Seçimleri beklerken bazı önemli konuları da gündeme getiriyoruz. Türkiye çok büyük boyutta enerji ithalatı bağımlısı. Seçimleri beklerken bazı önemli konuları da gündeme getiriyoruz. Türkiye çok büyük boyutta enerji ithalatı bağımlısı. Enerji bağımlılığı olmasa cari denge açığı da olmayacak. Bu gerçekler ülkemizin elektrik enerjisi üretimi için hidro ve nükleer enerjiden faydalanması gerektiğini kaçınılmaz şekilde ortaya koyuyor. Ancak bir de işin öbür tarafı var. Bilindiği gibi sera gazı emisyonunun azaltılması için nükleer enerji üretimi önemli bir çözüm olarak kabul edilmektedir. Ancak iklim değişikliğinin nükleer santral ve nükleer atık depolanması üzerinde yaratacağı etkiler gözden kaçmakta.
Bu etkiler nelerdir? Mevcut nükleer santralların büyük bir bölümü soğutma suyu gereksiniminin rahatça karşılanması amacıyla deniz kıyısında veya denize çok yakın mekanlarda kurulmuştur. Bu sebeple nükleer atıklar da genelde denize yakın depolanmaktadır. İklim değişikliğinin sonucu olarak deniz seviyesinin önümüzdeki yıllarda yükseleceği artık reddedilemeyecek bir gerçek olarak kabul edilmektedir. Bu olay mevcut ve ileride yapılması düşünülen nükleer santralların büyük bir bölümünü iki yönden etkileyecektir.
Önce mevcut santrallar su altında kalma ve işlevlerini görememe tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Örneğin İngiltere’de mevcut nükleer santrallar, bir tanesi dışında, deniz kıyısında veya denize yakın yerlerdedir. 2025 yılında pek çok sayıda nükleer tesisin su altında kalacağı hesaplanmaktadır. Yalnızca İngiltere’de değil, Fransa, Japonya, ABD, Belçika ve çin’de kurulu nükleer tesislerin de pek çoğu aynı durumla karşılaşacaklardır. Enerji ihtiyacının % 80’ini nükleer kaynaklardan sağlayan Fransa’da varolan 59 nükleer reaktörden 51 tanesi su altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Diğer bir tehlike de denize yakın depolanmış nükleer atıkların su altında kalması ve nükleer sızıntıların oluşmasıdır. Özellikle İngiltere, Japonya ve Taiwan’da sahile yakın depolanan nükleer atıklar bu sızıntı tehlikesine açıktır.
Nükleer güç kullanılarak fosil yakıtlarından açığa çıkan CO2 emisyonunu azaltma hedefinin önüne böylece büyük bir engel çıkmaktadır. Nükleer santralların kullanmaları gereken soğutma suyu iklim değişikliği dolayısıyla santralların gereksinimini karşılayamayacak kadar yüksek ısıda olacaktır. 2003 yılında Fransa’da bulunan 58 reaktörden 17 tanesi bu sebepten çalışamaz duruma düşmüş veya çok düşük kapasitede çalıştırılabilmiştir. Fransa her yıl 19 milyar ton suyu nükleer santralların soğutma suyu olarak kullanmaktadır. Bu miktar çevreden kullanılan tüm suyun yaklaşık yarısı kadardır. Ve Fransa’nın tarımda kullandığı su miktarından fazladır.
Avustralya’da, Queensland gibi kuraklık çeken bölgelerde ve ABD gibi enerjisinin % 20 kadarını nükleer santrallardan sağlayan ülkelerde su azlığı dolayısıyla yeni nükleer santrallar kurulması dikkatle sorgulanmaktadır.
Soğutmada kullanılan suyun ısınmış olarak büyük miktarlarda nehirlere geri verilmesi bir taraftan buharlaşmayı artırırken diğer taraftan da nehirlerde mevcut balık yaşamına da zarar vermektedir.
2006 yılında Almanya’da da, mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklar dolayısıyla nükleer tesisler düşük kapasiteyle çalışma mecburiyetinde kalmışlardır. Aynı durum İspanya’da Ebro nehrinin sularının olağanüstü ısınması dolayısıyla Santa Maria de Garona reaktöründe de görülmüştür. ABD’de Michigan gölü kıyısındaki reaktör su sıcaklığı
dolayısıyla bir süre kapatılmış, Minnesota, Illinois ve Pennsylvania’da bulunan reaktörler de düşük kapasiteyle çalışmak zorunluluğunda kalmışlardır.
Açıkça görülmektedir ki, iklim değişikliği ısı artışına sebep oldukça nükleer güç tesislerinden faydalanmak
güçleşecektir. Önce buzulların erimesi dolayısıyla insanlar tarafından kullanılabilecek tatlı su kaynaklarının azalması nükleer tesislerin ihtiyacı olan soğutma suyunun teminini zorlaştıracağı gibi, deniz, ırmak ve göllerin ısınması da nükleer reaktörlerin soğutulmasını zorlaştıracaktır. Diğer taraftan denizlerde su seviyesinin yükselmesi mevcut reaktör sisteminin ve nükleer atık depolarının su altında kalmasına sebep olacaktır.
Kısaca, nükleer gücün kullanılması iklim değişikliği sorununa çözüm getireceği yerde, nükleer güç kullanabilmek için iklim değişikliği sorununu önceden çözümlemek gerekecektir. Bilim adamları böyle diyor. Hayat kolay değil zordur! İktisatçıların ise bu konuda söyleyebileceği pek bir şey yok!