini de etkilemiştir. Türk edebiyatında bu akımın temsilcileri: Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit ve Ziya Paşa'dır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu makalede, figürlerin ortaya çıkış nedenlerinden biri olan Turquerie akımından kısaca söz edildikten sonra, Avrupa porselenlerinde figürlerin en yoğun ve kusursuz

Şöyle ki merkezde elde edilen gelirin dağılımı incelendiğinde ticari faaliyetlere katılımın yaygın olarak yürütüldüğü ve birden fazla işle uğraşanların yoğun

Beytî Dost, on tane iyi, sevgiyle kenetlenmiþ, hayýr yoluna çýkmýþ kiþiyi beklemeden, yalnýz iyilikleri ve iyi olmayý düþününüz diyor; tek tek herkese.. Çünkü gönlün

• Ahlak kuralları, iyiyi ve kötüyü ayırt etmede kişinin vicdanının da temel oluşturduğu, uyulması gereken bir dizi kurallardan

Renk : Sarı, mangan moru, yeşil, kobalt mavi, firuze, kırmızı ve siyah Kullanılan Motifler : Kadın figürü, basit stilize bitkisel motifler.. Açıklama : Yuvarlak düz

Kitlesel bireyselleştirme odaklı konut tasarımı amacıyla tez çalışması kapsamında Genetik Algoritmalar kullanılarak geliştirilen model gibi yeni konut tasarım

Kongreye katılımcı olabilmek için Korkut Boratav, Sibel Özbudun, Fuat Ercan, Tanıl Bora, Temel Demirer’in aralarında olduğu 52 akademisyenden oluşan Kongre Bilim Kuruluna

yansımalarını buldu Grub Street Hacks libelle diye adlandırılan eserler(saldırgan nitelikli) ürettiler Daha çok broşür biçiminde. yazılan bu eserler saraya,